Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Savaş Kabinesi’nde kin ve taktik savaşları

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en üst düzey karar alıcıları arasındaki kökleri geçmişe dayanan gerilim ve güvensizliğe ve bunun neden olduğu siyasi ve askeri sorunlara mercek tutuyor:

***

İsrail’in Savaş Liderleri Birbirlerine Güvenmiyor

Uzun süredir devam eden kin ve taktik savaşları Başbakan Netanyahu, savunma bakanı ve eski askeri şef arasındaki ilişkileri bozdu.

Rory Jones ve Carrie Keller-Lynn

Hamas’la çatışmanın üzerinden altı ay geçmesine rağmen İsrail kamuoyu Gazze Şeridi’ndeki savaşın nasıl kazanılacağı konusunda derin bir bölünmüşlük yaşıyor. Savaş kabinesindeki üç üst düzey yetkili de bu çabada birliği teşvik etmeyi amaçlıyor.

Hamas’la en iyi nasıl mücadele edileceği konusunda uzun süredir devam eden kin ve tartışmalar, İsrail’in savaş zamanı karar vericileri olan Başbakan Binyamin Netanyahu, Savunma Bakanı Yoav Gallant ve İsrail ordusunun eski başkanı Benny Gantz arasındaki ilişkileri bozdu. Bu üç adam, almaları gereken en önemli kararlar konusunda anlaşmazlığa düşmüş durumda: Kesin bir askeri harekatın nasıl başlatılacağı, İsrail’in rehineleri nasıl kurtaracağı ve savaş sonrası Gazze’nin nasıl yönetileceği.

Şimdi de ülkenin bugüne kadar karşılaştığı en büyük kararlardan birini vermeleri gerekiyor: İran’ın İsrail topraklarına yönelik ilk doğrudan saldırısına nasıl karşılık verecekleri. Aralarındaki güç mücadelesi Gazze’deki çatışmanın İran’la Orta Doğu’nun jeopolitik düzenini değiştirecek ve İsrail’in ABD ile ilişkilerini on yıllar boyunca şekillendirecek daha büyük bir bölgesel mücadeleye dönüşüp dönüşmeyeceğini etkileyebilir.

Eski bir İsrailli general ve ulusal güvenlik danışmanı olan Giora Eiland, “Bu üç kişi arasındaki güven eksikliği çok açık ve çok önemli” dedi.

Ülkenin en uzun süre görev yapan başbakanı olan Netanyahu, Gazze savaşını giderek daha fazla tek başına yönetmeye çalışırken, Gallant ve Gantz’ın Netanyahu’yu kararlardan dışlamaya çalıştıkları görülüyor.

On yıl önce İsrail’in Hamas’a karşı son büyük savaşını yöneten General Gantz, daha önce Netanyahu’yu başbakanlıktan indirme arzusunu dile getirmişti. Bu ayın başlarında on binlerce kişinin Başbakan’ın savaşı idare edişine karşı gösteri yapmasının ardından Eylül ayında erken seçime gidilmesi çağrısında bulundu ki bu da Gantz’ın tabanının, Gantz’ın Netanyahu liderliğindeki hükümette oynadığı rolden dolayı hayal kırıklığına uğradığının bir işareti.

Üç Savaş Kabinesi üyesi, İran’ın cumartesi günkü saldırısından bu yana her gün bir araya gelerek bir yanıt verme sözü verdi ancak zamanlama, ölçek ve yeri belirsiz bıraktı. İran’ı caydırma, bölgesel bir savaştan kaçınma ve İran’ın saldırısını püskürtmeye dahil olan ABD ve Arap devletlerini uzaklaştırmama hedeflerini dengeleyen bir yanıt tasarlama konusunda zorlukla karşı karşıyalar. Başkan Biden, İsraillileri herhangi bir karşılık verirken dikkatli olmaya çağırdı ve İran topraklarına yapılacak bir İsrail saldırısına Amerika’nın müdahil olmasını ihtimal dışı bıraktı.

Tel Aviv merkezli Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nde kıdemli bir araştırmacı olan Raz Zimmt, “Yanlış hesaplama riski oldukça yüksek” dedi: “İran-İsrail çatışmasında çok tehlikeli bir aşamanın başındayız.”

Gallant üçü arasında en şahin olanı olarak görülüyor. Savaşın başında İran’ın Lübnan’daki müttefiki Hizbullah’a yönelik önleyici bir saldırıyı savunan Gallant, aynı zamanda ABD ile aynı çizgide yer almaya da hevesli.

Mevcut ve eski İsrailli yetkililere göre Netanyahu; Gallant ve Gantz’ı kilit kararlar konusunda bilgilendirmiyor. Konuyla ilgili bilgi sahibi İsrailli yetkililer, Netanyahu’nun Gazze’ye giden gıda ve malzemeleri kontrol altına almak için doğrudan kendi ofisine rapor verecek ve Savunma Bakanı’nı bypass edecek bir insani yardım yetkilisi atamayı düşündüğünü söyledi.

İsrail Savunma ve Güvenlik Forumu adlı düşünce kuruluşunun kurucusu Amir Avivi “Savunma Bakanı kendisiyle aynı hizada değilse Başbakan’ın orduya istediğini yaptırması çok zor” dedi; “Bu uyumsuzluk Netanyahu için işleri çok ama çok zorlaştırıyor.”

Bu üç adam yıllardır birbirlerine rakipler. Gantz, siyasi analistlerin ülkenin gelmiş geçmiş en çirkin seçimleri olarak tanımladıkları son beş seçimde Netanyahu’ya karşı yarıştı. Geçen yıl Netanyahu, kendisine yakın kişilere Başbakan’ın önceki Gazze politikalarının başarısız olduğunu söyleyen Gallant’ı kovmaya çalıştı.

Gantz ve Gallant arasındaki ilişkilere gelince, Savaş Kabinesi’ne katılmadan önce, on yıldan fazla bir süre boyunca birbirleriyle neredeyse hiç konuşmadılar.

Anketler Gantz’ın İsrail’in en popüler lideri olduğunu gösteriyor. Konuyla ilgili bilgi sahibi kişilere göre Gantz’a yakın kişiler, Netanyahu’nun koalisyon üyelerini ve kendi partisini hükümeti terk etmeye ve başbakanı iktidardan uzaklaştırmaya ikna etmeye çalışıyor. Bu durumda Netanyahu’nun yerine geçmesi en muhtemel siyasetçi Gantz olacaktır.

Gantz, siyasi sorunlardan kaçma becerisi nedeniyle İsrail’de “sihirbaz” olarak tanınan, becerikli bir siyasi spekülatör olan Netanyahu’yu devirmeyi defalarca denedi ve başarısız oldu. Şimdi Netanyahu savaş nedeniyle siyasi olarak zayıflamış durumda ve bu da Gantz’ın, hatta potansiyel olarak Gallant’ın, Netanyahu’nun on beş yıllık siyasi hakimiyetine son verip veremeyeceğine dair bir sınav oluşturuyor.

Bu ayın başlarında Kahire’de yapılan ateşkes görüşmeleriyle birlikte Netanyahu koalisyonunun aşırı sağ kanadının da baskısı altında; bu kanat kısa süre önce Hamas’ın ordusunu saf dışı bırakmadan savaşı sona erdirecek bir anlaşmaya varılması halinde hükümeti devirmekle tehdit etti. Bu sağ kanat aynı zamanda İran’a dramatik bir yanıt verilmesi için baskı yapıyor.

Netanyahu’nun ordunun bir yardım konvoyunu vurarak yedi insani yardım çalışanının ölümüne neden olduğunu kabul etmesi ve uluslararası kınamalara maruz kalmasının ardından İsrail’in savaşı nasıl yönettiği daha fazla mercek altına alındı.

8 Nisan’da Netanyahu, bir milyondan fazla Filistinlinin sığındığı ve Hamas’ın son kalesi olan Gazze’nin Refah kentine girmek için bir tarih belirlediğini söyledi. Ancak anlaşmazlıklar hakkında bilgi sahibi olan kişiler, ilerlemeden önce Amerikan beklentilerini nasıl yöneteceğini anlamak isteyen Gallant’ın muhalefetiyle karşılaştığını söyledi.

Bu kişiler, ABD’nin İsrail’i Refah operasyonuna karşı uyardığını ve Gallant’ın da İsrail’in Washington ile ilişkilerine zarar vermekten ve Amerikan mali ve askeri desteğini kaybetmekten endişe duyduğunu söyledi. Başkan Biden 4 Nisan’da Netanyahu ile yaptığı telefon görüşmesinde ABD’nin gelecekteki desteğinin İsrail’in Gazze’deki sivillere yönelik muamelesine bağlı olacağını söyledi.

Her üç ismin de savaş sonrası Gazze konusunda farklı fikirleri var. Başbakan, Batı Şeria merkezli Filistin Yönetimi’nin mevcut haliyle hiçbir rol oynamaması gerektiğini söyledi ve İsrail ordusunun yerel liderlerle birlikte çalışmasına odaklandı. Filistinliler Netanyahu’nun planının işgal anlamına geldiğini söylüyor, Netanyahu ise buna karşı çıkıyor.

Savunma Bakanı, Filistinlilerin Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi liderliğine bağlanmasını en iyi seçenek olarak görüyor. Gallant’a yakın kaynaklar, onun toplantılarda insanlara Gazze’yi İsrail askerlerinin yönetmesindense kaos olmasını tercih ettiğini söylediğini söyledi.

Geçen ay Netanyahu, ABD’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin koşulsuz ateşkes çağrısı yapan kararını veto etmemesini protesto etmek için üst düzey yardımcılarının Washington gezisini iptal etti. Gallant yine de Başbakan’la koordine edilmemiş bir ziyaretle yola devam etti.

Gantz da geçen ay Başbakan’ın itirazlarına rağmen Washington’a uçtu. Biden yönetimi Gantz’ı açıkça kabul ederek Netanyahu’dan duyduğu hayal kırıklığının sinyallerini verdi.

Üç adam Hamas’ın elindeki rehinelerin nasıl kurtarılacağı konusunda da hemfikir değil. Gantz, hayatlarının risk altında olduğunu söyleyerek serbest bırakılmaları için kamuoyuna bir anlaşma çağrısında bulundu. Netanyahu ve Gallant ise sadece askeri baskının ve müzakerelerin rehinelerin kurtarılmasını sağlayacağını vurguluyor.

Ancak Netanyahu, istihbarat şefi tarafından yönetilen İsrail’in rehine müzakere ekibini kontrol ediyor. Başbakan kamuoyu önünde bir anlaşmadan söz etse de zaman zaman şartlar konusunda sert bir tutum takındı. Netanyahu bir anlaşmayı engellediğini söyleyen muhalefetin yanıldığını söylerken, kendisine yakın kişiler de Netanyahu’nun sert bir müzakereci olduğunu söylüyor.

ABD’nin geçici ateşkes sağlama çabaları geçen hafta İsrail’in, Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniye’nin üç oğlunu öldüren saldırılarıyla karmaşık bir hal aldı.

İsrail liderleri arasındaki kişisel gerilim on yıldan daha eskiye dayanıyor. Netanyahu hükümeti 2010 yılında 30 yıldır silahlı kuvvetlerde görev yapan Gallant’ı ordu liderliğine aday göstermişti. Adaylığın açıklanmasının ardından, bir düzenleyici kurumun konuyla ilgili daha sonraki raporuna göre, Gallant’ın Gantz da dahil diğer adaylara karşı bir karalama kampanyası yürüttüğü iddia eden belgeler kamuoyuna açıklandı.

Gallant bu olaya karıştığını reddetti ve polis o dönemde askeri şefin bir müttefikini belgeyi sahte olarak düzenlemekle suçladı. Yine de skandal, adaylığının çıkmaza girmesine ve Gallant’ın askeri kariyerinin sona ermesine yol açtı.

Gallant’ın yerine işi Gantz aldı ve 2011-2015 yılları arasında Hamas’a karşı iki büyük operasyona liderlik ettiği bir dönemde ordunun başına geçti. Daha sonra bu kimliğini siyasi bir kariyer başlatmak için kullandı ve 2019’dan itibaren kendisini Netanyahu’nun baş siyasi rakibi haline getiren yeni bir parti kurdu.

Bir yıl içinde yapılan üç seçimde Gantz ya da Netanyahu net bir galibiyet elde edemedi. İkili 2020’de bir koalisyon kurma ve istikrarsızlaştırıcı bir siyasi dönemi sona erdirmek için başbakanlığı dönüşümlü olarak yürütme konusunda anlaştı. Bu deney bir yıl içinde sonlandı.

Gantz, Netanyahu’yu başbakanlık koltuğuna oturmasını engellemekle suçladı. Netanyahu, Gantz’la çalışan bir hükümeti yönetemeyeceğini söyledi. Gantz, 2021 seçimlerinde çok daha az sandalye kazandı; bu da Netanyahu’ya hizmet ettiği için seçmenlerin kendisine duyduğu öfkeyi yansıtıyor.

Kudüs İbrani Üniversitesi’nde siyaset bilimci olan Reuven Hazan, “Gantz oradan sırtında bir değil birden fazla bıçakla çıktı” dedi.

Askeri kariyerinin ardından petrol ve gaz endüstrisine giren Gallant, 2014 yılında siyasete girmeye karar verdi. İsrail’in o yıl Netanyahu ve o zaman ordunun başında olan Gantz tarafından yönetilen Hamas’la çatışması, Gallant’ı hayal kırıklığına uğratmıştı. Gallant’ı tanıyan kişiler, Hamas’ın tünel ağını yok etme ama grubu tamamen dağıtmama yönündeki sınırlı savaş hedeflerinin dar görüşlülük olduğunu hissettiğini söyledi.

Gallant birkaç yıl daha küçük bir siyasi partide çalıştıktan sonra Netanyahu’nun Likud’una katıldı. Netanyahu 2022’de onu Savunma Bakanı olarak atayarak sonunda Gallant’a İsrail kuvvetlerinin en üst komutasını verdi.

Netanyahu döneminde İsrail’in eski Washington Büyükelçisi olan Michael Oren, Gallant’ın 2010’daki başarısız adaylığına atıfta bulunarak “Kendisine kazık atıldığını hissetti” dedi: “Bu adaletti.”

2023’te Netanyahu’nun yeni hükümeti İsrail’in yargı sisteminde büyük çaplı değişiklikler yapmaya çalıştı ve bu da genellikle yedek askerlerin öncülük ettiği aylarca süren protestolara yol açtı. Orduda ulusal güvenliği tehlikeye atacak bir kriz yaşandığına inanan Gallant, Netanyahu’ya açıkça geri adım atması çağrısında bulundu.

Netanyahu, geri adım atıp yasayı askıya almadan önce onu kovarak protestolara ve sivil itaatsizliğe yol açtı. İki hafta sonra Gallant görevine iade edildi.

7 Ekim saldırıları üç adamı savaş kabinesinde bir araya getirdi. Gantz ve Gallant farklılıklarını bir kenara bırakarak profesyonelce çalışmaya başladılar. Basın toplantıları sırasında sarılıp el sıkıştılar ve Gazze’nin kuzeyindeki bir turda birlikte göründüler.

Ancak iki adam ve Netanyahu arasındaki gerilim arttı. Başbakan 7 Ekim’de kamuoyunun eleştirilerine maruz kalarak güvenlik zaaflarından İsrail’in savunma ve istihbarat servislerini sorumlu tuttu. Gantz kendisini eleştirdikten sonra özür diledi.

Beyaz Saray’ın baskısı altındaki Netanyahu, Lübnan’daki Hizbullah’a karşı önleyici bir saldırı konusunda Gallant’ı devre dışı bıraktı.

Günler sonra Başbakan, Gallant’ın 2010’da orduyu yönetmek üzere aday gösterilmesini engellemekle kısmen suçladığı eski ordu şefiyle bir araya geldi. Gallant’a yakın bir kişiye göre eski komutan İsrail’de Gallant’ın el sıkışmayı reddettiği birkaç kişiden biri ve Savunma Bakanı bu görüşmeyi Netanyahu’nun Gallant’ın altını oyma girişimi olarak değerlendirdi. Netanyahu’nun ofisi ise bunu savaş stratejisi belirlemek için yapılan rutin bir toplantı olarak niteledi.

Gallant ve Netanyahu bazen sadece birkaç dakika arayla ayrı basın toplantıları düzenlemeye başladılar.

Basına ayrı ayrı açıklama yapma kararları sorulduğunda Netanyahu, basının karşısına birlikte çıkmayı önerdiğini ancak Gallant’ın “kendi kararını verdiğini” söyledi.

İsrail’in Gazze’deki Hamas güçlerine yönelik ilk saldırısının yavaşlaması ve savaşın insani maliyetinin artmasının ardından Savaş Kabinesi’nde çatlaklar ortaya çıktı.

Netanyahu, Biden ile kamuoyu önünde ters düştü ama Gallant, Savunma Bakanı Lloyd Austin ile düzenli olarak konuştu. Gallant’ın ekibi, gecelerini askeri karargâhta geçiren Savunma Bakanı’nın Austin’den masal dinlemeden uyuyamadığına dair şaka yaptı.

Ocak ayında, Gantz’ın siyasi müttefiki olan ve Savaş Kabinesi’nin oy hakkı bulunmayan üyesi Gadi Eisenkot, Netanyahu’nun savaşa yaklaşımını açıkça eleştirdi ve Başbakan’ın mutlak zaferden söz etmesinin gerçekçi olmadığını öne sürdü. Halkın hükümete olan güvenini yeniden tesis etmek için seçim çağrısında bulundu.

Kısa bir süre sonra Netanyahu İsrail’in Hamas’a karşı “mutlak zafer” elde edeceğini söyledi. Bu hedefin gerçekleşmesinin zor olduğu kanıtlandı.

İsrail, Hamas’ın ordusunun büyük bölümünü yok ettiğini ve aralarında üst düzey yetkililerin de bulunduğu binlerce savaşçısını öldürdüğünü söylüyor. İsrail ordusu Hamas’ın askeri kapasitesini kırmak için Refah’taki dört Hamas taburuna saldırması gerektiğini düşünüyor. İsrail ayrıca savaşı başlatan ve 1.200 kişinin ölümüne yol açan 7 Ekim saldırılarını düzenlediğini söylediği Hamas’ın Gazze’deki lideri Yahya Sinvar’ı henüz bulup öldürmedi.

Sayıları siviller ve savaşçılar arasında ayrım yapmayan Gazze sağlık yetkililerine göre Gazze savaşında 33.000’den fazla Filistinli öldü. Bu insani maliyet, İsrail’e ateşkes için rehine takası anlaşmasını kabul etmesi yönünde yoğun bir uluslararası baskı getirdi.

Bu ay İsrail’de hükümet karşıtı kitlesel protesto hareketi yeniden alevlendi.

Gantz hükümetten ayrılmayı seçse bile Netanyahu’nun partisi Likud’un en az beş üyesinin ya da koalisyon ortaklarından birinin de çekilmesi gerekecek ki Başbakan’ın 120 sandalyeli parlamentodaki 64 sandalyelik çoğunluğu düşsün.

Bu da Netanyahu’ya manevra alanı bırakıyor.

Eski bir milletvekili ve Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nde askeri analist olan Ofer Shelah, “Netanyahu için en önemli şey siyasi olarak hayatta kalmak” diyor: “Mevcut durum ne kadar uzun sürerse Başbakan olarak kalma şansı da o kadar artar.”

 

-Bu makaleye Anat Peled ve Dov Lieber katkıda bulundu.

DÜNYA BASINI

Mahmud Abbas birliği korumak için olası baskılara direnecek mi?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız uzman görüşlerine yer verilen haber Filistinli grupların Pekin’de imzaladığı uzlaşı anlaşmasının sürdürülebilir olup olmadığına yanıt bulmaya çalışıyor. İsrail ve muhtemelen ABD tarafından baltalanacağı düşünülen uzlaşının yumuşak karnı ise Filistin Yönetimi:

****

‘Başarılı olması için baskı var’: Fetih-Hamas birlik anlaşması sürdürülebilir mi?

Analistlere göre Fetih Hareketi’nin siyasi iradesinin olup olmadığı görülecek, İsrail ise anlaşmayı bozmaya çalışabilir.

Mat Nashed

Analistler, Filistinli grupların salı günü bir “ulusal birlik” anlaşması imzalayarak, ideolojik farklılıklarını ve acı dolu geçmişlerini bir kenara bırakıp İsrail’in işgaline son vermek için lobi yapabileceklerine dair hem umut yarattığını ancak bazı şüpheler olduğunu söylüyor.

Çin’in başkenti Pekin’de üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından imzalanan anlaşma, geçici bir “ulusal uzlaşı” hükümetinin savaş sonrası Gazze’nin kontrolünü üstlenmesi ve ortak kendi kaderini tayin etme arayışını ilerletmesi için zemin hazırladı. Ancak Fetih Hareketi ve Hamas arasında daha önce yapılan birçok uzlaşma girişiminin başarısız olması nedeniyle bu atılım kuşkuyla karşılandı.

Katar’ın başkenti Doha’daki Middle East Council on Global Affairs adlı düşünce kuruluşunda İsrail-Filistin uzmanı olarak çalışan Ömer Rahman, “Biraz şüphe olması doğal, ancak bu anlaşmanın kalıcı olacağından umutluyum” dedi.

“Gazze ve Batı Şeria’daki durum göz önüne alındığında bunun başarılı olması için baskı var. Bence tüm taraflar bunun gerçekleşmesi gerektiğini biliyor” diyen Rahman, Gazze’deki savaşın ve işgal altındaki Batı Şeria’da artan yerleşimci şiddeti ve toprak gaspının getirdiği aciliyete atıfta bulundu.

BM uzmanlarına göre, 7 Ekim’de Hamas öncülüğünde İsrail topluluklarına ve askeri karakollarına düzenlenen ve bin 139 kişinin öldürüldüğü ve 251 kişinin esir alındığı saldırıdan bu yana İsrail, Gazze’de soykırıma varabilecek yıkıcı bir saldırıyla karşılık verdi.

İsrail son dokuz ayda 39 binden fazla Filistinliyi öldürdü ve iki milyon 300 binlik Gazze nüfusunun neredeyse tamamını yerinden etti. Gazze’deki savaş uluslararası manşetleri belirlerken, İsrail’in 2024 yılında işgal altındaki Batı Şeria’da son 30 yılda herhangi bir yılda olduğundan daha fazla Filistin toprağını sessizce ele geçirmesine yol açtı.

İsrail işgalini derinleştirirken, Filistinli iki büyük grup Fetih Hareketi ve Hamas bölünmüş durumda kaldı. Fetih Hareketi, Batı Şeria’nın büyük bir bölümünü 1993 Oslo Anlaşmalarından doğan ve Fetih’e şiddetten vazgeçmesi ve İsrail’i tanıması karşılığında Filistin devletinin kurulacağının vaat edildiği Filistin Yönetimi aracılığıyla kontrol ediyor.

Buna karşılık Hamas silahlı mücadeleye bağlı kaldı ve 2007’de iki taraf arasında yaşanan kısa bir iç savaşta Fetih Hareketi’ni kovduğundan beri Gazze’yi kontrol ediyor.

Kanlı geçmişe rağmen, her iki taraf da 12 daha küçük grupla beraber Pekin anlaşmasını imzaladı. El Cezire’nin elde ettiği bir anlaşma kopyasına göre bu anlaşma, nihai olarak İsrail işgali altındaki Doğu Kudüs, geniş Batı Şeria ve Gazze’de (İsrail’in 1967 Arap-İsrail savaşında ele geçirdiği topraklar) bir Filistin devleti kurmayı hedefliyor.

Anlaşma kalıcı olacak mı?

Uluslararası Kriz Grubu (ICG) Filistin uzmanı Tahani Mustafa, Fetih Hareketi ve Ebu Mazen olarak da bilinen Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın Hamas’la daha önce yapılan uzlaşma anlaşmalarını baltaladığını söyledi.

El Cezire’ye konuşan Mustafa, Abbas’ın ve yakın sırdaşlarının İsrail işgaline karşı Filistin yönetimini birleştirmek için gerçek bir siyasi irade göstermediğini söyledi.

Mustafa’ya göre Fetih Hareketi, teoride Filistinlileri uluslararası alanda temsil eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üzerinde tek kontrol sahibi olduğunu ve Hamas ve diğer fraksiyonlar bu yapıda temsil edilirse çoğunluğunu kaybetmekten korkuyor.

Mustafa, “Hamas’ı ve İslami Cihad’ı da eklerseniz, Fetih Hareketi’nin tekeli sona erer” dedi.

İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri de uzlaşma anlaşmasını baltalamaya çalışabilirler.

İsrail, savaş sonrası senaryoda Filistin Yönetimi’nin ya da Hamas’ın Gazze’nin kontrolünü ele geçirmesine izin vermeyi reddederken, ABD de uzun süredir Hamas’ın İsrail’i tanımasını ve Filistin hükümetinin bir parçası olmadan önce şiddetten vazgeçmesini istiyor.

2017’de Hamas, 1967 sınırlarına göre bir Filistin devleti kurulmasını kabul eden yeni bir tüzük sundu. Hamas tarafından daha önce yapılan açıklamalar ve hareketlerle uyumlu olan bu hamle, İsrail’in fiilen tanınması anlamına geliyordu.

Mustafa, “Hamas, İsrail’in var olma hakkını hiçbir zaman [açıkça] tanımadı çünkü İsrail’e aynı şeyi Filistinliler için de yapması yönünde hiçbir zaman baskı yapılmadı” dedi.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin İsrail-Filistin uzmanı Hugh Lovatt, İsrail’in bu anlaşmayı rayından çıkarmak için Batılı müttefiklerine Filistin Yönetimi’ne verdikleri fonları kesmeleri için baskı yapmasının oldukça olası olduğunu söyledi.

El Cezire’ye konuşan uzman, “Filistin Yönetimi mevcut haliyle ancak ABD ve Avrupa’nın yakın işbirliği ve finansman desteğiyle ayakta kalabilir” dedi.

Lovatt, “Ancak bu sadece Filistin Yönetimi’nin hayatta kalmasıyla ilgili bir mesele değil, aynı zamanda Filistin Yönetimi’nin kilit isimlerinin kişisel hayatta kalma meselesi… kendi kişisel konumlarını zayıflatabilecek herhangi bir anlaşmaya çok ilgi duymuyorlar” diye ekledi.

El Cezire yorum için Filistin Yönetimi Başkanlığı sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne ve Filistin Yönetimi’nin Birleşik Krallık misyonunun başındaki Husam Zomlot’a ulaştı. Her iki isim de haber yayınlanmadan önce yorum taleplerine yanıt vermedi.

Ancak Lovatt, Filistin Yönetimi’nin, İsrail’i resmen tanımak ve şiddetten vazgeçmek gibi Oslo Anlaşmaları’nın şartlarına uymayı reddetmesi nedeniyle önceki birlik anlaşmalarının çökmesinden Hamas’ı sorumlu tuttuğunu söyledi.

“Abbas’ın söylediğini gördüğümüz şey… bir anlaşma istiyoruz ama uluslararası meşruiyete dayanan bir anlaşma” diye ekledi.

Bu anlaşma neden önemli?

Daha önceki uzlaşma anlaşmaları başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Rahman bu anlaşmanın başarıya ulaşmasının hayati olduğunu söyledi.

Rahman’a göre İsrail-Filistin konusunda uluslararası kamuoyunda rüzgarlar değişiyor ve bu da birleşik bir Filistin liderliğinin Gazze’deki “soykırıma” ve İsrail’in Batı Şeria’daki “ilhakçı baskısına” son vermesi için bir fırsat yaratıyor.

Dünya Mahkemesi olarak da bilinen Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) “tavsiye niteliğindeki görüşü”, İsrail’in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’deki 57 yıllık işgalini kısa bir süre önce “yasadışı” olarak sınıflandırdı. Mahkeme, yerleşim yerlerinin inşası ve genişletilmesi de dâhil İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında varlığını sürdürmesinin “uluslararası hukuku ihlal ettiğini” söyledi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu kararı “saçma” olarak nitelendirdi ve İsraillilerin “atalarının yurdundaki kendi topluluklarında yaşamalarının” yasadışı olamayacağını söyledi.

Rahman, “Durum açıkça vahim ve Filistinlilerin uluslararası toplumu Filistinlileri savunmak için bir araya getirecek bir tür birleşik liderliğe ihtiyacı var” dedi.

Ancak bu birlik -en azından şimdilik- savaşın gidişatını şekillendirmede en etkili küresel aktör olan ABD tarafından desteklenmiyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller salı günü düzenlediği basın brifinginde anlaşmayı yorumlarken “Bir terör örgütünün rolü olamaz” dedi.

Hamas ABD, İsrail ve Avrupa Birliği tarafından “terörist” olarak tanımlanan bir grup ancak pek çok Filistinli, Hamas’ı meşru bir direniş grubu olarak görüyor.

Lovatt, Filistin Yönetimi karar alma sürecinde Hamas ve diğer gruplara danışarak anlaşmayı uygulamaya kararlı olsa bile ABD baskısının Filistin birliğini sabote edebileceğini söyledi.

Lovatt şunu ekledi: “Bu gerçekten de belirleyici faktör olabilir. Asıl soru şu: [Abbas] kararlılığını sürdürecek mi, yoksa uluslararası baskı karşısında geri adım mı atacak?”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı artık küresel ilişkilerin merkezi değil

Yayınlanma

Samir Puri, Nikkei Asia
25.07.2024

Dünya meselelerinde bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Batılı ülkelerin küresel meselelerin nihai hakemleri olarak hareket etme gücü ve birliği çökmüyor, ancak açık bir düşüş içinde.

Çoğumuz bu noktada hemfikiriz, ancak bu geçiş dönemini Batı’nın içinden mi yoksa dışından mı izlemek daha doğru olur? Perspektif her şeydir. Atlantik’in her iki yakasındaki Batılı ülkelerde yaşayan bizler için popülizm siyaseti, değişen dünyayı izlerken kaçınılmaz olarak önemli bir tartışma konusu haline geliyor.

Daha “ulus öncelikli” liderler ve partiler güç kazandıkça, Batı’nın siyasi karakterinin hızla değişmekte olduğu açıktır. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın olası zaferi ya da Macaristan Cumhurbaşkanı Viktor Orban’ın ülkesinin Avrupa Birliği dönem başkanlığını kullanarak geleneksel Batılı dış politika elitlerine çelişkili mesajlar vermesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu durum zamanla Batı’nın küresel kişiliğini değiştirecektir.

2020’den bu yana Batı’daki evimden ziyade, Asya’da gelişen bu olayları Singapur’daki görüş noktamdan izliyorum. “Batısızlık: Büyük Küresel Yeniden Dengelenme” adlı yeni kitabımda yazdığım gibi, Batı’nın küresel varlığının yeniden şekillenmesini uzaktan izlemek kendi perspektiflerini sunuyor.

Asya’da, dünyanın değişen ekonomik dengesi Çin ve Hindistan’ın yükselişinde açıkça görülüyor ve Endonezya gibi ülkeler de gelecekte önemli bir büyüme göstermeye hazırlanıyor.

Dünyanın yeniden dengelenmesi sadece “Asya’nın yükselişi” ile sınırlı değildir. Suudi Arabistan, Türkiye ve hatta Güney Afrika gibi ülkelerin küresel meselelerde kendi yollarını çizmek için gösterdikleri stratejik özerklik her geçen ay artıyor.

Batılı olmayan ülkeler için stratejik özerklik ekonomik büyümeden kaynaklansa da bundan çok daha fazlasıyla ilgilidir. BRICS gibi Batılı olmayan kulüplerin genişlemesini de içeriyor. Güney Afrika’nın Batı destekli İsrail’e karşı Hamas’a karşı yürüttüğü savaş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava gibi gelişmeler de bunu kanıtlamaktadır. Batılı olmayan ülkeler küresel görüşün değişmesine yardımcı oldukça, Batılı ülkeler tarafından 7 Ekim’den sonra İsrail’i desteklemek için alınan ilk tutumlar artık “kurallara dayalı uluslararası düzen” kullanılarak inandırıcı bir şekilde sorgulanabilir.

Batılı olmayan dünyanın yükselen başlıca güç merkezleri hızla kendi momentumlarını geliştiriyor. Yüzyıllardır ilk kez Batı her zaman öncü bir rol oynamıyor. Avrupa liderliğindeki deniz sömürge imparatorluğunun önceki dönemleri ve ardından ABD liderliğindeki küreselleşme dönemi düşünüldüğünde, dünya meselelerinde ortaya çıkan dönemin gerçekten de çok farklı olacağı görülecektir.

Batı çökmeyeceği ve ABD ekonomisi canlılığını koruduğu için yanlış sonuçlara varmak kolaydır. Tüm bunları gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğüne göre bir analize indirgemek ve yalnızca ABD ile Çin arasında iki atlı bir yarış olarak görmek çok basite indirgemek olacaktır.

Kişi başına düşen GSYH’ye bakıp, önde gelen Batılı ülkelerin modernleşmenin standart taşıyıcıları olarak diğerlerinin fersah fersah önünde olduğu sonucuna varılabilir. Ya da güçlü ABD dolarının kalıcı gücüne odaklanılabilir.

Bunlar indirgemeci sonuçlara varmaktır. Evet, ekonomik performans, yaşam standartları ve para biriminin gücü büyük önem taşımaktadır. Ancak diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında Batı’nın düşüşte olduğu görülmektedir.

Demografi gibi bazı eğilimler ölçülebilir niteliktedir. Diğer eğilimler ise küresel anlaşmazlıkları çözme gücü ve ahlaki güçle ilgilidir. Küresel yeniden dengelenme yalnızca sert güç ve ekonomiyi değil, aynı zamanda standartları belirleme, dikkati yönetme ve krizleri çözme becerisini de içermektedir.

Manşetlerimize hakim olan ve küresel görüşleri derinden ikiye bölen diğer savaştan işlerin ne kadar hızlı değiştiğine dair net bir örnek alalım.

G7 aracılığıyla çalışan Batı, Rusya’nın Şubat 2022’de başlayan barbarca tam ölçekli işgaline karşı Ukrayna’yı övgüye değer bir şekilde destekledi. Ancak milyarlarca dolar harcayarak silahlandırdığı Ukrayna, hala Rus işgalcileri kovacak kadar güçlü değil. Şimdi, küresel yeniden dengelenmeyle ilgili iki gelişme Ukrayna’daki durumu daha net bir şekilde etkiliyor.

Birincisi, Rus ekonomisi Batı ve G7 liderliğindeki yaptırımlardan ve enerji ihracatına getirilen fiyat sınırlamalarından zarar gördü. Ancak ekonomik ceza tehdidi Putin’i 2022 başlarında Ukrayna’yı işgal etmekten caydırmaya yetmedi. Yaptırımların gerçekliği de Putin’i işgalden vazgeçmeye zorlamak için yeterli değil. Dünya ekonomisindeki yapısal değişiklikler, Rusya’nın Çin, Hindistan ve diğer BRICS ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Körfez ülkeleri, Endonezya ve diğerleriyle ticaret yapmaya devam ettiği ve savaş ekonomisini sürdürdüğü anlamına geliyor.

İkinci olarak, Batılı olmayan bu ülkeler bir şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesini savunmuşlardır. Batı ve G7 ise tam tersini savunmuştur. Mükemmel bir ahlaki netlikle, Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi ve saldırganlığı için asla ödüllendirilmemesi gerektiğini savundular. Ancak Trump Beyaz Saray’a dönerse, ABD politikasının bir barış anlaşması lehine Ukrayna’yı terk etmeye kayması bekleniyor.

İronik bir şekilde, Trump’ın dayatacağı böyle bir anlaşma ABD’yi dünyanın geri kalanında genel olarak aynı şeyi savunan kesimlerle daha uyumlu hale getirecektir. Eğer bu gerçekleşirse, Batı’nın küresel haçlı enkarnasyonu bir darbe alacaktır. Onun yerine, otokratik liderlerle anlaşma yapmaktan kaçınmayan, işlevsel yaklaşımları tercih eden popülist bir Batı enkarnasyonu ufukta görünmektedir. Böyle bir dünyadan korkmak başka bir şey, bunun pek çok etmenini anlamak başka bir şeydir.

Sadece Soğuk Savaş sonrası zafer kazanmış Batı’nın sonunu gözlemlemiyoruz, aynı zamanda daha az Batı egemenliğinde bir dünyanın başlangıcını da gözlemliyoruz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Okulu kıran” çocukların ailelerini hapse atmayı öneren başkan adayı: Kamala Harris

Yayınlanma

Editörün notu: Joe Biden’ın çekilmesi ile birlikte Demokratların kasım ayındaki başkan adayı olarak öne çıkan Başkan Yardımcısı Kamala Harris, siyaseten “silik” bir profil olsa da daha önce San Fransisco ve California’daki savcılık deneyimleri karanlık bir geçmişe işaret ediyor. “Beyaz olmayan” ve “ilerici” sayılan bir siyasetçi olmasına rağmen savcılığı döneminde siyahlara yönelik polis şiddeti konusunda tavır almayı reddetmişti. Harris’in en tartışmalı hamlesi ise, “okul asma programı” olarak bilinen 2011 tarihli yasaydı. Bu yasa bölge savcılarının, çocuklarının geçerli bir neden olmaksızın okul yılının yüzde 10’unu kaçırmaları halinde ebeveynleri kabahat işlemekle suçlamalarına ve hapsetmelerine izin veriyordu. Daha sonra sonlandırılan programın, yine en fazla beyaz olmayan toplulukların ebeveynlerine yönelik işlediği yönünde yoğun eleştiriler gelmişti.


“Kamala the Cop”: Biden’ın Olası Halefi Harris’in Karanlık Yüzü

Raphael Schmeller
Berliner Zeitung
23 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç

Sevilmiyor, hata yapmaya meyilli ve kendi partisi içinde tartışmalı durumda. Demokratların başkan adayı olarak yarışa girmesi beklenen Kamala Harris kimdir?

Joe Biden’ın başkanlık yarışından çekilmesinin ardından birçok demokrat coşkuyla Kamala Harris’i desteklemeye başladı. Partinin seçim kampanyası bağışları platformu ActBlue, Biden’ın yerine Demokratların favorisi olan başkan yardımcısı için şimdiden “bağış seli” yaşandığını bildirdi.

Liberal Amerikan medyası Pazar akşamından beri Harris’in seçimi kazanması durumunda ABD’nin en yüksek siyasi makamına gelen ilk kadın, ilk Asya kökenli ve Barack Obama’dan sonra ilk siyahi olacağını tekrarlayıp duruyor. Ancak Harris’in ülkedeki çok sayıda kişi tarafından sevilmediği ve kendi partisinin içinde de tartışmalı olduğu gerçeği söylenmiyor.

2011 ve 2013 yıllarında bağışlarla Harris’i destekleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, çoğu ankette Demokratlardan oldukça önde yer alıyor. Bakıldığında Harris ve Biden arasında rağbet görme açısından önemli farklar yok ve hatta Harris’in durumu kısa bir yükselişten sonra daha kötüye bile gidebilir. Harris son anketlerde Demokratlar için çok önemli olan Michigan, Arizona ve Nevada gibi salıncak eyaletlerde Biden’dan daha kötü performans gösteriyor.

Harris, okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için hapis cezası istemişti

Harris, örnek vermek gerekirse iç politikadaki sert tutumu sebebiyle eleştiriliyor. 2011 yılından itibaren Kaliforniya Başsavcısı olarak kendisini Günışığı Eyaleti’nin(*) ‘’ilk polisi’’ olarak sundu ve sıkı baskısıyla adından söz ettirdi. Aynı zamanda kolluk kuvvetlerindeki yolsuzluklara karşı yeterince kararlı adımlar atmaması konusunda da eleştirildi. Ve hepsinden önce okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için uygulanmasını savunduğu yüksek para cezaları ve olası hapis cezaları sistemiyle hatırlanıyor.

Bu dönemde Harris, siyahlara yönelik polis şiddeti gibi birçok konuda tavır almayı reddetti ve bu durum birçok Demokrat tarafından yadırgandı. 2014 yılında marihuanayı yasallaştırma girişimine gülmüş, ancak beş yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunda “kesinlikle desteklediğini” vurgulamıştır. Başsavcılık yaptığı dönem ona ‘’Kamala the Cop’’ (Polis Kamala) lakabını kazandırmıştır.

Harris 2017 yılında Senato’ya seçildi ve 2019 yılında Demokratların başkan adayı olarak yarışa girdi. Başta Biden’ı ırkçılıkla suçlasa da sonrasında korkunç anket oranları sebebiyle yarıştan çekildi ve sonrasında kendisini başkan yardımcısı adayı yapan Biden’ı destekledi.

Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı son 4 yılda pek çok kez kendi siyasi profilini geliştirmemekle suçlandı. Biden, göçü sınırlandırmak için menşe ülkelerdeki göçün nedenleriyle mücadele etme görevini 2021 yılında Harris’e verdi. Ancak Harris’in çabalarına ve Latin Amerika hükümet başkanlarıyla yaptığı görüşmelere rağmen düzensiz sınır geçişlerinin sayısı arttı. ABD Yüksek Mahkemesi 2022 yılında dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade kararını bozarak ülkenin çoğu yerinde kürtajı fiilen imkansız hale getirdiğinde ise Harris, kürtaj haklarını şiddetle savundu.

Harris pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük olarak görülüyor

Harris, Beyaz Saray’da geçirdiği süre boyunca çoğunlukla kendi yolundan gitti. Röportajlarında ve kamuoyu önünde yaptığı diğer konuşmalarında çeşitli hatalar yaptı ve her zaman kendine güvenen biri olarak görünmedi. Pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük ve bazı demokratlar tarafından da bir yük olarak görülüyordu. Hatta 2022 yılının başında yapılan anketlerin sonucuna göre Harris, bugüne kadarki en sevilmeyen Başkan Yardımcısı. Yakın çalışma arkadaşları birçok kez istifa etti ve kaotik çalışma koşulları olduğuna dair söylentiler hep devam etti.

Harris de Biden gibi hatalar yapmaya ve anlaşılması zor konuşmalar yapmaya meyilli. Şu anda sosyal medyada Mayıs 2023’te yaptığı bir konuşma dolaşıyor, Harris dinleyicilere şu açıklamaları yapıyor: “Siz, içinde yaşadıklarınızın ve sizden önce gelenlerin bağlamından oluşuyorsunuz.’’ Sonrasında bu anlattıklarını annesinden bir alıntı yaparak destekledi, ‘’Hindistan cevizi ağacından düştüğünüzü mü sanıyorsunuz?’’ Harris sonrasında saniyelerce kendi şakasına güldü.

Eğer beklendiği gibi Kamala Harris Demokratların adayı olarak gösterilirse yalnızca bu imajını düzeltme zorluğuyla karşılaşmayacak, aynı zamanda seçmenleri Biden-Harris hükümetinin sevilmeyen sonuçlarından kendisini sorumlu tutmamaları için ikna etmeye çalışmak zorunda kalacak. Bu sebeplerle Trump, Harris’i yenmenin Biden’ın kendisini yenmekten daha kolay olacağını iddia ediyor. Bu konuda haklı olabilir.


(*) Yazar Florida ile Kalifornia’yı karıştırıyor olmalı çünkü “Günışığı Eyaleti” (Sunshine State) takma adı Florida’ya ait. Kaliforniya’nınki ise “Altın Eyalet” (Golden State). (editörün notu)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English