Rusya
Rusya’da petrol krizi senaryoları

Rusya Maliye Bakanlığı bütçe harcamalarını dengelemişken, düşen petrol fiyatları nedeniyle gelirler tehlikeye girdi. ABD kaynaklı ticaret savaşlarının petrol fiyatlarını daha da düşürmesi ve bütçe açığının Varlık Fonu’ndan karşılanması riski bulunuyor.
Rusya Maliye Bakanlığı bütçe harcamalarını düzene sokmuşken, bu kez gelirler üzerinde bir tehdit belirdi.
Petrol fiyatlarındaki düşüş, bütçede gelir kaybına yol açarak bu açığın Varlık Fonu’ndan karşılanması riskini doğuruyor.
Uzmanlar fonun ne kadar dayanabileceğini hesaplamaya başladı.
Rusya Merkez Bankası Başkanı Elvira Nabiullina, ABD’nin başlattığı ticaret savaşlarının Rusya üzerindeki ana etkisinin petrol fiyatlarını düşürmek yoluyla olabileceğine dikkat çekti.
Nabiullina, “Bu tür gümrük vergisi savaşlarının tırmandığını görüyoruz. Eğer bu devam ederse, genellikle küresel ticarette ve ekonomide yavaşlamaya, dolayısıyla da enerji kaynaklarımıza olan talebin azalmasına yol açar. Burada riskler mevcut, durum henüz başlangıç aşamasında,” dedi.
Yılbaşından bu yana petrol fiyatları yüzde 20 gerileyerek çarşamba günü Brent petrolün varil fiyatı 60 doların altına düştü.
Bu düşüşün devam etmesi muhtemel. Goldman Sachs analistleri, “aşırı” bir senaryoda petrol fiyatlarının üçte bir oranında daha düşerek 40 dolara kadar gerileyebileceğini öngörüyor. Rus petrolünün önemli kısmı indirimli satılıyor.
Ana ihracat kalemi olan Ural petrolündeki iskonto son aylarda 10 ila 15 dolar arasında seyrediyor ve üst sınıra daha yakın. Bu hafta primli Rus petrolü ESPO’nun fiyatı bile 60 doların altındaydı.
Rusya bütçesi, Ural petrolünün varil başına ortalama 69,7 dolar olacağı varsayımıyla hazırlandı.
Bütçe kuralına göre, petrol fiyatı 60 doların (kesinti fiyatı) üzerine çıktığında elde edilen petrol ve doğalgaz gelirleri Varlık Fonu’na aktarılıyor.
Yıl sonunda bu ek gelirlerin 1,8 trilyon rubleye ulaşması bekleniyordu. Ancak fiyat 60 doların altına düşerse, eksik kısım fondan karşılanıyor.
1 Nisan itibarıyla fonda, gelir kayıplarını telafi etmek için kullanılabilecek yaklaşık 3,3 trilyon ruble likit varlık bulunuyordu.
Yatırım bankeri Yevgeniy Kogan, Telegram kanalından yaptığı paylaşımda, petrol fiyatındaki her 1 dolarlık düşüşün bütçeye yıllık maliyetinin yaklaşık 160 milyar ruble olduğunu tahmin ediyor.
Kogan, petrol fiyatının uzun süre 60 doların altında kalması durumunda Varlık Fonu’ndan düzenli kaynak aktarımı başlayacağını hatırlatarak, “Bu fonların ne kadar hızlı tükenebileceğini” hesaplıyor: Petrol 55 dolar olursa Varlık Fonu yaklaşık dört yıl, 50 dolar olursa yaklaşık iki yıl, 40 dolar olursa bir yıl yeterli olacak.
Kogan, “Küçük bir güvenlik marjımız var. Mevcut nahoş petrol fiyatlarında birkaç yıl dayanabiliriz. Ancak küresel bir kriz veya durgunluk başlarsa, bu para yaklaşık bir yıl yeterli olur. Bu yeterli olmayabilir, kriz daha uzun sürebilir. Borçlanmak zorunda kalacağız, neyse ki devlet borcumuzun seviyesi şimdilik düşük. Başlangıç noktamız var,” sonucuna varıyor.
Renaissance Capital ekonomistleri Oleg Kuzmin ve Andrey Melaşçenko ise, küresel ekonomide durgunluk olasılığının kayda değer ölçüde arttığını, bunun da Rusya ekonomisi için sert bir iniş olasılığını yükselttiğini yazıyor.
Ekonomistler, petrol fiyatlarındaki düşüşün devam etmesinin bütçe açığını genişleteceğini düşünüyor.
Onlara göre, böyle bir senaryoda bütçe teşvikinin enflasyon üzerindeki etkisi 2022–2024 dönemine göre çok daha ılımlı olacak: Gelir kayıplarını telafi etmek için Varlık Fonu’nun kullanılması ve borçlanmanın artırılması, bu fonların harcamaları artırmak için kullanılmasından daha az enflasyonist etki yaratır.
Raiffeisenbank analistleri, bütçe açığının plandan sapma olasılığının arttığını belirtiyor. Analistler, Ural petrolünün yıllık ortalama fiyatının 55 dolara düşmesi durumunda Varlık Fonu’ndan döviz satışı yoluyla telafi edilmesi gerekecek gelir kaybını 0,9 trilyon ruble olarak tahmin ediyor.
Ural fiyatı 50 dolara düşerse gelir kaybı 1,9 trilyon rubleye, 45 dolara düşerse 2,8 trilyona yükselecek. Fakat analistler, durumu iyileştirebilecek petrol dışı gelirlerin artmasını umuyor.
MMI analistleri ise bu konuda iyimser olmak için bir neden görmüyor ve ilk çeyrek sonuçlarını bütçe açısından “cesaret kırıcı” olarak nitelendiriyor. Analistler durumu şöyle özetliyor: Petrol dışı gelirler artıyor ancak sadece enflasyon düzeyinde (Ocak-Mart 2024’e kıyasla yüzde 10,6), petrol ve doğalgaz gelirleri ise çakıldı (yüzde -9,8).
Sonuç olarak toplam gelir artışı “neredeyse durdu” (yüzde +3,8), ancak harcamalar rekor seviyedeki geçen yılki hızında (yüzde 24,5) artmaya devam ediyor.
Analistler, “Çeyrek boyunca yıllık harcama planının yüzde 27’si harcandı – bu mutlak bir rekor,” diye ekliyor.
Merkez Bankası yetkilileri, mart ayındaki politika faizi toplantısında, “Küresel talepteki yavaşlama nedeniyle petrol fiyatlarının düşmesi ve rublenin güçlenmesi bütçenin gelir tarafı için riskler yaratabilir. Bu durum, sıfır yapısal birincil açık hedefine ulaşılmasını zorlaştırabilir,” diye belirtmişti.
Merkez Bankası, güçlü bir dış şok durumunda Varlık Fonu’nun tükenme riskine karşı düzenli olarak uyarıda bulunuyor.
Nabiullina, bu durum için “riskli” bir senaryoları olduğunu hatırlattı. Bu senaryo, para politikası ana hatlarında tanımlanmış olup, koşulları arasında küresel ekonominin hızlanan parçalanması, küresel finansal kriz ve petrol fiyatlarında baz senaryoya kıyasla önemli düşüş yer alıyor.
Baz senaryoda Brent petrolün bu yıl ortalama 80 dolar, 2026’da 75 dolar olması öngörülürken, riskli senaryoda bu rakamlar sırasıyla 55 dolar ve 45 dolar.
Merkez Bankası, bu senaryoda mevcut bütçe kuralı parametreleriyle petrol ve doğalgaz gelirlerindeki düşüşün, şoku nötralize etmek için Varlık Fonu’nun likit kısmının aktif kullanımına yol açacağını belirtiyor.
Bu durum, fonun 2025 yılı içinde tükenme riskini yaratıyor. Düşük petrol fiyatları, bütçe kuralının değiştirilmesini zorunlu kılacak ve 2027 yılına kadar kademeli olarak varil başına 40 dolarlık kesinti fiyatına geçişi gerektirecek.
Bu nedenle bütçe harcamalarının göreceli olarak azaltılması gerekecek.
Merkez Bankası’na göre, bu durumda GSYİH 2025’te yüzde 3 ila 4, 2026’da yüzde 1 ila 2 azalacak; hanehalkı tüketimi ise sırasıyla yüzde 2,5 ila 3,5 ve yüzde 1,5 ila 2,5 düşecek.
Yetkililer bütçe aracılığıyla ekonomiyi desteklemeye çalışacak ancak bunun için imkanlar pandemi veya savaşın başlangıcındaki 2022–2023 yıllarına göre daha kısıtlı olacak.
Enflasyon 2025’te yüzde 13 ila 15’e, politika faizi ise yıllık ortalama yüzde 22 ila 25’e (2026’da yüzde 16 ila 17) fırlayacak.
Rusya
Yaptırımlardan sonra Rusya, Arktik petrolünü Çin’e yöneltti

Rusya, ABD yaptırımlarının ardından Çin’e Arktik’ten petrol ihracatını nisan ayında artırıyor. Ticaret kaynaklarına göre, yaptırımlar nedeniyle özellikle Hindistan pazarında zorlanan Rus şirketleri, Çinli alıcılara indirimler sunuyor ve yaptırım uygulanmayan tankerlere gemiden gemiye petrol aktarımı yapıyor.
Reuters ajansına konuşan sektör kaynakları, Rusya’nın nisan ayında Çin’e Arktik petrol ihracatını artıracağını belirtti.
Kaynaklara göre Moskova, ABD yaptırımları altında olan bu kaynakları almaya istekli alıcıları Çin’de bulmayı başardı.
ABD’nin ocak ayında uygulamaya koyduğu yaptırımlar, Rusya’nın Arktik petrol türleri ARCO, Noviy Port ve Varandey’in taşınmasında rol alan neredeyse tüm tankerleri ve bu türlerden ikisinin üreticisi olan Gazpromneft’i hedef aldı.
Bu durum, söz konusu petrolün satışını önemli ölçüde zorlaştırdı.
Kaynaklar, satışları hızlandırmak için Arktik petrol tedarikçilerinin indirimler sunduğunu ifade etti.
Örneğin, daha önce Brent petrolüne kıyasla varil başına birkaç dolar primle satılan hafif Noviy Port petrolü, şimdi Çin limanlarında referans fiyata göre indirimli olarak teklif ediliyor.
Geçen yıl Arktik petrol türleri yoğun olarak Hindistan’daki alıcılara gidiyordu.
Fakat ABD yaptırımları nedeniyle Hint rafinerileri, yaptırım listesine alınan Gazpromneft’in Noviy Port ve Arco türlerini satın almaktan çekinmeye başladı.
Bununla birlikte, Hint rafinerileri Lukoil’ün Varandey türü petrol partilerini almaya devam ediyor.
Ancak şirket, bu petrolün yüklenmesi için yaptırım uygulanmayan tankerler bulmak zorunda kalıyor.
Lukoil, ABD yaptırımları altında bulunmuyor ve Varandey limanından yapılan sevkiyatların lojistiği, petrolün Rus sularından çıkmadan önce yaptırımlara tabi olmayan (“temiz”) gemilere aktarılmasına olanak tanıyor.
Ticaret kaynakları ve analitik şirketi Vortexa’nın verileri, Gazpromneft kaynaklı Arktik petrol türlerinin ise Singapur ve Malezya açıklarında yaptırım uygulanmayan tankerlere aktif olarak aktarıldığını gösteriyor.
Kaynaklar ve Vortexa kıdemli analisti Emma Li, Rus satıcıların Arktik petrolünü satabilmek için Çin’e göndermeden önce Singapur ve Malezya kıyılarındaki açık deniz transfer noktalarında “temiz” tankerlere gemiden gemiye aktarım yapmak zorunda kaldığını belirtiyor.
Li, geçen hafta en az 4 milyon varil Arktik petrolünün gemiden gemiye yöntemiyle aktarıldığını tahmin ediyor.
Analist, ayrıca 16 milyon varil petrolün de Çin limanlarına teslim edilmek üzere bu ay Güney Çin Denizi’ne ulaştığını veya ulaşacağını öngörüyor.
Li, Rusya’dan yapılan büyük hacimli Arktik petrol sevkiyatları sayesinde Çin’in ham petrol ithalatının toparlanması gerektiğini düşünüyor. Ancak Li, fiili teslimatların lojistik ve alıcı ilgisine bağlı olarak değişebileceğini de ekliyor.
Li’ye göre Çin, mart ayında Rusya’dan günlük sadece 25 bin varil Arktik petrolü ithal etti, ancak bu ay alımlarını önemli ölçüde artırması bekleniyor.
Bir ticaret kaynağı, “Tedarikçiler gemiden gemiye yöntemini kullanıyor zira pek çok Çinli alıcı, petrolün Batı yaptırımları altında olmayan gemilerle taşınmasını talep ediyor ve bu yükler için daha yüksek fiyat ödemeye hazırlar,” ifadesini kullandı.
Örneğin, Kpler verilerine göre, yaptırım altında olmayan VLCC tipi tanker Atila, mart ayında Büyük Singapur sularında yaptırım altındaki iki tankerden toplam 2,07 milyon varil Arktik petrolü yükledi.
Atila, bu yükü nisan ayında doğudaki Şantung eyaletinin Dongying limanına boşalttı. Atila’nın daha önce İran petrolü için de gemiden gemiye operasyonları yaptığı biliniyor.
Arktik petrol türleri, Rusya’nın kuzey bölgelerinde çıkarılıyor. Bu bölgelerde üretim ve taşıma işlemleri zorlu hava koşullarında yapılıyor ve petrol üretim projelerinin hayata geçirilmesi devasa yatırımlar gerektiriyor.
Arktik petrol türlerinin Çin’e sevkiyatı genellikle yaz aylarında, yükün Çin’e bir aydan kısa sürede ulaşmasını sağlayan Kuzey Deniz Yolu’nun seyrüsefere açılmasıyla yoğunlaşıyor.
Ticaret kaynakları, NSR’nin şu anda buzlanma nedeniyle kapalı olduğunu ve tankerlerin Süveyş Kanalı üzerinden gittiğini belirtiyor. Bu rota iki aya kadar sürebiliyor ve daha maliyetli oluyor.
Başka bir Rus petrol tüccarı, “Bu çok uzun ve pahalı bir rota. Tek amaç ham petrolü bir şekilde ihraç etmek,” dedi ve Arktik projeleri için ihracatın kritik öneme sahip olduğunu, zira bu projelerde büyük depolama kapasitelerinin öngörülmediğini ekledi.
Rusya, Arktik petrolü için aktif olarak yeni alıcılar arıyor.
Son aylarda Suriye bu petrolün ithalatçısı hâline geldi ve ilk teslimatlar bu yılın başında yapıldı. Myanmar da bazı partileri satın aldı.
Fakat Arktik petrolü taşıyan tüm partiler hızla alıcı bulamıyor.
Örneğin, ABD yaptırımları altındaki Fast Kathy tankeri, 130 bin ton Arktik petrolüyle 14 Mart’ta Murmansk’tan yola çıktı.
Ancak Süveyş Kanalı’na ulaştıktan sonra durdu ve 9 Nisan’dan bu yana alıcı bekleyerek denizde yüzer depoya dönüştü.
Rusya
Rusya göç politikasında yol ayrımında

Rusya’da göçmenlik politikaları, kamuoyu ve siyasetin hararetli tartışma konularından biri hâline geldi. Vzglyad gazetesi yazarı İlya Uhov, kontrolsüz göçün ulusal kimliği tehdit ettiğini savunarak, daha sıkı kontroller ve ülkeye yerleşmek isteyenler için Rus etno-kültürel yapısına zorunlu asimilasyon öneriyor. Uhov, ekonomik ihtiyaçlar ile kimlik koruma arasındaki dengeye dikkat çekiyor.
Rusya’da göçmenlik meselesi, son dönemde kamuoyu ve siyaset gündeminin en sıcak başlıklarından biri olarak öne çıkıyor.
Siyasiler, uzmanlar ve vatandaşların yanı sıra dini liderler de konuya ilişkin görüşlerini sıkça dile getiriyor.
Vzglyad gazetesi yazarı İlya Uhov, Rus Ortodoks Kilisesi Patriği Kirill’in kontrolsüz göçün ulusal kimliğe yönelik tehdit oluşturduğu yönündeki açıklamalarına dikkat çekerek, konuyu köşesine taşıdı.
Uhov, yazısında, Rusya’nın göç ve demografi alanında bir yol ayrımında olduğunu belirtti. Yazar, “Patent sisteminin sıkılaştırılması, göçmenlerin belirli mesleklerde çalıştırılmasının kısıtlanması, dil sınavları ve çocukların okula kabulü gibi son düzenlemeler bu durumu yansıtıyor,” dedi.
Uhov, ülkenin demografik sorunları ve ekonomik ihtiyaçları göz önüne alındığında, “Çok ulusluluk mu, yoksa etno-kültürel çekirdeğimize yabancı unsurları dışlayarak zorunlu asimilasyon mu?” sorusunun yanıtlanması gerektiğini vurguladı.
“Maalesef ‘çok uluslu Rusya halkı’ terimi, genellikle diasporaların lobi faaliyetlerini örtmek için kullanılıyor,” diyen Uhov, bu durumun ülkenin yerli halklarından olmayan milyonlarca kişinin ülkeye getirilmesini meşrulaştırdığını savundu.
Uhov, bu göçmen akınının yerel düzeyde “paralel” yönetim yapıları, Orta Doğu’daki “havale” sistemine benzer kayıt dışı finansal aracılık ağları ve kendi hizmet sektörlerini (yeme-içme, konaklama vb.) oluşturduğunu iddia etti.
Yazar, “Moskova’da sadece Kırgızlara hizmet veren ve Rusların alınmadığı yasa dışı hamamlık skandalı bunun bir örneğidir,” ifadesini kullandı.
Uhov, bunun buzdağının sadece görünen kısmı olduğunu belirterek, ülkede devlet kontrolü dışında, resmi vergi sistemine dahil olmayan ve milyarlarca ruble kâr üreten (Orta Asya ülkelerine yapılan göçmen havalelerinin hacmiyle de teyit edilen) bir ekonomik sektörün oluştuğunu kaydetti.
Yazar, alt ve orta düzey yöneticilerin kitlesel göçün yarattığı sorunları görmezden gelme eğiliminde olduğunu öne sürdü.
Uhov, “Geniş ailelere sahip ‘yeni vatandaşlara’ devlet tarafından daireler veriliyor. Yetkililer bunu Rusya vatandaşlığına sahip olmalarıyla gerekçelendiriyor. Ancak birkaç yıl önce vatandaşlık alan bu kişiler, ekonomimize çoğu zaman önemli bir vergi veya istihdam katkısı yapmamıştır. Batı Avrupa uygulamalarına benzeyen bu tür cömert sosyal yardımlar, yerli halka saygısızlık gibi görünmektedir,” değerlendirmesinde bulundu.
Avrupa’daki duruma da değinen Uhov, seçmenlerin hoşnutsuzluğu karşısında geleneksel Avrupalı siyasetçilerin bile göçmen akınını sınırlama yönünde adımlar attığını belirtti.
Uhov, “Almanya’da Hristiyan Demokrat Birlik (CDU/CSU) lideri Friedrich Merz, ülkeye kabul edilecek sığınmacı sayısının yılda 100 binin altına düşürüleceğini açıkça söylüyor. Özellikle Almanya’da göçmenler arasındaki suç oranlarındaki artış göz önüne alındığında bu mantıklı,” dedi.
Yazar, İsviçre’nin Neue Zürcher Zeitung gazetesinde yayımlanan ve sığınmacılar arasındaki suç oranının ülke ortalamasının 2,5 katından fazla olduğunu (nüfusun yüzde 17’sini oluşturmalarına rağmen tüm şiddet suçlarının yüzde 42’sinden sorumlu olduklarını) gösteren istatistiklere atıfta bulundu.
Uhov, bu argümanların, “pilav festivalleri” ve yeni göçmenlere ev dağıtma gibi uygulamalarla “çok ulusluluğu” zorla dayatma ideolojisinin Rusya’ya toplumsal barış getirmeyeceğini gösterdiğini savundu.
Yazar, aksine bu durumun yerli nüfusun yerini göçmenlerin almasını hızlandıracağını, radikalleşmeyi (özellikle İslamcı-Selefi) körükleyeceğini ve göçmenlerin yaşadığı bölgelerde paralel yapılar ile gettoların oluşumuna yol açacağını öne sürdü.
Çözümün, Rusların ve ulusal toprakları yalnızca Rusya sınırları içinde bulunan diğer yerli halkların kamusal alandaki temsil düzeyini keskin bir şekilde artırarak, zorunlu bir etno-kültürel asimilasyonda yattığını belirtti.
Uhov, ekonomik sorunların çözümü için iki yöntem önerdi: “Birincisi ve temel olanı; vardiyalı, hedefe yönelik işe alım, sıkı kontrol ve ailelerin getirilmesinin ve vatandaşlık almanın yasaklanmasıdır,” dedi.
İkinci yöntemin kalıcı olarak yerleşmek isteyenler için olduğunu belirten Uhov, şunları kaydetti: “Eğer göçmen taşınmaya karar verirse, değerli mesleki becerilere sahip olmalı ve en önemlisi Rus ‘eritme potasına’ katılmaya hazır olmalıdır. Diasporalar olmadan, şehirlerimizde ve köylerimizde kendi ‘kadim geleneklerini’ dayatmadan. Rusya’ya kalıcı olarak yerleşmek istiyorsan —kültür, dil ve inanç olarak— Rus olmayı kabul etmelisin.”
Uhov, inancın göçmen akınlarının asimilasyonunda giderek daha büyük rol oynaması gerektiğini savunarak, tarihsel olarak Tatar veya Çerkes soylarının Rus kimliğini ve Ortodoksluğu benimsedikten sonra Rus aristokrasisinin parçası hâline geldiğini hatırlattı.
Sonuç olarak Uhov, Rusya’nın göç politikasını yeni koşullara uyumlu hâle getirmenin yolunun, ailesiz vardiyalı çalışmaya geçiş, vatandaşlık verme sisteminin gözden geçirilmesi, “çok uluslu” söylem ve ideolojiden vazgeçilmesi ve ülkede yaşamak isteyenler için Rus etno-kültürel matrisinin önceliğinin kabul edilmesinden geçtiğini ifade etti.
Rusya
Rusya’dan Batılı şirketlere şartlı geri dönüş kapısı

Financial Times gazetesinin haberine göre, Rusya bir yıl önce el koyduğu İtalyan ısıtma sistemleri üreticisi Ariston’un yerel işletmesini geri verdi. Roma’nın yoğun lobi faaliyetinin ardından gelen bu karar, Moskova’nın el konulan bir şirketi zorla satmak yerine sahibine iade ettiği ilk örnek oldu. Rus yetkililer diğer Batılı şirketlerin dönüşü için şartlar öne sürse de piyasada henüz somut bir geri dönüş eğilimi gözlenmiyor ve bazı şirketlerin çıkış planlarını yavaşlattığı belirtiliyor.
Ariston Thermo Rus, Rusya’nın 2022’de Ukrayna’ya askeri müdahalesinin ardından gelen Batı yaptırımlarına yanıt olarak yerel bir aktörün hilafına el konulan Avrupa menşeli son şirketti.
Görüşmelere katılan kaynaklara göre, Devlet Başkanı Vladimir Putin geçen ay İtalyanların yoğun lobiciliği sonucunda işletmeyi Ariston’a geri devreden kararnameyi imzaladı.
Financial Times gazetesine konuşan Rus yetkililerle düzenli temas hâlinde olan Batılı bir iş insanı, “Rusya hükümetinin kapının açık olduğunu ve koşullar olacağını söylemesi, ‘çok geç kalırsanız sorunlar yaşanabilir’ sinyali veriyor,” dedi ve ekledi: “Ya şimdi ya da asla etkisini yaratmak istiyorlar.”
Batılı şirketlere Rusya pazarına geri dönüş yolu gösterme çabası, Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönmesinden bu yana Moskova ve Washington arasında yeni başlayan bir yumuşamayla gündeme geldi.
Başka büyük Batılı şirketlerin Rusya’ya geri dönüş planı yaptığına dair çok az kanıt olsa da Moskova, bunu yapabilecekleri koşulları belirlemeye hevesli görünüyor.
Putin geçen ay yaptığı açıklamada, geri dönen işletmelerin “vicdanlı ve sorumlu davranış konusunda zorunlu garantiler” vermesi gerektiğini öne sürerken, Rusya Doğrudan Yatırım Fonu (RDIF) Başkanı Kirill Dmitriyev, geri dönüş için bir koşulun Rus bir ortakla ortak girişim olabileceğini söyledi.
Su ısıtıcıları üreten, satan ve yaklaşık yarım asırdır Rusya’da faaliyet gösteren Ariston’un iştirakine el konulması ve Gazprom’a devredilmesi Roma ve Brüksel’de öfkeye yol açmıştı.
Başbakan Giorgia Meloni hükümeti, bu adıma tepki olarak Rusya’nın İtalya Büyükelçisi Aleksey Paramonov’u çağırdı.
Financial Times‘a konuşan bir İtalyan hükümet yetkilisi, millileştirmenin siyasi amaçlı göründüğünü ve Moskova’nın “yurt dışındaki dondurulan varlıkların müsadere edilmesi” konusundaki “güçlü hassasiyetinden” kaynaklandığını dile getirdi.
Ancak diğer el koyma işlemlerinde olduğu gibi, bu işlem de başından beri “geçici ve geri alınabilir” olarak tanımlandı.
Bu durum, kararnamenin ekine göre devlet kontrolünün ne kadar süreceğine kişisel olarak karar verecek olan Putin’in şirketi geri vermeye ikna edilebileceği umutlarını doğurdu.
İtalyan yetkili, “Tedbirin geçici niteliği ve geri alınabilirliği en başından belirtilmişti,” dedi.
Müzakerelere katılan bir kaynak, İtalya Dışişleri Bakanlığı, İtalya’nın Moskova Büyükelçiliği ve özel bir İtalyan şahsın, kararın geri alınması için yapılan müzakerelerde önemli rol oynadığını söyledi.
Aynı kaynak, Ariston’un muhtemelen Avrupa’daki Gazprom ve Rosneft iştiraklerine el konulmasına misilleme olarak hedef alındığını belirtti.
Bir yıl önce Moskova, iki Avrupalı kamu hizmeti şirketi olan Finlandiya’dan Fortum ve Almanya’dan Uniper’in Rusya’daki varlıklarına el koymuş ve bunları Rosneft’e devretmişti.
Fakat müzakerelere aşina iki kişiye göre, Ariston biriminin kontrolünü ele alan Gazprom iştiraki Gazprom Household Systems, işi kavramakta zorlandı.
Bu da Rusya’nın bundan vazgeçmeye daha istekli olmasının bir başka nedeni olabilir.
Yaklaşık 300 çalışanı bulunan Rusya operasyonunu Ariston’un tam mülkiyetine ve operasyonel kontrolüne iade eden kararname 26 Mart’ta imzalandı.
İtalyan hükümet yetkilisi, “Ariston sabır gösterdi ve gerekli tüm itiraz yollarını tüketti,” ifadesini kullandı ve şirketin ayrıca “yaptırımlara ve yerel yasal çerçevelere uygun olarak Rusya pazarında faaliyet göstermeye devam etme niyetini” açıkça belirttiğini de sözlerine ekledi.
Ariston’un sahibi Paolo Merloni, geçen ay yaptığı açıklamada, Moskova’nın kararının “Rusya’daki on yıllarca süren yatırımın ve sorumlu yönetimin tanınmasının bir işareti” olduğunu belirtti ve şirketin Batı yaptırımlarına ve yerel düzenlemelere uymakla birlikte ülkedeki “yolculuğuna devam etme” taahhüdünü teyit etti.
Rusya’nın diğer yabancı şirketleri ülkeye dönmeye teşvik etmede başarılı olup olmayacağı ise daha belirsiz.
Maliye Bakan Yardımcısı İvan Çebeskov, maliye bakanlığının henüz ülkeye dönmeyi uman yabancı işletmelerden herhangi bir başvuru almadığını bu ay kabul etti.
D&P Advisors Baş Yatırım Sorumlusu Steven Daşevskiy, “Rusya makamları, her şeyin yolunda olduğu ve normal işleyişe dönmekten günler uzakta olduğumuz izlenimini yaratmak istediler,” dedi ve ekledi: “Ve bence gerçekten hiçbir şey bundan daha uzak olamazdı.”
-
Avrupa2 hafta önce
Almanya’daki Porsche fabrikaları tank üretmeye başlayacak
-
Görüş2 hafta önce
Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 4
-
Görüş2 hafta önce
Yemen’de 48 saatlik Husi karargâhı ziyareti…
-
Ortadoğu2 hafta önce
İsrail’den Türkiye’ye “bombalı” mesaj
-
Avrupa1 hafta önce
Komünist Parti’ye karşı ilk ‘Twitter devrimi’: Moldova’da 16 yıl önce ne olmuştu?
-
Dünya Basını2 hafta önce
Wolfgang Münchau: Trump’ın tarifeleri küreselleşmenin sonudur
-
Görüş2 hafta önce
Hindistan için Şili neden önemli?
-
Görüş1 hafta önce
Trump’ın gümrük vergileri ticaret savaşını tetikliyor