Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Amerikan muhafazakârları soruyor: Neden hala Suriye’deyiz?

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Batılı ülkelerin Suriye’de rejim değişikliği projesini yürürlüğe koyduğu zamandaki dünya ile şimdiki dünya aynı değil. Ve Şam, bu uzun süreli savaştan sağ çıkmayı başardı. Bugün ise Arap ülkeleri, teker teker Suriye ile ilişkileri normalleştirme yoluna gidiyor. Bununla beraber Suriye, ABD ve AB’nin ağır ambargosuyla baş başa ve Amerikan güçleri, Suriye topraklarındaki yasa dışı varlığını sürdürmekte. Her savaşın bir maliyeti var ve Washington yönetiminin attığı taşın ürküttüğü kuşa değmediği artık daha yüksek sesle dile getiriliyor. Çevirisini verdiğimiz makalenin, ABD’nin önemli muhafazakâr yayınlarından The American Conservative’de (TAC) yayınlandığını da hatırlatalım; TAC, biraz ‘dışarlıklı’ bir muhafazakâr yayındır, 2003 yılındaki Irak işgaline karşı çıkan ender ‘sağ’ unsurlardan olduğunu hatırlatmak yeter.


Neden hala Suriye’deyiz?

Doug Bandow — The American Conservative

30 Mart 2023

İran ile çatışmadan kaçınmak için ABD güçlerinin Suriye’den tamamen çekilmesi gerekiyor.

Göründüğü kadarıyla ABD’nin savaş alanında güneşi hiç batmıyor. En azından Amerikan güçlerinin İran ile müttefik milislerin ateşi altında kaldığı ve bir Amerikalının öldüğü, birkaçının da yaralandığı Suriye’de. Biden yönetimi, Suriye’deki İran üslerine misilleme saldırısı düzenleyerek yeni saldırıları tetikledi.

Suriye’deki iç savaş, Devlet Başkanı Beşar Esad’ın zaferiyle son erdi. En azından hem Rus hem de İran güçlerinin yardımına bel bağlayarak ayakta kalan galiba son savaşçı. Ülkesinin yaklaşık üçte ikisini kontrol ediyor, kentler harabeye dönmüş ve halk yoksullaşmış durumda. Yüz binlerce Suriyeli hayatını kaybetti.

Türkiye’nin desteklediği cihatçılar ülkenin kuzeybatısındaki İdlib kenti civarındaki bölgeyi kontrol ediyor. Şam’ın onayı olmadan orada bulunduğu aşikâr olan Amerikan birliklerinin yanı sıra Suriyeli Kürtler de kalan bölenin büyük bir kısmını dolduruyor. Başkan Joe Biden, ABD askerlerinin orada tutmaya “kesinlikle” kararlı. Fakat Ankara, bazı Kürt bölgelerini ele geçirdi ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Amerikalıları riske atacak yeni bir işgal tehdidinde bulundu.

Washington’un Lübnan, Afganistan ve Libya’dan ve onlardan bir nesil evvel Vietnam’dan sonra kendisine ait olmayan bir iç savaşa yine uzun süreli bir şekilde müdahale etmesi aptalcaydı. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, önce Esad’ı reformcu ilan etti, ardından da şaşırtıcı bir siyasi manevra yaparak Esad’ın görevden alınması gerektiğini açıkladı. Bu hem Esad’ın hem de muhaliflerinin müzakere şevkini kırdı, zira Esad’ın görevi bırakmaya niyeti yoktu ve muhalifleri Washington’un işi bitirmesini bekliyordu.

Obama yönetimi, ihtilafı bir ahlak meselesi olarak sunarken kötü adamların bol olduğu bir ortamda taraf seçti. İsyancı güçlerin desteklenmesi İslam Devleti’nin yükselişinin önünü açtı. ABD, 11 Eylül’de binlerce Amerikalı sivilin ölümünden sorumlu olan El Kaide’nin yerel koluyla bile ittifak kurdu. Washington’un tek başarısı, ortaya çıkmasına yardım ettiği kötücül güçleri yenmeleri için Suriye’deki Kürtlere yardım etmesi oldu.

ABD’nin bu çatışmada ciddi bir çıkarı yoktu. Suriye uzun süredir Moskova’nın müttefikiydi ve Amerika’ya, hatta ezici bir askeri üstünlüğe sahip olan İsrail’e karşı herhangi bir tehdit oluşturmuyordu. Rusya ve İran’ın Esad’ın hayatta kalmasında, Amerika’nın Esad’ın devrilmesinde olduğundan çok daha fazla çıkarı vardı.

Esad zalim bir haydut ama Amerika’nın Ortadoğu’daki müttefiklerinin çoğu da öyle. Arap halklarını özgürleştirmek, diğer ülkelerin yanı sıra Mısır, Suudi Arabistan ve Bahreyn’deki gaddar otokrasileri destekleyen Washington için hiçbir zaman öncelik olmadı. ABD, İran’ı işgal ettikten sonra Irak’ın Saddam Hüseyin’ine bile yardım etti. Washington, bundan evvel de İran Şahı ile müttefikti.

Suriye’deki çatışma IŞİD’in rolünü öne çıkarmış olsa da IŞİD’in amacı Amerika’ya saldırmak değil, Ortadoğu’da bir “halifelik” ya da devlet kurmaktı. Dolayısıyla bu örgüte bölgedeki her ülke karşı çıktı. Dahası, daha önce de belirtildiği üzere Washington’un Esad’ı devirme çabası İslam Devleti’ni güçlendirdi.

Savaş istikrarsızlaştırıcıydı ama ABD’nin müdahalesi, istikrarlı ve demokratik bir hükümet kurmak bir yana, Esad’ı devirmeden çatışmaları uzattı. Washington’un başka bölgelerdeki tutumu IŞİD’inkinden çok daha yıkıcıydı. II. Bush yönetimi Irak’ı havaya uçurdu ve İslam Devleti’ne dönüşen Irak El Kaidesine karşı mağlup oldu. Obama yönetimi, Libya’da Muammer Kaddafi’nin devrilmesine ön ayak olarak on yıl süren inişli çıkışlı çatışmaları tetikledi.

Amerika’nın Suriye’ye müdahalesi bugün hiçbir anlam ifade etmiyor. New York Times muhabiri Edward Wong’a göre; “Çok az insan bu konuda konuşmaktan hazzediyor ama ABD, yıllardır Irak ve Suriye’de İran ile bir vekalet savaşı yürütüyor. […] Arada bir çatışma şiddet kamuoyunun gözleri önüne seriliyor”. Ve Amerikalılar ölüyor. Tek iyi haber, İran destekli milislerin yıllar içinde gerçekleştirdiği 70’den fazla saldırı düşünüldüğünde kayıpların az olması.

Başkan Donald Trump, Suriye’den çekilmek istedi ama Trump yönetiminin güvenini, Amerika’nın askeri varlığı konusunda Başkan’ı yanıltarak anlaşılmaz bir şekilde boşa çıkaran, “asla yılmayan” Büyükelçi James Jeffrey gibiler tarafından engellendi. Jeffrey’in dürüst olmayan politikası başarısızlıkla sonuçlanınca, zaten yoksulluk içinde olan Suriye halkına yönelik ekonomik yaptırımlara destek verdi ve bunları Rusya için bir “bataklık” yaratma aracı olarak değerlendirdi. Moskova bunu fark etmemiş gibi görünse de Suriye halkı büyük acılar çekmeye devam ediyor.

Suriye ile ilgilenmekle görevlendirilen bir diğer eski diplomat Joel Rayburn de Washington’un yol açtığı ekonomik yıkım karşısında bayram etmiş görünüyor, paylaştığı tweet: “Esad’ın ekonomisi ve devleti çöküyor: Yakıt yok, elektrik yok, ticaret yok, sokaklar bomboş. Esad, sadece maaşları/faturaları ödemek için para basıyor. Sonuç: Enflasyon temel ihtiyaçları karşılanamaz hale getirdi. Lira, dolar başına 5 bin 900’e düştü ve ithalatı imkânsız hale getirdi”. İnsanın aklına Madeleine Albright’ın Irak’a uygulanan yaptırımların insani maliyeti sorulduğunda verdiği duygusuz yanıt geliyor: “Bedelinin buna değdiğini düşünüyoruz”.

Jeffrey’in halkı cezalandırmanın on yıl süren iç savaştan sağ çıkan Esad’ı gitmeye zorlayacağı iddiası gülünç olmanın ötesinde. Suriye’ye uygulanan yaptırımların, hedef hükümetin tavırlarını değiştirmede İran’a uygulananlardan daha etkili olmadığı ispatlandı. Daha da inandırıcı olmayan bir şekilde yönetim, siyasi müzakerelerin Esad’ı gitmeye zorlayabileceğini düşünmeye devam ediyor.

Galiba Amerikalılar açısından en kötüsü, ilk olarak 2015 yılında gelen 900 kadar Amerikan askeri personeli ve yüzlerce sözleşmelinin Suriye’nin kuzeydoğusunda görev yapmaya devam ediyor olması. Kongre’nin onayı dışında oradalar ve Suriye petrolünü yağmalıyorlar. Ve Suriye, Türkiye, İran ve Rus güçlerinin saldırılarına maruz kalıyorlar.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mark Milley, Amerikalıların “IŞİD’in mutlak bir yenilgiye uğratılması ve bölgedeki dost ve müttefiklerimizi desteklemeye devam edilmesi” konusunda kararlı olduklarını açıkladı. Biden yönetiminden bir yetkili ise, “insani acıların azaltılması, insani erişimin genişletilmesi, IŞİD’e karşı harekatın sürdürülmesi ve Suriye’deki çatışmada rejim ve diğer aktörler tarafından gerçekleştirilen insan hakları ihlallerine karşı hoşgörüsüzlüğümüzün açıkça ortaya konulması” hedeflerini ortaya koydu.

Fakat savunma önceliklerine göre dört yıl önce “halifeliğini” kaybeden İslam Devleti’nden geriye kalanlar, “kayda değer miktarda fazladan bölgeyi ele geçirme ve elde tutma kabiliyetinden ve kaynaklarından yoksun”. Sonuç olarak mevcut durum “makul olarak beklenebilecek zafere en yakın durum”. Başkan’ın başka bir ülkeyi istila etme, kalıcı olarak işgal etme ve bir zamanlar düşman bir güç vardı diye sonsuza kadar savaş açma yetkisi yok. Müttefiklerin, dostların, insani yardımın ve insan haklarının tahkim edilmesi de savaş açması konusunda anayasal gerekçeler değil.

Şam, yasal hakkı olmasına rağmen ABD ordusuyla karşı karşıya gelmemeyi tercih etti. Beş yıl önce Rusya’nın yarı resmi Vagner Grubu’nun feci askeri saldırısından sonra Moskova da doğrudan temastan kaçındı, ancak uçakları düzenli olarak Amerikan güçlerinin üzerinde vızıldıyor; ne de olsa hava sahası Suriye’nin, Amerika’nın değil. Buna karşılık İran destekli güçler, geçen hafta olduğu gibi füze ve insansız hava araçlarıyla ABD tesislerini ve personelini düzenli olarak vuruyor.

Yönetim, askeri müdahalesine dair çok söz söyledi. Savunma Bakanı Lloyd Austin, göze görkem bir açıklama yaptı: “Hiçbir örgütün askerlerimize saldırısı cezasız kalmayacak”. Başkan, yönetimin “halkımızı korumak için güçlü bir şekilde harekete geçmeye” hazır olduğunu iddia etti. Elbette bunu yapmanın en iyi yolu onları Suriye’den çıkarmak olur. Şimdiye dek yönetimin misillemeleri ABD üslerine yönelik saldırıları caydırmadı ve bu da müzmin şahinlerin daha sert bir eylem, “sert ve ölümcül yanıt” taleplerini tetikledi.

Fakat Başkan’ın, Amerikalılara ateş açtığından şüphelenilse bile çeşitli yabancı güçlere karşı tek taraflı olarak savaş açma konusunda yasal bir yetkisi yok. Anayasa yürütmenin saldırılara karşı savunma yapmasına izin verir, ancak başkanlar rutin olarak bu sınırlamanın çok ötesine geçtiler. Biden’ın saldırısı gibi daha doğru bir ifadeyle misilleme olarak adlandırılan eylemler Kongre’nin onayını gerektirir. Thomas Jefferson şöyle yazmıştı: “Eğer durum misilleme gerektirecek kadar önemliyse ve bu adım için olgunlaşmışsa, Kongre bu adımı atmaya çağrılmalı, misilleme hakkı anayasa tarafından yürütmeye değil, açık biçimde onlara verildi”. Ancak karar alıcılar herhangi bir askeri müdahalede sorumluluk almadan hiç hoşlanmıyor. Temsilciler Meclisi üyeleri kısa bir süre önce ABD işgalini sona erdirmeye yönelik çift taraflı çabayı engelledi ama hala kalmak için yasal bir yetki vermeyi reddediyorlar.

Amerikalılar haklı olarak on yılı aşkın bir süredir çatışmalarla boğuşan uzak bir Ortadoğu ülkesini yasa dışı olarak işgal etmek gibi aptalca, hatta anlamsız maksatlar uğruna verilen sonu gelmeyen savaşlardan bıkmış haldeler. Kalmaya yönelik tek argüman, batık maliyet safsatası. Bu kadar çok yatırım yaptıktan sonra birbirini izleyen yönetimler, birileri başarıya ulaştığını iddia edene kadar kalmaya kararlı ki bu sonsuza kadar ya da daha uzun sürebilir.

Ancak beklemek isteyen başka kimse yok. Rusya, Ankara ile Şam arasında Türkiye’nin çekilmesi ve Suriye’nin sınırlarının kontrolünü yeniden ele geçirmesiyle sonuçlanabilecek müzakereleri teşvik etti. Suriyeli Kürtler ve Esad hükümeti arasında bir modus vivendi ülkeyi yeniden birleştirebilir, Kürtlerin özerkliğini bir ölçüde koruyabilir ve Şam’ın Tahran’a daha az bel bağlamasını sağlayabilir.

Son olarak Körfez monarşileri Esad hükümetiyle diplomatik ilişkilerini yeniden kurma yolunda ilerliyor. Nitekim Esad kısa süre önce Birleşik Arap Emirlikleri’ne yaptığı ikinci ziyaretten de döndü. Sırada Suudi Arabistan olabilir ki bu da kısa süre önce Tahran ve Riyad arasında diplomatik ilişkilerin yeniden kurulduğunun açıklanmasıyla uyumlu, bölgesel barışa yönelik henüz kırılgan olsa da memnuniyet verici bir adım olacak.

Doğal olarak Washington, müttefiklerinin kendi emirlerine karşı gelmesine öfkeleniyor. Bugünkü başarısız politikanın baş mimarları olan iki eski yetkili, Biden yönetiminden Suriye’nin komşularının Amerika’nın pisliğini temizlemesini engellemek için bir şeyler yapmasını talep eden bir açıklama yayımladı. Kendi kendileriyle alay edercesine şunu söylediler: “Rejimin normalleşmesine sadece lafta karşı çıkmak yeterli değil, zira buna zımnen izin vermek dar görüşlülüktür ve bölgesel güvenlik ve istikrar umutlarına zarar verir”.

ABD, son yirmi yılda Ortadoğu’nun güvenlik ve istikrarının altını oymak için herkesten fazla şey yaptı. Washington askeri olarak geri adım atmalı ve Suriye’yi komşularına bırakmalı. İlişkilerini yeniden kurmalarına, yardım teklif etmelerine ve siyasi reformlar yapmalarına izin vermeli. Yönetim ayrıca Suriye halkına yönelik ekonomik yaptırımlardan da vazgeçmeli ve Kongre’ye de aynı şekilde davranması için baskı yapmalı. ABD, rejim liderlerini ve güvenlik kurumlarını cezalandırmaya devam ederken halkın geri kalanının uzun bir toparlanma ve yeniden inşa sürecine başlamasına imkân tanıyabilir.

Amerika Suriye’de savaş halinde. Peki neden? Başkan Biden, “ABD İran ile savaş peşinde değil, altını çiziyorum, değil” diyor. O halde tüm Amerikan güçlerini Suriye’den çekmeli. Amerikan varlığının devam etmesi için hiçbir gerekçe yok. Gereksiz, ilan edilmemiş ve sonsuza dek sürecek bir savaşı daha sona erdirmenin zamanı geldi.

DÜNYA BASINI

Mahmud Abbas birliği korumak için olası baskılara direnecek mi?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız uzman görüşlerine yer verilen haber Filistinli grupların Pekin’de imzaladığı uzlaşı anlaşmasının sürdürülebilir olup olmadığına yanıt bulmaya çalışıyor. İsrail ve muhtemelen ABD tarafından baltalanacağı düşünülen uzlaşının yumuşak karnı ise Filistin Yönetimi:

****

‘Başarılı olması için baskı var’: Fetih-Hamas birlik anlaşması sürdürülebilir mi?

Analistlere göre Fetih Hareketi’nin siyasi iradesinin olup olmadığı görülecek, İsrail ise anlaşmayı bozmaya çalışabilir.

Mat Nashed

Analistler, Filistinli grupların salı günü bir “ulusal birlik” anlaşması imzalayarak, ideolojik farklılıklarını ve acı dolu geçmişlerini bir kenara bırakıp İsrail’in işgaline son vermek için lobi yapabileceklerine dair hem umut yarattığını ancak bazı şüpheler olduğunu söylüyor.

Çin’in başkenti Pekin’de üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından imzalanan anlaşma, geçici bir “ulusal uzlaşı” hükümetinin savaş sonrası Gazze’nin kontrolünü üstlenmesi ve ortak kendi kaderini tayin etme arayışını ilerletmesi için zemin hazırladı. Ancak Fetih Hareketi ve Hamas arasında daha önce yapılan birçok uzlaşma girişiminin başarısız olması nedeniyle bu atılım kuşkuyla karşılandı.

Katar’ın başkenti Doha’daki Middle East Council on Global Affairs adlı düşünce kuruluşunda İsrail-Filistin uzmanı olarak çalışan Ömer Rahman, “Biraz şüphe olması doğal, ancak bu anlaşmanın kalıcı olacağından umutluyum” dedi.

“Gazze ve Batı Şeria’daki durum göz önüne alındığında bunun başarılı olması için baskı var. Bence tüm taraflar bunun gerçekleşmesi gerektiğini biliyor” diyen Rahman, Gazze’deki savaşın ve işgal altındaki Batı Şeria’da artan yerleşimci şiddeti ve toprak gaspının getirdiği aciliyete atıfta bulundu.

BM uzmanlarına göre, 7 Ekim’de Hamas öncülüğünde İsrail topluluklarına ve askeri karakollarına düzenlenen ve bin 139 kişinin öldürüldüğü ve 251 kişinin esir alındığı saldırıdan bu yana İsrail, Gazze’de soykırıma varabilecek yıkıcı bir saldırıyla karşılık verdi.

İsrail son dokuz ayda 39 binden fazla Filistinliyi öldürdü ve iki milyon 300 binlik Gazze nüfusunun neredeyse tamamını yerinden etti. Gazze’deki savaş uluslararası manşetleri belirlerken, İsrail’in 2024 yılında işgal altındaki Batı Şeria’da son 30 yılda herhangi bir yılda olduğundan daha fazla Filistin toprağını sessizce ele geçirmesine yol açtı.

İsrail işgalini derinleştirirken, Filistinli iki büyük grup Fetih Hareketi ve Hamas bölünmüş durumda kaldı. Fetih Hareketi, Batı Şeria’nın büyük bir bölümünü 1993 Oslo Anlaşmalarından doğan ve Fetih’e şiddetten vazgeçmesi ve İsrail’i tanıması karşılığında Filistin devletinin kurulacağının vaat edildiği Filistin Yönetimi aracılığıyla kontrol ediyor.

Buna karşılık Hamas silahlı mücadeleye bağlı kaldı ve 2007’de iki taraf arasında yaşanan kısa bir iç savaşta Fetih Hareketi’ni kovduğundan beri Gazze’yi kontrol ediyor.

Kanlı geçmişe rağmen, her iki taraf da 12 daha küçük grupla beraber Pekin anlaşmasını imzaladı. El Cezire’nin elde ettiği bir anlaşma kopyasına göre bu anlaşma, nihai olarak İsrail işgali altındaki Doğu Kudüs, geniş Batı Şeria ve Gazze’de (İsrail’in 1967 Arap-İsrail savaşında ele geçirdiği topraklar) bir Filistin devleti kurmayı hedefliyor.

Anlaşma kalıcı olacak mı?

Uluslararası Kriz Grubu (ICG) Filistin uzmanı Tahani Mustafa, Fetih Hareketi ve Ebu Mazen olarak da bilinen Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın Hamas’la daha önce yapılan uzlaşma anlaşmalarını baltaladığını söyledi.

El Cezire’ye konuşan Mustafa, Abbas’ın ve yakın sırdaşlarının İsrail işgaline karşı Filistin yönetimini birleştirmek için gerçek bir siyasi irade göstermediğini söyledi.

Mustafa’ya göre Fetih Hareketi, teoride Filistinlileri uluslararası alanda temsil eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üzerinde tek kontrol sahibi olduğunu ve Hamas ve diğer fraksiyonlar bu yapıda temsil edilirse çoğunluğunu kaybetmekten korkuyor.

Mustafa, “Hamas’ı ve İslami Cihad’ı da eklerseniz, Fetih Hareketi’nin tekeli sona erer” dedi.

İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri de uzlaşma anlaşmasını baltalamaya çalışabilirler.

İsrail, savaş sonrası senaryoda Filistin Yönetimi’nin ya da Hamas’ın Gazze’nin kontrolünü ele geçirmesine izin vermeyi reddederken, ABD de uzun süredir Hamas’ın İsrail’i tanımasını ve Filistin hükümetinin bir parçası olmadan önce şiddetten vazgeçmesini istiyor.

2017’de Hamas, 1967 sınırlarına göre bir Filistin devleti kurulmasını kabul eden yeni bir tüzük sundu. Hamas tarafından daha önce yapılan açıklamalar ve hareketlerle uyumlu olan bu hamle, İsrail’in fiilen tanınması anlamına geliyordu.

Mustafa, “Hamas, İsrail’in var olma hakkını hiçbir zaman [açıkça] tanımadı çünkü İsrail’e aynı şeyi Filistinliler için de yapması yönünde hiçbir zaman baskı yapılmadı” dedi.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin İsrail-Filistin uzmanı Hugh Lovatt, İsrail’in bu anlaşmayı rayından çıkarmak için Batılı müttefiklerine Filistin Yönetimi’ne verdikleri fonları kesmeleri için baskı yapmasının oldukça olası olduğunu söyledi.

El Cezire’ye konuşan uzman, “Filistin Yönetimi mevcut haliyle ancak ABD ve Avrupa’nın yakın işbirliği ve finansman desteğiyle ayakta kalabilir” dedi.

Lovatt, “Ancak bu sadece Filistin Yönetimi’nin hayatta kalmasıyla ilgili bir mesele değil, aynı zamanda Filistin Yönetimi’nin kilit isimlerinin kişisel hayatta kalma meselesi… kendi kişisel konumlarını zayıflatabilecek herhangi bir anlaşmaya çok ilgi duymuyorlar” diye ekledi.

El Cezire yorum için Filistin Yönetimi Başkanlığı sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne ve Filistin Yönetimi’nin Birleşik Krallık misyonunun başındaki Husam Zomlot’a ulaştı. Her iki isim de haber yayınlanmadan önce yorum taleplerine yanıt vermedi.

Ancak Lovatt, Filistin Yönetimi’nin, İsrail’i resmen tanımak ve şiddetten vazgeçmek gibi Oslo Anlaşmaları’nın şartlarına uymayı reddetmesi nedeniyle önceki birlik anlaşmalarının çökmesinden Hamas’ı sorumlu tuttuğunu söyledi.

“Abbas’ın söylediğini gördüğümüz şey… bir anlaşma istiyoruz ama uluslararası meşruiyete dayanan bir anlaşma” diye ekledi.

Bu anlaşma neden önemli?

Daha önceki uzlaşma anlaşmaları başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Rahman bu anlaşmanın başarıya ulaşmasının hayati olduğunu söyledi.

Rahman’a göre İsrail-Filistin konusunda uluslararası kamuoyunda rüzgarlar değişiyor ve bu da birleşik bir Filistin liderliğinin Gazze’deki “soykırıma” ve İsrail’in Batı Şeria’daki “ilhakçı baskısına” son vermesi için bir fırsat yaratıyor.

Dünya Mahkemesi olarak da bilinen Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) “tavsiye niteliğindeki görüşü”, İsrail’in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’deki 57 yıllık işgalini kısa bir süre önce “yasadışı” olarak sınıflandırdı. Mahkeme, yerleşim yerlerinin inşası ve genişletilmesi de dâhil İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında varlığını sürdürmesinin “uluslararası hukuku ihlal ettiğini” söyledi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu kararı “saçma” olarak nitelendirdi ve İsraillilerin “atalarının yurdundaki kendi topluluklarında yaşamalarının” yasadışı olamayacağını söyledi.

Rahman, “Durum açıkça vahim ve Filistinlilerin uluslararası toplumu Filistinlileri savunmak için bir araya getirecek bir tür birleşik liderliğe ihtiyacı var” dedi.

Ancak bu birlik -en azından şimdilik- savaşın gidişatını şekillendirmede en etkili küresel aktör olan ABD tarafından desteklenmiyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller salı günü düzenlediği basın brifinginde anlaşmayı yorumlarken “Bir terör örgütünün rolü olamaz” dedi.

Hamas ABD, İsrail ve Avrupa Birliği tarafından “terörist” olarak tanımlanan bir grup ancak pek çok Filistinli, Hamas’ı meşru bir direniş grubu olarak görüyor.

Lovatt, Filistin Yönetimi karar alma sürecinde Hamas ve diğer gruplara danışarak anlaşmayı uygulamaya kararlı olsa bile ABD baskısının Filistin birliğini sabote edebileceğini söyledi.

Lovatt şunu ekledi: “Bu gerçekten de belirleyici faktör olabilir. Asıl soru şu: [Abbas] kararlılığını sürdürecek mi, yoksa uluslararası baskı karşısında geri adım mı atacak?”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı artık küresel ilişkilerin merkezi değil

Yayınlanma

Samir Puri, Nikkei Asia
25.07.2024

Dünya meselelerinde bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Batılı ülkelerin küresel meselelerin nihai hakemleri olarak hareket etme gücü ve birliği çökmüyor, ancak açık bir düşüş içinde.

Çoğumuz bu noktada hemfikiriz, ancak bu geçiş dönemini Batı’nın içinden mi yoksa dışından mı izlemek daha doğru olur? Perspektif her şeydir. Atlantik’in her iki yakasındaki Batılı ülkelerde yaşayan bizler için popülizm siyaseti, değişen dünyayı izlerken kaçınılmaz olarak önemli bir tartışma konusu haline geliyor.

Daha “ulus öncelikli” liderler ve partiler güç kazandıkça, Batı’nın siyasi karakterinin hızla değişmekte olduğu açıktır. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın olası zaferi ya da Macaristan Cumhurbaşkanı Viktor Orban’ın ülkesinin Avrupa Birliği dönem başkanlığını kullanarak geleneksel Batılı dış politika elitlerine çelişkili mesajlar vermesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu durum zamanla Batı’nın küresel kişiliğini değiştirecektir.

2020’den bu yana Batı’daki evimden ziyade, Asya’da gelişen bu olayları Singapur’daki görüş noktamdan izliyorum. “Batısızlık: Büyük Küresel Yeniden Dengelenme” adlı yeni kitabımda yazdığım gibi, Batı’nın küresel varlığının yeniden şekillenmesini uzaktan izlemek kendi perspektiflerini sunuyor.

Asya’da, dünyanın değişen ekonomik dengesi Çin ve Hindistan’ın yükselişinde açıkça görülüyor ve Endonezya gibi ülkeler de gelecekte önemli bir büyüme göstermeye hazırlanıyor.

Dünyanın yeniden dengelenmesi sadece “Asya’nın yükselişi” ile sınırlı değildir. Suudi Arabistan, Türkiye ve hatta Güney Afrika gibi ülkelerin küresel meselelerde kendi yollarını çizmek için gösterdikleri stratejik özerklik her geçen ay artıyor.

Batılı olmayan ülkeler için stratejik özerklik ekonomik büyümeden kaynaklansa da bundan çok daha fazlasıyla ilgilidir. BRICS gibi Batılı olmayan kulüplerin genişlemesini de içeriyor. Güney Afrika’nın Batı destekli İsrail’e karşı Hamas’a karşı yürüttüğü savaş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava gibi gelişmeler de bunu kanıtlamaktadır. Batılı olmayan ülkeler küresel görüşün değişmesine yardımcı oldukça, Batılı ülkeler tarafından 7 Ekim’den sonra İsrail’i desteklemek için alınan ilk tutumlar artık “kurallara dayalı uluslararası düzen” kullanılarak inandırıcı bir şekilde sorgulanabilir.

Batılı olmayan dünyanın yükselen başlıca güç merkezleri hızla kendi momentumlarını geliştiriyor. Yüzyıllardır ilk kez Batı her zaman öncü bir rol oynamıyor. Avrupa liderliğindeki deniz sömürge imparatorluğunun önceki dönemleri ve ardından ABD liderliğindeki küreselleşme dönemi düşünüldüğünde, dünya meselelerinde ortaya çıkan dönemin gerçekten de çok farklı olacağı görülecektir.

Batı çökmeyeceği ve ABD ekonomisi canlılığını koruduğu için yanlış sonuçlara varmak kolaydır. Tüm bunları gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğüne göre bir analize indirgemek ve yalnızca ABD ile Çin arasında iki atlı bir yarış olarak görmek çok basite indirgemek olacaktır.

Kişi başına düşen GSYH’ye bakıp, önde gelen Batılı ülkelerin modernleşmenin standart taşıyıcıları olarak diğerlerinin fersah fersah önünde olduğu sonucuna varılabilir. Ya da güçlü ABD dolarının kalıcı gücüne odaklanılabilir.

Bunlar indirgemeci sonuçlara varmaktır. Evet, ekonomik performans, yaşam standartları ve para biriminin gücü büyük önem taşımaktadır. Ancak diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında Batı’nın düşüşte olduğu görülmektedir.

Demografi gibi bazı eğilimler ölçülebilir niteliktedir. Diğer eğilimler ise küresel anlaşmazlıkları çözme gücü ve ahlaki güçle ilgilidir. Küresel yeniden dengelenme yalnızca sert güç ve ekonomiyi değil, aynı zamanda standartları belirleme, dikkati yönetme ve krizleri çözme becerisini de içermektedir.

Manşetlerimize hakim olan ve küresel görüşleri derinden ikiye bölen diğer savaştan işlerin ne kadar hızlı değiştiğine dair net bir örnek alalım.

G7 aracılığıyla çalışan Batı, Rusya’nın Şubat 2022’de başlayan barbarca tam ölçekli işgaline karşı Ukrayna’yı övgüye değer bir şekilde destekledi. Ancak milyarlarca dolar harcayarak silahlandırdığı Ukrayna, hala Rus işgalcileri kovacak kadar güçlü değil. Şimdi, küresel yeniden dengelenmeyle ilgili iki gelişme Ukrayna’daki durumu daha net bir şekilde etkiliyor.

Birincisi, Rus ekonomisi Batı ve G7 liderliğindeki yaptırımlardan ve enerji ihracatına getirilen fiyat sınırlamalarından zarar gördü. Ancak ekonomik ceza tehdidi Putin’i 2022 başlarında Ukrayna’yı işgal etmekten caydırmaya yetmedi. Yaptırımların gerçekliği de Putin’i işgalden vazgeçmeye zorlamak için yeterli değil. Dünya ekonomisindeki yapısal değişiklikler, Rusya’nın Çin, Hindistan ve diğer BRICS ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Körfez ülkeleri, Endonezya ve diğerleriyle ticaret yapmaya devam ettiği ve savaş ekonomisini sürdürdüğü anlamına geliyor.

İkinci olarak, Batılı olmayan bu ülkeler bir şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesini savunmuşlardır. Batı ve G7 ise tam tersini savunmuştur. Mükemmel bir ahlaki netlikle, Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi ve saldırganlığı için asla ödüllendirilmemesi gerektiğini savundular. Ancak Trump Beyaz Saray’a dönerse, ABD politikasının bir barış anlaşması lehine Ukrayna’yı terk etmeye kayması bekleniyor.

İronik bir şekilde, Trump’ın dayatacağı böyle bir anlaşma ABD’yi dünyanın geri kalanında genel olarak aynı şeyi savunan kesimlerle daha uyumlu hale getirecektir. Eğer bu gerçekleşirse, Batı’nın küresel haçlı enkarnasyonu bir darbe alacaktır. Onun yerine, otokratik liderlerle anlaşma yapmaktan kaçınmayan, işlevsel yaklaşımları tercih eden popülist bir Batı enkarnasyonu ufukta görünmektedir. Böyle bir dünyadan korkmak başka bir şey, bunun pek çok etmenini anlamak başka bir şeydir.

Sadece Soğuk Savaş sonrası zafer kazanmış Batı’nın sonunu gözlemlemiyoruz, aynı zamanda daha az Batı egemenliğinde bir dünyanın başlangıcını da gözlemliyoruz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Okulu kıran” çocukların ailelerini hapse atmayı öneren başkan adayı: Kamala Harris

Yayınlanma

Editörün notu: Joe Biden’ın çekilmesi ile birlikte Demokratların kasım ayındaki başkan adayı olarak öne çıkan Başkan Yardımcısı Kamala Harris, siyaseten “silik” bir profil olsa da daha önce San Fransisco ve California’daki savcılık deneyimleri karanlık bir geçmişe işaret ediyor. “Beyaz olmayan” ve “ilerici” sayılan bir siyasetçi olmasına rağmen savcılığı döneminde siyahlara yönelik polis şiddeti konusunda tavır almayı reddetmişti. Harris’in en tartışmalı hamlesi ise, “okul asma programı” olarak bilinen 2011 tarihli yasaydı. Bu yasa bölge savcılarının, çocuklarının geçerli bir neden olmaksızın okul yılının yüzde 10’unu kaçırmaları halinde ebeveynleri kabahat işlemekle suçlamalarına ve hapsetmelerine izin veriyordu. Daha sonra sonlandırılan programın, yine en fazla beyaz olmayan toplulukların ebeveynlerine yönelik işlediği yönünde yoğun eleştiriler gelmişti.


“Kamala the Cop”: Biden’ın Olası Halefi Harris’in Karanlık Yüzü

Raphael Schmeller
Berliner Zeitung
23 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç

Sevilmiyor, hata yapmaya meyilli ve kendi partisi içinde tartışmalı durumda. Demokratların başkan adayı olarak yarışa girmesi beklenen Kamala Harris kimdir?

Joe Biden’ın başkanlık yarışından çekilmesinin ardından birçok demokrat coşkuyla Kamala Harris’i desteklemeye başladı. Partinin seçim kampanyası bağışları platformu ActBlue, Biden’ın yerine Demokratların favorisi olan başkan yardımcısı için şimdiden “bağış seli” yaşandığını bildirdi.

Liberal Amerikan medyası Pazar akşamından beri Harris’in seçimi kazanması durumunda ABD’nin en yüksek siyasi makamına gelen ilk kadın, ilk Asya kökenli ve Barack Obama’dan sonra ilk siyahi olacağını tekrarlayıp duruyor. Ancak Harris’in ülkedeki çok sayıda kişi tarafından sevilmediği ve kendi partisinin içinde de tartışmalı olduğu gerçeği söylenmiyor.

2011 ve 2013 yıllarında bağışlarla Harris’i destekleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, çoğu ankette Demokratlardan oldukça önde yer alıyor. Bakıldığında Harris ve Biden arasında rağbet görme açısından önemli farklar yok ve hatta Harris’in durumu kısa bir yükselişten sonra daha kötüye bile gidebilir. Harris son anketlerde Demokratlar için çok önemli olan Michigan, Arizona ve Nevada gibi salıncak eyaletlerde Biden’dan daha kötü performans gösteriyor.

Harris, okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için hapis cezası istemişti

Harris, örnek vermek gerekirse iç politikadaki sert tutumu sebebiyle eleştiriliyor. 2011 yılından itibaren Kaliforniya Başsavcısı olarak kendisini Günışığı Eyaleti’nin(*) ‘’ilk polisi’’ olarak sundu ve sıkı baskısıyla adından söz ettirdi. Aynı zamanda kolluk kuvvetlerindeki yolsuzluklara karşı yeterince kararlı adımlar atmaması konusunda da eleştirildi. Ve hepsinden önce okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için uygulanmasını savunduğu yüksek para cezaları ve olası hapis cezaları sistemiyle hatırlanıyor.

Bu dönemde Harris, siyahlara yönelik polis şiddeti gibi birçok konuda tavır almayı reddetti ve bu durum birçok Demokrat tarafından yadırgandı. 2014 yılında marihuanayı yasallaştırma girişimine gülmüş, ancak beş yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunda “kesinlikle desteklediğini” vurgulamıştır. Başsavcılık yaptığı dönem ona ‘’Kamala the Cop’’ (Polis Kamala) lakabını kazandırmıştır.

Harris 2017 yılında Senato’ya seçildi ve 2019 yılında Demokratların başkan adayı olarak yarışa girdi. Başta Biden’ı ırkçılıkla suçlasa da sonrasında korkunç anket oranları sebebiyle yarıştan çekildi ve sonrasında kendisini başkan yardımcısı adayı yapan Biden’ı destekledi.

Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı son 4 yılda pek çok kez kendi siyasi profilini geliştirmemekle suçlandı. Biden, göçü sınırlandırmak için menşe ülkelerdeki göçün nedenleriyle mücadele etme görevini 2021 yılında Harris’e verdi. Ancak Harris’in çabalarına ve Latin Amerika hükümet başkanlarıyla yaptığı görüşmelere rağmen düzensiz sınır geçişlerinin sayısı arttı. ABD Yüksek Mahkemesi 2022 yılında dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade kararını bozarak ülkenin çoğu yerinde kürtajı fiilen imkansız hale getirdiğinde ise Harris, kürtaj haklarını şiddetle savundu.

Harris pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük olarak görülüyor

Harris, Beyaz Saray’da geçirdiği süre boyunca çoğunlukla kendi yolundan gitti. Röportajlarında ve kamuoyu önünde yaptığı diğer konuşmalarında çeşitli hatalar yaptı ve her zaman kendine güvenen biri olarak görünmedi. Pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük ve bazı demokratlar tarafından da bir yük olarak görülüyordu. Hatta 2022 yılının başında yapılan anketlerin sonucuna göre Harris, bugüne kadarki en sevilmeyen Başkan Yardımcısı. Yakın çalışma arkadaşları birçok kez istifa etti ve kaotik çalışma koşulları olduğuna dair söylentiler hep devam etti.

Harris de Biden gibi hatalar yapmaya ve anlaşılması zor konuşmalar yapmaya meyilli. Şu anda sosyal medyada Mayıs 2023’te yaptığı bir konuşma dolaşıyor, Harris dinleyicilere şu açıklamaları yapıyor: “Siz, içinde yaşadıklarınızın ve sizden önce gelenlerin bağlamından oluşuyorsunuz.’’ Sonrasında bu anlattıklarını annesinden bir alıntı yaparak destekledi, ‘’Hindistan cevizi ağacından düştüğünüzü mü sanıyorsunuz?’’ Harris sonrasında saniyelerce kendi şakasına güldü.

Eğer beklendiği gibi Kamala Harris Demokratların adayı olarak gösterilirse yalnızca bu imajını düzeltme zorluğuyla karşılaşmayacak, aynı zamanda seçmenleri Biden-Harris hükümetinin sevilmeyen sonuçlarından kendisini sorumlu tutmamaları için ikna etmeye çalışmak zorunda kalacak. Bu sebeplerle Trump, Harris’i yenmenin Biden’ın kendisini yenmekten daha kolay olacağını iddia ediyor. Bu konuda haklı olabilir.


(*) Yazar Florida ile Kalifornia’yı karıştırıyor olmalı çünkü “Günışığı Eyaleti” (Sunshine State) takma adı Florida’ya ait. Kaliforniya’nınki ise “Altın Eyalet” (Golden State). (editörün notu)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English