Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Merkel’in askeri danışmanı Erich Vad: Ukrayna’nın kaderi Washington ve Moskova’da belirlenecek

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Batı basını ve siyasetçileri, genelde Rusya’nın barış müzakereleri istemediğini iddia ediyor. Sık sık bunun düpedüz bir yalan olduğunu, özellikle de Ukrayna’nın her türlü barış müzakeresini reddetmekle kalmayıp Eylül 2022’nin sonunda Devlet Başkanı Zelenskiy’in Rusya ile müzakereyi suç ilan eden bir kararname çıkardığı bu sayfalarda anımsatılmıştı.

Son zamanlarda Batı basınında denk gelinen bir diğer formülasyon da Rusya’nın kabul edilebilir şartları müzakere etmeye hazır olmadığı yönünde. Batı medyasının Rusya’nın hangi koşulları dayatacağı konusunda haber yapmaması dışında bu gerçeğe biraz daha yakın. Fakat ABD liderliğindeki Batı’nın Moskova’nın taleplerini müzakere etmekten çok uzak olduğu açık. Kiev’in şu anda müzakere için bütün yolları kapadığı anlaşılmışken Rusya için müzakere ortağı ABD, AB ülkelerinin de bu konularda söz hakkı yok.

Savaşın ancak ya Rusya bir devlet olarak çöktüğünde ya da ABD liderliğindeki Batı iktisadi olarak çöktüğünde sona ereceği yaygın ve mantıklı bir kanı. Batı’nın iktisadi gücü (ve dolayısıyla siyasi ve askeri gücü) dünyanın geri kalanından ucuz hammadde elde etmesine dayandığı için ikincisi oldukça akla yatkın.

Bu durum her iki tarafın da temelde varoluş mücadelesi verdiğini gösteriyor. Rusya bağımsız bir devlet olarak kalmak istiyor ancak kendini ortaya koyar ve küresel Güney, Batı tarafından sömürülmeye direnecek cesareti bulursa ABD liderliğindeki Batı, iktisadi modelini (ve dolayısıyla üstünlüğünü) kaybedebilir. Aşağıda tercümesi verilen mülakatta, eski Alman Şansölyesi Angela Merkel’in askeri konularda danışmanlığını yürütmüş olan Erich Vad, daha önce pek çok uzmanın da belirttiği üzere, Rusya’nın bir devlet olarak varlığının sona ermesinin ve dolayısıyla Doğu Avrasya’da başlayacak olan istikrarsızlığın Batı’nın çıkarına uygun olmayacağı değerlendirmesini yapıyor.


Erich Vad ile mülakat: Ukrayna’nın kaderi Washington ve Moskova’da belirlenecek

Merkel’in en önemli askeri danışmanı olan Erich Vad, Almanya’nın Ukrayna politikasını eleştiriyor. Mülakatında, durumun Afganistan’dan çekilme gibi bir kaos tehdidi barındırdığını söylüyor.

Simon Zeise

Berliner Zeitung

11 Şubat 2024

Eski tuğgeneral ve Merkel’in danışmanı Erich Vad, Ukrayna ve Rusya ile barış müzakerelerine verdiği destek nedeniyle Alman basınında ağır eleştirilere maruz kaldı. Bir yıl boyunca Alman basınına konuşmadı. Şimdi Berliner Zeitung’a verdiği mülakatta, Alman hükümetinin öngörüsüz stratejisini, Ukrayna’nın saldırılarının etkinliğine dair yanılsamayı ve Rusya’nın savaş hedeflerini değerlendiriyor.

Sayın Vad, Federal Savunma Bakanlığı Rusya’nın NATO’yu hedef alacak bir saldırısını nasıl savuşturacağına dair planlar yapıyor. Sizce bu senaryolar ne kadar gerçekçi?

Askeri caydırıcılık savunma stratejimizin önemli bir parçasıdır. Ancak bu strateji aynı zamanda diyalog kurma isteğini, yumuşama politikasını ve güven artırıcı tedbirleri de içerir. Harmel Doktrini olarak adlandırılan bu politika, 1960’lardan beri Batı savunma ittifakı tarafından uygulanıyor. Ukrayna ve Rusya ile ilişkilerimizde bu doktrini hasret duyuyorum. Mevcut koşullar altında ve mevcut durumda, Rusya’nın NATO’ya saldırmasının pek olası olmadığına inanıyorum. Rusya Silahlı Kuvvetleri, bırakın NATO ile bir savaşı göze almayı, Ukrayna’nın tamamını işgal edemeyecek kadar zayıf.

Eğer Rusya savaş alanını batıya doğru genişletmeye ilgisi yoksa, Devlet Başkanı Putin’in hükümeti hangi stratejik hedeflerin peşinde?

Moskova’nın Ukrayna savaşındaki maksadı, Ukrayna’nın NATO’ya katılmasını ve Batılı askerlerin Ukrayna’da konuşlanmasını engellemek. Stratejik ve jeopolitik açıdan bakıldığında Rusya’nın maksadı, NATO’ya karşı bir güvenli bölgeye sahip olmak. Rusya, Napolyon’un 1812’deki seferinden ve 20. yüzyıldaki iki büyük savaştan bu yana edindiği tarihsel deneyimlerden, Avrupa’nın kuzeyindeki alçak bölgelerden saldırıya uğrama ihtimalinin yüksek olduğunu ve bu bölgelerde savunmasız olduğunu biliyor. Kuzey Irak ve Suriye’de Kürtlere karşı Türkiye ve Gazze Şeridi’nde Hamas’a karşı İsrail gibi diğer ülkeler de kendileri için güvenli bölgeler talep ediyor. Bu durum her zaman uluslararası hukukla örtüşmez; fakat ordu, bunu ilgili hukuki durumdan bağımsız olarak, her iki taraf için de ortaya çıkan stratejik duruma göre yorumlamalı ve anlamalıdır. Ancak o zaman uygun adımlar atılabilir.

Rusya’nın Ukrayna’daki kısa vadeli savaş hedeflerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ruslar Karadeniz’e çıkış yollarının kontrolünü ellerinde tutmak istiyor. Buna Karadeniz Filosunun konuşlandığı Kırım da dahil. Bu arada, Ukrayna’nın Kırım üzerinde hala idari kontrole sahip olduğu dönemde de bu durum anlaşmayla düzenlenmişti. Bu mesele Rusya açısından müzakere edilemez. Kaliningrad oblastı, Murmansk oblastı ve Kırım ile birlikte Karadeniz bölgesi Rusya’nın batı savunmasının stratejik köşe taşlarını oluşturuyor. Bir dünya gücü olmak istediği sürece bu bölgeleri kontrol etmek Rusya açısından varoluşsal bir önem arz ediyor. Rusya, aynı zamanda stratejik çevresini kontrol etmek de istiyor. Başkan Carter döneminde Beyaz Saray’ın eski güvenlik danışmanı olan Zbigniew Brzezinski bu konuya dikkat çekmekte gecikmemişti. Bugün Rusya’nın yenilgiye uğratılmasını ve hareket edemeyecek kadar zayıflatılmasını isteyen herkes, Rusya Federasyonu’nun çökmesinin ardında büyük bir stratejik boşluk bırakacağı hakikatini de göz ardı ediyor; eğer böyle olursa Doğu Avrasya büyük ölçüde istikrarsızlaşacaktır. Bu da Batı’nın çıkarlarına uygun olmayacaktır. Henry Kissinger ölümünden kısa bir süre önce buna dikkat çekmişti.

Güçlü bir Rusya’nın güçlü bir konumda olması Batı’nın çıkarına mı? Bu cüretkâr bir tez.

Eğer Rusya’yı yenmek zorunda olduğunuzu söylüyorsanız, bunun sonuçlarının ne olacağının da göz önünde bulundurmanız gerek. Büyük güçler arasında doğrudan bir askeri çatışma her ne pahasına olursa olsun önlenmelidir. Rusya dünyanın en güçlü nükleer gücüdür ve bu durum her stratejik değerlendirmede göz önünde bulundurulmalıdır. Büyük güçler, güç politikaları açısından kendi etki alanlarına girilmesine izin vermezler. ABD açısından 1962 Küba Füze Krizi bunu göstermişti: Kennedy, Sovyetlerin Küba’da askeri bir yer edinmesine izin veremezdi. Hatta nükleer bir savaşa kadar gitmeye hazırdı.

Eğer Rusya’nın NATO’ya saldırması olası değilse, Savunma Bakanlığı neden bu yönde planlar yapıyor?

Her şeyden evvel, bu her savunma bakanının işidir ve yalnızca askeri bir meseledir. Federal Savunma Bakanlığı, Bundeswehr’e verilen anayasal yetkiyi yerine getirmek ve nihayetinde savunma kabiliyetini yeniden tesis etmekle ilgileniyor. Bunun için personel ve malzeme eksikliğinin yanı sıra para da gerekiyor. Bu amaçla Rusya, daimî bir tehdit olarak ilan ediliyor. Bence bu yanlış bir yaklaşım. Soğuk Savaş’ın en parlak döneminde bile bir düşman imajımız yoktu ve buna ihtiyacımız da yoktu. Düşman imajının olmaması savunma stratejisinde başlı başına güçlü bir araçtır. Bu, potansiyel rakiplerin mantıksız korkularını yatıştırabilir ya da hafifletebilir.

Almanya şimdi Ukrayna’nın AB içindeki en önemli destekçisi haline geldi. Şansölye Olaf Scholz diğer üye ülkeleri daha istekli davranmaya çağırıyor. Almanya, Ukrayna’ya silah ve para yardımı yapmaya devam etmeli mi?

Silah sevkiyatı, Ukrayna’nın Rusya’nın saldırganlığına karşı kendisini savunmasına yardımcı olmayı amaçlıyor. Prensipte bu doğru ve uluslararası hukuka uygun. Fakat kendimize her zaman bu silah teslimatlarının neyi amaçladığını sormamız gerek. Yaklaşık bir yıl önce Alman hükümeti, “Savaşı lehimize çevirmek için tank tedarik ediyoruz,” açıklamasında bulunmuştu. Bu, yani gerçekçi siyasi hedefler belirlemeden silah tedarik etmek, halihazırda o dönem için de dar görüşlülüktü. Hatta yakın zamana kadar sloganlardan biri Ukrayna’nın Kırım ve Donbass’ı yeniden ele geçirmesi gerektiği yönündeydi. Durum buna imkân tanımadı ve tanımıyor da. Öncesinde gerçekçi siyasi hedefler belirlemeden savaş yürütmek anlamsızdır. Bu arada bunu Clausewitz de biliyordu.

Batı, Ukrayna’nın daha fazla silah almaması halinde Rusya’nın insafına kalacağını söylüyor. İsteğiniz Ukrayna’nın zor durumda kalması mı?

Birkaç hafta önce Ukrayna Genelkurmay Başkanı Valeriy Zalujnıy, Ukrayna ve Rusya’nın operasyonel bir çıkmazda olduğunu belirtmişti. Bana göre bu aşırı iyimser bir değerlendirme, zira askeri inisiyatif ve gerilimi tırmandırma üstünlüğü Rusya’nın elinde. Durum şöyle görünüyor: Askerî harekât dizginleri Rusya’nın elinde. Moskova şu anda işgal ettiği bölgeleri sağlamlaştırıyor ve konsolide ediyor ve taarruzun Harkov ve Odessa oblastlarında ilerleyeceği göz ardı edilemez.

Rusya Ukrayna’daki savaşı domine etmiş görünüyor. Bununla birlikte Batı, Kiev’e para ve silah sağlama konusunda daha az istekli hale geliyor. NATO savaştan yoruldu mu?

NATO savaşın tarafı olmak istemiyor. ABD’den gelen mali ve maddi bağışlar suyunu çekiyor. Bu bağlamda uzun zamandır kendime şu soruyu soruyorum: Silah sevkiyatı savaşın Ukrayna lehine dönmesini sağlamayacaksa hangi amaca hizmet edecek? Bu yardımlara neden diplomatik tedbirler eşlik etmiyor? Son aylarda pek çok barış ve müzakere girişimi oldu ama Almanya ya da AB’den hiçbir şey gelmedi. Çatışmaların askeri olarak sonlandırılmasına dönük gerçekçi bir stratejik konseptten ve her şeyden önce askeri bir çözümün olmadığı bu çatışmadan nasıl çıkılacağına dair siyasi bir konsepti hala göremedim.

Avrupa ülkelerindeki hükümetlerden gelen herhangi bir barış girişiminden haberdar olmadığınızı söylüyorsunuz. Ukrayna’daki savaşa nihai olarak Washington’da mı karar verilecek?

Görünen o ki Ruslar bir sonraki ABD yönetiminin farklı öncelikleri olacağına dair bahse giriyor. Hem Donald Trump’ın Beyaz Saray’a geri dönmesi hem de Joe Biden’ın ikinci dönem için seçilmesi halinde ABD’nin ana odağının, Çin’in Güney Çin Denizi ve Tayvan’daki güç ve etki politikasını sınırlandırmak amacıyla Orta Doğu ve Hint-Pasifik bölgesine daha fazla kayması muhtemel. Bu durumda ABD —Rusya’nın pek de haksız olmayan beklentisine göre— Rusya ile bir denge kurmaya daha istekli olacaktır. Nihayetinde Ukrayna’nın kaderi Washington ve Moskova’da belirlenecektir. Biz Avrupalılar, bir yıl içinde kendimizi 2021’de Afganistan’dan aceleyle çekildiğimiz zamanki gibi şaşkın ve savunmasız bulmamak için dikkatli olmalıyız, zira Ukrayna’daki çatışmanın yıl boyunca dondurulması pek mümkün değil. Bu tür “dondurulmuş çatışmalar” Kore ya da Golan Tepeleri gibi pek çok bölgede mevcut. Korkarım ki biz Avrupalılar da inisiyatif almak yerine Amerikalıların ne yapacağını beklemekle yetindiğimiz için benzer bir duruma düşüyoruz.

Sahra Wagenknecht de Ukrayna’da barış müzakereleri yapılması çağrısında bulunuyor. Siz de onunla birlikte Şubat 2023’te Berlin’de büyük bir barış gösterisi düzenlenmesi çağrısında bulundunuz. Sahra Wagenknecht ittifakına katılacak mısınız?

Sahra Wagenknecht ve diğerleri gibi siyasi figürlerin bu anlamsız savaştan çekilmek için barış müzakerelerini aktif bir şekilde savunmaları önemli. Ben bağımsız bir askeri uzman/güvenlik uzmanı ve danışmanım.

Uzun yıllar Angela Merkel’in başbakanlıktaki askeri danışmanıydınız. Geriye dönüp baktığınızda, Almanya’nın Rusya ile ilişkilerinin yanlış bir değerlendirmeye dayandığını söyleyebilir misiniz?

Siyaset açık bir süreçtir. Uluslararası ilişkilerde pek çok şey beklenenden farklı gelişir. Sonuçta gelecek yıl bu zamanlar nerede olacağımızı ve dış politika eylemlerimizin doğru olup olmadığını net olarak bilmiyoruz. 2014’te Kırım’ın ilhakından sonra Şansölye, Minsk 1 ve 2 müzakereleri çerçevesinde çatışmaların siyasi bir süreçte çözülmesi için elinden gelen her şeyi yaptı. Bugünün perspektifinden bakıldığında pek çok insan bunun şimdiye dek önlenmiş olabileceğini söylüyor. Ben farklı görüyorum. Almanya o dönemde bu tehlikeli çatışmadan çıkış yolunu sadece silah tedariki ile değil, siyasi yollarla sağlamaya çalıştı. Ben 2006-2013 yılları arasında başbakanlıkta çalıştım. O dönemde Afganistan’a odaklanmış bir güvenlik durumumuz vardı. Ulusal ve ittifak savunması ve Rusya o dönemde ikincil bir rol oynuyordu. Elbette tarihçiler gelişmenin genel dinamiklerini değerlendirmek zorunda kalacaklar.

Eminim başbakanlıkta görev yaptığınız dönemden kalma çok sayıda bağlantınız vardır. Barış müzakerelerini başlatmak için Moskova ve Washington’daki kanallarınızı kullanmaya çalıştınız mı?

Elbette federal başbakanlıkta çalıştığım dönemden kalma, değerlendirme yaparken kullandığım ve güvenlik konularında uzmanlaşmış bir yönetim danışmanı olarak çalışmamla da genişleyen mükemmel bir ağım var. Sonuç olarak, Ukrayna’daki savaşın diğer ülkelerde Almanya’dakinden daha farklı, daha farklılaştırılmış, daha dengeli ve daha gerçekçi bir şekilde tartışıldığını ve yorumlandığını da biliyorum. Ukrayna’daki savaşla ilgili olarak örneğin ABD’de yürütülen türden açık bir tartışma ortamına sahip olmamamız esef verici. Ne yazık ki Alman basınında bile siyah-beyaz ve dost-düşman düşüncesine varan şaşırtıcı bir fikir birliği görüyorum.

Minsk müzakerelerinden bahsettiniz. Putin’e NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin Ukrayna’da duracağına dair yeterli garanti verildi mi?

Alman Şansölyesi, Ukrayna’nın NATO üyeliğinin tehlikelerini çok erken fark etmişti. Bükreş’teki 2008 NATO zirvesinde Ukrayna ve Gürcistan’ın üyeliği tartışılırken, bu ülkelerin derhal üyeliğe kabul edilmesini engelleyenler kendisi ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy idi. Angela Merkel, Ukrayna’daki iç siyasi muhalefete ek olarak, bunun Ruslar için kırmızı çizgi anlamına geleceğini ve Gürcistan örneğinde olduğu gibi aşılmasının savaşla sonuçlanacağını biliyordu. NATO daha sonra farklı bir yol izledi. Ukrayna’nın ittifaka dahil edilmesi konusunda baskı yapmaya devam etti. Bu, Rusya’nın Şubat 2022’de uluslararası hukuku ihlal ederek Ukrayna’yı işgal etmesinin siyasi tarih öncesinin bir parçası ve pek tartışılmaz.

Federal Şansölye Olaf Scholz, Ukrayna’ya Taurus füzelerinin teslim edilmesine karşı çıktı. Sizce doğru bir karar mı verdi?

Taurus sistemlerinin teslimatı savaşı tırmandıracaktı ama savaşta arzu edilen askeri dönüm noktasını beraberinde getirmeyecekti. Füzeler 500 kilometreden fazla menzile sahip. Bu da Ukraynalıların halihazırda sahip olduğu benzer İngiliz ve Fransız sistemlerinden iki kat daha uzağa fırlatılabilecekleri anlamına geliyor. Bu nedenle başbakanlığın Taurus tedarikini reddetmesinin doğru olduğunu düşünüyorum.

Silah sevkiyatının devamından yana olanlar Taurus füzelerinin oyunun kurallarını değiştireceğini ve Kiev’e daha iyi bir müzakere pozisyonu sağlayacağını savunuyor. Siz buna ne dersiniz?

Ukrayna’ya yönelik askeri yardımlarımızda sık sık dile getirilen oyun değiştirici unsur hiçbir zaman olmadı. Geçen yıl Leopard 2 tankları oyunun kurallarını değiştiren bir unsur olarak tanımlanmıştı. Başbakanlık üzerindeki yoğun medya baskısı, bunların Ukrayna’ya Bundeswehr stoklarından teslim edilmesini talep etmişti. Fakat ne muharebe tankları ne Taurus füzeleri ne de talep edilen F-16 savaş uçakları mucize silahlar olamaz ve genel askeri durumu Ukrayna’nın lehine değiştiremez. Her şeyden önce Ukrayna’nın savunması için acilen topçu mühimmatına ihtiyacı var. AB, oybirliğiyle bunu sağlamayı taahhüt etmişti. Ancak üye ülkeler bunu yapacak kapasiteye sahip olmadıkları için bu taahhüdün gerçekleşmesi pek mümkün değil. Almanya’daki tartışmalar bazen ikiyüzlü bir hal alıyor. Bazı politikacılar savaş ve ordu hakkında çok az şey bilmelerine rağmen savaş söylemlerinde birbirleriyle yarışıyorlar. Ukrayna’ya silah sağlamaya devam ediyoruz ama bunun etkili olacağına ciddi olarak inanmıyoruz ve aynı zamanda askerliğe elverişli yüz binlerce Ukraynalı ülkeyi terk ediyor. Sadece 200 bine yakını Almanya’ya geldi, askerlik hizmetine karşı vicdani ret uyguluyor ve vatandaşlık geliri alıyor. Bu tutarlı bir politika mı?

Öte yandan, Rusya’nın askerî açıdan Ukrayna’dan daha üstün olduğunu söylediniz. Genç Ukraynalılar kendilerini umutsuz bir savaşa mı atmalı?

Hayır, haklısınız. On binlerce genç Rus da savaştan kaçmak için ülkeyi terk etti. Elbette bu konuda her türlü insani duyguya sahibim. Beni kişisel olarak rahatsız eden şey, askerlik görevini yapan binlerce genç Ukraynalı ve Rus askerin askeri çözümü olmayan bir savaşta harcanması. Savaşa dahil olmayan Almanların en büyük Ukraynalı vatanseverler gibi görünmesini tuhaf buluyorum. Hiç askerlik yapmamış ve onlarca yıldır pasifist bir şekilde tartışan politikacılar aniden Ukraynalılar için her şeylerini vermek ve tercihen “her şeylerini ortaya koymak” istiyorlar. Bu durum siyasetin güvenilirliğini artırıyor mu?

Ukrayna’ya silah sevkiyatına siyasi ve diplomatik girişimlerin eşlik etmemesini eleştirmekte gecikmediniz. Savaşın gidişatına bakarak bu tutumunuzda haklı olduğunuzu düşünüyor musunuz?

Kasım 2022’de ABD Genelkurmay Başkanı Mike Milley, askeri çözümün pek mümkün olmadığını açıklamıştı. Güç dengesi sadece silah sevkiyatıyla değiştirilemez. Etkili Amerikan düşünce kuruluşu Rand Corporation da bu görüşü teyit etmişti. Ben Ukrayna tartışmalarında bu görüşü savunurken, Almanya’nın önde gelen basın kuruluşları gerçek bir hüsnükuruntu konseri düzenledi: İlk olarak geçen yıl medyada bir bahar taarruzu hayal edildi. Bu serap söndükten sonra, erken bir yaz taarruzu olması gerekiyordu ve bu böyle devam etti. Ben Ukrayna’nın başarılı bir taarruz düzenleyebileceğine inanmadım. Rusya’nın savunmasını hiçbir noktada aşamayan ve savaş üzerinde kalıcı bir etkisi olmayan münferit ilerlemeler oldu. Kurt Biedenkopf’un bir keresinde söylediği gibi, gerçekliğin giderek daha görünür bir şekilde kendini hissettirdiği bir dönemde, gerçekçi sonuçlar çıkarmaya başlamamız gereken en son nokta buydu.

Ukrayna’daki savaş git gide bir siper savaşına dönüşüyor. Savunma Bakanı Boris Pistorius, halkta “savaş yorgunluğu” olduğu uyarısında bulunuyor. Bu durumda barışçıl bir çözüme ilişkin daha geniş bir tartışmanın mümkün olduğu izlenimine sahip misiniz?

Evet, her ne kadar Almanya’da düşünce ve söylem koridorları daralmış olsa da. Bunu üzücü buluyorum, ne de olsa liberal demokratik bir ülkede yaşıyoruz ve uluslararası ilişkilerin sorunlarına daha geniş bir yaklaşım benimsemeye hazır olmalıyız; yani, Hannah Arendt’in bir zamanlar “tırabzansız düşünmek” dediği şeye. Yarının çatışmalarına hazırlanabilmemiz için etrafımızdaki dünya düzensizliğini anlamayı öğrenmeliyiz. Ne de olsa ihtilaflı bölgeler ve savaş alanları giderek artıyor. Dünyanın demokrasiler ve otokrasiler, uzlaşmaz dostlar ve düşmanlar olarak sığ bir şekilde ayrıştırılması ne dünyanın ivmelenen çok kutupluluğuyla ne de Almanya’nın çıkarlarıyla örtüşebilir.

Mülakat için çok teşekkür ederim.

Eski NATO-Rusya Konseyi Başkanı Kujat: ABD iki cepheli savaş yürütemeyeceğinin farkında

DÜNYA BASINI

Mahmud Abbas birliği korumak için olası baskılara direnecek mi?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız uzman görüşlerine yer verilen haber Filistinli grupların Pekin’de imzaladığı uzlaşı anlaşmasının sürdürülebilir olup olmadığına yanıt bulmaya çalışıyor. İsrail ve muhtemelen ABD tarafından baltalanacağı düşünülen uzlaşının yumuşak karnı ise Filistin Yönetimi:

****

‘Başarılı olması için baskı var’: Fetih-Hamas birlik anlaşması sürdürülebilir mi?

Analistlere göre Fetih Hareketi’nin siyasi iradesinin olup olmadığı görülecek, İsrail ise anlaşmayı bozmaya çalışabilir.

Mat Nashed

Analistler, Filistinli grupların salı günü bir “ulusal birlik” anlaşması imzalayarak, ideolojik farklılıklarını ve acı dolu geçmişlerini bir kenara bırakıp İsrail’in işgaline son vermek için lobi yapabileceklerine dair hem umut yarattığını ancak bazı şüpheler olduğunu söylüyor.

Çin’in başkenti Pekin’de üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından imzalanan anlaşma, geçici bir “ulusal uzlaşı” hükümetinin savaş sonrası Gazze’nin kontrolünü üstlenmesi ve ortak kendi kaderini tayin etme arayışını ilerletmesi için zemin hazırladı. Ancak Fetih Hareketi ve Hamas arasında daha önce yapılan birçok uzlaşma girişiminin başarısız olması nedeniyle bu atılım kuşkuyla karşılandı.

Katar’ın başkenti Doha’daki Middle East Council on Global Affairs adlı düşünce kuruluşunda İsrail-Filistin uzmanı olarak çalışan Ömer Rahman, “Biraz şüphe olması doğal, ancak bu anlaşmanın kalıcı olacağından umutluyum” dedi.

“Gazze ve Batı Şeria’daki durum göz önüne alındığında bunun başarılı olması için baskı var. Bence tüm taraflar bunun gerçekleşmesi gerektiğini biliyor” diyen Rahman, Gazze’deki savaşın ve işgal altındaki Batı Şeria’da artan yerleşimci şiddeti ve toprak gaspının getirdiği aciliyete atıfta bulundu.

BM uzmanlarına göre, 7 Ekim’de Hamas öncülüğünde İsrail topluluklarına ve askeri karakollarına düzenlenen ve bin 139 kişinin öldürüldüğü ve 251 kişinin esir alındığı saldırıdan bu yana İsrail, Gazze’de soykırıma varabilecek yıkıcı bir saldırıyla karşılık verdi.

İsrail son dokuz ayda 39 binden fazla Filistinliyi öldürdü ve iki milyon 300 binlik Gazze nüfusunun neredeyse tamamını yerinden etti. Gazze’deki savaş uluslararası manşetleri belirlerken, İsrail’in 2024 yılında işgal altındaki Batı Şeria’da son 30 yılda herhangi bir yılda olduğundan daha fazla Filistin toprağını sessizce ele geçirmesine yol açtı.

İsrail işgalini derinleştirirken, Filistinli iki büyük grup Fetih Hareketi ve Hamas bölünmüş durumda kaldı. Fetih Hareketi, Batı Şeria’nın büyük bir bölümünü 1993 Oslo Anlaşmalarından doğan ve Fetih’e şiddetten vazgeçmesi ve İsrail’i tanıması karşılığında Filistin devletinin kurulacağının vaat edildiği Filistin Yönetimi aracılığıyla kontrol ediyor.

Buna karşılık Hamas silahlı mücadeleye bağlı kaldı ve 2007’de iki taraf arasında yaşanan kısa bir iç savaşta Fetih Hareketi’ni kovduğundan beri Gazze’yi kontrol ediyor.

Kanlı geçmişe rağmen, her iki taraf da 12 daha küçük grupla beraber Pekin anlaşmasını imzaladı. El Cezire’nin elde ettiği bir anlaşma kopyasına göre bu anlaşma, nihai olarak İsrail işgali altındaki Doğu Kudüs, geniş Batı Şeria ve Gazze’de (İsrail’in 1967 Arap-İsrail savaşında ele geçirdiği topraklar) bir Filistin devleti kurmayı hedefliyor.

Anlaşma kalıcı olacak mı?

Uluslararası Kriz Grubu (ICG) Filistin uzmanı Tahani Mustafa, Fetih Hareketi ve Ebu Mazen olarak da bilinen Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın Hamas’la daha önce yapılan uzlaşma anlaşmalarını baltaladığını söyledi.

El Cezire’ye konuşan Mustafa, Abbas’ın ve yakın sırdaşlarının İsrail işgaline karşı Filistin yönetimini birleştirmek için gerçek bir siyasi irade göstermediğini söyledi.

Mustafa’ya göre Fetih Hareketi, teoride Filistinlileri uluslararası alanda temsil eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üzerinde tek kontrol sahibi olduğunu ve Hamas ve diğer fraksiyonlar bu yapıda temsil edilirse çoğunluğunu kaybetmekten korkuyor.

Mustafa, “Hamas’ı ve İslami Cihad’ı da eklerseniz, Fetih Hareketi’nin tekeli sona erer” dedi.

İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri de uzlaşma anlaşmasını baltalamaya çalışabilirler.

İsrail, savaş sonrası senaryoda Filistin Yönetimi’nin ya da Hamas’ın Gazze’nin kontrolünü ele geçirmesine izin vermeyi reddederken, ABD de uzun süredir Hamas’ın İsrail’i tanımasını ve Filistin hükümetinin bir parçası olmadan önce şiddetten vazgeçmesini istiyor.

2017’de Hamas, 1967 sınırlarına göre bir Filistin devleti kurulmasını kabul eden yeni bir tüzük sundu. Hamas tarafından daha önce yapılan açıklamalar ve hareketlerle uyumlu olan bu hamle, İsrail’in fiilen tanınması anlamına geliyordu.

Mustafa, “Hamas, İsrail’in var olma hakkını hiçbir zaman [açıkça] tanımadı çünkü İsrail’e aynı şeyi Filistinliler için de yapması yönünde hiçbir zaman baskı yapılmadı” dedi.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin İsrail-Filistin uzmanı Hugh Lovatt, İsrail’in bu anlaşmayı rayından çıkarmak için Batılı müttefiklerine Filistin Yönetimi’ne verdikleri fonları kesmeleri için baskı yapmasının oldukça olası olduğunu söyledi.

El Cezire’ye konuşan uzman, “Filistin Yönetimi mevcut haliyle ancak ABD ve Avrupa’nın yakın işbirliği ve finansman desteğiyle ayakta kalabilir” dedi.

Lovatt, “Ancak bu sadece Filistin Yönetimi’nin hayatta kalmasıyla ilgili bir mesele değil, aynı zamanda Filistin Yönetimi’nin kilit isimlerinin kişisel hayatta kalma meselesi… kendi kişisel konumlarını zayıflatabilecek herhangi bir anlaşmaya çok ilgi duymuyorlar” diye ekledi.

El Cezire yorum için Filistin Yönetimi Başkanlığı sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne ve Filistin Yönetimi’nin Birleşik Krallık misyonunun başındaki Husam Zomlot’a ulaştı. Her iki isim de haber yayınlanmadan önce yorum taleplerine yanıt vermedi.

Ancak Lovatt, Filistin Yönetimi’nin, İsrail’i resmen tanımak ve şiddetten vazgeçmek gibi Oslo Anlaşmaları’nın şartlarına uymayı reddetmesi nedeniyle önceki birlik anlaşmalarının çökmesinden Hamas’ı sorumlu tuttuğunu söyledi.

“Abbas’ın söylediğini gördüğümüz şey… bir anlaşma istiyoruz ama uluslararası meşruiyete dayanan bir anlaşma” diye ekledi.

Bu anlaşma neden önemli?

Daha önceki uzlaşma anlaşmaları başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Rahman bu anlaşmanın başarıya ulaşmasının hayati olduğunu söyledi.

Rahman’a göre İsrail-Filistin konusunda uluslararası kamuoyunda rüzgarlar değişiyor ve bu da birleşik bir Filistin liderliğinin Gazze’deki “soykırıma” ve İsrail’in Batı Şeria’daki “ilhakçı baskısına” son vermesi için bir fırsat yaratıyor.

Dünya Mahkemesi olarak da bilinen Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) “tavsiye niteliğindeki görüşü”, İsrail’in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’deki 57 yıllık işgalini kısa bir süre önce “yasadışı” olarak sınıflandırdı. Mahkeme, yerleşim yerlerinin inşası ve genişletilmesi de dâhil İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında varlığını sürdürmesinin “uluslararası hukuku ihlal ettiğini” söyledi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu kararı “saçma” olarak nitelendirdi ve İsraillilerin “atalarının yurdundaki kendi topluluklarında yaşamalarının” yasadışı olamayacağını söyledi.

Rahman, “Durum açıkça vahim ve Filistinlilerin uluslararası toplumu Filistinlileri savunmak için bir araya getirecek bir tür birleşik liderliğe ihtiyacı var” dedi.

Ancak bu birlik -en azından şimdilik- savaşın gidişatını şekillendirmede en etkili küresel aktör olan ABD tarafından desteklenmiyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller salı günü düzenlediği basın brifinginde anlaşmayı yorumlarken “Bir terör örgütünün rolü olamaz” dedi.

Hamas ABD, İsrail ve Avrupa Birliği tarafından “terörist” olarak tanımlanan bir grup ancak pek çok Filistinli, Hamas’ı meşru bir direniş grubu olarak görüyor.

Lovatt, Filistin Yönetimi karar alma sürecinde Hamas ve diğer gruplara danışarak anlaşmayı uygulamaya kararlı olsa bile ABD baskısının Filistin birliğini sabote edebileceğini söyledi.

Lovatt şunu ekledi: “Bu gerçekten de belirleyici faktör olabilir. Asıl soru şu: [Abbas] kararlılığını sürdürecek mi, yoksa uluslararası baskı karşısında geri adım mı atacak?”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı artık küresel ilişkilerin merkezi değil

Yayınlanma

Samir Puri, Nikkei Asia
25.07.2024

Dünya meselelerinde bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Batılı ülkelerin küresel meselelerin nihai hakemleri olarak hareket etme gücü ve birliği çökmüyor, ancak açık bir düşüş içinde.

Çoğumuz bu noktada hemfikiriz, ancak bu geçiş dönemini Batı’nın içinden mi yoksa dışından mı izlemek daha doğru olur? Perspektif her şeydir. Atlantik’in her iki yakasındaki Batılı ülkelerde yaşayan bizler için popülizm siyaseti, değişen dünyayı izlerken kaçınılmaz olarak önemli bir tartışma konusu haline geliyor.

Daha “ulus öncelikli” liderler ve partiler güç kazandıkça, Batı’nın siyasi karakterinin hızla değişmekte olduğu açıktır. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın olası zaferi ya da Macaristan Cumhurbaşkanı Viktor Orban’ın ülkesinin Avrupa Birliği dönem başkanlığını kullanarak geleneksel Batılı dış politika elitlerine çelişkili mesajlar vermesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu durum zamanla Batı’nın küresel kişiliğini değiştirecektir.

2020’den bu yana Batı’daki evimden ziyade, Asya’da gelişen bu olayları Singapur’daki görüş noktamdan izliyorum. “Batısızlık: Büyük Küresel Yeniden Dengelenme” adlı yeni kitabımda yazdığım gibi, Batı’nın küresel varlığının yeniden şekillenmesini uzaktan izlemek kendi perspektiflerini sunuyor.

Asya’da, dünyanın değişen ekonomik dengesi Çin ve Hindistan’ın yükselişinde açıkça görülüyor ve Endonezya gibi ülkeler de gelecekte önemli bir büyüme göstermeye hazırlanıyor.

Dünyanın yeniden dengelenmesi sadece “Asya’nın yükselişi” ile sınırlı değildir. Suudi Arabistan, Türkiye ve hatta Güney Afrika gibi ülkelerin küresel meselelerde kendi yollarını çizmek için gösterdikleri stratejik özerklik her geçen ay artıyor.

Batılı olmayan ülkeler için stratejik özerklik ekonomik büyümeden kaynaklansa da bundan çok daha fazlasıyla ilgilidir. BRICS gibi Batılı olmayan kulüplerin genişlemesini de içeriyor. Güney Afrika’nın Batı destekli İsrail’e karşı Hamas’a karşı yürüttüğü savaş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava gibi gelişmeler de bunu kanıtlamaktadır. Batılı olmayan ülkeler küresel görüşün değişmesine yardımcı oldukça, Batılı ülkeler tarafından 7 Ekim’den sonra İsrail’i desteklemek için alınan ilk tutumlar artık “kurallara dayalı uluslararası düzen” kullanılarak inandırıcı bir şekilde sorgulanabilir.

Batılı olmayan dünyanın yükselen başlıca güç merkezleri hızla kendi momentumlarını geliştiriyor. Yüzyıllardır ilk kez Batı her zaman öncü bir rol oynamıyor. Avrupa liderliğindeki deniz sömürge imparatorluğunun önceki dönemleri ve ardından ABD liderliğindeki küreselleşme dönemi düşünüldüğünde, dünya meselelerinde ortaya çıkan dönemin gerçekten de çok farklı olacağı görülecektir.

Batı çökmeyeceği ve ABD ekonomisi canlılığını koruduğu için yanlış sonuçlara varmak kolaydır. Tüm bunları gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğüne göre bir analize indirgemek ve yalnızca ABD ile Çin arasında iki atlı bir yarış olarak görmek çok basite indirgemek olacaktır.

Kişi başına düşen GSYH’ye bakıp, önde gelen Batılı ülkelerin modernleşmenin standart taşıyıcıları olarak diğerlerinin fersah fersah önünde olduğu sonucuna varılabilir. Ya da güçlü ABD dolarının kalıcı gücüne odaklanılabilir.

Bunlar indirgemeci sonuçlara varmaktır. Evet, ekonomik performans, yaşam standartları ve para biriminin gücü büyük önem taşımaktadır. Ancak diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında Batı’nın düşüşte olduğu görülmektedir.

Demografi gibi bazı eğilimler ölçülebilir niteliktedir. Diğer eğilimler ise küresel anlaşmazlıkları çözme gücü ve ahlaki güçle ilgilidir. Küresel yeniden dengelenme yalnızca sert güç ve ekonomiyi değil, aynı zamanda standartları belirleme, dikkati yönetme ve krizleri çözme becerisini de içermektedir.

Manşetlerimize hakim olan ve küresel görüşleri derinden ikiye bölen diğer savaştan işlerin ne kadar hızlı değiştiğine dair net bir örnek alalım.

G7 aracılığıyla çalışan Batı, Rusya’nın Şubat 2022’de başlayan barbarca tam ölçekli işgaline karşı Ukrayna’yı övgüye değer bir şekilde destekledi. Ancak milyarlarca dolar harcayarak silahlandırdığı Ukrayna, hala Rus işgalcileri kovacak kadar güçlü değil. Şimdi, küresel yeniden dengelenmeyle ilgili iki gelişme Ukrayna’daki durumu daha net bir şekilde etkiliyor.

Birincisi, Rus ekonomisi Batı ve G7 liderliğindeki yaptırımlardan ve enerji ihracatına getirilen fiyat sınırlamalarından zarar gördü. Ancak ekonomik ceza tehdidi Putin’i 2022 başlarında Ukrayna’yı işgal etmekten caydırmaya yetmedi. Yaptırımların gerçekliği de Putin’i işgalden vazgeçmeye zorlamak için yeterli değil. Dünya ekonomisindeki yapısal değişiklikler, Rusya’nın Çin, Hindistan ve diğer BRICS ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Körfez ülkeleri, Endonezya ve diğerleriyle ticaret yapmaya devam ettiği ve savaş ekonomisini sürdürdüğü anlamına geliyor.

İkinci olarak, Batılı olmayan bu ülkeler bir şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesini savunmuşlardır. Batı ve G7 ise tam tersini savunmuştur. Mükemmel bir ahlaki netlikle, Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi ve saldırganlığı için asla ödüllendirilmemesi gerektiğini savundular. Ancak Trump Beyaz Saray’a dönerse, ABD politikasının bir barış anlaşması lehine Ukrayna’yı terk etmeye kayması bekleniyor.

İronik bir şekilde, Trump’ın dayatacağı böyle bir anlaşma ABD’yi dünyanın geri kalanında genel olarak aynı şeyi savunan kesimlerle daha uyumlu hale getirecektir. Eğer bu gerçekleşirse, Batı’nın küresel haçlı enkarnasyonu bir darbe alacaktır. Onun yerine, otokratik liderlerle anlaşma yapmaktan kaçınmayan, işlevsel yaklaşımları tercih eden popülist bir Batı enkarnasyonu ufukta görünmektedir. Böyle bir dünyadan korkmak başka bir şey, bunun pek çok etmenini anlamak başka bir şeydir.

Sadece Soğuk Savaş sonrası zafer kazanmış Batı’nın sonunu gözlemlemiyoruz, aynı zamanda daha az Batı egemenliğinde bir dünyanın başlangıcını da gözlemliyoruz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Okulu kıran” çocukların ailelerini hapse atmayı öneren başkan adayı: Kamala Harris

Yayınlanma

Editörün notu: Joe Biden’ın çekilmesi ile birlikte Demokratların kasım ayındaki başkan adayı olarak öne çıkan Başkan Yardımcısı Kamala Harris, siyaseten “silik” bir profil olsa da daha önce San Fransisco ve California’daki savcılık deneyimleri karanlık bir geçmişe işaret ediyor. “Beyaz olmayan” ve “ilerici” sayılan bir siyasetçi olmasına rağmen savcılığı döneminde siyahlara yönelik polis şiddeti konusunda tavır almayı reddetmişti. Harris’in en tartışmalı hamlesi ise, “okul asma programı” olarak bilinen 2011 tarihli yasaydı. Bu yasa bölge savcılarının, çocuklarının geçerli bir neden olmaksızın okul yılının yüzde 10’unu kaçırmaları halinde ebeveynleri kabahat işlemekle suçlamalarına ve hapsetmelerine izin veriyordu. Daha sonra sonlandırılan programın, yine en fazla beyaz olmayan toplulukların ebeveynlerine yönelik işlediği yönünde yoğun eleştiriler gelmişti.


“Kamala the Cop”: Biden’ın Olası Halefi Harris’in Karanlık Yüzü

Raphael Schmeller
Berliner Zeitung
23 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç

Sevilmiyor, hata yapmaya meyilli ve kendi partisi içinde tartışmalı durumda. Demokratların başkan adayı olarak yarışa girmesi beklenen Kamala Harris kimdir?

Joe Biden’ın başkanlık yarışından çekilmesinin ardından birçok demokrat coşkuyla Kamala Harris’i desteklemeye başladı. Partinin seçim kampanyası bağışları platformu ActBlue, Biden’ın yerine Demokratların favorisi olan başkan yardımcısı için şimdiden “bağış seli” yaşandığını bildirdi.

Liberal Amerikan medyası Pazar akşamından beri Harris’in seçimi kazanması durumunda ABD’nin en yüksek siyasi makamına gelen ilk kadın, ilk Asya kökenli ve Barack Obama’dan sonra ilk siyahi olacağını tekrarlayıp duruyor. Ancak Harris’in ülkedeki çok sayıda kişi tarafından sevilmediği ve kendi partisinin içinde de tartışmalı olduğu gerçeği söylenmiyor.

2011 ve 2013 yıllarında bağışlarla Harris’i destekleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, çoğu ankette Demokratlardan oldukça önde yer alıyor. Bakıldığında Harris ve Biden arasında rağbet görme açısından önemli farklar yok ve hatta Harris’in durumu kısa bir yükselişten sonra daha kötüye bile gidebilir. Harris son anketlerde Demokratlar için çok önemli olan Michigan, Arizona ve Nevada gibi salıncak eyaletlerde Biden’dan daha kötü performans gösteriyor.

Harris, okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için hapis cezası istemişti

Harris, örnek vermek gerekirse iç politikadaki sert tutumu sebebiyle eleştiriliyor. 2011 yılından itibaren Kaliforniya Başsavcısı olarak kendisini Günışığı Eyaleti’nin(*) ‘’ilk polisi’’ olarak sundu ve sıkı baskısıyla adından söz ettirdi. Aynı zamanda kolluk kuvvetlerindeki yolsuzluklara karşı yeterince kararlı adımlar atmaması konusunda da eleştirildi. Ve hepsinden önce okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için uygulanmasını savunduğu yüksek para cezaları ve olası hapis cezaları sistemiyle hatırlanıyor.

Bu dönemde Harris, siyahlara yönelik polis şiddeti gibi birçok konuda tavır almayı reddetti ve bu durum birçok Demokrat tarafından yadırgandı. 2014 yılında marihuanayı yasallaştırma girişimine gülmüş, ancak beş yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunda “kesinlikle desteklediğini” vurgulamıştır. Başsavcılık yaptığı dönem ona ‘’Kamala the Cop’’ (Polis Kamala) lakabını kazandırmıştır.

Harris 2017 yılında Senato’ya seçildi ve 2019 yılında Demokratların başkan adayı olarak yarışa girdi. Başta Biden’ı ırkçılıkla suçlasa da sonrasında korkunç anket oranları sebebiyle yarıştan çekildi ve sonrasında kendisini başkan yardımcısı adayı yapan Biden’ı destekledi.

Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı son 4 yılda pek çok kez kendi siyasi profilini geliştirmemekle suçlandı. Biden, göçü sınırlandırmak için menşe ülkelerdeki göçün nedenleriyle mücadele etme görevini 2021 yılında Harris’e verdi. Ancak Harris’in çabalarına ve Latin Amerika hükümet başkanlarıyla yaptığı görüşmelere rağmen düzensiz sınır geçişlerinin sayısı arttı. ABD Yüksek Mahkemesi 2022 yılında dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade kararını bozarak ülkenin çoğu yerinde kürtajı fiilen imkansız hale getirdiğinde ise Harris, kürtaj haklarını şiddetle savundu.

Harris pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük olarak görülüyor

Harris, Beyaz Saray’da geçirdiği süre boyunca çoğunlukla kendi yolundan gitti. Röportajlarında ve kamuoyu önünde yaptığı diğer konuşmalarında çeşitli hatalar yaptı ve her zaman kendine güvenen biri olarak görünmedi. Pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük ve bazı demokratlar tarafından da bir yük olarak görülüyordu. Hatta 2022 yılının başında yapılan anketlerin sonucuna göre Harris, bugüne kadarki en sevilmeyen Başkan Yardımcısı. Yakın çalışma arkadaşları birçok kez istifa etti ve kaotik çalışma koşulları olduğuna dair söylentiler hep devam etti.

Harris de Biden gibi hatalar yapmaya ve anlaşılması zor konuşmalar yapmaya meyilli. Şu anda sosyal medyada Mayıs 2023’te yaptığı bir konuşma dolaşıyor, Harris dinleyicilere şu açıklamaları yapıyor: “Siz, içinde yaşadıklarınızın ve sizden önce gelenlerin bağlamından oluşuyorsunuz.’’ Sonrasında bu anlattıklarını annesinden bir alıntı yaparak destekledi, ‘’Hindistan cevizi ağacından düştüğünüzü mü sanıyorsunuz?’’ Harris sonrasında saniyelerce kendi şakasına güldü.

Eğer beklendiği gibi Kamala Harris Demokratların adayı olarak gösterilirse yalnızca bu imajını düzeltme zorluğuyla karşılaşmayacak, aynı zamanda seçmenleri Biden-Harris hükümetinin sevilmeyen sonuçlarından kendisini sorumlu tutmamaları için ikna etmeye çalışmak zorunda kalacak. Bu sebeplerle Trump, Harris’i yenmenin Biden’ın kendisini yenmekten daha kolay olacağını iddia ediyor. Bu konuda haklı olabilir.


(*) Yazar Florida ile Kalifornia’yı karıştırıyor olmalı çünkü “Günışığı Eyaleti” (Sunshine State) takma adı Florida’ya ait. Kaliforniya’nınki ise “Altın Eyalet” (Golden State). (editörün notu)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English