Bizi Takip Edin

Ortadoğu

Hizbullah’ın İHA’sı Netanyahu’nun evini vurmuş

Yayınlanma

Hizbullah’ın cumartesi günü İsrail’in kuzeyindeki Kayserya kentine düzenlediği İHA saldırısında İsrail Başbakanın Binyamin Netanyahu’nun konutunun hasar gördüğü ortaya çıktı.

Saldırı ile ilgili cumartesi günü yapılan haberlerde İHA’nın “Netanyahu’nun evininde bulunduğu bölgede bir eve isabet ettiği” belirtilmişti. Ancak ülkede uygulanan askeri sansür nedeniyle vurulan evin Netanyahu ailesine ait olduğu açıklanmamıştı. Times of Israel’de yer alan habere göre konu ile ilgili sansür kaldırılınca İsrail basını isabet alan ve hasar gören evin Netanyahu’ya ait olduğunu yazabildi.

Saldırı sonrası İsrail Başbakanlık Ofisinden yapılan yazılı açıklamada Netanyahu’nun İran’ın vekili olarak nitelediği Hizbullah’ın “kendisi ve eşine suikast girişiminin feci bir hata olduğunu” söyledi. Netanyahu, bunun ne kendisinin ne de İsrail’in “düşmanlarına karşı savaşında caydırıcı olmayacağını” anlattı.

Netanyahu, İran ve vekillerine karşı, “İsraillilere zarar verenlere bedel ödetecekleri, kendilerine saldıranları etkisiz kılacakları, Gazze’deki İsrailli esirleri geri getirecekleri ve kuzeydeki vatandaşlarının güven içinde evlerine dönmelerini sağlayacaklarını” ileri sürdü.

Netanyahu, daha önceden de tekrar ettiği zafer söylemini yineleyerek “İsrail savaşın tüm hedeflerine ulaşacak ve gelecek nesiller boyunca kalıcı olacak şekilde bölgenin güvenlik gerçeğini değiştirmek konusunda kararlı” ifadesini kullandı.

Öte yandan, İsrail devlet televizyonu KAN’ın haberine göre, Netanyahu’ya yakın kaynaklar, “Başbakan’ın, İHA ile suikast girişiminin ardından İran’a daha sert bir hücum düzenlenmesini istediğini” belirtti.

İran’ın 1 Ekim’de İsrail’e yönelik yaklaşık 200 balistik füzeyle gerçekleştirdiği saldırının ardından İsrail’in İran’a kapsamlı bir karşı saldırı düzenlemesi ve bölgede 7 Ekim 2023’ten bugüne yaşanan çatışmanın hızla şiddetlenip geniş bir alana yayılmasından endişe ediliyor.

Ortadoğu

Gazeteci Seymour Hersh: ABD’nin İran saldırısı medyada yanlış yansıtıldı

Yayınlanma

Usta gazeteci Seymour Hersh, ABD’nin İran’a yönelik hava saldırısının medyanın iddia ettiğinin aksine başarılı olduğunu ve nükleer programı yıllarca gerilettiğini yazdı. Hersh’e göre, saldırının başarısız gösterilmesinin ardında Trump karşıtlığı ve siyasi amaçlarla sızdırılan eksik bir rapor bulunuyor. Gazeteci, asıl hedefin Fordo değil, bombanın kritik aşaması için gerekli olan İsfahan tesisi olduğunu belirtti.

Pulitzer ödüllü araştırmacı gazeteci Seymour Hersh, ABD’nin 22 Haziran’da İran’ın nükleer tesislerine düzenlediği hava saldırısının, medyanın ilk bilgilerin aksine başarılı olduğunu ve Tahran’ın nükleer hedeflerini yıllarca gerilettiğini öne sürdü.

Hersh, saldırının başarısız olarak yansıtılmasının, Başkan Donald Trump’a yönelik nefretle hareket eden medya kuruluşlarına sızdırılan eksik bir rapora dayandığını belirtti.

Hersh, CNN ve MSNBC gibi yayın organlarının, saldırının birincil hedefine ulaşamadığı yönündeki haberlerini, Savunma İstihbarat Teşkilatı’na (DIA) ait olduğu iddia edilen bir analize dayandırdığını ifade etti.

Ancak Hersh, ortada tam bir DIA analizi olmadığını, sızdırılan belgenin, ABD Merkez Komutanlığı’nın (CENTCOM) operasyon sonrası hazırladığı ilk “faaliyet sonrası raporu” olduğunu aktardı.

‘Medyadaki haberler siyasi amaçlı sızdırıldı’

Saldırının planlamasında yer alan bir ABD’li yetkiliye dayandırdığı yazısında Hersh, bu ilk raporun “siyasi amaçlarla” özetlenerek sızdırıldığını ve amacın operasyonun başarısına derhal gölge düşürmek olduğunu kaydetti.

Hersh, “İlk haberlerde, İran’ın nükleer programının saldırıdan etkilenmediği dahi öne sürüldü,” değerlendirmesinde bulundu.

Operasyon kapsamında yedi adet ABD B-2 Spirit bombardıman uçağının, her biri 30 bin pound ağırlığındaki ikişer sığınak delici bombayla Missouri’deki üslerinden kalkarak Kum kentinin 20 mil kuzeyindeki bir dağın derinliklerine gizlenmiş Fordo nükleer tesisini hedef aldığını hatırlattı.

‘Asıl hedef İsfahan’dı’

Hersh’e göre saldırının planlaması, Fordo’daki ana çalışma alanının kayalık yüzeyin en az 260 fit altında olduğu bilgisiyle başladı.

Burada çalışan gaz santrifüjleri, uranyumu silah seviyesi olan yüzde 90’a değil, yüzde 60 saflığa kadar zenginleştiriyordu.

ABD Hava Kuvvetleri planlama grubunun, saldırıdan önce, muhtemelen İsrail istihbaratı aracılığıyla, Fordo’da depolanan 450 pound’dan fazla zenginleştirilmiş gazın, Tahran’ın 215 mil güneyindeki İsfahan’a nakledildiği bilgisini aldığını belirten Hersh, İsfahan’ın, zenginleştirilmiş gazı yüksek oranda zenginleştirilmiş metale dönüştürebilen tek tesis olduğunu vurguladı. Bu işlem, bomba yapımının kritik bir ilk aşaması olarak kabul ediliyor.

Hersh, “İsfahan, Fordo’ya yönelik saldırının ayrı bir hedefiydi ve Yemen açıklarındaki Aden Körfezi’nde görev yapan bir ABD denizaltısından ateşlenen Tomahawk füzeleriyle yerle bir edildi,” diye yazdı.

Gazeteci, Fordo’daki santrifüjler saldırıdan kurtulsa bile, İsfahan olmadan İran’ın nükleer bomba üretemeyeceğinin altını çizdi.

‘Bardağın yarısı dolu’

Hersh’e bilgi veren Amerikalı yetkili, planlamacıların ilk sorusunun “Fordo’daki gerçek çalışma alanı ne kadar büyüktü?” olduğunu söyledi.

Yetkili, bu alanın yaklaşık iki hokey sahası büyüklüğünde (34 bin fit kare) tahmin edildiğini ve B-2’lerin taşıdığı bombaların bu alanı yok etmeye fazlasıyla yetecek güçte olduğunu belirtti.

Yetkili, sığınak delici bombalara atıfta bulunarak, “Bombalar kendi deliklerini açtı. Biz 30 bin librelik çelik bir mermi ürettik,” ifadelerini kullandı.

Yetkili, saldırı sonrası bölgede radyoaktivite izine rastlanmamasının, zenginleştirilmiş uranyumun operasyon öncesi İsfahan’a taşındığına dair en önemli kanıt olduğunu vurguladı.

“Midnight Hammer” kod adlı operasyonun Natanz’daki bir başka tesisi de vurduğunu belirten yetkili, “Hava Kuvvetleri listedeki her şeyi vurdu. İran bazı santrifüjleri yeniden inşa etse bile İsfahan’a ihtiyacı olacak. Orası olmadan dönüştürme kabiliyetleri yok,” değerlendirmesini yaptı.

Hersh’in “Öyleyse neden kamuoyuna operasyonun başarısı anlatılmıyor?” sorusuna yetkili, “Tüm bunlarla ilgili çok gizli bir rapor olacak, ancak biz insanlara ne kadar sıkı çalıştığımızı söylemeyiz. Kamuoyuna duymak istediğini düşündüğümüz şeyi söyleriz,” yanıtını verdi.

Yetkili, saldırının amacının İran’ın nükleer programını “tamamen yok etmek” olmadığını, yakın vadede bir nükleer silah yapmasını engellemek olduğunu belirtti.

Yetkili, durumu şu benzetmeyle açıkladı:

“Yok etme, bardağın dolu olması demektir. Planlama ve sonuçlar ise bardağın yarı dolu olduğunu gösteriyor. Trump’ı eleştirenler için sonuçlar bardağın yarı boş olduğu anlamına geliyor. Gerçeklik ise bardağın yarı dolu olmasıdır. Sonuç? Birkaç yıllık bir erteleme ve belirsiz bir gelecek.”

Hersh, yazısını, “Bu, ABD’nin başarılı bir misyonu hakkındadır ve bu misyon, nefret edilen bir başkan yüzünden çok sayıda özensiz habere konu olmuştur. Ana akım basından birinin İsrail’i ve onun nükleer şemsiyesini koruyan çifte standart hakkında konuşması bir dönüm noktası olurdu, ancak Amerika’da bu bir tabu olmaya devam ediyor,” sözleriyle sonlandırdı.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

Nedaye İran Partisi’nden barışseverlere ‘İsrail zulmüne karşı birleşme’ çağrısı

Yayınlanma

İran’da reformist kanattan bir siyasi parti olan Nedaye İran Partisi, yayımladığı bir mektupla uluslararası çapta 100’den fazla siyasi partiye ve uluslararası kuruluşlara çağrıda bulunarak, İsrail’in saldırılarını kınamak için birleşmeye davet etti.

İran’da kendisini “genç, reformist ve barışsever” bir siyasi parti olarak tanıtan Nedaye İran Partisi, İsrail’in İran’a yönelik saldırıları ve özellikle Gazze’de sivillere, çocuklara, kadınlara ve barışsever sivil aktivistlere yönelik işlediği savaş suçları ile ilgili olarak, beş farklı kıtadaki 100’den fazla küresel siyasi partiye ve uluslararası kuruluşlara çağrı yapan bir mektup yayınladı.

Nedaye İran Partisi Genel Sekreteri Seyed Shahabeddin Tabatabaei imzasıyla yayınlanan mektupta, “Siyonist rejimin İran’a karşı işlediği yasadışı zulüm sırasında şehit düşen üyelerini (Ali Hatefi)” anarken, şiddetin yayılmasına ve küresel barışa yönelik tehditlere karşı ciddi önlemler alabilecek küresel bir koalisyonun kurulmasını önerdi.

Mektupta, İsrail’in saldırganlığı ve savaş suçlarına karşı birleşmek için savaş karşıtı ve barışsever siyasi partilerin işbirliği yapması önerisinde bulunuldu. Somut öneriler olarak şunlar sıralandı:

1- İsrail’in İran’a yönelik son saldırısını resmi, kesin ve açık bir şekilde kınayın.

2- Hükümetlerinize bu rejimle askeri, istihbarat ve teknolojik işbirliğini durdurması için baskı yapın.

3- Bu suçların Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (ICC) sevk edilmesini ve yetkililerine karşı yasal işlemlerin başlatılmasını destekleyin.

4- Yetkili BM organlarından bu saldırılarla ilgili bağımsız, şeffaf ve tarafsız soruşturma açılmasını talep edin.

5- Bu suçların boyutlarını ortaya çıkarmak için uluslararası farkındalık kampanyalarının başlatılmasına aktif olarak katılın.

6- Siyonist rejime karşı siyasi ve hukuki önlemleri koordine etmek için partizan ve uluslararası toplantılar düzenleyin.

Nedaye İran Partisi, mektubun sonunda, küresel barışa yönelik tehditlerin ve şiddetin yayılmasına karşı çıkmak amacıyla, etkili ve ciddi adımlar atabilecek uluslararası bir koalisyonun oluşturulmasını önerdi ve “ortak bir duruş sergileme” çağrısı yaptı. Dünyanın dört bir yanındaki farklı partiler arasında ortak bir toplantı düzenlenmesinin, “uluslararası siyasi dayanışma yolunda ilk ama stratejik bir adım olacağı” vurgulandı. Mektup şu ifadelerle son buldu:

“Bu sadece bir bildiri yayınlama çağrısı değil, kolektif eylem, insan onurunu savunmak için dayanışma ve yarın dünyanın başka bir köşesinde yaşanabilecek trajedilerin tekrarlanmasını önlemek için bir çağrıdır.

Kaybedilen tüm masumların anısı, bizi tarihi bir sorumluluğa çağırıyor. Bu kritik anda, birlik ve kararlılıkla savaş çığırtkanlığına ve yıkıma karşı duralım ve daha insani bir dünya inşa edelim.”

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

Analistler: Suudi Arabistan, İsrail’le normalleşmeden ziyade İran’la yakınlaşma arayışında

Yayınlanma

İran’daki savaşlarından bu yana Benjamin Netanyahu ve Donald Trump, Orta Doğu’yu yeniden şekillendirmek için gündemlerindeki bir sonraki maddeyi defalarca gündeme getirdiler: İsrail ile Arap ülkeleri arasında yakınlaşma, özellikle de Suudi Arabistan.

Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısı ve Gazze savaşından önce Riyad ile tarihi bir normalleşme anlaşmasına yaklaşmış gibi görünen İsrail başbakanı, geçen hafta yerel basına “Suudi Arabistan ile nasıl başa çıkılacağı ve diğer ülkelerle barışın nasıl sağlanacağı bana bırakın” dedi. “İnanın bana, bunu sadece düşünmedim, üzerinde çalışıyorum” diye ekledi.

Ancak, en azından Suudi Arabistan ile, onun istekli bir ortağı olup olmadığı artık net değil. Krallığın hesapları 7 Ekim’den bu yana önemli ölçüde değişti, çünkü Veliaht Prens Muhammed bin Selman, İsrail’in Gazze’deki savaşına öfkeyle tepki gösterdi ve tarihi rakibi İran ile uzlaşmayı hızlandırdı.

Financial Times’a konuşan gözlemciler, İsrail’in İslam cumhuriyetine saldırısının Suudi Arabistan’ı, giderek militarist ve istikrarı bozan bir güç olarak gördüğü ülkeye karşı daha da temkinli hale getirdiğini ve krallığın savaştan bu yana Tahran ile ilişkilerini güçlendirmek için kamuoyuna açık adımlar attığını söylüyor.

Suudi hükümetinin düşüncesine yakın bir kaynak, “Körfez ülkeleri İran ile yakınlaşmasını sürdürecek. Körfez’in diğer tarafındaki en büyük komşunuzla böyle bir politika izlemek akıllıca” dedi. “Ancak bu, İsrail ile normalleşmeyi daha da zorlaştırıyor ve Suudi Arabistan’ı Filistin dosyasında kendi istediğini elde etme konusunda daha kararlı hale getiriyor” diye ekledi.

Bahreyn merkezli Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nün Orta Doğu politikası kıdemli araştırmacısı Hasan Alhasan, “Suudi Arabistan’ın [İsrail ile normalleşme] itibar maliyeti artık çok daha yüksek olacak. Hem iç politikada hem de bölgesel ve İslam liderliği itibarında” dedi.

Prens Muhammed’in 7 Ekim öncesinde, ABD ile savunma anlaşması karşılığında İsrail ile diplomatik ilişkiler kurma planları, Orta Doğu’da tarihi bir yeniden düzenleme anlamına gelecekti.

Trump’ın ilk başkanlık döneminde, BAE ve Bahreyn, 2020 yılında sözde İbrahim Anlaşmaları kapsamında İsrail ile ilişkilerini normalleştirdi. Ancak Arap dünyasının öne çıkan ülkesi Suudi Arabistan ile bir anlaşma, İsrail için büyük bir zafer olacaktı.

7 Ekim’den sonra her şey değişti. Prens Muhammed, İsrail’in Gazze’deki şiddetli saldırısını defalarca “soykırım” olarak nitelendirdi ve Körfez yetkilileri, yıkımın görüntüleri yeni nesli radikalleştireceğinden endişe duydu.

Savaş, veliaht prensin ekonomik dönüşüm planlarının odak noktası olan genç Suudiler arasında normalleşmeyi daha az popüler hale getirdi. Prens Muhammed, bu tür bir adımın önce ateşkes ve Filistin devletinin kurulmasına yönelik somut adımlar atılmasını şart koştu.

Savaşın bölgede yayılmasıyla Suudi Arabistan, İran ile ilişkilerini de güçlendirdi.

Suudi Arabistan’ın daha geniş bir bölgesel çatışmanın içine çekilmesinden korkan krallıkta, Prens Muhammed ve İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın düzenli olarak telefon görüşmeleri yapmaya başladığı ve diğer üst düzey yetkililerin de rutin olarak temaslarda bulunduğu bir süreç başladı.

Suudi Arabistan, İsrail’in saldırılarını kınadı ve krallığın savunma bakanı Prens Khalid bin Salman, pazar günü İran’ın yeni silahlı kuvvetler genelkurmay başkanı Abdolrahim Mousavi ile “güvenlik ve istikrarı sağlama çabaları”nı görüşmek üzere bir telefon görüşmesi yaptı.

Suudi Arabistan için, İsrail’in İran’ı ve Hizbullah gibi bölgesel vekillerini zayıflatması, İslam cumhuriyetinin nükleer caydırıcılık peşinde koşma olasılığının daha yüksek olduğu endişelerini körüklemiş olsa da, Tahran’ı daha az tehditkar hale getiriyor.

Washington’daki Orta Doğu Enstitüsü’nde misafir araştırmacı olan Gregory Gause, “2022’nin İran’ı… 2025’in İran’ı değil” dedi ve ekledi: Buna karşılık, “2025’in muzaffer İsrail’i, bölgedeki siyasetin istikrarını bozacak bir unsur olarak görünüyor.”

Öte yandan İsrail ile normalleşme adımları, Suudi Arabistan’a Washington nezdinde siyasi destek sağlayacaktır ve Trump, krallığın İbrahim Anlaşmaları’na katılması konusundaki “hayalini” gizlemiyor. Mayıs ayında Riyad’ı ziyaretinde “Bu özel bir şey olacak” dedi.

ABD başkanı geçtiğimiz günlerde Fox News’e, savaşın ardından daha fazla ülkenin İbrahim Anlaşması’na katılabileceğine inandığını söyledi: “Bence onları yüklemeye başlayacağız, çünkü asıl sorun İran’dı” dedi.

Ancak İsrailli yetkililer, İsrail ile Suudi Arabistan gibi ülkeler arasında tam normalleşmeden daha kolay ve hızlı bir anlaşmanın, Ahmed El Şara liderliğindeki yeni Suriye hükümeti ile daha dar kapsamlı, “saldırıdan kaçınma” güvenlik anlaşması olabileceğine inanıyor.

Nitekim bazı analistler, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinin Trump’ı memnun etmek için normalleşmeden başka bir yolun peşinde olduğunu savunuyor: para.

Mayıs ayında başkanın bölgeye yaptığı ziyaret sırasında Körfez ülkeleri, ilişkilerini güçlendirmek ve Amerikan yapay zeka teknolojisi ile gelişmiş silahlara erişim sağlamak amacıyla trilyonlarca dolarlık yatırım sözü verdi.

Alhasan, “Suudiler, Trump’ın aksine, bir anlaşma yapmak için aynı zaman baskısı altında değiller” dedi. “Endişelerine rağmen… Bence, yapmak istemedikleri bir şeye boyun eğmek zorunda kalmayacak kadar rahat bir jeopolitik konumdalar” değerlendirmesini yaptı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English