Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Foreign Affairs: Hamas’ın davası 7 Ekim öncesine göre daha cazip

Yayınlanma

Hamas

Aşağıda çevirisini okuyacağınız Foreign Affairs makalesinde Hamas’ın tüm kayıplarına rağmen neden daha da güçlendiğine odaklanılıyor. Makalede Hamas için “terör örgütü” ifadesi kullanılıyor ve PKK-IŞİD gibi diğer terör örgütleriyle benzetme yapılıyor. Ayrıntılardaki hataların ötesinde makale toplam olarak ele alındığında Hamas’a verilen destekteki artışı, verilerle açıklıyor ve bunun nedenlerini ele alıyor. Sonuç olarak “Dokuz ay süren yorucu savaşın ardından artık şu gerçeği kabul etmenin zamanı geldi: Hamas’ı yenmek için tek başına askeri bir çözüm yok” diyor. Makalenin tamamını dikkatinize sunuyoruz:

***

Hamas Kazanıyor

İsrail’in başarısız stratejisi neden düşmanını güçlendiriyor?

Robert A. Pape

İsrail’in Gazze’de dokuz aydır sürdürdüğü hava ve kara operasyonları ne Hamas’ı yenilgiye uğrattı ne de İsrail terör örgütünü yok etmeye yaklaştı. Aksine, önemli ölçütlere göre Hamas bugün 7 Ekim’de olduğundan daha güçlü.

Hamas’ın geçen Ekim ayındaki korkunç saldırısından bu yana İsrail yaklaşık 40.000 muharip askerle kuzey ve güney Gazze’yi işgal etti, nüfusun yüzde 80’ini zorla yerinden etti, 37.000’den fazla insanı öldürdü, bölgeye en az 70.000 ton bomba attı (İkinci Dünya Savaşı’nda Londra, Dresden ve Hamburg’a atılan bombaların toplam ağırlığından daha fazla), Gazze’deki tüm binaların yarısından fazlasını yıktı ya da hasar verdi ve bölgenin su, gıda ve elektriğe erişimini kısıtlayarak tüm nüfusu kıtlığın eşiğine getirdi.

Her ne kadar pek çok gözlemci İsrail’in tutumundaki ahlaksızlığa dikkat çekse de İsrailli liderler sürekli olarak Hamas’ı yenilgiye uğratma ve İsrailli sivillere karşı yeni saldırılar düzenleme kabiliyetini zayıflatma hedefinin Filistinlilerin yaşamlarıyla ilgili her türlü kaygıdan daha önce gelmesi olması gerektiğini iddia etti. Gazze halkının cezalandırılması, Hamas’ın gücünü yok etmek için gerekli olarak kabul edilmeli.

Ancak İsrail’in saldırıları sayesinde Hamas’ın gücü aslında artıyor. Tıpkı 1966 ve 1967’de ABD’nin savaşı kendi lehine çevirmek için nafile bir çabayla ülkeye asker yığdığı dönemde Güney Vietnam’ın büyük bölümünü kasıp kavuran devasa “bul ve imha et” operasyonları sırasında Vietkong’un güçlenmesi gibi Hamas da varlığını sürdürüyor ve Gazze’de inatçı ve ölümcül bir gerilla gücüne dönüştü; İsrail’in sadece birkaç ay önce temizlediğini iddia ettiği kuzey bölgelerinde ölümcül operasyonlar yeniden başladı.

İsrail’in stratejisindeki temel kusur taktiklerin başarısızlığı ya da askeri güce getirilen kısıtlamalar değil -tıpkı ABD’nin Vietnam’daki askeri stratejisinin başarısızlığının askerlerinin teknik yeterliliği ya da askeri güç kullanımına getirilen siyasi ve ahlaki sınırlamalarla pek ilgisi olmaması gibi. Aksine, genel başarısızlık, Hamas’ın gücünün kaynaklarını yanlış anlamaktan kaynaklandı. İsrail, Gazze’de yol açtığı katliam ve yıkımın düşmanını daha da güçlendirdiğini fark edemedi.

Zayiat yanılgısı

Hükümetler ve analistler aylardır İsrail Savunma Güçleri (IDF) tarafından öldürülen Hamas savaşçılarının sayısına, sanki bu istatistik İsrail’in örgüte karşı yürüttüğü harekatın başarısının en önemli ölçütüymüş gibi odaklandılar. Elbette çok sayıda Hamas savaşçısı öldürüldü. İsrail, Hamas’ın savaştan önce sahip olduğu tahmin edilen 30.000 ila 40.000 savaşçıdan 14.000’inin öldüğünü söylerken, Hamas sadece 6.000 ila 8.000 savaşçısını kaybettiğinde ısrar ediyor. ABD istihbarat kaynakları Hamas’ın gerçek ölü sayısının 10.000 civarında olduğunu belirtiyor.

Ancak bu sayılara odaklanmak Hamas’ın gücünü tam olarak değerlendirmeyi zorlaştırıyor. Kayıplarına rağmen Hamas, sivillerin yoğun olarak yaşadığı bölgeler de dahil Gazze’nin büyük bir bölümünü fiilen kontrol etmeye devam ediyor. Grup hâlâ Gazzelilerden muazzam bir destek alıyor; bu da militanların insani yardım malzemelerini neredeyse istedikleri gibi ele geçirmelerine ve daha önce İsrail güçleri tarafından “temizlenmiş” bölgelere kolayca dönmelerine olanak tanıyor. İsrail’in yakın zamanda yaptığı bir değerlendirmeye göre Hamas’ın, IDF’nin sonbaharda yüzlerce asker pahasına ele geçirdiği Gazze’nin kuzey bölgelerinde, güneydeki Refah’ta olduğundan daha fazla savaşçısı var.

Hamas şimdi pusu ve el yapımı bombalarla (genellikle patlamamış mühimmattan veya ele geçirilen IDF silahlarından yapılan) bir gerilla savaşı yürütüyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun ulusal güvenlik danışmanı yakın zamanda bu operasyonların en azından 2024 sonuna kadar sürebileceğini söyledi. Hamas hâlâ İsrail’i vurabilir; Hamas’ın muhtemelen 15.000 kadar mobilize savaşçısı var ve bu sayı 7 Ekim saldırılarını gerçekleştiren savaşçı sayısının yaklaşık on katı. Ayrıca örgütün yeraltı tünel ağının yüzde 80’i planlama yapmak, silah depolamak ve İsrail’in gözetiminden ve saldırılarından kaçmak için kullanılabilir durumda. Hamas’ın Gazze’deki üst düzey lider kadrosunun büyük bir kısmı hâlâ hayatta. Özetle, İsrail’in sonbaharda başlattığı hızlı taarruz yerini, IDF Gazze’nin güneyindeki harekâta devam etse bile Hamas’a İsrailli sivillere saldırma imkânı veren bir yıpratma savaşına bıraktı.

Geçmişteki başarısız karşı ayaklanmalar genellikle düşman zayiatına odaklanırdı. IDF şu anda Afganistan’daki ABD birliklerini yıllarca çıkmaza sokan bildik Köstebek oyununa girişmiş durumda. Ölü sayılarına gösterilen aşırı dikkat, taktik ve stratejik başarıyı birbirine karıştırma eğilimini doğuruyor ve grubun anlık kayıpları artarken stratejik gücünün büyüyüp büyümediğini gösterecek temel ölçütlerin göz ardı edilmesine yol açıyor. Bir terörist veya isyancı grup için, ana güç kaynağı mevcut savaşçı neslinin büyüklüğü değil, gelecekte yerel topluluktan destekçi kazanma potansiyelidir.

Güç kaynakları

Hamas gibi militan bir grubun gücü, analistlerin devletlerin gücünü değerlendirmek için kullandığı ekonomik büyüklük, askeri teknolojik gelişmişlik, aldıkları dış destek ve eğitim sistemlerinin gücü gibi tipik maddi faktörlerden gelmez. Hamas’ın ve genellikle “terörist” ya da “isyancı” gruplar olarak adlandırılan diğer militan devlet dışı aktörlerin en önemli güç kaynağı, özellikle de grubun ölümcül mücadeleleri yürüten ve bu uğurda ölmesi muhtemel yeni nesil savaşçıları ve eylemcileri cezbetme kabiliyetidir. Ve bu adam devşirme kabiliyeti nihayetinde tek bir faktöre dayanır: bir grubun kendi toplumundan aldığı desteğin ölçeği ve yoğunluğu.

Bir toplumun desteği terörist grubun saflarını yenilemesine, kaynak kazanmasına, tespit edilmekten kaçınmasına ve genel olarak ölümcül şiddet içeren mücadelesine başlamak ve sürdürmek için gerekli insan ve maddi kaynaklara daha fazla erişmesine olanak tanır. Orta Doğu’daki İslamcı gruplar da dahil teröristlerin çoğu, genellikle ya aile üyelerini ya da arkadaşlarını kaybettikleri için öfkeli olan ya da daha genel olarak güçlü bir devletin ağır askeri güç kullanmasına öfkelenen gönüllülerdir. Bu insanlar genellikle, topluluk üyelerinin onları koruma isteği olmasa kimlikleri güvenlik güçlerince ifşa edilebilecek gönüllüleri ararlar. Terörist gruplar, genellikle yerel toplum üyeleri tarafından sağlanan istihbarat ve yardımla, ya sivil malzemelerin yeniden modifiye edilmesiyle üretilen ya da devlet güvenlik güçlerinden ele geçirilen silahlarla savaşma eğilimindedir.

En önemlisi, şehitlik kültünü teşvik etmek için bir topluluğun desteği gereklidir. Fedakarlıklarının fark edilmemesi halinde insanların yüksek riskli görevler için gönüllü olma olasılığı azalır. Terörist bir grubun şehit düşen savaşçılarını onurlandıran bir topluluk, grubun ayakta kalmasına yardımcı olur; şehitlik terörist eylemleri meşrulaştırır ve yeni katılımları teşvik eder. Teröristler uygun gördükleri şekilde hareket edeceklerdir, ancak bir bireyin fedakarlığının yüksek bir statüye sahip olup olmadığına ya da genel olarak mantıksız, suçlu ve aşağılanmaya değer olarak görülüp görülmediğine nihai olarak toplum karar verecektir.

Terörist grupların genellikle yerel toplulukların gözüne girmek için büyük çaba sarf etmeleri şaşırtıcı değildir. Terörist gruplar okullar, üniversiteler, hayır kurumları ve dini cemaatler gibi sosyal kurumlara yerleşerek toplumların dokusunun bir parçası haline gelir, militan ve savaşçı olmayanların desteğini daha çok kazanabilir.

Pek çok vaka bu dinamikleri gözler önüne seriyor. Hizbullah, İsrail’in 1982’den 1999’a kadar güney Lübnan’ı işgali sırasında Şiiler arasında artan halk desteğiyle gelişti ve küçük bir gizli terörist gruptan bugün yaklaşık 40.000 savaşçıdan oluşan silahlı kanadı olan ana akım bir siyasi partiye dönüştü. Güçlü toplum desteği Sri Lanka’da Tamil Kaplanları, Peru’da Aydınlık Yol, Türkiye’de Kürdistan İşçi Partisi, Afganistan’da Taliban ve birçok ülkede sözde İslam Devleti ve El Kaide’nin uzun süreli terör kampanyalarına güç verdi.

Bir toplumun desteğini kaybetmek terörist gruplar için yıkıcı olabilir. ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgal etmesinin ardından, ABD tahminlerine göre Sünni isyanın savaşçı sayısı 2004 ilkbaharında 5.000’den 2004 sonbaharında 20.000’e, Şubat 2007’de ise 30.000’e çıktı. ABD ne kadar çok insan öldürürse isyan da o kadar hızlı büyüdü. Gerçekten de ABD, Sünni aşiretleri teröristlerle mücadeleye teşvik etmek için siyasi ve ekonomik teşvikler sunan yeni bir yaklaşıma geçene kadar isyan devam etti. Bu değişim nihayetinde isyanı sönümlendirdi, çünkü yerel toplum desteğinin kaybı kitlesel firarlara, işlevsel istihbarata ve Anbar Uyanışı olarak adlandırılan Sünni muhalif güçlerin yükselişine yol açtı. 2009’a gelindiğinde, isyan neredeyse tamamen sönümlenmişti ve bunun en önemli nedeni, topluluk desteğinin kaybedilmesiydi ki bu, teröristlerin saflarını yenilemelerini imkânsız hale getirdi.

Sevgi ve güven

Bu dinamikler Hamas’ın İsrail’le olan savaşında gücünü korumasına yardımcı oluyor. Grubun gerçek gücünü değerlendirmek için analistler Filistinliler arasındaki desteğinin çeşitli boyutlarını göz önünde bulundurmalıdır. Bunlar arasında Hamas’ın siyasi rakiplerine kıyasla popülaritesi, Filistinlilerin Hamas’ın İsrailli sivillere yönelik şiddetini ne ölçüde kabul edilebilir bulduğu ve İsrail’in Gazze’ye yönelik devam eden işgalinde kaç Filistinlinin aile üyelerini kaybettiği yer alıyor. Bu faktörler, maddi faktörlerden daha çok, Hamas’ın ileriye dönük uzun süreli bir terör kampanyası yürütme gücünün en iyi ölçütüdür.

Filistin kamuoyuna yönelik anketler, toplumun Hamas’a verdiği desteğin boyutunu değerlendirmeye yardımcı olabilir. Oslo Anlaşmaları’ndan sonra 1993 yılında kurulan ve İsrail kurumlarıyla işbirliği yapan bir anket kuruluşu olan Filistin Politika ve Anket Araştırmaları Merkezi (PSR), 7 Ekim’den bu yana Gazze’deki nüfusu araştırmanın zorluklarını hesaba katarak, geçici barınaklardaki yerinden edilmiş insanlarla görüşmeleri dahil etti ve bölgedeki belirsiz ve değişen nüfus dağılımları göz önüne alındığında görüşülen katılımcıların normal sayısını yaklaşık iki katına çıkardı.

Haziran 2023’ten Haziran 2024’e kadar yapılan beş PSR anketi çarpıcı bir bulgu sunuyor: Neredeyse her ölçütte, Hamas bugün 7 Ekim öncesine göre Filistinliler arasında daha fazla desteğe sahip.

Hamas’a verilen siyasi destek özellikle rakiplerine kıyasla arttı. Örneğin, Hamas ve başlıca rakibi El Fetih Haziran 2023’te kabaca eşit düzeyde destek görürken, Haziran 2024’te Filistinlilerin iki katı Hamas’ı destekliyor. (El Fetih yüzde 20, Hamas yüzde 40)

İsrail’in Gazze’yi bombalaması ve karadan işgali, ne Filistinlilerin İsrail içinde İsrailli sivillere yönelik saldırılara verdiği desteği azalttı ne de 7 Ekim saldırısına verilen destekte belirgin bir düşüşe yol açtı. Mart 2024’te Filistinlilerin %73’ü Hamas’ın 7 Ekim saldırısını başlatmakta haklı olduğuna inanıyordu. İsrail’in acımasız saldırılarını teşvik etmesinden sonra ortaya çıkan bu oranlar, Eylül 2023’te Filistinlilerin daha düşük bir kısmının %53’ünün İsrailli sivillere yönelik silahlı saldırıları desteklediği gerçeği göz önüne alındığında oldukça yüksek.

Hamas’ın “bayrak etrafında toplanma” anının tadını çıkarıyor ve Gazzelilerin Hamas liderlerinin ve İsrailli rehinelerin nerede olduğu konusunda İsrail güçlerine neden daha fazla istihbarat sağlamadığını açıklamaya yardımcı oluyor. İsrailli sivillere yönelik silahlı saldırılara verilen desteğin özellikle Batı Şeria’daki Filistinliler arasında arttığı ve Gazze’de bu saldırılara verilen sürekli yüksek destekle aynı seviyeye geldiği görülüyor ki bu da Hamas’ın 7 Ekim’den bu yana Filistin toplumu genelinde büyük kazanımlar elde ettiğini gösteriyor.

Anket verileri İsrail’in askeri harekatının Filistinlileri nasıl etkilediğini de gösteriyor. Mart 2024 itibariyle, savaşın Filistin halkı üzerindeki bedelinin ağırlığı oldukça yüksekti. Gazze’deki Filistinlilerin %60’ı, mevcut savaşta bir aile üyesinin öldüğünü bildiriyor; dörtte üçünden fazlası ise bir aile üyesinin öldüğünü veya yaralandığını bildiriyor, her iki oran da Aralık 2023’e göre önemli ölçüde daha yüksek. Bu cezalandırma, Filistinliler arasında caydırıcı bir etki yaratmıyor, İsrailli sivillere yönelik silahlı saldırılara ve Hamas’a olan desteği azaltmıyor.

7 Ekim’den önce Hamas siyasi bir güç olarak durağanlaşmıştı ve hatta düşüşe geçmişti. Grup, davasının -ve daha geniş anlamda Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü durumun- İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki ilişkileri normalleştirmeyi amaçlayan İbrahim Anlaşmaları nedeniyle göz ardı edilmesinden korkuyordu. Hamas, 7 Ekim’de İsrail’e yönelik küstah saldırısından önce, Filistinlilerin grubu desteklemek için giderek daha az nedene sahip olduğu, ilgisiz bir geleceği hesaba katıyordu.

7 Ekim’den sonra Filistinlilerin Hamas’a desteği İsrail’in güvenliğine zarar verecek şekilde arttı. Evet, İsrail Gazze’de binlerce Hamas savaşçısını öldürdü. Ancak mevcut savaşçı neslindeki bu kayıplar, Hamas’a verilen desteğin artması ve bunun sonucunda grubun bir sonraki nesli daha çok saflarına katma becerisiyle telafi ediliyor. Bu arada, tüm işaretler yeni savaşçılar gelene kadar Hamas’ın mevcut savaşçılarının vurabilecekleri İsrail hedeflerine karşı uzun süreli gerilla savaşı yürütmeye her zamankinden daha hevesli olduğunu gösteriyor.

Mesajın gücü

İsrail’in Gazze’ye uyguladığı muazzam ceza, pek çok Filistinlinin Yahudi devletine karşı daha fazla düşmanlık beslemesine yol açıyor. Peki Hamas bu tepkiden neden faydalanıyor? Ne de olsa Gazze’nin büyük bölümünü yerle bir eden ve çok sayıda insanın ölümüne yol açan savaşın ilk nedeni Hamas’ın saldırısıydı.

Bu sorunun yanıtı büyük ölçüde Hamas’ın, olayları olumlu bir şekilde yorumlayan ve grubun daha fazla destekçi kazanmasına yardımcı olan anlatılar ören sofistike propaganda kampanyasında yatıyor. Amerikalı psikanalist Edward Bernays’in ifadesiyle, propaganda korku ve öfke yaratarak değil, bu duyguları somut hedeflere yönlendirerek işe yarar. Hamas’ın çabaları bu taktiğin en iyi örneği. Savaşın başlamasından bu yana grup, Filistin halkını kendi liderliği ve İsrail’e karşı zafer arayışı etrafında toplamak amacıyla çoğu internet üzerinden olmak üzere çok sayıda materyal yaydı.

Chicago Üniversitesi Güvenlik ve Tehditler Projesi’ndeki Arapça militan propagandayı toplama ve analiz etme konusunda uzmanlaşmış Arap dilbilimcilerden oluşan özel bir grup olan Arapça Propaganda Analiz Ekibi, Hamas ve onun askeri kanadı El Kassam Tugayları tarafından üretilen ve 7 Ekim sonrasında Tugayların resmi Telegram kanalında yayılan Arapça propagandaları inceledi. 500.000’den fazla abonesi olan bu Telegram kanalı 7 Ekim saldırılarından bu yana neredeyse her gün mesajlar, resimler, videolar ve diğer propagandaları yayınladı. Bu araştırma ekibinin lideri Mohamed Elgohari tarafından hazırlanan raporda, 7 Ekim 2023’ten 27 Mayıs 2024’e kadar 500’den fazla propaganda analiz edildi. Kaç Filistinlinin bu materyallere çevrimiçi olarak ulaştığı bilinmiyor ancak Gazze ve Batı Şeria’da kesintili de olsa günlük internet erişimi var. Hamas’ın dijital içeriği, yerel topluluk ağlarındaki analog propaganda çabalarını yansıtıyor.

Materyaller üç tema üzerinde yoğunlaşıyor: Filistin halkının savaşmaktan başka seçeneği yok çünkü İsrail askeri operasyonlara katılmasalar bile tüm Filistinlilere karşı tarifsiz zulümler yapmaya kararlı; Hamas’ın liderliğinde Filistinliler İsrail’i savaş alanında yenebilir; ve savaşta ölen savaşçılar onur ve şerefle ödüllendirilecek. Hamas, 7 Ekim’de İsrail’e yaptığı saldırının, İsrail güvenlik güçleri ile İsrailli aktivist ve yerleşimcilerin Kudüs’teki kutsal Mescid-i Aksa’ya sık sık yaptıkları saldırılar da dahil, İsrail’in Filistin halkına yönelik işgal, zulüm ve saldırganlığına gerekli ve haklı bir yanıt olduğunu savunmak için çok sayıda video, açıklama ve diğer materyaller yayınladı.

Hamas’ın ilk olarak 22 Ocak’ta yayınladığı ve İsrail medyasında bile geniş yankı bulan açıklamasını ele alalım. Bu kapsamlı bildiri, grubun İsrail’e saldırmak için gerekçelerini derinlemesine açıklıyor ve İsrail hükümetinin ve yerleşimcilerin eylemleriyle ilgili uzun süredir devam eden şikayetlerine odaklanıyor: İsrail’in Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya müdahaleleri ve orada ibadet eden Filistinlilere getirilen kısıtlamalar; Batı Şeria’daki yerleşimlerin genişlemesi; İsrail’de Filistinli tutuklulara uygulandığı iddia edilen korkunç muamele ve İsrail’in Gazze’ye yönelik işlevsel kuşatması ve ablukası ve Batı Şeria’da apartheid benzeri politikalar uygulaması. Bu açıklama, benzer noktalara değinen onlarca paylaşımdan sadece biri.

Birçok video, resim ve posterde Hamas’ın askeri gücü vurgulanmakta ve İsrail hedeflerine, özellikle de zırhlı araç ve tanklara yönelik başarılı saldırılar sergileniyor. Bu paylaşımlar grubun gücünü ve etkinliğini yansıtmayı amaçlıyor ve Hamas’ın teknolojik olarak üstün düşmanına önemli zararlar verebileceğini öne sürüyor. Bu propagandada savaşçılar tam savaş teçhizatı ve taktik üniformalar içinde, kasklar, gözlükler ve gelişmiş silahlarla donatılmış olarak görünüyor ve operasyonel hazırlıklarını vurguluyor. Hamas’ın mücadelesini manevi bir mücadele olarak gösteren Kur’an ayetleri gibi dini sembolizm de yoğun bir şekilde yer alıyor. Propaganda, şehit düşen savaşçıları, asil ve ilahi olarak onaylanmış bir davanın hizmetinde İsrail’le savaşırken ölen şehitler statüsüne yükseltmeye yardımcı oluyor. Şehitliklerinin yüceltilmesi potansiyel yeni askerlere ilham veriyor.

Hamas’ın 7 Ekim’den bu yana yürüttüğü propaganda, PSR’nin Filistinlilerin tutumlarına ilişkin anketlerinde ortaya çıkan sonuçlarla birebir örtüşüyor. Hamas’ın propagandasının içeriği ile PSR anketlerinde özelde Hamas’a genelde ise İsrail’e karşı silahlı mücadeleye verilen desteğin artması arasındaki sıkı uyum, ya Hamas’ın bu desteği teşvik ettiğini ya da propagandasının bu desteğin temel nedenlerini yansıttığını gösteriyor. Her iki durumda da Hamas, toplum ile militan grup arasındaki bağların sıkılaşması ve genişlemesi yoluyla güçlenmek için savaştan faydalanıyor.

Acı gerçek

Dokuz ay süren yorucu savaşın ardından artık şu gerçeği kabul etmenin zamanı geldi: Hamas’ı yenmek için tek başına askeri bir çözüm yok. Grup, mevcut savaşçı sayısının toplamından daha fazla. Aynı zamanda çağrışım yapan bir fikirden de fazla. Hamas özünde şiddet olan siyasi ve toplumsal bir hareket ve yakın zamanda ortadan kalkmayacak.

İsrail’in mevcut ağır askeri operasyon stratejisi bazı Hamas savaşçılarını öldürebilir ama bu strateji Hamas ile yerel toplum arasındaki bağları güçlendirmekten başka bir işe yaramıyor. İsrail dokuz ay boyunca Gazze’de neredeyse sınırsız askeri operasyonlar yürüttü ve hedeflerinden herhangi birine yönelik çok az ilerleme kaydetti. Hamas ne yenildi ne de yenilginin eşiğinde ve davası 7 Ekim öncesine göre daha popüler ve daha cazip. Gazze’nin ve Filistin halkının geleceği için Filistinlilerin kabul edebileceği bir planın yokluğunda, teröristler geri gelmeye devam edecek ve sayıları artacak.

Ancak İsrailli liderler böyle uygulanabilir bir siyasi planı düşünmeye 7 Ekim öncesinden daha istekli görünmüyorlar. Gazze’de yaşanmaya devam eden trajedinin görünürde pek bir sonu yok. Savaş devam edecek, daha fazla Filistinli ölecek ve İsrail’e yönelik tehdit daha da büyüyecek.

DÜNYA BASINI

WSJ: Hizbullah’ın direnişi İsrail için eziyete dönüşebilir

Yayınlanma

Yazar

Hizbullah ve İsrail arasındaki çatışmalar, bölgedeki güvenlik dinamiklerini derinden etkileyen kritik bir dönüm noktasına ulaştı. Üst düzey liderlerini kaybetmiş olmasına rağmen Hizbullah, İsrail’in saldırılarına karşı koyma yeteneğini sürdürüyor. Aşağıda çevirisini okuyacağınız ve uzman görüşleri ile desteklenen makalede son haftalarda artan saldırıların Hizbullah’ın İsrail’in askeri gücünü zayıflatma kapasitesini ortaya koyduğu değerlendiriliyor. Ancak asıl sınavın İsrail’in Lübnan’ın içlerine doğru ilerlemeye çalıştığında verileceğine dikkat çekiliyor:

***

Hizbullah İsrail’den aldığı darbelere nasıl karşılık veriyor?

Lübnanlı militan grup zayıflamış olsa da dirençli. Tırmanan tepkileri çatışmanın uzama tehlikesini gösteriyor.

Jared Malsin

İsrail’in bir dizi ağır darbesine maruz kalan Hizbullah, Lübnan’daki İsrail birliklerine pusu kurarak ve İsrail’in içlerine doğru İHA ve füze saldırılarını artırarak karşılık veriyor.

Üst düzey liderlerini öldüren ve bazı silahlarını imha eden İsrail saldırıları nedeniyle zayıflamış olsa da Hizbullah bu saldırılarıyla Lübnan’ın son on yıllardaki en ölümcül çatışmasını İsrail için uzun bir eziyete dönüştürme kapasitesine sahip olduğunu gösteriyor.

Hizbullah Gazze’deki Filistinlilerle dayanışma göstermek için bir yıldan uzun bir süredir İsrail’e füze atıyor. Bu füzeler sadece sınırlı hasara ve az sayıda can kaybına yol açmış olsa da İsrail’in kuzeyinde on binlerce insanı yerinden etti ve İsrail, bu füzeleri engellemek için yaptığı harcamalar nedeniyle kaynaklarını tüketti.

İsrail’in Eylül sonunda Lübnan’ın güneyine yaptığı ve yüz binlerce insanı yerinden eden saldırısının amacı Hizbullah’ı saldırılarını durdurmaya zorlamaktı. Ancak aksine, Hizbullah bu saldırıları artırmaya devam ediyor.

Hafta sonu Hizbullah’a ait bir insansız hava aracının İsrail Başbakanı’nın Lübnan sınırına 40 milden fazla mesafede yer alan Caesarea’daki konutunu vurmasıyla örgütün bir hafta içinde ikinci kez İHA’larla İsrail’in hava savunmasını aşma becerisini gösterdi.

Hizbullah’ın İHA’sı Netanyahu’nun evini vurmuş

Günler önce yine İsrail’in orta kesiminde, ordunun seçkin bir birimine ait bir üsse düzenlenen saldırıda dört İsrail askeri öldürülmüştü.

Pazartesi günü Hizbullah, Lübnan’ın güneyindeki Ramyeh köyünde bir grup İsrail askerini vurduğunu söylediği video görüntülerini yayınladı. Füzenin kendisinden çekilen videoda, 2006 yılında İsrail ile girdiği son savaşta en ölümcül silahı olan güdümlü tanksavar füzelerinin kullanıldığı görülüyordu.

İsrail ordusuna göre Hizbullah’ın roket atışları da arttı; grup hafta sonu boyunca her gün 200, salı günü ise 140 roket fırlattı. Önceki haftalarda günde ortalama sadece birkaç düzine roket atılıyordu.

Hizbullah’ın fırlattığı roketlerin sayısı, İsrailli yetkililerin geniş çaplı bir savaş durumunda beklediğinden daha düşük ve bu da örgütün kapasitesinin azaldığının bir işareti. İsrail ordusu, Hizbullah’ın saldırılarının çoğunun İsrail hava savunması tarafından engellendiğini, bunun da İHA başına yaklaşık 100.000 dolar ve düşürülen her füze için birkaç milyon dolar maliyet getirdiğini söylüyor.

Yine de Hizbullah baskı altında hızla yeniden toparlanma becerisini gösteriyor. Askeri analistlere göre Hizbullah’ın silahlı birimleri bir dereceye kadar özerk hareket edebilecek şekilde eğitildikleri için üst düzey liderleri öldürüldüğünde ve iç iletişimleri kesildiğinde bile savaşmaya devam edebiliyorlar.

Bu hayatta kalma ve savaşmaya devam etme yeteneği, İsrail’in ordusunu kanlı ve uzun süreli bir çatışmaya sokma riskini artırıyor.

Carnegie Europe’un Paris merkezli güvenlik analisti Rym Momtaz, “Hizbullah’ın temel stratejisi hala İsrail’in her türlü kara saldırısı, akını ya da ilerlemesi karşısında güneydeki topraklarını korumak. Burası Hizbullah’ın ana sahası. Her köşe bucağı biliyorlar ve bu avantajı kullanacaklar” dedi.

Zayıfladılar ama caymadılar

İran destekli Şii militan bir grup ve siyasi parti olan Hizbullah, 1980’lerde İsrail’in Lübnan’ı işgaline tepki olarak kuruldu. Daha önceki iki savaşta İsrail ordusunu Lübnan’dan çekilmek zorunda bırakmıştı.

Çatışmaların son tırmanışı, İsrail’in Gazze’deki Hamas lideri Yahya Sinvar’ı öldürmesinin ardından patlak verdi; bazı analistler bu ölümün, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya hem Gazze hem de Lübnan’daki savaşları sona erdirmek için bir çıkış yolu sağlayabileceğini düşünüyordu. Ancak Netanyahu, ertesi gün savaşın devam edeceğini belirtirken, Hizbullah, Lübnan’a yapılan saldırılara karşı tepkisinin dozajını artırma sözü verdi.

Lübnan’da 5 İsrail askeri öldürüldü: Hizbullah yeni bir aşamaya geçiyor

İsrailli liderler, İsrail’in kuzeyindeki toplulukların güvenliğini sağlama hedefinin ötesinde, en son saldırıları için daha iddialı hedefler dillendirmeye başladı. İsrail ordusu bu hafta, Hizbullah’a bağlı bir bankanın şubelerine hava saldırıları düzenledi; İsrailli yetkililer bunun, İslamcı grubun halk tabanını zayıflatmayı amaçladığını belirtti.

Netanyahu da bu ayın başlarında Lübnan halkını Hizbullah’a karşı ayaklanmaya çağırdı.

Üst düzey bir İsrailli askeri yetkili “Orada savaşmak çok karmaşık. Amaç Lübnan’daki güç dengesini değiştirmek için Hizbullah’ı ağır bir şekilde zayıflatmak” dedi.

İsrail şimdiye kadar hava gücü, sofistike istihbarat ve gözetleme operasyonları gibi avantajlarını kullanarak Hizbullah’ı savunmaya çekmeyi başardı. İsrail, Hizbullah üyelerini öldüren ve yaralayan bombalı çağrı cihazları kullandı ve grubun en üst düzey lideri Hasan Nasrallah’ı ve birçok seçkin savaşçısını öldüren hava saldırıları düzenledi.

Hizbullah çarşamba günü yaptığı açıklamada bir İsrail saldırısında Nasrallah’ın halefi Haşim Safiyuddin’in de öldüğünü söyledi.

Askeri analistler İsrail saldırılarının Hizbullah’ın füze gücünü de zayıflattığını söylüyor. Elektronik dinlemeler ve Lübnan semalarında sürekli vızıldayan İHA’lar da dahil İsrail’in gözetimi, örgütün orta ve uzun menzilli füze rampalarını kullanmasını zorlaştırdı. Bunların kurulması daha kısa menzilli silahlara göre daha fazla zaman alıyor ve tespit edildiklerinde İsrail hava saldırılarına maruz kalıyorlar.

İsrail ordusu Eylül ayı sonunda Hizbullah’ın savaştan önce 150,000 civarında olduğu tahmin edilen füze stokunun yaklaşık %50’sini imha ettiğini açıkladı. Hizbullah askerî açıdan hala güçlü olduğunu söyledi ancak silah kayıpları konusunda bir rakam vermedi.

FT: İsrail anti balistik füze sıkıntısıyla karşı karşıya

Askeri analistler ve diplomatlar, örgütün yok edilen bazı silahların yerini doldurmak için hala silah ithal edebileceğini, bunun büyük ölçüde Suriye sınırı üzerinden gerçekleştiğini ve öldürülen üst düzey liderlerin yerini doldurabileceğini belirtiyor.

Washington’daki Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nde kıdemli bir araştırmacı ve eski bir ABD hükümet yetkilisi olan Daniel Byman, “Uyum sağlayabilen bir grup. Çok zeki. Çok kararlı. Kayıp vermeye hazırlar. Hizbullah’ı asla yok saymam ama bence çok ağır bir darbe aldılar” diyor.

Hizbullah saldırılarını İsrail’in içlerine kadar genişletebileceğini gösterdi. Silahlı Çatışma Bölgeleri ve Olay Verileri’nden alınan ve CSIS tarafından derlenen verilere göre, 22 Eylül haftasında, İsrail’in çağrı cihazı saldırısından yaklaşık bir hafta sonra, Hizbullah saldırılarının ortalama derinliği İsrail sınırının yaklaşık 17 mil içindeydi. Bu, daha önce yaklaşık bir yıl süren sınır ötesi çatışmaların ortalama derinliği olan 2,4 milden epey fazla.

Gerilla savaşı

Hem İsrail ordusu hem de Hizbullah için asıl sınav, İsrailli liderlerin kuvvetlerini Lübnan topraklarının derinliklerine göndermeyi tercih etmeleri ve Hizbullah savaşçılarının kendi sahalarında savaşma avantajına sahip olmaları durumunda yaşanacak.

İsrail ve Hizbullah tarafından yapılan açıklamalara ve bir istihbarat danışmanlık firması olan Le Beck’in verilerine göre İsrail güçleri şu ana kadar hepsi sınırın bir mil içinde olmak üzere en az sekiz köye girdi.

İsrailli askeri yetkililere göre Hizbullah güçleri uzaktan patlatılan bombalar, havan topu ve roketle karşılık verdi.

Hizbullah, güneydeki savaşa yaklaşımının, 2006’da İsrail’le yaptığı savaştaki yaklaşımıyla tutarlı olarak, işgalci İsrail askerlerine yönelik saldırıları artırmadan önce başlangıçta geri çekilmek olduğunu söylüyor. Savaşa katılan eski İsrailli asker ve subaylara göre, Hizbullah savaşçıları güneydeki kasaba ve köylerde İsrail güçleri için pusu kurdu.

Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Naim Kasım 15 Ekim’de televizyonda yaptığı konuşmada “Direnişin misyonu, orduyu takip etmek ve nerede ilerlerse ona karşı operasyonlar gerçekleştirmektir. Gençler direnişe katılmak için bekliyor” dedi.

İsrail ordusu, Hizbullah’ın bu ay İsrail’deki Golani piyade tugayı askeri üssüne düzenlediği İHA saldırısında ölen dört askere ek olarak Lübnan’ın güneyinde 17, İsrail’in kuzeyinde ve Lübnan sınırında da beş askerin öldüğünü duyurdu. İHA İsrail güçlerini atlatarak askerler yemek yerken bir yemekhaneyi vurmayı başarmış ve 60’tan fazla kişinin yaralanmasına neden olmuştu.

FT: İsrail anti balistik füze sıkıntısıyla karşı karşıya

İHA’lar İsrail için başlıca potansiyel zorluklardan biri. Çok katmanlı hava savunması Gazze, Lübnan ve son zamanlarda İran’dan gelen füze saldırılarını engellemek için tasarlandı ancak yavaş uçan İHA’ları vurmakta zorlanıyor.

***

Adam Chamseddine ve Anat Peled bu makaleye katkıda bulunmuştur.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

FT: Macron, eski sömürgesi Lübnan’da yeniden nüfuz arayışında

Yayınlanma

Yazar

Macron-Mikati

Emmanuel Macron, Fransa’nın Orta Doğu’da hala önemli bir arabulucu olabileceğini göstermek amacıyla Lübnan’a yönelik destek çabalarını artırıyor. Bu doğrultuda, İsrail’in Hizbullah’a karşı saldırılarının arttığı bir dönemde, Lübnan’da insani yardım toplamak ve savaşı sona erdirme girişimlerine ivme kazandırmak için uluslararası bir konferans düzenliyor. Aşağıda çevirisini okuyacağız makalede Fransa’nın bu adımı neden attığının tarihsel arka planına odaklanılıyor:

***

FT: Macron Lübnan’a yardım için destek bulmaya çalışıyor

Fransa Cumhurbaşkanı’nın yabancı yetkililerle görüşmesi, Paris’in eski sömürgesinde yeniden nüfuz kazanma çabasına işaret ediyor

Leila Abboud, Raya Jalabi, Andrew England 

Emmanuel Macron, Fransa’nın Orta Doğu’da sadece bölgenin en etkili dış gücü olan ABD’nin izinden gitmediğini ve bu bölgede hala önemli bir arabulucu olabileceğini göstermek amacıyla Lübnan’a desteğini artırıyor.

Fransa Cumhurbaşkanı, bugün İsrail’in Hizbullah’a yönelik saldırısını artırdığı bir dönemde savaşı sona erdirme çabalarına ivme kazandırmak ve Lübnan’a insani yardım toplamak için onlarca üst düzey yabancı yetkiliyi bir konferansta ağırlayacak.

Macron geçen hafta Berlin’de ABD Başkanı Joe Biden ve Almanya ve İngiltere liderleriyle yaptığı görüşmenin ardından “Lübnan’ın egemenliği Fransa’nın her zaman savunacağı temel bir meseledir. Lübnanlı kurumlara bu tehlikeli dönemde ayakta kalabilmeleri için gerekli imkânların sağlanması elzemdir” dedi.

Macron ve önceki Fransız cumhurbaşkanları tarihsel olarak Fransa’nın eski himaye bölgesi olan Lübnan’a diplomatik önem veriyorlar ve Fransız nüfuzu Afrika’da Orta Doğu’ya doğru azalsa da yaklaşık 5 milyon nüfusa sahip bu küçük ülke, Fransa için hala öncelik.

Fransız yetkililer son zamanlarda Lübnan’ın iç savaşa sürüklenebileceği uyarısında bulundu. Ancak İsrail-Hizbullah savaşı Paris’in Lübnan’da yeniden hakimiyet kurmaya çalışması için yeni bir fırsat yarattı. Macron, Fransa’nın Beyrut’la olan tarihi bağlarından faydalanmak ve ABD’nin doğrudan yapmadığı bir şeyi yaparak Hizbullah ve hamisi İran’la konuşma yeteneğini kullanmak istiyor.

Fransız yetkililer konferansta Lübnan’da ateşkes sağlanması konusunda ilerleme kaydedilmesi şansının zayıf olduğunu kabul ediyor ve İsrail üzerinde önemli bir baskı gücüne sahip tek gücün ABD olduğunu özel olarak itiraf ediyorlar.

Ancak Avrupalı ve Arap müttefiklerini diplomatik ve insani cephelerdeki çabalarını desteklemeleri için ikna etmeye çalışmanın değerli olduğunu düşünüyorlar.

WSJ: ABD, İsrail’in Lübnan işgalini fırsata çevirmeye çalışıyor

Bir Elysée yetkilisi, “[Lübnan’daki] bu sorunlara somut yanıtlar getirmemiz önemli. Bu nedenle hızla ateşkese ve ardından tüm tarafları içeren siyasi bir çözüme doğru ilerlemek istiyoruz” dedi.

ABD ve Fransa, Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e yönelik saldırısıyla tetiklenen ve Orta Doğu’da tırmanan krize nasıl yanıt verileceği konusunda zaman zaman farklı görüşler dile getirdiler.

Filistinli militan grup Hamas’ın bin 200 kişiyi öldürdüğü ve 250 kişiyi rehin aldığı saldırının ardından Fransa, diğer ülkeler gibi İsrail’in kendini savunma hakkı olduğunu söyledi. Ancak Macron, Gazze’deki kayıpların artması üzerine geçen Kasım ayında acil ateşkes çağrısında bulunan ilk büyük batılı güç lideri oldu.

Eylül ayında Fransa Hizbullah ve Lübnan arasında 21 günlük bir ateşkes sağlanması için ABD ile birlikte girişimde bulundu, ancak bu çaba, İsrail’in Lübnanlı militan grup Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah’ı suikastle öldürmesi ve İran destekli gruba karşı yürüttüğü kampanyayı genişletmesinin ardından başarısız oldu.

Washington daha sonra İsrail’in Hizbullah’ı geriletme hedeflerini desteklediğini açıklayınca hayal kırıklığına uğrayan Fransız yetkililer ateşkes çağrısında bulunmaya devam etti.

Savaşın yayılması ABD’nin gizli gündemi mi?

O zamandan beri pek çok Lübnanlı Fransa’yı ABD’den daha dürüst bir arabulucu olarak görmeye başladı. Onlara göre ABD, İsrail’in Hizbullah’a yönelik saldırısını artırmasına göz yummuştu.

Eylül ayından bu yana İsrail’in saldırıları Lübnan’da bin 500’den fazla kişinin ölümüne neden oldu ve İsrail bombardımanının Hizbullah’ın kalelerinin ötesini vurması nedeniyle bir milyon 200 binden fazla kişiyi -nüfusun yaklaşık dörtte birini- evlerini terk etmek zorunda bıraktı.

Macron, 7 Ekim’in yıldönümünden günler önce yaptığı “Gazze’deki çatışmaları yürütmek üzere silah sevkiyatını durdurma” çağrısıyla İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu kızdırdı.

Fransa, İsrail’e yalnızca küçük miktarlarda silah parçaları ihraç ettiği için, bu yorumlar bazıları tarafından, İsrail’e milyarlarca dolarlık silah desteği veren ABD’ye yönelik bir mesaj olarak yorumlandı.

Netanyahu şu sözlerle karşılık verdi: “Ne büyük bir rezalet.”

İsrail-Hizbullah çatışması, İran destekli gücün Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısından kısa bir süre sonra Filistinli militan grupla dayanışma amacıyla İsrail’in kuzeyine ateş açmaya başlaması ve 60 bin İsrailliyi evlerini terk etmeye zorlamasıyla patlak verdi.

Lübnan, iki ülkenin ortak tarihi ve ülkedeki büyük Lübnan diasporası nedeniyle Fransa’da duygusal bir konu.

Ancak konu Macron için siyasi açıdan hassas çünkü Paris aynı zamanda İsrail’in geleneksel bir müttefiki ve Avrupa’nın en büyük Yahudi ve en büyük Müslüman nüfusuna ev sahipliği yapıyor.

Perşembe günkü konferansın amacı, Lübnan’daki “insani felaketin” önüne geçmek için BM’nin bu ay başında talep ettiği 420 milyon doların karşılanması için fon toplamak.

Macron ayrıca Lübnan ordusunu güçlendirmek için destek sağlamayı hedefliyor. Ordu, çatışmanın bir tarafı değil, ancak olası bir çözümde kritik ve istikrar sağlayıcı bir oyuncu olarak görülüyor; buna rağmen kaynak yetersizliği nedeniyle uluslararası yardıma bağımlı durumda.

ABD’nin Paris’e daha alt düzeyde bir heyet göndermesi bekleniyor. Dışişleri Bakanı Antony Blinken Orta Doğu turunda.

İsrail, Lübnan saldırılarının şiddetini artırıyor

Savaş patlak vermeden önce Lübnan derin bir siyasi ve ekonomik krizin içindeydi ve İsrail saldırılarının başlamasından bu yana koşullar daha da ağırlaştı.

Lübnanlı yetkililer, ülkenin 250 binden fazla yerinden edilmiş insanı barındırmak ve beslemek için temel ihtiyaç malzemelerini tedarik etmede zorlanıyor. Sağlık altyapısı çatırdıyor ve 400 binden fazla çocuk okula gidemiyor.

Bu, Macron’un Lübnan’a yardım etmek için- çoğunlukla başarısız bir şekilde- kendini ortaya attığı ilk sefer değil. Kentin limanında meydana gelen büyük patlamanın ardından 2020’de kahraman gibi Beyrut’a koşarak yeniden inşa için yardım sözü vermiş ve Lübnan’ın işlevsiz siyasi sınıfını eleştirmişti.

Lübnan için üç yardım konferansı toplandı. Hizbullah da dahil çeşitli siyasi gruplara siyasi çözüm önerileri sunmaları için temsilciler gönderildi ancak bu çabalar çok az sonuç verdi.

Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’nda analist olan Rym Momtaz, Macron’un bu çabaları nedeniyle takdiri hak ettiğini söyledi. Fransa ve Avrupa ülkelerinin “Gazze’de sahip olmadıkları bir nüfuza Lübnan’da sahip olduklarını” çünkü Lübnan ve İsrail arasındaki tampon bölgede BM barış gücü misyonuna büyük bir asker grubu gönderdiklerini belirtti.

İsrail’in Lübnan’da ateşkes için öne sürdüğü şartlar BMGK kararlarına aykırı

Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nden Emile Hokayem de Macron’un “başka hiçbir Batılı ülkenin, Lübnan’ın tamamen çökmesi halinde istikrarı sağlamak için gereken siyasi sermayeyi, askeri kaynakları ve ekonomik desteği harcamaya hazır olmayacağının farkında olduğunu” söyledi.

Hokayem, “Eğer Fransa şu anda çözüm parametrelerini belirlemek için müdahil olmazsa, bunu daha sonra, daha kötü koşullar altında tek başına yapmak zorunda kalabilir” dedi ve ekledi: “Macron için, ama aynı zamanda Fransa için de Lübnan hassas bir nokta.”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Foreign Policy: BRICS nihayet Batı ile başa çıkabilir mi?

Yayınlanma

Keith Johnson, Foreign Policy
21.10.2024

Son 25 yıldaki en dikkat çekici gelişmelerden biri, bir yatırım bankacısının gelişmekte olan piyasa ekonomileri dörtlüsü için kullandığı keyfi kısaltmanın bir isyan başlığı haline gelmesidir.

BRICS ülkeleri -ya da BRICS+, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve daha sonra Güney Afrika’dan oluşan ilk grup o zamandan beri dört üyeyi daha içerecek şekilde genişledi- bu hafta Rusya’nın Volga kıyısındaki gösterişli Kazan kentinde ana zirveleri için bir araya geliyorlar. İran, Mısır, Etiyopya ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin resmi olarak bloğa dahil olmasından sonraki ilk tam zirve olan bu yılın gündeminde, ABD ve Batı hegemonyasına meydan okuyacak gerçek anlamda çok kutuplu bir dünya düzeni yaratmaya yönelik olağan konuşmalar olacak. Bunun büyük bir kısmı, özellikle İran ve Rusya gibi yaptırımlardan zarar gören üyeler için, ABD dolarının küresel hakimiyetine karşı uygulanabilir alternatifler bulma çabaları olacaktır.

Goldman Sachs bankacısı Jim O’Neill’in (şimdi Lord O’Neill) geleceğin ekonomileri gibi görünen ülkeler için şık bir kısaltma olarak “BRICs” terimini icat etmesinden 23 yıl sonra bu yılın en önemli sorusu, giderek birbirinden farklılaşan bu kulübün Batı liderliğindeki uluslararası düzene gerçek bir alternatif oluşturmayı başarıp başaramayacağı ya da sadece özentiler için bir dövüş kulübü haline gelip gelmeyeceğidir.

Brezilya’da bir üniversite ve düşünce kuruluşu olan Getulio Vargas Vakfı’nda BRICS uzmanı olan Oliver Stuenkel, “Rusya için bu, Batı’ya izole olmadığını göstermek için önemli bir an ve diğer ülkelerin Rusya’nın açıkça istediği şeye – BRICS’i şu anda olduğundan daha açık bir şekilde Batı karşıtı yapmak – ne kadar istekli olduklarını görmek gerçekten ilginç olacak” dedi.

“Brezilya ve Hindistan açıkça buna karşı çıkmak istiyor, dolayısıyla Kazan zirvesi bize BRICS ülkeleri arasında küresel güneydeki gerçek siyasi dinamikler hakkında gerçekten ilginç bir fikir verecek” ifadelerini kullandı.

Genişletilmiş BRICS gerçekten de çok çeşitli bir grup. İçinde Marksist-Leninist bir süper güç ve rövanşist bir otoriter devlet var. Dünyanın en büyük demokrasisinin yanı sıra Latin Amerika’nın en büyüğünü de içeriyor. Yeni üyeler arasında ABD güvenlik şemsiyesi altındaki ülkeler ve ABD yaptırımları altındaki ülkeler yer alıyor. Muhtemel üyeler arasında Türkiye gibi NATO ülkeleri ve Kuzey Kore ve Suriye gibi küresel parya ülkeler bile yer alabilir.

Batı, BRICS’i dikkate aldığında, bu gruplaşmayı tutarsız bir torba olarak görme eğilimindedir.

Ancak 1955’te küresel güneyin cesur yeni bir dünya yaratma çabalarını başlatan Bandung Konferansı’nın arkasında olduğu kadar sağlam bir ortak nokta var. Washington, G-7 ve Avrupa Birliği dışında Batı’nın ikiyüzlülüğü ve hegemonyasına karşı duyulan kızgınlığın ne kadar büyük olduğunu anlamak zordur ve bu harç BRICS’in gevşek üyeliğini birbirine bağlamaya yardımcı olmaktadır. Bu durum özellikle Orta Doğu’daki çatışmalar, ABD yaptırımlarının silaha dönüşmesi ve doların fahiş ayrıcalığının orta gelirli ülkelere maliyeti gibi konularda daha da belirgin hale geldi.

Brookings Enstitüsü’nden Aslı Aydıntaşbaş, “Bu uyumlu bir blok değil, ancak alternatif bir küresel düzen arzusuyla ilgili uyumlu mesaj büyük ekonomilerden geliyor” dedi.

BRICS ülkelerinin keyfi kısaltmalarını düzgün bir gruplaşmaya dönüştürmeleri sekiz yıl, alternatif bir küresel düzenin temellerini atmaya başlamaları ise altı yıl sürdü. 2015 yılına gelindiğinde BRICS’in Yeni Kalkınma Bankası (NDB) adında bir bankası vardı ve bu banka Dünya Bankası gibi Batı’nın egemenliğindeki kredi kuruluşlarına bir alternatif sunmayı amaçlıyordu. Bir bakıma işe de yaradı: Dünya Bankası’nın iki finansman aracı tarafından dağıtılan 73 milyar dolara kıyasla NDB’nin geçen yıl yaklaşık 8 milyar ila 10 milyar dolar değerinde kredi vermesi bekleniyordu. Ancak “BRICS Bankası” dolar dışı kredileri artırmayı hedeflerken, yine de gerçeklikle çarpışıyor. NDB, ABD’nin Moskova’ya yönelik yaptırımları nedeniyle üye ülkelerden Rusya’daki faaliyetlerini askıya almak zorunda kalmıştı.

O zamandan bu yana geçen yıllarda üye ülkeler ticaret ve yatırım, diplomasi, hukuk, finans ve daha birçok alanda ilişkileri derinleştirmek için sürekli orta düzey toplantılar yaparak görünmez ama son derece önemli bağlar da kurdular. BRICS’in özünde, gelişmekte olan ekonomilerin leviathan’ı güneşin dışına itmedikleri sürece ortaya çıkamayacakları fikri yatmaktadır.

BRICS’in arkasındaki canlandırıcı fikirler (yeniden şekillendirilmiş küresel yönetişim ve daha fazla siyasi ve mali egemenlik) bugün hala genişleyen üyelerin tamamını barındıracak kadar geniş. (Her zaman olmasa da: Arjantin kulübe katılmaya hazırlanıyordu, ta ki yeni seçilen Başkan Javier Milei, daha derin bir dolarizasyonun savunucusu olarak ülkesinin teklifini geri çevirene kadar).

Her türden ülke, özellikle de BRICS’te jeopolitik etkiden çok ekonomik ağırlığa sahip olanlar, dünyanın yönetilme biçiminde, yani Birleşmiş Milletler’in işleyişinde, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi çok taraflı finans kuruluşlarındaki kota ve liderlikte ve çok daha fazlasında reformlar görmek istiyor.

Bunların hepsi, az ya da çok, uluslararası ilişkilerin düzenleyici ilkesi olarak egemenliğin içgüdüsel bir şekilde yeniden onaylanmasını paylaşmaktadır; Borussia Dortmund’dan daha fazla Vestfalya’cıdırlar. Batı’nın, özellikle de ABD’nin insan hakları, hukukun üstünlüğü, iç politika ve diplomasi gibi alanlara müdahalesi, çoğu zaman ikiyüzlü olduğu için hoş karşılanmıyor.

Hepsi az ya da çok, doların tiranlığından kaçmak için anlaşılabilir bir arzuyu paylaşıyor; Fransa ve Almanya gibi BRICS dışındaki sadık ABD müttefikleri bile doların kelepçelerinden rahatsız oldular.

Ve hepsi de, farklı derecelerde de olsa, düşüşte olan bir Batı’nın artık şehirdeki tek güç olmadığı bir dünya öngörüyorlar ve bu da sonrasında olacaklara hazırlanmayı, hatta acele etmeyi zorunlu kılıyor. Bu durum, son yirmi yılını Batı’yı diğerlerine karşı dengelemekle geçirmiş olan Türkiye gibi müstakbel üyeler için bile geçerli.

Aydıntaşbaş, “BRICS’in popüler olmasının nedeni, ülkelerin Amerikan sonrası düzene karşı kendilerini korumaya almaları” diyor. “BRICS bu ülkelerin çoğu için bir sigorta poliçesi.”

BRICS’i bağlantısız bir dış politika tercihlerinin tezahürü olarak gören Brezilya ve Hindistan gibi üyeler için özellikle vahim olan sorun, bloğun tek bir yöne doğru hizalanıyor olması. Rusya ve Çin’in sertleşen Amerikan karşıtı tutumlarına şimdi İran gibilerin de katılmasıyla blok, Amerikan sonrası bir dünyaya hazırlıklı bir kulüp olmaktan çok onu hızlandırmaya çalışan bir grup haline geliyor. Bu belki de bloğun en büyük çatlağı ve kapatılması zor olabilecek bir çatlak.

BRICS ilk on yılı aşkın bir süre boyunca açık bir soğuk savaşın olmadığı bir dünyada yaşadı. Stuenkel, “Şimdi, jeopolitik gerilimler bağlamında, ülkeler BRICS’in bir parçası olmanın bir maliyeti olup olmadığını, bunun Batı ile ilişkilerinde gerçek bir sürtüşmeye neden olup olmadığını düşünmek zorundalar” dedi ve ekledi: “Rusya, Çin ile birlikte BRICS’i Çin merkezli bir küresel yapının parçası olan Çin-Rusya dünya düzenine bilinçli olarak entegre etmeye çalışıyor.”

BRICS, kuruluşundan bu yana yeni bir küresel düzen yaratma konusunda somut bir şey yapmaktan çok daha fazla konuştu. Çin’in başını çektiği grubun özellikle aktif olduğu alanlardan biri de para. Doların tahttan indirilmesi BRICS’in temel hedeflerinden biri olmuştur ve olmaya da devam edecektir; geçen yılki zirve, bunu gerçeğe dönüştürecek bir planın hazırlanması gibi açık bir misyonla sonuçlandı.

BRICS üyelerinin, şimdilik onları birleştirmeye yarayan ama aynı zamanda genişlemeyi bekleyen çatlakları da ortaya çıkaran doların merkeziliği konusunda farklı şikayetleri var. Çin, Rusya ve İran gibi bazıları için dolara alternatif, ekonomilerini yaptırımlara karşı korumanın bir yolu anlamına geliyor. Rusya ve İran zaten kuşatma altında ve Çin son birkaç yılını mali surlarını güçlendirmekle geçirdi. Batı’nın 2022 başlarında Rusya’nın denizaşırı merkez bankası varlıklarını dondurması ve potansiyel olarak el koyması, egemen bir komşuyu işgal etmeye çalışmasalar bile sıranın kendilerine gelebileceğinden korkan ülkeler için yakıcı ve uyarıcı bir hikaye olmaya devam ediyor.

Dolar, sınır ötesi ticarette en çok kullanılan para birimi ve merkez bankası kasalarındaki ana para birimi olmaya devam ettiğinden ve ABD bankaları nihayetinde neredeyse her dolar işleminde yer aldığından, ABD yaptırımlarının erişimi küresel ve ezici. Rusya ve Çin son birkaç yıllarını Batı ödeme sistemlerine alternatifler inşa etmekle geçirmediler, kaçış kapsülleri inşa ediyorlar.

Diğer BRICS üyeleri de doların hakimiyetinden rahatsızlar ancak bunun nedeni yaptırımlardan korkmaları değil (Etiyopya gibi bazıları da korkuyor). Endişe duydukları şey doların ekonomik hayatlarına hakim olması ve bu konuda hiçbir söz haklarının olmaması. Birçoğu emtia ihracatçısı ve emtia piyasaları dolar cinsinden olduğu için dolarla ticaret yapmaktan başka seçenekleri yok. Dolar kıtlığı ticareti felç edebilir ve kamu maliyesini kutuplaştırabilir. Hepsi, paralarının değerini düşürebilecek, enflasyonlarını yükseltebilecek, sermaye dengelerini bozabilecek ve borçlarını sürdürülemez hale getirebilecek ABD Merkez Bankası faiz oranı kararlarının değişkenliklerine maruz kalmaktadır.

Gerçek şu ki, dolar baskın olmaya devam ediyor. Son yıllarda sınır ötesi işlemlerdeki payını artırdı ve merkez bankaları için tercih edilen başlıca para birimi olmaya devam ediyor (azalsa da). Çin renminbisi sınır ötesi ticaretteki payını biraz artırdı, ancak bunun nedeni çoğunlukla Çin’in çok büyük bir ticaret ülkesi olması ve para biriminin ticaretinin çoğunun Çinli karşı tarafların alım ya da satımını içermesidir; doların dirençli payını dikkate değer kılan şey, ABD’den tamamen uzak üçüncü ülkeler için tercih edilen para birimi olmaya devam etmesidir. Rusya ve Çin, artan sınır ötesi ticaretlerinde renminbi kullanımını artırmak için adımlar atmış ve Çin, yuan ile ödenecek birkaç göstermelik petrol ticareti imzalamış olsa da, bunlar küresel bir para biriminin habercisi değil.

Carnegie Endowment for International Peace uzmanı ve Patomak Global Partners adlı finansal danışmanlık şirketinde başkan yardımcısı olan Robert Greene, “Statüko paradigmasından şikâyet etmek kolay, ancak gerçekçi olarak ulaşılabilir bir alternatifin neye benzeyeceğini tasavvur etmek daha zor” dedi ve ekledi: “Ödemeler için renminbi kullanımının artması ile gerçek anlamda dolarsızlaşma arasında fark var.”

BRICS’in genişlemesi ile doların yerini alma hırsının genişlemesi arasında da buna bağlı bir çarpışma var. Orta halli ülkeler aslında ABD dolarına Çin gibi büyük ekonomilerden daha fazla bağımlı. Pek çok ülke için doları aracı olarak kullanmadan bırakın ödeme yapmayı, para ticareti yapmak bile neredeyse imkansız. BRICS büyüdükçe, dolar kendi üyeleri için daha da yapışkan hale geliyor.

Son olarak, tek ciddi alternatif renminbi iken grubun dolara bir alternatif bulma çabalarında felsefi bir sorun var.

Çin, Çin para birimini ortak ülkelere hazır hale getirmek için ikili takas hatlarını artırmak gibi teknik alanlarda büyük adımlar attı ve bankalar arasındaki işlemleri denetleyen Batı kontrolündeki SWIFT platformunu bir kenara bırakabilecek paralel bir ödeme sistemi oluşturdu. Hatta Çin bir zamanlar Arjantin gibi BRICS’in müstakbel üyelerine, IMF gibi kuruluşlara olan dolar borçlarını ödeyebilmeleri için bol miktarda yuan finansmanı sağladı. Tüm bunlar, bazı yerlerde ve bazı zamanlarda dolara alternatif sağlama yolunda küçük bir yol kat ediyor. Ancak doları tahtından indirmenin ve böylece Washington’u etkisiz hale getirmenin tek yolu Çin’i dünyanın finans ustabaşısı yapmaksa, bu çok kutuplu bir sistem yaratmak değildir. Bu sadece bir efendiyi diğeriyle takas etmek olur.

Greene sordu, “Hindistan’ın renminbinin Asya’da hakim para birimi olduğu bir dünya isteyeceğini düşünüyor muyuz?”

BRICS Zirvesi Putin’in vereceği akşam yemeğiyle başlıyor

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English