Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Stephan Walt: Gazze’deki eylemleri İsrail’i parya devlete dönüştürüyor

Yayınlanma

Amerikalı siyaset bilimci Stephan M. Walt’un aşağıda çevirisini okuyacağınız makalesinde ABD’nin Orta Doğu’da izlediği stratejinin neden başarısız olduğuna yanıt arıyor. Bu başarısız strateji nedeniyle bölgenin bugün yangın yeri olduğuna dikkat çekiliyor:

***

Amerika Orta Doğu’daki yangını körükledi

İsrail giderek büyüyen bir tehlikeyle karşı karşıya ama sorumluluk Tahran’dan çok Washington’da.

STEPHEN M. WALT

İran’ın, Suriye’nin başkenti Şam’daki konsolosluğuna yönelik İsrail saldırısına insansız hava aracı ve füze saldırılarıyla misilleme yapma kararı, Biden yönetiminin Orta Doğu’yu ne kadar kötü idare ettiğini ortaya koyuyor.

Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e yönelik saldırısının arifesinde bölgenin “on yıllardır olmadığı kadar sakin” olduğuna kendini ikna eden ABD’li yetkililer, o zamandan bu yana kötü bir durumu daha da kötüleştirecek kararlar verdiler.

Kendilerini teselli için söylenebilecek en iyi şey, çok sayıda arkadaşları olduğu; Trump, Obama, Bush ve Clinton yönetimleri de çoğunlukla işleri yüzlerine gözlerine bulaştırdılar.

Yönetimin Hamas’ın 7 Ekim’deki vahşi saldırısına verdiği yanıtın üç ana hedefi vardı.

İlk olarak İsrail’e kararlı destek vermeye çalıştı: retorik olarak destekleyerek, düzenli olarak üst düzey İsrailli yetkililere danışarak, soykırım suçlamalarına karşı savunarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde ateşkes kararlarını veto ederek ve sürekli ölümcül silah tedarik ederek.

İkinci olarak Washington Gazze’deki çatışmanın tırmanmasını önlemeye çalıştı. Son olarak da hem Filistinli sivillerin zarar görmesini engellemek hem de ABD’nin imaj ve itibarına gelebilecek zararı en aza indirmek için İsrail’i itidalli davranmaya ikna etmeye çalıştı.

Çelişkili hedefler

Bu politika başarısız oldu çünkü amaçları, doğası gereği çelişkiliydi. İsrail’e koşulsuz destek vermek, liderlerini ABD’nin itidal çağrılarına kulak vermeye teşvik etmedi, bu yüzden onları görmezden gelmeleri şaşırtıcı değil.

Gazze yerle bir edildi, en az 33 bin Filistinli (12 binden fazlası çocuk) öldü ve ABD’li yetkililer oradaki sivillerin kıtlık koşullarıyla karşı karşıya olduğunu artık kabul ediyor.

Yemen’deki Husi milisleri ateşkes talep ettiklerini iddiasıyla Kızıldeniz’deki gemileri hedef almaya devam ediyor; İsrail ile Hizbullah arasındaki düşük seviyeli çatışma sürüyor; ve işgal altındaki Batı Şeria’da şiddet keskin bir şekilde arttı.

İran’ın 1 Nisan’da konsolosluğunun bombalanmasına misilleme olarak 13 Nisan’da İsrail’e insansız hava aracı ve füze saldırıları düzenlemesi daha geniş çaplı bir savaş ihtimalini gündeme getirdi.

Amerikalılar İran’ın kötülüğün vücut bulmuş hali olduğunu duymaya alışkın olduklarından, bazı okuyucular tüm bu sorunlardan Tahran’ı sorumlu tutmaya meyilli olabilirler.

Örneğin daha geçen hafta New York Times’ın baş haberinde İran’ın Batı Şeria’da huzursuzluk yaratmak amacıyla bölgeye silah “yağdırdığını” duyuruldu.

Bu görüşe göre İran zaten alevler içinde olan bir bölgeye benzin döküyor. Ancak bu hikâyede çok daha fazlası var ve bunların çoğu ABD’yi kötü gösteriyor.

Açık konuşayım: İran, yönetimi altında yaşayan ve ABD yaptırımlarının olumsuz etkilerine katlanmak zorunda olan milyonlarca İranlı için üzülsem de hiçbir sempati duymadığım acımasız bir teokratik rejim tarafından yönetiliyor. Bu rejimin bazı eylemleri -örneğin Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline verdiği destek- son derece sakıncalı.

Ancak Batı Şeria’ya (ya da Gazze’ye) küçük silahlar ve diğer silahları sağlama çabaları özellikle dehşet verici mi? Ve İsrail’in yakın zamanda konsolosluğuna yaptığı saldırıya (İran’ın iki generali öldürdü) karşılık verme kararı şaşırtıcı mı?

Savaş içinde işgal

Cenevre Sözleşmelerine göre “savaş sonucu işgal” altında yaşayan bir halkın işgalci güce karşı direnme hakkı var.

İsrail’in 1967’den beri Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü kontrol ettiği, 700 binden fazla yasadışı yerleşimciyle bu toprakları sömürgeleştirdiği ve bu süreçte binlerce Filistinliyi öldürdüğü göz önüne alındığında bunun “savaş içinde işgal” olduğuna dair şüpheler azalıyor.

Elbette direniş eylemleri yine de savaş kanunlarına tabi ve Hamas ve diğer Filistinli gruplar, İsrailli sivillere saldırdıklarında bu kanunları ihlal ediyorlar. Ancak işgale karşı direnmek meşru ve İran bunu Filistin davasına olan derin bağlılığından değil de kendi çıkarları gereği yapmış olsa bile, kuşatılmış bir halka yardım ille de yanlış sayılmaz.

Benzer şekilde, İsrail’in konsolosluğunu bombalaması ve iki İranlı generali öldürmesinin ardından İran’ın misilleme yapma kararı, özellikle de Tahran’ın defalarca savaşı genişletme arzusu olmadığının sinyallerini verdiği göz önüne alındığında, özündeki saldırganlığın kanıtı olmaz.

Nitekim misilleme İsrail’e önemli ölçüde uyarıda bulunacak şekilde yapıldı ve Tahran’ın savaşı daha fazla tırmandırmak istemediğinin mesajını vermek üzere tasarlanmış gibiydi. ABD ve İsrailli yetkililerin güç kullandıklarında genellikle söyledikleri gibi, İran sadece “caydırıcılığı yeniden tesis etmeye” çalışıyor.

ABD’nin on yıllardır Orta Doğu’ya silah “yağdırdığını” unutmayalım. İsrail’e her yıl, milyarlarca dolarlık sofistike askeri teçhizat sağlıyor ve ABD’nin desteğinin koşulsuz olduğuna dair defalarca güvence veriyor.

Bu destek, İsrail’in Gazze’deki sivil nüfusu bombaladığı ve aç bıraktığı süreçte dahi sarsılmadı ve İsrail, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın son ziyaretini Batı Şeria’da 1993’ten bu yana en geniş Filistin topraklarına el koyma kararını açıklayarak karşıladığında da bundan etkilenmedi.

Ekvator’un Quito’daki Meksika Büyükelçiliği’ne yönelik son saldırısını bile kınayan Washington, İsrail İran konsolosluğunu bombaladığında gözünü kırpmadı.

Bunun yerine üst düzey Pentagon yetkilileri destek gösterisi için (Batı) Kudüs’e gitti ve Başkan Joe Biden İsrail’e olan bağlılıklarının “sarsılmaz” olduğunu vurguladı.

Gücün kötüye kullanılması

İsrailli yetkililerin ABD’den gelen tavsiyeleri görmezden gelebileceklerine inanmaları şaşırtıcı mı?

Kontrolsüz güce sahip devletler bunu kötüye kullanma eğiliminde olur ve İsrail de istisna değil. İsrail, Filistinlilerden çok daha güçlü ve İran’dan da daha yetenekli olduğu için, onlara karşı herhangi bir bedel ödemeden hareket edebilir ve genellikle de öyle yapıyor.

Onlarca yıldır cömert ve koşulsuz ABD desteği, İsrail’in istediğini yapmasına olanak sağladı. Bu da hem politikasının hem de Filistinlilere yönelik davranışlarının zaman içinde giderek daha aşırı hale gelmesine katkıda bulundu.

Sadece Filistinlilerin Birinci İntifada (1987-1993) sırasında olduğu gibi etkili bir direniş sergileyebildikleri nadir durumlarda eski Başbakan Yitzhak Rabin gibi İsrailli liderler uzlaşma ihtiyacını kabul etmek ve barış yapmaya çalışmak zorunda kaldılar.

Ne yazık ki İsrail çok güçlü, Filistinliler çok zayıf ve ABD’li arabulucular İsrail’in lehine tek taraflı olduğu için Rabin’in haleflerinden hiçbiri Filistinlilere kabul edebilecekleri bir anlaşma önermeye yanaşmadı.

İran’ın Batı Şeria’ya silah sağlamasına hâlâ kızgınsanız, durumun tersine dönmesi halinde ne hissedeceğinizi kendinize sorun. Mısır, Ürdün ve Suriye’nin 1967’deki Altı Gün Savaşı’nı kazandığını ve milyonlarca İsraillinin kaçtığını düşünün.

Galip Arap devletlerinin daha sonra Filistinlilerin “geri dönüş hakkını” kullanmalarına ve İsrail/Filistin’in bir kısmında ya da tamamında kendilerine ait bir devlet kurmalarına izin verdiklerini düşünün.

Ayrıca bir milyon kadar İsrailli Yahudi’nin Gazze Şeridi gibi dar bir bölgeye hapsolmuş vatansız mülteciler haline geldiğini varsayın. Ardından, bir grup eski Irgun savaşçısının ve diğer radikal Yahudilerin bir direniş hareketi örgütlediğini, bölgenin kontrolünü ele geçirdiğini ve yeni Filistin devletini tanımayı reddettiğini düşünün.

Dahası, dünyanın dört bir yanındaki destekçilerinden yardım almaya devam ettiler ve yeni kurulan Filistin devletinin sınır yerleşimlerine ve kasabalarına saldırmak için kullandıkları silahları sokmaya başladılar. Sonra da Filistin devletinin abluka ve bombardımanla karşılık verdiğini ve binlerce sivilin ölümüne neden olduğunu varsayın.

Bu koşullar altında sizce ABD hükümeti hangi tarafı desteklerdi? Gerçekten de ABD böyle bir durumun ortaya çıkmasına izin verir miydi? Cevaplar çok açık ve ABD’nin bu çatışmaya nasıl tek taraflı yaklaştığına dair çok şey söylüyorlar.

Yarardan çok zarar

Buradaki trajik ironi, ABD’de İsrail’i eleştirilerden korumak ve ne yaparsa yapsın İsrail’i desteklemek için birbiri ardına yönetimleri zorlamak konusunda en ateşli olan kişi ve kuruluşların, aslında yardım etmeye çalıştıkları ülkeye büyük zarar vermiş olmaları.

“Özel ilişkinin” son 50 yılda nereye vardığını bir düşünün. İki devletli çözüm başarısız oldu ve Filistinlilerin geleceği sorunu, büyük ölçüde lobinin ABD başkanlarının İsrail’e anlamlı bir baskı yapmasını imkânsız hale getirmesi nedeniyle çözülemedi.

İsrail’in 1982’de (Batı Şeria’daki İsrail kontrolünü pekiştirmek için aptalca bir planın parçası olarak) Lübnan’ı akılsızca işgal etmesi, bugün İsrail’i kuzeyden tehdit eden Hizbullah’ın ortaya çıkmasına neden oldu.

Başbakan Binyamin Netanyahu ve diğer İsrailli yetkililer, Hamas’ı gizlice destekleyerek Filistin Yönetimi’ni zayıflatmaya ve iki devletli bir çözüme doğru ilerlemeyi engellemeye çalıştılar ve böylece 7 Ekim trajedisine katkıda bulundular.

İsrail’in iç siyaseti ABD’ninkinden daha kutuplaşmış durumda (ki bu da bir şey ifade ediyor) ve lobideki çoğu grubun her fırsatta savunduğu Gazze’deki eylemleri İsrail’in parya bir devlete dönüşmesine yol açıyor. Birçok Yahudi de dahil genç Amerikalılar arasındaki destek azalıyor.

Ve bu üzücü durum İran’ın Filistin davasını savunmasına, nükleer silaha sahip olmaya yaklaşmasına ve ABD’nin onu izole etme çabalarını engellemesine olanak sağladı.

Eğer Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (AIPAC) ve müttefikleri kendi kendilerine düşünebilselerdi İsrail’in kendisine yaptıklarına yardım ettikleri için utanç duyarlardı.

Buna karşılık, İsrail’in bazı eylemlerini eleştiren bizler -sadece yanlış bir şekilde antisemit, Yahudi düşmanı ya da daha kötüsü olarak karalanmak üzere- aslında hem ABD hem de İsrail için daha iyi olacak politikalar öneriyorduk.

Tavsiyelerimize uyulmuş olsaydı, İsrail bugün daha güvende, on binlerce Filistinli hâlâ hayatta, İran nükleere sahip olmaktan daha uzak, Orta Doğu neredeyse kesinlikle daha huzurlu ve ABD’nin insan hakları ve kurallara dayalı bir düzenin ilkeli savunucusu olarak hâlâ itibar görüyor olurdu.

Son olarak, eğer bu topraklar yaşayabilir bir Filistin devletinin parçası olsaydı İran’ın Batı Şeria’ya silah sağlamasının çok bir gerekçesi kalmaz ve İranlı liderlerin daha güvende olmak adına kendi nükleer caydırıcı güçlerine sahip olmayı düşünmeleri için daha az neden olurdu.

Ancak ABD’nin Orta Doğu politikasında daha köklü bir değişim olmadıkça, bu umut verici olasılıklar ulaşılamaz olmaya devam edecek ve bizi buraya getiren hataların tekrarlanması muhtemel.

DÜNYA BASINI

Batı basını, Putin’in Çin ziyaretini nasıl değerlendirdi?

Yayınlanma

Rusya Devlet Başkanı’nın Çin ziyareti yabancı basında en çok tartışılan gündem maddeleri arasına girdi. Gazeteler, iki lider arasındaki yakın kişisel ilişkileri ve Çin’in Batı ile ilişkilerinde kendisine pek çok sorun çıkaran ‘sınır tanımayan dostluk’ taahhüdü üzerine spekülasyonlarda bulundu.

Wall Street Journal:

“Çin lideri Xi Jinping’e göre Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ABD egemenliğindeki dünya düzeniyle mücadelede faydalı bir ortak. Ancak bu ilişki Çin açısından zahmetli, zira ABD’li ve Avrupalı yetkililer Çin’i Rusya’nın ordusunu yeniden inşa etmesine yardım etmemesi konusunda uyarmıştı.

İki lider, Rusya’nın 2022’de Ukrayna’ya girmesinden kısa bir süre önce ‘sınır tanımayan dostluk’ ilan etti. O zamandan bu yana Çin, Rus ekonomisine can simidi atmış olsa da daha az genişlemiş durumda. Putin, Rusya’nın Batı’nın kendisini tecrit etme çabalarına direnmesine yardımcı olan bu desteği genişletmek isteyecektir. Üstelik bu ziyaret, Rusya halkına hala etkili dostları olduğunu göstermesine de olanak sağlayacak…

Putin’in Çin’in kuzeydoğusuna yaptığı ziyaret, Ukrayna’daki çatışmaların patlak vermesinden bu yana Rusya’nın özellikle yakınlaştığı Kuzey Kore’yi de ziyaret edebileceği yönündeki spekülasyonları artırdı. Bu, Rusya’nın Kuzey Kore ile artan bağları Çin’de bazı rahatsızlıklara neden oldu.”

Le Temps:

“Bu iki adam hiç ayrı düşmeyecek gibi görünüyor. Bu, 2012’den bu yana devlet başkanları olarak gerçekleştirdikleri 43. görüşme. Çin Devlet Başkanı için bu sayı Hintli mevkidaşlarının iki katı, Japon mevkidaşlarının dört katı ve ABD başkanları ya da Avrupalı yetkililerden çok daha fazla yüz yüze görüşme anlamına geliyor. İki ülke arasındaki ilişkiler Stalin döneminden bu yana hiç bu kadar sıcak olmamıştı.”

Le Figaro:

“Xi Jinping en iyisini sona sakladı. Çin Devlet Başkanı, perşembe günü ‘eski dostunu’ kabul etti. Vladimir Putin, Elysee Sarayı’nda Emmanuel Macron’a gülümsemesinden sadece on gün sonra Pekin’de… Yeni ‘seçilmiş’ Rusya Devlet Başkanı onuruna düzenlenen bu iki günlük resmi ziyaret, Ukrayna’daki savaşın arifesinde iki güç merkezi arasında kurulan ‘sınır tanımayan ortaklığın’ gücünü teyit etmeli ve tarafsızlık görüntüsünü korumaya çalışan ikinci dünya gücünün sempatilerine parlak bir ışık tutmalı.”

Sueddeutsche Zeitung:

“Devlet Başkanı Xi, Putin ile yaptığı görüşmede Avrupa’da barış arzusunu vurguladı. Putin müzakere isteğini yineledi. Ancak belli ki sonuç hakkında kendi fikirleri var. Pekin, Rusya’nın yer almadığı İsviçre’deki barış konferansına katılmayı henüz kabul etmedi. İyi ilişkileri ve Moskova üzerindeki etkisi nedeniyle Çin belirleyici bir katılımcı olarak görülüyor. Ancak Rusya bununla pek ilgilenmiyor.”

Les Echos:

“Ukrayna’daki savaş için destek arayan Rusya Devlet Başkanı, mart ayında yeniden seçilmesinden bu yana ilk yurt dışı gezisini Çin’e yaptı. Çinli mevkidaşı da geçen yıl aynı şeyi yaptı ve Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasından kısa bir süre önce Şubat 2022’de imzalanan ‘sınır tanımayan’ dostluğu daha da pekiştirmek istercesine, eşi benzeri görülmemiş bir üçüncü dönem için göreve başlamasından kısa bir süre sonra Moskova’yı ziyaret etti.

Eğer Vladimir Putin, ‘sınır tanımayan dostluğu’ test etmeye geldiyse, Xi Jinping de Rusya’ya desteğini azaltması için Batı’nın artan baskısı altında bir ipte yürümek zorunda.

Pekin, Rusya ile stratejik ortaklığının ‘en önemli’ ortaklık olduğunu düşünüyor ancak Çin’in durgun ekonomisini canlandırabilecek kilit bir ticaret ortağı olan Avrupa’dan daha fazla uzaklaşmak istemiyor. Pekin aynı zamanda ABD ile olan ilişkilerini de zor da olsa istikrara kavuşturmaya çalışıyor.

Aslında Rusya ile ‘sınır tanımayan dostluğun’ hala sınırları var: Çin, Rusya’ya doğrudan silah tedarik ederek kırmızı çizgiyi aşmayı reddediyor. Washington’un baskısı altında, birkaç küçük Çin bankası yakın zamanda Rus müşterileriyle olan işlemlerini durdurdu ya da azalttı. Çin, devasa Sibirya’nın Gücü-2 doğalgaz boru hattı projesine ilişkin nihai anlaşmayı geciktirmeye devam ediyor. Ancak Kim Jong-un’un uluslararası alanda dışlanan Kuzey Kore’si, sorgusuz sualsiz Rusya ile askeri iş birliğini artırıyor ve Batı tarafından Ukrayna’daki savaş için mühimmat tedarik etmekle suçlanıyor. Vladimir Putin, Asya turu sırasında Pyongyang’ı ziyaret ederek bu desteği takdir edebilir.”

Der Spiegel:

“Çin Devlet Başkanı Xi, Pekin’de ‘eski dostunu’ kabul etti. Putin. İki devlet başkanı karşılıklı iltifatlarda bulunurken aynı zamanda Batı’ya karşı ittifaklarını güçlendirmek istiyorlar. İki günlük ziyaret öncelikle ilişkilerin kalitesini kamuoyuna göstermeyi amaçlıyor. Berlin merkezli bir Çin araştırma enstitüsü olan Merics’in analistlerinden Helena Legarda, ‘Moskova ile Pekin, bu vesileyle yakın ortaklıklarını ve küresel düzeni reforme etme ve ABD’ye karşı bir kutup oluşturma yönündeki ortak hedeflerini vurguluyor’ diyor.

Elbette Putin için öncelikle Batı’ya karşı ittifakı güçlendirmek önemli. Bir yandan böyle bir uyum, Moskova’nın yalnız olmadığını göstermek için dünyanın geri kalanına bir jest olarak önemli.”

Neue Zuercher Zeitung:

“Rusya Devlet Başkanı, Çin’de harika bir şekilde karşılanıyor. Kremlin, Ukrayna’daki çatışmalarda büyük komşusu Çin kadar başka hiçbir ülkeye güvenmiyor. Daha Şubat 2022’de, Ukrayna’daki çatışmalar başlamadan birkaç gün önce Vladimir Putin ve Xi Jinping ‘sınır tanımayan dostluk’ yemini etmişlerdi. Şimdi iki devlet başkanının iki ülke arasındaki ilişkileri daha da yüksek bir seviyeye taşımak istedikleri anlaşılıyor. Uzmanlara göre, ikili ilişkilerin gelişimi (çatışmanın) gidişatına bağlı.

Pekin’deki Çin Halk Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler uzmanı olan Shi Yinhong, ‘Rusya daha fazla ilerleme kaydederse, ilişkiler daha da derinleşecektir’ dedi.

Xi’nin gözünde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı kazanacağı bir zafer, Çin’in başlıca rakibi olan ABD için bir yenilgi anlamına gelecektir. İşte bu yüzden Çin,Ukrayna savaşında Putin’i destekliyor. Fakat Çin, Rusya’yı destekleme konusunda ihtiyatlı davranmak zorunda… Çin yönetimi, ABD’nin Çin bankalarının dolar ödemelerini kesmesinden korkuyor. Bu nedenle Çin hükümeti, büyük Çin bankalarının Rusya ile iş yapmadığından emin olmak için yakından izliyor.”

Rusya Devlet Başkanı Putin’in Çin ziyareti başladı: ‘Kapsamlı ortaklığın derinleştirilmesi’ mesajı

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

WSJ: İsrail Refah’a saldırsa da Hamas, Gazze’de varlığını sürdürecek

Yayınlanma

İsrail, Hamas’ın son kalesi olarak ilan ettiği Refah’a uluslararası baskılara rağmen geniş çaplı saldırıya hazırlanırken diğer yandan Hamas’tan temizlediğini ilan ettiği Gazze’nin diğer bölgelerinde Hamas saldırılarıyla boğuşuyor. Dün Cibaliya Mülteci Kampı’nda İsrail’e göre 5, Hamas’a göre 12 İsrail askeri öldürüldü. Temizlendiği iddia edilen bölgelerde Hamas’ın yeniden “dirilmesi” İsrail içinde siyasi bölünmelere de yol açıyor.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız haber, güncel gelişmeler ışığında Netanyahu’nun “Hamas’ı ortadan kaldırma” hedefinin neden mümkün olmadığına odaklanıyor:

***

WSJ: Hamas’ın gerilla taktiklerine geçişi İsrail için sonsuz savaş tehlikesini artırıyor

İslamcı militan grup, vur-kaç taktiklerini ve daha küçük savaşçı gruplarını kullanarak ‘yıllarca olmasa bile aylarca’ savaşabileceğini gösteriyor.

Jared Malsin ve Summer Said

Savaşın üzerinden yedi ay geçmesine rağmen Hamas yenilmekten çok uzak ve bu durum İsrail’de sonsuza dek sürecek bir savaşa girdiği korkusunu körüklüyor.

ABD tarafından terörist ilan edilen grup, tünel ağını, küçük savaşçı hücrelerini ve geniş toplumsal etkisini sadece hayatta kalmak için değil, İsrail güçlerini taciz etmek için de kullanıyor. Cibaliya’da savaşan 98. komando tümeninden bir İsrailli yedek asker, Hamas’ın daha agresif saldırdığını, evlerde barınan askerlere ve İsrail askeri araçlarına her gün daha fazla tanksavar füzesi ateşlediğini söyledi.

Hamas’ın dayanıklılığı, Filistinli İslamcı grubun tamamen yok edilmesinin temel savaş hedeflerinden biri olduğunu söyleyen İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu için stratejik bir sorun teşkil ediyor. İsrail’in Hamas’ın yerini almak için inandırıcı bir planı olmadığı ve ordunun elde ettiği kazanımların azalacağı endişesi güvenlik kurumları da dahil İsrail içinde giderek artıyor.

Görgü tanıklarına göre İsrail ordusu, Hamas’ın son kalesi olarak ilan ettiği Refah’a tank ve asker sevk ederken Hamas da Gazze’nin kuzeyindeki İsrail güçlerine bir dizi vur-kaç saldırısı düzenledi. İsrail salı günü yaptığı açıklamada, düzinelerce militanla girdiği çatışmalarda destek için tank birlikleri çağırdığını ve Gazze’nin merkezinde Hamas’ın savaş odası olarak adlandırdığı bir yer de dahil 100’den fazla hedefi havadan vurduğunu söylerken, nispeten sessiz olan bölgeler savaş alanına dönüştü.

Bir çatışma çözümü kuruluşu olan International Crisis Group’un Orta Doğu ve Kuzey Afrika programı başkanı Joost Hiltermann “Hamas Gazze’nin her yerinde. Hamas yenilmiş olmaktan çok uzak” dedi.

Bunun sonucu olarak İsrail de Netanyahu’nun tam zafer hedefine ulaşmaktan uzak görünüyor. Mevcut ve eski İsrailli askeri yetkililere ve ABD istihbarat tahminlerine göre, İsrail Refah’a geniş çaplı bir saldırı düzenlese de düzenlemese de Hamas’ın hayatta kalması ve Gazze’nin diğer bölgelerinde varlığını sürdürmesi muhtemel.

Netanyahu pazartesi günü yaptığı açıklamada Hamas’ın 7 Ekim saldırısına atıfta bulunarak, “Hamas terör rejiminin çöküşünü sağlayana kadar durmayacağız. Saldırıyı düzenleyenlerden sonuncusuna kadar intikam alacağız” dedi.

İsrail başbakanlık ofisi Hamas’ın Gazze’de yeniden ortaya çıkışıyla ilgili yorum yapmayı reddetti.

İsrailli yetkililere göre çoğu sivil bin 200 kişinin ölümüne yol açan 7 Ekim saldırılarının emrini veren Hamas’ın Gazze’deki en üst düzey lideri Yahya Sinvar’ın, örgütün Gazze’nin altındaki tünellerinde saklanarak İsrail saldırısından kurtulmayı başarması da zorlukları artırıyor. Tünel ağının beklenenden daha geniş olduğu ortaya çıktı ve daha önce deniz suyuyla doldurmayı denedikten sonra patlayıcı kullanarak tünelleri temizlemeye çalışan İsrail ordusu için özel bir zorluk olarak önünde duruyor.

Grubun uzun vadede savaştan sağ çıkabileceğine olan inancını yansıtan Sinvar, ateşkes görüşmelerindeki arabuluculara Hamas’ın Refah’ta savaşa hazır olduğu ve Netanyahu’nun Hamas’ı dağıtabileceğine olan inancının saflık olduğu mesajını iletti.

Bir Arap müzakereci Sinvar için “O her zaman Hamas’ın hâlâ komutada olduğunu ve savaş alanını terk etmediklerini ve aylarca, hatta yıllarca devam edebileceklerini göstermek istedi” dedi.

Hamas tünellerini, savaşçılarını ve silah stoklarını kullanarak 2006’da parlamento seçimlerini kazanıp 2007’de askeri olarak yönetimi ele geçirdiğinden beri Gazze Şeridi’nin hükümeti olarak hareket eden bir gruptan gerilla savaş gücüne dönüştü.

Bu değişim kısmen grubun 1980’lerdeki ilk Filistin intifadası ya da ayaklanması sırasında Batı Şeria ve Gazze’deki İsrail askeri işgaline karşı muhalefeti örgütleyen bir grup olarak köklerine dönüşünü yansıtıyor. Gazze’deki güvenlik analistleri ve tanıklara göre, mevcut savaşta bu, vur-kaç taktikleri kullanmak ve daha küçük savaşçı grupları halinde faaliyet göstermek anlamına geliyor.

Grup savaşma konusunda isteksiz olduğuna dair hiçbir işaret göstermedi. İsrail ateşkes görüşmelerinin son turunda, ilerleme kaydedilmemesi halinde, Hamas’a taleplerini yumuşatması için baskı yapmak amacıyla bir milyondan fazla yerinden edilmiş Filistinlinin barındığı Refah’a gireceği uyarısında bulundu. Hamas yetkilileri, müzakerecilere ateşkese varmak için yeterince esneklik gösterdiklerini ve Netanyahu’nun Refah’ı işgal etme tehditlerine göz yummayacaklarını söyledi.

Üst düzey Hamas yetkilisi Musa Ebu Marzuk, 6 Mayıs’ta Dubai merkezli MBC kanalına verdiği mülakatta “İsrail Refah’a saldırmakla tehdit ediyor ve operasyonlarını orada bitirmeleri gerektiğini söylüyor. Sizi kim durduruyor? Devam edin, saldırınızı gerçekleştirin ve işinizi bitirin” dedi.

Arap müzakereci, ateşkes görüşmelerinin kilit anlarında Sinvar’ın bazen ateş açmayı tercih ettiğini söyledi. Son görüşmeler, Hamas’ın insani yardım için önemli bir sınır kapısına saldırarak dört İsrail askerini öldürmesiyle sekteye uğradı.

Filistinli yetkililere göre savaşın başlamasından bu yana Gazze’de çoğu sivil 35 binden fazla kişi öldürüldü. Bu sayı Hamas savaşçıları ve siviller arasında ayrım yapmıyor.

İsrail geçen yıl Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırılarına karşılık kuzey Gazze’yi işgal ettiğinde, İsrailli askeri yetkililer kendilerine kuzey Gazze’den başlayarak şeridin bazı bölgelerini Hamas militanlarından temizleme talimatı verildiğini, ancak İsrail güçleri çekildikten sonra bu bölgelerin kontrolünü kimin alacağına dair bir plan yapılmadığını söyledi. İsrail bu yılın başlarında Gazze’nin orta ve güney kesimlerindeki operasyonlara ağırlık verdiğinden güçlerinin büyük bir kısmını kuzey Gazze’den çekmiş ve Hamas’ın yeniden nüfuz kazanması için bir açık kapı bırakmıştı.

Bazı İsrailli güvenlik yetkilileri ve analistler Netanyahu hükümetini Hamas’ın yerini alacak bir otorite için plan yapmamakla suçladı. Diğerleri ise Hamas’ın İsrail ordusuyla işbirliği yapan herkese saldırmakla tehdit ettiği savaşın ortasında alternatif bir Filistin hükümeti kurmanın mümkün olup olmadığını sorguladı.

İsrail askeri sözcüsü Daniel Hagari salı günü yaptığı açıklamada “Hamas’ın yerini neyin alacağına gelince, Hamas’a alternatif bir yönetimin Hamas üzerinde baskı yaratacağına şüphe yok, ancak bu siyasi kademenin yanıtlayacağı bir soru” dedi.

Cibaliya, İsrail’in son günlerde Hamas savaşçılarından temizlemek üzere kuvvet gönderdiği bölgelerden biriydi. İsrail ordusu daha önce de Gazze’nin kuzeyinde örgütün komuta yapılarını çökerttiğini açıklamıştı.

ABD’li yetkililer, İsrail ordusunun kuzeye dönme ihtiyacından endişe duyduklarını belirterek, Biden yönetiminin uzun süredir savaş sonrası bir yönetim planı istediğini kaydetti. ABD’li bir savunma yetkilisi, çatışmaların yeniden başlamasının ordunun orada yaşayan Filistinliler için yeterince çaba göstermediğini ve Hamas ile diğer militanlara geri dönmeleri için alan açtığını gösterdiğini söyledi.

Netanyahu Gazze’de Batı Şeria merkezli Filistin Yönetimi ile çalışmayı reddediyor ve yönetimi Filistinli militan grupları desteklemekle suçluyor.

Hamas ise Gazze’nin bazı bölgelerinde fiili yönetim rolünden vazgeçmiş değil ve militanlarını üniformasız gönderiyor. İsrailli yetkililer Hamas’ın, Hamas liderliğindeki içişleri bakanlığının kontrolü altındaki polis ve sivil savunma organları aracılığıyla nüfuzunu yeniden güçlendirdiğini düşünüyor. Grup aynı zamanda toplumsal bir hareket olarak da varlığını sürdürüyor.

İsrail askeri istihbaratının eski başkanlarından Tümgeneral Tamir Hayman, “Terör faaliyetlerini azaltsanız bile toplumsal yapılar, İslami kardeşlik duygusu, ideolojik ve dini unsurlar hâlâ var. Bu kökten kazınabilecek bir şey değil” dedi.

-Bu makaleye Anat Peled, Fatima AbdulKarim ve Nancy A. Youssef katkıda bulundu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Riyad, mega projelerinin ölçeğini küçültüyor

Yayınlanma

Suudi Arabistan maliyetlerinin 1 trilyon doları aşacağı tahmin edilen mega projelerini finansman sıkıntısı nedeniyle yeniden gözden geçiyor. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Riyad’ın Vizyon 2030 kapsamındaki dünyanın en büyük petrol üretici için bile iddialı olan projelerin son durumuna odaklanıyor:  

***

Suudi Arabistan amiral gemisi projelerinin maliyeti konusunda zorlu seçimlerle boğuşuyor

Riyad önceliklerini ve sayısız yatırımını en iyi şekilde nasıl finanse edeceğini yeniden gözden geçirirken The Line projesi küçüldü.

Ahmed Al Omran

Muhammed bin Selman 2017’de, Suudi Arabistan’ı, beraberindeki gösterişten yararlanmak isteyen finansçılar ve şirketler için bir mıknatıs haline getiren kapsamlı ekonomik çeşitlendirme planını “Sınır gökyüzüdür” diyerek ilan etti.

Ancak Veliaht Prens’in planları, iddialı Vizyon 2030 programı orta noktasına ulaşmasıyla birlikte, yerel projeler ve küresel finans yoluyla dalgalanabilecek dış harcamalar üzerindeki yansımalarıyla birlikte bir gerçeklik kontrolüyle karşı karşıya.

Doğrudan yabancı yatırımların beklentilerin altında kalması ve küresel faiz oranlarının hala yüksek olması nedeniyle, krallığın liderleri önceliklerini ve sayısız yatırımlarını en iyi nasıl finanse edeceklerini yeniden gözden geçiriyor.

Planlar hakkında bilgi sahibi kişiler, The Line adı verilen bir “yatay şehir” planını da içeren fütüristik bir bölge olan Neom’daki inşaatın açıklanandan daha küçük olacağını, Riyad’ın nüfusunu 15 milyona çıkarma hedefinin ise 10 milyona düşürüldüğünü söyledi.

The Line’ın 170 km boyunca uzanması ve sonunda 1,5 milyon kişiye ev sahipliği yapması planlanıyordu, ancak proje yetkilileri kısa süre önce ziyaretçilere, “ilk modüle” öncelik verdiklerini ve bu modülün çok daha kısa olacağını ve bu sayının çok azını barındıracağını söyledi.

Planın arkasındaki devlet varlık fonu olan Kamu Yatırım Fonu’nun düşünce tarzına aşina bir kişi, Prens Muhammed’in hangi projelerin ilerlemesi gerektiği ve hangilerinin bekleyebileceği konusunda “bazı zorlu konuşmalar yapmaya hazır olabileceğini” söyledi.

IMF’nin Suudi Arabistan misyonu başkanı Amine Mati, “Yetkililerin bunun bilincinde olduğunu düşünüyorum,” dedi: “Bazı harcamaların ertelenmesinin gerekip gerekmediğini değerlendirmek için yeniden ayarlama yapıyorlar.”

IMF’nin bu yıl %2,6 olarak tahmin ettiği GSYH’nin 2025’te %6’ya yükseleceği öngörüsüyle ülke ekonomisi hala iyi performans gösteriyor. Hükümet, ekonomik reformların performansını değerlendirirken kilit bir gösterge olarak gördüğü petrol dışı büyümenin orta vadede yüzde 5’in üzerinde olmasını bekliyor.

Geçen ay Riyad’da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu etkinliğinde konuşan Suudi Arabistan yetkilileri de iyimser olmaya çalışırken finansman konusunda “zorluklar” olduğunu ve yerel bankaların likiditesinde sıkışma yaşandığını kabul ettiler.

Maliye Bakanı Mohammed el-Jadaan etkinlikte “Egomuz yok” dedi: “Rotayı değiştireceğiz, ayarlamalar yapacağız, bazı projeleri uzatacağız, bazı projelerin ölçeğini küçülteceğiz, bazı projeleri hızlandıracağız.”

Yetkililer hangi projelerin Jadaan’ın listelediği farklı kategorilere yerleştirileceğini söylemedi, ancak bu tür bir karar, borçlanma limitlerinden İsrail’in Gazze’deki savaşını sona erdirmek ve bölgesel istikrarı sağlamak için diplomatik çabaların bir parçası olarak dış yardım için ne kadar harcayabileceklerine kadar kritik seçimler üzerinde etkili olacak.

Ekonomiyi çeşitlendirmek ve madencilik, turizm ve eğlence gibi yeni sektörlerin kilidini açmak için üstlenilen farklı projeler arasında, Neom muhtemelen Prens Muhammed ile en yakından ilişkili ve en iddialı olanı.

Neom, The Line ve Sindalah tatil adası için mevcut planlara ek olarak Ekim ayından bu yana Akabe Körfezi’nde bir düzine farklı proje açıkladı. Özel bölge başlangıçta 500 milyar dolarlık bir proje olarak lanse edilmişti, ancak bankacılar ve analistler maliyetlerin çok daha yüksek olacağını söylüyor.

Neom’un nihai olarak ne getireceği konusunda uzun zamandır kuşkular vardı ve birçok analist planların her zaman aşırı iddialı olduğuna inanıyordu. Dünyanın en büyük petrol ihracatçısı olsa bile Suudi Arabistan’ın son yıllarda açıkladığı ve maliyetlerinin 1 trilyon doları aşacağı tahmin edilen tüm projeleri nasıl finanse edeceğine dair sorular vardı.

Suudi Varlık Fonu, Prens Muhammed’in hırsları için ana araç haline geldi. Yönetiminde 925 milyar dolarlık varlık bulunan fonun diğer girişimleri arasında küp şeklinde bir gayrimenkul geliştirme ve başkent Riyad’da bu ay açılışı yapılan bölgenin en büyük su parkını da içeren bir eğlence kompleksi yer alıyor.

Varlık Fonu büyük ölçüde hükümetin nakit transferleri, borçlar, portföy şirketlerinden elde edilen gelirler ve özelleştirmelerle finanse ediliyor. Saudi Aramco’nun özelleştirilmesinin ana alıcısı oldu ve o zamandan beri devlet petrol şirketinin hisselerinin yüzde 12’sini devraldı. Bankacılar Saudi Aramco’nun bir başka hisse satışının Varlık Fonu’nun kasasını desteklemek için kullanılabileceğini düşünüyor.

Suudi Arabistan yakın zamanda önemli yatırımlar gerektirecek birkaç büyük etkinliğe ev sahipliği yapma hakkı kazandı.

Krallık 2024 Asya Futbol Kupası ve Expo 2030’a ev sahipliği yapacak ve 2034 FİFA Dünya Kupası için tek teklif veren ülke oldu. Ayrıca 2029 Asya Kış Oyunları’na ev sahipliği yapmak için bir kayak merkezinin parçası olarak tatlı su gölü geliştirmek üzere İtalyan WeBuild ile 4.7 milyar dolarlık bir sözleşme imzalandı.

Uluslararası bir bankacı “Her şey için yeterli para yok” dedi: “Yatırılan para ile bu yatırımlardan elde edilen getiriler arasında bir boşluk olacak. Bu da soru işaretleri ve şüpheler yaratacak ve şimdiden bazı yatırımları küçültmeye başladılar.”

Açıkça, planların küçültülmesi ilgili her türlü konuşma, krallığın itibarının ve bu tür büyük girişimleri başarma yeteneğinin zedeleneceği korkusuyla hızla reddediliyor

The Line’ın ölçeğinin daraltıldığı iddiası sorulan Ekonomi Bakanı Faysal Ali İbrahim, “Tüm projeler tam gaz ilerliyor. Daha önce benzeri görülmemiş bir şey yapmak için yola çıktık ve yine benzeri görülmemiş bir şey yapıyoruz” dedi.

Suudi Arabistan’ın Dünya Ticaret Örgütü’ne katılma çabalarına öncülük eden eski bir hükümet yetkilisi olan Fawaz Alamy’e göre ülkenin agresif bir şekilde iddialı hedefler peşinde koşması, liderliğin ekonomiyi çeşitlendirme hedeflerinde geride kalındığı ve kaybedilen zamanın telafi edilmesi gerektiği yönündeki telaşından kaynaklanıyor.

Alamy, “Petrol sonsuza dek var olmayacak. Dikkatli olmak [ve] çeşitlendirmek zorundasınız” dedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English