GÖRÜŞ
Moskova zirvesi ve senkronize edilen küresel perspektif
Yayınlanma
Yazar
Ceyda KaranBatı perspektifinden dünyaya son bir yılda yayılan birbiriyle bağlantılı iki anlatı açısından oldukça ‘trajik’ günlerden geçiyoruz. İlki, Ukrayna çatışması nedeniyle Rusya Federasyonu’nun ‘tuzağa düşürülüp tecrit edildiği’ tezi. İkincisi ise dünyanın yükselen gücü Çin Halk Cumhuriyeti’ni Ukrayna çatışması bağlamında ‘tarafsız bir yere koyan’ analizler. Özellikle Çin’in pozisyonu geçen hafta Moskova’daki ‘tarihi’ zirve ile yerli yerine oturdu.
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin 21 Mart’taki iki ortak bildiriyle dünyanın önüne siyasi, ekonomik, askeri ve ideolojik planda ittifak ilişkileri somutlayan başka bir alternatif koydu. Sino-Sovyet ilişkilerinin sancılı tarihinden yola çıkarak analizler yapanları boşa düşürecek şekilde… Çin liderinin Rus mevkidaşına veda ederken, “Yüzyıldır gerçekleşmeyen bir değişim geliyor. Ve bu değişimi birlikte yönlendiriyoruz” sözleriyle anılan ‘Yeni Dünya Düzeni’ ne getirecek, henüz bilmiyoruz. Bu durumda iki ülke ilişkilerini pekiştirirken küresel etkileri olacak yeni ittifakın kodlarını anlamak elzem.
Batı anlatısında; Çin ile Rusya’nın ortak bildirileri doğru düzgün yayımlanmadan ve anlaşılmadan ‘çekiştirilirken’, hemen geçen yılı anımsamakta fayda var. Örneğin Çin Dışişleri Bakanlığı’nın ‘BM Şartı’na yaptığı ilkesel atıflar üzerinden Rusya’nın Ukrayna’daki Özel Askeri Harekatı’nı ‘onaylamadığı’ öne sürülmüştü. Batı’nın ‘ilkesellik ile oksimoron ilişkisi’ ortadayken, Çin Dışişleri’nin en baştan bu çatışmanın ‘karmaşık siyasi ve tarihsel koşullarına’ yaptığı ve sürekli tekrarladığı vurgu görmezden gelindi. Bu tutum tarihsel perspektif ve neden-sonuç ilişkileri ile düşünme refleksinin en basit yansımasıydı. Ne ki, artık bunun Batı anlatısında pek yeri yok. Olup bitenleri anlamayı zorlaştıracak aynı tutum Moskova zirvesi ve Rusya-Çin ortak bildirilerinde de tekrarlanmakta.
KOLEKTİF BATI’NIN ÖFKESİ
Kolektif Batı, Moskova zirvesini ‘burun kıvırmak’ ile ‘endişelenmek’ arasında gidip-gelen bir halet-i ruhiye ile izledi. Çin liderinin ziyareti, çerçevesi daraltılarak ‘Ukrayna çatışması’ üzerinden yansıtıldı. Hemen öncesine Putin hakkında ABD’nin de tanımadığı ‘evrensel yargı yetkisi’ iddiasıyla UCM’den ‘çocukları çatışma alanından çıkarma’ temalı çok tartışmalı bir ‘tutuklama kararı’ denk getirildi. Çin, Xi’nin Moskova ziyaretinden kısa süre önce ‘Küresel Güvenlik Girişimi’ adı altında son derece dikkat çekici bir belge ve ardından 12 maddelik Ukrayna tutum belgesi yayınlamıştı. Bu belge, Batı’da ‘barış planı’ gibi sunuldu. Önce ‘yetersiz’ bulundu. Batı, ‘Ukrayna’ çatışmasıyla yakın geçmişi unutup ‘egemenlik alanına’ çekilme görüntüsü verirken, Çin belgesinin içindeki ilkesel ‘BM Şartı atfına’ aynı alışkanlıkla ‘olumluluk’ atfetti. Kendi koşullarında bitmediği müddetçe ‘barışa’ dair bir girişimi zaten dışlıyorlar. Dolayısıyla bu tutum belgesinin gölgelenmesi için Çin’in Rusya’ya ‘silah verdiği veya verebileceği’ teması işlendi ve ‘sonuçları ağır olur’ tehdidi savruldu. ABD ve Avrupa Ukrayna çatışmasının açıkça tarafıyken, Çin ‘tarafsız olmamakla’ itham edildi. Xi’nin Putin ile görüşmesinde ‘barış çağrısı yapmasının kabul edilemez olduğu’ çünkü ‘Rusya’nın fetihlerini onaylamak anlamına geleceği’ söylendi.
Bu arada Xi’nin Ukrayna lideri Zelenskiy’le de görüşmesi teması devreye sokuldu. Çin liderinin Kiev’i de ziyaret edeceği öne sürüldü. Sonra ‘telefon görüşmesi yapılacağı’ iddia edildi. Kiev yönetiminden bu yönde açıklamalar ‘yakarma’ boyutlarına vardı. Ancak bu tema Çin üzerinde pek de etkili olmuş görünmüyor.
Pekin, Batı’nın her türlü söylemine son derece sivri bir dille yanıt verdi. BM devre dışı bırakılarak girişilmiş Irak işgalinden, UCM kararındaki çifte standartlara uzanan anımsatmalar yapıldı. Bu arada Çin, Almanya’nın Rusya ile birlikte sivil altyapısı Kuzey Akım-2’ye yönelik terör saldırısının soruşturulması için Rusya’nın Güvenlik Konseyi’ne sunduğu tasarının ‘ortağı’ da oldu.
‘PATRON-KÜÇÜK ORTAK’
Moskova zirvesi sonrasındaki Batı tutumu ise hızla ‘siyasi magazine’ kaydı. Çin ve Rusya liderlerinin zirvesi ‘patron/vasal-büyük/küçük ortak’, ‘Xi’ye muhtaç Putin’ gibi temalar üzerinden işlendi. Tabii endişe dile getirenler eksik olmadı.
Moskova zirvesinin, ABD’nin sinir katsayısını artırdığının göstergesi Beyaz Saray Stratejik İletişim Direktörü John Kirby’nin defalarca ‘dünyanın lideri biziz’ diye tekrarlaması dikkat çeken basın toplantısıydı. Kirby, hegemonyalarına meydan okumaya ‘cüret eden’ Rusya ve Çin’e şöyle seslendi: “Dünyada başka hiçbir ulus ABD’nin sahip olduğu ittifak ve ortaklık ağına sahip değildir. Çin ve Rusya, yapmaya çalıştıkları şey için, yani ABD liderliğine meydan okumak için, bu güçlü uluslararası destek temeline sahip olmadıklarının farkındalar.”
Rusya ile Çin’in, Moskova zirvesini, ABD’nin ‘şok ve dehşet’ doktrinini tatbik ettiği Irak işgalinin 20. yıldönümüne denk getirmiş olması dikkat çekici. ABD ise zirve sonrasında buna ironik biçimde Bush yönetimi yıllardan kalma nahoş ‘şer mihveri’ anlatısıyla yanıt verdi. ABD’nin muhafazakar propagandisti David Frum’un, vaktiyle İkinci Dünya Savaşı anısını çağrıştıracak şekilde İran ve Irak’ın yanına Kuzey Kore’yi ekleyerek formüle ettiği ‘şer mihveri’ Rusya ve Çin’e uyarlandı. Rusya lideri buna ‘asıl mihverin askeri paktlarla Batı tarafından tesis edildiğini’ söyleyerek yanıt verdi.
‘BÜYÜK GÜÇ REKABETİ STRATEJİSİNİN SONUCU’
Biden yönetimi 2021’de göreve başlar başlamaz açıkça ‘büyük güç stratejisine’ yönelmişti. 2014 darbesiyle Kiev’de banderistleri başa getirerek tetiklenen Ukrayna çatışması ‘mecburi Trump arasından’ sonra hayata geçirildi. Sekiz yıllık iç savaş Rusya’ya da ‘hazırlık’ fırsatı sunmuştu.
Yine Biden yönetimi 2021 baharında Çin yönetimiyle Alaska’da ilk diplomasi hamlesinde hegemonyasını anımsattığında, Çin diplomasisinin ‘azarlarıyla’ karşılaşmıştı. O gün bugündür ABD’nin Çin’le ‘kaçınılmaz’ karşı karşıya gelmesi tartışmaları yoğunlaşırken, tarihler havada uçuşuyor. Örneğin Dışişleri Bakanı Antony Blinken, geçen ekimde ‘ABD liderliği olmazsa kaos çıkar’ temalı Stanford Üniversitesi konuşmasında ‘Çin’in Tayvan’la birleşme sürecini hızlandıracağı’ iddiası eşliğinde ‘iki yıl içinde’ diye bir takvimleme koymuştu. Biden’ın ‘Tayvan’ı savunmak’ söylemi dilinden düşmemişken, ‘Tayvan’daki Çinlileri Pekin’e karşı korumakta’ kararlı Amerikan kamuoyunda Çin’e nasıl sıkı bir deniz blokajı uygulanacağı tezleri eksik olmadı.
‘ÇİN’İN ARKASINI SAĞLAMA ALMASI’
Bu koşullarda Moskova zirvesini ‘Rusya’nın muhtaçlığı’ üzerinden okuyan Batı kamuoyunda, ABD saldırganlığını bekleyen Çin yönetiminin ‘arkasını nasıl sağlama aldığı’ meselesi pek anılmıyor. Gerçekten tuhaf. Zira Rusya Federasyonu’nun askeri teknoloji ve mühendislik alanındaki uzmanlığı; radarları, hipersonik sistemleri ve nükleer denizaltılarıyla Çin’den ileride. Yine olası çatışma halinde en çok ihtiyaç duyulacak enerji kaynaklarının yanı sıra değerli mineraller ve materyaller ile tahıl, gübre zengini bir Rusya, Pekin için ‘çok değerli’. Elbette Çin’in üretim üssü niteliği, geniş iş gücü ve dünyadaki ticaret ortaklıkları eşliğinde ekonomik alanda üstünlüğü tartışacak gibi değil. Dolayısıyla mesele ‘patron-küçük ortak’ çerçevesini aşıyor.
İKİ MAKALE
Bildirilere geçmeden önce dikkatten kaçmaması gereken bir başka husus Moskova zirvesi öncesinde Putin’in Halkın Günlüğü’nde, Xi’nin ise Rosisyskaya Gazeta ile RIA Novosti’de yayınlanan makaleleriydi.
Xi’nin vurgularını özetleyecek olursak… Çin-Rusya ilişkilerinin ‘açık tarihsel mantık ve güçlü itici güce dayalı’ gelişimi ile güvenin güçlendiği; ‘üçüncü tarafları hedef almama’ ilkesinden hareketle ‘yeni tür devletler arası ilişki için ölçüt oluşturduğunu’ yazdı. ‘Uluslararası ilişkilerin demokratikleştirilmesini teşvik’ ve ‘çok kutupluluk’ vurgularını tekrarladı. Ukrayna konusunda 12 maddelik tutum belgesini ‘barışı aktif olarak teşvik etmek ve siyasi çözüm ile krizin sonuçlarını etkisiz kılmakta yapıcı faktör’ olarak anarken, bunun dünya toplumunun görüş birliğini yansıttığını belirtti. “Karmaşık sorunların basit çözümleri yoktur; Ukrayna krizinden akılcı bir çıkış yolu ve dünyada güvenliğe giden yol, herkesin eşitlikçi ve sağduyulu bir şekilde diyalog ve istişareye devam etmesiyle bulunacaktır” ifadeleri Çin tutumunun tekrarıydı. Xi, Çin-Rusya ilişkilerinin dinamik işbirliği başlıklarını yazarken de, ‘sıradan insanlara hakiki faydaları’ vurguladı. Yine ABD’nin ‘kurallara dayalı’ kavramlaştırmasının karşısına ‘BM merkezli ve uluslararası hukuka dayalı dünya düzenini’ koyan makalede, “Uluslararası toplum hiçbir ülkenin diğerlerinden üstün olmadığını biliyor”, “Evrensel bir devlet yönetim modeli ve belirleyici sözün tek bir ülkeye ait olduğu bir dünya düzeni yoktur” ve “Hegemonya, despotizm ve zulüm eylemleri dünyaya ciddi zararlar veriyor” meydan okumasına dikkat çekmeli.
Putin de dünya büyük değişimler geçirirken güçlü Rusya-Çin dostluğunun değişmediğini vurguladı. Ukrayna’da Rusya’nın müzakereye açık tutumunu tekrarlarken, Çin’in çözüm için yapıcı katkılarından duyulan memnuniyetin altını çizdi. “Rusya, Çin’in dengeli çizgisi ve arka planları ile gerçek nedenlerine ilişkin anlayışı için minnettardır” ifadeleri önemli. Rusya lideri Batı’nın Ukrayna dışında Asya-Pasifik’e nüfuz etme ve askeri bloklaşma çabalarına özel olarak dikkat çekti. Çin’i ‘bölgesel ve küresel istikrarın temel taşı’ diye andı ve Rusya-Çin ilişkilerinde siyasi, ekonomik ve insani düzeyde ilerlemelere atıf yaptı. İlişkilerin Soğuk Savaş’taki askeri-siyasi ittifaklardan daha üstün niteliği eşliğinde hiçbir kısıtlayıcı yahut tabu konu olmadığının altını çizdi.
İKİ ORTAK BİLDİRİ
Çin liderinin üç günlük Moskova ziyaretinde saatlerce mesai yapıldı. 21 Mart’ta ‘Yeni Dönem için Kapsamlı Stratejik Ortaklık Koordinasyonunun Derinleştirilmesi’ ve ‘2030’a kadar Kalkınma Planlarındaki Önceliklere dair Ortak Açıklama’ başlıklı iki ortak bildiri duyuruldu. Xi’nin “Çin-Rusya ilişkileri ikili ilişkilerin ötesine geçmiştir ve modern dünya düzeni ve insanlığın kaderi için hayati önem taşımaktadır” diye izah ettiği siyasi bildiri ile ilişkilerin maddi altyapısını güçlendiren bildirinin alt metinleri şöyle:
* Girişte iki ülkenin yeni dönem için kapsamlı stratejik ortaklık koordinasyonunun tarihte en yüksek seviyeye ulaştığı ve geliştiği vurgulanırken, Ukrayna harekatından hemen önceki 4 Şubat 2022’deki ortak bildiriye atıf var.
* Çin-Rusya ilişkileri, Soğuk Savaş döneminin askeri siyasi paktlaşmalarının ötesinde ifade ediliyor, üçüncü ülkeleri hedef almama, çatışmaya girilmemesi, hizalanmama vurgulanıyor. Açıkça ABD ve NATO’un aksine atıflar, alt metinde Rusya’nın Ukrayna’da provokasyona karşı kendini korumak üzere harekete geçtiği görüşünün yansıması. Pandemi eşliğinde gelişen ilişkilere atıf yapılırken, ‘Rusya’nın müreffeh ve istikrarlı bir Çin’e, Çin’in güçlü ve başarılı bir Rusya’ya ihtiyacı vardır’ deniliyor. Batı’da dile getirilen ‘Rusya’nın parçalanması’ arzularına yanıt.
* Birbirine saygılı eşit ilişkiler vurgulanıyor ve bu ‘büyük güç ilişkilerinin modeli’ olarak anılıyor. ‘İki ülke başkanlarının rehberliği’ dikkat çekici.
* Çok kutuplu uluslararası modelin oluşumun hızlandığı tespiti eşliğinde, ‘Meşru hak ve çıkarlarını savunmak için güçlü ve kararlı olan bölgesel güçlerin sayısının giderek arttığı’ vurgulanıyor. Ukrayna çatışmasının körüklenmesinden gıda ve enerji üzerinden zarar gören uluslara atıf var.
* “Aynı zamanda, hegemonyacılık, tek taraflılık ve korumacılık hala yaygındır ve uluslararası hukukun tanınmış ilke ve normlarının yerine ‘kurala dayalı bir düzen’ koymak kabul edilemez.” Bu ifadeler alt metne gerek bırakmıyor. BM dışında tek taraflı yaptırımlar, BM ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kurumların Batı çıkarları için kullanımının reddine işaret ediyor.
* Stratejik ortaklık koordinasyonunun pekiştirilmesinin stratejik bir tercih olduğu vurgulanarak tarafların yapacakları sıralanıyor. İlişkilerin her yönde ilerlemesi iradesi konuluyor. ‘Egemenlik, toprak bütünlüğü, güvenlik ve kalkınma dahil temel çıkarların korunmasında birbirine destek’ Çin’in Rusya’nın Kırım’da ve Donbass’ta egemenlik algısının arkasında durduğu olarak yorumlanabilir. ‘Ortak kalkınma ve refah’, ‘Karşılıklı anlayış ve dostluğu teşvik’, ‘küreselleşmeyi ve uluslararası ilişkilerin demokratikleşmesini ilerletmek ve küresel yönetişimin daha adil ve makul yönde gelişmesi’… Bu vurgular değişim isteyen memnuniyetsiz ülkelere mesaj.
* Farklı tarih, kültür ve ulusal koşullara sahip ülkelerin yolunu seçme hakkı vurgulanırken, ‘daha üstün bir demokrasi yoktur’ ifadeleriyle Batı tipi liberal demokrasinin ‘evrenselliğine’ itiraz ediliyor. Ulusal değerleri empoze etme tutumu eleştiriliyor ve ABD’nin ‘otoriterlik-demokrasi’ ikiliği ‘ikiyüzlü anlatı’ ve ‘siyasi baskı aracı’ diye niteleniyor. Batı’nın ‘liberal küreselleşmeciliğine’ karşılık ‘Rusya’nın, Çin’in Küresel Medeniyet Girişimine büyük önem atfettiğinin’ altı çiziliyor.
* ‘İnsan haklarının herkes tarafından kullanımının insan toplumunun ortak arayışı olduğuna’ işaret edilerek Batı’nın ‘insan hakları tekeli’ iddiasına atıf yapılıyor. Hoşgörü, iletişim ve karşılıklı öğrenme vurgulanıyor.
* Karşılıklı modernleşme ve kalkınma hedeflerinin desteklendiği belirtilirken, içişlerine karışmamanın altı çiziliyor. Rusya ‘Tek Çin’ ilkesine bağlılığını bir kez daha teyit ediyor.
* ABD fonlu ‘renkli darbelere’ karşı stratejik güvenlik istişaresi ve kolluk güçlerinin işbirliği mekanizması konuluyor. ABD destekli radikal İslamcı terör anılıyor. Doğu Türkistan İslami Hareketi (ETİM), organize suçlar, ekonomik ve uyuşturucu suçları özel olarak belirtiliyor. ETİM’den çıkan Türkistan İslam Partisi’nin silahlı şiddeti, bunların ABD tarafından ‘terör örgütü’ listesinden çıkarılarak IŞİD’le dirsek temasına yönlendirildiği haberleri gelirken, daha dikkat çekici.
* İlişkilerin maddi temelini sağlamlaştıracak alanlarda pratik işbirliği vurgulanıyor. Enerji ortaklığı, petrol-gaz, kömür, elektrik ve nükleer alanda işbirliği projeleri, yenilenebilir enerji girişimleri, enerji güvenliği, sanayi tedarik zincirlerinin istikrarı, küresel enerji piyasalarının istikrarlı gelişimine ortaklaşa katkı anılıyor. Sibirya’nın Gücü-2 hattı anlaşmasının müzakerelerinin sürdüğünü anımsatmalı.
* Sivil havacılık, otomotiv üretimi, gemi yapımı, metalürji ve diğer ortak ilgi alanlarında pratik işbirliği yapılacağı belirtiliyor. Yeni geniş gövdeli jet üretimi girişimi zaten var. Mercedes’in terk ettiği üretim tesisinde Çin’in otomotiv üretimi yapacağı haberleri de gelmişti.
* BRICS zirvesi ve ‘ABD mağduru’ Brezilyalı lider Dilma Rousseff’in başına geçtiği Yeni Kalkınma Bankası’nın genişletilmesi ve birliğe hevesli yeni katılımcıların vurgulandığı paragraf gelişmekte olan ülkelerin çıkarlarını koruma vurgulu.
* Nükleer silahlanma yarışına karşı uyarı ve nükleer savaşın kazanılamayacağı belirtiliyor. Bunu önlemek için nükleer silaha sahip devletler arasında yapıcı ilişkilerin altı çiziliyor. ABD’ye önemli mesaj, ülke dışında nükleer silah konuşlandırmaktan vazgeçmesi ve konuşlandırdığı silahları geri çekmesi talebi.
* Bildiride, ABD, Britanya ve Avustralya’dan oluşan Anglo-Amerikan dünyanın güvenlik paktı AUKUS’la beliren risklere dikkat çekiliyor. 14 Mart’ta Australya AUKUS paktının nükleer enerjiyle çalışan denizaltı filosu kurma planları duyurulmuştu. AUKUS Çin’le hesaplaşmaya hazırlık olarak görülüyor. Buna Japonya’nın militarize edilmesi eklenirken, bu paragraf Asya’ya taşınan gerilimi hedefliyor.
* BM Şartı’nın amaç ve ilkelerine uymak ve uluslararası hukuka saygı bölümünde Rusya Ukrayna konusunda Çin’in objektif ve adil tutumunu vurgularken, asıl önemli kısmı ‘bir ülke yahut ülkeler grubunun askeri, siyasi ve diğer avantajlar peşinde koşarak diğer ülkelerin güvenlik çıkarlarına zarar vermesine karşı olunduğuna’ yapılan vurgu. Burada açıkça ABD ve AB ile jeopolitik hesaplarına atıf var.
* Yine NATO’ya ‘savunma amaçlı’ taahhüdüne bağlı kalması istenirken, ‘diğer ülkelerin egemenliğine, güvenliğine, çıkarlarına, medeniyet çeşitliliğine, tarihine ve kültürüne saygı gösterme ve barışçıl kalkınmalarına objektif ve adil bakma’ çağrısı yapılıyor. Batı hegemonyasını eleştirenlere açık mesaj.
Takip eden bölümünde ‘Asya-Pasifik, Kuzeydoğu Asya, Kuzey Kore, Ortadoğu, Orta Asya, Afrika, Kuzey Kutbu’na ilişkin tutumlar spesifik olarak ele alınıyor. Özetle;
* NATO’nun Asya-Pasifik’te askeri bağlarla bölgesel barış ve istikrarı zedelemesi endişesine karşı Rusya ile Çin’in Asya-Pasifik güvenlik sistemi inşasındaki kararlılığı;
* Kuzeydoğu Asya’da Soğuk Savaş zihniyetiyle güvenliği tehlikeye atacak eylemlere dikkat çekilmesi;
* Çin ve Rusya’nın ortak çabalarla aktif biçimde barışı teşvik edeceği belirtilen Kuzey Kore için ABD’nin meşru ve makul endişelere yanıt verecek somut adımlar atması ve diyalog başlatması gerekliliği;
* Ortadoğu’da sorunların içişlerine müdahale dışlanarak diyalog ve istişare yoluyla çözümü anılırken, Çin’in Suudi-İran ilişkilerini tesisteki son katkısının vurgulanması. Suriye meselesinin Suriye’nin sahipliğinde, Libya’nın Libyalıların öncülüğünde siyasi çözüm süreçlerinin desteklenmesi, Körfez bölgesi için kolektif güvenlik çerçevesi ve buna Çin ve Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nün katkı potansiyeli;
* Orta Asya ülkelerinin ulusal egemenlikleri ve kalkınmalarının garantiye alınması ile dış güçlerin ‘renkli devrimlerine’ karşı çıkılması;
* Afrika ülkeleriyle iletişim güçlendirilirken, kıtanın sorunlarının bağımsız çözüm çabalarının desteklenmesi ve barışçı kalkınması;
* Latin Amerika ve Karayipler’de diyaloğun güçlendirilmesi, istikrar ve refahın teşvikinin sürmesi;
* Yeni denizyolları geçişi olarak görülen Kuzey Kutbu bölgesinin barış, istikrar ve yapıcı işbirliği alanı olması.
Batı’nın kaynak azalması ve neoliberal kapitalist modelin sistemik sorunlarına eşlik eden hegemonya yitimi kaygısıyla hareket ettiği açıkça görülüyor. Bu koşullarda, Rusya-Çin ortak bildirileri; BM sistemi ve uluslararası hukuku çıkarları ölçüsünde uygulayan ‘istisnacılığa’ bayrak açıldığının belgesi. Tek kutuplu dünyadan rahatsız ‘diğerlerine’ ise senkronize edilmiş bir küresel perspektifle bir davetin ilanı.
İlginizi Çekebilir
-
Sultan İbrahim, Malezya Kralı olarak ilk kez Çin’i ziyaret ediyor
-
FT: Avrupa’nın batarya umudu Northvolt hayatta kalmak için savaşıyor
-
Japonya’nın Ishiba’sının Asya NATO önerisi ABD’de ‘fantezi’ olarak görüldü
-
Putin ve Lula da Silva, Brezilya’nın barış girişimini görüştü
-
ABD ve Hindistan, Hint Okyanusu konusunda ilk diyaloğu gerçekleştirecek
-
Rusya’da yıllık enflasyon geriledi
GÖRÜŞ
Çin-Afrika Zirvesi ve Kolektif Batı: Eyvah Çin Afrika’yı da kaptı
Yayınlanma
1 gün önce18/09/2024
Yazar
Hasan ÜnalÇin’in son bir yıl içerisindeki diplomatik hamleleri Kolektif Batı’da alarm zillerinin çalmasına sebep oluyor. Önce geçen yıl Beijing yönetiminin (Mayıs 2023) Körfez’in iki yakasında bulunan ve onlarca yıldır kavgalı ilişkiler içindeki İran ile Suudi-Arabistan ve diğer Arap ülkeleri arasındaki normalleşmeyi sağlaması büyük bir diplomatik başarıydı, her ne kadar Batı dünyası bu büyük sükseyi hafife almaya çalışmış olsa da… Çünkü ABD’nin yakın dostu Şah zamanında İran Körfez’in bir tarafında ve Suudi Arabistan ile Arap ülkeleri öbür tarafında olmak üzere bu devletlerin neredeyse hepsi birden Amerika’nın müttefikleriyken (Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak hariç) Vaşington yönetimleri bu dostlarını/müttefiklerini uzlaştıramamış hatta bunu doğru dürüst denememişti bile…
ABD stratejileri devletleri uzlaştırarak kaynakları hakkaniyet ilkelerine uygun bir şekilde paylaşmak esaslı olmadığı için bunu Türkiye-Yunanistan arasında da denemediler. Gerek Körfez’de gerekse Ege ve Doğu Akdeniz’de kendi müttefikleri arasındaki çelişkileri kullanmak Amerika’nın jeopolitik mantığına daha uygundu. Türkiye ile Yunanistan arasında bunu hala uygulamakta olduklarını yakından görebiliyoruz.
Çin’in bölgesel diplomasi başarıları bununla sınırlı kalmadı. Bu yılın (2024) mayıs ayında Çin ile Arap Ligi ülkeleri dışişleri bakanları düzeyinde Beijing’de bir araya geldiler. Bu toplantıya başta Mısır olmak üzere bazı Arap devletleri liderler düzeyinde katıldılar. Çin’in Arap ülkelerine ve özellikle Filistinlilere ‘mazlum millet’ olarak hitap etmesi onların kalplerini kazanmaya yetmiş gibiydi. İsrail ve Kolektif Batı’nın Gazze günahlarının Çin tarafınca şiddetli eleştiriye tabi tutulması hem bugüne kadar izlediği politikalarla uyumlu bir çizgiyi temsil ediyordu hem de Arapların tamamının kalbini kazanmaya katkıda bulunmuştu. Ayrıca Çin’in Filistin meselesine Arap tarafının penceresinden bakması, kendisine ait bir gizli gündeminin olmaması bu diplomatik girişimlerini hem mümkün kılabiliyor hem de sonuç almasını/alınmasını sağlıyordu.
Yaklaşık iki ay sonra (23 Temmuz 2024) Çin’in bu defa da başta El Fetih ve Hamas olmak üzere toplamda on dört Filistin direniş örgütünü bir araya getirerek aralarındaki farklılıkları bir kenara bırakma ve ortak mücadele konusunda uzlaştırdığı haberi geldi. Hatta medya tabiriyle haber gündeme bomba gibi düştü. Bunların hiçbirisini Amerika veya bir Batılı ülke yapamazdı/yapamadı; çünkü Arapların/Filistinlilerin meşru haklarına Amerika hiçbir zaman saygı duymadığı gibi her zaman Arapları/Filistinlileri zorlama veya aldatma düşüncesiyle hareket ettiği düşünüldüğü için Vaşington’un böyle bir başarıya imza atabilmesi hemen hemen imkânsız(dı).
AFRİKA ZİRVESİ KOLEKTİF BATI’NIN HUZURUNU KAÇIRDI
Bütün bu başarılı diplomatik hamlelerin üzerine gelen Çin-Afrika İşbirliği forumu (FOCAC – Forum on China-Africa Cooperation) başta Amerika olmak üzere eski sömürgeci Batılı ülkelerin huzurunu kaçırmışa benziyor. Aslında söz konusu zirve 2000 yılından bu yana tam sekiz kere toplanmış yani bu defa Beijing’de yapılan (4-5 Eylül 2024) dokuzuncusu. Bu zirveyi medyada bu kadar ön plana çıkaran sebeplerin başında çok kutuplu sistemin oturmaya başlamasının Kolektif Batı üzerinde yarattığı olağanüstü stres ve Amerika liderliğindeki tek kutupluluğun önlenemez bir şekilde sona erdiği gerçeği olduğuna hiç şüphe yok. Bir diğer sebebi de çok kutuplu dünya düzeninde belirleyici bir role sahip olacak olan Çin’in yukarıda bahsettiğimiz sonuç alıcı diplomatik hamleleri olsa gerektir.
Açıkça söylemek gerekirse son otuz yılı aşkın sürede Kolektif Batı’nın hem Çin hem de Afrika analizleri ve varsayımları tamamen yanlış çıktı. Bir Amerikan hükümet programıyla yaklaşık bir aylığına Amerika’ya ilk defa gittiğim 1996 yılında Çin ve Afrika hakkında bizlere söylenenler bugünlerde yaşananları gayet güzel anlatır gibi… Bir hafta Vaşington, bir hafta o zamanlar çok meşhur ve önemli olan Silicon Valley’nin başkenti San Jose, derken beş gün kadar Minnesota ve beş gün New York’tan oluşan gezimizin bütün ayaklarında gerek resmi kurumlarda gerekse düşünce kuruluşlarında ve aynı zamanda lobi şirketlerinde aldığımız brifinglerde Afrika’nın Batı’nın radarında olmadığı ve Çin’in çorap, tekstil, tişört vs. üreten bir ülke olduğu; serbest Pazar ekonomisiyle kalkınmaya devam etmesi halinde çok büyük değişim ve dönüşümler yaşayacağı, mevcut planlamacı ekonomik sistemi sürdüremeyeceği anlatıldı.
Oysa aradan geçen otuz yılda ne Çin onların beklediği gibi ucuz tekstil ve çocuk oyuncakları üreten bir ülke olarak kaldı ne de Afrika dünyanın radarı dışında kendi halinde debelenmeye devam etti. Özellikle Çin’in Afrika’da yaptığı yatırımlar ve Afrika ülkeleriyle başlattığı ekonomik ve ticari ilişkiler bu kıtayı dünyanın radarına soktu. Çünkü kaynaklarına eski sömürgeci ülkeler Fransa ve İngiltere tarafından büyük ölçüde çökülen, bu devletlerin desteklediği bir diktatörden diğerine gidip gelen rejimlerle yönetilen Afrika devletleri Çin’in kendilerine sunduğu yeni imkanlar ve yapmadığı siyasi baskılar dolayısıyla yeni bir uluslararası ticaret ve ekonomi pratiği ile tanışmış oldular.
Bu arada basit tekstil ve hafif sanayi ürünleriyle uğraşması beklenen ve bu arada etnik olarak parçalanabileceği düşünülen Çin dünyanın devasa bir ülkesi haline geldi. Üretim ve ihracata dayalı ekonomik ve planlama esaslı kalkınma programı ülkeyi sadece dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline getirmekle kalmadı; aynı zamanda yüksek teknoloji üretimi ve inovasyonunda Çin’i dünya lideri haline getirdi. Pek çok uzmanın söylediği gibi Çin’in Amerika ve Avrupa ile bir rekabeti artık söz konusu değil; çünkü bu yarışı Çin açık ara göğüslemiş durumda.
Afrika’da Batılı devletlere karşı Çin’i öne çıkaran en önemli unsurlardan birisi Beijing yönetiminin bu devletlere kredi verirken veya onlara alt yapı tesisleri kurarken siyasi taleplerde bulunmaması. Dahası Batılıların her zaman yaptığı gibi devletler arasındaki uzlaşmazlıklar ve çelişkileri onlara karşı kullanmaması ve her devlet içindeki azınlıkları örgütleyerek demokrasi, insan hakları, özgürlükler gibi bahanelerle bunları kendi devletlerine karşı kışkırtmaması. Kolektif Batı içinde yer alan devletler dışında her yerde başvurulan bu kirli yöntemler birçok ülkeye büyük maliyetler getirdi hatta bazılarının parçalanmasına giden kargaşalara sebep oldu.
Çin’in her yerde olduğu gibi bir medeniyet ve kültürün diğerlerinden üstün olduğunu ima eden Batılıların aksine medeniyetler arası işbirliği, halklar arasında yoğun temaslar kurulması ve her medeniyetin diğer(ler)inden bir şeyler öğrenmesi gerektiği tezi Afrikalıların da beğenisini topluyor. Orta Doğu’daki girişimlerinde Çin’in üst üste başarılı sonuçlar almasının arkasında yatan en önemli unsurlardan birisi olan bu Medeniyetler İnisiyatifi Çin Lideri Şi’nin geliştirdiği Küresel Güvenlik İnisiyatifi ve Küresel Kalkınma İnisiyatifi ile birlikte ele alındığında Beijing’in Afrika’da neden Kolektif Batı’ya karşı tam üstünlük sağladığı daha iyi anlaşılıyor.
DOKUZUNCU FORUM
Bu yıl dokuzuncusu yapılan Çin-Afrika İşbirliği forumu (FOCAC) kıtada on binlerce kilometre yol ve binlerce kilometre demiryolu, çok sayıda okul, hastane ve fabrika yapmış bulunan Beijing’in yeni açılımlarına da sahne oldu. Örneğin Çin Afrika’ya elli milyar dolarlık yeni yatırım/finansman ayırdığını açıkladı. Öte yandan Afrika’nın ve dünyanın en fakir ülkelerinin Çin’e sıfır gümrükle ürünlerini satmasına izin vereceklerini açıkladı ki, her ikisi de gerçek ekonomiye ciddi yatırım anlamına geliyor ve Çin-Afrika arasındaki işbirliği alanlarının artarak derinleşeceğine işaret ediyor.
Amerikan Derin Devleti’nin yönlendirdiği ve büyük ölçüde İsrail lobisinin kışkırttığı savaşlarda son otuz yılda demokratikleştirme hikayeleriyle Afganistan’dan Irak’a oradan Libya ve Suriye başta olmak üzere pek çok ülkeye kan kusturan Vaşington kendi kaynaklarını çarçur edip trilyonlarca doları sokaklara saçarken nasıl güçlü, kalkınmış ve bütünlüğünü konsolide etmiş bir Çin ortaya çıktıysa, bu dönemde Çin’in girişimleriyle Afrika devletleri de alternatifleri olduğu gerçeğini keşfettiler. Çin’e ilaveten bir yandan Rusya öte yandan da Türkiye gibi devletlerin nüfuz alanı oluşturmaya çalıştığı Afrika muhtemeldir ki, artık dünyanın radarına oturdu ve çıkmayacaktır.
Fakat bu radara girme meselesi ‘Afrika bizim radarımızda değil’ diyen Kolektif Batı’nın tepeden bakan tavrını dışlayan bir şekilde olacaktır. Zambialı bir analistin gayet veciz bir şekilde anlattığı gibi Amerikalı yetkililer Çin’in inşa ettiği havaalanına uçaklarıyla inip, Çin’in yaptığı yollardan arabalarıyla geçip yine Çin’in yaptığı bir binada toplantı düzenleyerek Afrikalılara neden Çin ile işbirliği yapmamaları gerektiğini anlatıyorlar. Artık dünyanın radarına oturmuş durumdaki Afrikalı halklar demokrasi, özgürlükler vs. propagandasını özellikle de İsrail’in Gazze’de yapmakta olduğu soykırım karşısında üç maymunu oynayan Batılıların ağızlarına tıkıp Çin ile gerçek ekonomi alanlarında işbirliğini artan bir hacim ve hevesle sürdürecekler gibi görünüyorlar.
GÖRÜŞ
“Da Tong” ve “Ubuntu”: Çin ve Afrika için Ortak Bir Gelecek Topluluğu
Yayınlanma
1 gün önce18/09/2024
Yazar
Harici.com.trYi Shaoxuan, Araştırma Görevlisi
Şanghay Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi
4-6 Eylül 2024 tarihleri arasında Pekin’de Çin-Afrika İşbirliği Forumu (FOCAC) Pekin Zirvesi düzenlendi. Zirveye Çin’den ve 53 Afrika ülkesinden devlet ve hükümet başkanları katıldı. Zirvenin ardından iki taraf ortaklaşa “Yeni Dönem İçin Ortak Geleceğe Sahip Her Yönüyle Çin-Afrika Topluluğunun Birlikte İnşa Edilmesine İlişkin Pekin Deklarasyonu”, “Çin-Afrika İşbirliği Forumu Pekin Eylem Planı (2025-2027)”, “Küresel Kalkınma Girişimi (GDI) Çerçevesinde İşbirliğinin Derinleştirilmesine İlişkin Çin-Afrika Ortak Bildirisi” ve “Modernizasyon için On Ortaklık Eylemi” gibi bildiri ve girişimler yayınladı. Bu belgeler FOCAC’ı Güney-Güney işbirliği için son derece etkili bir platform ve Afrika ile uluslararası işbirliğine öncülük eden köklü bir marka haline getirmeye çalışmaktadır. Zirvenin sadece Afrika’nın kendi kalkınması için değil, aynı zamanda Küresel Güney’in genel yükselişi ve adil ve hakkaniyetli yeni bir küresel ekonomik ve siyasi düzenin inşası için de büyük önem taşıdığı söylenebilir.
Daha da önemlisi, bu zirvede Çin ve Afrika halklarının kadim felsefi bilgeliği – “Da Tong” ve “Ubuntu” – birbirleriyle yankılanarak Çin ve Afrika’daki 2.8 milyar insanın birlikteliğini bir kez daha dünyaya göstermiştir. “Da Tong”, “Tian Xia Da Tong”un kısaltmasıdır. Bu kelime 2000 yıldan fazla bir geçmişe sahip olan Ayinler Kitabı’ndan gelmektedir. “Da Tong” kavramı, cennetin altındaki tüm insanların tek bir aileden olduğu ve tüm ulusların uyum içinde yaşaması gerektiği anlamına gelir. “Ubuntu” terimi Güney Afrika’daki Zulu halkının konuştuğu dilden gelmektedir, ancak Sahra-altı Afrika’nın tamamının dünya görüşünü veya felsefi düşüncesini temsil etmektedir. Kenyalı filozof John Mbiti bunu “Biz olduğumuz için ben de varım” şeklinde özetlemiştir. Ubuntu felsefesi, bireyin diğerlerinden bağımsız olarak var olamayacağını vurgular ve bu nedenle uyuma büyük önem verir. Bu, geleneksel Çin Konfüçyüsçülüğündeki “Da Tong” kavramıyla örtüşmektedir ve içerdiği derin anlam Batı bireyciliğiyle tam bir tezat oluşturmaktadır.
Zirvenin Çin ve Afrika üzerindeki etkisi nedir?
Çin için Afrika ülkeleriyle işbirliği, salgın sonrası dönemde Kuşak ve Yol Girişimi’nde yeni bir sayfa açıyor.
Uluslararası etki açısından Çin-Afrika işbirliği etkinliği bir “Güney-Güney işbirliği” modeli haline gelmiş ve gelişmekte olan ülkelerin dayanışmasını güçlendirmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri arasındaki tek gelişmekte olan ülke olarak Çin, Küresel Güney’in sesi olma sorumluluğunu üstlenmiştir. Afrika Birliği üyesi 54 ülkeden 53’ünün zirveye katılmış olması da Çin’in hitap gücünü göstermektedir.
Ekonomik ve ticari açıdan Çin, temiz enerjisi için yeni bir çıkış noktası ve hammadde bulmuştur. Son yıllarda Batılı hükümetler, özellikle de Biden yönetimi, Çin’in elektrikli araçlarına ve güneş enerjisi ürünlerine yüksek gümrük vergileri ve eşikler uyguladı ve Çin’in ilgili endüstrilerini dışarı atmak için “kapasite fazlası/aşırı üretim” gibi kavramlar inşa etti. Örnek olarak güneş panellerini ele alırsak, “CATL” gibi Çin ulusal markaları, iyi kalite ve düşük fiyatla birlikte küresel tedarik zincirinin yaklaşık %80’ini işgal etmektedir. Bu nedenle, Çin’in temiz enerji endüstrisine yönelik bu tür kötü niyetli engeller küçük bir darbe değildir. Dahası, Çinli şirketlerin kobalt, lityum ve diğer hammadde projeleri var ya da birkaç Afrika ülkesindeki madencilik şirketlerinde hisseleri bulunuyor ve Çinli şirketler yalnızca 2023 yılında Afrika madenlerine 7,8 milyar dolar yatırım yaptı. Bu yatırımlar, başta elektrikli araç endüstrisi olmak üzere yeşil endüstrilerini beslemeyi amaçlıyor. “Modernizasyon için On Ortaklık Eylemi”, Çin’in Afrika’yı iklim direncini artırmak, yeni enerji teknolojileri ve ürünleri sağlamak, 30 temiz enerji ve yeşil kalkınma projesi uygulamak ve Çin-Afrika yeşil sanayi zinciri özel fonları kurmak için desteklediğini belirtti. Afrika’da gelişen bu pazar Çin’in yeni enerji endüstrisine yeni bir ivme kazandıracaktır.
Medeniyetlerin karşılıklı anlayışı açısından bu zirve, Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında “halktan halka bağ” yolunu teyit ederek Çin ve Afrika arasındaki dostluğu ilerletmiştir. Çin, Afrika üzerinde sömürgeci saldırganlık yüküne sahip değildir, ancak ortak mücadelenin derin yoldaşlığını paylaşmaktadır. Dışişleri Bakanı Wang Yi, zirve sırasında bir muhabirin sorusuna verdiği yanıtta “Çin-Afrika dostluğunun iki tarafın ulusal bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesinde kurulduğunu ve ortak kalkınma ve yeniden canlanma davasında güçlendiğini” vurguladı. Çin’in uluslararası arenadaki çıkarlarını kararlılıkla koruyan ve 1971 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 26. oturumunda Genel Kurul’da Çin’in meşru hak ve çıkarlarının iadesi lehinde oy kullanan çok sayıda Afrika ülkesi vardı. Başkan Mao, “Çin’i Birleşmiş Milletler’e taşıyan Afrikalı kardeşler oldu” diyerek durumu özetlemiştir. Günümüzde Çin, yardım ve yatırım için Afrika’yı seçmekte, bu ilişki uzun yıllara dayanan sağlam bir dostluk barındırmaktadır.
Afrika ülkeleri için bu toplantı ve sonuçları aynı zamanda bir memnuniyet kaynağıdır. Uluslararası konum açısından, dünyanın en kalabalık iki kıtasının insanları bir kez daha bir araya gelerek Güney ülkelerinin birliğini ve dostluğunu dünyaya ilan etmiştir. Ulusal olarak özgürleşmiş bir Afrika artık sömürgecilerin insafına kalmamaktadır, siyasi ve ekonomik çıkarları için aktif olarak mücadele etmekte ve dünya sahnesinde sesini duyurmaktadır.
Ticari ilişkiler açısından Çin, Afrika’ya 360 milyar yuan (50 milyar ABD dolarından fazla) yardım sağlamış olup, bu yardımların bir milyon istihdam yaratması beklenmektedir. Çin, iki taraf arasında sanayi, tarım, ticaret ve altyapı alanlarında işbirliğini derinleştirme sözü verdi. Salgın sonrası zayıf küresel ekonomi bağlamında, bu işbirliğinin sonuçlanması Afrika ülkeleri için tam zamanında geldi. Afrika ülkelerinin bir kısmı 2030 yılı civarında borç geri ödeme baskısıyla karşı karşıya kalacak, bu nedenle gelişmekte olan yatırımların teşvik edilmesi yükün bir kısmını hafifletebilir.
Son olarak, Afrika kültürünün Çin kültürüyle kaynaşmasıyla iki halk dostluklarını derinleştirmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi, Ubuntu ideolojisi ile Çin Konfüçyüsçülüğünün “Da Tong”u arasındaki rezonans, sadece her iki tarafın da benzer kültürel geçmişleri nedeniyle zımni bir anlayışa sahip olmalarını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda kendi kültürel genlerindeki kimlik ve gurur duygusunu da derinleştirir.
Zirve’nin Küresel Güney üzerindeki etkisi nedir?
Birincisi, Zirve Küresel Güney ülkelerinin küresel faaliyetlerinin önemli bir parçasıdır. 2024 yılında İspanya Elcano Kraliyet Enstitüsü tarafından yayımlanan Küresel Varlık Endeksi’nde temel ölçüt ülkelerin ekonomik, askeri, bilimsel, sosyal ve kültürel alanlardaki etkileridir. Veriler, Küresel Güney’in genel küresel varlık düzeyinin artmaya devam ettiğini ve Kuzey ile Güney arasındaki küresel varlık farkının azaldığını göstermektedir. Çin-Afrika İşbirliği Forumu (FOCAC) Pekin Zirvesi gibi uluslararası etkinlikler, Güney’in uluslararası arenadaki etkisini ve cazibesini artırmıştır.
İkinci olarak, Zirve küresel Güney için birden fazla Batı modernleşme modeli olduğunu göstermiştir. “Pekin Eylem Planı (2025-2027)” iki tarafın, ülkelerinin kalkınması ve yeniden canlandırılması temelinde barışçıl kalkınma, karşılıklı yarar sağlayan işbirliği ve ortak refah için modernleşmeyi ortaklaşa araştırmasını önermektedir. Ana sosyal sektörü Çin özellikleriyle modernize etme girişimleri arasında yoksullukla mücadele tipik bir örnektir. Çin sadece on yıl içinde yaklaşık 100 milyon insanını yoksulluktan kurtarmıştır. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) son rakamlarına göre 2023 yılında, önemli bir kısmı Afrika’da olmak üzere, yaklaşık 733 milyon insan hala açlık çekmektedir. Çin, tarımsal kalkınmayı yoksulluğu ortadan kaldırmanın etkili bir yolu olarak kullanma konusunda çok değerli bir deneyime sahiptir. Çin’in tarımsal kalkınma yolunun paylaşılması, küçük çiftçilerin temel dayanak noktası olduğu Afrika için büyük önem taşımaktadır. Zirve belgesinde ayrıca iki tarafın Çin-Afrika tarımsal bilim ve teknoloji inovasyon ittifakı kuracağı, tarımda yoksulluğun azaltılması için 100 gösteri köyü oluşturacağı, Afrika ülkelerine 500 tarım uzmanı göndereceği, 1.000 tarımsal zenginlik liderini eğiteceği ve Çin-Afrika Mikoriza İşbirliği Merkezi ile Çin-Afrika Bambu Merkezi’nin inşası ve geliştirilmesini ilerleteceği belirtildi. BM Genel Sekreteri Guterres de yoksulluğun azaltılması konusunda Çin-Afrika işbirliğini takdir ettiğini ifade etti. Batı’daki sanayileşme ve büyük makine üretimi ile karşılaştırıldığında, belki de tarım öncülüğündeki bu modernleşme modeli Afrika topraklarına daha uygundur.
Zirve bir kez daha Güney ülkelerinin kalkınmaya yönelik güçlü arzusunu ortaya koymuştur. Kalkınma tüm dünya ülkeleri tarafından paylaşılan önemli bir haktır. 2010 yılında dönemin ABD Başkanı Barack Obama’nın Avustralya medyasına verdiği bir mülakatta şunları söylediği duyulmuştu “Eğer bir milyardan fazla Çin vatandaşı şu anda Avustralyalılar ve Amerikalılarla aynı yaşam düzenine sahipse, o zaman hepimiz çok sefil bir dönemden geçiyoruz demektir, gezegen bunu kaldıramaz”. Obama gelişmekte olan ülkelerde enerji tasarrufu ve emisyon azaltımından bahsediyor olsa da, bu bilinçaltı ifade, Batılı olmayan geniş bölgelerdeki insanların Amerikalılar ve Avustralyalıların sahip olduğu türden bir refaha sahip olmaması gerektiğine dair bir kibri ima etmektedir. Zaman değişti ve günümüzde gelişmekte olan ülkeler sadece “aç olmamak” değil, aynı zamanda “iyi beslenmek” istiyorlar. Örneğin, zirve belgesinde “Kalkınma Ortaklığı Girişimi”nden bahsedilmektedir: Çin ve Afrika ortaklaşa küresel bir kalkınma teşvik merkezleri ağı kuracak ve 1.000 “küçük ama güzel” geçim kaynağı projesinin uygulanmasına yardımcı olacak; Çin hükümeti, Afrika ülkelerinin kapsayıcı ve sürdürülebilir kalkınmayı gerçekleştirmelerine destek olmaya odaklanan Çin-Dünya Bankası Grubu Ortaklık Fonu’nun yenilenmesi için 50 milyon dolar bağışta bulunacak. Zirvede üzerinde mutabık kalınan projelerin birçoğu, gelişmekte olan ülke halklarının mutluluk ve kalkınma arayışlarının bir yansıması olarak tabana fayda sağlayan geçim kaynağı projeleridir.
Son olarak, zirvenin ortaya koyduğu güzel atmosfer, dünyanın gelecekteki gelişiminin ana temasının “küçük bahçe, yüksek çit” ve karşılıklı saldırganlık değil, eşitlik ve karşılıklı fayda ile paylaşılan bir gelecek topluluğu olduğunu ortaya koymaktadır. 2000 yılında İngiliz Economist dergisi “Umutsuz Afrika” başlıklı bir kapak makalesi yayınlamış ve Afrika’yı “Umutsuz Kıta” olarak tanımlamıştı. Ancak Çin-Afrika İşbirliği Forumu da o yıl kurulmuştur. Çin ve Afrika arasında olduğu gibi Güney ülkeleri arasında da karşılıklı kazan-kazan ve karşılıklı işbirliği moda bir trend haline geldi. Hindistan ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler de Afrika ile daha geniş bir işbirliği kurmaya çalışmış ve Güney ülkeleri arasındaki işbirliği daha dostane, daha eşitlikçi ve daha az külfetli hale gelmiştir.
“Pekin Eylem Planı (2025-2027)” şöyle diyor: “Çin, Afrika ülkelerinin iç işlerine karışmayacak; Çin, Afrika ülkelerine kendi iradesini dayatmayacak; Çin, Afrika’ya yardıma siyasi bağlar eklemeyecek; ve Çin, Afrika ile yatırım ve finansman işbirliğinde tek taraflı siyasi kazançlar peşinde koşmayacak. İki taraf her zaman Çin-Afrika dostluğu ve işbirliği ruhunu koruyacak ve Çin ile Afrika arasında daha da güçlü bir kapsamlı stratejik ve işbirliğine dayalı ortaklığı teşvik edecektir.” Bu referanslar aslında Barış İçinde Bir Arada Yaşamanın Beş İlkesi ve Bandung Ruhu ile aynı doğrultudadır. Bandung Konferansı, sömürgeci güçlerin katılımı olmaksızın Asya ve Afrika halklarının hayati çıkarlarının tartışıldığı ilk büyük uluslararası konferanstı. Gelecek yıl Bandung Konferansı’nın 70. yıldönümü kutlanacak. Çin-Afrika İşbirliği Forumu sadece Bandung Konferansı ruhunun bir devamı değil, aynı zamanda Bandung Konferansı kadar iyi bilinen yeni bir “Güney-Güney işbirliği” markası haline gelmesi beklenmektedir.
Pravda’nın Ankara muhabiri Filippov 19 Eylül’de Evren ve Konsey üyelerinin TBMM’deki yemin törenini haberleştirmiş. Ayrıca 18 Eylül’den itibaren Türk vatandaşlarının yurtdışına çıkış yasağının tutuklu, gözaltında veya arananlar dışında kaldırıldığını da yazıyor. Pravda, radyoya göre durumun sakin olduğunu yazıyor; ancak şu da bildiriliyormuş: “Ordu birlikleri ve güvenlik kuvvetleri kan dökülmesinden kaçınmak için gerekli tedbirleri alarak muhtelif aşırı solcu ve neofaşist aşırılıkçı grupları tecride devam ediyor. Neofaşist Milliyetçi Hareket Partisi’ne ait bütün askeri-sportif kulüpler ve kamplar kapatıldı ve yetkililer tarafından kontrol ediliyor. Bunların yöneticileri ve aktivistleri gözlem altına alındı veya tutuklandı.” Demek ki askeri yönetim (darbeciler değil) kan dökmekten kaçınmak için her türlü tedbiri alıyormuş; hedefleri de (Filippov’un daha önce bildirdiği gibi) sol değil sadece “aşırı sol” ve neofaşistlermiş. Gazete ayrıca Konsey’in Maliye Bakanlığına az gelirli insanlardan ve küçük esnaftan vergi alınmamasını sağlayacak bir kanun tasarısı üzerine çalışması talimatı verdiğini de bildiriyor. Bakınız siz şu işe; bildiğiniz halkçı saymak gerek bu “askeri yönetimi”.
Yalnız (herhalde sosyalist olmadıklarından olacak) askeri yönetim kimi onaylanmayacak işler de yapıyor galiba. İzvestiya 20 Eylül’de Türk-İş ile ilişkili 140 sendikal örgütlenme ile 470 başka sendikanın daha MGK rejimi tarafından kapatıldığını ve bu sendikaların bankalardaki mali birikimlerinin de bloke edildiğini, daha önce DİSK ile bağlı sendikaların faaliyetlerinin yasaklandığını yazıyor.
İzvestiya 22 Eylül’de Ulusu başkanlığında yeni hükümetin atandığını yorumsuz duyurmuş.
Pravda 21 Eylül’de durumun normalleştiği haberleri serisine devam etmiş. Filippov imzalı haberde genelkurmayın, NATO’nun batı Avrupa’da 22 Eylül’de başlayacak planlı tatbikatı “Display Determination” manevralarına katılacağını açıkladığını vurguluyor. Bu haberin en ilginç bölümü de şu: “Türkiye’nin BM nezdinde daimî temsilcisinin (bu sırada daimî temsilci Coşkun Kırca’ydı — bn.) geçtiğimiz günlerde yaptığı ve Ankara’da belirtildiğine göre ülkenin yeni yönetiminin tutumunu yansıtmayan açıklaması Türk basınının sert eleştirilerini çekti. Cumhuriyet şöyle yazıyor: ‘Diplomatımızın, SSCB’nin Türkiye’nin iç işlerine karışma tehdidi oluşturduğu ifadesi kesinlikle yersiz. Bu ‘soğuk savaşı’ hatırlatıyor, Sovyetler Birliği ile iyi komşuluk siyasetine (Milli Güvenlik Konseyimiz de bu siyasetin devam edeceğini açıklıyor) zarar veriyor.’” Türkiye’nin resmi daimî temsilcisinin sözlerinin MGK’nın tutumuyla çeliştiği inancı ve bu inancı MGK’nın hedefindeki Cumhuriyet’le teyit etme çabası tek kelimeyle gülünç ama aynı ölçüde trajik.
Pravda ertesi gün yeni hükümetin kurulmakta olduğunu bildiriyor. MGK’nın diğer “normalleşme” tedbirlerinden başka: “Sıkıyönetim kanununda siyasi renklerine bakılmaksızın terör örgütleriyle, keza kaçakçıların ve suç unsurlarının faaliyetleriyle daha etkili bir mücadeleye imkân vereceği ifade edilen değişiklikler kabul edildi.” Eğer Türkiye’de yaşamayıp Türkiye’yi Pravda’dan takip etmeye kalksak “askeri yönetimin” herkese eşit mesafede, tarafsız, hatta (patronlar üzerinde ücretlere zam baskısı ve “aşırı solcular” ile faşistleri tasfiye etmeye, ama sendikacıların serbest bırakılmasına bakılırsa sola zarar vermemeye yönelik eylemlerinden ötürü) halkçı bile sayılabileceğine inanacağız. Ülkede durum normal; asker ve polis “yerleşim yerlerini muhtelif silahlı gruplardan temizleme operasyonlarına devam ediyor”. Pravda ayrıca Adana’da askeri mahkemenin bir idam kararı verdiğini de belirtmiş. Kimin hakkında verilmiş, neden verilmiş — bu ayrıntılar yok, gereksiz olmalı.
Pravda 23 Eylül’de yeni hükümetin açıklandığını bildiriyor. Bu haberin eğlencesi ise başka yerde: “Eski başbakan S. Demirel hükümeti tarafından IMF’nin baskısı altında sosyalist devletlerle ticari-iktisadi temaslara getirilen bir dizi sınırlama kaldırıldı.” Böylece “askeri yönetimin” hikmet ve faziletlerine bir yenisi daha ekleniyor: IMF baskısına boyun eğmeyerek SSCB ile ticari ilişkileri teşvik ediyormuş. Artık bundan iyisi Şam’da kayısı.
Filippov 25 Eylül’de yeni hükümetin programıyla ilgili haberini geçmiş ve bu açıklamaya göre Türkiye’nin “yurtta sulh cihanda sulh” prensibine bağlı olacağını vurgulamış. Bu, faşist darbede kemalizm bulma yanılsamasının (veya arzusunun) bir başka tezahürü; Pravda’nın daha sonraki haberlerinde de Türkiye’nin NATO’ya bağlılığını korusa bile “askeri yönetim” altında siyasi tarafsızlığını koruyacağı beklentisi anlaşılıyor. (Mesela 30 Eylül’de hükümet programı meselesine geri dönmüş ve hükümet açıklamasından NATO ile ilişkileri geliştirmeye devam etmekle birlikte bütün komşu ülkelerle dostça ilişkileri ve sıkı işbirliğini geliştirmek arzusunda oldukları ifadelerini alıntılamış.) Üstelik (Pravda resmî açıklamadan aktarıyor) “mali-iktisadi sıkıntıların aşılması, siyasi durumun istikrarı ve terörizmle mücadele… insan haklarına saygı, kanunun üstünlüğü ve demokratik hürriyetlerin tedricen yeniden tesis edilmesi temelinde” yapılacakmış. Dahası dinin siyasete alet edilmesi de yasakmış. Pravda bütün ne dediyse tersi nesnelliğini yorumsuz veriyor; tek kelimeyle inanılmaz! Pravda, Türkiye’de yayınlanan gazetelere dayanarak darbe yönetiminin “devlet sektörünün ihtiyaçlarına yönelik tahsisatı artırmaya” kararlı olduğunu da belirtmiş; bu sektördeki izinler geçici olarak kaldırılmış, izindekiler de geri çağrılmış. Devlet sektöründe kimi kategorilerde ücret ve maaşların artışı ve çalışma teşvikleri meselesi üzerinde çalışılıyormuş. Ne güzel!
İzvestiya ve Pravda 29 Eylül’de SSCB Dışişleri Bakanı Andrey Gromıko ile darbecilerin dışişleri bakanı İlter Türkmen arasında New York’ta yapılan görüşmeyi resmî açıklamadan aktarmışlar: “A. Gromıko Türkiye dışişleri bakanı İ. Türkmen’i kabul etti. SSCB ve Türkiye arasındaki ilişkilerle ilgili meseleler konusunda görüş alışverişi sırasında bakanlar bu ilişkilerin istikrarlı muhtevasından memnuniyetlerini ifade ettiler ve her iki tarafın da bunları siyasi, iktisadi, ticari ve diğer alanlarda iyi komşuluk temelinde, eşit haklar ve karşılıklı yarar ilkelerine uygun olarak bundan sonra da geliştirmek niyetinde olduğunu belirttiler. Kimi uluslararası problemler de görüşüldü. A. Gromıko bu bağlamda Orta ve Yakındoğudaki durumda gerginliğin tehlikeli niteliğine dikkat çekti. Görüşme dostça bir atmosferde gerçekleşti.” Gromıko, darbenin meşruiyetiyle ilgili en ufak bir yorumda bulunmamış!
İzvestiya 1 Ekim’de Ulusu hükümetinin oybirliğiyle (aksi mümkünmüş gibi) onaylandığını duyuruyor. 3 Ekim’de ise bir başka muhteşem haber daha var: “Türkiye Anayasa Mahkemesi Amerikan havacılık şirketi Lockheed’in faaliyetleriyle ilgili soruşturmaya yeniden başlama kararı aldı.” Darbeci generallerle Lockheed arasında hiçbir zaman soruşturulmayan ve herkesin bildiği bir sır olarak kalan akçeli işlerle ilgili daha sonraki bildiklerimiz, bu habere muhteşem niteliğini kazandırıyor — ihtişamı, darbecilerin Lockheed gibi bir şirkete bile meydan okuyor olabilme ihtimali.
İzvestiya 15 Ekim’de “çok sayıda teröristin tutuklandığını, çok miktarda silah, mühimmat, patlayıcı madde ve kaçak mal ele geçtiğini” yazıyor.
Filippov aynı gün Pravda’da Demirel ve Ecevit’in serbest bırakıldıklarını bildiriyor. Ancak Filippov’un yazdığı bütün haberlerde olduğu gibi bunda da eğlenceli bir bölüm var: “Askeri savcılık delil yetersizliğinden DİSK de dahil ilerici dernek ve sendikaların aktivistlerinden büyük bir grubu serbest bıraktı. Türkiye İşçi Partisi genel başkanı B. Boran’ın ev hapsinin kaldırıldığı da bildiriliyor.” Evet, kesinlikle halkçı bir “askeri yönetim” olmalı bu! Birçok açıdan iyi niyetli olduğunu kabul etmek gerek; ancak bir takım baskılar var ki direnemiyor. Nitekim: 18’inde Filippov Ankara’nın “uluslararası tekellerin baskısı altında” Türk lirasını başlıca batı paraları karşısında yüzde 3 devalüe etmek “zorunda kaldığını” yazmış.
Pravda 19 Ekim’de Avrupa’nın kapitalist ülkelerinin komünist ve işçi partilerinin Brüksel’de yapılan toplantısını yazmış. Haber (bu tür haberlerde genellikle olduğu gibi) “her yerde emperyalist gericilikle keskin bir muharebenin kaynamakta olduğu” klişesiyle başlıyor. Tek başına bu haber ve üslubu bile ayrı bir yazıyla ele alınabilirdi; ancak şimdiki konumuz açısından dikkat çekici olan şu: Yunanistan ve Türkiye Komünist Partilerinin bu ay (ekim) yapılan ortak toplantısı, Avrupa komünist partilerinin Paris buluşmasında, Varşova Paktı üyesi devletlerin toplantısında ve Sofya’daki Barış İçin Halklar Dünya Parlamentosunda ifade edilen barış ve silahsızlanma önerisini onaylıyor ve destekliyormuş. Bu iki parti Amerikan saldırganlığının Ortadoğu’da yarattığı tehdit konusunda hemfikirlermiş. Her iki parti Irak ve Irak arasındaki savaştan ötürü de endişelilermiş. Ama haberde Türkiye’de askeri faşist darbeyle ilgili hiçbir şey yok; dolayısıyla her iki partinin de Türkiye’deki faşist darbeyle şimdilik bir sorununun olmadığı anlaşılıyor.
Pravda, salıverilen sendikacılardan başka Behice Boran’ın durumuyla da ilgili. Filippov 23 Ekim’de Behice Boran’ın seçimlerden önceki radyo ve televizyon konuşmalarında komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle tekrar Ankara sıkıyönetim mahkemesi karşısına çıkarıldığını yazıyor. Başlık: “İlerici faaliyete kovuşturma”. Olmayacak bir şey! Ama eğer görüşme fırsatı olsaydı Pravda’yla, herhalde bu tür kovuşturmaları Nasır dönemiyle benzeştirirlerdi ve “askeri yönetimin” tutumunu netleştirmek için zamana ihtiyaç olduğunu söylerlerdi. Ve muhtemelen yönetimin bu “kararsız” halinin ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılardan kaynaklandığını da eklerlerdi. Nitekim bu zorluklar öyle ağır olmalı ki, Filippov 29 Ekim’de Ankara’nın “IMF’nin ve batılı tekellerin baskısı altında” (istemeden, ne yapsın, “baskı”) bir ay içinde ikinci defa yüzde 3 devalüasyon yaptığını bildiriyor. Gazete ayrıca yılın ilk 9 ayındaki enflasyonun bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 69,9 olarak tespit edildiğini de belirtmiş. Ama bunlar bir siyasi tercih sayılmaz; bunlar “baskı altında” alınan kararlar. Pravda 14 Aralık’ta da faşist darbecilerin hükümetinin yeni bir devalüasyon daha yaptığını duyuruyor, elbette gene IMF’nin ve uluslararası tekellerin “baskısı altında”.
Sultan İbrahim, Malezya Kralı olarak ilk kez Çin’i ziyaret ediyor
FT: Avrupa’nın batarya umudu Northvolt hayatta kalmak için savaşıyor
Japonya’nın Ishiba’sının Asya NATO önerisi ABD’de ‘fantezi’ olarak görüldü
Putin ve Lula da Silva, Brezilya’nın barış girişimini görüştü
Almanya’da ünlü iklim aktivisti Neubauer, uçakla yaptığı seyahatler nedeniyle eleştirilerin hedefinde
Çok Okunanlar
-
ASYA1 hafta önce
Huawei, Apple ile aynı anda, yeni 3’e katlanabilir akıllı telefonu tanıttı
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Ukrayna, kadrolar, nesnellik ve planlama: Putin’in konuşmasının anahatları – 1
-
RUSYA2 hafta önce
Putin, Doğu Ekonomi Forumu’nda konuştu
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Ukrayna, kadrolar, nesnellik ve planlama: Putin’in konuşmasının anahatları – 2
-
GÖRÜŞ3 gün önce
Sovyet basınında 12 Eylül – 1
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Eşitliğin ve eşitsizliğin şaşırtıcı kökenleri
-
SÖYLEŞİ2 hafta önce
‘Hedef Finlandiya’nın NATO içinde yerini sağlamlaştırmak’
-
RUSYA2 hafta önce
Lavrov, Ukrayna Dışişleri Bakanı Kuleba ile Antalya’da yaptığı görüşmeyi anlattı