Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

‘Türkiye güvenlik tüketen değil güvenlik üreten ülke olmalı’

Yayınlanma

Türkiye’nin hem Arap ülkelerine hem de çevre ülkelerine yönelik bakışını değiştirmesi, yeniden çıkar tanımlaması yapması ve güven üretmesi lazım. Türkiye’nin güvenlik türeten değil güvenlik üreten bir ülke olması gerekiyor.”

Ankara “değerli yalnızlıktan” “normalleşme” sürecine neden dönüş yaptı? Küresel güçler arasında kurulmaya çalışılan denge politikası başarılı olur mu? Türkiye’nin NATO ve AB ile ilişkilerinin geleceği ne olacak? Dış Politika Enstitüsü Başkanı, ODTÜ’de uluslararası ilişkiler bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Hüseyin Bağcı, Harici’nin Türkiye’nin dış politikasına ilişkin sorularını yanıtladı.

  • Türkiye’yi bölge ülkeleriyle normalleşme sürecine iten gerçekler nelerdi? “Değerli yalnızlık” Türkiye’ye ne kazandırdı, ne kaybettirdi?

Türkiye’nin Arap Baharı’nın kaybedeni olduğunu düşünüyorum. Türkiye ekonomisini, askeri gücünü, teknolojisini ve siyasi gücünü fazla abarttı ve yanlış yaptı. Türkiye’nin Orta Doğu’ya bir dönemin dışişleri bakanının değişiyle “güvenlik, özgürlük ve demokrasi götürmek” gibi bir hedefi olamaz ve olmadı. Arap ülkeleri yine aynı durumda, zararı çeken Türkiye oldu.

Bu politikadan geri dönüş doğrudur. Bu hatalar yapılmamış olsaydı Türkiye bugün çok daha ileri bir noktada olacaktı. Ama yapılan çok fahiş hatalar var; Suriye politikası, Mısır politikası, İsrail politikası ve Arap-Körfez ülkeleri politikası. Türkiye’nin normalleşmeye başlaması, geri adım atması yerindedir. Ama keşke olmasaydı bu Türkiye’nin dış politika tarihinde önemli bir yanlış olarak görülecek. Türkiye’nin hem Arap ülkelerine hem de çevre ülkelerine yönelik bakışını değiştirmesi, yeniden çıkar tanımlaması yapması ve güven üretmesi lazım. Türkiye’nin güvenlik türeten değil güvenlik üreten bir ülke olması gerekiyor. O nedenle normalleşme iyidir, dengeli politikalar takip etmek daha iyidir. Türkiye’nin jeopolitik çıkarları, jeoekonomik çıkarları bana göre çok yönlü dış politikada yatıyor. Bir veya iki merkeze değil hepsiyle benzer ilişkide bulunmak… Yani güç merkezlerine olan politikalarına ki bu güç merkezleri ABD, AB ve Rusya’dır ve aşağıdan yükselen güçler Brezilya’sı Hindistan’ı Çin’i.. onlarla da Türkiye’nin ilişkiye girmesi iyidir. Cumhuriyetin 100. yılında geldiğimiz nokta itibarıyla tek kutuplu değil, çok kutuplu dünyaya doğru hızla giderken Türkiye’nin ona göre entelektüel, ekonomik, teknolojik ve diplomatik zihinsel haritasını yeniden tanımlaması gerekiyor. Bu zihinsel haritayla gidersek işimiz zor, değişiklik yaparsak daha güzel olacak.

  • Dış politikada izlenen denge politikasının başarı şansı var mı?

Türkiye’de denge politikaları üzerinde yeniden konuşulmaya başlandığı doğrudur. 19. yy’da kullanılan bir kavramdır bu. Osmanlı’nın da uyguladığı bir denge politikası vardı. Ama bu denge politikasının üzerinde bir olaydır diye düşünüyorum. Değişen jeopolitikle ilgili. Hem Türkiye’nin bir güvenlik üreten ülke olması, bölgesel gelişmelerde Akdeniz, Karadeniz, Orta Doğu, Balkanlar gibi Türkiye’nin etrafında olan coğrafyaya baktığınızda Soğuk Savaş sonrası saldırıya uğramayan ender ülkelerden biri konumunda Türkiye. Bu da tabi Türkiye’nin ister istemez komşularıyla ilişkilerinde yeni bir bakış açısını da beraberinde getiriyor. Türkiye gördüğüm kadarıyla denge politikalarını Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşta da çok başarılı bir şekilde kurguladı diye düşünüyorum. Denge politikaları aslında iyidir, dengeyi kaybetmemek lazım. Yaşamda da öyledir. Türkiye dengeli olmayan politikalarının sonucu olarak son 10 yılda enerji, vakit ve para kaybetti. Şimdi bu denge politikalarına geri dönüş yerinde bir dönüştür. Türkiye’nin Arap Baharı’nda takındığı tavır, o klasik dengelerden farklı bir yaklaşımdı. Şimdi tekrar geriye dönüyoruz, dengelere. Denge iyidir. Türkiye’nin uluslararası alanda güven kazanması lazım tekrar güvenilebilir, anlaşılabilir ve tanımlanabilir ülke olması lazım.

  • Türk iktidarının söylemiyle Yunanistan’daki ABD üsleri Türkiye’ye tehdit teşkil ediyorsa Türkiye’nin NATO’da olması bir çelişki değil mi?

Değil, bu aile içi bir kavga. NATO içerisinde iki üye ülke birbirleriyle savaşıyorlarsa o zaman NATO’nun kuruluş ruhun devre dışı kalmış demektir. Bu söz konusu olmayacak. Türkiye ve Yunanistan’da seçimler var. Biz her seçimlerde böyle şeyleri duyarız. ABD’nin Türkiye mi yoksa Yunanistan mı öncelikli yaklaşımına belki bir cevap verilebilir. Ukrayna’ya silah göndermenin en kolay yolu Yunanistan üzerindendir. Çünkü biz Rusya ile çok iyi ilişkideyiz. Ukrayna ile dengeleri koruyoruz. O zaman ne yapmak lazım Türkiye yerine hangi ülke kullanılabilir. 1-Polonya. 2-Yunanistan. Oradan silahlar gönderiliyor Ukrayna’ya. Ama ne Türkiye ne Yunanistan ne ABD, Ukrayna için Rusya’ya savaş açmazlar. Yani ABD’nin de şimdi bu saatten sonra kalkıp Türkiye’ye savaş ilan edecek hali yok. Eğer öyle bir şey olursa zaten yeni dünya tartışmalarına girmiş oluruz.

  • Bugün neredeyse hiç tartışılmayan bir konu, Türkiye’nin AB üyeliği… Siz Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler şuanda tamamen jeostratejik ilişkilere dayalı yani değerler üzerinden giden ilişkiler şuan için söz konusu değil. Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde yaşanan gerginlikler ve sıkıntılar çok önemli. Türkiye’de de özellikle AB’den uzaklaşma eğilimleri varken AB’de de özellikle Türkiye’yi dışlama eğilimleri oldu. Nitekim “AB’nin Türkiye’ye yönelik politikaları Türkiye’yi Rusya’nın kucağına itiyor” öngörüleri doğrulandı.

Türkiye’nin çok yönlü bir siyaset arayışında olduğunu görüyoruz. Yani sadece bir merkeze bakan değil, daha geniş o nedenle tartışmalarda yaşanan işte Türkiye Şanghay’a mı üye olacak, Rusya ile yakınlaşması iyi midir, Çin ile olan ilişkileri nereye götürecek, soruları aslında Türkiye’nin sadece NATO ve AB merkezli bakış açısının artık yeterli olmadığı, onun ötesine geçen bir yaklaşımı beraberinde getiriyor. Bu yeni bir politika değil hem Cumhuriyetin ilk yıllarında hem 60’lı-70’li yıllarda Türkiye’nin takip ettiği bir politikaydı. O nedenle Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerinde yaşanan tıkanıklığı aşabilmenin tek yolu Türkiye’de tekrar demokratik anlamda parlamenter sisteme geçişin hızlandırılması. Siyasal değerler anlamında Türkiye’nin kendi iç reformlarını yapmaya devam etmesi ama Avrupa’nın da Türkiye’ye bakış açısında tek bir parti veya tek bir kişi üzerinden yorum yaparak değil ileriye dönük olarak Avrupa’nın güvenlik anlamında, teknolojik anlamda kültürel ve siyasi anlamda Türkiye’yi bir parçası olarak görmeye devam etmesiyle olur.

  • Rusya-Ukrayna Savaşı öncesi en çok konuşulan konulardan biri Avrupa’nın stratejik özerklik projesiydi. Savaş sonrası bu proje artık gündeme gelmiyor, Avrupa açısından özerklik hedefi rafa mı kalktı?

Şimdi Avrupa’daki bu stratejik otonomi tartışmaları sona erdi mi sorusuna verilecek yanıt hayır. Çünkü bu Avrupa’nın her zaman arzu ettiği ve etmeye devam edeceği bir olay. 1954 yılından beri Batı Avrupa Birliği olarak Cenevre ruhu devam edecek. Ancak şuanda Rusya Ukrayna savaşı bu düşüncenin şimdilik rafa kaldırılması için çok önemli bir süreç oldu. ABD açısından da zaten en başından beri, ona duplication diyorlar, Avrupa’nın bir askeri yapıya kavuşması arzu edilen bir şey değil.

Almanya’nın burada Fransa ile ne yapacağı çok önemli. Ama daha önce Almanya-Fransa ortak ordu kurma çalışmaları da başarısız olmuştu. Nereden bakarsak bakalım Avrupa’daki stratejik otonomi tartışmaları önümüzdeki 5-10 yıl için tamamen devre dışı. Yeni bir düzenek NATO’nun daha çok güçlendiği Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin buna Balkanları da dahil ediyoruz, Avrupa’ya değil daha çok Amerika’ya baktığı bir süreç var. O nedenle stratejik otonomi düşüncesi şuan çok zor olan bir düşünce.

DİPLOMASİ

BAE, COP28’de Küresel Güney için 30 milyar dolarlık fon taahhüt etti

Yayınlanma

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) dünya çapında temiz enerji ve diğer iklim projelerine yatırım yapmak üzere 30 milyar dolarlık bir fon kurdu. BAE, özellikle Küresel Güney’deki altyapıyı finanse etmeye odaklandı.

Plan, BAE’nin bu yıl Dubai’de ev sahipliği yaptığı yıllık BM İklim Değişikliği Konferansı’nın (COP28) açılışında cuma günü açıklandı. Petrol devleti, muazzam bir servet kazandıran petrol yatırımlarını sürdürürken, temiz enerjiye geçişte bir lider olarak kimlik kazanmaya çalışıyor. Projeleri finanse edecek para ise büyük ölçüde petrol gelirlerinden sağlanacak.

BAE Başkanı Mohammed bin Zayed Al Nahyan, COP28 görüşmelerinde bir araya gelen liderlere, yeni kurulan fonun “iklim finansmanı açığını kapatmak için özel olarak tasarlandığını” ve 2030 yılına kadar 250 milyar dolarlık daha fazla yatırımı teşvik etmeyi umduğunu söyledi.

Al Nahyan, “Hazır ve uygun fiyatlı iklim finansmanının eksikliği uzun zamandır iklim eyleminin küresel olarak ilerletilmesinin önündeki en büyük engellerden biri olmuştur” dedi.

Yatırımın yaklaşık 5 milyar dolarlık kısmının, elektrik emisyonlarını azaltmak ve enerji sistemlerini güncellemek için gerekli sermayeden yoksun olan gelişmekte olan ülkelere ayrıldığı kaydedildi.

Toplam dolar miktarı önemli olsa da, uzmanlar bunun ısınmayı engelleme ve Küresel Güney’e yeni enerji kaynakları getirme üzerindeki nihai etkisinin BAE’nin harcamaları nasıl yapılandıracağına bağlı olacağı konusunda uyarıyor.

Yatırımcılar gelişmekte olan ülkelerdeki bir dizi projeyi mali açıdan çok riskli buldukları için geri çevirmişlerdi.

Washington Post’a konuşan Rockefeller Vakfı Başkanı ve Başkan Obama döneminde USAID yöneticisi olan Rajiv Shah, düşük gelirli ülkeler için fon ayrılmasını ‘takdir etti.’

COP28 Dubai’de başlıyor: Hangi tartışmalar gündemde?

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

The Economist: Batılı müttefiklerin kararsızlığı Ukrayna’da savaşı Rusya’nın kazanma ihtimalini güçlendiriyor

Yayınlanma

The Economist dergisi, Ukrayna’da devam eden çatışmalarda Batılı ülkelerin yardımlar konusunda kararsızlığının Rusya’nın galip çıkması ihtimalini güçlendirdiğini yazdı.

Derginin bu ayki sayısında yer bulan makalede, “Batı, Putin’in planlarını bozmak adına çok daha fazlasını yapabilir. Eğer istenseydi, Rusya’nın sahip olduğundan çok daha fazla endüstriyel ve mali kaynak kullanılabilirdi. Ancak kadercilik, rahatlık ve şok edici bir stratejik vizyon eksikliği, özellikle Avrupa’nın bunu yapmasını engelliyor,” değerlendirmesine yer verildi.

Batı’nın ‘hem kendi hem de Ukrayna’nın iyiliği için acilen bu ilgisizlikten vazgeçmesi’ gerektiği belirtilen makalede, “Putin’in zaferini mümkün kılan neden, bunun koşulunun toprak fethi değil, dayanıklılık olmasıdır,” ifadeleri kullanıldı.

Öte yandan savaşın daha uzun yıllar sürebileceği, ancak top mermisi stokunu yenileyen ve insansız hava aracı üretimini artıran Rusya’nın 2024’te çatışmayı sürdürmek için Ukrayna’dan daha iyi bir konumda olacağı anımsatılan makalede, Moskova’nın ülkeyi başarılı bir şekilde savaş zeminine taşıdığı, elitler arasında bölünmeyi ve sosyal huzursuzluğu önlediği ve Batı’nın ‘Rus petrolüne fiyat sınırlaması getirme girişimlerinin, üzerinde hiçbir etkisi olmadığı paralel satış yapılarının ortaya çıkması nedeniyle başarısız olması nedeniyle ciddi miktarda petrol geliri elde etmeye devam ettiğine işaret edildi.

Bu nedenle Kiev’de havanın ‘daha kasvetli hale geldiği’, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’e desteğin azaldığı ve iç siyasi mücadelenin yoğunlaştığı anımsatılan makalede, aynı zamanda Kiev’in uzun vadeli desteğe hazır olunduğuna dair açıklamalara rağmen Batılı ülkelerde bu yaklaşımın makullüğüne dair şüphelerin arttığı yorumu yapıldı.

Makalede, “Washington’da hem de Brüksel’de Kiev’e ilave mali yardım tahsis etme süreci durdu ve bir yıl sonra gerçekleştirilecek devlet başkanlığı seçimleri durumu daha da karmaşık hale getirme tehdidi taşıyor,” diye kaydedildi.

Ayrıca dergi, Avrupa’nın Donald Trump’ın iktidara dönme ihtimaline karşı ciddi bir hazırlık yapmadığına ve bunun Ukrayna’nın müttefiklerini bölebileceğine vurgu yaptı.

Economist’in tahminlerine göre 2025 yılında Rusya’da savaş yorgunluğu ciddi ölçüde artabilir, fakat ülkede ‘rejim değişikliği’ beklemek anlamsız ve bu nedenle Avrupa, Rusya ve liderliğinin ‘Avrupa’nın güvenliğine dönük uzun vadeli ana tehdit’ olarak kalacağını varsayması gerek.

Makalede, Avrupa ülkelerinin Rusya’nın yeniden silahlanacağı ve kuvvetlerinin önemli bir savaş deneyimine sahip olacağı hakikatine dayanarak savunma yapılarında reform yapmak zorunda kalacakları kaydedildi.

Son olarak makalede, Avrupa ülkelerinin Kiev’e desteklerini sürdürmeleri, silah üretimini artırmaları ve Ukrayna Silahlı Kuvvetlerine modern askeri teçhizat sağlamaları gerekiyor.

Economist ayrıca Ukrayna’yı Avrupa Birliği’ne (AB) kabul etmek, reformları uygulamasına yardımcı olmak, yolsuzlukla mücadele etmek ve Rusya’nın iddia ettiği ‘Ukrayna’nın Batı tarzı bir demokrasiye dönüşmesini engelleme’ girişimlerini engellemek için sahici bir hazırlık gösterilmesi gerektiğini belirtti.

Medvedev: Amerikalılar heveslerini aldıktan sonra Zelenskiy’i böcek gibi ezecekler

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Xi’den Kissinger’a: Çin halkının eski ve iyi bir dostuydu

Yayınlanma

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın vefatı dolayısıyla 30 Kasım’da ABD Başkanı Joe Biden’a gönderdiği taziye mesajında Kissinger’dan “dünyaca ünlü bir stratejist, eski bir dost ve Çin halkının iyi bir dostu” olarak bahsetti.

Global Times gazetesi mesajla ilgili, “Kissinger’ın sayısız etiketi arasında belki de en öne çıkanlar bunlar. Taziye mesajında da belirtildiği üzere, onun adı her zaman Çin-ABD ilişkileriyle birlikte anılacaktır” diye yazdı.

Çin kamuoyunun Kissinger’la ilgili düşüncelerini özetleyen Global Times makalesini aşağıda sunuyoruz.

ABD’de Henry Kissinger’ın halefleri olabilir

Kissinger 100 yaşında efsanevi hayatını tamamlarken, dünyaya bıraktığı düşünceler ile insanlığın geleceğine ilişkin bakış açısı ve tereddütleri Çin-ABD ilişkilerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Kissinger’ın yaşam deneyimleri eşsiz ve tekrarlanamaz olsa da, düşünceleri, içgörüleri ve diplomatik uygulamaları Çin-ABD ilişkileri, özellikle de ABD için son derece değerli bir tarihi miras oluşturmaktadır. Bu mirasın ABD tarafından nasıl kullanılacağı ve ne kadar etkili olacağı belirsizliğini korumakla birlikte, kendi içinde taşıdığı değer ve önem, ABD’nin gelecek nesillerinin bu mirası keşfetmesini ve kullanmasını beklemektedir.

Kissinger son kez 24 Ekim’de New York’ta düzenlenen ABD-Çin İlişkileri Ulusal Komitesi’nin (NCUSCR) yıllık Gala Yemeği’nde onurlandırıldı. Tekerlekli sandalyede oturan Kissinger, “hayatımın yarısını ABD-Çin ilişkileri üzerinde çalışarak geçirdim” dedi. “ABD ve Çin arasında barışçıl bir ilişki, işbirliğine dayalı bir ilişki dünyanın barışı ve ilerlemesi için elzemdir… Çin ve ABD arasında barış ve ilerleme her ülkenin ve dünyanın kendi çıkarına olacaktır” sözlerini yineledi. Bu onun kamuoyuna yaptığı son çağrıydı. Çin ve ABD arasında tırmanan gerilim ve artan çatışma riskleri karşısında Kissinger’ın çağrısı daha çok bir uyarı gibi görünüyor.

İnsanlığın Çin ve ABD arasındaki bir çatışmanın sonuçlarına katlanamayacağını herkes görebilir. Ancak Washington’da Çin-ABD ilişkilerini bu yöne iten bir güç var. Kissinger, olağanüstü bilgeliği ve sakinliği ile Çin-ABD ilişkilerinin rasyonel dengesine önemli bir ağırlık kattı. Kissinger bu yılın temmuz ayında, 100 yaşındayken Çin’e son ziyaretini gerçekleştirdi. Geçtiğimiz 50 yıl boyunca iki ülke arasında 100’den fazla kez mekik dokuyan Kissinger, Çin ve ABD arasındaki iletişimin kolaylaştırılmasında ve farklılıklar arasında köprü kurulmasında yeri doldurulamaz bir rol oynadı. Vefatı şüphesiz Çin-ABD ilişkileri için büyük bir kayıptır. Çin ve ABD arasında “yeni bir Kissinger” olup olmayacağı sorusu da karmaşık duygulara yol açan bir konudur.

Kissinger’ın Çin-ABD ilişkilerinin normalleşmesine yaptığı tarihi katkı, Çin-ABD ilişkilerinin gelişmesindeki şaşırtıcı başarılarla sürekli olarak kanıtlanmış ve doğrulanmıştır. Her iki ülkeye de fayda sağlamış ve dünyayı değiştirmiştir. Kissinger, Dışişleri Bakanlığı görevinden ayrıldıktan sonra bile uluslararası politikaya, özellikle de Çin-ABD ilişkilerine yönelik büyük tutkusunu, merakını ve sorumluluk duygusunu korumuştur. Çin’i ziyaret ettiğinde her zaman yeni bilgiler edindiğini belirtmiş ve her nesil Çinli lideri anlama konusunda uzman olduğunu iddia etmiştir. Ayrıca Çin ideolojisine ve Çin halkına karşı güçlü bir ilgisi vardı. Tüm bunların Çin-ABD ilişkileri üzerinde önemli etkileri bulunmaktadır.

Mevcut Çin-ABD ilişkilerindeki en büyük sorun, Washington’un Çin algısındaki önemli sapmada yatmaktadır. ABD’nin Çin politikasında etkili olan pek çok uzman Çin tarihine, kültürüne ve Çin halkının seçtiği yola ilgi ve saygı duymuyor. Ayrıca Çin-ABD çatışmasının yaşandığı Soğuk Savaş döneminden de ders çıkaramamaktadırlar. Bu da Çin’in dış davranışlarını doğru bir şekilde anlayıp öngörememelerine ve ABD’li politika yapıcıların Çin’e yönelik karar alma süreçlerindeki basiretsizliği bilinçli bir şekilde düzeltememelerine yol açmaktadır. İşte bu bağlamda Kissinger’ın bilgeliği ve sakinliği daha da öne çıkmaktadır. Çin-ABD diyaloğunu ısrarla savunarak ve iki ülke arasındaki iletişim ve alışverişi aktif bir şekilde teşvik ederek Kissinger’ın bu konudaki etkisi ve katkıları “Kissinger’ın diplomatik bilgeliğinin” en iyi yorumudur.

Çin halkı Kissinger’ın her şeyden önce bir Amerikalı ve Amerikan çıkarlarının sadık bir savunucusu olduğunu çok iyi bilmektedir. Ancak bu durum onu eski bir dost ve iyi bir arkadaş olarak görmemize engel değildir. Çin halkı dostluğa büyük değer verir ve bu unvan kendisine büyük bir içtenlikle verilir. Kissinger örneği aynı zamanda Çin-ABD ilişkilerinin istikrarlı bir şekilde sürdürülmesinin her iki ülkenin de çıkarlarını korumakla çelişmediğini göstermektedir. Özellikle mevcut durumda, iki ülke arasındaki ortak çıkarlar azalmamış, aksine artmıştır. Çin ve ABD arasında işbirliği için sınırsız potansiyel vardır ve karşılıklı başarı ve kazan-kazan sonuçları elde edebilirler.

Başkan Xi taziye mesajında, Çin’in iki halk arasındaki dostluk davasını ileriye taşımak ve Çin-ABD ilişkilerinin sağlam ve istikrarlı gelişimini teşvik etmek için ABD ile birlikte çalışmaya hazır olduğunu, böylece iki halkın yararına olacağını ve dünya barışı ve kalkınmasına gereken katkıyı sağlayacağını ifade etti. Bu, Kissinger gibi tarihi şahsiyetlere en iyi övgü olacaktır.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English