Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

‘İsrail, Bush’un 11 Eylül yolunu izlememeli’

Yayınlanma

Hamas’ın İsrail’e yönelik şok saldırısı yaygın bir şekilde ülkenin “11 Eylül anı” olarak nitelendirildi. İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) eski direktörü Kenneth Roth, “bu benzetme aynı zamanda uyarıcı olmalı” diye yazdı.

The Guardian’da kaleme aldığı yazıda Roth, “ABD hükümetinin, 11 Eylül’e verdiği yanıt Irak’ta son derece kötü niyetli bir savaşa, sistematik işkenceye ve Guantánamo’da yargılanmadan sonsuz tutukluluğa dönüştüğünde dünyanın sempatisini ve ahlaki üstünlüğünü kaybetti” dedi ve İsrail hükümetini benzer bir “kötü yolu” tekrarlamaması konusunda uyardı.

Roth yazısına şöyle devam ediyor: “Evet, Benjamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümeti işgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te yasadışı yerleşimleri genişletmeye devam ederken, Gazze halkını cezalandırıcı bir abluka ile sıkıştırırken ve işgal altındaki milyonlarca Filistinliye yaygın olarak apartheid olarak tanımlanan ayrımcı ve baskıcı bir yönetim uygularken Filistinliler anlaşılabilir bir şekilde hayal kırıklığına uğradılar. Daha da kötüsü, birbiri ardına gelen Arap hükümetleri, Filistinlilere en fazla göstermelik tavizler verdikten sonra İsrail ile ilişkileri normalleştiriyor ve bu da Filistinlilerin maruz kaldığı zulmü değiştirmiyor. Yine de bunların hiçbiri Hamas’ın yaptığı gibi savaş suçlarına başvurmayı haklı çıkarmaz. Bir tarafın işlediği savaş suçlarının diğer tarafın işlediği savaş suçlarını haklı çıkarmayacağı uluslararası insancıl hukukun temel bir önermesidir. Çoğu savaşın tutkuları, suçlamaları ve karşı suçlamaları göz önüne alındığında, sivilleri savaşın tehlikelerinden mümkün olduğunca uzak tutmak için tasarlanan kurallara uyma görevi mutlaktır, muhaliflerin davranışlarına bağlı değildir.

İsrail hükümetinin şimdiden bu kuralları çiğnediğini vurgulayan Roth, şöyle devam etti: “Gazze’ye yönelik ilan edilen kuşatma, gıda, su ve elektriğin engellenmesi, İsrail’in yoğun bombardımanına maruz kalan Gazze halkı gibi ihtiyaç sahibi sivillere insani yardımın ulaştırılmasına izin verme yükümlülüğünü ihlal etmektedir. Bu hava saldırılarının ilk gününde İsrail ordusu dört büyük apartman kulesini hedef aldı. Geçmişte İsrail bu tür saldırıları kompleksin içinde Hamas’a ait bir ofis olduğu iddiasıyla meşrulaştırmaya çalışmıştı ancak yüzlerce Filistinliyi evsiz bırakmanın sivil maliyeti tamamen orantısız. Bir saldırıda bir pazarın vurulduğu ve düzinelerce kişinin öldüğü bildiriliyor. BM iki hastanenin vurulduğunu söylüyor.

2006 yılında Lübnan’ın güneyinde Hizbullah’a karşı yürütülen savaşta İsrail ordusunun bölgeden kaçamayan ya da kaçmak istemeyen çok sayıda sivil olmasına rağmen sanki hepsi Hizbullah savaşçısıymış gibi kalan herkese saldırdığını hatırlatan Roth, Gazze’de İsrail ordusunun bu tür uyarılardan sonra mahalleleri dümdüz ettiğini bildiriyor: “Saldırılar sadece kalan sivilleri tehlikeye atmakla kalmıyor, aynı zamanda Gazze halkına kendi iradesini zorla dayatan Hamas savaşçılarını hedef almaktan çok sivil halkı cezalandırmak için tasarlanmış gibi görünüyor.”

Roth, İsrail hükümetinin sivillere yönelik uyarısını da gerçekçi bulmayarak, “zalimce” diye nitelendiriyor: “İsrail hükümetinin Gazze halkına kaçmaları için yaptığı uyarıda da zalimce ve uhrevi bir şeyler var. Nereye kaçacaklar? Sırayla bombalanırken Gazze’nin yoğun nüfuslu bir mahallesinden diğerine mi? İsrail’in ablukayı güçlendirmesine yardım eden ve bölgenin 2,2 milyon sakinine kucak açmaya yanaşmayan Mısır’a mı? Uyarıdan sonra İsrail ordusu Mısır’a giden geçidi bombaladı. Peki insanlar Gazze’den kaçarsa İsrail geri dönmelerine izin verecek mi, yoksa bu da 1948’deki gibi tek yönlü bir kaçış mı olacak?

Sivillerin öldürülmesinden Hamas’tan ziyade İsrail’i sorumlu tutan Roth şu ifadeleri kullanıyor: “Şimdiden her zamanki nakaratı duymaya başladık: Hamas sivil can kayıplarından sorumludur çünkü sivilleri ‘canlı kalkan’ olarak kullanmaktadır. Ancak ‘kalkan’, bir saldırıyı önlemek için sivillerin varlığını kasıtlı olarak kullanmayı ifade eder, sadece kentsel alanlarda savaşmayı değil, özellikle de Gazze’nin büyük bir kısmı böyleyken. Bazen Hamas şüphesiz bu kuralı ihlal ediyor, ancak sivilleri zarardan koruma görevi en başta saldırgana aittir.”

Gazze’deki sivil ölümlerinin hızla arttığını ve yakında Hamas’ın ilk saldırılarında ölenlerin sayısını çok aşacağını kaydeden Kenneth Roth, İsrail beklendiği gibi kara harekatına girişirse işlerin “daha da kötüye gideceğini” söylüyor: “Hükümet kasıtlı olarak sivilleri öldürmediğini söyleyerek kendini aklamaya çalışacaktır. Ancak ölenlerin kasıtlı olarak mı hedef alındıkları yoksa İsrail hükümetinin uluslararası insancıl hukuka riayet etmemesi nedeniyle mi öldürüldükleri pek fark etmeyecek.

İsrail’in Hamas’ın saldırısına askeri olarak karşılık vermek için “her türlü nedeni olduğunu” savunan Roth, “Ancak savaşmak için iyi bir neden, bu savaşı yöneten kuralları ihlal etmek için bir neden değildir. Eğer İsrail hükümeti 11 Eylül anına George W. Bush benzeri bir kayıtsızlıkla karşılık verirse, çok geçmeden onun hükümetinin küresel sempatiden küresel öfkeye giden yolunu izleyecektir. Tek umudum böyle bir gidişat ihtimalinin onu duraksatmasıdır” uyarısında bulunuyor.

DÜNYA BASINI

Birleşik Krallık’ın HTŞ’nin güçlendirilmesindeki rolü

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: İngiliz gazeteci Kit Klarenberg’in aşağıda çevirisini verdiğimiz makalesi, ABD ve Britanya’nın, ama özellikle de İngilizlerin El Kaide’den “koptuğu” öne sürülen Heyet Tahrir eş-Şam’ın (HTŞ) önce İdlib’de, sonra da Suriye’de nasıl iktidar olduğuna ışık tutuyor. ABD ve Birleşik Krallık, HTŞ’nin El Kaide’den “koptuğu” 2016 yılı ile HTŞ’nin kurulduğu 2017’den itibaren, uluslararası alanda “terör örgütü” kabul edilmesine rağmen bu örgütü parlatmak için elinden geleni yaptı. Londra’nın yeni hakimi İşçi Partili Başbakan Keir Starmer’ın, Beşar Esad devrildikten sonra ülkesinin “Batı Asya’da daha belirgin ve kalıcı bir rol” oynayacağını müjdelemesi de, sürecin sağlaması.


İsyancıları imal etmek: Birleşik Krallık ve ABD, HTŞ’yi nasıl güçlendirdi?

Kit Klarenberg
The Cradle
26 Aralık 2024

18 Aralık’ta The Telegraph gazetesi , Birleşik Krallık ve ABD’nin haftalar önce Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ı deviren kitlesel saldırıda Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) ile işbirliği yapan “isyancı” bir güç olan Devrimci Komando Ordusu (DMO) savaşçılarını nasıl eğitip “hazırladığına” dair sıra dışı bir soruşturma yayınladı.

Daha önce benzeri görülmemiş bir ifşaatta bulunan yayın organı, Washington’un sadece saldırıyı çok önceden “bilmekle” kalmadığını, aynı zamanda “ölçeği hakkında kesin istihbarata” sahip olduğunu da ortaya koydu. Washington’un HTŞ ile şimdi teyit edilen “etkili ittifakı”, on buçuk yıldır süren vekalet savaşından ortaya çıkan “birçok ironiden biri” olarak tanımlandı.

Telegraph bu işbirliğinin istem dışı olduğunu, Suriye’nin uzun süren iç savaşının “çoğu yabancı güçler tarafından desteklenen şaşırtıcı bir dizi milis ve ittifak” doğurmasının bir belirtisi olduğunu öne sürdü.

HTŞ’ye ABD desteği: ‘Gerekli’ bir ittifak

İttifaklar değişkendi; gruplar sık sık parçalanıyor, birleşiyor ve bağlılıklarını değiştiriyordu. Savaşçılar kendilerini sık sık taraf değiştirirken buldular ve gruplar arasındaki çizgiler bulanıklaştı. Yine de çok sayıda kanıt, Birleşik Krallık ve ABD’nin HTŞ’nin egemen isyancılarıyla bilerek ve uzun süredir devam eden bağlarını sürdürdüğünü gösteriyor.

Örneğin Mart 2021’de, seçilmiş Başkan Donald Trump’ın eski Suriye baş temsilcisi James Jeffrey, PBS’e verdiği açıklayıcı bir röportajda Washington’un HTŞ’ye yardım etmek için dönemin Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’dan özel bir “muafiyet” aldığını açıkladı.

Bu muafiyet, BM/ABD tarafından belirlenmiş terör örgütüne doğrudan finansman sağlanmasına ya da silahlandırılmasına izin vermese de, ABD tarafından sağlanan kaynakların “bir şekilde” HTŞ’ye gitmesi halinde batılı aktörlerin “suçlanamayacağını” garanti altına alıyordu.

Suriye savaş alanında silahların değiştirilebilirliği Washington’un çok güvendiği bir şeydi. CENTCOM sözcüsü Yarbay Kyle Raines’e, 2015 yılında verdiği bir mülakatta Pentagon tarafından onaylanmış savaşçıların silahlarının neden Nusra Cephesi’nin (HTŞ’nin öncülü) elinde görüldüğü sorulmuştu. Raines şu yanıtı vermişti: “Biz bu güçlere ‘komuta ve kontrol’ etmiyoruz; sadece onları ‘eğitiyor ve etkinleştiriyoruz.’ Kiminle ittifak yaptıklarını söylüyorlarsa, bu onların bileceği iş.”

Bu yasal boşluk Washington’un HTŞ’yi “dolaylı” olarak desteklemesini sağladı ve grubun terör örgütü (bu statü, şu anda gerçek adı Ahmad eş-Şara olan lider Ebu Mohammad el-Colani’nin başına konan şimdi kaldırılmış 10 milyon dolarlık ödül ile tamamlandı) olarak tanımlanmasını sürdürürken çökmemesini sağladı.

Jeffrey bu stratejiyi, HTŞ’nin “bölgede ABD tarafından yönetilen bir güvenlik sistemini” korumak için “en az kötü seçenek” olduğunu ve bu nedenle “kendi hallerine bırakılmaya” değer olduğunu söyleyerek rasyonalize ediyordu. HTŞ’nin hakimiyeti ise Türkiye’ye İdlib’de faaliyet göstermesi için bir platform sağladı. Bu arada HTŞ ABD’li hamilerine açık mesajlar göndererek yalvardı:

“Dostunuz olmak istiyoruz. Biz terörist değiliz. Biz sadece Esad’la savaşıyoruz.”

‘Güvenli sığınak’

Esad’ın devrilmesinden bu yana Londra’daki yetkililer, HTŞ liderliğindeki geçici yönetimi Suriye’nin yeni hükümeti olarak meşrulaştırma konusunda belirgin bir şekilde başı çekti. Grup 2017 yılında Birleşik Krallık’ın yasaklı terör örgütleri listesine eklendi ve listenin girişinde HTŞ’nin uzun süredir yasaklı olan El Kaide’ye “alternatif isimler” arasında değerlendirilmesi gerektiği belirtildi.

Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer grubun listeden çıkarılması için “çok erken” olduğunu belirtirken, İngiliz yetkililer 16 Aralık’ta HTŞ temsilcileriyle bir araya geldi – bu tür toplantıların yasadışı olmasına rağmen.

Bu durum muhtemelen HTŞ’nin Batı tarafından son derece siyasileştirilmiş bir şekilde rehabilite edileceğinin sinyallerini veriyor. Suriye’deki kirli savaş boyunca İngiliz istihbaratı “ılımlı isyancıları” desteklemek için kapsamlı psikolojik operasyonlar yürüttü, vahşet propagandası ve insani hikayeler hazırladı.

Bu çabalar görünürde HTŞ, IŞİD ve El Kaide gibi grupların altını oymayı amaçlıyordu. Ne var ki Birleşik Krallık istihbaratından sızdırılan belgeler, HTŞ’nin 2016 sonrasında El Kaide ile nasıl iç içe kaldığını ortaya koyarak medya söylemleriyle doğrudan çelişiyor.

Başka bir deyişle, on buçuk yıl süren kriz boyunca HTŞ resmi olarak ülkedeki en köktendinci, soykırımcı unsurlarla aynı seviyede görülmüştür.

İngiliz belgeleri HTŞ’nin 2016’da El Kaide ile tüm bağlarını kopardığı yönündeki yaygın söylemle de tamamen alay ediyor. 2020 tarihli bir dosya, El Kaide’nin işgal altındaki Suriye topraklarında HTŞ ile nasıl “birlikte var olduğunu” ve burayı ulus ötesi saldırılar için bir fırlatma rampası olarak kullandığını anlatıyor.

Belgede HTŞ’nin hakimiyetinin, El Kaide’nin istikrarsızlıktan beslenerek eğitim alması ve genişlemesi için “güvenli bir sığınak” yarattığı uyarısında bulunuluyordu. İngilizlerin HTŞ’ye karşı yürüttüğü psikolojik harekat yıllarca sürdü ama sonuçta başarısız oldu. Bunun yerine, sızdırılan dosyalar HTŞ’nin artan etkisinden, toprak kazanımlarından ve alternatif bir hükümet olarak yeniden isim yapmasından yakınıyor.

“[El Kaide] amaçları ve hedefleri Suriye sınırları dışına taşan, açıkça Selefi-Cihatçı ulusötesi bir grup olmaya devam etmektedir. [El Kaide’nin] önceliği, Suriye’de istikrarsızlıkla beslenen güvenli bir sığınak sağlamaktır; bu sığınaktan eğitim alabilmekte ve gelecekteki yayılma için hazırlık yapabilmektedirler. HTŞ’nin kuzeybatı Suriye’deki hakimiyeti [El Kaide] bağlantılı grup ve bireylere varlık alanı sağlıyor.”

İngiliz destekli propaganda HTŞ’ye yarıyor

İngiliz istihbaratının HTŞ’yi engellemeye yönelik psikolojik operasyonları örgütün kuruluşundan yakın zamana kadar devam etmiştir. Yine de hiçbir şey başaramamış gibi görünüyorlar. The Cradle tarafından incelenen çok sayıda sızdırılmış dosya, HTŞ’nin “etkisinin ve bölgesel kontrolünün” yıllar içinde nasıl “dramatik bir şekilde arttığından” yakınıyor.

Elde ettiği başarılar radikal grubun “konumunu sağlamlaştırmasına, rakiplerini etkisiz hale getirmesine ve kendisini Suriye’nin kuzeyinde kilit bir aktör olarak konumlandırmasına” olanak sağladı. Fakat HTŞ’nin “hakimiyeti” kısmen grubun kendisini alternatif bir hükümet olarak yeniden adlandırmasıyla sağlandı.

HTŞ’nin işgal ettiği topraklar hastaneler, kolluk kuvvetleri, okullar ve mahkemeler de dahil olmak üzere çeşitli paralel hizmet sağlayıcılara ve kurumlara ev sahipliği yapıyordu. Grubun yerel ve uluslararası propagandası bu kaynakları tüm ülkeye yayılmayı bekleyen “alternatif” Suriye’nin bir göstergesi olarak özellikle tanıttı.

İronik bir şekilde, bu yapı ve örgütlerin birçoğu –IŞİD tarafından yönetilen bölgelerde de faaliyet gösteren kötü şöhretli Beyaz Miğferler gibi– doğrudan İngiliz istihbaratının ürünleriydi ve rejim değişikliği propagandası amacıyla oluşturulmuşlardı. Dahası, Londra tarafından muazzam masraflarla agresif bir şekilde desteklenmişlerdi.

Sızdırılan Birleşik Krallık istihbarat belgelerinde “ılımlı muhalif hizmetlere ilişkin farkındalık yaratmanın” ve yerel ve uluslararası kitlelere “[Esad] rejimine karşı inandırıcı bir alternatifin ikna edici anlatılarını ve gösterilerini” sunmanın önemine defalarca atıfta bulunuluyor. Dosyalarda bu çabaların HTŞ’nin kendisini Esad’a karşı “inandırıcı bir alternatif” olarak sunma çabalarına büyük ölçüde yardımcı olabileceğine dair herhangi bir değerlendirme bulunmuyor.

Bununla birlikte, işgal altındaki topraklarda yaşayan Suriyelilerin HTŞ’ye “özellikle de HTŞ’den hizmet alıyorlarsa” uyum sağlayacakları kabul ediliyor. Daha da vahimi, belgelerde “HTŞ ve diğer aşırılık yanlısı silahlı grupların Birleşik Krallık hükümetinin Çatışma, İstikrar ve Güvenlik Fonundan (CSSF) destek alan muhalif oluşumlara saldırma ihtimalinin çok daha düşük olduğu” belirtiliyor.

Bu fon, Birleşik Krallık’ın Suriye propaganda savaşının ve Beyaz Miğferler ve aşırılık yanlısı Özgür Suriye Polisi gibi örgütlerin finanse edildiği mekanizmaydı.

Birleşik Krallık tarafından yönetilen ve HTŞ’yi “zayıflatmayı” amaçladığı iddia edilen bu yönetim yapıları ve muhalif unsurlar, işgal altındaki topraklarda yaşayanlara “kanıtlanabilir bir şekilde kilit hizmetler sağladıkları” için, yabancı finansmanlı çalışmaları nedeniyle şiddetli misillemelerden korunarak grup tarafından kontrol edilen bölgelerde faaliyet gösterdiler.

Daha karanlık bir ihtimal de HTŞ’nin bu “muhalif oluşumların” İngiliz istihbaratı tarafından finanse edildiğini çok iyi biliyor olması ve bu temelde onlara dokunulmamış olmasıdır.

Koordineli saldırı

The Telegraph’ın haberine göre, Washington’un HTŞ’nin saldırısı hakkında “önceden bilgi sahibi olduğuna dair ilk işaret”, RCA vekillerine üç hafta önce ABD’li yöneticileri tarafından moral verici bir konuşma yapılmasıydı.

Ürdün ve Irak sınırlarına yakın, ABD kontrolündeki El Tanf hava üssünde yapılan gizli bir toplantıda militanlara güçlerini artırmaları ve Esad’ın “sonunu getirebilecek” bir saldırıya “hazır olmaları” söylendi. Alıntılanan bir RCA yüzbaşısı yayın organına şunları söyledi:

“Bize bunun nasıl olacağını söylemediler. Bize sadece ‘Her şey değişmek üzere. Bu sizin anınız. Ya Esad düşecek ya da siz düşeceksiniz.’ Ama ne zaman ya da nerede olacağını söylemediler, sadece hazır olmamızı söylediler.”

Bunun ardından üsse gelen ABD’li subaylar, RCA’yı Birleşik Krallık/ABD tarafından eğitilen, finanse edilen ve yönetilen diğer Sünni çöl birlikleri ve El Tanf’ta ortak komuta altında faaliyet gösteren isyancı birliklerle birleştirerek saflarını genişletti.

The Telegraph’a göre, “RCA ve HTŞ savaşçıları … işbirliği yapıyordu ve iki güç arasındaki iletişim Amerikalılar tarafından koordine ediliyordu.” Bu işbirliğinin “yıldırım taarruzunda” yıkıcı bir etkisi olduğu kanıtlandı ve RCA, ABD’nin açık emirleri üzerine ülke genelinde kilit bölgeleri hızla ele geçirdi.

Hatta RCA güneydeki Deraa kentinde HTŞ’den önce Şam’a ulaşan bir başka isyancı grupla güçlerini birleştirdi. RCA şu anda ülkenin yaklaşık beşte birini, Şam’daki bazı bölgeleri ve antik Palmira kentini işgal etmiş durumda.

Şimdiye kadar Rusya ve Hizbullah tarafından “yoğun bir şekilde savunulan” Moskova’nın yerel üssü şimdi RCA tarafından ele geçirildi. “Kuvvetin tüm üyeleri ABD tarafından silahlandırılmaya devam etti” ve Suriye Arap Ordusu (SAA) askerlerine ödenen maaşın yaklaşık 12 katı olan aylık 400 dolar maaş aldılar.

Esad hükümetini deviren RCA ve diğer aşırılık yanlısı milislerin bu şekilde doğrudan finanse edilmesinin bugün de devam edip etmediği belirsiz. Fakat açık olan bir şey varsa o da Birleşik Krallık ve ABD’nin “dolaylı yoldan” da olsa HTŞ’yi kuruluşundan itibaren desteklediğidir. Bu örtülü destek, HTŞ’nin Şam’a “yıldırım” gibi saldırması ve bugün yönetimi ele geçirmesi için mali, jeopolitik, maddi ve askeri olarak konumlanmasında çok önemli bir rol oynadı.

Esad’ın devrilmesinin ardından, Londra ve Washington’un hedefinin başından beri bu olduğu yorumunu güçlendiren Starmer, bunun sonucunda Birleşik Krallık’ın Batı Asya’da “daha belirgin ve kalıcı bir rol oynayacağını” açıkladı.

Batılı ve bazı bölgesel başkentler, onlarca yıllık Baasçılığı yıkmak için cömertçe finanse edilen, kana bulanmış kampanyalarının görünürdeki başarısını kutlayabilirken, İngiliz istihbaratı uzun zamandır bu sonucun El Kaide’ye “gelecekteki genişlemesi” için daha da büyük bir “istikrarsızlıkla beslenen güvenli sığınak” sağlayacağı konusunda uyarıda bulunuyordu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

2024 İran için zor geçti ama asıl sınav 2025’te

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale 2024 yılının İran açısından nasıl geçtiğini özetliyor ve 2025’e dair öngörülerde bulunuyor:

***

İran 2024’ü zor geçirdi ve 2025 daha kolay olmayabilir

Arash Azizi

İran bu yıla 1 Ocak’ta Batı’ya alternatif güç merkezlerini bir araya getiren BRICS’e katılarak hayırlı bir başlangıç yapmıştı. Böylece, geçen yıl Suudi Arabistan’la ilişkilerin yeniden kurulması ve Şangay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) üye olmasının ardından diplomatik başarılarına bir yenisini daha eklemiş oldu.

2022-2023 protestolarının üstesinden geldikten sonra, hükümet yeniden dengesini buluyor gibi görünüyordu. Ancak, çok az kişi İran’ı ne kadar fırtınalı bir yılın beklediğini tahmin edebilirdi. 2024, hükümetin ve dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in politikalarının sürdürülemezliğinin her zamankinden daha belirgin hale geldiği bir yıl oldu.

Bölgesel olarak Tahran, yıllardır dış politikasının merkezinde yer alan Batı ve İsrail karşıtı milislerden oluşan ve Direniş Ekseni olarak adlandırılan koalisyonun eşi benzeri görülmemiş bir şekilde hırpalanmasına tanık olmak zorunda kaldı. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını sürdürmesiyle birlikte, Eksen üyesi Hamas kapasitesinin büyük bir kısmını kaybetti. İsrail Hamas lideri İsmail Heniyye’yi Tahran’da, Yahya Sinvar’ı ise Gazze’de öldürdü. Ayrıca Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ile birlikte örgütün Lübnan’daki pek çok komutanını da öldürdü.

Eksen’in bu şekilde zayıflaması, Suriye’de on yıl süren iç savaşın ardından Beşar Esad hükümetinin devrilmesinde önemli bir etken oldu. Bu aynı zamanda İran’ın bölgedeki ana devlet müttefikini kaybetmesi anlamına geliyordu.

Eksen’i desteklemek, bu yıla kadar Tahran’ın İsrail’le doğrudan askeri çatışmaya girmek zorunda kalmadan mücadelesini sürdürmesini sağlayan bir stratejiydi. Ancak bu “Hamaney Doktrini” İran ve İsrail’in Nisan ve Ekim aylarında ilk kez doğrudan karşı karşıya gelmesiyle başarısızlığa uğradı.

Fırtınalı bir yıl geçiren İran, iki nükleer güç olan İsrail ve Pakistan’a ait toprakların yanı sıra Irak ve Suriye’ye de saldırılar düzenledi. Hamaney’in savaşı ülkeden uzak tutma iddiası o zamandan beri inandırıcı görünmüyor. Ve yıl sona ererken hem Direniş Ekseni hem de Hamaney Doktrini harabeye dönmüş durumda.

İran ayrıca kendisini Batı’dan diplomatik olarak daha da izole olmuş bir halde buldu.

Haziran ayında Kanada, Devrim Muhafızları Ordusu’nu terör örgütü listesine alarak ABD’ye katıldı. İranlı-Alman bir siyasi mahkûmun idam edilmesine tepki olarak Berlin, Ekim ayında üç İran konsolosluğunu kapattı. Yılın başlarında da Hamburg’da 1950’lerden beri faaliyet gösteren İran destekli bir camiyi kapattı. Almanya ayrıca Rusya’nın Ukrayna’daki savaşına verdiği destek nedeniyle Tahran’a yeni yaptırımlar uygulanmasında Fransa ve ABD’ye katıldı.

İç politikada ise Hamaney ve müesses nizamdaki diğer kişiler baskıların devam etmesinin hükümetleri için iyi olmayacağını anlamış görünüyorlardı. Şubat ayında yapılan parlamento seçimlerine katılım yüzde 40’ta kaldı ki bu İslam Cumhuriyeti tarihindeki en düşük orandı.

Mayıs ayında meydana gelen bir helikopter kazası durumu bir nebze değiştirdi. Bu kaza İran’ın o zamanki muhafazakâr (ve Hamaney’e sadık) Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin ölümüne yol açtı. Bu ani ölüm, Tahran’a reformist ve merkezci grupları tekrar siyasi arenaya dahil etme fırsatı verdi. İki tur cumhurbaşkanlığı seçimi (yine İran tarihindeki en düşük katılımla) sonrasında halk, yaklaşık 20 yıl sonra ilk kez bir reformisti, Mesud Pezeşkiyan’ı Cumhurbaşkanı seçti.

Pezeşkiyan, 1997-2005 yılları arasında cumhurbaşkanlığı yapan ve ülkeyi demokratikleştirme sözü veren Muhammed Hatemi gibi reformist seleflerine kıyasla daha mütevazı bir programla seçime girdi. Buna karşılık yeni Cumhurbaşkanı, iyi yönetişim ve internet özgürlüğü ve kadınlar için zorunlu başörtüsü gibi alanlarda sınırlı reformlardan biraz daha fazlasını vaat etti.

Dr. Pezeşkiyan’ın yönetimi daha önce ABD ile müzakerelerde yer almış deneyimli isimlerle dolu. Pezeşkiyan, ülkenin diplomatik izolasyonunu hafifletmek ve halkına ekonomik rahatlama sağlamak amacıyla Batılı güçlerle angajmana geri dönme sözü verdi. Başkanlık görevine zor bir başlangıç yapan Dr. Pezeşkiyan’ın işi oldukça zor.

Muhafazakarların çoğunlukta olduğu Parlamento kısa bir süre önce Pezeşkiyan’ın vaatlerine ters düşen acımasız bir hicap yasasını kabul etti. Salı günü, üyelerinin çoğu Dr. Pezeşkiyan’a karşı sorumlu olmayan Siber Uzay Yüksek Konseyi nihayet WhatsApp ve Google Play üzerindeki kısıtlamaların kaldırılmasını kabul etti, ancak bu sadece devede kulak.

Bu arada İran, modern tarihinde çok az örneği olan enerji kıtlığı ve elektrik kesintileriyle karşı karşıya.

Ancak 2024 yılı İran için ne kadar zorlu geçmiş olsa da Dr. Pezeşkiyan ve ülke için en önemli sınav yeni yılda, ABD’nin seçilmiş başkanı Donald Trump’ın göreve başlamasıyla başlayacak.

Trump, İran’a karşı “maksimum baskı” politikasını sertleştirme sözü verdi. Son haberlere göre İsrail yönetimindeki birçok kişi İran topraklarına yönelik saldırıları yeniden başlatmayı planlıyor. Trump’ın bu saldırılara onay verip vermeyeceği belirsiz, ancak Tahran üzerindeki baskıyı arttırmak için bu tehdidi kullanacağı kesin.

Trump’ın ikinci dönemi ne kadar tehditkâr görünse de önümüzdeki dört yıl Tahran’a bir fırsat da sunabilir. Seçilmiş başkan İran’la bir anlaşma yapmayı tercih ettiğini defalarca dile getirdi ve Tahran’ın esneklik göstermesi halinde bu anlaşma gerçekleşebilir. Japonya basınında İran yönetiminin Tokyo’dan Tahran ve Washington arasında arabuluculuk yapmasını isteyebileceğine dair haberler çıkmaya başladı bile.

İran hükümeti Trump ile bir anlaşma yapmak istiyorsa, kayıplarını ve İsrail’i “yok etme” yönündeki romantik ama gerçekçi olmayan vaadinin halkına yalnızca izolasyon ve sefalet getirdiği gerçeğini kabul etmeli. Hükümet, başarısızlıklarını kabul etmeli ve bölgedeki güç dengelerine uygun bir anlaşmayı kabul etmelidir. Ayrıca hem Batı ile bir anlaşmaya hem de ülkedeki popüler taleplere verilecek herhangi bir tavize karşı çıkan kendi içindeki muhafazakarlarına karşı koyması gerekecektir.

Yine de riskler, İran’ın müesses nizamı içindeki pek çok kişiyi daha uzlaşmacı bir yol izlemeye motive edecek kadar yüksek. Dolayısıyla yeni yıl ülke için zorlu geçebilecek olsa da tarihi bir değişim ve reform yılı da olabilir.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İran’ın Suriye’deki yeni stratejisi: Kürt gruplarla yeni bir dönem mi?

Yayınlanma

Yazar

İran ordusu

Esad yönetiminin çöküşü, İran’ın Suriye’deki nüfuzunu zayıflatırken Türkiye’nin etkisini artırdı. Ancak aşağıda çevirisini okuyacağınız makaleye göre İran, Suriye’deki etkisini tamamen kaybetmiş değil. Devrim Muhafızları’na yakın isimlerin bazı yorumlarını öne çıkaran makale Suriye’deki Kürt gruplara verilecek desteğin, İran’ın gelecekteki stratejisinin temel taşlarını oluşturabileceğini iddia ediyor:

***

Putin Tahran’da tartışmalara yol açarken Devrim Muhafızları’nın Suriye’den çıkışı gündemde

Amwaj.media

Olay: İran’da, Suriye’deki eski askeri varlığının gerçek boyutu ve ülkeden çekilme koşulları konusunda tartışmalar patlak verdi. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suriye’nin eski lideri Beşar Esad’ın isyancılar tarafından devrilmesi sırasında Rus güçlerinin binlerce “İranlı savaşçıyı” havadan Suriye dışına çıkardığını iddia etti.
İranlı yetkililer bu iddiayı yalanladı. Ancak Putin’in açıklamaları İran’ın Suriye’deki askeri konuşlanmasına ilişkin soru işaretlerini artırdı ve Moskova’nın güvenilir bir ortak olup olmadığına ilişkin tartışmaları yeniden alevlendirdi. Bu gelişme, Şam Büyükelçiliği’ne bağlı İranlı bir Şii din adamının “teröristler” tarafından vurularak öldürülmesinin ardından geldi.

Haber: Putin 19 Aralık’ta düzenlediği yılsonu basın toplantısında İran’ın Suriye’deki varlığıyla ilgili bir dizi tartışmalı açıklama yaptı.

-Rus lider televizyonda yayınlanan etkinlikte Rus güçlerinin Suriye’deki Hmeymim Hava Üssü’nden 4.000 “İran askerini” Tahran’a tahliye ettiğini iddia etti. Putin ayrıca İran yanlısı bazı birliklerin Lübnan ve Irak’a yerleştirildiğini de iddia etti.

-Rusya Devlet Başkanı gazetecilere yaptığı açıklamada “Geçmişte İranlı dostlarımız birliklerini Suriye’ye konuşlandırmak için bizden yardım istemişlerdi, ancak şimdi bizden birliklerini tahliye için yardım istediler” dedi.

-İsyancılar tarafından ele geçirilen ilk büyük şehir olan Halep’in 30 Kasım 2024’te düşmesi hakkında konuşan Putin, 30.000 hükümet askerinin ve İran destekli birliklerin “savaşmadan geri çekildiğini” söyledi.

Tahran’daki yetkililer Putin’in İran güçlerinin tahliyesiyle ilgili iddiasını reddetmekte gecikmedi.

-Dışişleri Bakanlığı sözcüsü İsmail Bekayi 20 Aralık’ta yaptığı açıklamada İran’ın Suriye’de “savaşçıları” değil sadece askeri danışmanları olduğunda ısrar etti. Bekayi İranlı sivillerin ve diplomat ailelerinin Hmeymim Hava Üssü’nden Tahran’a götürüldüğünü ama bunun İran uçaklarıyla yapıldığını da sözlerine ekledi.

-Milletvekili ve eski üst düzey Devrim Muhafızları Komutanı İsmail Kowsari ise İran’ın Suriye’de “hiçbir zaman” 4.000 askeri personeli olmadığını iddia etti. Muhafazakâr milletvekili, Rusya’nın “Lübnan, Afganistan ve diğer ülkelerin Suriye’de danışman sıfatıyla bulunan vatandaşlarını” havadan taşıdığını da belirtti.

İran ordusunun birleşik komutanlığı olan Khatam Al-Anbiya Merkez Karargâhı Başkan Yardımcısı Muhammed Cafer Asadi, 4.000 askerin tahliye edilip edilmediğini “tam olarak bilmediğini” söyledi. Ancak Asadi, tahliye edilenler arasında “uzun süredir Suriye’de yaşayan İranlıların” da bulunduğunu söyledi. Bu kişilerin askeri danışman olmadığını da iddia eden Asadi, İran’ın “Rusya’ya kendi güçlerini tahliye etmesine asla izin vermeyeceğini” söyledi.

Putin’in bu iddiası sosyal medyada da tartışılırken, bazıları Rusya’nın sadık bir ortak olup olmadığını sorguladı.

-Bölgeye odaklanan bir gazeteci ve gözlemci olan Elijah J. Magnier, Rusya’nın “tahliyeye yardımcı olduğunu” iddia etti ancak Esad 8 Aralık 2024’te devrildiğinde Suriye’de “sadece 2.100 İranlı danışman” olduğu iddia etti.

-Putin’in “İranlı dostlar” ifadesini kullanmasına atıfta bulunan siyasi yorumcu Hüseyin Yezdi, bu “dostların” son 200 yıldaki İran-Rusya ilişkilerini gözden geçirmelerini “dilediğini” söyleyerek Tahran’ın Moskova’ya yönelik tarihten gelen güvensizliğine gönderme yaptı.

-İran Ticaret Odası’nın eski başkanlarından Hüseyin Selahvarzi ise “Putin’den daha hain ve geveze biri var mı” diye sordu.

Bu arada İran medyası, Rai al-Youm’un 21 Aralık tarihli bir haberine atıfta bulunarak Sünni İslamcı lider Ebu Muhammed el-Colani’nin Şii Müslümanlara güvence verdiğini aktardı.

-Gerçek adı Ahmed el-Şara  olan Colani’nin Suriyeli Şii bir dini otoriteyle görüştüğü ve Şam’ın dış mahallelerindeki önemli bir Şii merkezi olan Seyyide Zeynep türbesini korumak için bir güvenlik ekibi görevlendirdiği bildirildi.

-İsyancı liderin ayrıca Alevi toplumuna da güvenlik garantisi verdiği bildirildi.

-İran Dışişleri Bakanlığı 21 Aralık’ta Suriye’de yaşayan ve Şam’daki İran Büyükelçiliği’nde “yerel görevli” olarak çalışan İranlı din adamı Davud Bitaraf’ın 15 Aralık’ta “teröristler” tarafından vurularak öldürüldüğünü açıkladı.

Esad’ın devrilmesi İran’ın Suriye’deki nüfuzunu önemli ölçüde zayıflatırken Türkiye’nin etkisini arttırdı. Ancak sosyal medyada dikkat çeken bir tartışmada iki DMO mensubu ve güvenlik uzmanı oyunun henüz bitmediğini düşünüyor.

-Hadi Masumi Zare, Ali Samadzadeh ile yaptığı tartışmada Suriye’nin en iyi ihtimalle Irak ya da Tunus gibi bir ülke haline geleceğini, ancak çeşitli hatlara bölünmüş bir ülkede tek bir grubun düzeni sağlamasının pek mümkün olmadığını savundu. Zare, bunun dış müdahaleye alan açacağını söyledi.

-Samadzadeh de bu görüşe bir dereceye kadar katılarak yönetim sorunları, iç bölünmeler ve dış rekabetin Suriye’yi İran’ın düşmanları için bir kaynak israfına dönüştüreceğini ileri sürdü.

-Samadzadeh, ABD’nin desteğini daha da zayıflatması halinde İran’ın Kürtler de dahil belirli grupları destekleyerek nüfuzunu yeniden kazanmaya çalışabileceğini sözlerine ekledi.

Esad yönetimindeki Suriye, İran’ın ‘Direniş Ekseni’ndeki tek devlet müttefikiydi ve ağın diğer üyeleri genellikle Tahran’ın “vekilleri” olarak anılıyordu. Ancak İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney 22 Aralık’ta bu nitelemeyi açıkça reddetti.

-Hamaney Tahran’da yaptığı bir konuşmada İslam Cumhuriyeti’nin “vekilleri olmadığını” ve Eksen bayrağı altında savaşan silahlı grupların “inançlarının gücü” nedeniyle Eksen’e yöneldiğini ısrarla vurguladı.

-Dini lider, İran’ın başta İsrail olmak üzere düşmanlarıyla savaşmak için “vekil güçlere ihtiyacı olmadığını” da vurguladı.

Bağlam/analiz: İran’ın Rusya’ya duyduğu güvensizlik toprak kayıpları, İran hareketlerinin bastırılması ve yabancı müdahaleler de dahil uzun bir geçmişe dayanan sömürü ve egemenlik ihlallerinden kaynaklanıyor.

-Bu tarihsel şikâyetler, fırsatçı ortaklıklara ilişkin güncel kaygılarla birleşerek İran’da Rusya’ya yönelik keskin görüş ayrılıklarını şekillendirmeye devam ediyor.

Şubat 2022’deki Rusya’nın Ukrayna işgalinden sonra gelişen askeri ortaklığa rağmen, Rusya İran’ın sabrını test etmeye devam etti.

-İran devlet medyası Aralık 2022’de Rusya’nın gelişmiş Sukhoi-35 (Su-35) savaş uçakları sağlayacağını bildirdi. Aradan iki yıl geçmesine rağmen Moskova söz konusu anlaşmayı henüz yerine getirmedi.

-Temmuz 2023’te Moskova, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ile İran’ın Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından iddia edilen üç ada üzerindeki egemenliğine itiraz eden ortak bir bildiri imzalayarak tartışmalara neden oldu.

-Temmuz 2023’te Moskova hem İran hem de Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) hak iddia ettiği üç ada üzerinde İran’ın haklarını sorgulayan Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ortak bildirisini imzalayarak tartışma yarattı.

-Rusya Eylül 2024’te Azerbaycan’ı Nahçıvan’a bağlayan tartışmalı Zengezur Koridoru’nun kurulmasını destekliyor gibi göründü. Tahran, Ermenistan’la bağlantısını keseceği endişesiyle uzun süredir bu plana karşı çıkıyor.

2013 yılında İran Devrim Muhafızları, silahlı bir ayaklanmayı bastırmak ve Sünni aşırılık yanlısı gruplarla mücadelede Esad’a destek vermek üzere Suriye’ye konuşlandırıldı.

-Çatışma sırasında öldürülen İranlı askeri danışmanların kesin sayısı belirsizliğini koruyor. Ancak Raporlar 2.000’den fazla “türbenin savunucusu”nun -İran destekli güçler için kullanılan bir terim- hayatını kaybettiğini ve ölenlerin çoğunun İran Devrim Muhafızları tarafından organize edilen Afgan uyruklular olduğunu gösteriyor.

-Esad, büyük ölçüde Rus hava desteği ve Lübnan Hizbullahı ile İran tarafından sağlanan kara kuvvetleri sayesinde iktidarını korudu.

Türkiye destekli grupların da katıldığı Sünni İslamcı Heyet-i Tahrir Şam (HTŞ) Kasım ayı sonlarında Esad’a karşı bir yıldırım harekâtı başlattı ve bu saldırı 8 Aralık’ta Esad’ın düşüşüyle sonuçlandı.

-İran devletine bağlı medya, eski Suriye liderinin İran’ın uyarılarını ve yardım tekliflerini reddettiğini söyledi.

Öngörü: Putin’in yorumları İranlı yetkilileri hasar kontrol moduna soktu. Ancak bu tartışmanın ikili ortaklığı etkilemesi pek olası görünmüyor.

– İranlı yetkililerin açıklamalarındaki tutarsızlıklar, iç anlaşmazlıkların ya da Suriye’deki önceki askeri varlıkla ilgili belirli bir anlatıyı öne sürme çabalarının göstergesi olabilir.

Colani’nin Şii Müslümanlara verdiği bildirilen güvenceler hem kendi imajını hem de grubunun imajını yumuşatma çabasıyla uyumlu.

-Tahran, Şii Müslümanların korunmasını memnuniyetle karşılarken, Suriye’deki nüfuzunu sürdürmek için diplomatik ya da başka yollar arayacaktır.

-Esad’ın düşüşünün tozu dumanı dindikçe, İran’ın adapte olmuş duruşunun içeriği -özellikle Kürt gruplara yaklaşılırsa daha geniş yansımalar da dahil- muhtemelen daha belirgin hale gelecektir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English