Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

SSCB 100 yaşında

Yayınlanma

Çevirmenin yorumu: Aşağıdaki görece uzun çeviriyle ilgili görece uzun bir yorum yapmak gerek.

Eski Sovyet ülkelerinde yaşayan veya oralardan gelen antikomünistlerin genellikle ortak bir yanı var; bunlar sosyalizmle ilgili her şeyi kendilerinin yaşayarak bildiklerini sanıyorlar ve geri kalan her şeyi küçümsüyorlar. Oysa (“yöntem” üzerine başka bir yerde daha yazdığım gibi) kişisel deneyimler veya başkalarının deneyimleri (anılar, gözlemler, biyografiler, otobiyografiler) siyasi polarizasyon ortamlarında, yani aslında her zaman, hakikate temel olabilecek şeyler değildir. Çünkü deneyimler öğrenilebilir, değişebilir ve yorumlanabilir. Bu yüzden bilimsel çalışmada tali değer taşırlar. “Ben yaşadım,” veya “şu yakınım yaşamış,” demenin bir anlamı olmaz.

Sosyalizm tartışması ölüm kalım mücadelesi yapan sınıfların tartışmasıdır, yani bundan daha çok polarizasyon üretecek bir tartışma yoktur. Bu ortamda deneyimler, kendi tarih anlayışını, yani bu mücadeleye kendi sınıfsal bakışını doğrulamak için vasıta değil ancak ayrı bir tarih çalışmasının konusu olabilir. Sözgelimi Nazi iktidarını büsbütün olumlu sayan pek çok tanıklık bulunabilir. Dahası bunların bir kısmı doğru bile olabilir. Ama hakikatin tek bir yüzünü öne çıkartıp diğer yüzlerini yok saymak (“Naziler Almanya’nın birliğini sağladılar” veya “Fransız ihtilali oluk oluk kan döktü”), hakikati çarpıtmak anlamına gelir. Hakikat ancak, bu tür deneyimleri eksiksiz hakikat olarak kabul etmekten mümkün olduğunca sakınarak kavranır.

Aşağıdaki yazı, her ne kadar antikomünistlerin sesi daha çok çıksa da, bu ülkelerin entelektüel elitinde ve akademisinde aslında Sovyet deneyiminin hiç de bütünüyle olumsuzlanmadığını, hatta büyük ölçüde olumlandığını göstermesi açısından da önemli.

Sosyalizm teorileri muhtelif türevleriyle (sadece marksist değil diğer biçimleriyle de) iktisadi kalkınma teorisinden ibaret değildir kuşkusuz, ama bu çok yüzlü teorinin yüzlerinden biri de iktisadi kalkınma ve sosyal adalettir.

24 Şubat’tan sonraki ilk yazımda bir kavram seti olarak “sosyalist ülke” üzerinde durmuş ve şöyle demiştim:

“İnsanlar siyasi inançlarına göre bu kavram setinin (‘sosyalist’ ve ‘ülke’) farklı kısımlarını öne çıkarıyor ve kullanıyorlar. … Bu kavram setinin ‘ülke’ kısmını öne çıkaranların ‘sosyalist’ kısmını unutmaları doğaldır, Rusya’da sadece yönetici elit değil halk da bu eğilimdedir. Çünkü yıkımı onlar yaşamışlardır; bu yıkım, sürekli tekrar ettiğim gibi, devlet fetişizmini beslemiş ve beslemektedir. Ama bu kavram setinin ‘ülke’ kısmını unutup sadece ‘sosyalist’ kısmını öne çıkaranlar, sorumsuzca davranıyorlar ve olayları kavrayamıyorlar.”

Bu bütün kavramlar için olduğu gibi sosyalizm teorileri açısından da geçerli. Teorinin derinliğine vakıf olduklarını düşünenler, genellikle kalkınma ve sosyal adalet boyutunu ihmal ediyorlar. Oysa sosyalizmin tam da bu somut, pratik veçhesi 20’nci yüzyılı değiştirmiştir. Sadece sosyalist kamp veya doğu bloğu diye bilinen ülkeleri değil, sadece sosyalizmi bir kalkınma modeli olarak kavrayan ve kimileri de eklektik veya bütünsel tarzda böyle benimseyip uygulayan küçük burjuva diktatörlükleri de değil, kapitalizmin altın çağının bütün klasik örnekleri, hatta belki de genellikle sanıldığının aksine sosyal demokratlardan ziyade muhafazakârlar, kapitalizmin geleceğini kurtarmak için sosyalist (sosyal adaletçi ve kalkınmacı) tedbirlere başvurmuşlardır.

Mamedov komünist değil, hatta (açıkça görüldüğü gibi) emek ve sermaye arasındaki çatışmanın daha 20’nci yüzyılın ortalarından itibaren zayıfladığını, zira bizatihi bu çatışmanın sonuçlarının kol emeği yerine zihinsel emeği öne çıkarttığını ileri sürüyor. Bununla birlikte bir kalkınma modeli olarak Sovyet sisteminin ve sosyalizmin benzersiz olduğunu da vurguluyor. Demek ki sınıf çatışması yerine sınıf uzlaşmacılığı geçiriyor, ama bu durumun sosyal adalet talebini şiddetlendireceğini, hatta şiddetlendirmesi gerektiğini düşünüyor ve çözümü gene Sovyet sisteminde buluyor. Mamedov burada kalmıyor ve sosyal adalet fikrini, bir devlet ideolojisinin yegâne temeli de sayıyor, çünkü toplumu ancak bu birleştirebilir.

Eski Sovyet ülkelerinde çeşitli türevleriyle yaygın eğilimler bunlar; Belarus’ta iktidarda Lukaşenko, Rusya’da muhalefette Glazyev vd., Kırgızistan’da 2020 olaylarında solun oynadığı rol, Kazakistan’daki gelişmeler, bu kapsamda değerlendirilmeli.

Yeri gelmişken, Elşad Mamedov’un Azerbaycan’da önemli bir iktisatçı olduğunu da belirtelim. İktisat doktoru, Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi’nde profesör. 2021 martından beri de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Sosyal Konsey Başkanı. Azerbaycan gibi bir ülkede bakanlık seviyesinde bir tür “devlet sosyalizmi” taraftarının istihdam edilmesi bile bu ülkelerin özgül dinamikleriyle ilgili bir fikir vermeli.

Metni anlaşılır kılmak için son bir not. Mamedov, “tek devreli olmayan bir para sisteminden” söz ediyor. Ne anlama geldiğine birbirini tamamlayan iki farklı yerden bakalım:

1) “Tek devreli para sistemi, paranın bir alandan diğerine serbestçe geçebileceği anlamına gelir. Para dolaşımında iki devreli algoritma ise üretim alanında böyle bir imkânı dışlar.” (Zvonova Y., Kuznetsov A., Pişçik V., Silvestrov S. Особенности и перспективы построения двухконтурной валютно-финансовой системы на национальном и региональном уровне. Мир новой экономики. 2020;14(1):26-33.)

2) “Sovyet mali sistemi… son derece zekice kurulmuştu; devlet sektörleri ve işletmeleri arasındaki ilişkiler hesap parasına (fiktif para) dayanıyordu. Ne var ki devlet şirketlerinin özerkleştirilmesi ve denetim dışına çıkarılması, (kooperatif ve ortak) özel mülkiyete dayalı şirketlerin ise dış ticarete girişmelerinin sonucu, bu fiktif paranın nakit karşılığını sunmak gerekti. Böylece… enflasyon yükseldi, Sovyet ekonomisi ise dövizin egemenliği altına girdi ve para spekülasyonu giderek sıradan bir iş haline geldi.” (Yalın H. Rusya: Yükseliş, Çöküş ve Dinamikler. Notabene, İstanbul: 2021, s. 43.)

* * *

SSCB 100 yaşında

Elşad Mamedov

Bir büyük gücün, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin kuruluşunun yüzüncü yıldönümünü kutlamaktan çok uzak geçirdiğimiz bu günlerde dünyadaki ilk sosyalist devletin inşa girişimi tecrübesini kompleks ve sistemli şekilde analiz etmek uygun ve hatta hakkaniyetli olacaktır diye düşünüyorum. Son otuz yıldır tarihin Sovyet dönemini esasen kara yahut gri tonlarda resmetmek moda oldu; bu, benim görüşüme göre, ya ifrata varan bir angajmana ya da mevcut trende ödenen haraca en azından tanıklık ediyor. Ayrıca da, bence, günümüzde dünya ekonomisinde ve jeopolitiğinde meydana gelen gelişmelerin ışığında, geçtiğimiz yüzyılda yeryüzünün altıda birinde gerçekleştirilen emsalsiz deneye gerçekçi bir şekilde bakmaya çalışmak, belli bir dereceye kadar sembolik bile olsa, son derece önem taşıyor.

Hemen belirteyim ki SSCB’nin mevcut olduğu yıllar şüphesiz tekdüze değildi, bu yüzden önünüzdeki analiz çerçevesinde Sovyet döneminin temel, ilkesel yönelimlerini ele almak da uygun görünüyor. Bu bağlamda şunu belirtmeyi de önemli sayıyorum: 19’uncu yüzyıldan beri dünya tarihinin gelişimi paradigmasını en genelde tayin eden temel faktörlerden biri yeniden üretimin iki faktörünün, emek ve sermayenin ve dolayısıyla bunların temsil ettiği sosyal grup ve güçlerin kavramsal çarpışmasıydı. Bu kavramsal çarpışmanın 20’nci yüzyılın ortalarına kadar tarihi gelişmelerin yönünü tayin ettiğini de söylemek gerek.

Mesele şu ki, toplumdaki üretici güçlerin gelişmesiyle ve bilimsel teknolojik ilerlemelerle birlikte kitlelerin zihni evrim geçirmişti; emek faaliyetinin katma değere yansıyan sonuçlarının yeniden üretimin faktörlerinden sadece biri tarafından mülk edinilmesi, kaçınılmaz şekilde en temel mesele olarak konuluyordu. Bu da aslında sosyal güçlerin, yani sosyal gruplar arasındaki ilişkileri emek lehine tekrar gözden geçirmenin maddi temeli olabilecek iktisadi, siyasi ve idari bir modelin tebarüz etmesi talebini şekillendiriyor ve keskinleştiriyordu. Böylece şu sonuca varırız: Sovyet Sosyalist devletini inşa girişimi kaotik bir şekilde ortaya çıkamazdı, tersine, şekillenmekte olan ve sosyal ilişkiler sistemini yeni baştan, kökten gözden geçirme zaruretini ortaya koyan gelişmelere bütünüyle doğal bir cevaptı. Sovyetler Birliği’nin ve “sosyalist kamp” ülkelerinin bu görevin üstesinden bütün olarak hiç de fena gelmediğini de kabul etmek gerek. Havada uçuşan sosyal adalet fikirleri böylelikle çözümünü büyük ölçüde SSCB’de şekillenen devlet ve iktisat yapısı modelinde buldu. Bence bu, Sovyetler Birliği’nin başlıca başarılarından biridir ve bütün dünyada sosyal zenginliğin daha adil şekilde yeniden dağılımına yönelik ilerlemeye muazzam bir momentum katmıştır. “Komünizm hayaleti” korkusuyla bütün dünyada, en pazarcı devletlerde bile emekçinin pozisyonunu esasen güçlendiren derin sosyal programlar uygulanmaya başlandı. SSCB’de gerçekleşen sosyal kazanımlar yeryüzünün muhtelif köşelerindeki insanların daha fazla sosyal hak elde etmelerine yardımcı oldu, bu da bilimsel teknolojik ilerlemeye, toplumdaki üretici güçlerin gelişmesine katkıda bulundu ve hatta 20’nci yüzyılın ikinci yarısına doğru iktisadi gelişmenin esas motoru insan sermayesi oldu, ve bu da başka bir yeniden üretim faktörünü, insanların zihinsel yetilerini merkezi bir konuma taşıdı. Emek ve sermaye arasındaki kavramsal karşı karşıya gelişin eski güncelliğini kaybetmesinin nedeni de buydu: SSCB varlığıyla fiilen, sosyal ilişkilerin yeni bir seviyeye, insanın zihinsel yetilerinin önceliği seviyesine çıkmasına katkıda bulunuyordu. Bununla birlikte sosyal adalet fikirleri de üretici güçlerin unsurları arasındaki karşılıklı bağların yeniden formatlanması bağlamında dahi buharlaşamazlardı, zira her halükârda sosyal zenginliği bölüştürmek gereklidir ve bu sürecin adilane yürütülmesi talebi de, sanırım, toplum bilincine genetik olarak kazılıdır. Bugün toplumu birleştirecek bir devlet ideolojisi talebinin şekillendirilmesi meselesinin ıstırap verircesine hissedilmesinin nedeni de bence budur. Sosyal adalete dayanan bir ideoloji olmaksızın devletin gelişmesinin istikrarlı bir izleğe varması mümkün değil. Sosyal adalet derken sadece maddi zenginliklerin adaletli bir şekilde dağıtılması değil, insanların kendi karmaşık öz-gerçekleşmeleri için imkânları elde edecekleri en genelde adil sosyal ilişkilerin inşası da anlaşılır. Bu kapsamda Sovyet tecrübesinin tam da bugün aranılan şey olduğunu düşünüyorum.

Meselenin iktisadi bileşenine gelince, bence, Sovyetler Birliği’nde yaşanan gelişmelerin analizi girişimlerinde belirgin çarpıtmalara da sıklıkla şahit oluyoruz. Bugün iktisat biliminde, bir ülkedeki makroekonomik durum evrensel makro göstergelerle değerlendiriliyor, bunlardan biri GSYH. SSCB’de bu toplam gösterge olarak GSMH kullanılıyordu. Ama bu göstergeler arasındaki farklılık, başka sebeplerin yanısıra Sovyet ekonomisinin kapalılığı ölçüsünde önemsizdir, bu yüzden üzerinde durmayacağız.

Bence Sovyet ekonomisinin hacmi değerlendirilirken bir dizi son derece önemli hata ve yanlış yapılıyor; bunlara değinmeden SSCB ekonomisini gerçekçi şekilde analiz etmenin mümkün olmadığını düşünüyorum.

Birincisi, Sovyet ekonomisinin en güçlü sektörlerinden biri askeri-sınai kompleksti. Ama SSCB’de silah sistemleri ve askeri harcamalar GSMH’ya dâhil edilmezdi; bu durum, SSCB’deki devasa askeri-sınai kompleksin Sovyetler Birliği GSMH’na girmediğini ileri sürmeye imkân verir.

İkincisi, SSCB’de bilimsel çalışmalar ara tüketim dilimleri olarak görülüyordu, yardımcı faaliyet olarak sunuluyordu ve fikir mülkiyeti biçiminde sınıflandırılmıyordu. Bilimsel alan bu göstergeye katılacak olsa Sovyetler Birliği’nin GSMH’sının ne kadar büyüyeceğini tahmin etmek güç değildir.

Üçüncüsü, bilindiği gibi, GSYH’nın önemli bir bölümünü ülkenin ücret toplamı teşkil eder. SSCB’de ortalama ücretlerin mesela ABD’dekinden çok daha az olduğu kimseye sır değil, ancak bu, SSCB’de mevcut özel imkânlara pazar-dışı ilkelerle sahip olunabilmesiyle ilişkiliydi; SSCB’de ücretli eğitim, sağlık vb. en azından hesaplamalarda söz konusu bile olamazdı.

Dördüncüsü, bugün, son on yıllarda hep olduğu gibi, iktisadi anlamda başarılı denen ülkelerde GSYH’daki aslan payını hizmet sektörü alıyor. Fiyatlandırma ise pazar temelinde gerçekleşiyor. Ama SSCB’de pazar fiyatlaması ancak tekil durumlarda söz konusuydu, bu yüzden devasa sektörler ödemeli ve hesaplanabilir hizmetler sektöründen düşüyordu. Bu bilhassa tıp, sağlık ve başka sektörlerde görülüyordu. Ücretli konut pazarı neredeyse hiç yoktu; oysa bu birçok ülkenin GSYH’sında önemli bir dilimi teşkil eder.

Dolayısıyla açık ki, bugün sıklıkla batı ülkeleriyle modellenen ve karşılaştırılan SSCB GSYH son derece çarpıtılıyor, küçümseniyor ve ekonomide meydana gelen ilerlemelerin gerçek tablosunu düzgün bir şekilde yansıtmıyor. Ama hâlihazırda uygulanmakta olan ve (benim görüşüme göre) kesinlikten çok uzak metodolojik temelde ve hesap yöntemlerine göre bile kişi başına satın alma paritesine dayanan GSYH SSCB’de 1929’dan 1990’a kadar 8,87 kat artmıştı. Karşılaştırma için, ABD’de aynı dönemde artış yaklaşık 5,34 kattır. Üstelik ABD’de Sovyetler Birliği’nin yaşadığı korkunç savaş da yaşanmadı. Ayrıca şunu unutmamak gerek: yeniden üretim faktörlerinin yukarıda değinilen türden kavramsal bir karşı karşıya gelişinde zaferi emeğin kazandığı dünyadaki esasen ilk ülke olan SSCB, dünya sermayesinin muazzam baskısıyla da çarpışıyordu. Bu, benim görüşüme göre, batılı “uzmanlar” ordusunun ve onlara eklemlenmiş koca bir yerli “uzmanların” göstermeye çalıştığı gibi, Sovyetler Birliği’nde gerçekten de etkisiz ve rekabet eksikliği içeren bir ekonomi mi vardı acaba diye en azından düşünmeye zorlar.

Bununla birlikte kuşkusuz ki Sovyet ekonomi makinesi kusur ve hatalardan azade değildi. Bilhassa inovasyonların uygulanmasındaki etkisizlik açısından boşluklar, dogmatizm, idari cihazın ataletiyle ilişkili problemler, Sovyetler Birliği’nde devlet idaresi sisteminin etkin işleyişine engel oluyordu. Ama SSCB’nin iktisat siyasetindeki başlıca problem, bence, sosyal zenginliklerin dağılımı sistemindeki derin farklılıklara rağmen katma değerin oluşması açısından SSCB’deki iktisat siyaseti ve yönetme modelinin batıdakine benzerlik göstermesidir; yani bu, öncelikle pazarların genişlemesi yoluyla maddi üretimin gelişimini teşvik etmeye dayanan bir iktisadi kalkınma modeliydi, buysa zaten kendiliğinden pazarların sınırlı olması ölçüsünde büyümenin sınırlarına vardığını ima ediyordu. İnsanlık, anılan bu iktisadi modelin bitik niteliğine Sovyetler Birliği’nin ve “sosyalist kampın” dağılması döneminde olduğu gibi bugün, “batının küresel dolar merkezli küresel yönetiminin dikişleri patlarken” de tanık oldu.

Ancak bence, yukarıda sayılan problemleri olsa da, Sovyetler Birliği’nin dünyaya, iktisadi gelişmenin etkin bir stratejik planlanması sisteminin inşası, iktisadi büyümenin jeneratörü olarak tek devreli olmayan bir para sistemi, sosyal devlet fikrinin nitelikli ve pratik bir uygulaması, çokuluslu bir ülkenin muhtelif halklarının özgünlük ve geleneklerine gerçek ama deklare edilmemiş bir saygı (tahammül değil, gerçek anlamda saygı), merkeze en uzak bölgelerdeki gençliğin bile kendini ortaya koyabilmek imkânına sahip olduğu sosyal kaldıraçların işlevselliği, ücretsiz yüksek öğrenim, ücretsiz ve rekabete açık bir sağlık sistemi, güçlü bir askeri-sınai kompleks, çok zengin bir kültür alanı, dünyadaki en iyi sportif sanayi organizasyonu sistemi gibi tartışmasız olumlu nitelikler sergilediğine kuşku yoktur. Ama benim görüşüme göre SSCB’nin en önemli başarısı, sadece cüzdanın şişkinliğine ve banka hesaplarındaki sıfırların sayısına değil emekçiye ve toplumdaki her insanın zihinsel yetilerine saygının öncelik olduğu bir toplumun ve sosyal ilişkilerin kurulmasıydı. Bence bu, yukarıda söylenenlerin ışığında, merkezi yeri bir yeniden üretim faktörü olarak (görünen o ki) insanın zihinsel yetilerinin işgal edeceği geleceğin toplumunun inşasında uygulanabilecek ve uygulanması gereken bir anlatının Sovyet sosyal ilişkiler sisteminde bulunduğunu düşünmeye imkân sağlıyor. Ben bunun, bir toplumun sistemsel kurucu ilkesi olarak sosyal adalet unsurunun rolünü büyük ölçüde tahkim edeceğini düşünüyorum, zira toplumun zihinsel yetilerinin gelişmesiyle birlikte o toplumdaki sosyal adalet talebi de ister istemez güçlenmelidir. Ve bu da, Sovyet tecrübesinin post-Sovyet coğrafyası ülkelerinin geleceğinin adaletli surette inşası için hâlâ yararlı olduğunu gösterir!

DÜNYA BASINI

Batı basını, Putin’in Çin ziyaretini nasıl değerlendirdi?

Yayınlanma

Rusya Devlet Başkanı’nın Çin ziyareti yabancı basında en çok tartışılan gündem maddeleri arasına girdi. Gazeteler, iki lider arasındaki yakın kişisel ilişkileri ve Çin’in Batı ile ilişkilerinde kendisine pek çok sorun çıkaran ‘sınır tanımayan dostluk’ taahhüdü üzerine spekülasyonlarda bulundu.

Wall Street Journal:

“Çin lideri Xi Jinping’e göre Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ABD egemenliğindeki dünya düzeniyle mücadelede faydalı bir ortak. Ancak bu ilişki Çin açısından zahmetli, zira ABD’li ve Avrupalı yetkililer Çin’i Rusya’nın ordusunu yeniden inşa etmesine yardım etmemesi konusunda uyarmıştı.

İki lider, Rusya’nın 2022’de Ukrayna’ya girmesinden kısa bir süre önce ‘sınır tanımayan dostluk’ ilan etti. O zamandan bu yana Çin, Rus ekonomisine can simidi atmış olsa da daha az genişlemiş durumda. Putin, Rusya’nın Batı’nın kendisini tecrit etme çabalarına direnmesine yardımcı olan bu desteği genişletmek isteyecektir. Üstelik bu ziyaret, Rusya halkına hala etkili dostları olduğunu göstermesine de olanak sağlayacak…

Putin’in Çin’in kuzeydoğusuna yaptığı ziyaret, Ukrayna’daki çatışmaların patlak vermesinden bu yana Rusya’nın özellikle yakınlaştığı Kuzey Kore’yi de ziyaret edebileceği yönündeki spekülasyonları artırdı. Bu, Rusya’nın Kuzey Kore ile artan bağları Çin’de bazı rahatsızlıklara neden oldu.”

Le Temps:

“Bu iki adam hiç ayrı düşmeyecek gibi görünüyor. Bu, 2012’den bu yana devlet başkanları olarak gerçekleştirdikleri 43. görüşme. Çin Devlet Başkanı için bu sayı Hintli mevkidaşlarının iki katı, Japon mevkidaşlarının dört katı ve ABD başkanları ya da Avrupalı yetkililerden çok daha fazla yüz yüze görüşme anlamına geliyor. İki ülke arasındaki ilişkiler Stalin döneminden bu yana hiç bu kadar sıcak olmamıştı.”

Le Figaro:

“Xi Jinping en iyisini sona sakladı. Çin Devlet Başkanı, perşembe günü ‘eski dostunu’ kabul etti. Vladimir Putin, Elysee Sarayı’nda Emmanuel Macron’a gülümsemesinden sadece on gün sonra Pekin’de… Yeni ‘seçilmiş’ Rusya Devlet Başkanı onuruna düzenlenen bu iki günlük resmi ziyaret, Ukrayna’daki savaşın arifesinde iki güç merkezi arasında kurulan ‘sınır tanımayan ortaklığın’ gücünü teyit etmeli ve tarafsızlık görüntüsünü korumaya çalışan ikinci dünya gücünün sempatilerine parlak bir ışık tutmalı.”

Sueddeutsche Zeitung:

“Devlet Başkanı Xi, Putin ile yaptığı görüşmede Avrupa’da barış arzusunu vurguladı. Putin müzakere isteğini yineledi. Ancak belli ki sonuç hakkında kendi fikirleri var. Pekin, Rusya’nın yer almadığı İsviçre’deki barış konferansına katılmayı henüz kabul etmedi. İyi ilişkileri ve Moskova üzerindeki etkisi nedeniyle Çin belirleyici bir katılımcı olarak görülüyor. Ancak Rusya bununla pek ilgilenmiyor.”

Les Echos:

“Ukrayna’daki savaş için destek arayan Rusya Devlet Başkanı, mart ayında yeniden seçilmesinden bu yana ilk yurt dışı gezisini Çin’e yaptı. Çinli mevkidaşı da geçen yıl aynı şeyi yaptı ve Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasından kısa bir süre önce Şubat 2022’de imzalanan ‘sınır tanımayan’ dostluğu daha da pekiştirmek istercesine, eşi benzeri görülmemiş bir üçüncü dönem için göreve başlamasından kısa bir süre sonra Moskova’yı ziyaret etti.

Eğer Vladimir Putin, ‘sınır tanımayan dostluğu’ test etmeye geldiyse, Xi Jinping de Rusya’ya desteğini azaltması için Batı’nın artan baskısı altında bir ipte yürümek zorunda.

Pekin, Rusya ile stratejik ortaklığının ‘en önemli’ ortaklık olduğunu düşünüyor ancak Çin’in durgun ekonomisini canlandırabilecek kilit bir ticaret ortağı olan Avrupa’dan daha fazla uzaklaşmak istemiyor. Pekin aynı zamanda ABD ile olan ilişkilerini de zor da olsa istikrara kavuşturmaya çalışıyor.

Aslında Rusya ile ‘sınır tanımayan dostluğun’ hala sınırları var: Çin, Rusya’ya doğrudan silah tedarik ederek kırmızı çizgiyi aşmayı reddediyor. Washington’un baskısı altında, birkaç küçük Çin bankası yakın zamanda Rus müşterileriyle olan işlemlerini durdurdu ya da azalttı. Çin, devasa Sibirya’nın Gücü-2 doğalgaz boru hattı projesine ilişkin nihai anlaşmayı geciktirmeye devam ediyor. Ancak Kim Jong-un’un uluslararası alanda dışlanan Kuzey Kore’si, sorgusuz sualsiz Rusya ile askeri iş birliğini artırıyor ve Batı tarafından Ukrayna’daki savaş için mühimmat tedarik etmekle suçlanıyor. Vladimir Putin, Asya turu sırasında Pyongyang’ı ziyaret ederek bu desteği takdir edebilir.”

Der Spiegel:

“Çin Devlet Başkanı Xi, Pekin’de ‘eski dostunu’ kabul etti. Putin. İki devlet başkanı karşılıklı iltifatlarda bulunurken aynı zamanda Batı’ya karşı ittifaklarını güçlendirmek istiyorlar. İki günlük ziyaret öncelikle ilişkilerin kalitesini kamuoyuna göstermeyi amaçlıyor. Berlin merkezli bir Çin araştırma enstitüsü olan Merics’in analistlerinden Helena Legarda, ‘Moskova ile Pekin, bu vesileyle yakın ortaklıklarını ve küresel düzeni reforme etme ve ABD’ye karşı bir kutup oluşturma yönündeki ortak hedeflerini vurguluyor’ diyor.

Elbette Putin için öncelikle Batı’ya karşı ittifakı güçlendirmek önemli. Bir yandan böyle bir uyum, Moskova’nın yalnız olmadığını göstermek için dünyanın geri kalanına bir jest olarak önemli.”

Neue Zuercher Zeitung:

“Rusya Devlet Başkanı, Çin’de harika bir şekilde karşılanıyor. Kremlin, Ukrayna’daki çatışmalarda büyük komşusu Çin kadar başka hiçbir ülkeye güvenmiyor. Daha Şubat 2022’de, Ukrayna’daki çatışmalar başlamadan birkaç gün önce Vladimir Putin ve Xi Jinping ‘sınır tanımayan dostluk’ yemini etmişlerdi. Şimdi iki devlet başkanının iki ülke arasındaki ilişkileri daha da yüksek bir seviyeye taşımak istedikleri anlaşılıyor. Uzmanlara göre, ikili ilişkilerin gelişimi (çatışmanın) gidişatına bağlı.

Pekin’deki Çin Halk Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler uzmanı olan Shi Yinhong, ‘Rusya daha fazla ilerleme kaydederse, ilişkiler daha da derinleşecektir’ dedi.

Xi’nin gözünde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı kazanacağı bir zafer, Çin’in başlıca rakibi olan ABD için bir yenilgi anlamına gelecektir. İşte bu yüzden Çin,Ukrayna savaşında Putin’i destekliyor. Fakat Çin, Rusya’yı destekleme konusunda ihtiyatlı davranmak zorunda… Çin yönetimi, ABD’nin Çin bankalarının dolar ödemelerini kesmesinden korkuyor. Bu nedenle Çin hükümeti, büyük Çin bankalarının Rusya ile iş yapmadığından emin olmak için yakından izliyor.”

Rusya Devlet Başkanı Putin’in Çin ziyareti başladı: ‘Kapsamlı ortaklığın derinleştirilmesi’ mesajı

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

WSJ: İsrail Refah’a saldırsa da Hamas, Gazze’de varlığını sürdürecek

Yayınlanma

İsrail, Hamas’ın son kalesi olarak ilan ettiği Refah’a uluslararası baskılara rağmen geniş çaplı saldırıya hazırlanırken diğer yandan Hamas’tan temizlediğini ilan ettiği Gazze’nin diğer bölgelerinde Hamas saldırılarıyla boğuşuyor. Dün Cibaliya Mülteci Kampı’nda İsrail’e göre 5, Hamas’a göre 12 İsrail askeri öldürüldü. Temizlendiği iddia edilen bölgelerde Hamas’ın yeniden “dirilmesi” İsrail içinde siyasi bölünmelere de yol açıyor.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız haber, güncel gelişmeler ışığında Netanyahu’nun “Hamas’ı ortadan kaldırma” hedefinin neden mümkün olmadığına odaklanıyor:

***

WSJ: Hamas’ın gerilla taktiklerine geçişi İsrail için sonsuz savaş tehlikesini artırıyor

İslamcı militan grup, vur-kaç taktiklerini ve daha küçük savaşçı gruplarını kullanarak ‘yıllarca olmasa bile aylarca’ savaşabileceğini gösteriyor.

Jared Malsin ve Summer Said

Savaşın üzerinden yedi ay geçmesine rağmen Hamas yenilmekten çok uzak ve bu durum İsrail’de sonsuza dek sürecek bir savaşa girdiği korkusunu körüklüyor.

ABD tarafından terörist ilan edilen grup, tünel ağını, küçük savaşçı hücrelerini ve geniş toplumsal etkisini sadece hayatta kalmak için değil, İsrail güçlerini taciz etmek için de kullanıyor. Cibaliya’da savaşan 98. komando tümeninden bir İsrailli yedek asker, Hamas’ın daha agresif saldırdığını, evlerde barınan askerlere ve İsrail askeri araçlarına her gün daha fazla tanksavar füzesi ateşlediğini söyledi.

Hamas’ın dayanıklılığı, Filistinli İslamcı grubun tamamen yok edilmesinin temel savaş hedeflerinden biri olduğunu söyleyen İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu için stratejik bir sorun teşkil ediyor. İsrail’in Hamas’ın yerini almak için inandırıcı bir planı olmadığı ve ordunun elde ettiği kazanımların azalacağı endişesi güvenlik kurumları da dahil İsrail içinde giderek artıyor.

Görgü tanıklarına göre İsrail ordusu, Hamas’ın son kalesi olarak ilan ettiği Refah’a tank ve asker sevk ederken Hamas da Gazze’nin kuzeyindeki İsrail güçlerine bir dizi vur-kaç saldırısı düzenledi. İsrail salı günü yaptığı açıklamada, düzinelerce militanla girdiği çatışmalarda destek için tank birlikleri çağırdığını ve Gazze’nin merkezinde Hamas’ın savaş odası olarak adlandırdığı bir yer de dahil 100’den fazla hedefi havadan vurduğunu söylerken, nispeten sessiz olan bölgeler savaş alanına dönüştü.

Bir çatışma çözümü kuruluşu olan International Crisis Group’un Orta Doğu ve Kuzey Afrika programı başkanı Joost Hiltermann “Hamas Gazze’nin her yerinde. Hamas yenilmiş olmaktan çok uzak” dedi.

Bunun sonucu olarak İsrail de Netanyahu’nun tam zafer hedefine ulaşmaktan uzak görünüyor. Mevcut ve eski İsrailli askeri yetkililere ve ABD istihbarat tahminlerine göre, İsrail Refah’a geniş çaplı bir saldırı düzenlese de düzenlemese de Hamas’ın hayatta kalması ve Gazze’nin diğer bölgelerinde varlığını sürdürmesi muhtemel.

Netanyahu pazartesi günü yaptığı açıklamada Hamas’ın 7 Ekim saldırısına atıfta bulunarak, “Hamas terör rejiminin çöküşünü sağlayana kadar durmayacağız. Saldırıyı düzenleyenlerden sonuncusuna kadar intikam alacağız” dedi.

İsrail başbakanlık ofisi Hamas’ın Gazze’de yeniden ortaya çıkışıyla ilgili yorum yapmayı reddetti.

İsrailli yetkililere göre çoğu sivil bin 200 kişinin ölümüne yol açan 7 Ekim saldırılarının emrini veren Hamas’ın Gazze’deki en üst düzey lideri Yahya Sinvar’ın, örgütün Gazze’nin altındaki tünellerinde saklanarak İsrail saldırısından kurtulmayı başarması da zorlukları artırıyor. Tünel ağının beklenenden daha geniş olduğu ortaya çıktı ve daha önce deniz suyuyla doldurmayı denedikten sonra patlayıcı kullanarak tünelleri temizlemeye çalışan İsrail ordusu için özel bir zorluk olarak önünde duruyor.

Grubun uzun vadede savaştan sağ çıkabileceğine olan inancını yansıtan Sinvar, ateşkes görüşmelerindeki arabuluculara Hamas’ın Refah’ta savaşa hazır olduğu ve Netanyahu’nun Hamas’ı dağıtabileceğine olan inancının saflık olduğu mesajını iletti.

Bir Arap müzakereci Sinvar için “O her zaman Hamas’ın hâlâ komutada olduğunu ve savaş alanını terk etmediklerini ve aylarca, hatta yıllarca devam edebileceklerini göstermek istedi” dedi.

Hamas tünellerini, savaşçılarını ve silah stoklarını kullanarak 2006’da parlamento seçimlerini kazanıp 2007’de askeri olarak yönetimi ele geçirdiğinden beri Gazze Şeridi’nin hükümeti olarak hareket eden bir gruptan gerilla savaş gücüne dönüştü.

Bu değişim kısmen grubun 1980’lerdeki ilk Filistin intifadası ya da ayaklanması sırasında Batı Şeria ve Gazze’deki İsrail askeri işgaline karşı muhalefeti örgütleyen bir grup olarak köklerine dönüşünü yansıtıyor. Gazze’deki güvenlik analistleri ve tanıklara göre, mevcut savaşta bu, vur-kaç taktikleri kullanmak ve daha küçük savaşçı grupları halinde faaliyet göstermek anlamına geliyor.

Grup savaşma konusunda isteksiz olduğuna dair hiçbir işaret göstermedi. İsrail ateşkes görüşmelerinin son turunda, ilerleme kaydedilmemesi halinde, Hamas’a taleplerini yumuşatması için baskı yapmak amacıyla bir milyondan fazla yerinden edilmiş Filistinlinin barındığı Refah’a gireceği uyarısında bulundu. Hamas yetkilileri, müzakerecilere ateşkese varmak için yeterince esneklik gösterdiklerini ve Netanyahu’nun Refah’ı işgal etme tehditlerine göz yummayacaklarını söyledi.

Üst düzey Hamas yetkilisi Musa Ebu Marzuk, 6 Mayıs’ta Dubai merkezli MBC kanalına verdiği mülakatta “İsrail Refah’a saldırmakla tehdit ediyor ve operasyonlarını orada bitirmeleri gerektiğini söylüyor. Sizi kim durduruyor? Devam edin, saldırınızı gerçekleştirin ve işinizi bitirin” dedi.

Arap müzakereci, ateşkes görüşmelerinin kilit anlarında Sinvar’ın bazen ateş açmayı tercih ettiğini söyledi. Son görüşmeler, Hamas’ın insani yardım için önemli bir sınır kapısına saldırarak dört İsrail askerini öldürmesiyle sekteye uğradı.

Filistinli yetkililere göre savaşın başlamasından bu yana Gazze’de çoğu sivil 35 binden fazla kişi öldürüldü. Bu sayı Hamas savaşçıları ve siviller arasında ayrım yapmıyor.

İsrail geçen yıl Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırılarına karşılık kuzey Gazze’yi işgal ettiğinde, İsrailli askeri yetkililer kendilerine kuzey Gazze’den başlayarak şeridin bazı bölgelerini Hamas militanlarından temizleme talimatı verildiğini, ancak İsrail güçleri çekildikten sonra bu bölgelerin kontrolünü kimin alacağına dair bir plan yapılmadığını söyledi. İsrail bu yılın başlarında Gazze’nin orta ve güney kesimlerindeki operasyonlara ağırlık verdiğinden güçlerinin büyük bir kısmını kuzey Gazze’den çekmiş ve Hamas’ın yeniden nüfuz kazanması için bir açık kapı bırakmıştı.

Bazı İsrailli güvenlik yetkilileri ve analistler Netanyahu hükümetini Hamas’ın yerini alacak bir otorite için plan yapmamakla suçladı. Diğerleri ise Hamas’ın İsrail ordusuyla işbirliği yapan herkese saldırmakla tehdit ettiği savaşın ortasında alternatif bir Filistin hükümeti kurmanın mümkün olup olmadığını sorguladı.

İsrail askeri sözcüsü Daniel Hagari salı günü yaptığı açıklamada “Hamas’ın yerini neyin alacağına gelince, Hamas’a alternatif bir yönetimin Hamas üzerinde baskı yaratacağına şüphe yok, ancak bu siyasi kademenin yanıtlayacağı bir soru” dedi.

Cibaliya, İsrail’in son günlerde Hamas savaşçılarından temizlemek üzere kuvvet gönderdiği bölgelerden biriydi. İsrail ordusu daha önce de Gazze’nin kuzeyinde örgütün komuta yapılarını çökerttiğini açıklamıştı.

ABD’li yetkililer, İsrail ordusunun kuzeye dönme ihtiyacından endişe duyduklarını belirterek, Biden yönetiminin uzun süredir savaş sonrası bir yönetim planı istediğini kaydetti. ABD’li bir savunma yetkilisi, çatışmaların yeniden başlamasının ordunun orada yaşayan Filistinliler için yeterince çaba göstermediğini ve Hamas ile diğer militanlara geri dönmeleri için alan açtığını gösterdiğini söyledi.

Netanyahu Gazze’de Batı Şeria merkezli Filistin Yönetimi ile çalışmayı reddediyor ve yönetimi Filistinli militan grupları desteklemekle suçluyor.

Hamas ise Gazze’nin bazı bölgelerinde fiili yönetim rolünden vazgeçmiş değil ve militanlarını üniformasız gönderiyor. İsrailli yetkililer Hamas’ın, Hamas liderliğindeki içişleri bakanlığının kontrolü altındaki polis ve sivil savunma organları aracılığıyla nüfuzunu yeniden güçlendirdiğini düşünüyor. Grup aynı zamanda toplumsal bir hareket olarak da varlığını sürdürüyor.

İsrail askeri istihbaratının eski başkanlarından Tümgeneral Tamir Hayman, “Terör faaliyetlerini azaltsanız bile toplumsal yapılar, İslami kardeşlik duygusu, ideolojik ve dini unsurlar hâlâ var. Bu kökten kazınabilecek bir şey değil” dedi.

-Bu makaleye Anat Peled, Fatima AbdulKarim ve Nancy A. Youssef katkıda bulundu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Riyad, mega projelerinin ölçeğini küçültüyor

Yayınlanma

Suudi Arabistan maliyetlerinin 1 trilyon doları aşacağı tahmin edilen mega projelerini finansman sıkıntısı nedeniyle yeniden gözden geçiyor. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Riyad’ın Vizyon 2030 kapsamındaki dünyanın en büyük petrol üretici için bile iddialı olan projelerin son durumuna odaklanıyor:  

***

Suudi Arabistan amiral gemisi projelerinin maliyeti konusunda zorlu seçimlerle boğuşuyor

Riyad önceliklerini ve sayısız yatırımını en iyi şekilde nasıl finanse edeceğini yeniden gözden geçirirken The Line projesi küçüldü.

Ahmed Al Omran

Muhammed bin Selman 2017’de, Suudi Arabistan’ı, beraberindeki gösterişten yararlanmak isteyen finansçılar ve şirketler için bir mıknatıs haline getiren kapsamlı ekonomik çeşitlendirme planını “Sınır gökyüzüdür” diyerek ilan etti.

Ancak Veliaht Prens’in planları, iddialı Vizyon 2030 programı orta noktasına ulaşmasıyla birlikte, yerel projeler ve küresel finans yoluyla dalgalanabilecek dış harcamalar üzerindeki yansımalarıyla birlikte bir gerçeklik kontrolüyle karşı karşıya.

Doğrudan yabancı yatırımların beklentilerin altında kalması ve küresel faiz oranlarının hala yüksek olması nedeniyle, krallığın liderleri önceliklerini ve sayısız yatırımlarını en iyi nasıl finanse edeceklerini yeniden gözden geçiriyor.

Planlar hakkında bilgi sahibi kişiler, The Line adı verilen bir “yatay şehir” planını da içeren fütüristik bir bölge olan Neom’daki inşaatın açıklanandan daha küçük olacağını, Riyad’ın nüfusunu 15 milyona çıkarma hedefinin ise 10 milyona düşürüldüğünü söyledi.

The Line’ın 170 km boyunca uzanması ve sonunda 1,5 milyon kişiye ev sahipliği yapması planlanıyordu, ancak proje yetkilileri kısa süre önce ziyaretçilere, “ilk modüle” öncelik verdiklerini ve bu modülün çok daha kısa olacağını ve bu sayının çok azını barındıracağını söyledi.

Planın arkasındaki devlet varlık fonu olan Kamu Yatırım Fonu’nun düşünce tarzına aşina bir kişi, Prens Muhammed’in hangi projelerin ilerlemesi gerektiği ve hangilerinin bekleyebileceği konusunda “bazı zorlu konuşmalar yapmaya hazır olabileceğini” söyledi.

IMF’nin Suudi Arabistan misyonu başkanı Amine Mati, “Yetkililerin bunun bilincinde olduğunu düşünüyorum,” dedi: “Bazı harcamaların ertelenmesinin gerekip gerekmediğini değerlendirmek için yeniden ayarlama yapıyorlar.”

IMF’nin bu yıl %2,6 olarak tahmin ettiği GSYH’nin 2025’te %6’ya yükseleceği öngörüsüyle ülke ekonomisi hala iyi performans gösteriyor. Hükümet, ekonomik reformların performansını değerlendirirken kilit bir gösterge olarak gördüğü petrol dışı büyümenin orta vadede yüzde 5’in üzerinde olmasını bekliyor.

Geçen ay Riyad’da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu etkinliğinde konuşan Suudi Arabistan yetkilileri de iyimser olmaya çalışırken finansman konusunda “zorluklar” olduğunu ve yerel bankaların likiditesinde sıkışma yaşandığını kabul ettiler.

Maliye Bakanı Mohammed el-Jadaan etkinlikte “Egomuz yok” dedi: “Rotayı değiştireceğiz, ayarlamalar yapacağız, bazı projeleri uzatacağız, bazı projelerin ölçeğini küçülteceğiz, bazı projeleri hızlandıracağız.”

Yetkililer hangi projelerin Jadaan’ın listelediği farklı kategorilere yerleştirileceğini söylemedi, ancak bu tür bir karar, borçlanma limitlerinden İsrail’in Gazze’deki savaşını sona erdirmek ve bölgesel istikrarı sağlamak için diplomatik çabaların bir parçası olarak dış yardım için ne kadar harcayabileceklerine kadar kritik seçimler üzerinde etkili olacak.

Ekonomiyi çeşitlendirmek ve madencilik, turizm ve eğlence gibi yeni sektörlerin kilidini açmak için üstlenilen farklı projeler arasında, Neom muhtemelen Prens Muhammed ile en yakından ilişkili ve en iddialı olanı.

Neom, The Line ve Sindalah tatil adası için mevcut planlara ek olarak Ekim ayından bu yana Akabe Körfezi’nde bir düzine farklı proje açıkladı. Özel bölge başlangıçta 500 milyar dolarlık bir proje olarak lanse edilmişti, ancak bankacılar ve analistler maliyetlerin çok daha yüksek olacağını söylüyor.

Neom’un nihai olarak ne getireceği konusunda uzun zamandır kuşkular vardı ve birçok analist planların her zaman aşırı iddialı olduğuna inanıyordu. Dünyanın en büyük petrol ihracatçısı olsa bile Suudi Arabistan’ın son yıllarda açıkladığı ve maliyetlerinin 1 trilyon doları aşacağı tahmin edilen tüm projeleri nasıl finanse edeceğine dair sorular vardı.

Suudi Varlık Fonu, Prens Muhammed’in hırsları için ana araç haline geldi. Yönetiminde 925 milyar dolarlık varlık bulunan fonun diğer girişimleri arasında küp şeklinde bir gayrimenkul geliştirme ve başkent Riyad’da bu ay açılışı yapılan bölgenin en büyük su parkını da içeren bir eğlence kompleksi yer alıyor.

Varlık Fonu büyük ölçüde hükümetin nakit transferleri, borçlar, portföy şirketlerinden elde edilen gelirler ve özelleştirmelerle finanse ediliyor. Saudi Aramco’nun özelleştirilmesinin ana alıcısı oldu ve o zamandan beri devlet petrol şirketinin hisselerinin yüzde 12’sini devraldı. Bankacılar Saudi Aramco’nun bir başka hisse satışının Varlık Fonu’nun kasasını desteklemek için kullanılabileceğini düşünüyor.

Suudi Arabistan yakın zamanda önemli yatırımlar gerektirecek birkaç büyük etkinliğe ev sahipliği yapma hakkı kazandı.

Krallık 2024 Asya Futbol Kupası ve Expo 2030’a ev sahipliği yapacak ve 2034 FİFA Dünya Kupası için tek teklif veren ülke oldu. Ayrıca 2029 Asya Kış Oyunları’na ev sahipliği yapmak için bir kayak merkezinin parçası olarak tatlı su gölü geliştirmek üzere İtalyan WeBuild ile 4.7 milyar dolarlık bir sözleşme imzalandı.

Uluslararası bir bankacı “Her şey için yeterli para yok” dedi: “Yatırılan para ile bu yatırımlardan elde edilen getiriler arasında bir boşluk olacak. Bu da soru işaretleri ve şüpheler yaratacak ve şimdiden bazı yatırımları küçültmeye başladılar.”

Açıkça, planların küçültülmesi ilgili her türlü konuşma, krallığın itibarının ve bu tür büyük girişimleri başarma yeteneğinin zedeleneceği korkusuyla hızla reddediliyor

The Line’ın ölçeğinin daraltıldığı iddiası sorulan Ekonomi Bakanı Faysal Ali İbrahim, “Tüm projeler tam gaz ilerliyor. Daha önce benzeri görülmemiş bir şey yapmak için yola çıktık ve yine benzeri görülmemiş bir şey yapıyoruz” dedi.

Suudi Arabistan’ın Dünya Ticaret Örgütü’ne katılma çabalarına öncülük eden eski bir hükümet yetkilisi olan Fawaz Alamy’e göre ülkenin agresif bir şekilde iddialı hedefler peşinde koşması, liderliğin ekonomiyi çeşitlendirme hedeflerinde geride kalındığı ve kaybedilen zamanın telafi edilmesi gerektiği yönündeki telaşından kaynaklanıyor.

Alamy, “Petrol sonsuza dek var olmayacak. Dikkatli olmak [ve] çeşitlendirmek zorundasınız” dedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English