Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

“Daha önce çektiğimiz acılar şimdi yaşadığımız dehşeti azaltmıyor…”

Yayınlanma

gazze

İsrail ordusu, Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı saldırıların ardından Filistinlilere yönelik saldırılarını artırdı. Hava saldırılarının öne çıktığı ve çok sayıda sivil yapının hedef alındığı İsrail’in saldırıları sonucu on binlerce kişi yerinden edildi. Yıkılan binalara yönelik arama kurtarma çalışmaları, İsrail’in devam eden saldırıları nedeniyle sekteye uğrarken; Gazze Şeridi’ndeki Sivil Savunma Müdürlüğü, “yıkılan evlerin çokluğundan ötürü ekiplerinin yetersiz kaldığını” duyurdu.

Abluka altındaki Gazze’de ailesiyle birlikte yaşayan Filistinli gazeteci Muhammed R. Mhawish, The Nation için kaleme aldığı yazıda hem Gazze’de yaşanan trajik durumu anlatıyor hem de Filistinlilerin verdiği haklı mücadeleye yönelen eleştirilere yanıt veriyor:

***

Gazze Bugün Kâbus Gibi Ama Özgürlüğü Düşlemekten Vazgeçmeyeceğiz

Muhammed R. Mhawish

Bu savaşın tek bir sebebi var: Filistinlilerin yetmiş yıldır çektiği uzun süreli acı ve işgal.

GAZZE-Bu satırları yazarken etrafımda savaşın sesi duyuluyor. İsrail ordusu, Hamas ve diğer Filistinli grupların geçen cumartesi sabahı İsrail’in güneyine düzenlediği sürpriz saldırıya karşılık olarak Gazze Şeridi’ne yönelik bombardımanını üçüncü gününde de devam ediyor. Bu saldırılar topçu, deniz ve hava saldırılarını kapsıyor.

Bu yazı yazıldığı sırada Gazze’de en az 510 Filistinlinin öldüğü, 2 bin 750 kişinin de yaralandığı bildiriliyor. En az 800 İsraillinin de öldürüldüğü belirtiliyor.

Pazartesi günü öğleden sonra İsrail, Gazze’nin elektrik, yakıt, su ve gıdaya erişimini keserek Gazze’yi “tamamen kuşatma” altına aldığını duyurdu. Savunma Bakanı Yoav Gallant, “İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz ve buna göre hareket ediyoruz” dedi.

Elektrik tedariki bu açıklamadan önce bile en az yüzde 80 oranında azalmıştı ve bu durum temiz suya erişimimizi ve yaralıların hastanelerde tedavi edilebilmelerini etkiledi. İsrail ayrıca bölgenin büyük bir kısmına internet erişimi sağlayan şirketlerin bulunduğu binaları da bombalayarak insanların dış dünyayla iletişimlerinin kesilmesine neden oldu.

Bölgesel ve uluslararası aktörlerin arabuluculuk girişimleri azalmaya devam ederken, Gazzeliler İsrail ile birçok cephede uzun süreli bir çatışma olasılığından giderek daha fazla endişe duyuyor. Özellikle de çatışmalarda herhangi bir azalma belirtisi görülmediği ve ölü sayısı arttığı için İsrail güçlerinin kara harekâtına girişmesinden korkuluyor. İsrail ordusu Gazze’deki direniş mevzilerini ve sözde “terör” noktalarını hedef aldığını iddia etse de gerçek şu ki şu ana kadar yaşanan trajedinin yükünü siviller çekti.

Sıradan vatandaşlar bir kez daha kendilerini ölüm ve savaşın ortasında buluyor. Bu, Gazzelilerin sadece beş yıl içinde beşinci kez çatışmanın dehşetini yeniden yaşamaları ve yakın gelecekte barışçıl ve güvenli bir yaşama dair kırılgan umutlarının yıkılması anlamına geliyor.

Savaşın içinde yaşamaya çalışmak giderek daha kolay hale gelmiyor. Ailem ve ben İsrail’in Gazze’ye yönelik önceki savaşlarında da acı çektik, ancak bu, şimdi hissettiğimiz dehşeti azaltmadı. Her hava saldırısında göğsümüzde hissettiğimiz keskin acıyı hafifletmedi. Ciğerlerimizin sürekli jet saldırılarının ardında bıraktığı boğucu dumanı daha iyi kaldırmasını sağlamadı. Bunun yerine, daha önce görülmemiş düzeyde bir korku hissediyoruz. Daha fazla dehşet, daha yüksek sesli patlamalar var. Yer daha önce hiç olmadığı kadar sarsılıyor. Bu, yıllardır karşı karşıya olduğumuz aynı zorluğun daha yeni ve daha kötü bir versiyonu: yaşam mücadelesi.

İşler özellikle geceleri korkunç hale geliyor. Tüm şerit elektriksiz karanlıkta beliriyor. Patlama sesleri ve onlarla birlikte gelen ışık, insanların tek yoldaşı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazzelilere bombalamalar başlamadan önce “burayı terk etmelerini” tavsiye etti; bu tehdit son birkaç gündür ordudan aldığımız uyarılarla da destekleniyor. Bu uyarının, İsrail’e tüm mahalleleri ve kamusal alanları yok etme meşruiyeti vermesi amaçlanıyor. Ancak elbette Gazze’deki insanların gidecek hiçbir yeri yok ve İsrail ordusu sivil binaları ve kompleksleri hedef almaya devam ediyor.

Pazar günü Filistin Sağlık Bakanlığı, İsrail ordusunun Gazze’deki ailelere yönelik en az sekiz katliam gerçekleştirdiğini ve bunun sonucunda yaklaşık 54 vatandaşın hayatını kaybettiğini açıkladı. Bir saldırıda aynı ailenin 19 üyesi öldürüldü. Pazartesi günü İsrail Cibaliye mülteci kampını bombalayarak onlarca kişinin ölümüne neden oldu. Vurulan hedefler arasında bankalar, kamusal alanlar, limanlar, tarım arazileri ve konutlar da vardı.

Az önce anlattıklarımı okuyup “Bu korkunç bir şey ama siz Hamas’ın saldırıları yüzünden bu durumda değil misiniz?” gibi bir yanıt verecek olanlar olabilir.

Bir açıdan bakıldığında bu hafta sonu yaşanan şiddet olaylarının Hamas’ın sürpriz saldırısıyla başladığı aşikâr. Ancak bu düşünce tarzı, Hamas bu barışı bozmaya karar verene kadar Gazze’de her şeyin barışçıl olduğunu ya da hiçbir Filistinlinin İsrail’in elinde ölmediğini varsayıyor.

Gerçek şu ki İsrail, son 16 yıldır Gazze’deki 2,3 milyon insanı yavaş yavaş öldürüyor ve Gazzelileri sistematik olarak hayatlarımızın en temel ayrıntılarını etkileyen bir dizi apartheid politikasına tabi tutuyor. İşgal altındaki Batı Şeria’da yaşayan Filistinliler de her gün şiddete ve aşağılanmaya maruz kalıyor. Amaç, Filistinlileri mülksüzleştirmek ve öyle bir noktaya getirmek ki insanlar, pek çok kişinin “toplu cezalandırma” olarak adlandırdığı bu duruma son verilmesi için dış dünyaya sadece çağrı yapmaktan başka bir şey yapamaz hale geldi.

İsrail Gazze’deki yaşamı çekilmez kılmak için elinden geleni yapıyor. Gazze’nin tüm su kaynaklarını kontrol ediyor. Şeridin tüm giriş noktalarına yasadışı bariyerler koyarak Gazzelileri fiilen içeride hapsediyor (gerçi bu bariyerlerden bazıları son iki günde aşıldı). Şeride giren ve çıkan mal ve hizmet akışını kontrol ediyor ve şu anda yaptığı gibi bu hizmetleri kesmek için tek taraflı bir güç kullanıyor. Gazze’nin ekonomisini kasıtlı olarak daraltıyor.

Gazze dışında tıbbi yardıma ihtiyaç duyan Filistinliler gerekli bakımı alabilmek için çoğu zaman aşılmaz engellerle karşılaşıyor. Benzer şekilde, genç Filistinlilerin uluslararası üniversitelerde akademik hayallerinin peşinden gitmeleri, sırf Gazze’de Filistinli olarak doğma talihsizliğine sahip oldukları için rutin olarak engelleniyor.

Gazze halkı günlük zorluklara ve adaletsizliklere katlanıyor, işgal ve abluka yükünden kurtulup onurlu bir yaşam sürmelerini sağlayacak bir çözümün özlemini çekiyor. Ve bu koşulları barışçıl bir şekilde protesto etmeye çalıştıklarında İsrail onları soğukkanlılıkla katlediyor.

Dolayısıyla asıl soru “Bu neden şimdi oluyor” değil, “Bugüne kadar nasıl olmadı” olmalı. Hiçbir halkın, Filistinlilerin İsrail hükümetinin ellerinde maruz kaldığı baskı ve ayrımcılığa herhangi bir karşılık vermeden sonsuza kadar katlanması beklenemez. İsrail; Hamas ve diğer Filistinli direniş gruplarına karşı savaş yürüttüğünü iddia ederken, işlediği savaş suçlarını meşrulaştırmaya çalışıyor ve Filistin halkına karşı toplu cezalandırma uyguluyor.

İsrail bu savaşı kazansa bile bu bir zafer olarak görülmemeli. Hamas ve diğer gruplar, her yerde sömürgeleştirilmiş halkların yüzyıllar boyunca silahlı mücadeleyi desteklemesiyle aynı nedenden dolayı halk desteğine sahip. Mevcut çatışma iki gün önce başlamadı; İsrail Filistinlilere eşit insan muamelesi yapmamaya karar verdiğinde ve onları atalarının topraklarından ve bugün geri dönmek için can attıkları şehirlerinden zorla sürdüğünde başladı.

Halk şu anda Hamas’ın arkasında. Eğer Hamas olmasaydı bile, halk topraklarını ve halklarını savunmak, dünyanın sessizliği ve suç ortaklığı içinde yetmiş yıldır çektikleri uzun süreli acılara ve işgale karşı çıkmak için her türlü aracı kullanan herkesi desteklerlerdi.

Filistinliler, Gazze ablukasının kaldırılması, Batı Şeria’daki Filistinlilerin yaşamlarının kolaylaştırılması ve Mescid-i Aksa’da Filistinlilere yönelik saldırganlığın durdurulması gibi stratejik ihtiyaçlarını karşılayan geçici koşulları güvence altına almayı başarırlarsa mevcut çatışma sona erebilir. Ancak temel çatışma ancak işgal sona erdiğinde, apartheid sona erdiğinde ve Filistin’in tamamı özgür olduğunda sona erecek.

Gazze’de günlük sefalete katlanmak zorunda bırakıldıklarında, Cenin’de haksız yere öldürülmeye karşı direnme hakları ellerinden alındığında, Kudüs’te evlerinden sürüldüklerinde ya da Batı Şeria’da “apartheid’e hayır” sloganları attıkları için hapsedildiklerinde Filistinlilerin barış çağrılarının neden duyulmadığı sorgulanmaya değer. Dünya süregelen bu adaletsizlikler karşısında genellikle sessiz kalıyor ve ancak Filistinliler zalim bir işgale karşı meşru kendi kaderlerini tayin ve öz savunma haklarını kullandıklarında seslerini yükseltiyorlar. Ancak o zaman yüksek sesle kınamalar duyabiliyoruz.

Filistin ve Gazze’de yaşam hiçbir zaman çoğu kişinin “normal” olarak kabul edebileceği gibi olmadı. Savaşın sona ermesi uzun zaman alabilir, ancak gerçek şu ki, sözde “barış” zamanlarında bile Filistinlilerin yaşamlarını baltalayan baskıcı ideoloji devam ediyor. Gazze ablukası yeniden uygulanıyor, Kudüs ve Batı Şeria’da yerli Filistinlilere yönelik saldırılar sürüyor.

İsrail’in insanları terörize etmeyi, öldürmeyi ve nihayetinde parçalamayı hedeflediği böyle zamanlarda, içten içe daha da güçleniyoruz. Varlığımızın kendisinin bir tür direniş olduğunu biliyoruz. Soru, o zaman, Filistinlilerin neden savaştığı değil. Asıl soru, işgale karşı direnişi nasıl sürdürecekleri, ta ki özgürlükleri konusundaki nihai hedeflerine ulaşana kadar.

DÜNYA BASINI

Ekrem İmamoğlu’na gözaltı dünya medyasının gündeminde

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun sabah saatlerinde “kent uzlaşısı ile teröre destek” ve “yolsuzluk” iddiaları ile gözaltına alınmasının yankıları sürüyor.

Batı medyasında İmamoğlu’nun gözaltısı, genel olarak olası Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibine yönelik bir hamle olarak görülüyor.

Örneğin Financial Times, “Türk polisi Erdoğan’ın başlıca siyasi rakibini gözaltına aldı” başlıklı haberinde, “Devlet medyası İmamoğlu’nun çarşamba günü gözaltına alınmasının terörle bağlantılı olduğu iddiasıyla yürütülen bir soruşturmanın parçası olduğunu belirtirken, muhalefet bu hamleyi bir ‘darbe girişimi’ olarak nitelendirdi ve tutuklama Türk para biriminin ve piyasalarının düşmesine neden oldu,” dedi.

Yatırım yönetimi zinciri T Rowe Price analisti Tomasz Wieladek FT’ye verdiği demeçte, gözaltıyı “herkes için bir uyandırma çağrısı” olarak nitelendirdi.

Wieladek, Türkiye Merkez Bankası’nın TL’yi savunmak için ‘sınırlı bir ateş gücüne sahip olduğunu’ öne sürerek, “Varlıklar muhtemelen daha fazla satılmaya devam edecek,” dedi.

Bloomberg, sabahtan öğle saatlerine kadar Türk bankalarının TL’ye destek için 8 milyar dolar sattığını yazmıştı.

Piyasalarda sabah saatlerinden itibaren yaşanan çalkantılara dikkat çeken Bloomberg, bir başka haberinde ise, “Türkiye piyasaları çarşamba günü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibinin gözaltına alınmasının ardından, siyasi kargaşanın son dönemdeki yatırımcı dostu ekonomi politikalarını baltalama riski taşıdığı endişesiyle sarsıldı,” dedi.

Haberde görüşlerine yer verilen Londra’daki Monex Europe’un makro araştırma müdürü Nick Rees, “Bu sistem için biraz şok oldu. Piyasalar giderek daha kayıtsız hale gelmişti ve şimdi bu büyü bozuldu, tüccarlar Türkiye’nin siyasi risk primlerini yeniden fiyatlandırırken dramatik sonuçlar ortaya çıktı,” diye konuştu.

Coex Partners’tan Henrik Gullberg, hamlenin büyüklüğünün “şaşırtıcı” olduğunu, fakat siyasi baskı haberlerinin daha az şaşırtıcı olduğunu söyledi ve “Pratikte, bunun piyasaya duyarlı ekonomik politikalar açısından pek bir şey değiştireceğinden emin değilim,” dedi.

Haberde, Borsa İstanbul 100 Endeksi’nin de açılışta yaklaşık %7 düştüğü, 10 yıllık devlet tahvillerinin getirisinin ise 139 baz puan artarak %29,58’e yükseldiği belirtildi.

Alman Der Spiegel, “Türk yetkililer en önemli Erdoğan muhalifini gözaltına aldı” başlıklı haberinde, “Türk makamları İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik baskıcı önlemlerini genişletiyor,” denildi.

Haberde İmamoğlu’nun, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile birlikte Erdoğan’ın en güçlü rakibi olarak görüldüğüne dikkat çekiyor.

DW Türkçe’nin aktardığına göreİmamoğlu’nun gözaltına alınması Alman siyasetinde de geniş yankı buldu. Gelişme, “Erdoğan’ın baş rakibini devre dışı bırakma girişimi” diye değerlendirildi, ciddi sonuçlar doğurabileceği uyarısı yapıldı.

SPD Eş Genel Başkanı Lars Klingbeil da İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını ‘Türkiye’deki demokrasiye ağır saldırı” sözleriyle sert bir şekilde eleştirdi.

Klingbeil, “Türk hükümeti böylece artık adil seçimler ve bağımsız bir hukuk devleti istemediğini göstermiş oluyor. Atılan adımlar orantısızdır, güven ve inandırıcılığı yok etmektedir. Bunun tüm ülke açısından dramatik sonuçları olacaktır,” ifadelerini kullandı.

Alman Federal Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu üyesi ve Alman-Türk Parlamenterler Grubu Başkanı Max Lucks da İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını Cumhurbaşkanlığı seçimleri ışığında adil seçim ve adil rekabete yönelik bir saldırı diye nitelendirdi.

İngiliz The Times ise, “Erdoğan seçim rakiplerine baskı yaparken İstanbul Belediye Başkanı gözaltına alındı” başlıklı haberinde, “Türk liderin başkanlık için en büyük tehdidi olarak görülen Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından şehir genelinde protestolar yasaklandı,” ifadeleri kullanıldı.

Tokyo merkezli Nikkei Asia’daki haberde de Türk yetkililerin “Erdoğan’ın ana rakibini” gözaltına aldığı ileri sürülürken, muhalefetin bu hamleyi “darbe” olarak nitelendirdiğine dikkat çekildi.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Netanyahu’nun asıl hedefi

Yayınlanma

İsrail’in Gazze savaşına yeniden başlaması, Netanyahu’nun asıl amacını ortaya çıkarıyor: Sonsuz savaş yoluyla siyasi hayatta kalma

Amos Harel / Haaretz

İsrail’in Gazze operasyonuna yeniden başlaması, rehine görüşmelerindeki çıkmazı aşma ve Hamas’ı yenilgiye uğratma çabası olarak sunuluyor. Ancak Netanyahu’nun asıl amacı, acil siyasi hedeflere ulaşmak: Ben-Gvir’i hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonunu sağlamlaştırmak.

Bunu başka türlü açıklamak mümkün değil: İsrail, iki ay önce imzaladığı ateşkes anlaşmasının tüm şartlarını yerine getirmek istemediği için, ABD onayıyla, kasıtlı olarak ateşkesi ihlal etti.

Hamas, bir terör örgütü ve savaş, 7 Ekim’de İsrail’in güneyine düzenlediği sürpriz saldırıyla tamamen onun inisiyatifi ve sorumluluğunda başladı. Ancak son rehinelerin serbest bırakılma süreçlerinde Hamas’ın rehinelere ve ailelerine yönelik psikolojik istismarı, örgütün anlaşmayı büyük ölçüde ihlal ettiği şeklinde yorumlanamaz.

İsrail hükümeti, son haftalarda orduyu Gazze Şeridi’nden özellikle Gazze-Mısır sınırındaki Philadelphia Koridoru’ndan çekmeyerek anlaşmayı ihlal etti.

İsrail, ABD oluruyla Gazze’de katliama yeniden başladı

Hamas, Amerikalılar rehinelerin serbest bırakılması konusunda yeni bir müzakere süreci yürütüyor diye İsrail’in bu ihlaline göz yummadı. Bu da müzakerelerin tıkanmasına yol açtı. Buna karşılık İsrail, salı sabahı erken saatlerde yeniden saldırıya geçti.

Hamas’ın açıklamalarına göre, Gazze’de düzenlenen bir dizi hava saldırısında 320’den fazla Filistinli öldürüldü; bunlar arasında Hamas’ın üst düzey yetkilileri ve örgütün hükümet birimlerinde çalışan isimler de vardı.

Son iki ayda serbest bırakılan bazı rehinelerin ifadelerinden açıkça ortaya çıkan bir gerçek var: Hamas, rehineleri sürekli olarak farklı yerlere taşıdı.

İsrail güvenlik birimlerinin, rehinelerin nerede olduğu konusunda gerçek zamanlı ve kesin istihbarata sahip olmadığı anlaşılıyor. Bu da hava saldırıları ve kara operasyonları sırasında rehinelerin zarar görmeyeceğinden emin olmayı imkânsız hale getiriyor.

İsrail’in Gazze saldırısından bir gün önce, ABD ve Birleşik Krallık, Yemen’deki Husilere karşı yeni ve büyük çaplı bir saldırı başlattı.

ABD Başkanı Donald Trump, Husilere şimdiye kadar görülmemiş bir sertlikle saldırı düzenleyeceği tehdidinde bulundu. Ancak özellikle dikkat çeken, İran’a yönelik doğrudan tehdidiydi. Trump, Husiler tarafından Amerikalılara yönelik herhangi bir saldırıyı, Tahran’daki rejimin gerçekleştirdiği bir eylem olarak değerlendireceğini söyledi.

Bu tehdit, ABD’nin İran’ı nükleer programını durdurmaya yönelik müzakerelere geri döndürme çabasının bir parçası olsa da aynı zamanda iki ülke arasındaki askeri gerilimi artırıyor.

Gazze’deki ateşkesten bu yana Husiler, İsrail’e roket ve insansız hava aracı saldırılarını durdurmuştu. Ancak şimdi, Hamas’la dayanışma adına İsrail’in merkezi bölgelerini yeniden vurma girişimlerinde bulunmaları muhtemel görünüyor.

Netanyahu’nun dikkat dağıtma hamlesi

Bu arada Netanyahu, İsrail iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in başkanı Ronen Bar’ı görevden alma çabalarına devam ediyor. Netanyahu, pazar akşamı Bar ile kısa bir görevden alma konuşması yaptığında, her ikisi de İsrail’in Hamas’a karşı savaşı yeniden başlatma kararının an meselesi olduğunu biliyordu. Bar, Netanyahu’nun pazartesi akşamı Gazze’ye hava saldırıları öncesinde düzenlediği dar kapsamlı istişarelere de katıldı.

Bu ancak Netanyahu’nun yönetiminde yaşanabilecek bir durum: Eğer Şin-Bet başkanına güvenmiyorsa, neden onu en gizli toplantılara dâhil etmeye devam ediyor?

Netanyahu’nun kovacağını açıkladığı Şin-Bet Direktörü’ne Başsavcı kalkanı

Netanyahu’nun üç danışmanı hakkında Katar’dan fon aldıkları iddiasıyla süren soruşturma göz önünde bulundurulduğunda, Bar hakkında herhangi bir adım atmaktan kaçınması gerekirdi. Özellikle de Şin-Bet’in 7 Ekim’deki güvenlik zaaflarına ilişkin iç soruşturmasının, Netanyahu’ya yönelik ağır suçlamalar içerdiği düşünüldüğünde…

Raporda, Şin-Bet’in Netanyahu’yu, Katar’dan gelen paraların bir kısmının doğrudan terör faaliyetlerinde kullanıldığı konusunda uyardığı belirtiliyor. Şu noktada, hükümetin Bar’ı görevden alma sürecini savaş devam ederken bile hızlandırmaya çalışması tamamen ihtimal dışı değil.

İsrail’in Gazze’de başlattığı operasyon, müzakerelerdeki çıkmazı aşmak için gerekli bir adım olarak ve aynı zamanda Netanyahu’nun Hamas’ı yok etme sözünü yerine getirdiği iddiasıyla meşrulaştırılacaktır. Ancak bu iki hedefin zaman çizelgeleri örtüşmüyor: Hamas yok edilmeden önce rehineler ölebilir tabi eğer Hamas yenilgiye uğratılabilirse…

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Ancak her şeyden önce bu operasyon, Başbakan’ın kamuoyuna açıkça dile getirmeyeceği bir dizi acil siyasi hedefe hizmet ediyor: Itamar Ben-Gvir ve aşırı sağcı Otzma Yehudit partisini hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonu sağlamlaştırmak.

Bu kez, Netanyahu’nun siyasi hayatta kalması gerçekten Gazze’deki baskıyı sürdürmesine bağlı ve aynı zamanda Bar’ın görevden alınması planına karşı düzenlenen protestolara medyanın ilgisini azaltma girişimine de…

Netanyahu’nun asıl hedefi giderek netleşiyor: Otoriter bir rejime doğru kademeli bir kayış ve bu rejimin devamını çok cepheli bir savaşı sürekli kılarak sağlama çabası.

Netanyahu, Bar’ı görevden alma girişimiyle ilgili yayımladığı videoda bile “yedi cephede savaş”tan bahsetti. Peki ya rehineler? Netanyahu’nun perspektifinden bakıldığında, iktidarı elinde tutmasına katkıda bulunduklarını bilerek tünellerde ölebilirler.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.

***

Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası

Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.

Yossi Melman

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.

Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.

Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.

Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.

Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.

Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.

Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.

Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.

Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.

Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.

Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.

Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.

Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.

7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English