Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Konu NATO’nun genişlemesi… Erdoğan: Siyaset yapıyoruz

Yayınlanma

Rusya’nın Ukrayna müdahalesi sonrası NATO’ya katılma kararı alan İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğine karşılık Ak Parti hükümeti, seçimlerde elini güçlendirecek “koz” istiyor.

NATO’nun İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girişi konusunda Ankara’ya basıncı arttı. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in geçen haftaki ziyaretinin ardından bu hafta İsveç’in yeni Başbakanı Ulf Kristersson Türkiye’ye geldi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve diğer yetkililerle görüşen Kristersson’un gündemi ülkesinin NATO üyeliğine yönelik ambargonun kaldırılması vardı.

İsveç ve Finlandiya, 18 Mayıs’ta NATO’ya resmi üyelik başvurusunu yaptı. Türkiye iki ülkenin PKK ve FETÖ’ye ev sahipliği yaptığı gerekçesiyle üyelikleri onaylamayacağını açıkladı. Ancak 28-29 Haziran’da düzenlenen NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Madrid Zirvesi’nde NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in katılımıyla Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasında toplantı yapıldı. Toplantıda üç ülke bir mutabakat muhtırası imzaladı. Muhtıraya göre, İsveç ve Finlandiya, “PKK, PYD/YPG ve FETÖ gibi örgütlere destek vermeyeceğini”, Türkiye ile teröre karşı mücadelede iş birliği yapacağını ve silah ambargolarını kaldıracağını taahhüt etti. Muhtıradan sonra NATO Zirvesi’nde iki ülkenin Birlik’e katılım başvuruları kabul edildi. Ancak NATO üyesi 30 ülkenin de söz konusu kararı ulusal meclislerinden geçirmeleri gerekiyordu. Bugüne kadar Türkiye ve Macaristan dışında diğer 28 ülke yasal süreci tamamladı. Macaristan yetkilileri de yıl sonuna kadar onay vereceklerini açıkladı. Türkiye ise özellikle İsveç’in mutabakat muhtırasında alınan kararları uygulamada görmek istediğini duyurdu.

Peş peşe ziyaret

NATO ve İsveç ise TBMM’deki oylamanın yıl sonuna bırakılması durumunda Türkiye’deki seçimlerin de araya girmesiyle sürenin uzamasından endişe ediyor. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüşmesinde “Finlandiya ve İsveç, Türkiye ile anlaşmalarındaki taahhütleri yerine getiriyorlar. Bütün güvenlik endişelerinizi giderecekler. Artık İsveç’in, Finlandiya’nın tam üye olarak NATO’ya katılması lazım” demişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşen İsveç Başbakanı Ulf Kristersson da düzenledikleri ortak basın toplantısında “Bu ittifaka katılmak gerçekten bizim için hayati derecede önem taşıyan bir güvenlik meselesi. Çünkü Avrupa’nın bizim yakınımızda olan kısmında da Rusya’nın Ukrayna’yı gayrimeşru bir şekilde işgal etmesi sebebiyle bir güvenlik tehdidi söz konusu” ifadeleri kullandı.

Kristersson, İsveç’in PKK’yı bir terör örgütü olarak kabul ettiğini, Türkiye’ye vermiş olduğu tüm taahhütlere riayet edeceğini ve üçlü muhtırayı da tam olarak uygulayacağız söyledi: “Muhtıranın önemli bir kısmını tamamladık diye düşünüyorum. Bazılarını halen yapma aşamasındayız. Özellikle terörle mücadele mevzuatı konusunda bu senenin sonunda ve gelecek senenin başında çok büyük adımlar atacağız. Bu da aslına bakarsanız, İsveç’te yasal otoritelere terörle mücadelede kas gücü sağlamış olacak. Bu da şu anlama geliyor: Terör faaliyetleri ister İsveç’i ister Türkiye’yi hedefliyor olsun, bunları eşit derecede ciddiye alarak bunlara karşı mücadele veriyor olacağız.”

Erdoğan’ın mesajları

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise özetle şu mesajları verdi:

  • Türkiye, NATO’nun açık kapı politikasının her daim güçlü destekçisi olmuştur.
  • İsveç ve Finlandiya’nın katılım müzakerelerinin başlatılmasına da bu yaklaşım doğrultusunda onay verdik.
  • İsveç’in, 200 senelik askeri ittifaklara katılmama politikasına son vermeye iten güvenlik kaygılarını anlayışla karşılıyoruz.
  • Türkiye PKK, PYD, YPG, FETÖ, DHKP-C ve DEAŞ gibi terör örgütleriyle mücadele ediyor.
  • İsveç kendi güvenliği için NATO üyeliğini istiyor, biz de kendi güvenlik kaygılarımızın giderilmesine destek olan bir İsveç görmek istiyoruz.
  • Yeni İsveç hükümetinin üçlü muhtırayı uygulama yönündeki taahhütlerinden memnuniyet duyduk.
  • Savunma sanayiinde ülkemize uygulanan kısıtlamaların kaldırılması olumlu bir adımı teşkil etti.
  • PKK, PYD, YPG, FETÖ ve DHKP-C terör örgütlerinin İsveç’in demokratik ortamını istismar etmesi muhakkak engellenmelidir.
  • Üçlü muhtıranın bir bütün olarak eksiksiz uygulanmasının akabinde İsveç’in NATO üyeliğinin gerçekleşmesi samimi temennimizdir.

Keneş’in iadesini istedi

İsveçli bir gazetecinin “Üçlü muhtırada İsveç’in gerçekleştirmediği taahhüdün ne olduğu ve Türkiye’nin İsveç’ten kaç kişiyi iade etmesini talep ettiği” sorusu üzerine Erdoğan, rakamların önemli olmadığını ancak dört suçlunun iadesi hakkında İsveç’in işlem yaptığı bilgisini verdi. Erdoğan, İsveç’te görüntülenen FETÖ’nün eski yayın organı Today’s Zaman’ın Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş’in ismini vererek “Mesela bu teröristin Türkiye’ye deport edilmesi bizler için büyük önem arz ediyor ve bununla alakalı olarak da biz tabii İsveç’in daha hassas davranmasını istiyoruz” dedi.

Erdoğan’ın isim vererek yaptığı açıklama İsveç basınının da gündemindeydi. Türkiye uzmanlarının basına yaptığı değerlendirmelerin ortak noktası ise, İsveç yasalarının Keneş’in iadesine imkan vermediği yönünde. Keneş’in FETÖ’nün (İsveç basını Gülen Hareketi ifadesini kullanıyor.) tanınan bir destekçisi olduğunu ancak İsveç’in FETÖ’yü terör örgütü olarak görmediği ifade ediliyor. Türkiye’deki terör ve terörist tanımıyla İsveç’in aynı terimlere yönelik yasal tanımlarının arasında fark olduğunu hatırlatan uzmanlar, İsveç’in yeni yılda yürürlüğe girerek terör yasasında bile PKK gibi bir örgüte sempati duymanın ve bunu ifade etmenin yasadışı olmadığına dikkat çekiyor.

‘Seçim var, siyaset yapıyoruz’

Erdoğan’ın açıklamalarının tartışılan bir yönü de iki ülkenin NATO’ya katılımı meselesini Türkiye’deki seçim süreciyle birlikte ele alması oldu: “Şu anda gerek İsveç, gerek Finlandiya, buranın caddelerinde biz bu teröristlerin ellerinde paçavralarla, terörist başının paçavralarıyla dolaşmalarını, benim vatandaşım, benim halkım gördüğü zaman hesabını bize soruyor. ‘Bunları görmüyor musunuz’ diyorlar, televizyon ekranlarında devamlı bunlar dönüyor. Biz tabii vatandaşımıza ‘hayır’ diyemeyiz. Bizim siyaset yaptığımızı da özellikle bilmeniz lazım. 7 ay sonra seçim var. (…) Birçok Avrupa Birliği üyesi ülkelerde maalesef bu teröristler şu anda cirit atıyor (…) Bu konuda ben değerli dostum Kristersson’un şu an itibarıyla beni anlayacağına inanıyorum ama önümüzde tabii temmuz ayına kadar bir süre var ve bir diğer taraftan da özellikle haziran ayında tabii Türkiye’de bir seçim söz konusu. Gerek cumhurbaşkanlığı seçimi, gerek parlamento seçimi, bu seçimlere de tabii hazırlanırken bizim halkımızın karşısına çok rahat çıkabilmemiz lazım. Bunları da değerli dostumla paylaştık, görüştük, konuştuk, ona göre de tabii adımlarımızı atacağız.”

Tutarsızlık

Erdoğan’ın açıklamaları, Ak Parti’nin dış politikada uzun zamandır izlediği pazarlık taktiğinde, verdiklerine (NATO’nun genişlemesine onay) karşılık almak istediklerini (FETÖ ve PKK’nın Avrupa desteğinin kesilmesi) açık bir biçimde ortaya koyuyor. Ancak ilk kez seçim süreci, bu pazarlıkta açık bir biçimde en yetkili ağızdan gündeme getirilmiş oldu. Açık yazmak lazım: Zaten kendi içinde çelişki barındıran bir pazarlık sürecinde ilk kez resmi olarak Türkiye’nin menfaati bir partinin menfaatiyle eşdeğer tutuldu.

Pazarlığın kendisinin başlıca çelişki olması ise Ak Parti’nin özellikle ABD’nin Türkiye için tehdit olduğunu beyan etmesiyle ilgili. Hem Cumhurbaşkanı hem Dışişleri Bakanı, ABD’nin Yunanistan’da yaptığı askeri yığınağın Türkiye’yi hedef aldığını bir kaç kez ilan etti. Bu durumda Ak Parti, Türkiye’yi hedef alan ABD’nin başını çektiği NATO’nun genişlemesine, karşılığında aldığı/alacağı birkaç tavizle -ki bu tavizlerin seçim sürecinde Ak Parti’nin elini güçlendirmesi arzu ediliyor- “evet” demiş oluyor.

DİPLOMASİ

Reuters: Kushner, Suudi Veliaht Prensi ile ABD-Suudi diplomasisini görüştü

Yayınlanma

Görüşmeler hakkında bilgi sahibi bir kaynak, ABD eski Başkanı Donald Trump’ın damadı Jared Kushner’in Trump Beyaz Saray’dan ayrıldıktan sonra Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile İsrail’i de kapsayan ABD-Suudi diplomatik müzakerelerini birçok kez görüştüğünü söyledi.

Reuters’a konuşan kaynak görüşmelerin ne zaman yapıldığını ve Gazze çatışmasının başlamasından önce mi yoksa sonra mı gerçekleştiğini belirtmedi. Ancak kaynağa göre bu görüşmelerde hem Biden hem de Trump yönetimlerinin önemli diplomatik hedeflerinden biri olan İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi süreci ele alındı.

43 yaşındaki Kushner’in, kongre müfettişlerinin Kushner’in Beyaz Saray’dan ayrıldıktan sonra kurduğu özel sermaye fonu Affinity Partners’a 2 milyar dolar yatırım yaptığını söylediği Suudi Arabistan ile yakın bir ilişkisi var.

Suudi Arabistan’ın Kushner’in fonuna yaptığı yatırımlar etik uzmanları, Kongre’deki Demokratlar ve hatta bazı Cumhuriyetçiler tarafından eleştirilmiş, Kushner’in Trump’ın Beyaz Saray’ından ayrılmadan önce Suudi meseleleri üzerinde çalışmış olması nedeniyle Suudi Arabistan’ın hissesinin bir rüşvet gibi görünebileceğine dair endişelerini dile getirmişlerdi.

Senato Finans Komitesi Başkanı Demokrat Senatör Ron Wyden, 24 Eylül ‘de Affinity’ye gönderdiği bir mektupta Suudi Arabistan’ın Kushner’in fonuna yaptığı yatırımların “bariz çıkar çatışması endişeleri” yarattığını yazdı.

Affinity ve Kushner, Suudi Arabistan’ın yatırımlarının bir ödeme ya da çıkar çatışması olduğunu reddetti. Affinity, Wyden ve Senato çalışanlarının özel sermayenin gerçeklerini anlamadıklarını söyledi. Kushner’in bir sözcüsü “Bu kadar çok insanın Jared’in görüş ve fikirlerine başvurmasının nedeni, onun başarılarla dolu bir geçmişe sahip olmasıdır” dedi.

Kushner’e yakın bir kaynak, “MbS” olarak da bilinen Veliaht Prensle yapılan görüşmeler hakkında daha fazla ayrıntı vermekten kaçındı ve ikili arasındaki dostluğu bozmak istemediğini söyledi. Kaynak, “Bunu paylaşmam uygun olmaz” dedi.

Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçiliği’nden bir sözcü Kushner’in MbS ile yaptığı görüşmelere ilişkin soruları yanıtlamadı.

Gazze savaşı ‘normalleşmeyi’ erteledi

18 Eylül’de yaptığı bir konuşmada MbS, krallığın bir Filistin devleti kurulmadan İsrail’i tanımayacağını söyleyerek, öngörülebilir gelecekte bir anlaşmanın neredeyse imkansız olabileceğini öne sürdü. Şubat ayında Reuters’a konuşan üç kaynağın Suudi Arabistan’ın ABD başkanlık seçimlerinden önce Washington’la bir savunma anlaşmasını onaylatmak için İsrail’den daha bağlayıcı bir şey yerine bir Filistin devleti kurulması yönünde siyasi bir taahhüt kabul etmeye hazır olduğunu söylemesinden bu yana bir değişim söz konusu.

Biden yönetimi Suudi Arabistan’ı İsrail’i tanımaya teşvik etmek için Riyad’a güvenlik garantileri, sivil bir nükleer program için yardım teklif etti. Anlaşma, Çin’in bölgeye girmeye çalıştığı bir dönemde dünyanın en büyük petrol ihracatçısını Washington’a bağlayarak Orta Doğu’da ABD’nin elini güçlendirebilir.

Ancak Gazze savaşı Riyad’ın Filistinlilerin isteklerini ele almadan İsrail’i tanımayı tartışmasını zorlaştırdı.

Trump’ın dönüşü süreci hızlandırabilir

Cumhuriyetçi Trump’ın Demokrat Başkan Yardımcısı Kamala Harris ile Beyaz Saray için tarihi bir yarışa girdiği ABD seçimleri de bir faktör.

Suudilerin Trump ile ilişkileri oldukça yakındı. Trump’ın başkan olarak 2017’deki ilk yurtdışı gezisi Kushner eşliğinde Riyad’a oldu. Suudi gurbetçi muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi konsolosluğunda öldürülmesinin ardından Trump, ABD istihbaratının cinayeti onun işlediğine dair değerlendirmesine rağmen Veliaht Prensin yanında durdu. MbS olaya karıştığını reddetti.

Suudi stratejisini bilen iki kaynak, Reuters’a, Trump’ın Beyaz Saray’a dönmesi halinde Veliaht Prensin onun liderliğinde İsrail ile bir anlaşma yapmaya sıcak bakacağını söyledi. Kaynaklar, Harris’in kazanması halinde de anlaşmanın ilerleyeceğini söyledi. Kaynaklar her iki durumda da, birkaç ay daha sabır gerektirse bile, bunun MbS için bir kazan-kazan olduğunu belirtti.

27 Eylül’de İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu anlaşma ihtimalini olumlu bir şekilde değerlendirdi. BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada “Suudi Arabistan’la böyle bir barış ne büyük bir nimet olur” dedi.

İsrail-Suudi ilişkilerinin normalleşmesi, Trump görevdeyken imzalanan “İbrahim Anlaşmaları”nın genişletilmesi anlamına gelir. Bu anlaşmalar İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas ve Sudan arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açmıştı. İsrail’e yakın olan Kushner, Trump’ın Beyaz Saray’ında kıdemli danışman olarak müzakereleri yönetti.

Kushner’e yakın üç kaynak, Trump’ın kasım ayındaki başkanlık seçimlerini kazanması halinde, Kushner’in resmi olmayan bir sıfatla da olsa Suudi görüşmelerinde yer almasını beklediklerini söyledi. Kushner’in sözcüsü ise Kushner’in böyle bir rol arayışında olduğunu yalanladı.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Çin’in Rusya’daki yatırımları artıyor

Yayınlanma

2024’ün ilk dokuz ayında, Rusya’da Çinli ortaklı şirket sayısı yüzde 32 artış gösterdi. Çin, yabancı yatırımcılar arasında liderliği ele geçirirken, özellikle otomotiv ve toptan ticaret sektörlerinde önemli büyüme kaydetti.

Çin’in Rusya ekonomisindeki etkisi giderek artıyor. SPARK-Interfax verilerine göre, 2024 yılının ilk dokuz ayında Rusya’da kayıtlı ve Çinli ortaklı şirketlerin sayısı, bir önceki yıla kıyasla yüzde 32 artış gösterdi.

Kommersant gazetesinin aktardığına göre Çinli işletmelerin toplam yeni şirket kayıtları içindeki payı, 2021’de yüzde 13 iken 2024’te yüzde 34’e yükseldi. Aylık kayıt sayısı, yaklaşık 200 ile 2021 seviyesinin dört katına ulaştı. Sonuç olarak Çin, 2023’te lider konumda olan Belaruslu yatırımcıları geride bırakarak yabancı yatırımcılar arasında ilk sıraya yerleşti.

Verilere göre, Çinli ortaklı şirketlerin geliri 2021-2023 yılları arasında neredeyse üç katına çıktı. Özellikle motorlu taşıt ticareti sektöründe bu artış 5,1 kat olarak gerçekleşti ve Rusya’daki Çinli işletmelerin toplam gelirinin yüzde 43’ünü oluşturdu.

Toptan ticaret, gelirin yüzde 26’sını oluştururken, Çinli ortaklı tüm işletmelerin yüzde 38’i bu sektörde faaliyet gösteriyor. Ancak toptan ticaretin yapısı değişim gösteriyor: Mühendislik ürünleri ticareti büyürken (gelir 2,2 kat artmış; sektörün payı yüzde 69), diğer sanayi mallarının payı azalıyor (1,8 kat büyüme; yüzde 16).

Tüketim malları ticareti de büyüme gösteriyor. Gıda maddeleri 2,7 kat, hafif sanayi ürünleri ise 2,1 kat büyüme kaydetti. Bu iki sektörün toplam ağırlığı yüzde 11’e ulaştı.

Çin’in iştirak ettiği Rus imalat şirketlerinin gelirleri ise daha yavaş bir büyüme gösterdi (yıl içinde 2,7 kat). İmalat faaliyetlerinin toplam gelir içindeki payı yüzde 20’den yüzde 18’e düştü.

Bu sektörde lider konumda olan alanlar sırasıyla otomotiv endüstrisi (işlemedeki payı yüzde 46’dan yüzde 73’e çıktı), metalürji (payı yüzde 17’den yüzde 7’ye düştü) ve ahşap işleme (yüzde 9’dan yüzde 3’e düştü) oldu.

Analistler, hızlı büyüyen sektörler arasında bilimsel ve teknik faaliyetler ile ulaştırma sektörlerine dikkat çekiyor. Bu sektörlerin toplam gelirdeki payları yüzde 6 olmakla birlikte, büyüme hızları oldukça yüksek (2021’e kıyasla 2023’te sırasıyla 4,1 kat ve 2,8 kat).

Ukrayna’daki savaşın başlamasının ardından çoğu yabancı şirket Rusya’dan çekildi. Özellikle uluslararası otomobil şirketlerinin tamamı ülkeyi terk etti.

Bunun sonucunda, 2022 yılı sonunda Rusya’da yalnızca 14 otomobil markası kaldı; bunların 11’i Çinli, üçü ise yerli markalardı. Bu durum, Çin’in Rus otomobil pazarının yarısından fazlasını ele geçirmesine olanak sağladı.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Varşova Güvenlik Forumu: NATO’ya “savunma bütçeleri yükseltilsin” çağrısı

Yayınlanma

Varşova’da savunma ve silahlanma politikaları üzerine düzenlenen uluslararası forum, Avrupa’nın gelecekteki güvenlik stratejilerine odaklandı.

Bu yıl 11. kez düzenlenen Varşova Güvenlik Forumu’na (WSF) katılanların edindiği temel izlenim, güvenliğin karmaşık diplomasi ve uluslararası siyaset yerine, daha çok silahlanmayla ilişkilendirildiği yönünde.

NATO ülkeleri ve Ukrayna’dan yaklaşık 20 bakanlık delegasyonunun, ordu temsilcilerinin, iş dünyasından isimlerin ve düşünce kuruluşlarının katıldığı bu etkinlik, Avrupa’daki NATO ülkelerinin daha fazla silahlanma için yürüttüğü iki günlük bir kampanyaya dönüştü.

Polonyalı Casimir Pulaski Vakfı tarafından 1-2 Ekim tarihlerinde düzenlenen ve Münih Güvenlik Konferansı’na benzer bir yaklaşımı benimseyen forum, kendisini siyaset, ordu ve savunma sanayii arasında bir köprü olarak konumlandırıyor. Polonya, yeniden silahlanma politikaları için bu platformda güçlü bir yer edinmiş durumda; zira NATO ülkeleri arasında bu yıl ve önümüzdeki yıl gayri safi yurt içi hasılaya (GSYİH) oranla savunmaya en fazla harcama yapan ülke Polonya olacak.

Ukrayna’daki savaşın kontrol altına alınması mümkün görünmüyor

Berliner Zeitung gazetesinin aktardığına göre Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda, forumda yaptığı konuşmada, diğer NATO ülkelerini de savunma ve silahlanma bütçelerini önemli ölçüde artırmaya çağırdı.

Cumhurbaşkanı, “Barış zamanında GSYİH’nin yüzde 2’sini savunmaya ayırmak iyi bir hedefti. Ancak bugün karşı karşıya olduğumuz gerçek savaş tehditleri ve buna bağlı olarak silahlı kuvvetlerin yeniden inşası ve çoğu durumda kapasitelerinin yenilenmesi ihtiyacı göz önünde bulundurulduğunda, bu hedef yetersiz kalıyor. (…) Bu nedenle NATO ülkelerine, GSYİH’lerinin en az yüzde 3’ünü savunmaya ayırmaları çağrısında bulunuyorum. Durum, bunu bizden talep ediyor,” dedi.

Duda, bu çağrısını desteklemek için, Soğuk Savaş sırasında Batılı ülkelerin savunma harcamalarını GSYİH’nin yüzde 3’üne çıkartarak Sovyetler Birliği’ni “iktisadi çöküşe” sürüklediğini hatırlattı.

Fakat bugünkü koşullarda Avrupa’da yalnızca yeni bir Soğuk Savaş’tan değil, Ukrayna’da devam eden ve giderek şiddetlenen bir çatışmadan söz ediliyor. Buna rağmen forum katılımcıları, bu savaşı kontrol altına alma yollarını aramaktan çok, çatışmanın devamına dair stratejiler üzerinde durdu.

Forumun genel havasını özetleyen Cumhurbaşkanı Duda, şu sözleriyle dikkat çekti: “Çatışmalar ne kadar yoğun olursa olsun, Ukrayna’nın direnmesinden başka bir seçenek yok. Rusların acımasızlığı karşısında, Ukrayna’nın ve komşularımızın başka bir şansı kalmamıştır.”

Etkili ortaklar

Varşova Güvenlik Forumu, on yılı aşkın bir süredir Polonyalı düşünce kuruluşu Casimir Pulaski Vakfı tarafından düzenleniyor. Vakıf, NATO, Konrad Adenauer Vakfı, Friedrich Ebert Vakfı, Polonya-Amerikan Özgürlük Evi gibi uluslararası kurumsal aktörlerle, siyaset, iş dünyası ve savunma sanayii alanında yakın iş birliği yapıyor.

Forumun en önemli stratejik ortakları arasında Polonya Ulusal Güvenlik Ofisi (BBN), Polonya Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı yer alıyor. Bu kurumlar, forumun himayesinde aktif rol oynuyor.

Dikkat çekici bir unsur da forumun 15 “endüstriyel ortağının” çoğunluğunu yabancı savunma şirketlerinin oluşturması. Özellikle ABD’li savunma devleri Lockheed Martin ve Northrop Grumman gibi şirketler öne çıkıyor. Buna karşın, kimya sektöründen sadece bir Polonyalı şirket forumda yer alıyor.

ABD, forumda “endüstriyel sunumlar” adı altında savunma ürünlerini tanıtırken, siyaset, ordu ve savunma sanayisinden üst düzey temsilcilerle adeta her yerdeydi.

Örneğin, “Avrupa-Amerikan Güvenlik İlişkilerinin Geleceği” başlıklı panelde, Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda’nın vizyonuna uygun olarak, AB ülkelerinin Ukrayna’ya yönelik taahhütlerinin artırılması talebi gündeme getirildi.

ABD Temsilciler Meclisi’nin Demokrat üyesi Jason Crow, ABD’nin istihbarat bilgilerinin Avrupalı müttefiklerle paylaşımındaki engelleri açıkça dile getirdi:

“5G gibi Çin telekomünikasyon altyapısının ülkelerinize girmesine izin veremezsiniz ve aynı zamanda ABD’den yüksek düzeyde istihbarat paylaşımı bekleyemezsiniz. Oysa bizim ihtiyacımız tam da budur.”

Crow, ayrıca Çin’in Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşındaki rolünün küçümsenmemesi gerektiğini belirtti.

Crow, ABD’nin Ukrayna’ya yaptığı yardımın, ABD’nin 2024 savunma bütçesi olan 883 milyar dolarlık düzenli harcama göz önüne alındığında nispeten küçük bir miktar olduğunu vurguladı:

“Bu bizim açımızdan hayırseverlik değil. (…) Avrupa’daki çıkarlarımızı koruyoruz; burada konuşlanmış 80 binden fazla ABD askerini, burada yaşayan yüz binlerce ABD vatandaşını savunuyor ve Rus savaş makinesini yok ediyoruz. Tüm bunları savunma ittifakımızın sadece yüzde üçüyle yapıyoruz – bu Amerikalılar için oldukça avantajlı bir anlaşma.”

Almanya-Polonya-Fransa üçgeni

Varşova Güvenlik Forumu’nun organizatörleri, AB’nin taahhütlerini daha etkili bir hale getirmek amacıyla, bu yılki raporlarını “Weimar Üçgeni” olarak bilinen Almanya-Fransa-Polonya iş birliği formatına adadı.

Polonya’nın eski Berlin Büyükelçisi ve şu anda Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı olan Thomas Bagger, Ekim 2023’teki WSF’de, Weimar Üçgeni’nin yeniden güçlendirilmesi gerektiğini savundu.

Bagger, “Bir Alman olarak söylüyorum ki: Weimar Üçgeni’nin en iyi günleri henüz gelmedi,” ifadelerini kullandı.

Weimar Üçgeni, özellikle 1990’larda bazı önemli gelişmeler kaydetmişti ancak Polonya’da Hukuk ve Adalet Partisi (PiS)’nin 2023 yılına kadar iktidarda kalmasıyla bu iş birliği büyük ölçüde sekteye uğramıştı.

Fakat Aralık 2023’te AB yanlısı Tusk hükümetinin iktidara gelmesiyle birlikte bu format yeniden önem kazandı. WSF raporu, “Weimar Üçgeni ile AB Gündemini İleriye Taşımak” başlığı altında, öncelikle savunma politikalarına odaklanıyor.

Rapor, Almanya, Fransa ve Polonya’nın Avrupa savunma projelerinde daha fazla iş birliği yapmaları gerektiğini savunuyor. Bu bağlamda, üç ülkenin savunma projelerini finanse etmek için Uluslararası Weimar Üçgeni Fonu (IMF) gibi bir yapının kurulması öneriliyor.

İlk bakışta, Weimar Üçgeni savunma politikaları açısından anlamlı bir iş birliği formatı olarak değerlendirilebilir.

Bu üç ülke, sadece AB nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ını temsil etmekle kalmıyor, aynı zamanda AB ülkelerinin savunma harcamalarının yüzde 50’sinden fazlasını gerçekleştiriyor.

Ayrıca, bu ülkeler, diğer küçük AB ülkelerinin bazı pozisyonlarını da temsil ediyorlar. Örneğin, Polonya, aynı zamanda Baltık ülkeleri adına da konuşuyor.

Ancak Weimar Üçgeni’nin savunma alanında büyük bir geleceği olup olmadığı belirsizliğini koruyor. Örneğin, ABD’ye geleneksel olarak daha mesafeli duran Paris’in pozisyonları, Washington ile çok yakın ilişkiler geliştiren Varşova’dan oldukça farklı. Üç ülkenin savunma sanayileri de birbirinden ciddi şekilde ayrışıyor.

Almanya ve Fransa’nın birçok ortak savunma projesi bulunurken, Polonya daha çok ABD ve Güney Kore ile yaptığı uzun vadeli iş birliklerine bağlı. Bu iki ülkenin savunma ürünleri, Polonya için daha hızlı ve etkili tedarik imkânı sağlıyor.

Doğu Avrupalıların pahalı korkuları

Bu yıl Varşova’da düzenlenen güvenlik forumunda öne çıkan bir diğer önemli nokta, Doğu Avrupa ülkelerinin Ukrayna’daki savaşı uzun vadeli bir tehdit olarak algılamaları oldu. Rusya’nın Baltık ülkelerine saldırması senaryosu —NATO’nun 5. Maddesine rağmen— bu ülkeler için gerçekçi bir tehdit olarak değerlendiriliyor.

Örneğin Estonya Savunma Bakanı Hanno Pevkur, ülkesinin artan savunma harcamalarını karşılamak için yakında yeni “güvenlik vergileri” getireceklerini açıkladı. 2024 yılında Estonya, GSYİH’sinin yüzde 3,4’ünü savunmaya ayıracak ve bu kapsamda katma değer vergisi, gelir vergisi ve kurumlar vergisine iki puanlık artış yapılacak.

Pevkur, bu önlemlerin halk için büyük bir mali yük olacağını belirterek, panel moderatörü ve Münih Güvenlik Konferansı Başkanı Christoph Heusgen’e dönerek şöyle dedi: “Bunu Almanya’da yaptığınızı düşünün — Alman toplumunda hafif bir çalkantıya yol açabilir.”

Heusgen ise esprili bir yanıt verdi: “Türbülans olmaz, bu siyasi intihar olur.”

Bir güvenlik forumundan savaşın nasıl sona erdirileceğine dair çözümler sunması beklenirdi; sonuçta, Ukrayna için en büyük güvenlik, silahların sustuğu bir ortamda sağlanabilir. Ancak tartışmalar bu yönde ilerlemedi. Bunun yerine, “Kaybedecek Zaman Yok” başlığı altında, odak noktası Avrupa’nın konvansiyonel bir savaşa nasıl hazırlanabileceği üzerineydi.

AB ve ABD’nin savunma konusundaki farklı yaklaşımları

Her ne kadar birlik mesajları verilse de AB ve ABD’nin bu hazırlığın nasıl olması gerektiği konusunda farklı görüşlere sahip olduğu gerçeğine yalnızca yüzeysel olarak değinildi.

“Daha Büyük, Daha Güçlü: Avrupa Orduları Nasıl Güçlendirilmeli” başlıklı panelde, Avrupa’nın stratejik özerkliği konusu gündeme geldi. 2019-2021 yılları arasında ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı olarak görev yapan ve şu anda savunma şirketi Boeing’in Küresel Politika’dan Sorumlu Başkan Yardımcısı olan Stephen E. Biegun, Avrupa’da bu konuda farklı sesler olduğunu belirtti.

Şöyle dedi: “Avrupa’da, savaş kabiliyeti açısından stratejik özerklikten bahseden birçok farklı ses var. Ancak eğer bu stratejik özerklik, savunma ürünlerinin yalnızca Avrupa ülkelerinden gelmesi gerektiği anlamına gelirse, bu elbette Amerikan savunma şirketleri tarafından çok olumsuz karşılanacaktır.”

Bu çıkar çatışması, Polonya’da da kendini gösteriyor. Varşova, şu anda 32 adet çok rollü savaş uçağı satın almak üzere ve üç büyük teklif sahibi yarışıyor: ABD’li Boeing’in F-15EX Eagle II, Lockheed Martin’in F-35A Lightning II ve Airbus, BAE ve Leonardo ortaklığının Eurofighter Typhoon modeli.

Leonardo’nun Polonya şefi Marco Lupo, forumda yaptığı “endüstriyel sunumda” Polonya’nın sadece bir müşteri değil, aynı zamanda Eurofighter Typhoon’un yeni neslinin üretiminde bir ortak olacağını vurguladı.

Lupo, sözleşme bedelinin yaklaşık yüzde 40 ila 50’sinin Polonya ekonomisine fayda sağlayacağını belirterek, “Biz hileli hesaplar yapmıyoruz, bu gerçek bir değer olacak,” diye konuştu. Ondan önce ise bir Lockheed Martin temsilcisi, F-35 jetini tanıtmıştı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English