DİPLOMASİ
Sonuçsuz G20 zirvesi: Herkes pozisyonunu koruyor
Yayınlanma
Yazar
Harici.com.tr
Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin G20 dışişleri bakanları zirvesinin açılış konuşmasında yaptığı ‘farklılıklara değil, ortaklıklara odaklanma’ ve ‘konsensüs’ çağrısı yerini bulmamışa benziyor. Dünyanın en büyük ekonomiye sahip 20 ülkesi, ‘anlaşamamak üzere anlaşmış’ durumda.
Toplantıların bitmesinin ardından ortak bir açıklama yayınlanmadığı gibi, Yeni Delhi’deki toplantıya katılan ülkelerin bakanları ortak bir ‘aile fotoğrafı’ çektirmekten bile kaçındı.
Ev sahibi Hindistan’ın Dışişleri Bakanı Subrahmanyam Jaishankar, başarısızlığı kabul etmiş görünerek, “Dünyadaki kutuplaşmanın durumu göz önüne alındığında görevimiz kolay değildi ve Bali’de bizim ve ülkelerin vardığı tam konsensüse varamadık,” dedi.
Öyle ki, geçen Kasım ayında Bali, Endonezya’da düzenlenen G20 liderler zirvesinin sonuç bildirgesinde, Ukrayna’ya yönelik Rusya saldırganlığı kınanıyor ve Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne vurgu yapılıp Rusya’nın Ukrayna’da çekilmesi talep ediliyordu. Yeni Delhi toplantısında ise Çin ve Rusya bu türden bir dile razı olmadı.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, bunun nedeni olarak yaşanan değişimleri gösterdi: Ukrayna, Minsk Anlaşmalarını reddetmişti, Kuzey Akım boru hattına yönelik Rusya’nın ABD’yi işaret ettiği bir sabotaj düzenlenmişti.
Yine de Jaishankar iyimserliği elden bırakmadı. Gelişmekte olan ülkeleri ve ‘Küresel Güney’i ilgilendiren konularda konsensüs sağlanmıştı. Çok taraflılığın güçlendirilmesi, gıda, yakıt ve enerji güvenliği, iklim değişikliği ve diğer meselelerde ortaklık mevcuttu.
ABD ve Rusya gerilimi
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’a göre, bir-iki fire ile bile olsa G20 ülkeleri konsensüse varmış olsaydı mesele kalmaz ve ilerleme sağlanırdı.
Blinken ile Rus mevkidaşı Lavrov’un ayak üstü yaptıkları sohbet gündem olsa da Rusya’nın ‘kolektif batı’ya yönelik suçlamaları ve batının karşı saldırıları toplantılara damga vurdu.
Örneğin toplantıların medyaya kapalı olan bir kısmında, Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı James Cleverly Rusya’yı suçlarken, yanlışlıkla görüntüler medyaya servis edildi ve sonrasında aniden kesildi.
Lavrov ise batılı ülkeleri G20 zirvesini ‘komediye çevirmekle’ suçladı ve 24 Şubat’taki maliye bakanları toplantısında bazı batılı temsilcilerin ‘uygunsuz davranışları’ nedeniyle ‘batılılar adına’ Hindistan’dan özür diledi.
Wall Street Journal (WSJ) ise Blinken-Lavrov diyaloğunun ayrıntılarını yazdı. Gazeteye göre, ayak üstü 10 dakika süren görüşmede Blinken, Lavrov’dan New START nükleer anlaşmasına tekrar katılmalarını istedi.
Bunun yanı sıra Blinken, Lavrov’dan Rusya’da tutuklu bulunan eski ABD deniz piyadesi Paul Whelan’ı serbest bırakmasını istedi ve ayrıca ABD ve müttefiklerinin Ukrayna’yı ‘nereye kadar giderse gitsin’ destekleyeceğini söyledi.
Blinken da basın mensuplarına yaptığı açıklamada, Lavrov’a “Bu saldırganlık savaşını durdurun,” dediğini aktardı. ABD’li bakan, ortak G20 bildirisinde Ukrayna savaşının kınanmasına karşı çıkan yegane ülkelerin Çin ve Rusya olduğunu öne sürdü.
Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zaharova ise ayaküstü görüşme talebinin ABD tarafından geldiğini, bunun dışında ABD ile Rusya arasında görüşme ya da toplantı olmadığını belirtti.
ABD ve Blinken, G20 ülkelerini BM İlkeleri kapsamında ‘Kremlin’in savaşını bitirme’ çabalarını artırmalarını istedi. Rusya ise ABD ve Avrupa’yı ‘terörizm’ ile suçladı.
İlginizi Çekebilir
-
WP: ABD kendi yasalarını gözetmeden İsrail’e on binlerce ton bomba verdi
-
Çin akademisinde ŞİÖ’nün genişlemesi üzerine perspektifler
-
Putin adaylığını duyurdu, Reuters ‘Batı yaptırımlarının başarısızlığına’ bağladı
-
Avrupalı enerji şirketleri gaz depolamak için Ukrayna’ya yöneliyor
-
“Nükleer Savaş Tehlikesi ABD’den Geliyor”
-
“Türkiye garantörlüğe çok uygun
DİPLOMASİ
WP: ABD kendi yasalarını gözetmeden İsrail’e on binlerce ton bomba verdi
Yayınlanma
11 dakika önce11/12/2023
Yazar
Harici.com.tr
Washington Post, ABD’nin, İsrail’e Gazze’ye saldırılarında kullanmak üzere on binlerce ton bomba verdiğini ancak yasalarındaki insancıl hukuk koşullarını dikkate almadığını yazdı. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken da İsrail’e yapılacak silah satışı konusunda ABD Kongresi’nin atlatılmasının haklı olduğunu savundu.
WP’nin haberine göre, ABD, saldırıların başlamasından bu yana, İsrail’e aralarında 2 bin kiloluk sığınak delicilerin de bulunduğu en az 15 bin bomba ve 50 binden fazla top mermisi gönderdi. Gazze’de artan ölü sayısı, ABD’nin sivillerin güvenliğini sağlama sorumluluğuna ilişkin soruları gündeme getirirken, ABD Başkanı Joe Biden yönetimi İsrail’e silah tedariki konusunda giderek artan bir baskı altına girdi. İnsan hakları örgütleri ve Biden’ın Demokrat Partisi içinde bir grup, ABD’nin İsrail’e yaptığı silah akışını mercek altına aldı.
ABD’nin yabancı ülkeleri silahlandırmaya ilişkin kuralları, uluslararası hukukun ihlal edilme ihtimalinin yüksek olduğu durumlarda, silah transferi yapılmamasını gerektiriyor. Söz konusu kurallar çerçevesinde gazeteye konuşan ve ismini vermek istemeyen yönetim yetkilileri, İsrailli muhataplarıyla ülkenin uluslararası insancıl hukuk kapsamındaki yükümlülüklerini anladıklarından emin olmak için kapsamlı görüşmeler yaptıklarını ancak Washington yönetiminin, İsrail’in savaş hukukuna bağlılığı konusunda gerçekçi değerlendirmeler yapmadığını kabul etti.
Yetkiler ayrıca, İsrail’in uluslararası insancıl hukuka uyduğuna ilişkin eş zamanlı bir değerlendirme yapılamadığını çünkü İsrail güçlerinin operasyonları planlamak için kullandıkları istihbaratı paylaşmadıklarını kaydetti.
Kongrenin atlatılmasını savundu
Öte yandan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, İsrail’e acil olarak yapılan tank mühimmatı satışını savundu ve ABD Kongresi’ne İsrail, Ukrayna ve diğer ulusal güvenlik öncelikleri için 100 milyar dolardan fazla yardımın hızla onaylanması çağrısında bulundu.
Bir televizyona konuşan Blinken, İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonlarına yönelik ihtiyaçlarının, silah satışı konusunda ABD Kongresi’nden çıkacak sonucu beklememe yönündeki kararı haklı çıkardığını söyledi. Biden yönetimi, ABD Kongresi’nin onayına sunmadan acil durum yetkisini kullanarak İsrail’e yaklaşık 14 bin tank mermisinin satışına onay vermişti.
Blinken, “İsrail şu anda Hamas ile savaş halinde. Biz de İsrail’in Hamas’a karşı kendini savunmak için ihtiyaç duyduğu şeylere sahip olduğundan emin olmak istiyoruz” İfadelerini kullandı. Tank mühimmatıyla ilgili desteğin İsrail’e yapılan askeri satışların sadece küçük bir bölümünü oluşturduğunu belirten Blinken, geri kalanının Kongre incelemesine tabi olduğunu kaydetti.
İsrail, Ukrayna ve diğer ulusal güvenlik öncelikleri için 100 milyar dolardan fazla yardımın hızla onaylanması çağrısında bulunan Blinken, ABD Başkanı Joe Biden’ın bu konuda önemli tavizler vermeye hazır olduğunu söylediğini belirtti. Ukraynalılar için “fonların tükenmekte olduğu” göz önüne alındığında, Ukrayna için risklerin yüksek olduğunu aktaran Blinken, şunları kaydetti: “Şimdi gerçekten adım atma zamanı çünkü atmazsak ne olacağını biliyoruz. (Rusya Devlet Başkanı Vladimir) Putin cezasız bir şekilde ilerleyebilecek ve onun Ukrayna’da durmayacağını biliyoruz.”
“ABD’nin Netanyahu’ya 10 milyar dolar daha vermesi sorumsuzluk olur”
The Hill gazetesinin haberine göre, Vermont Senatörü Bernie Sanders, CBS televizyonundaki “Face the Nation” programında konuştu. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları sırasında öldürülen binlerce sivile işaret eden Sanders, “ABD’nin Netanyahu’ya bu korkunç savaşı sürdürmesi için 10 milyar dolar daha vermesi sorumsuzluk olur” ifadesini kullandı. Sanders, Gazze’de yerinden edilen 1,9 milyon insanın hiçbir yiyecek ve tıbbi malzeme olmadan mücadele ettiğini belirterek, sivillerin korunmasına yönelik koşullar belirlenmeden İsrail’e ilave yardım yapılmaması gerektiğini vurguladı. Gazze’deki durumu “insani felaket” olarak nitelendiren Sanders “ABD, Netanyahu’ya askeri yaklaşımı durdurmasını söylemek için elinden gelen tüm baskıyı yapmalıdır” değerlendirmesinde bulundu.
“Netanyahu’nun hedefi belirsiz”
Senatör Sanders, İsrail’in kendini savunma hakkı olduğunu, ancak Gazze’deki sivillere karşı savaş açma hakkı bulunmadığını yineledi. Ayrıca Sanders, Netanyahu’nun Gazze’ye yönelik hedefinin belirsiz olduğunu söyledi.
Bütçe talebi senatoda reddedilmişti
ABD Başkanı Joe Biden’ın İsrail ve Ukrayna’ya yardımları da içeren 105 milyar dolarlık bütçe talebi 7 Aralık’ta Senato’da reddedilmişti. Genellikle Demokratlarla hareket eden ancak bu oylamada Cumhuriyetçilerin yanında yer alan Sanders ise ret nedeninin İsrail’e sağlanacak yardımlar olduğunu belirtmişti. Sanders, yaptığı yazılı açıklamada, Netanyahu yönetimine koşulsuz milyarlarca dolar verilmesine karşı olduğunu belirterek, “İsrail’in kesinlikle, 7 Ekim’de saldırı düzenleyen Hamas’a karşı kendini savunma hakkı var. Ancak binlerce masum Filistinli erkek, kadın ve çocuğu öldürmeye hukuken ya da ahlaken hakkı yok” demişti.
DİPLOMASİ
‘Atina’da masada KKTC olsaydı bu olumlu hava yaratılamazdı’
Yayınlanma
1 saat önce11/12/2023
Yazar
Esra Karahindiba
KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu Harici’ye konuştu. Türkiye ile Yunanistan arasındaki iyileşmenin çok abartılmaması gerektiğini ifade eden Ertuğruloğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atina ziyaretine ilişkin “masada KKTC konusu yoktu, olsaydı bu olumlu hava yaratılamazdı” dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan ziyareti ile uzun süreli gerginlik döneminden sonra ikili ilişkilerin normalleştirilmesi yolunda en önemli adımlardan biri atıldı. Erdoğan’ın Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ile görüşmesi sonrası iki lider yeni işbirliklerine işaret etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Çözülemeyecek sorunumuz yok” derken, Yunanistan Başbakanı Miçotakis de, “Beraber hareket etmek zorundayız” mesajını verdi.
Erdoğan açıklamasında, Miçotakis ile Kıbrıs meselesini de ele aldıklarını belirterek, “Kıbrıs meselesinin adadaki gerçekler temelinde adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüme kavuşturulması tüm bölgenin yararına olacaktır” dedi.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atina ziyareti, Yunanistan’la ilişkiler ve Kıbrıs sorunu üzerine gazeteci Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.
‘Çok abartmamak gerek’
*Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde iyileşme görünüyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kabinesiyle birlikte Yunanistan’a yaptığı ziyarette Yunan Başbakan Miçotakis ile birlikte Atina Bildirgesi’ne imza atıldı. Toplantıda verilen resimde masadaki herkes mutlu ve güler yüzlüydü. Tabi ki toplantı Türkiye ve Yunanistan arasındaydı. Kara suları, hava sahası gibi iki ülkenin yaşadığı sorunların çözümüne odaklanıldığı şüphesiz ama siz bu yakınlaşmadan KKTC adına, iki devletli çözüme yönelik de olumlu gelişmeler bekliyor musunuz? Bildirgeyi nasıl görüyorsunuz?
Konuları çok abartmamak gerekir. Türkiye ve Yunanistan ilişkilerinin iyileşmeye gitmesinden daha doğal bir şey olamaz. Zaten iki komşu ülke. İki NATO üyesi ülke. Doğal olarak ilişkilerinde bir normalleşmeye gitme gayreti içerisine girmeleri gerekir, girdiler. Ama bu, gerçek boyutlarının dışında Kıbrıs konusunda da şu olacak, bu olacak diye bir neticeye götürülecek bir yorumu hak etmiyor benim gördüğüm. Bunun olabilmesi için Rumların, Yunanların Kıbrıs Cumhuriyeti ve hükümeti diye bir varlık ortada yoktur noktasına gelmesi lazım. Eğer biz Kıbrıs’ta Kıbrıs sorunu denen sorunu çözmeye gideceksek bunun başlangıcı Kıbrıs sorununun ne olduğu noktasını tarif ederek “Kıbrıs sorunu nedir” sorusuna samimi bir şekilde cevap vererek olur ve her iki tarafın da bu konuda mutabakat sağlaması halinde bir ilerleme gündeme gelebilir. Şimdi Rum tarafına, Yunanlara sorarsanız ki Erdoğan’ın Miçotakis ile olan görüşmesinde böyle bir konunun konuşulduğunu işitmedim, konuşulduğunu da sanmıyorum.
*Hakan Fidan’a “masada bizimle ilgili bir konu oldu mu” diye sordunuz mu?
Yok, öyle bir görüşme olmadığını çok iyi biliyorum. Çünkü konuşulsa bu olumlu hava yaratılamazdı.
‘Kıbrıs konusunda geri adım başarısızlığa götürür’
*Atina’ya KKTC konusu hiç götürülmedi mi?
Benim bildiğim kadarıyla yok. Öyle bir şey götürülmedi. Çünkü Kıbrıs sorunu nedir? Kıbrıs sorununun tarifinde iki tarafın tarifinde bir mutabakat sağlanmadığı takdirde neyin çözümünden bahsedeceğiz? Rumlara, Yunanlara sorarsanız Kıbrıs sorunu 1974’te başlayan ‘Türk istilası ve devam eden Türk işgali’dir. Bunu söyleyenlere o zaman 1964’ten beri adada BM barış gücü askerleri neden var diye sormak lazım. Cevapları yok. Eğer sorun 74’te başladıysa 64’ten 74’e kadar adada ki hala barış gücü askerleri var, bunun izahı nedir? Dolayısıyla Kıbrıs sorunu 1974’te başlayan Türk istilası ve devam eden işgali sorunu değildir. Ama Rumlara ve Yunanlara göre öyledir. Bize göre Kıbrıs sorunu, Rum tarafının Kıbrıs Hükümeti ve Cumhuriyeti olarak tanınmasıdır. Bu tanınma ortadan kaldırılmadığı ve Güney Kıbrıs’ın sadece bir Rum devleti olarak tanınmadığı sürece siz Kıbrıs sorununun çözümünden bahsedemezsiniz. Dolayısıyla Türkiye ile Yunanistan’ın aralarındaki konuları, Ege konusu olsun, çeşitli sorunlar olsun, bunları çözmeye yönelik bir gayret içerisine girmesi iki NATO üyesi komşu ülke olarak, bundan daha doğal bir şey olamaz. Kıbrıs Türkü olarak bundan rahatsızlık duyan insanlar da değiliz. Ama bunun Kıbrıs konusunda Türk tarafı geri adım atacak, iki egemen eşit devlet noktasından vazgeçilecek, sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin içerisine Türklerin nasıl amalgeme (konsolide) edileceği bir politikaya nasıl gelinecek gibi yorumlara sebep olunmaması gerekir. Çünkü bunun gerçekle uzaktan yakından alakası yoktur. Kıbrıs konusuna bu şekilde yaklaşım, başarısızlığa gitmenin garantisidir. Zaten 60 yıl böyle gidildi.
‘Pesimist değil gerçekçiyim’
*Biraz pesimist yaklaşmadınız mı?
Ben gerçekçi olmayı tercih ederim. Gerçekçiliği pesimizm diye yorumlamak isteyen olursa buyursun yapsın. Ben gerçekçilikten bahsediyorum. Kıbrıs Türk’ü hiçbir zaman Rum tarafını Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temsilcisi olarak kabul etmeyecektir. Adına Kıbrıs Cumhuriyeti denen Rum devletinin bir statüsü konumunu asla kabul etmeyecektir. Kıbrıs Türkü bir toplum değildir. Kıbrıs Türkü egemen bir devlet sahibi bir halktır. Bu statüsü kabul görmediği sürece ve Kıbrıs konusunun uzlaşıya yönelik bir müzakere süreci gündeme gelecekse iki egemen eşit devletin varlığı temelinde bir süreç gündeme gelmeyecekse, herhangi bir görüşme sürecinin olmayacağı da işin gerçeğidir. Buna nasıl bakarlarsa baksınlar, bunu pesimist diye mi gerçekçi diye mi nitelerler. Bu benim problemim değil. Ben bir Kıbrıs Türk insanı olarak devlet sahibi bir halk noktasından geri adım atarak bir Rum devletinin içerisinde bir toplum statüsünü benimsememizi asla kabul edecek bir halk olmadığımızı bildiğim için bu şekilde net konuşuyorum. Hayal gücüyle toz pembe senaryolar çizerek Kıbrıs konusuna bakmak isteyenler nasıl isterse öyle baksın. Ben gerçekçi bakmayı tercih ederim.
‘Rusya’nın diplomatik temsilciliği tanıma anlamına gelmiyor’
*Rusya’nın KKTC’de diplomatik temsilcilik açma kararı Türkiye’de hareketliliğe neden olmuştu. “Acaba Rusya, KKTC’yi tanır mı, bu hamle bir işaret mi” şeklinde tartışmalar yapıldı. Bu konunun detayları nelerdir? Ayrıca KKTC’nin tanınması konusunda Türk Devletleri Teşkilatı üye ülkeleri bakımından bir ilerleme var mı? Örneğin Azerbaycan’ın KKTC’yi tanımasının önünde AB’nin koz olarak kullandığı söylenen Karabağ sorunu gibi bir sorun vardı. Bu konudaki diplomatik girişimlerinizde son durum nasıl?
Konu ilk günden itibaren yanlış yansıdı. Sıra dışı bir konu da değildi. Çünkü ABD’nin kuzey Lefkoşe’de, güneydeki Büyükelçiliklerinin bir irtibat ofisi var. İngilizlerin var. Bunların hiçbirinin adı konsolosluk değil, başkonsolosluk değil. Rusya’nın da güneyde Büyükelçiliği var. Kuzeyde Amerikanlar, İngilizler, Fransızlar, Almanlar gibi bir irtibat ofisi açtılar. Bunun nedeni de bizim kuzeyde artan bir Rus nüfus. Bunlar Güney Kıbrıs’a geçemiyor. Rum, bunların Güney Kıbrıs’a geçmesine izin vermiyor çünkü adaya KKTC’den geldiler. Rumlara göre KKTC’den gelen kişi “bizim adamıza gayrimeşru giren kişi” olarak nitelendiriliyor. Ruslar da şimdi böyle bir ofis açarak kuzeydeki Rus vatandaşlarına konsolosluk hizmeti verecek. Ama bu KKTC’nin tanındığı anlamında yorumlanmaması lazım. Güneydeki elçiliklerinin bir uzantısı, güneye akredite. Bize akredite değil. Amerikalılar da değil, İngilizler de değil. Ama gayri resmî olarak bizimle çalışıyorlar.
‘Azerbaycan’ın açılımı KKTC’yi nihai tanımaya gidebilir’
Tanınma konusunda ise çok aceleci olmayın. Bakın, tanınma politikamız 2017’den sonra gündeme geldi. Yıllardır biz tanınmayı talep eden bir politika güttük ve başaramadık gibi bir durum yok. Bu şekilde eleştiren muhaliflerimiz var. Ama doğru değil. Biz Kıbrıs konusunda 60 yıl sürdürülen BM müzakereleri süreci içerisinde tanınma politikası gündeme getirmedik. Çünkü ortaklık kurmak için müzakere ederken tanınmayı talep etmek tutarlı değildi. 2017’de Crans-Montana’da müzakere süreci çöktüğü için onun sonrasında egemen eşit devlet, eşit uluslararası statü politikasına girdik. Dolayısıyla daha çok yeni bir politikadır. Bunun hemen bugün yarın netice vereceği kolay bir süreç olmadığını biliyoruz zaten. Hayal kurarak girmedik bu sürece. Evet, Türk Devletleri Teşkilatı’na Türkiye’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sayesinde gözlemci üye ülke olduk; ilk defa anayasal ismimizle ve bayrağımızla… Ama tabi o örgütte de her şey istediğimiz gibi bir iddia sahibi değiliz. En uygun ilişkilerimiz şu anda Azerbaycan’la gerçekleşti; o da Karabağ olayı bittikten sonra Azerbaycan’ın açılımı gündeme geldi. Ve İlham Aliyev’in orada gerçekleştirilen bir toplantıda “KKTC bayrağı burada her zaman dalgalanacaktır” diye beyanatı olmuştu. Karabağ olayı gerçekleştikten sonra Azerbaycan’ın bizimle olan ilişkilerinde ciddi bir açılım içerisine girdiğini görüyoruz. Bu önümüzdeki zaman diliminin ne kadar olacağıyla ilgili kimse net bir şey söyleyecek durumda değil ama bunun nihai tanınmaya gideceği yorumunu yapmak mümkün. Şunu da kimse unutmasın, Rum tarafı; Türk devletleri olsun, Türk Devletleri Teşkilatı’ndaki üye ülkeler olsun, İslam İşbirliği Teşkilatı ülkeleri olsun, özellikle Avrupa Birliği ile ilişkilerini silah olarak kullanıp bizimle olan ilişkileri sabote etmeye ciddi ciddi gayret sarf ediyor. Mesela Kazakistan, en son orada yapılan liderler zirvesine KKTC’yi davet etmedi. Ersin Tatar gidemedi çünkü KKTC davet edilmedi. Liderler Zirvesi için bize davet gelmedi Kazakistan’dan. Bunun sebebi de Rum tarafının AB ilişkilerini kullanarak Kazakistan’a ticari ilişkileri, AB’nin Kazakistan’daki projeleri, programları, finansman sağladığı konuları kullanarak baskı yapması.
Bir de tabi BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs konusunda aldığı kararları aleyhimize kullanıyor. Sanki bu kararlar bağlayıcı kararlarmış gibi. Biliyorsunuz, KKTC kurulduğunda BM Güvenlik Konseyi bunu eleştiren ve bu devlete yardımcı olunmaması çağrısı yapan kararlar aldı. Bunları kullanarak bizimle olan ilişkileri sabote ediliyor bu ülkelerin. Şimdi şu nokta göz ardı ediliyor: Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs konusunda aldığı kararların hiçbiri bağlayıcı kararlar değildir; tavsiye niteliğindedir. Bunlara uymayan ülkelere BM’nin yaptırım uygulaması söz konusu değildir. Buna en tipik ve tek örnek de Türkiye’dir. Türkiye, o kararlara uygun hareket etmiyor. Rum tarafını tanımıyor; KKTC’yi tanıyor, oraya büyükelçi gönderiyor. KKTC’den büyükelçi kabul ediyor. Dolayısıyla BMGK’nın Kıbrıs’la ilgili aldığı kararların hilafına politika uyguluyor. Kimse bugüne kadar BM’nin Türkiye’ye yönelik ceza, müeyyide uyguladığını söyleyemez. Çünkü yok, olamaz. Bu kararların hepsi de tavsiye niteliğindedir. O yüzden böyle oyunlarla KKTC’nin önü kapatılmaya çalışılıyor. Biz kararlı olduğumuz sürece devletimize sahip çıkarak anavatanımızla birlikte bütün zorluklara göğüs gererek geleceğimizi şekillendirmeye kararlıyız.
‘BM, tampon bölgede Rumlara toprak verdi’
*Birleşmiş Milletler’den söz etmişken Pile – Yiğitler yoluyla ilgili ciddi bir kriz yaşandı. BM Barış Gücü askerleriyle Türk kolluğu arasında gerginlik yaşanmıştı. Orada da bir çifte standart söz konusuydu. Bölgedeki köylerde yaşayan Rumlar gümrük uygulamasından geçmeden merkeze ulaşabilirken aynı hak Türklere sağlanmıyordu. O dönemki gerginlik KKTC ve BM arasındaki ilişkiyi zedeledi mi? Yol projesiyle ilgili en son hangi aşamaya gelindi?
Zaten hiçbir zaman BM ile doğru düzgün bir ilişkimiz olmadı. BM her zaman Rum tarafını ödüllendirdi. Şiddet olayı da BM askerlerinin hadsizliğinden kaynaklanmıştı. Planlanan bir olay değildi. Olayı çok iyi biliyorum. Çünkü BM ile Pile yolunu müzakere eden, başından beri, halen bugün de olayı bilen kişi benim. BM Barış Gücü Özel Temsilcisi ve misyon şefi Colin Stewart ile süreci müzakereli götüren, anlaşmayı sağlayan benim.
*Anlaşma var olduğu halde mi o sonuçla karşılaştınız?
Tabi. Yiğitler köyünden Pile güzergahına doğru BM’ye göre ara bölge sayılan, bize göre bizim toprağımız saydığımız Çayhan Düzü var. Pile’nin üst başı burası. Orada bizim bir de askeri birliğimiz var. Ama bir noktasında, Pile’ye bir, bir buçuk kilometre mesafede bizim de ara bölge diye kabul ettiğimiz bir yer var. Onevler denen bölge orası. Dolayısıyla BM’nin otoritesini kabul ettiğimiz bir yer. Ara bölgede otorite BM’dedir. Bizim yol geldi, Yiğitler’den çıktı, Çayhan Düzü’nü geçti. O ara bölgenin başladığı yerde durduk. Çünkü BM işte burada hata yaptı. Bizimle yol projesini müzakere edip mutabakat sağlarken bizimle istişare etmediği konularda Rum tarafıyla başka bir anlaşma yapmış. Tam bizim yolun geçeceği güzergahın olduğu yerde, Rum’a parselasyon izni vermiş ve Rumlar orada yerleşim yeri, evler inşa edecek.
*Tampon bölgede Rumlara nasıl toprak verilebilir?
Verdi işte. Bu tamamen BM’nin olayı yüzüne gözüne bulaştırması olayıdır. Çok büyük bir fiyaskodur. Çünkü biz yolu nerden yapacağımızı kendilerine harita vererek gösterdik. Güzergahın neresi olduğunu biliyorlar. Bizim güzergahımızı etkileyecek şekilde Rum’un parselasyon çalışması yapmasına izin veriyorlar. Ki bizim herhangi bir şekilde buna onayımız yok. Hiçbir şekilde kabul etmiyoruz.
*Size sordular mı peki?
Sormadılar. “Rumlarla anlaşma yapıyormuşsunuz” dedik. “Evet” dediler. “Anlaşmayı bize verir misiniz” dedik. “Vermem” dediler. Sonra fiiliyatta gördük. Yol geldi, devam edeceğiz. Karşımıza Rum’un inşaat çalışmaları çıktık. Biz de tepki gösterdik. Asker boy gösterdi. Durdular.
*Peki parselasyon çalışması iptal oldu mu yoksa askıya mı alındı?
Yok, çekildiler ama biz de yola devam edemiyoruz çünkü etmemiz için ara bölgeye girmemiz lazım. BM’nin onayı olmadan ara bölgeye girmek demek, büyük bir sorun demek.
*Fakat o dönem hem KKTC hem de Türk yetkiler çok net konuşmuştu. “Biz bu yolu kim ne dersin yapıp bitireceğiz” denmişti.
Yapacağız. Yine aynı şeyi söylüyorum. 18 Ağustos’ta gerginlik çıktı. O krizi çözmek için diplomasiye geçildi. Defalarca BM heyetiyle görüşüldü. Biz yol projesini yapma konusunda mutabakatı 9 Ekim’de sağladık. Mutabakat neticesinde 9 Ekim’e kadar ara bölgeye kadar olan yolu da yapmaya devam ettik. Ama ara bölgeye geldiğimizde karşımızda Rum’u bulduk. Bu BM’nin samimiyetsizliğidir. BM, bizim yolumuzun nereden geçeceğini bile bile, bizim projemizi sabote edecek şekilde Rum’la anlaşma yapıp önümüzü yerleşim projeleriyle kesmeye çalıştı. Şu anda proje donmuş durumda. Bizim yolumuz durdu. Rumların da inşaatı yok ortada. Tepkimiz üzerine parselasyon durdu. Şu anda iki taraf da duruyor.
*Rumlar, “BM burayı bize verdi, inşaatımızı yaparız” derse ne olacak?
Yapamazlar. Mümkün değil. Bunun mümkün olmadığını bildikleri için durdular zaten.
‘Kıbrıs sorununun İsrail-Filistin konusuyla benzerliği yok’
*Türkiye, İsrail ve Filistin arasında garantörlük modelini tartışırken Kıbrıs modeli örnek gösterildi. Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin düzenlediği panelde de yine Kıbrıs’taki garantörlük modeli örnek gösterilmişti. Bazı akademisyenler bu modeli tartışırken diğerleri de İsrail’in Filistin’e karşı uyguladığı orantısız güç bakımından iki ülke arasındaki problemin Kıbrıs’ta Rumlar ve Türkler arasında olanlarla benzeşmediğini öne sürüyor. Kıbrıs modeli Türkiye’nin garantörlük açısından gerçekten örnek gösterilebilir mi? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence Türkiye’nin ortaya koyduğu garantörlük politikasıyla Kıbrıs modelinin karıştırılmaması gerekir. O çok farklı bir garantörlük. Benim gördüğüm kadarıyla Sayın Hakan Fidan’ın söz konusu garantörlükle ilgili söyleminde net bir duruş, nasıl bir garantörlük olacağıyla ile ilgili herhangi bir detay yok. Askeri varlık mı olacak yoksa askeri varlığın olmadığı başka bir garanti sistemi mi olacak? Bu netleştirmesi gereken apayrı bir konu. Kıbrıs’taki garanti sistemi ile hiçbir alakası olmayan bir garanti sistemi olacaksa olacak bana göre. Bizim için önemli olan Gazze’de yaşananlardan sonra yıllarca bize Kıbrıs konusunda “Türkiye’nin garantisinden asla vazgeçilmemesi gerekir, vazgeçmeyiz” yönündeki politikalarımızı eleştiren muhaliflerimiz, “garanti sistemleri artık çağdışı kalmıştır, Kıbrıs’ta Avrupa Birliği garantisi yeterlidir, AB üyesi Kıbrıs’ın AB üyesi olmayan bir ülke yani Türkiye tarafından garanti edilmesi gibi bir olay söz konusu değildir” yönündeki eleştirilerinin ne kadar anlamsız, ne kadar gerçekle bağdaşmayan yaklaşımlar olduğu, garanti sisteminin ne kadar gerekli olduğu ortaya çıkmıştır.
Ama Kıbrıs konusundaki garanti sisteminin aynen veya onun bir modalitesinin Gazze konusunda uygulamaya girmesi gibi bir yorumu da ben gerekli görmüyorum. O bambaşka bir olay. Kıbrıs’taki Rum-Türk meselesinin İsrail-Gazze konusuyla özdeşleştirilmesiyle doğru bulmuyorum. Farklı bir konudan bahsediyoruz. Kıbrıs konusunun İsrail-Filistin olayıyla bir benzerliği yok çünkü Kıbrıs sui-generis (kendine özgü) bir konudur. Kıbrıs’ta bir ortaklık devletinin bozulmasından bahsediyoruz. Ortalık devletinin kurulmasında anlaşmalara imza atan bir Türk tarafı var. Bizim imzamız olmadan Kıbrıs Cumhuriyeti diye bir devlet 1960’da kurulamazdı. O bambaşka bir olay. Bu ortaklığı bozan bir Rum tarafı var. Dünyanın Rum’u ortaklığı bozan taraf olmasına rağmen Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıması Kıbrıs sorunudur. Bunun Filistin-İsrail konusuyla uzaktan yakından bir benzerliği yok.
DİPLOMASİ
Suudi Arabistan, bin Selman’ın Londra ziyaretini erteledi
Yayınlanma
3 gün önce08/12/2023
Yazar
Harici.com.tr
Birleşik Krallık yetkililerine göre Suudi Arabistan, Rusya lideri Vladimir Putin’in Riyad’da ağırlanmasından kısa bir süre önce Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Londra’yı ziyaret etme planlarını geçtiğimiz günlerde rafa kaldırdı.
Financial Times’ın (FT) haberine göre her iki ülkeden yetkililer, İngiltere ve Suudi yetkililerin aylardır Veliaht Prens’in bu yıl içinde yapacağı bir ziyaret konusunda görüşmelerde bulunduğunu söyledi. Birleşik Krallık yetkilileri daha önce olası ziyaret tarihi olarak 3 Aralık üzerinde çalıştıklarını söylediler.
Fakat İngiliz yetkililer, geçici planın geçen hafta ertelendiğini söyledi. Putin, BAE’yi ziyaretinin ardından 6 Aralık Çarşamba günü Riyad’da veliaht prensle bir araya geldi. Ukrayna savaşının başlamasından bu yana bölgeye ilk ziyaretini gerçekleştiren Rusya Devlet Başkanının bu ziyareti dikkat çekmişti.
Üst düzey Muhafazakâr milletvekilleri veliaht prensin Londra ziyaretinin ertelenmesi ile Putin’in ziyaretinin yakınlığının, İngiltere’nin Suudi Arabistan ile ilişkilerinin gücü konusunda soru işaretleri yarattığını söyledi.
Suudi yetkililer, Suudi kraliyet ailesinin bu yıl İngiltere’yi ziyaret etme planlarının uzun süredir zamanlama sorunları nedeniyle karmaşık olduğunu belirterek, erteleme ile Putin’in Riyad’da ağırlanması arasında herhangi bir bağlantı olduğu iddiasını reddettiler.
Başbakan Rishi Sunak Ekim ayında Suudi Arabistan’ı ziyaret etmiş ve Prens Muhammed ile görüşmüştü. Suudi yetkililer görüşmeyi ‘mükemmel ve verimli’ olarak nitelendirmişti.
Muhafazakâr Parti’nin eski lideri Sir Iain Duncan Smith, FT’ye verdiği demeçte Prens Muhammed’in ziyaretinin ertelenmesinin bir ‘tersleme’ olduğunu söyledi.
Komşu bir ülkenin işgali emrini verdikten sonra veliaht prensin Putin’i ağırlamasının ‘şaşırtıcı’ olduğunu belirten Smith, İngiltere ve Suudi Arabistan’ın diğer batılı müttefiklerinin ‘aptal yerine konma’ riski bulunduğunu savundu.
Suudi Arabistan’ın Londra Büyükelçisi Prens Halid bin Bandar FT’ye verdiği demeçte, “İngiltere-Suudi Arabistan ilişkileri. İlişki her zaman olduğu kadar güçlüdür ve öyle kalacaktır. Olayları farklı yorumlamak isteyenler fena halde yanılıyorlar,” dedi.

WP: ABD kendi yasalarını gözetmeden İsrail’e on binlerce ton bomba verdi

‘Atina’da masada KKTC olsaydı bu olumlu hava yaratılamazdı’

Çin akademisinde ŞİÖ’nün genişlemesi üzerine perspektifler

‘Gazze’yi Batı Şeria ile buluşturan başkenti Kudüs olan bir çözüm, tek geçerli çözümdür’

Uzmanlar yanıtlıyor: Savaş nasıl bitecek? Bir sonraki nasıl önlenebilir?
Çok Okunanlar
-
AMERİKA2 hafta önce
Kısa Kissinger portresi: Akıllı, gerçekçi, gaddar
-
DÜNYA BASINI7 gün önce
İran’ın Gazze savaşına doğrudan dahil olmamasının 7 nedeni
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Batı aklının ‘büyülü kurbanı’ Ukrayna
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Filistin’in geleceği – 1
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Filistin’in geleceği – 2
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Filistin’in geleceği – 3
-
SÖYLEŞİ1 hafta önce
‘Gazze’deki çatışma Batı medeniyetinin gerçek yüzünü gösterdi’
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Napoléon Efsanesi