Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Avustralya nükleer çöplüğe mi dönüşecek?

Yayınlanma

Avustralya’nın AUKUS kapsamında İngiltere ve ABD ile imzaladığı nükleer enerjiyle çalışan denizaltı üretimi anlaşması ülkede tartışma yarattı.

Üç ülkenin, Çin’in Hint-Pasifik bölgesindeki etkisine karşı koymayı amaçlayan yeni bir nükleer enerjili denizaltı filosu oluşturma planları Canberra’ya 30 yılda 245 milyar dolara mal olacak. Bu oran, Avustralya’nın savunma harcamalarını GSYİH’nın yüzde 2,5’ine çıkaracak.

Avustralya Başbakanı Albanese, anlaşmayı, “Avustralya’nın savunma kabiliyetine tüm tarihindeki en büyük tek yatırım” sözleriyle savundu.

Canberra, 2030’ların başından itibaren beş adede kadar konvansiyonel silahlı, nükleer enerjiyle çalışan ABD denizaltısı satın alacak. Avustralya askeri ve sivil personeli, ABD ve İngiliz donanmaları ve denizaltı sanayi üsleri ile entegre olacak.

2027’den itibaren Perth üssü HMAS Stirling, Avustralya’nın deneyimini geliştirmek için İngiliz ve ABD nükleer enerjili denizaltılarının rotasyonel varlığına ev sahipliği yapacak.

Ekonomik ve endüstriyel alanlarda uzun vadeli zorluklar

Ancak uzmanlar AUKUS’un, ekonomik ve endüstriyel cephelerde ülkeye çok uzun vadeli zorluklar sunduğu konusunda uyarıyor.

Uzmanlara göre, Virginia sınıfı denizaltıları satın almak, batı ve nihayetinde doğu kıyısındaki limanları sürekli ABD ve İngiliz denizaltı rotasyonlarına izin verecek şekilde yeniden geliştirmek ve ardından yerli bir nükleer enerjili denizaltı sanayi üssü kurmak “muazzam derecede pahalı” olacak.

İlk tahminler, 30 yıllık maliyetin 268 milyar dolar ile 368 milyar dolar arasında olacağı yönünde. Savunma Bakanı Marles, bunun otuz yılda milli gelirde yüzde 0,15’lik bir artışa eşit olacağını savunsa da, dönemin sonuna doğru harcamalarda büyük bir artış olacağı ve savunma harcamalarının kaçınılmaz olarak GSYİH’nın yüzde 2,5’ine veya daha fazlasına çıkacağı düşünülüyor.

Uzmanlara göre bu, “oldukça büyük bir yapısal bütçe açığı” demek ve hükümet, yaşlı bakımı, sağlık ve ulusal engellilik sigortası programı gibi başlıklardan ödün vermek zorunda kalabilir.

AUKUS, yüksek teknoloji üretimi ve endüstrisini desteklemek için büyük yatırım ve eğitim öğretim sektörlerinin ise yeniden önceliklendirilmesini gerektirecek. Ancak tüm bunlar için ülkede yeterli altyapı ve ön hazırlık olmadığı belirtiliyor.

Avustralya için nükleer çağ başladı

Diğer yandan, Avustralya’nın ulusal yayın kuruluşlarından The ABC’nin politika editörü Andrew Probyn, AUKUS ile ülkeye gelecek nükleer varlığı tartışıyor:

AUKUS anlaşması uyarınca Avustralya, ABD’den AUKUS denizaltıları için ‘mühürlü nükleer reaktörler’ alacak, ancak bunların imhasından sorumlu olacak. Bu, ülkenin jeolojik olarak istikrarlı bir bölümünde bir yerde dev bir çukur kazmak ve reaktörleri potansiyel olarak binlerce yıl orada bırakmak anlamına geliyor.

Marles, bunun ‘şimdiki veya gelecekteki’ savunma topraklarında olacağını söylüyor, bu da nükleer çöplüğün İngilizlerin nükleer testler yaptığı Güney Avustralya’nın Woomera Yasak Bölgesi’nde değil, İngiliz Milletler Topluluğu tarafından satın alınan topraklarda olabileceği anlamına geliyor.

Kullanılmış nükleer reaktörler için uzun vadeli bir depo belirlemek dikenli bir siyasi mesele olacaktır. Avustralya için nükleer çağ başladı.”

Eski Başbakan: Ülke tarihindeki en kötü siyasi karar

AUKUS anlaşması ile ilgili tek tartışma, iç politika gündemiyle alakalı değil.

Daha önce Avustralya’nın AUKUS için, Fransız gemi yapımcısı Naval Group ile 90 milyar dolarlık denizaltı programını resmen iptal etmesiyle Canberra ve Paris’in arası gerilmiş, Fransa büyük tepki göstermiş ve ABD ve Avustralya’daki büyükelçilerini ‘istişare amaçlı’ geri çekmişti.

Çin ise, anlaşmaya tepki göstermiş, ittifakın bölgesel barış ve istikrara olduğu kadar nükleer silahların yayılmasına yönelik uluslararası çabalara zarar vereceğini vurgulamıştı.

Son anlaşma ABD’nin Çin’i çevreleme planları çerçevesinde yorumlanırken, Avustralya’nın Çin’le ticareti sürdürme çabalarına rağmen, bu hamlenin ikili ilişkileri bozacağı düşünülüyor.

Öyle ki, eski Avustralya Başbakanı (1991-1996) Paul Keating, AUKUS kapsamındaki anlaşmayı, 1. Dünya Savaşı’ndaki zorunlu askerlik kararından bu yana bir İşçi Partisi hükümetince verilen “en kötü uluslararası karar” olarak tanımladı.

Başbakan Anthony Albanese’i, ABD’nin Çin’i çevreleme planlarının parçası olmakla suçlayan Keating, anlaşmanın gereksiz yere Çin’i hedef aldığını söyleyerek, “ölümcül sonuçlar” doğurabileceği uyarısında bulundu.

Keating ayrıca, Albanese, Savunma Bakanı Richard Marles ve Dışişleri Bakanı Penny Wong dahil hükümetin üst düzey isimleri hakkında sert değerlendirmelerde bulunarak Keating, Marles ve Wong’u “basiretsiz bakanlar” olarak nitelendirdi.

Keating, “Nihayetinde bu projenin hükmünü tarih verecek. Ancak bunun hata olduğunu söyleyenler arasında ismimin açıkça yazılmasını istiyorum. 360 milyar dolara 8 denizaltı alacağız. Bu, tarihin en kötü anlaşması olmalı” ifadelerini kullandı.

‘ABD’ye daha fazla borçlu olacağız’

Avustralya savunma politikası daha önce Avustralya’yı savunmaya odaklanmıştı. AUKUS kapsamında, savunma politikası kuzeydeki deniz yollarını savunmaya ve “bölgenin güvenliğinde” rol oynamaya doğru kayıyor.

Savunma Bakanı Richard Marles, Avustralya’nın bölgede ‘etkisini yansıtması’ gerektiğini savunuyor.

Avustralyalı gazeteci David Speers’e göre, Keating, bu temel stratejik değişimi eleştiren tek kişi değil. Speers, pek çok başka analistin de, Avustralya’nın neden Güney Çin Denizi’nde aylarca gizlenen nükleer enerjili denizaltılara sahip olma yeteneğine ihtiyaç duyduğunu merak ettiğini ve ülkenin artık ABD’ye çok daha fazla borçlu olacağından endişe ettiğini dile getiriyor.

DİPLOMASİ

Birleşik Krallık ve İtalya “göç yönetimi için yeni çözümler” üzerinde anlaştı

Yayınlanma

Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer ve İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, İtalya-Arnavutluk modeline odaklanarak göç yönetiminde yeni yaklaşımları görüşmek üzere Roma’da bir araya geldiklerinde, “yenilikçi çözümler keşfetme” ve insan kaçakçılığıyla mücadele çabalarını artırma konusundaki ortak kararlılıklarını ifade ettiler.

Pazartesi günü Starmer ile birlikte bir basın toplantısı düzenleyen Meloni, “Starmer ve ben göçü yönetmek için yeni çözümler keşfetmekten korkmamamız gerektiği konusunda hemfikiriz,” dedi.

Beklenenden yaklaşık 30 dakika daha uzun süren toplantı, yardımcıların hazır bulunmadığı bire bir bir görüşmeydi.

Meloni, görüşülen ana konulardan birinin göçü yönetmeye yönelik İtalya-Arnavutluk anlaşması olduğunu söyledi ve Starmer’a “mekanizmayı daha iyi anlaması için unsurlar” verdiğini ve Britanya hükümetinin buna “büyük ilgi” gösterdiğini sözlerine ekledi.

Geçtiğimiz kasım ayında Meloni ve Arnavutluk Başbakanı Edi Rama tarafından imzalanan İtalya-Arnavutluk protokolü, İtalyan yetkililer tarafından uluslararası sularda yakalanan sığınmacılar için Arnavutluk’ta kabul tesisleri sağlamayı amaçlıyor. Bu kişilerin başvuruları İtalya’ya ya da başka bir ülkeye nakledilmeden önce Arnavutluk’ta işleme konulacak.

Meloni “Öngördüğümüz model -yabancı bir ülkede İtalyan ve Avrupa yargı yetkisi altındaki merkezlerde sığınma taleplerinin işleme alınması- daha önce denenmemişti. Eğer işe yararsa, ki ben yarayacağına inanıyorum, herkes bunun bir dönüm noktası olduğunu anlayacak, hatta suçlulara güvenmek konusunda caydırıcı olacaktır,” diye açıkladı.

Starmer’a gezisinde İşçi Partisi hükümeti tarafından, artık ıskartaya çıkarılmış olan Ruanda planının yerini alacak bir girişimin parçası olarak Birleşik Krallık kıyılarındaki yasadışı geçişlerle mücadele etmek üzere kurulan bir görev gücünün başkanı olan Martin Hewitt eşlik etti.

Guardian’ın haberine göre, İngiliz çoğunluğunun bazı üyeleri ve STK’lar Starmer’ın İtalya gezisini eleştirerek onu “İtalya’nın aşırı sağcı hükümetinin yasadışı göç planlarını kopyalamakla” suçladı.

Meloni, yargı yetkisinin İtalyan ve Avrupalı olduğunu “net bir şekilde açıkladığına” inandığını, “Ya yargı yetkimizin göçmenlerin insan haklarını ihlal ettiğine inanılıyor ya da bu suçlama temelsiz,” dedi.

Meloni ayrıca İngiliz mevkidaşı ile “güvenlik çabalarını güçlendirerek ve emniyet güçleri ile istihbarat servisleri arasındaki işbirliğini arttırarak insan kaçakçılığıyla mücadeleyi yoğunlaştırmak ve bu meselenin özüne odaklanmak: parayı takip etmek” konusunda varılan anlaşmanın altını çizdi.

Starmer da konuyla ilgili olarak, “Göçün temel nedenlerini ele almak ve suç şebekelerini dağıtmak için göç yolları üzerindeki ülkelerle el ele vererek önemli ilerleme kaydettiniz. Sonuç olarak, İtalya’ya deniz yoluyla yasadışı yollardan gelenler 2022’den bu yana %60 oranında azaldı,” iddiasında bulundu.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Kritik madenler için nakit arayan Avustralya BAE ile ticaret anlaşması imzaladı

Yayınlanma

Avustralya Ticaret Bakanı Don Farrell salı günü iki ülke arasında bir ticaret anlaşması imzalandığını duyurduktan sonra yaptığı açıklamada, Avustralya’nın kritik maden sektörünü canlandırmak için Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) egemen varlık fonlarından yatırım istediğini söyledi.

Farrell, Orta Doğu monarşisindeki çalışma koşullarından endişe duyan sendikaların muhalefetiyle karşılaşan anlaşmanın ihracatı yılda 678 milyon Avustralya doları artırmasının beklendiğini söyledi ve petrol ve gaz zengini devletten daha fazla yatırıma kapı açacağını belirtti.

Farrell, “BAE dünyanın en büyük egemen varlık fonlarından bazılarına sahip” dedi.

Avustralya Başbakanı Anthony Albanese yönetimine atıfta bulunan Farrell, “BAE ile yapılacak bir ticaret anlaşması, Albanese hükümetinin yenilenebilir enerjide süper güç olma hedefine ulaşması için önemli olan yatırımları kolaylaştıracaktır” dedi.

Bakanın açıklamasında, Avustralya’nın elektrikli araçlar ve rüzgâr türbinleri gibi temiz enerji teknolojilerine yönelik küresel talebi karşılamak için genişletmek istediği bir sektör olan kritik mineraller öne çıktı.

Lityum, nikel ve nadir toprak elementleri gibi kritik minerallerin Avustralyalı madencileri düşük fiyatlar nedeniyle zor durumda. Özellikle ülkenin Çin’in finansman kaynakları konusunda daha temkinli hale gelmesiyle birlikte, kriz yeni projeler için yatırım almayı zorlaştırdı.

Farrell, bu yıl içinde resmen imzalanacak olan anlaşmanın ihracatçılar için bir nimet olacağını ve anlaşma kapsamında Avustralya ürünlerinin %99’undan fazlasının BAE’ye gümrüksüz gireceğini söyledi.

Avustralya’nın BAE’ye ihraç ettiği başlıca ürünler arasında geçen yıl 1 milyar Avustralya dolarlık (AU$) sevkiyat yapılan alümina, et ve süt ürünlerinin yanı sıra deniz ürünleri ve yüksek öğrenim gibi tarım ürünleri yer alıyor.

Bu arada Avustralya, BAE’den gelen bitmiş mobilya, bakır tel, cam kaplar ve plastik üzerindeki ithalat tarifelerini indirecek.

Hükümete göre BAE ile Avustralya arasındaki iki yönlü ticaret geçen yıl 9.9 milyar AU$, iki yönlü yatırım ise 20.6 milyar AU$ olarak gerçekleşti.

Anlaşma, geçen yıl tarım konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle Avrupa Birliği ile imzalanan anlaşmanın feshedilmesinin ardından İşçi Partisi hükümeti döneminde tamamlanan ilk ticaret anlaşması niteliğinde.

Geçen yıl ihracatının %30’undan fazlasını Çin’e yapan Avustralya, Pekin’le yaşadığı sorunların ardından pazarlarını çeşitlendirmek için çalışıyor.

Farrell, BAE’nin Orta Doğu’ya bir “geçit” sağladığını ve anlaşmanın işçi hakları ve çevresel korumalar konusunda taahhütler sağladığını söyledi.

Avustralya’nın BAE ile aralık ayında başlayan müzakereleri ise, BAE’nin göçmen işçilerin çalışma koşulları konusundaki kötü siciline dikkat çeken sendikaların eleştirilerine maruz kaldı.

Avustralya Sendikalar Konseyi Başkanı Michele O’Neil salı günü yaptığı açıklamada anlaşmayı eleştirerek, nihai metin yayınlanmadığı için kamuoyunun işçi haklarına ilişkin taahhütlerin uygulanabilir olup olmadığını inceleyemediğini söyledi.

O’Neil, “BAE işçi hakları konusunda dünyanın en kötü ülkeleri arasında yer alıyor ve Avustralya hükümetinin bugüne kadar ikili ticaret anlaşması yaptığı en baskıcı ülkelerden biri olacak” dedi.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Washington Post: Ukrayna’da toprak tavizli barış görüşmeleri darbeye yol açabilir

Yayınlanma

Washington Post gazetesinin kamuoyu yoklamalarına dayandırdığı habere göre, Ukrayna’da Rusya’ya toprak verilmesini içeren bir barış anlaşması, ülkede darbeye neden olabilir.

Anket sonuçları, Ukrayna halkının, özellikle de askerlerin, ülke topraklarından vazgeçmeye hazır olmadığını ortaya koyuyor.

Rusya ordusunun Donbass’ın doğusunda ilerlemesiyle birlikte Rusya, Ukrayna üzerinde ‘toprak karşılığında barış’ görüşmeleri başlatması için baskıyı artırıyor. Bu durum, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in ‘Rusya’yı mağlup etme planı’ ile ABD’ye, Başkan Joe Biden ile görüşmeye gitmesiyle daha da kritik bir hal alıyor. ABD yönetiminin tavrı ise belirsizliğini koruyor.

Gazetenin haberinde, Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump ve yardımcı adayı Senatör JD Vance’in, Ukrayna’ya toprak kaybını içeren bir barış planını savundukları belirtiliyor.

Bild gazetesi ise 15 Eylül’de yer verdiği bir haberde, Zelenskiy’in ABD ziyaretinde, bazı bölgelerde ateşkes ve çatışmaların geçici olarak dondurulmasını içeren bir barış planı sunabileceğini iddia etti.

Gazeteye göre, Zelenskiy ayrıca Ukrayna’nın Rusya topraklarını uzun menzilli Batı silahlarıyla vurmasına izin verilmesini talep edecek.

Ancak Zelenskiy, 2022 yılında imzaladığı bir kararnameyle, Vladimir Putin’in iktidarda olduğu sürece Rusya ile müzakere etmeyeceğini açıklamıştı. Moskova ise bu kararname nedeniyle müzakerelerin imkânsız olduğunu defalarca dile getirmişti.

Haziran ayında Putin, Ukrayna birliklerinin Donetsk, Lugansk, Herson ve Zaporojye oblastlarından çekilmesini, bu bölgelerin Rusya toprağı olarak tanınmasını, Ukrayna’nın tarafsız bir statü benimsemesini ve Rusya’ya yönelik yaptırımların kaldırılmasını içeren bir barış planı önermişti. Bu öneri hem Ukrayna hem de Batı tarafından reddedildi.

Zelenskiy ise 21 Temmuz’da ilk kez Putin ile görüşmeye açık olduğunu belirtti. Zelenskiy’e göre ikinci bir barış zirvesinde, eğer Rusya, üzerinde uzlaşılan bir planı görüşmeye hazırsa, Ukrayna da ortaklarıyla birlikte Rus temsilcilerle görüşebilir.

Ukrayna’da kamuoyu yoklamaları: Halk, Rusya ile müzakereler hakkında ne düşünüyor?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English