DÜNYA BASINI
Küresel çip endüstrisi ve çip kıtlığının nedenleri
Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, dünyanın sayılı imalat hizmetleri şirketlerinden, ABD merkezli Jabil‘in internet sitesinde yayınlandı. Pandemi döneminde hayatımıza giren ‘çip kıtlığı’nın nedenlerine ilişkin sektörün içinden bilgiler veren makalede, sanılanın aksine yarı iletkenler sektöründeki sıkıntıların pandemiden epey önce başladığına dikkat çekiliyor. Bir başka dikkat çekici bilgi de, bazı alanlarda çip kıtlığı yaşanırken bazı alanlarda aşırı-üretimden kaynaklı sorunlar yaşanması. Akıllı telefonlardan otomobillere kadar hayatımızın her alanında var olan çipler, 5G ve Nesnelerin İnterneti (IoT) gibi yeni teknolojilere geçişte de kritik rol oynayacak. Bununla birlikte, çip üretimindeki ve tedarik zincirlerindeki sorunlar nedeniyle bu yeni teknolojilere geçişte aksamalar yaşanıyor. Metindeki köşeli parantezler bize aittir.
Çipler neden düşüşte: Küresel çip kıtlığı ve ötesinde gezinmek
Graham Scott
Dünya genelinde yaşadığımız tedarik zinciri darboğazları, bileşenlerle başlıyor. Bilakis, bu darboğazlar bileşen eksiklikleriyle başlıyor. Son yıllarda gördüğümüz tüm bileşen kıtlıkları arasında açık ara en ciddi olanı belirli yarı iletkenler veya çipler için olanlardı. Mevcut küresel çip kıtlığı, geçmişteki dengesiz piyasalardan yalnızca birkaçına rakip olabilir. Fakat, arz ve talepteki boşluğu hisseden ürün ailelerinin genişliği açısından benzersizdir.
Küresel yarı iletken kıtlığı henüz sona ermedi ama 2023 için bazı karışık sinyaller var. Pazar verilerine ve müşterilerimizle yaptığımız görüşmelere dayanarak, analog, mikrodenetleyiciler, FPGA ve diskritler gibi bileşenler pazarının 2023’e kadar iyice kısıtlanmasını bekliyoruz; temel yarı iletkenler için teslimat süreleri ortalama olarak hâlâ 40 haftayı geçmektedir ve üst düzey bileşenler 52 haftayı aşmaktadır.
Fakat 2023’ün ikinci yarısında bir miktar rahatlamanın gelebileceğini tahmin ediyoruz. Küresel ekonomi soğudukça, tüketici pazarlarındaki talep önemli ölçüde yumuşadı ve tedarikçilerin diğer pazarlardan gelen siparişleri yerine getirmesine ve birikmiş bileşen listelerini temizlemeye başlamasına olanak sağladı. Bu faktörler bir araya gelerek, Gartner’ı küresel yarı iletken gelirinin 2023’te %3,6 düşeceğini tahmin etmeye yöneltti.
Yine de, birkaç segment spesifik çiplere yönelik yüksek talebi beslemeye devam ediyor: Nesnelerin İnterneti (IoT), 5G ve otomotiv, özellikle otomotiv endüstrisinin elektrifikasyonu. Artık çip tedarikçileri, her alandaki eksiklikleri yönetmek yerine, talebin zirve yaptığı yerlerde talebi karşılamak için doğru ürün bileşimine sahip olduklarından emin olmak ve talebin düştüğü sektörlerdeki potansiyel çip fazlalığını önlemek için envanterlerini takip ediyor ve gözden geçiriyor.
Son iki yılda hayatımızdaki çoğu tatsız şey gibi, küresel yarı iletken kıtlığının da şu anda onu uzatan ve şiddetlendiren tek bir nedeni var: COVID-19. Salgının neden olduğu talep, bileşen tedarikçilerinden başlayarak tedarik zincirinin tüm noktalarında kapasiteyi zorluyor.
Devam Eden Küresel Çip Kıtlığının Arkasında Ne Var?
COVID-19 salgını çip kıtlığını başlattı ve virüs patlamaları, işgücü zorlukları ve jeopolitik belirsizlikler dahil olmak üzere uzun vadeli etkileri onu körükledi. Küresel tedarik zincirinin her halkası fazlasıyla kesintiye uğramaya devam ediyor. Maalsef, yakın vadede toparlanma olacağına ilişkin işaretler yok.
Bunun nedeni, pandeminin aynı zamanda büyümede ve talepte o kadar olağanüstü ve öngörülemez bir geri dönüşe yol açmış olmasıdır ki, tedarik zincirleri bu talep daha yönetilebilir bir düzeye düşene veya kapasite ve bileşen tedarik zinciri sorunları daha fazla çözülene kadar ayak uydurmak için mücadele edecek. Başlangıçta tüm emtialar, COVID-19’un başlaması ve fabrikaların kapanmasıyla birlikte talebin hızla düştüğünü gördü. Ardından, pandeminin ilk şokları yatıştıktan sonra gördüğümüz devasa tüketici harcamaları, küresel ekonomide V şeklinde bir toparlanma yaratarak yarı iletkenlere olağanüstü bir ihtiyaç doğurdu.
Eskiden hararetli olan ekonomi durgunlaştığına göre, çip kıtlığı, analog tedarikçilerin hâlâ uzun tedarik süreleri ve büyük fiyat artışları ile karşı karşıyayız. Risk, tüm yarı iletken tedarik zinciri boyunca benzersiz seviyelere yükseltildi.
Bu sürekli talebin etkileri öncelikle çip plakaları dökümhanelerinde hissediliyor. Çip plakası başlangıçları, çip tedarik zincirindeki ana sıkıntıdır. Küresel yarı iletken üretim kapasitesinin %28’ini kontrol eden dünyanın en büyük çip üreticisi TSMC bile süregiden kıtlıklar yaşıyor. Texas Instruments, Intel ve TSMC gibi üreticiler çip üretimini hızlandırmak için yeni fabrikaların inşasına milyarlarca dolar yatırım yapıyor. Fakat bu özünde tam bir düzeltme değildir; bu yeni tesisler devreye girmeye başladı ve açılışlar 2023 ve sonrasında artacak. Ama bu fabrikalar, genel olarak yüksek talep varlığında planlandı. Yarı iletken üreticileri, talep zayıflamaya devam ederse kapasite fazlası riskine karşı dikkatli olmalı ve arzlarını buna göre dengelemelidir.
Hükümetler de çip kapasitesini artırmak için devam eden çabaya katıldı. Temmuz 2022’de Amerika Birleşik Devletleri Senatosu ve Temsilciler Meclisi, ABD’de yarı iletkenlerin araştırılması ve üretimi için yaklaşık 52 milyar dolarlık devlet sübvansiyonu içeren CHIPS Yasasını kabul etti. Tasarı ayrıca, diğerlerinin yanı sıra ülkenin otomotiv ve tüketici elektroniği endüstrilerini engelleyen bazı tedarik zinciri sorunlarını hafifletmek için ABD çip üretimini teşvik etmek amacıyla çip fabrikalarına yaklaşık 24 milyar dolar değerinde vergi indirimi sağlıyor.
Avrupa Birliği, Avrupa’daki yarı iletken üretimini artırmak için kendi “Çip Yasası”nı planlıyor, Güney Kore kendi endüstrisine 450 milyar dolar taahhüt etti ve Japon hükümeti, TSMC ve Sony ile 2024’ün sonunda yeni bir fabrika açmak için ortaklık kuruyor.
Çip plakası dökümhanelerinin ötesinde, tel bağlama, substratlar, malzemeler ve testlerin tamamında eksiklikler veya gecikmeler yaşanıyor. Çin’de süregelen COVID-19 salgınları, hammadde tedarikini, montaj ve testleri etkiledi. Ayrıca, Ukrayna’nın işgali fiyatları artırdı ve yarı iletken üretiminde kullanılan hammaddelerin arzını sınırladı, bu da endüstri için kilit pazarlarda kargaşaya neden oldu.
Bu zorluklara rağmen, teslimat süreleri istikrar kazanmaya ve hatta bazı durumlarda azalmaya başlıyor. 2023’ün başlarından itibaren, çoğu standart yarı iletken için teslim süreleri ortalama 26 ila 52 haftadır ve 2022’nin ikinci yarısı boyunca istikrarlı bir iyileşme göstermiştir. Bu yılın ilerleyen aylarında, otomotiv dışı çiplerin çoğu için ortalama teslim sürelerinin 35 haftanın altına düştüğünü görebiliriz; bu, yine de pandemi öncesi ortalama teslim sürelerinden çok daha uzundur.
Mikrodenetleyiciler (MCU’lar) ve çip setleri gibi otomotiv sınıfı ve üst düzey yarı iletkenler, büyük ölçüde sıkıntılı kaldı. Bu üst düzey bileşenlerin çoğu, ortalama teslim sürelerinin ortalama 52 ila 78 hafta olduğu dağıtım içindedir.
Büyümeyi yavaşlatan ve piyasa taleplerini ayarlayan bu yeni dönem, yeni fiyat artış dalgaları da yaşadı. Hammaddeler, çip plakası üretimi, lojistik ve işçilik her zamankinden daha pahalı hale geldi. Buna karşılık, yarı iletken tedarikçileri, tedarik zincirini istikrara kavuşturmak için maliyetlerini müşterilerine yansıtmaya zorlanıyor. Yine dünyanın en büyük 300 mm çip plakası ve en gelişmiş işlem düğümleri dökümü tedarikçisi olan TSMC’nin, Ağustos 2021’de üst düzey yarı iletkenler için %10 ve daha az gelişmiş çipler için %20’lik bir artışın ardından, 2023’te fiyatları %3 ila %6 arasında artırması bekleniyor.
Temel çiplerin fiyatları, üreticiye bağlı olarak büyük olasılıkla sabit kalacak veya biraz artacaktır. Üst düzey çip üreticileri, bileşenleri için yaklaşık %5 ila %15’lik ek zamlar bekliyor.
2021 ve 2022’nin belirsizliklerinden zaten darbe almış olan otomotiv, 5G ve IoT ve akıllı telefonlar dahil olmak üzere çiplere en çok yaslanan pazarlar daha fazla bilinmezliğe hazırlanıyor.
Çip Kıtlığı Piyasaları Nasıl Etkiledi?
Otomotiv endüstrisi çip kıtlığından muhtemelen en çok etkilenendi. Bağlantı düzeyine bağlı olarak, ortalama bir arabada 100’den fazla çip olabilir ve birçok araçta güvenlik özelliklerini, elektrik ve aktarma organları sistemlerini, bilgi-eğlence sistemini, bağlanabilirliği ve daha fazlasını kontrol etmek için binlerce yarı iletken gerekir.
Bir TSMC sözcüsünün Time’a söylediği gibi, endüstrinin mevcut çip sıkıntılarının kökleri 2018’e kadar uzanıyor. Paketlemeden buzdolaplarına kadar her şey birbirine bağlı hale geliyordu ve akıllı telefon talebi hızla artıyordu fakat arabalara olan talep sakindi. İhtiyacı karşılamak için yarı iletken üreticileri, MCU’lar gibi artık kritik olan otomotiv bileşenlerini diğer endüstrilere daha fazla tedarik etmeye başladı. Bu, 2020’nin son çeyreğinde otomobil talebinin beklenmedik bir şekilde artması ve düşük faiz oranları ve tüketicilerin tahmin ettiğinden daha fazla harcanabilir gelire sahip olması sayesinde 2021’in ilk yarısı boyunca devam etmesiyle büyük bir sorun haline geldi.
2021 baharına gelindiğinde, çip kıtlığının sonuçları otomobil endüstrisi için netleşti. Fabrikalar, parça aksamaları nedeniyle üretimi kısmak, hatta geçici olarak kapatmak zorunda kaldı. Bu sınırlı çip arzı üzerinde daha fazla baskı oluşturan şey, dünya çapında hükümetler tarafından artan sayıda elektrikli araç yetki belgesi verilmesidir. Sektör uzmanları ve otomobil üreticileri, uzun süreli bir çip kuraklığının özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde bu yeni araçların piyasaya sürülmesini geciktirebileceğine dair endişelerini dile getirdiler. Analist firması AutoForecast Solutions, OEM’lerin [Orijinal Ekipman Üreticisi] çip eksikliği nedeniyle 2023’te üç milyon araçlık bir üretim açığıyla karşı karşıya kalacağını tahmin ediyor. Şüphesiz bir güçlük; fakat 2022’nin 4,5 milyon ve 2021’in 10,5 milyon kayıp aracından sonra bir iyileşme.
Otomotiv çip kıtlığı yeni arabaların fiyatını da artırıyor. Yeni bir arabanın ortalama fiyatı 2021 ve 2022 boyunca rekor seviyelere ulaştı ve Aralık 2022’de 46.382 dolar oldu; 2020 sonunda ortalama fiyat 40.000 dolardı. J.D. Power’a göre, Aralık 2021 ile 2022 arasında yeni araba sayısı aslında yıldan yıla %2,8 azalırken –arz kısıtlamaları ile enflasyon ve artan faiz oranlarının neden olduğu talep düşüşü nedeniyle– yeni arabalara yapılan tüketici harcaması aynı dönemde sadece %0,3 düştü.
Yüksek fiyatlara rağmen çip kıtlığının ve yüksek faiz oranları gibi ekonomik baskıların otomotiv OEM’lerini 2011’den bu yana en düşük satış toplamına getirdiğine inanılıyor – birçok tekil marka, beklenenden daha düşük üç aylık sonuçlar getirmeye devam ediyor ve sonuç olarak 2023 mali hedeflerini ayarlıyor.
Çip kıtlığı, 5G ağlarını kullanan IoT modüllerinin uygulanması da dahil olmak üzere IoT projelerini de yavaşlatıyor. Şirketler 5G teknolojilerini uygulamak için çalışırken hücresel IoT çip setlerine ve modüllerine olan talep artıyordu ama tedarik zinciri kesintileri sevkiyatları geciktirdi ve endüstrinin büyümesini engelledi. Küresel IoT bağlantılarının sayısı, salgın öncesi yıllık %25’lik büyümeye kıyasla 2021’de yalnızca %8 arttı. Yavaşlayan bu büyüme, uzun zamandır beklenen 4G’den 5G’ye dönüşümü daha da geciktirebilir.
Ek olarak, yarı iletkenler için ihtiyaç duyulan hammaddelerin arzı sınırlı olmaya devam ettiğinden, bunlar muhtemelen IoT cihazlarında kullanılan daha basit mikrodenetleyiciler ve sensörler yerine otomobil gibi ürünlerde kullanılan üst düzey çiplere tahsis edilecek. Forrester’ın 2022’de IoT ile ilgili bir raporu, IoT pazarının talebi karşılamak için gereken çip arzını yeniden kazanmasının daha uzun süreceğini öngörüyor.
Kıtlıkların tam etkileri henüz 5G’nin piyasaya sürülmesinde görülmedi. Bununla birlikte, bir dizi telekomünikasyon şirketi, Haziran 2021’de FCC’yi [ABD Federal İletişim Komisyonu] çip eksikliğinin 5G bağlantılarının konuşlandırılması üzerinde önemli etkileri olabileceği konusunda uyardı.
Şimdiye kadar, endüstriler çip kıtlığıyla çoğunlukla kısa vadeli yöntemlerle uğraştı. Otomotiv endüstrisi, yeni araba modellerinden yüksek teknoloji özelliklerini kesmek gibi anlık kararlara yöneldi. Bu arada akıllı telefon endüstrisi, salgının başında stokladıkları yarı iletkenleri kullanarak kıtlığın ilk aşamalarından kurtulmayı başardı.
Endüstri sonunda tedarik sorunlarıyla karşılaştı fakat şimdi tam tersi bir sorunla karşı karşıya; çok fazla bellek çipi var ve bu bileşenleri gerektiren yeni akıllı telefonlar için çok az talep var. Yakın tarihli bir Nikkei analist anketi, telefonlar, PC’ler ve diğer tüketici elektroniği için bu yarı iletken arz fazlasının muhtemelen 2023 sonbaharına kadar süreceğini ortaya koydu.
Küresel tedarik zinciri boyunca, bir alanda kritik çip kıtlığı ve diğerlerinde öngörülemeyen bileşen fazlalığı gibi karışık sinyaller görüyoruz. Bu veya herhangi bir belirsizlik anının üstesinden gelmek, görünürlük, öngörülebilirlik ve iletişim üzerine inşa edilmiş esnek bir tedarik zinciri stratejisiyle başlar.
Küresel Çip Kıtlığını İdare Etmek
Belki de küresel çip kıtlığı hakkında kesin olarak söylenebilecek tek şey, bunun ne zaman sona ereceğinden kimsenin emin olmamasıdır. Pazar verilerine ve müşterilerimizle yaptığımız görüşmelere göre talep beklendiği gibi kalırsa, yarı iletken pazarının 2023’e kadar sıkışık geçmesini bekliyoruz.
Her şirket aynı gemideyken yarı iletkenlerin yetersiz tedarikini ve artan maliyetleri aşmanın kolay bir yolu yoktur. Fakat sızdıran bir kayık ile kayalık sularda seyredebilen bir sürat teknesi arasında büyük bir fark vardır. Her orijinal ekipman üreticisi (OEM), çip kıtlığı devam ederken mümkün olan en iyi konumda olduklarından emin olmak için bir dizi adım atabilir:
Hizalama: Şirketinizin ürün tasarım ekipleri, ihtiyaç duyduğunuzda gerekli bileşenleri elde etme şansınızı artırmak için tedarikçilerinizin teknoloji yol haritaları ve sermaye yatırım planları ile uyumlu kalmalıdır.
Tedarikçi kalifikasyonu: Ortak ürünler için, birden fazla onaylı tedarikçiye sahip olun ve tedarikçiler yeteneklerini ve tekliflerini artırdıkça bu listeye eklemeye devam edin. Tedarikçilerin belirli bir bölgede yoğunlaşmasından doğabilecek riskleri azaltmak için yeterlilik sürecinin bir parçası olarak tedarikçilerin küresel ayak izlerini gözden geçirin ve değerlendirin.
Görünürlük: Ürün kapasitelerini ve potansiyel uzun vadeli sermaye yatırımlarını planlayabilmeleri için tedarikçilerinize mümkün olduğunca fazla görünürlük sağlayın. 12 ila 24 aylık görünürlük arayan bazı tedarikçilerle, mümkün olan en kısa sürede, çip plakası ve kapasite planlaması için daha iyi görünürlük sağlamak için 2023’ün sonuna ve hatta 2024’e kadar uzun vadeli siparişler verin.
Planlama sistemlerinde ve ilave emniyet stoklarında teslim sürelerini artırın: Çoğu emtia için tedarik sürelerinin artmasıyla birlikte, planlama sistemlerinizi bu gecikmeleri buna göre yansıtacak şekilde güncelleyin. Planlanmamış siparişlerde kâr ve destek çok zor olacaktır.
Yarı iletken kıtlığının getirdiği zorluklara dayanmak için hem kısa vadeli hem de uzun vadeli stratejiler gereklidir. Bu devam eden tek bileşen eksikliği değil ve kesinlikle son olmayacak.
Pandemi, küresel tedarik zincirini kargaşaya sürükledi. Fakat son birkaç yılın zorlukları aynı zamanda derin birbirine bağlılığını da ortaya çıkardı ve böylece güçlü tedarikçi ilişkilerinin ve hazırlıklı, esnek bir tedarik zinciri ve satın alma stratejisinin kritik önemini vurguladı. Bu sefer çipler nereye düşerse düşsün, bir planın olması her zaman akıllıcadır.
İlginizi Çekebilir
-
Güney Kore, ABD’nin Samsung’un Çin’e çip ekipmanı sevkiyatını kolaylaştırmasından memnun
-
Sam Altman’ın görevden alınmasının ardında Çin mi vardı?
-
Alman hükümeti, borç frenini bu yıl içinde kaldırmayı hedefliyor
-
Nvidia, ABD’nin Çin’e yönelik çip kısıtlamalarını bertaraf ediyor
-
ABD’nin güncellenen çip kısıtlamaları, üreticileri ve Çin’i nasıl etkileyecek?
-
Çip teknolojisini Çin’den ayrıştırmayı hedefleyen ABD, süreci yıllara yaymak zorunda kaldı
DÜNYA BASINI
‘Gazze sonrası İsrail-Suudi normalleşmesi mümkün’
Yayınlanma
4 gün önce08/12/2023
Yazar
Harici.com.tr
Aşağıda çevirisini odaklayacağınız makale İsrail-Hamas savaşı ve İsrail’in Gazze’deki saldırılarına rağmen Suudilerin İsrail’le normalleşmesinin hâlâ mümkün olduğunu savunuyor. Makaleye göre Washington, Gazze’yi yönetecek güvenilir bir Filistinli ortak olmadan İsrail’in Gazze’den çıkamayacağını düşünüyor. Makalede, “ABD, Suudi Arabistan da dahil arabulucular çemberini genişleterek ve henüz şekillenmemiş nihai çözüm karşılığında İbrahim Anlaşmalarını masaya koyarak savaşı sona erdirmek istiyor” deniyor.
Makalenin yayınlandığı Londra merkezli yayın yapan Majalla sitesinin Suudi sermayeli olduğunu da hatırlatmakta fayda var.
Gazze savaşından sonra Suudilerin İsrail ile normalleşmesi hâlâ mümkün
KHALED HAMADEH
Kalıcı bir barış için, Gazze’deki yeni otoritenin niteliği ve Arap ve uluslararası garantörlerin olası formüldeki rolleri üzerinde anlaşmaya varılması gerekecek.
Ateşkes sona erdi ve İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşı yeniden başladı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu dünya kamuoyuna meydan okudu ve kalıcı bir ateşkes için yapılan uluslararası çağrıları reddetti.
İsrail kapsamlı bombardımanına geri dönüp silahlarını Gazze’nin güneyine çevirirken, görüşmelerin devam etmesi ihtimali de zayıf görünüyor.
ABD’nin İsrail’e sivilleri korumak için daha fazla çaba göstermesi, askeri hedeflerini ve savaş alanlarını daha net bir şekilde tanımlaması yönünde talimat verdiğini iddia etmesine rağmen İsrail “savaşına” daha da yoğun bir şekilde devam etti.
Çatışmalara ara verildiğinde, 88 İsrailli rehine ve 22 yabancı uyruklu kişi İsrail hapishanelerindeki Filistinli kadın ve çocuklarla takas edildi. Takas nispeten sorunsuz geçti ve bir başarı olarak lanse edildi.
Ancak İsrail, Hamas ile esir takası konusunda yürütülen müzakerelerin Gazze’nin geleceğini tartışmak için bir sıçrama tahtası olarak kullanılmayacağı konusunda kararlıydı.
Kalıcı barış için Gazze’deki yeni otoritenin niteliği ile Arap ve uluslararası garantörlerin beklenen formüldeki rolleri üzerinde anlaşmaya varılması gerekecek.
Bu durum, ateşkesin sağlanmasına yardımcı olan Mısır ve Katar gibi Arap arabuluculardan oluşan mevcut çevrenin genişletilmesini gerektirebilir.
Zaman kazanma
Sonra İsrail Filistinli sivillere yönelik katliamlarına devam etti ancak bu kez ABD’nin bölgede bulunmaması dikkat çekti.
Bu durum, çatışmanın başında Washington’un savaşın kapsamını genişletecek müdahaleler konusunda bölgesel güçleri uyardığı yoğun diplomatik faaliyetleriyle tezat oluşturuyor.
Bu arada ABD Başkanı Joe Biden, Dışişleri Bakanı Blinken ve Savunma Bakanı Lloyd Austin ile birlikte Gazze’deki sivil kayıpları en aza indirme ihtiyacını vurgulayarak Gazze’yi çatışmanın “ağırlık merkezi” olarak nitelendirdi. Sivillerin korunmasını hem ahlaki bir sorumluluk hem de stratejik bir gereklilik olarak nitelendirdi.
Austin’in yorumlarına rağmen, ABD bunu yapmanın en iyi yolunun kalıcı bir ateşkese varmak ve ardından bunu düşmanlıklara kalıcı bir son vermeye dönüştürmek olduğunu açıkça ifade etmedi.
Mısır ise İsrail’in Gazze’deki Filistinli nüfusu Sina’ya iterek ikinci bir Nakbe’ye zorlamasından açıkça endişe duyuyor.
Mısır Dışişleri Bakanı Sameh Şükri şunları söyledi: “Dünya tarafından reddedilen ve uluslararası hukukun ihlali olarak görülen zorla yerinden etme ve kitlesel göç İsrail’in hedefi olmaya devam ediyor.”
“Bu sadece İsrailli yetkililerin açıklamaları ve çağrıları yoluyla değil, aynı zamanda Gazze’deki Filistinli nüfusun topraklarından sürülmesini, anavatanlarından tecrit edilmesini ve vatanlarının ele geçirilmesini amaçlayan acı bir gerçeklik yaratarak da gerçekleşmektedir.”
Ancak Mısır ekonomisi zaten zor durumdayken, olası yeni bir zorunlu göç dalgasının etkileri Mısır’ı olduğu kadar, kıyılarında daha fazla göçmen görmek istemeyen Avrupa’yı da endişelendiriyor.
Mısır’ın bu konudaki tutumu üst düzey destek gördü. ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris, Dubai’deki COP28 iklim konferansı çerçevesinde düzenlenen bir toplantı sırasında Kahire ile ortak bir açıklama yayınladı.
Her iki ülke de Filistinlilerin Gazze ya da Batı Şeria’dan zorla göç ettirilmesini, Gazze ablukasını ya da Gazze’nin sınırlarının yeniden çizilmesini kesinlikle reddediyor.
İsrail ise tampon bölgenin Gazze için gelecekteki güvenlik planlarının anahtarı olduğunda ısrar ediyor. İsrailli kaynaklar şunları söyledi: “Bu, İsrail’in Gazze’den toprak alacağı anlamına gelmiyor, daha ziyade Filistinlilerin İsrail’e girme kabiliyetlerini sınırlamak için Gazze’nin içinde kendi statüsüyle birlikte güvenli bölgeler kurulacağı anlamına geliyor.”
Reuters’in geçen günlerde geçtiği bir habere göre İsrail, savaş sonrasında bölgedeki durumla ilgili önerilerinin bir parçası olarak, Gazze sınırlarının Filistin tarafında, gelecekteki saldırıları önlemek için bir tampon bölge kurma isteğini bazı Arap ülkelerine bildirdi.
Ancak İsrail’in istediği “tampon bölge” konusunda uluslararası ya da bölgesel aktörlerden herhangi bir resmi yorum gelmedi.
Siyasi belirsizlik
Bu durum ABD’nin pozisyonu ve İsrail’e askeri saldırılarını durdurması için baskı yapması halinde Washington’un ne elde etmek istediği konusunda soru işaretleri yaratıyor.
Washington Arap arabuluculuğunu diğer Arap ülkelerini -özellikle de Suudi Arabistan’ı- kapsayacak şekilde genişletmek mi istiyor, yoksa Hamas’ı onaylamadığı bilinen Riyad’ı görüşme çemberinin dışında mı tutuyor?
Beyaz Saray Orta Doğu’da daha iyi bağlantılar kurulmasını istiyor ve İsrail’i Suudi Arabistan’la diplomatik ilişkiler kurmaya teşvik ediyor olabilir.
New York Times köşe yazarı Thomas Friedman, Kasım ayında şöyle yazmıştı: “İran destekli Hamas’ın Suudi-İsrail normalleşmesini engellemek ve Tahran’ın izole edilmesini önlemek için savaş başlattığını anlamak için Arapça, İbranice ya da Farsça bilmenize gerek yok.”
Suudi-İsrail normalleşmesi hâlâ mümkün
Netanyahu, İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşının sona ermesinin ardından Suudi Arabistan’la ilişkileri normalleştirmeye devam etme olasılığını gündeme getirdi.
Netanyahu, 27 Kasım’da İsrail’e gelen ve 7 Ekim’de Hamas tarafından saldırıya uğrayan İsrail yerleşimlerinden birini ziyaret eden Amerikalı işadamı Elon Musk ile yaptığı görüşmede şunları söyledi:
“Hamas’ı yendikten sonra Suudi Arabistan ile barışa dönebileceğiz ve inanıyorum ki Arap ülkeleriyle barış çemberini iddialı beklentilerimizin ötesinde genişletebileceğiz… Ama önce kazanmamız gerekiyor.”
Görünen o ki Gazze’deki savaş Netanyahu’nun Riyad’la ilişkileri normalleştirme görüşünü değiştirmemiş.
Eylül sonunda CNN Arabic’e konuşan Netanyahu şunları söyledi: “Suudiler İbrahim Anlaşması’na katılmayarak ve kendilerini bunun dışında tutarak hata yaptılar.”
İsrail’in Suudi Arabistan’la normalleşme karşılığında Filistinlilere ne gibi tavizler vereceği sorulduğunda ise şu yanıtı verdi: “Tüm paketi bir kerede sunmak daha iyi olur. Suudi Arabistan Krallığı ile barış yapmanın ve esasen Arap-İsrail çatışmasını sona erdirmenin Filistin-İsrail çatışmasını sona erdirmemize yardımcı olacağına inanıyorum.”
“Önce Filistin-İsrail çatışmasını sona erdirmeniz ve ardından Arap dünyasına içeriden dışarıya doğru bir yöntem izlememiz gerektiğine inanıyorlar. Bence dışarıdan içeriye yaklaşımın hem Arap ülkeleriyle hem de Filistinlilerle olan çatışmaları sona erdirmek için şansı daha yüksek.”
Netanyahu, Batı Şeria ve diğer belirlenmiş bölgelerdeki İsrailli yerleşimcilerin durdurulmasının masada olup olmadığı sorusuna şu yanıtı verdi: “İsrail’in ulusal çıkarlarını ve güvenliğini tehlikeye atmayacağım ve bunu kamuoyu önünde tartışarak başarıyı riske atmayacağım.”
İki devletli çözüm
ABD’nin Gazze’ye ilişkin tutumundaki belirsizlik, Hamas’ın kovulması halinde Gazze’yi kimin yöneteceği konusundaki endişesinden daha fazlasını yansıtıyor gibi görünüyor. Aslında, iki devletli bir çözüme destek vermeye doğru ilerliyor olması oldukça olası.
Washington, İsrail’in Filistin Yönetimi ile bir barış sürecine ihtiyacı olduğunu ve İsrail’in Gazze’yi yönetecek güvenilir bir Filistinli ortak olmadan Gazze’den çıkamayacağını anlıyor.
ABD, Suudi Arabistan da dahil arabulucular çemberini genişleterek ve henüz şekillenmemiş nihai bir çözüm karşılığında İbrahim Anlaşmalarını masaya koyarak savaşı sona erdirmek istiyor.
DÜNYA BASINI
‘İsrail ABD’ye rağmen Gazze’yi işgal ederse kimse şaşırmasın’
Yayınlanma
4 gün önce07/12/2023
Yazar
Harici.com.tr
Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, ABD’nin itirazlarına rağmen İsrail’in yine de Gazze’yi yeniden işgal etme olasılığına odaklanıyor. Makalenin yazarı Steven Cook’a göre ABD’nin ortaya koyduğu ve kimseyi memnun etmeyen ertesi gün planı hem uygulanabilir değil hem de İsrail’in güvenliğini garanti altına almıyor. Cook; “Bu nedenle İsrailliler Gazze’yi yeniden işgal ettiğinde kimse şaşırmamalı” diyor:
İsrail Neden Muhtemelen Gazze’yi Yeniden İşgal Edecek?
Herkes bunun kötü bir fikir olduğu konusunda hemfikir ama yine de olabilir.
Steven A. Cook
Orta Doğu’da savaşın sürdüğü son iki ay boyunca Washington’da ya da başka bir yerde hiç kimse Gazze Şeridi’ndeki çatışmalar sona erdiğinde ne olması gerektiği konusunda iyi bir fikir ortaya koyamadı. Aynı zamanda herkes İsrail’in Gazze’yi yeniden işgal etmesinin kötü bir fikir olduğu konusunda hemfikir görünüyor. Biden yönetimi İsrail hükümetini bölgede askeri yönetime geri dönülmesini desteklemeyeceği konusunda uyardı bile.
Yine de İsrail işgalinin yenilenmesi ihtimali pek çok kişinin düşündüğünden daha yüksek. Çünkü İsrailliler güvenlik istiyor ve Gazze için mevcut fikirlerin hepsi uygulanamaz ya da siyasi olarak savunulamaz (ya da her ikisi de). Aynı zamanda İsrailliler Hamas’la mücadeleyi varoluş nedeni olarak görüyorlar ve e bu nedenle hayatta kalmanın bedeli ise uluslararası tepkileri göze almaya hazır gibi görünüyorlar.
Gazze’de “ertesi günü” düşünürken, İsrail’in 2005’te bölgeden çekilmesiyle ilgili bazı ayrıntıları anlamak önemli. Dönemin Başbakanı Ariel Şaron, İsrail’in Gazze Şeridi’ni işgalinin artık maliyetine değmeyeceğine karar verdiğinde, birçok İsrailli de aynı fikirdeydi. Kalmak için ikna edici bir neden yoktu.
Batı Şeria’nın aksine Gazze Şeridi hiçbir zaman tarihi İsrail topraklarının bir parçası olmadı. Ve İkinci İntifada’nın son günlerinde orada güvenlik sorunu devam etse de İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) liderliği, askerler artık bölgede olmasa bile, bunun yönetilebilir olduğuna inanıyordu. Dahası, İsrail yerleşim yerlerini boşaltıp bölgeyi terk ettiği için dünya çapında itibar kazanacaktı. Açıkça belirtilmeyen şey ise Şaron için Gazze’den çekilme, Batı Şeria’nın her zaman İsrail kontrolünde kalmasını istediği kısımlarında İsrail’in kontrolünü sıkılaştırma çabalarını sürdürmek için tüm kaynaklarını kullanabileceğiydi.
İsrail’deki pek çok kişi için Gazze Şeridi’nin işgali Haziran 1967 zaferinin zehirli kadehiydi ve burayı Filistin Yönetimi’ne (FY) devretmek bir kazanım gibi görünüyordu. Ancak tüm İsrailliler böyle destekleyici değildi. Yerleşimciler Şaron’un ihaneti olarak algıladıkları bu durumu kınadılar ve bazıları direndi. Dönemin Ulaştırma Bakanı Avigdor Lieberman muhalefeti nedeniyle hükümetten ayrılmak zorunda kaldı. Ve Likud partisi bölündü. Şaron, Ehud Olmert ve Tzipi Livni gibi tanınmış Likud üyeleriyle birlikte Kadima adında yeni bir parti kurdu. Lieberman ve aralarında eski Knesset Başkanı Yuli Edelstein’ın da bulunduğu diğer muhaliflere göre Gazze’den çekilmenin iyi niyet ya da güvenlik getireceğine inanmak hataydı. Şaron’un aksine, egemen İsrail’de İsraillilerin güvenliğini sağlamanın en iyi yolunun Gazze’nin işgalini sürdürmek olduğuna inanıyorlardı.
Takip eden yıllarda, çekilmeden bu yana Gazze’den atılan roketler düzenli aralıklarla İsrail’e düşerken ve Birleşmiş Milletler İsrail’i birçok İsraillinin var olmadığını söylediği bir işgal nedeniyle eleştirmeye devam ederken, İsrail sağı Şaron’un çekilmesinin büyük bir hata olduğunu savundu. Bu görüş, 7 Ekim’deki terör saldırılarından bu yana İsrail’de daha fazla taraftar bulmuşa benziyor. Kısa bir süre sonra yapılan bir ankette İsraillilerin yüzde 30’u Gazze’nin işgalini ve askeri yönetimini destekliyordu.
Elbette bu anket, devlet tarihindeki en büyük güvenlik başarısızlığının hemen ardından yapılmıştı. Hiç şüphesiz, kanlı ve yaralı İsrail’de duygular çok yoğundu (ve hâlâ öyle). Anketin yansıttığından çok daha az İsrailli Gazze’yi yeniden işgal etmek istiyor olabilir. Ancak bu durum 2005’teki çekilmeye karşı çıkanların o zaman olduğundan daha ikna edici bir anlatıya sahip olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor: İsrail, Gazze Şeridi’ni işgal ettiğinde göreceli bir sükûnet vardı ve ülkeye çok az roket düşüyordu; IDF çekildiğinden beri ise mini savaşlardan (2008-09, 2012, 2014, 2021) başka bir şey olmadı ve şimdi de tam ölçekli bir çatışma yaşanıyor.
Bana söylenenlere göre İsrail savunma teşkilatında hiç kimse -Hamas’ın planlarına ilişkin uyarıları yıllarca görmezden gelen aynı kişiler- Gazze’yi yeniden işgal etmek istemiyor. Savunma Bakanı Yoav Gallant, savaşın üçüncü aşamasının “İsrail’in Gazze şeridindeki sorumluluğunu ortadan kaldırmayı ve İsrail vatandaşları için yeni bir güvenlik gerçekliği oluşturmayı gerektireceğini” söyleyecek kadar ileri gitti ve Hamas yok edildikten sonra IDF’nin Gazze’yi terk edeceğini ve İsrail’den izole edileceğini öne sürdü. Bu onun (gerçekçi olmayan) niyeti olabilir ama başkalarının söylediği tam olarak bu değil.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu 6 Kasım’da ABC News’e verdiği demeçte “İsrail belirsiz bir süre için … [Gazze’de] genel güvenlik sorumluluğuna sahip olacak çünkü sahip olmadığımızda neler olduğunu gördük” dedi. Elbette başbakan IDF’nin savaştan sonra Gazze’yi işgal edip yöneteceğini kesin bir dille ifade etmedi ancak bunu da reddetmedi.
Bir de Netanyahu’nun en yakın danışmanlarından biri olan İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer var. Dermer geçen günlerde gazetecilere yaptığı açıklamada İsrail ordusunun 17 yıldır Gazze’de bulunmadığını ve dolayısıyla Batı Şeria’da rutin olarak gerçekleştirdiği güvenlik operasyonlarını yapamadığını belirterek 2005’teki çekilmenin İsrail’in güvenliğini tehlikeye attığını ima etti. “Açıkçası (bunu) tekrarlayamayız” diyerek Netanyahu’nun daha önce söylediklerini, özellikle de IDF’nin Gazze’de “süresiz olarak öncelikli güvenlik sorumluluğuna” sahip olacağını teyit etti.
Buradan, İsrail’in güvenliğini sağlamanın en iyi yolunun işgalden geçtiğini öne sürdükleri anlaşılıyor; ancak elbette her iki adamın sözlerinde de belli bir miktar dolambaçlı ifade var. Bununla birlikte, yeniden işgale karşı olsalardı, “İşgale karşıyız, ancak X, Y ve Z’yi yaparak egemen İsrail’i güvence altına alacağız” demek kolay olurdu.
Netanyahu söylediklerinde ciddi olsun ya da olmasın hatta İsrail siyaseti savaştan sonra şu ya da bu şekilde onu iktidardan alsa bile çatışmanın sonunda Gazze Şeridi’nin yeniden işgali edilebilir. Bir beyin fırtınası yapalım: İsrail yönetiminin Gazze Şeridi’ni işgal etmek istemediğini ancak Hamas’ın yok edilmesinin İsrail’in hedefi olmaya devam ettiğini varsayalım. Ve İsrail halkının oldukça şahin olduğunu düşünelim. Şimdi ne Washington’un ne de diğer büyük küresel ya da bölgesel güçlerin savaş sonrası Gazze için uygulanabilir ve siyasi olarak savunulabilir bir plan geliştiremediğini durumda İsraillilerin tam olarak neyle karşı karşıya kalıyor?
Biden yönetiminin, bazı kısımları Dışişleri Bakanı Antony Blinken tarafından kamuoyuna açıklanan mevcut planına göre, yeniden canlandırılmış bir Filistin Yönetimi kontrolü ele alana kadar Gazze’de bir tür uluslararası istikrar sağlanacak ve ardından ABD’nin iki devletli çözüm arayışı yeniden başlayacak.
Bu planın hiçbir aşaması gerçekçi değil. Gazze’de çok uluslu bir güç olması pek olası değil çünkü İsrail, Hamas’ı İsrail’in güvenliğini tehdit edemez hale getirse bile bu son derece tehlikeli olacaktır. Filistin Yönetimi yolsuzluk, işlevsizlik ve meşruiyet eksikliği nedeniyle -İsrail’e bağımlılığı ve İsrail’le koordinasyonunun yanı sıra Filistin lideri Mahmud Abbas’ın seçimlere katılmayı reddetmesi nedeniyle- yardım edilemeyecek kadar zor durumda. Reforme edilse bile Netanyahu ve danışmanları Filistin Yönetimi’ni bir ortak olarak görmediklerini açıkça ortaya koydular ve Ramallah’taki Filistinli liderler de İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki vekili olmayacaklarını açıkça belirttiler. Son olarak, ABD’li politika yapıcıların İsraillileri ve Filistinlileri barışa zorlamak için daha önce denenmemiş pek bir şey sunması mümkün görünmüyor.
İsrail halkının Gazze Şeridi’ni işgal etmek isteyip istemediği açık bir soru olmaya devam ediyor, ancak İsrailli dostlarımın ve muhataplarımın son iki aydır bana aktardığı üzere, mevcut çatışmada imkânsız bir durumla karşı karşıyalar. Filistin meselesinden ellerini çekmek ve güvenliğe kavuşmaktan başka bir şey istemiyorlar. Gazze’den çekilmenin bu hedefleri gerçekleştireceğini düşünüyorlardı ama 7 Ekim saldırıları bu inançlarını yerle bir etti. Bu nedenle İsrailliler Gazze’yi yeniden işgal ettiğinde kimse şaşırmamalı. Güvenlik isteyen İsrailliler için muhtemelen başka seçenek yok.
DÜNYA BASINI
Britanya’nın Afrika ajandası: Güçlü ve zayıf yönler
Yayınlanma
4 gün önce07/12/2023
Yazar
Emre Köse
Çevirmenin notu: Batı’nın uzun yıllardır ucuz iş gücü fırsatları için sanayisizleşmeyi göze alması karşısına Çin gibi bir tehlikeyi çıkardı. Ve Çin ve onun şirketleri, ABD ve AB’nin boşalttığı yerleri mükemmel bir şekilde dolduruyor. Afrika’nın ve Asya’nın tamamında ve ayrıca Latin Amerika’da, akıllara seza devasa altyapı projelerinin çoğunun altında Çin’in imzası var. Pekin kaz gelecek yerden tavuk esirgemiyor ve gittiği yerlerdeki muhataplarını borçla harçla uğraştırmıyor. Bu fena bir dönüşümün belirtileri ve sancılar şiddetli.
Britanya’nın Afrika ajandası: Güçlü ve zayıf yönler
Natalya Eremina
Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi (RIAC)
4 Aralık 2023
İngiliz küresel stratejisindeki (“Küresel Britanya”) Afrika tarafı pek açık tanımlanmadı, İngiliz devletinin kıtadaki hedeflerini belirlemedi ve Birleşik Krallık parlamentosundaki Afrika gündemine ilişkin tartışmanın da gösterdiği üzere hem iş dünyası hem de siyaset kurumu arasında soru işaretlerine yol açıyor. Bu nedenle, Britanya’nın Afrika’daki stratejisi şu anda, gözlerimizin önünde şekilleniyor ve hala ülkenin sömürge deneyimine dayanıyor. Ne de olsa bu, daha önce dominyon (mesela Güney Afrika), Britanya İmparatorluğu’nun protektorası (mesela Nijerya), koloni (mesela Gambiya, Kenya, Malavi, Sierra Leone, Uganda, Zambiya) ya da Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra manda bölgesi (mesela Tanzanya) olan ülkelerden oluşan İngiliz Milletler Topluluğu’na dayanıyor. Ayrıca İngiliz Milletler Topluluğu, olumsuz bir sömürge tadı taşıyan ortak bir tarihle (Mozambik, Gabon, Ruanda) Britanya’ya bağlı olmaksızın fayda arayan Afrika ülkelerini de içeriyor. Ayrıca Afrika ülkelerinin İngiliz Milletler Topluluğu’ndan ayrıldıklarında bir süre sonra yeniden üye olduklarını da gözlemlememiz gerek (Güney Afrika, Gambiya). Yalnızca Zimbabve 2003 yılında ayrıldığı örgüte geri dönmedi. Dolayısıyla aslında Birleşik Krallık, Afrika’nın yönünü önemli ve umut verici olarak görmese bile kıtadaki varlığını her zaman sürdürdü. Fakat yaklaşık beş yıl önce durum değişmeye başladı: Çin kendi ticari ve iktisadi ilişkiler ağını kurarak Afrika’da net bir yer edindi, Rusya güvenlik ve iktisadi işbirliği projeleriyle Afrika’ya geri döndü, AB, Global Gateway programı çerçevesinde Afrika’nın önemini ilan etti, ABD, Afrika’da yeni bir strateji açıkladı ve genel olarak, büyüme ve iktisadi kalkınma hususlarının küresel Güney denilen bölgeye kayması belirginleşti, bu da özellikle Birleşik Krallık için yatırım konusunu keskinleştirdi. Çeşitli Avrupa ülkelerinin sömürgecilik sorunu ve sömürgecilik sonrası yaklaşımlarının tam da şu anda aktif bir şekilde ele alınması ve yeniden değerlendirilmesi tesadüf değil ve bunun için diğerlerinin yanı sıra İngiliz siyaset kurumunun ve İngiliz kalıtsal aristokrasisinin temsilcilerinin sorumluluk alması gerekiyor. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde Birleşik Krallık, Afrika’nın önemini ve ülkenin kıtadaki hedeflerini ifade etme ihtiyacı sorusunu gündeme getirme konusunda ortaklarını takip etti (Afrika Stratejisi 2019’da yayımlandı ve aynı yıl Afrika Birliği ile mutabakat zaptı imzalandı, Afrika yönü de ülkenin dış politika incelemelerinin bir parçası olarak kabul edildi). Mevcut koşullarda Birleşik Krallık’ın Afrika meselelerine yönelik önerdiği yaklaşımların güçlü ve zayıf yönlerini kısaca ele alalım.
Birleşik Krallık’ın Afrika ajandasının güçlü yönleri
Afrika, farklı aktörlerin çıkarları arasında önemli bir kesişme noktası olarak nitelendiriliyor ve Birleşik Krallık’ın Afrika meselelerine katılımı kaçınılmaz olarak ülkenin profilini ve uluslararası ilişkilerdeki önemini artırıyor.
Birleşik Krallık, küresel enerji katılımı ve yatırımları açısından Afrika’nın iktisadi önemi konusunda oldukça net. Bu durum, 2020 yılında Afrika ile yapılan İlk Yatırım Zirvesi’nde de ortaya konmuştu. O dönemde İngiliz tarafı, Afrikalı ortaklarına 2027 yılına kadar tüm G7 ülkelerinden 80 milyar dolara kadar özel sektör yatırımı sağlama sözü bile vermişti. İngilizler, Afrika’daki çeşitli projeler için yaklaşık 4 milyar pound (bunun 2,4 milyar pound’u özel yatırım) toplamaya hazır olduklarını söylediler. İlk zirvede ayrıca 6,5 milyar pound değerinde sözleşmeler de yapıldı. Nisan 2024’te Birleşik Krallık Afrika ile İkinci Yatırım Zirvesi düzenlemeyi planlıyor (24 Afrika ülkesinden delegasyon bekleniyor: Cezayir, Angola, Kamerun, Fildişi Sahili, Kongo, Mısır, Etiyopya, Gana, Kenya, Malavi, Moritanya, Mauritius, Fas, Mozambik, Namibya, Nijerya, Ruanda, Senegal, Sierra Leone, Güney Afrika, Tanzanya, Tunus, Uganda ve Zambiya). Buna ek olarak, İngiliz hükümeti, işletmelerini riskleri azaltmaya ve Afrika’da yeni ortaklar bulmaya davet eden yatırım araçları oluşturdu. Bu araçlar arasında İngiliz Uluslararası Yatırım grubu, UKEF (Britanya İhracat Finansmanı) ve Growth Gateway programı bulunuyor.
Birleşik Krallık için Afrika’daki varlığının oldukça ciddi olumlu yönlerinden biri de askeri ortaklıkların ve hatta askeri üslerin varlığı. Kenya ve Nijerya, siyasi-askeri alanda sürekli bir ilişkinin olduğu iki Afrika ülkesi olarak öne çıkıyor. 2018 yılında Birleşik Krallık ile Nijerya, İngilizlerin Nijeryalı askerleri eğittiği ve ekipman tedarik ettiği Güvenlik ve Savunma Ortaklığı Anlaşması imzaladı. Kenya’da ise İngilizler 1963’ten bu yana düzenli olarak güncellenen bir savunma anlaşması aracılığıyla yakın askeri işbirliği geliştirdi.
Afrika, Birleşik Krallık’ın imaj hedeflerinin gerçekleştirilmesi açısından önemli bir bölge olmaya devam ediyor; zira ülke, gayri safi milli gelirinin yüzde 0,5’ini başta Afrika olmak üzere insani yardıma ayırmakla iftihar duyuyor. Ayrıca İngilizler, iç çatışmalar ve doğal afetler nedeniyle ülkelerinden kaçan Afrikalı mültecilere verdikleri desteği de vurguluyor (şu anda 1,5 milyondan fazla kişi kendisini siyah, siyah İngiliz, siyah Galli, Karayipli veya Afrikalı olarak tanımlıyor).
Britanya’nın Afrika ajandasındaki zayıflıklar
Afrika, Britanya’nın dış politika ajansında bir “yüze” sahip değil, hala küresel Güney’in bir parçası olarak görülüyor ve mevcut bağlamda farklı Afrika ülkeleri için farklı yaklaşımlar formüle etme girişimi dahi yok. Dolayısıyla, Afrika hala tek bir varlık olarak algılanıyor ve daha ziyade Arap Afrika’sı için bir istisna yapılıyor ama bu durum Afrika stratejisinin metninde ortaya konmuyor. Buna ek olarak, söz konusu kıta İngiliz çıkarlarının “geniş çevresi” kavramına dahil, yani ülkenin dış politika öncelikleri hiyerarşisinde son sırada yer alıyor. Aynı zamanda Afrika, bir işbirliği bölgesi olmaktan ziyade Çin ve Rusya ile bir rekabet alanı olarak görülüyor.
Britanya’nın Afrika kıtasındaki konumunun bir başka zayıflığı da özellikle uzun bir sömürgecilik mazisinden (halkların sömürgeciler tarafından ayrılması) kaynaklandığı için, krizleri önlemek ve dengelemek üzere operasyon başlatma konusunda bağımsız bir kabiliyete sahip olmaması. Birleşik Krallık askeri operasyonlar yürütmek için çoğunlukla Fransa ile işbirliği yapmak zorunda kalıyor. Bu durumda Birleşik Krallık, kendi stratejisinden ziyade Fransa’nın stratejisinin yerine getirilmesinin altında kalıyor. Aynı durum Birleşik Krallık’ın ABD ile ortaklığı için de geçerli. Aynı zamanda, İngiliz tarafının Afrika ülkelerindeki iç krizleri ortaklarıyla birlikte bile çözemeyeceği kabul ediliyor. İngilizler, Afrika’nın geleneksel olarak krizlerle boğuşan bu bölgelerine Sahel bölgesini de dahil ediyor. Afrika’daki iç risklerin çokluğu, askeri işbirliğini haklı gösterse de İngiliz tarafının iktisadi varlığını güçlendirmesini engelliyor. Bu nedenle Britanya, Afrika’daki güvenlik programlarında tek başına hareket etmiyor, yalnızca uluslararası işbirliğine ve makro-bölgesel sürdürülebilirliğe bel bağlıyor. Diğer hususların yanı sıra Britanya, bu amaçla Afrika Birliği ile bir anlaşma imzaladı.
Birleşik Krallık’ın sözde yumuşak gücü son derece karmaşık bir konu olmayı sürdürüyor. Bir yandan British Council, 19 Afrika ülkesinde faaliyet gösteriyor ve eğitim programları (örneğin Chevening programı) bulunuyor. Fakat bu tür programlar hala pek çok Afrika ülkesi için erişilmez olmaya devam ediyor. Buna ek olarak, Afrika’da sömürgeciliğin kalkınmadaki rolü ya da her zaman iktisadi ortaklık eksikliğinden kaynaklanan “kalkınamama” konusunda son derece aktif bir tartışma mevcut. Afrika’dan çıkarılan değerli eşyaların iadesi konusu sık sık gündeme geliyor.
Sonuçlar
Britanya, Afrika’daki konumunu güçlendirmek için mevcut iktisadi (yatırım) programlarını ve kurumlarını oluşturabildi, girişimcilerine Afrikalı ortaklarıyla daha rahat etkileşim yolları sunabildi; bu sadece ülkenin Afrika’daki imajı ve konumu için değil, aynı zamanda İngiliz iş dünyasının kendi hükümetine olan güvenine de katkıda bulunuyor. Ancak krizlere yalnızca iktisadi araçlarla karşı koymak mümkün değil. Bunun yanında Afrika’da hala Britanya’ya bağımlı bir grup ülkeden bahsedebiliriz. İngiliz Milletler Topluluğu içinde Britanya ile işbirliklerini analiz edersek İngiliz askeri üslerinin varlığı da dahil olmak üzere askeri-politik işbirliği faktörünün yanı sıra ticaret ve iktisadi etkileşime ilişkin mevcut verileri, Afrika ülkelerinin Britanya ve bir bütün olarak Batı dünyasıyla dayanışma sergilemek için önemli olan Rusya karşıtı kararlara ilişkin tutumlarını dikkate alırsak, Britanya’ya en “koşullu bağımlı” ülkeler olarak (bağımlılığın zayıflama sırasına göre) şu ülkeleri seçebiliriz: Sierra Leone, Malawi, Zambiya, Kenya, Nijerya ve Zambiya. Afrika ülkeleriyle işbirliği geliştirmeye çalışan Rus karar alıcıların bu koşulları göz önünde bulundurmaları muhtemelen mantıklı olacaktır.

Washington Güney Çin Denizi gerginliğinde boy gösterdi

OPEC ülkelerinin fosil yakıt tartışmalarına itirazı COP28 bildirgesinde etkili olacak

Xi, Hanoi’nin ‘ABD kampına kaymasını önleme’ hedefiyle Vietnam’a gidiyor

Scholz sosyal yardımlarda kesinti yapılmayacağını söyledi

Zelenski ile Orban arasında diyalog
Çok Okunanlar
-
AMERİKA2 hafta önce
Kısa Kissinger portresi: Akıllı, gerçekçi, gaddar
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
İran’ın Gazze savaşına doğrudan dahil olmamasının 7 nedeni
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Batı aklının ‘büyülü kurbanı’ Ukrayna
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Filistin’in geleceği – 1
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Filistin’in geleceği – 2
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Filistin’in geleceği – 3
-
SÖYLEŞİ1 hafta önce
‘Gazze’deki çatışma Batı medeniyetinin gerçek yüzünü gösterdi’
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Napoléon Efsanesi