Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

İranlı kadınlar anlatıyor: Mesele sadece başörtüsü değil

Yayınlanma

“Devrimin başından beri iktidardakilerin eleştirilmemesi gerektiği söylendi, ancak eleştirmemize izin verilseydi, bu kadar zimmete para geçirme, hırsızlık ve ihanet olmazdı.”

1979 Devrimi’nin tanınmış simalarından ve devrim sonrası kurulan ilk meclisteki dört kadın vekilden biri olan Azam Taleghani, 2019’da ölmeden önceki son konuşmalarından birinde böyle diyordu. Babası etkili bir din adamı olan ve Şah döneminde siyasi nedenlerle hapis yatan Azam Taleghani, meclisteki zorunlu örtünme (hicab) tartışmalarında, “Eğer aynı zorunluluk erkekler için olmayacaksa kadınlar da zorlanamaz” diyordu. Üstelik Taleghani, “çador” denilen kara çarşafını ne görev süreci boyunca ne de görevi sona erdikten sonra hiç çıkarmadı. Cumhurbaşkanı adaylığı için kara çarşafıyla yaptığı sayısız başvuru ise her kadın adayın yaşadığı sonla bitti: Anayasa Konseyi tarafından reddedildi.

Kadınlar ne istiyor?

Taleghani ve daha nice kadın ve erkeğin, emperyalizm ve onun ülkedeki işbirlikçi Şah yönetime karşı omuz omuza mücadele ederek gerçekleştirdikleri devrimden 43 yıl sonra bugün, İranlı kadınlar yine sokakta, en önde. Mahsa Amini’nin Tahran’da güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınması ve gözaltındayken hayatını kaybetmesi üzerine başlayan ve ülke geneline yayılan protesto dalgası 1979 Devrimi’nden sonra gerçekleşen sokak eylemlerinin en uzun soluklusu. İran halkı hemen hemen ülkenin tüm eyaletlerinde sokağa çıkıyor. Peki, sokağın temel talebi ne, kadınlar ne istiyor, toplumun ne kadarı eylemleri destekliyor ve emperyalizm bu eylemlerin neresinde? Batı kaynaklı kışkırtıcı haberler ve sosyal medya dezenformasyonu, İran’da uygulanan internet kısıtlamalarıyla birleşince bölgeden sağlıklı haber almak zorlaşıyor. Kısıtlılık ve bilgi kirliliği, sokağa çıkan halkın temel talebini, hicab yani başörtüsü meselesine indirgemiş durumda.

Eylemlerden sonra Tahran sokaklarında bazı kadınların başörtüsü takmadığı görülüyor. (5 Aralık 2022) FOTO: Fatemeh Bahrami/AA

‘Asıl sorun anayasa’

Ancak İranlı kadınlar başörtüsü ile özdeşleşen örtünme zorunluluğunun eylemlerden önce bile bazı bölgelerde fiilen yumuşadığını söylüyor. Onlara göre hicab tek başına sorun değil. 39 yaşında tekstil alanında faaliyet yürüten esnaf Vida Ş. eylemlerden önce de çoğu bölgede araba kullanırken ya da kafe gibi sosyal alanlarda kısıtlamaların büyük ölçüde görmezden gelindiğini ifade ediyor: “Hele eylemlerden sonra artık kadınların büyük çoğunluğu, sokağa da başı açık çıkıyor.

38 yaşındaki ev hanımı Sara N. de başörtüsü zorunluluğunun tek başına sosyal yaşamı derinden etkilemediği görüşünde. Ama ona göre kadınlar da erkekler gibi dilediği kıyafeti giymekte özgür olmalı. 42 yaşındaki Tebrizli öğretmen Nesrin N. ise suni ve formalite diye nitelediği başörtüsü zorunluluğu ile ilgili şunları söylüyor: “Sosyal hayatı etkileyen asıl sorun, yasalardaki şeriattan kaynaklı uygulamalar. Örneğin erkekler mehir (tek seferde ödenen nafaka) ödeyerek istediği zaman karısını ‘boşayabilir.’ Aynı durum kadın için geçerli değil. Mesela sevmediği için ‘boşanamaz’ bir kadın. Kocasının kendisine şiddet uyguladığını ya da madde bağımlısı olduğunu yani yasalarda kadının ayrılmasına izin verilen, erkekten kaynaklı ağır kusuru ispat etmek zorunda. Bir şekilde boşansa bile, 7 yaşından büyük çocuğunun velayetini, eğer baba yine yasada belirtilen ağır kusurlara sahip değilse, üzerine alamaz. Bir kadın kocası ya da babasının izni olmaksızın pasaport çıkarttıramaz. Erkek kardeşleriyle mirastan eşit pay alamaz. Yargıç olamaz, cinayet davalarında tanıklığı kabul edilmez, diğer davalarda bir kadının sözü, erkek şahidin sözünün yarısı değerinde.

Sara (sol), Seher (sağ üst) ve Nesrin (sağ alt)

‘Koşulları vardı başörtüsü kıvılcım oldu’

Vida, huzursuzluğun ve insanları sokağa iten temel problemin ekonomik temelli olduğunu düşünüyor.  Nesrin de “İran parası sürekli değer kaybediyor. Satın alma gücü büyük ölçüde düştü, insanlar geçim derdinde. Böyle huzursuz bir ortamda başörtüsü meselesi, hükümete karşı ayaklanmanın kıvılcımı oldu. Sadece kadınlar değil tüm halk sokakta. Bu bir devrim hareketi” diyor. Eylemlerin asıl sebebinin hicab olup olmadığını yakından tanıdığım, Türkiye’de dahi başörtüsünü çıkarmayan İranlı bir dostuma sorduğumda, o da “Sen, 2013’teki eylemlere, Gezi Parkı’ndaki ağaç için mi katılmıştın” karşılığını vermişti.

Gençliği Tahran’da geçen ve “saç yüzünden cehenneme gitme korkusu ile büyüdüğünü” söyleyen Seher ise hicabın büyük bir sorun olduğu görüşünde. Seher konuşurken, 30 yıl önce üniversitede sanat okurken yaşadığı zorlukları hatırlıyor: “Bir grup ilahiyat öğrencisi peşimizden gelip ‘ahlaksız’ derlerdi bize. Enstrüman çalan bir kadın olarak çok ayrımcılığa maruz kaldım. Erkeklerin önünde sahne alamazdım, konserler için ruhsat gerekiyordu. Ya da çalacağımız bir eserde bu eser ünlü bir hafıza ait olsa bile cinsel anlam taşıdığı gerekçesiyle bazı kelimeler sansürlenebiliyordu…

‘Kadınlar iki farklı hayata zorlanıyor’

Seher, kadın sadece cinselliğiyle düşünüldüğü için tecridin uygulanmak istendiğini ve uygulamaların kadınları evde farklı, dışarıda farkı, iki ayrı hayat yaşamak zorunda bıraktığını söylüyor. Seher, İran Anayasasında kadının “ikinci sınıf vatandaş” muamelesi gördüğünü belirtiyor: “Evlilikte, ticarette, mirasta kanunlar erkeklerden yana. Halbuki bugün gelişen ve gelişmekte olan ülkelerde yasalar çocuk ve kadını korur. İran’da tam tersi. Bizler, erkekle eşit muamele gördüğümüz yeni bir anayasa istiyoruz; ifade özgürlüğü, eleştiri hakkı, adaletli ve özgürce yapılan seçimlerde seçme ve seçilmeyi talep ediyoruz.

Dinin siyasetten ayrı ele alınması gerektiğini söyleyen Vida da taleplerini söyle anlatıyor: “Bana terörist gibi bakılmasını, terörist gibi muamele görmeyi istemiyorum. İran halkı olarak hak ettiğimiz, bize layık yaşam koşullarını istiyoruz.” Sara’nın da “Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olduğu normal bir yaşam” dışında bir beklentisi yok. 53 yaşındaki ebe Dilara N. sadece “normal yaşamak” istediğini söylüyor. Ona göre bunun yolu da “kadının sosyal, siyasi ve özel hayatta yani tüm cihetten haklarını kazanmasıyla mümkün.” Dilara’nın bir talebi de eylemlere katıldıkları gerekçesiyle insanlara kötü muamele edenlerin cezalandırılmaları.

‘Emperyalistlerin büyük korkusu…’

İran’daki protesto gösterilerine ABD ve AB’den gelen destek mesajlarını soruyoruz. Konuştuğumuz kadınların tamamının ABD ve AB’ye yaklaşımı çok net. Vida, “İranlıların zekâsı ve kültürü emperyalist güçlerin korku ve dehşet yeridir. O yüzden onlar bizim gelişme arzumuzun yanında olmaz. Biz bu sorunumuzu çözemediğimiz sürece kısıtlı olacağız ve emperyalistler de bunu istiyor, iç sorununu çözmüş bir İran istemiyorlar. Dolayısıyla kendi çıkarının peşinde olan Amerika da Avrupa da bu yönetimin iş başında olmasını tercih ediyor. Çünkü bu yönetim değişmediği sürece iç sorun da devam edecek” ifadelerini kullanıyor.

Sara küreselleşmenin, sadece İran değil tüm ülkelerin tek başına karar alma gücünü törpülediğini ve Batı sömürüsünün artık savaş değil mezhep ve ırk gibi “sorunlar” üzerinden meşrulaştırıldığını belirtiyor ve ekliyor: “Batı, bu eylemlerin sonunu kendi için olumlu görmüyor. Eğer kazançlı çıkacağını bilseydi daha keskin müdahale girişiminde bulunurdu.

ABD’nin de Avrupa’nın da İran’daki eylemlerden hoşnut olmadığını, çünkü onların sakin bir Ortadoğu arzulamadığını belirten Nesrin’e göre Batı’dan gelen destek açıklamaları göstermelik ve samimi değiller: “Onlar; İranlıları himaye amacı taşımıyorlar. Zaten himaye ettiklerinin örneğini Irak ve Afganistan’da çok yakından gördük.

Vida, “Emperyalistler iç sorununu çözmüş bir İran istemiyor” diyor.

Eylemlerin arkasındaki güç

İran’dan yükselen taleplerin hiçbiri tüm engellemelere rağmen özellikle kadınların üniversitelerde, akademide, sosyal yaşamda ağırlığı düşünüldüğünde beklenmedik değil, “düvel-i muazzamının” bölgemizdeki herhangi bir karışıklıkta ellerini ovuşturması ya da faydalanmaya çalışması da… Buna rağmen kadınların eşitlik ve insanların ekonomik talepleri emperyalizme alet olmakla eşitleniyor.

Taleghani kara çarşafıyla yıllarca cumhurbaşkanlığına aday olma mücadelesi yürütürken nasıl “Amerikan uşağı” ya da “Batı maşası” veya “vatan haini” değilse kuşkusuz eşit ve normal bir yaşam talebiyle sokağa çıkmak zorunda bırakılan Seher, Sara ya da Vida da değil. Yaşananlar, şeriatın nimetlerinden faydalananların, külfetinden nasibini alan kadına kulak verme vaktinin geldiğini gösteriyor.

İran’daki hoşnutsuzluğun sokağa taşmasında Batı’nın ekonomik yaptırımları altında, her yıl daha da derinleşen ve derinleştikçe halkı yoksulluğa mahkûm eden ekonomik krizin payı büyük. İran halkı, kimi zaman büyük dönüşümlerin yaşandığı, bu öfke patlamalarının hangi koşullarda geldiğini çok iyi biliyor. Devrimden önce İran uleması, toprak reformu ile ekonomik çıkarı doğrudan tehdit edilmeden, dayandığı geleneksel ticaret erbabının çıkarı ise küresel sanayi sermayesi karşısında tehlikeye girmeden Şah’ı karşısına almadı. Üstelik bu dönem örtünme yasağı da dahil en uç “reformların” uygulandığı dönemdi. Ulema 1906’da ilk İran Anayasası’yla elde ettiği, meclisten çıkacak yasaların şeriata uygunluğunu denetleme görevini bile ancak 1963’teki toprak reformunda hatırladı.

Su akar yatağını bulur

Dolayısıyla ekonomik olarak varlığı tehdit edilmeyen bir sınıf, grup ya da insanın zorluklara, sıkıntılara katlanmasıyla, bu güvencenin ortadan kalktığı durumda sesini yükseltmesi “hayatın olağan akışına uygun.” Bu olağan akışta “dış müdahale” aramak, akışa karşı kürek çekmek gibi, sonuçsuz bir eylem. Herhangi bir ülke, hele hele ABD, Arap ülkelerine yaptığı gibi öyle kolay kolay İran’a “devrim” ya da “reform” ihraç edemez. Çünkü İran, köklü devlet geleneğine sahip, önemli bir kültür birikimi olan, üstelik toplumu antiemperyalizm fikrine yaslanan, bölgenin iki büyük gücünden biri. İran devleti, bu akan suya ya yeni bir yol bulacak ya da bir, iki, beş, on yıl sonra bu kez daha gür biçimde akmak üzere zorla “kurutacak.” Ama er ya da geç, öyle ya da böyle o su, akacak ve yatağını bulacak.

ORTADOĞU

Elektronik cihaz terörü, kara saldırısı salvosu mu?

Yayınlanma

WSJ’ye göre Lübnan’daki elektronik cihazların patlaması daha geniş çaplı bir saldırının başlangıcı olabilir.

Wall Street Journal (WSJ) Lübnan’da çağrı cihazları ve diğer elektronik cihazların patlatılmasının, Pentagon’un İsrail ve Hizbullah arasında güney Lübnan’da patlak verebilecek bir kara savaşına ilişkin endişelerini keskin bir şekilde artırdığını yazdı.

Gazete, ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’in salı günü ve dün meydana gelen yüzlerce patlamadan önce pazartesi günü yapılan bir toplantıda üst düzey Pentagon yetkililerine İsrail’in 8 Ekim’den bu yana karşılıklı roket ve hava saldırıları düzenlediği Hizbullah’a karşı yakında bir saldırı başlatabileceğinden korktuğunu söylediğini aktardı.

WSJ’ye göre İsrail’in Lübnan’daki “cesur” çağrı cihazı ve telsiz saldırıları ABD’nin olası bir işgal konusundaki endişeleri daha da artırdı. Üst düzey bir savunma yetkilisi, Salı gününden bu yana diğer Pentagon yardımcıları tarafından yapılan yorumları tekrarlayarak, “Bunun kontrolden çıkmasından çok endişeliyim” dedi.

ABD’ye göre İsrail, çağrı cihazı saldırılarını yaptıktan sonra bilgi vermiş

Konuyla ilgili bilgi sahibi bir kişiye göre İsrail ordusu aylarca Gazze’de faaliyet gösterdikten sonra geçen günlerde komando ve paraşütçü askerlerden oluşan bir tümeni ülkenin güneyinden kuzeye taşıdı. Tümen binlerce askerden oluşuyor.

ABD’li yetkililer, olası bir işgalin yaklaştığının en önemli işareti sayılacak yedek askerlerin göreve çağrılması gibi bir adımın henüz gelmediğini ayrıca işgal kararı alınsa bile İsrail kuvvetlerinin büyük bir saldırı başlatacak konuma gelmesinin haftalar alabileceğine dikkat çekti. Ancak ABD savunma yetkilileri, İsrail’in başka büyük askeri hamleler yapmadan daha küçük bir operasyonu daha hızlı bir şekilde düzenleyebileceğini söyledi.

Öte yandan İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant dün yaptığı açıklamada “Savaşta yeni bir safhanın başlangıcındayız; kuzey bölgesine kaynak ve güç tahsis ediyoruz ve görevimiz açık: İsrail’in kuzeyindeki toplulukların evlerine güvenli bir şekilde dönmelerini sağlamak” dedi ve ekledi: “Bunun için güvenlik durumunun değişmesi gerekiyor.”

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, da yaptığı görüntülü paylaşımda Hizbullah ile çatışmalar nedeniyle İsrail’in kuzeyinden tahliye edilen İsraillileri “güvenli bir şekilde evlerine geri döndüreceklerini” söyledi. Netanyahu, “Tam olarak yapacağımız bu” dedi.

ABD Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsü John Kirby de gazetecilere yaptığı açıklamada krizi savaşla değil diplomasi yoluyla sona erdirmenin hala bir yolu olduğunu söyledi. Kirby olası bir çatışma için “Hiçbir şey kaçınılmaz değil” ifadelerini kullandı.

Hizbullah, çağrı cihazları üzerinden yapılan saldırılar nedeniyle İsrail’e misilleme yapacağını açıkladı. İsrailli yetkililer patlamalarla ilgili olarak kamuoyuna herhangi bir açıklama yapmadı. İsrail’i suçlayan Lübnan hükümeti, salı günkü saldırılarda 12 kişinin öldüğünü ve 2,800’den fazla kişinin yaralandığını, dünkü saldırılarda ise 20 kişinin öldüğünü ve 450’den fazla kişinin yaralandığını söyledi.

Patlayan telsizlerin üretici firması: Sahte olup olmadığını teyit edemiyoruz

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant pazartesi günü Tel Aviv’de ABD özel temsilcisi Amos Hochstein’a “Kuzey sakinlerini evlerine döndürmenin tek yolunun askerî harekât olduğunu” söylemişti.

WSJ’ye göre eski bir savunma yetkilisi çağrı cihazlarının, telsizlerin ve diğer elektronik cihazların patlatılmasının zamanlamasına atıfta bulunarak “Bunu başka bir şey yapmadan önce şekillendirme olarak yaparsınız” dedi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Patlayan telsizlerin üretici firması: Sahte olup olmadığını teyit edemiyoruz

Yayınlanma

Lübnan’da patlatılan telsizler sonrası gündeme gelen cihazın Japon üreticisi “ICOM Inc.”, söz konusu modelin üretiminin 2014 yılında durdurulduğunu açıkladı. Firma, “Sahteciliği önlemek için hologram etiketi yapıştırılmadığından ürünün firmamızdan gönderilip gönderilmediğini teyit edemiyoruz” dedi.

Lübnan’da çok sayıda telsizin aynı anda infilak ettirilmesinin ardından sosyal medyada bu patlamalarda hasar gördüğü bildirilen ICOM marka cihazlara ait görüntüler paylaşıldı.

Japonya’nın Osaka şehri merkezli “ICOM Inc.” şirketinden yapılan açıklamada kamuoyundaki haberler sonrası firma bünyesinde ulaşılan bulgulara yer verildi. “IC-V82” modelinin Japon firmanın 2004-2014 yıllarında Orta Doğu dahil olmak üzere Japonya dışına sevk ettiği “kullanışlı bir radyo cihazı” olduğu kaydedilen açıklamada, ürün sevkiyatının yaklaşık 10 yıl önce durdurulduğu ve o tarihten beri fabrika merkezinden sevkiyat yapılmadığı bildirildi.

Cihazın ana ünitesini çalıştırmak için kullanılan pillerin üretiminin halihazırda durdurulduğu vurgulanan açıklamada, “Sahteciliği önlemek için hologram etiketi yapıştırılmadığından ürünün firmamızdan gönderilip gönderilmediğini teyit edemiyoruz” ifadesine yer verildi.

Açıklamada, yurt dışı ürün satışı ve sevkiyatları için “sadece yetkili distribütörlere satış yapıldığı” iddia edildi.

Lübnan’dan yeni patlama haberleri geldi

Açıklamada, ICOM marka radyo cihazlarının tamamının, Japonya’nın güneydoğusundaki Wakayama eyaletinde bulunan yan kuruluş “Wakayama Icom Co. Ltd.” firmasınca “ISO9001/14001/27001’e dayalı sıkı yönetim sistemi” altında üretildiği ifade edildi.

Açıklamada, cihazların üretiminde “önceden belirlenmişlerin haricinde parça kullanılmadığı” ve radyo cihazlarının tamamının aynı fabrikada imal edildiği ve denizaşırı üretim yapılmadığının altı çizildi.

Öte yandan Icom Direktörü Enomoto Yoşiki de gazetecilere yaptığı açıklamada cihazların pil bölgesinde ciddi patlama hasarının kayda geçtiği görüntülerle ilgili bunun “güç paketlerinin patlayacak şekilde modifiye edilmişlerle değiştirilmiş olabileceğini gösterdiğini” savundu.

Japonya Hükümeti: Bilgi topluyoruz

Japon basınında yer alan habere göre Icom yetkilisi Aaron Camp, gazetecilere yaptığı açıklamada, “Bu özel modeli, Ekim 2014’ten beri göndermedik, bu nedenle piyasadaki tüm cihazların sahte olma olasılığı oldukça yüksek” bilgisini paylaştı.

Firmalarının İsrail’de yetkili bir distribütörünün bulunduğunu ve ürünlerini İsrail’e sattıklarını kaydeden Camp, ülke içindeki ihracat kontrol yasalarına uyduklarını ve daha önce Suriye veya İran’a ürün sevkiyatı yapmadıklarını bildirdi.

Resmi haber ajansı Kyodo’nun firma kaynaklarına dayandırdığı haberine göre söz konusu model, yurt içi ve denizaşırı yaklaşık 160 bin adet satıldı ve 2014’te satışı sonlandırıldı.

Japonya Kabine Baş Sekreteri Hayaşi Yoşimasa, düzenlediği basın toplantısında, hükümetin, kamuoyuna yansıyan haberlerin farkında olduğunu belirterek, “Raporlardan haberimiz var. Şu anda bilgi topluyoruz” ifadelerini kullandı.

Uluslararası satış ve servis ağına sahip

Şirket tarafından üretilen ICOM telsizleri, dünya çapında geniş kullanıcı yelpazesine sahip ve çeşitli alanlarda iletişim amacıyla kullanılıyor.

Amatör radyo operatörleri için tasarlanmış çok yüksek frekans aralığında çalışan IC-82 modeli, plastik maddeden oluşuyor ve 1650mAh pil kapasitesine sahip.

Tek bir frekans bandında kablosuz olarak iletişim kurmak için radyo dalgalarını kullanan el tipi taşınabilir “walkie talkie” tipi telsiz, 54x139x36.7 milimetre​​​​​​ ebatlarında ve 390 gram ağırlığında.

207 kanal depolanabilen cihaz, istasyonu veya radyo amatörünü yasal olarak tanımlamakta kullanılan, dünya çapındaki amatör telsiz operatörlerine iletişim için tahsis edilmiş kişiye özel “çağrı işareti” özelliğine sahip.

IC-V82 cihazlarının, genellikle amatör radyo iletişimi, acil durum hizmetleri ve hobi amaçlı kullanım için tercih edildiği biliniyor.

Şirketin internet sitesinde yer alan bilgilere göre ICOM ürünleri, 80’den fazla ülkede satılıyor.

Telsizler, “amatör radyo telsizleri, denizcilik alanına hitap eden deniz telsizleri, hava trafik kontrolü için havacılık telsizleri ve zorlu koşullara uygun üretilen profesyonel mobil telsizler (PMR)” olarak kategorilere ayrılıyor.

Cihazlar, ABD, Avustralya, Almanya, İspanya ve Çin’deki bağlı kuruluşlar da dahil dünya çapında uluslararası satış ve servis ağına sahip.

Bu telsiz ekipmanlarının bazen askeri veya yarı askeri gruplar tarafından da acil durumlar ve eğitim amaçlı kullanılabildiği bildiriliyor.

Şirketin internet sitesinde kara mobil telsizlerinin ABD Savunma Bakanlığı ve ABD Deniz Piyade Kolordusu tarafından kullanıldığı bilgisi yer alıyor.

Hizbullah üyelerinin çağrı cihazlarında patlamalar: Kim, ne diyor?

Ne olmuştu?

Lübnan’da 17 Eylül’de Hizbullah mensuplarının kullandığı çağrı cihazlarında eş zamanlı patlamalar meydana geldi. Patlamalarda ikisi çocuk 12 kişi hayatını kaybetti, 300 kadarı ağır yaklaşık 2 bin 800 kişi yaralandı.

Ülkede 18 Eylül’de çok sayıda telsizin patlatılması sonucu da 20 kişi öldü, 450’den fazla kişi yaralandı.

Lübnanlı yetkililerin olaydan sorumlu tuttukları İsrail’den konuyla ilgili henüz bir açıklama gelmedi.

İsrail-Lübnan sınırında 8 Ekim 2023’ten bu yana taraflar arasında zaman zaman şiddetlenen çatışmalar yaşanıyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Lübnan’dan yeni patlama haberleri geldi

Yayınlanma

Salı günü binlerce Hizbullah üyesinin haberleşmek için kullandıkları çağrı cihazlarının patlaması sonucu yaralanmasının ardından, Lübnan medyası çarşamba günü ülke genelinde yeni patlamalar meydana geldiğini bildirdi.

Beyrut, Bekaa Vadisi ve Güney Lübnan’dan Hizbullah’ın telsiz ağına bağlı cihazların patladığına dair henüz teyit edilemeyen haberler geldi.

Bir güvenlik kaynağı ve bir görgü tanığı da Reuters’a, Hizbullah tarafından kullanılan el telsizlerinin çarşamba günü öğleden sonra ülkenin güneyinde ve başkent Beyrut’un güney banliyölerinde patladığını söyledi.

Eğer doğruysa bu, salı günü çoğu Hizbullah üyesi yaklaşık 3,000 kişinin patlayan çağrı cihazları nedeniyle yaralanmasının ve onlarca kişinin hayatını kaybetmesinin ardından Lübnan’da üst üste ikinci sabotaj ve patlama olacak.

Haberlere göre patlamalar Lübnan’daki Hizbullah üyelerinin cenaze törenine paralel olarak meydana geldi.

Bazı haberlere göre patlamalar yine Hizbullah tarafından kullanılan iletişim cihazları aracılığıyla oldu.

İnternette dolaşan görüntülerin, dün patlayan çağrı cihazlarından farklı görünen cihazları gösterdiği iddia ediliyor.

Olağan şüpheli İsrail’in, birkaç ay önce Lübnan’a teslim edilen bu cihazların içine, üretimin ve sevkiyatın bir noktasında müdahale ettiği ve küçük miktarlarda patlayıcılar yerleştirdiği, dün ise bir tür sinyal ile birlikte bataryalara müdahale yoluyla bu patlayıcıları etkinleştirdiği düşünülüyor.

Hizbullah üyelerinin çağrı cihazlarında patlamalar: Kim, ne diyor?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English