DÜNYA BASINI
Küresel çip endüstrisi ve çip kıtlığının nedenleri
Yayınlanma
Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, dünyanın sayılı imalat hizmetleri şirketlerinden, ABD merkezli Jabil‘in internet sitesinde yayınlandı. Pandemi döneminde hayatımıza giren ‘çip kıtlığı’nın nedenlerine ilişkin sektörün içinden bilgiler veren makalede, sanılanın aksine yarı iletkenler sektöründeki sıkıntıların pandemiden epey önce başladığına dikkat çekiliyor. Bir başka dikkat çekici bilgi de, bazı alanlarda çip kıtlığı yaşanırken bazı alanlarda aşırı-üretimden kaynaklı sorunlar yaşanması. Akıllı telefonlardan otomobillere kadar hayatımızın her alanında var olan çipler, 5G ve Nesnelerin İnterneti (IoT) gibi yeni teknolojilere geçişte de kritik rol oynayacak. Bununla birlikte, çip üretimindeki ve tedarik zincirlerindeki sorunlar nedeniyle bu yeni teknolojilere geçişte aksamalar yaşanıyor. Metindeki köşeli parantezler bize aittir.
Çipler neden düşüşte: Küresel çip kıtlığı ve ötesinde gezinmek
Graham Scott
Dünya genelinde yaşadığımız tedarik zinciri darboğazları, bileşenlerle başlıyor. Bilakis, bu darboğazlar bileşen eksiklikleriyle başlıyor. Son yıllarda gördüğümüz tüm bileşen kıtlıkları arasında açık ara en ciddi olanı belirli yarı iletkenler veya çipler için olanlardı. Mevcut küresel çip kıtlığı, geçmişteki dengesiz piyasalardan yalnızca birkaçına rakip olabilir. Fakat, arz ve talepteki boşluğu hisseden ürün ailelerinin genişliği açısından benzersizdir.
Küresel yarı iletken kıtlığı henüz sona ermedi ama 2023 için bazı karışık sinyaller var. Pazar verilerine ve müşterilerimizle yaptığımız görüşmelere dayanarak, analog, mikrodenetleyiciler, FPGA ve diskritler gibi bileşenler pazarının 2023’e kadar iyice kısıtlanmasını bekliyoruz; temel yarı iletkenler için teslimat süreleri ortalama olarak hâlâ 40 haftayı geçmektedir ve üst düzey bileşenler 52 haftayı aşmaktadır.
Fakat 2023’ün ikinci yarısında bir miktar rahatlamanın gelebileceğini tahmin ediyoruz. Küresel ekonomi soğudukça, tüketici pazarlarındaki talep önemli ölçüde yumuşadı ve tedarikçilerin diğer pazarlardan gelen siparişleri yerine getirmesine ve birikmiş bileşen listelerini temizlemeye başlamasına olanak sağladı. Bu faktörler bir araya gelerek, Gartner’ı küresel yarı iletken gelirinin 2023’te %3,6 düşeceğini tahmin etmeye yöneltti.
Yine de, birkaç segment spesifik çiplere yönelik yüksek talebi beslemeye devam ediyor: Nesnelerin İnterneti (IoT), 5G ve otomotiv, özellikle otomotiv endüstrisinin elektrifikasyonu. Artık çip tedarikçileri, her alandaki eksiklikleri yönetmek yerine, talebin zirve yaptığı yerlerde talebi karşılamak için doğru ürün bileşimine sahip olduklarından emin olmak ve talebin düştüğü sektörlerdeki potansiyel çip fazlalığını önlemek için envanterlerini takip ediyor ve gözden geçiriyor.
Son iki yılda hayatımızdaki çoğu tatsız şey gibi, küresel yarı iletken kıtlığının da şu anda onu uzatan ve şiddetlendiren tek bir nedeni var: COVID-19. Salgının neden olduğu talep, bileşen tedarikçilerinden başlayarak tedarik zincirinin tüm noktalarında kapasiteyi zorluyor.
Devam Eden Küresel Çip Kıtlığının Arkasında Ne Var?
COVID-19 salgını çip kıtlığını başlattı ve virüs patlamaları, işgücü zorlukları ve jeopolitik belirsizlikler dahil olmak üzere uzun vadeli etkileri onu körükledi. Küresel tedarik zincirinin her halkası fazlasıyla kesintiye uğramaya devam ediyor. Maalsef, yakın vadede toparlanma olacağına ilişkin işaretler yok.
Bunun nedeni, pandeminin aynı zamanda büyümede ve talepte o kadar olağanüstü ve öngörülemez bir geri dönüşe yol açmış olmasıdır ki, tedarik zincirleri bu talep daha yönetilebilir bir düzeye düşene veya kapasite ve bileşen tedarik zinciri sorunları daha fazla çözülene kadar ayak uydurmak için mücadele edecek. Başlangıçta tüm emtialar, COVID-19’un başlaması ve fabrikaların kapanmasıyla birlikte talebin hızla düştüğünü gördü. Ardından, pandeminin ilk şokları yatıştıktan sonra gördüğümüz devasa tüketici harcamaları, küresel ekonomide V şeklinde bir toparlanma yaratarak yarı iletkenlere olağanüstü bir ihtiyaç doğurdu.
Eskiden hararetli olan ekonomi durgunlaştığına göre, çip kıtlığı, analog tedarikçilerin hâlâ uzun tedarik süreleri ve büyük fiyat artışları ile karşı karşıyayız. Risk, tüm yarı iletken tedarik zinciri boyunca benzersiz seviyelere yükseltildi.
Bu sürekli talebin etkileri öncelikle çip plakaları dökümhanelerinde hissediliyor. Çip plakası başlangıçları, çip tedarik zincirindeki ana sıkıntıdır. Küresel yarı iletken üretim kapasitesinin %28’ini kontrol eden dünyanın en büyük çip üreticisi TSMC bile süregiden kıtlıklar yaşıyor. Texas Instruments, Intel ve TSMC gibi üreticiler çip üretimini hızlandırmak için yeni fabrikaların inşasına milyarlarca dolar yatırım yapıyor. Fakat bu özünde tam bir düzeltme değildir; bu yeni tesisler devreye girmeye başladı ve açılışlar 2023 ve sonrasında artacak. Ama bu fabrikalar, genel olarak yüksek talep varlığında planlandı. Yarı iletken üreticileri, talep zayıflamaya devam ederse kapasite fazlası riskine karşı dikkatli olmalı ve arzlarını buna göre dengelemelidir.
Hükümetler de çip kapasitesini artırmak için devam eden çabaya katıldı. Temmuz 2022’de Amerika Birleşik Devletleri Senatosu ve Temsilciler Meclisi, ABD’de yarı iletkenlerin araştırılması ve üretimi için yaklaşık 52 milyar dolarlık devlet sübvansiyonu içeren CHIPS Yasasını kabul etti. Tasarı ayrıca, diğerlerinin yanı sıra ülkenin otomotiv ve tüketici elektroniği endüstrilerini engelleyen bazı tedarik zinciri sorunlarını hafifletmek için ABD çip üretimini teşvik etmek amacıyla çip fabrikalarına yaklaşık 24 milyar dolar değerinde vergi indirimi sağlıyor.
Avrupa Birliği, Avrupa’daki yarı iletken üretimini artırmak için kendi “Çip Yasası”nı planlıyor, Güney Kore kendi endüstrisine 450 milyar dolar taahhüt etti ve Japon hükümeti, TSMC ve Sony ile 2024’ün sonunda yeni bir fabrika açmak için ortaklık kuruyor.
Çip plakası dökümhanelerinin ötesinde, tel bağlama, substratlar, malzemeler ve testlerin tamamında eksiklikler veya gecikmeler yaşanıyor. Çin’de süregelen COVID-19 salgınları, hammadde tedarikini, montaj ve testleri etkiledi. Ayrıca, Ukrayna’nın işgali fiyatları artırdı ve yarı iletken üretiminde kullanılan hammaddelerin arzını sınırladı, bu da endüstri için kilit pazarlarda kargaşaya neden oldu.
Bu zorluklara rağmen, teslimat süreleri istikrar kazanmaya ve hatta bazı durumlarda azalmaya başlıyor. 2023’ün başlarından itibaren, çoğu standart yarı iletken için teslim süreleri ortalama 26 ila 52 haftadır ve 2022’nin ikinci yarısı boyunca istikrarlı bir iyileşme göstermiştir. Bu yılın ilerleyen aylarında, otomotiv dışı çiplerin çoğu için ortalama teslim sürelerinin 35 haftanın altına düştüğünü görebiliriz; bu, yine de pandemi öncesi ortalama teslim sürelerinden çok daha uzundur.
Mikrodenetleyiciler (MCU’lar) ve çip setleri gibi otomotiv sınıfı ve üst düzey yarı iletkenler, büyük ölçüde sıkıntılı kaldı. Bu üst düzey bileşenlerin çoğu, ortalama teslim sürelerinin ortalama 52 ila 78 hafta olduğu dağıtım içindedir.
Büyümeyi yavaşlatan ve piyasa taleplerini ayarlayan bu yeni dönem, yeni fiyat artış dalgaları da yaşadı. Hammaddeler, çip plakası üretimi, lojistik ve işçilik her zamankinden daha pahalı hale geldi. Buna karşılık, yarı iletken tedarikçileri, tedarik zincirini istikrara kavuşturmak için maliyetlerini müşterilerine yansıtmaya zorlanıyor. Yine dünyanın en büyük 300 mm çip plakası ve en gelişmiş işlem düğümleri dökümü tedarikçisi olan TSMC’nin, Ağustos 2021’de üst düzey yarı iletkenler için %10 ve daha az gelişmiş çipler için %20’lik bir artışın ardından, 2023’te fiyatları %3 ila %6 arasında artırması bekleniyor.
Temel çiplerin fiyatları, üreticiye bağlı olarak büyük olasılıkla sabit kalacak veya biraz artacaktır. Üst düzey çip üreticileri, bileşenleri için yaklaşık %5 ila %15’lik ek zamlar bekliyor.
2021 ve 2022’nin belirsizliklerinden zaten darbe almış olan otomotiv, 5G ve IoT ve akıllı telefonlar dahil olmak üzere çiplere en çok yaslanan pazarlar daha fazla bilinmezliğe hazırlanıyor.
Çip Kıtlığı Piyasaları Nasıl Etkiledi?
Otomotiv endüstrisi çip kıtlığından muhtemelen en çok etkilenendi. Bağlantı düzeyine bağlı olarak, ortalama bir arabada 100’den fazla çip olabilir ve birçok araçta güvenlik özelliklerini, elektrik ve aktarma organları sistemlerini, bilgi-eğlence sistemini, bağlanabilirliği ve daha fazlasını kontrol etmek için binlerce yarı iletken gerekir.
Bir TSMC sözcüsünün Time’a söylediği gibi, endüstrinin mevcut çip sıkıntılarının kökleri 2018’e kadar uzanıyor. Paketlemeden buzdolaplarına kadar her şey birbirine bağlı hale geliyordu ve akıllı telefon talebi hızla artıyordu fakat arabalara olan talep sakindi. İhtiyacı karşılamak için yarı iletken üreticileri, MCU’lar gibi artık kritik olan otomotiv bileşenlerini diğer endüstrilere daha fazla tedarik etmeye başladı. Bu, 2020’nin son çeyreğinde otomobil talebinin beklenmedik bir şekilde artması ve düşük faiz oranları ve tüketicilerin tahmin ettiğinden daha fazla harcanabilir gelire sahip olması sayesinde 2021’in ilk yarısı boyunca devam etmesiyle büyük bir sorun haline geldi.
2021 baharına gelindiğinde, çip kıtlığının sonuçları otomobil endüstrisi için netleşti. Fabrikalar, parça aksamaları nedeniyle üretimi kısmak, hatta geçici olarak kapatmak zorunda kaldı. Bu sınırlı çip arzı üzerinde daha fazla baskı oluşturan şey, dünya çapında hükümetler tarafından artan sayıda elektrikli araç yetki belgesi verilmesidir. Sektör uzmanları ve otomobil üreticileri, uzun süreli bir çip kuraklığının özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde bu yeni araçların piyasaya sürülmesini geciktirebileceğine dair endişelerini dile getirdiler. Analist firması AutoForecast Solutions, OEM’lerin [Orijinal Ekipman Üreticisi] çip eksikliği nedeniyle 2023’te üç milyon araçlık bir üretim açığıyla karşı karşıya kalacağını tahmin ediyor. Şüphesiz bir güçlük; fakat 2022’nin 4,5 milyon ve 2021’in 10,5 milyon kayıp aracından sonra bir iyileşme.
Otomotiv çip kıtlığı yeni arabaların fiyatını da artırıyor. Yeni bir arabanın ortalama fiyatı 2021 ve 2022 boyunca rekor seviyelere ulaştı ve Aralık 2022’de 46.382 dolar oldu; 2020 sonunda ortalama fiyat 40.000 dolardı. J.D. Power’a göre, Aralık 2021 ile 2022 arasında yeni araba sayısı aslında yıldan yıla %2,8 azalırken –arz kısıtlamaları ile enflasyon ve artan faiz oranlarının neden olduğu talep düşüşü nedeniyle– yeni arabalara yapılan tüketici harcaması aynı dönemde sadece %0,3 düştü.
Yüksek fiyatlara rağmen çip kıtlığının ve yüksek faiz oranları gibi ekonomik baskıların otomotiv OEM’lerini 2011’den bu yana en düşük satış toplamına getirdiğine inanılıyor – birçok tekil marka, beklenenden daha düşük üç aylık sonuçlar getirmeye devam ediyor ve sonuç olarak 2023 mali hedeflerini ayarlıyor.
Çip kıtlığı, 5G ağlarını kullanan IoT modüllerinin uygulanması da dahil olmak üzere IoT projelerini de yavaşlatıyor. Şirketler 5G teknolojilerini uygulamak için çalışırken hücresel IoT çip setlerine ve modüllerine olan talep artıyordu ama tedarik zinciri kesintileri sevkiyatları geciktirdi ve endüstrinin büyümesini engelledi. Küresel IoT bağlantılarının sayısı, salgın öncesi yıllık %25’lik büyümeye kıyasla 2021’de yalnızca %8 arttı. Yavaşlayan bu büyüme, uzun zamandır beklenen 4G’den 5G’ye dönüşümü daha da geciktirebilir.
Ek olarak, yarı iletkenler için ihtiyaç duyulan hammaddelerin arzı sınırlı olmaya devam ettiğinden, bunlar muhtemelen IoT cihazlarında kullanılan daha basit mikrodenetleyiciler ve sensörler yerine otomobil gibi ürünlerde kullanılan üst düzey çiplere tahsis edilecek. Forrester’ın 2022’de IoT ile ilgili bir raporu, IoT pazarının talebi karşılamak için gereken çip arzını yeniden kazanmasının daha uzun süreceğini öngörüyor.
Kıtlıkların tam etkileri henüz 5G’nin piyasaya sürülmesinde görülmedi. Bununla birlikte, bir dizi telekomünikasyon şirketi, Haziran 2021’de FCC’yi [ABD Federal İletişim Komisyonu] çip eksikliğinin 5G bağlantılarının konuşlandırılması üzerinde önemli etkileri olabileceği konusunda uyardı.
Şimdiye kadar, endüstriler çip kıtlığıyla çoğunlukla kısa vadeli yöntemlerle uğraştı. Otomotiv endüstrisi, yeni araba modellerinden yüksek teknoloji özelliklerini kesmek gibi anlık kararlara yöneldi. Bu arada akıllı telefon endüstrisi, salgının başında stokladıkları yarı iletkenleri kullanarak kıtlığın ilk aşamalarından kurtulmayı başardı.
Endüstri sonunda tedarik sorunlarıyla karşılaştı fakat şimdi tam tersi bir sorunla karşı karşıya; çok fazla bellek çipi var ve bu bileşenleri gerektiren yeni akıllı telefonlar için çok az talep var. Yakın tarihli bir Nikkei analist anketi, telefonlar, PC’ler ve diğer tüketici elektroniği için bu yarı iletken arz fazlasının muhtemelen 2023 sonbaharına kadar süreceğini ortaya koydu.
Küresel tedarik zinciri boyunca, bir alanda kritik çip kıtlığı ve diğerlerinde öngörülemeyen bileşen fazlalığı gibi karışık sinyaller görüyoruz. Bu veya herhangi bir belirsizlik anının üstesinden gelmek, görünürlük, öngörülebilirlik ve iletişim üzerine inşa edilmiş esnek bir tedarik zinciri stratejisiyle başlar.
Küresel Çip Kıtlığını İdare Etmek
Belki de küresel çip kıtlığı hakkında kesin olarak söylenebilecek tek şey, bunun ne zaman sona ereceğinden kimsenin emin olmamasıdır. Pazar verilerine ve müşterilerimizle yaptığımız görüşmelere göre talep beklendiği gibi kalırsa, yarı iletken pazarının 2023’e kadar sıkışık geçmesini bekliyoruz.
Her şirket aynı gemideyken yarı iletkenlerin yetersiz tedarikini ve artan maliyetleri aşmanın kolay bir yolu yoktur. Fakat sızdıran bir kayık ile kayalık sularda seyredebilen bir sürat teknesi arasında büyük bir fark vardır. Her orijinal ekipman üreticisi (OEM), çip kıtlığı devam ederken mümkün olan en iyi konumda olduklarından emin olmak için bir dizi adım atabilir:
Hizalama: Şirketinizin ürün tasarım ekipleri, ihtiyaç duyduğunuzda gerekli bileşenleri elde etme şansınızı artırmak için tedarikçilerinizin teknoloji yol haritaları ve sermaye yatırım planları ile uyumlu kalmalıdır.
Tedarikçi kalifikasyonu: Ortak ürünler için, birden fazla onaylı tedarikçiye sahip olun ve tedarikçiler yeteneklerini ve tekliflerini artırdıkça bu listeye eklemeye devam edin. Tedarikçilerin belirli bir bölgede yoğunlaşmasından doğabilecek riskleri azaltmak için yeterlilik sürecinin bir parçası olarak tedarikçilerin küresel ayak izlerini gözden geçirin ve değerlendirin.
Görünürlük: Ürün kapasitelerini ve potansiyel uzun vadeli sermaye yatırımlarını planlayabilmeleri için tedarikçilerinize mümkün olduğunca fazla görünürlük sağlayın. 12 ila 24 aylık görünürlük arayan bazı tedarikçilerle, mümkün olan en kısa sürede, çip plakası ve kapasite planlaması için daha iyi görünürlük sağlamak için 2023’ün sonuna ve hatta 2024’e kadar uzun vadeli siparişler verin.
Planlama sistemlerinde ve ilave emniyet stoklarında teslim sürelerini artırın: Çoğu emtia için tedarik sürelerinin artmasıyla birlikte, planlama sistemlerinizi bu gecikmeleri buna göre yansıtacak şekilde güncelleyin. Planlanmamış siparişlerde kâr ve destek çok zor olacaktır.
Yarı iletken kıtlığının getirdiği zorluklara dayanmak için hem kısa vadeli hem de uzun vadeli stratejiler gereklidir. Bu devam eden tek bileşen eksikliği değil ve kesinlikle son olmayacak.
Pandemi, küresel tedarik zincirini kargaşaya sürükledi. Fakat son birkaç yılın zorlukları aynı zamanda derin birbirine bağlılığını da ortaya çıkardı ve böylece güçlü tedarikçi ilişkilerinin ve hazırlıklı, esnek bir tedarik zinciri ve satın alma stratejisinin kritik önemini vurguladı. Bu sefer çipler nereye düşerse düşsün, bir planın olması her zaman akıllıcadır.
İlginizi Çekebilir
-
Trump’ın zaferine dünyadan karmaşık tepkiler
-
ABD hükümeti Intel’i kurtarmayı planlıyor
-
TSMC bazı Çinli yapay zeka çipi müşterileri için üretimi askıya alacak
-
ASML: ABD, Çin’e karşı daha fazla çip kısıtlaması için bastıracak
-
20 AB ülkesinden “tek pazarı güçlendirme” girişimi
-
Apollo, Intel’e “multi-milyar dolarlık” yatırım teklif edecek
Çevirmenin notu: ABD’nin yeni başkanı Donald Trump’ın eklektik fikirlerinin olması, hiçbir ideoloji olmadığı anlamına gelmiyor. “Çılgın” ve “irrasyonel” olarak damgalanan Trump’ın birbirini besleyen dört ideolojik kaynağı olduğunu savunan iktisatçı Branko Milanovic, bunları merkantilizm, özel sektöre/kâr amaçlı faaliyetlere güven, göçmen karşıtı milliyetçilik ve ABD’nin “kendisi için bir ulus” olduğuna ilişkin inanç olarak sıralıyor. Milanovic’in Trump’tan “antiemperyalist bir milliyetçilik” beklentisi gerçeklerle uyuşmayabilir veya Çin’in Trump’ın şantajını kabul ederek “daha az satıp daha çok almayı” neden kabul edeceği bir muamma; bununla birlikte, Trump ve benzeri figürlerin kolayca “faşist” veya “popülist” olarak nitelendirilemeyeceğine ilişkin vurgusu yerinde görünüyor. Metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.
Donald J. Trump’ın ideolojisi
Branko Milanovic
Global Inequality and More 3.0
12 Kasım 2024
Donald J. Trump’ın bir ideolojisi var mı ve bu ideoloji nedir? Sorunun ilk kısmı gereksiz: her bireyin bir ideolojisi vardır ve eğer bir ideolojiye sahip olmadıklarını düşünüyorsak, bunun nedeni çeşitli ideolojik çerçevelerden toplanan parçaların yeniden düzenlenmiş bir karışımını temsil etmesi ve bu nedenle bir isim koymanın zor olmasıdır. Fakat bu ideoloji olmadığı anlamına gelmez. İkinci kısım milyon dolarlık bir sorudur çünkü Donald J. Trump’ın ideolojisini bir araya getirebilseydik, önümüzdeki dört yıl boyunca yönetiminin nasıl görünebileceğini tahmin edebilir veya öngörebilirdik (oynaklık unsuru yüksektir).
Çoğu insanın Trump’ın ideolojisi hakkında tutarlı bir argüman ortaya koyamamasının nedeni, ya nefret ya da hayranlıktan gözlerinin kör olması ya da onda gözlemledikleri şeyi, alışkın oldukları ve üzerinde bir isim bulunan ideolojik bir çerçeveye oturtamamalarıdır.
Soruyu yanıtlamaya çalışmadan önce, Trump’a yakıştırılan ve bana göre tamamen yanlış olan iki sıfatı bir kenara bırakmama izin verin: faşist ve popülist. Eğer faşist bir hakaret terimi olarak kullanılıyorsa, bunda bir sorun yok ve bunu özgürce kullanabiliriz. Kimsenin umurunda değil. Fakat Trump’ın inançlarına ilişkin rasyonel bir tartışmada bir terim olarak kullanılması yanlıştır. Bir ideoloji olarak faşizm (i) dışlayıcı milliyetçilik, (ii) liderin yüceltilmesi, (iii) bireylerin ve özel sektörün aksine devletin gücüne vurgu, (iv) çok partili sistemin reddi, (v) korporatist yönetim, (vi) toplumun sınıf yapısının üniter milliyetçilikle değiştirilmesi ve (vii) partiye, devlete ve lidere yarı dini bir tapınma anlamına gelir. Trump’ın inandığı ya da empoze etmek istediği şeylerle neredeyse hiçbir ilişkisi olmadığını göstermek için bu unsurların her birini tek tek tartışmama gerek yok.
Aynı şekilde, “popülist” terimi de son zamanlarda kötüye kullanılan bir terim haline geldi ve daha iyi tanımlanması için yapılan bazı (bence oldukça başarısız) girişimlere rağmen, aslında seçimleri kazanan ama bunu “bizim” hoşlanmadığımız bir platformda yapan liderleri ifade ediyor. O zaman bu terim anlamsız hale geliyor.
Trump’ın önceki dört yıllık iktidarı sırasında gözümüze çarpan ideolojisinin bileşenleri nelerdir?
Merkantilizm. Merkantilizm, iktisadi faaliyeti ve özellikle de devletler arasındaki mal ve hizmet ticaretini sıfır toplamlı bir oyun olarak gören eski ve kutsal bir doktrindir. Tarihsel olarak, zenginliğin altın ve gümüş olduğu bir dünya ile birlikte gitmiştir. Altın ve gümüş miktarının sınırlı olduğunu kabul ederseniz, daha fazla altın ve gümüşe (diğer tüm mallardan bağımsız olarak) sahip olan devletin ve liderinin daha güçlü olduğu açıktır. Dünya 17. yüzyıldan bu yana gelişti ama pek çok insan hâlâ merkantilist doktrine inanıyor. Dahası, ticaretin başka araçlarla yapılan bir savaş olduğuna ve ABD’nin başlıca rakibinin ya da hasmının Çin olduğuna inanılırsa, Çin’e yönelik merkantilist politika çok doğal bir tepki haline gelir. Trump 2017’de Çin’e karşı bu tür politikaları başlattığında bunlar ana akım söylemin bir parçası değildi ama o zamandan beri merkeze taşındı. Biden yönetimi bunları takip etti ve önemli ölçüde genişletti. Trump’ın bu politikaları ikiye katlayacağını bekleyebiliriz. Fakat merkantilistler alışveriş yanlısıdır [transactional] ve Trump da alışveriş yanlısı olacaktır: Çin daha az satmayı ve daha çok almayı kabul ederse, memnun olacaktır. Biden’ın aksine Trump Çin rejimini zayıflatmaya ya da devirmeye çalışmayacaktır. Dolayısıyla, pek çok kişinin inandığının aksine, Trump’ın Çin için iyi olduğunu düşünüyorum (yani, alternatifler göz önüne alındığında).
Kâr amacı gütme. Tüm Cumhuriyetçiler gibi Trump da özel sektöre inanıyor. Ona göre özel sektör, regülasyonlar, kurallar ve vergiler tarafından makul olmayan bir şekilde engellenmektedir. Kendisi hiç vergi ödemeyen bir kapitalistti ve bu da ona göre iyi bir girişimci olduğunu gösteriyordu. Fakat diğerleri için, daha az kapitalistler için, regülasyonlar basitleştirilmeli veya ortadan kaldırılmalı ve vergilendirme azaltılmalıdır. Bu görüşle tutarlı olarak, sermaye üzerindeki vergilerin emek üzerindeki vergilerden daha düşük olması gerektiği inancı vardır. Girişimciler ve kapitalistler iş yaratanlardır, diğerleri ise Ayn Rand’ın deyimiyle “beleşçilerdir.” Trump’ta yeni bir şey yok. Bu doktrin Reagan’dan itibaren Bill Clinton da dahil olmak üzere aynı doktrindir. Trump sermaye üzerindeki düşük vergiler konusunda daha açık sözlü ve açık olabilir, fakat Baba Bush, Clinton ve Oğul Bush’un yaptıklarının aynısını yapacaktır. Ve liberal ikon Alan Greenspan’in derinden inandığı şeyi.
Göçmen karşıtı “milliyetçilik”. Bu gerçekten zor bir bölüm. “Milliyetçi” terimi Amerikalı politikacılara yalnızca garip bir şekilde uygulanabilir çünkü insanlar “dışlayıcı” (kapsayıcı değil) Avrupa ve Asya milliyetçiliklerine alışkındır. (Diyelim ki) Japon milliyetçiliğinden bahsettiğimizde, bu tür Japonların etnik olarak Japon olmayanları ya karar alma mekanizmasından ya da ülkedeki varlıklarından ya da her ikisinden de uzaklaştırmak istediklerini kastediyoruz. Aynı durum Sırp, Eston, Fransız ya da Kastilya milliyetçilikleri için de geçerlidir. Amerikan milliyetçiliği, ABD’yi oluşturan insanların muazzam heterojenliği nedeniyle, doğası gereği etnik ya da kan bağına dayalı olamaz. Bu nedenle yorumcular yeni bir terim icat etmişlerdir: “beyaz milliyetçiliği.” Bu tuhaf bir terim çünkü derinin rengi ile etnik (kan) ilişkilerini birleştiriyor. Gerçekte, Trump’ın “milliyetçiliğinin” tanımlayıcı özelliğinin ne etnik ne de ırksal olduğunu, sadece yeni göçmenlerden hoşlanmamak olduğunu düşünüyorum. Bugün sosyo-demokratik dünyanın kalbinde, İsveç, Hollanda, Finlandiya ve Danimarka’daki sağcı partilerin (Hollandalı sağcı lider Geert Wilders’in ünlü ifadesiyle) ülkelerinin “dolu” olduğuna ve daha fazla göçmen kabul edemeyeceklerine inandıkları İskandinav ve Kuzeybatı Avrupa ülkelerinde uygulanan göçmen karşıtı politikalardan özünde farklı değildir. Trump’ın bu görüşü sadece ABD’nin nesnel olarak hiçbir kritere göre dolu bir ülke olmaması nedeniyle sıra dışıdır: ABD’de kilometrekare başına düşen insan sayısı 38 iken Hollanda’da 520’dir.
Kendisi için ulus [a nation for itself]. Merkantilizm ile göçmen karşıtlığı birleştirildiğinde, Trump yönetimindeki ABD dış politikasının neye benzeyeceğine yaklaşılır. Bu politika milliyetçi anti-emperyalizm politikası olacaktır. Bu terimleri açmam gerekiyor. Bu kombinasyon özellikle büyük güçler için nadirdir: eğer büyük, milliyetçi ve merkantilist iseler, neredeyse sezgisel olarak emperyalist olmaları gerektiği anlaşılır. Ne var ki Trump tüm dertlere çare olarak ortaya atılan bu reçeteye meydan okuyor. Kurucuların “dış karışıklıklardan” nefret eden dış politikasına geri dönüyor. Onların ve kendisinin görüşüne göre ABD, kendi çıkarlarını gözeten güçlü ve zengin bir ülkedir, ama Madeleine Albright’ın tanımladığı şekilde “vazgeçilmez bir ülke” değildir. ABD’nin görevi dünyadaki her yanlışı düzeltmek (bu doktrinin iyimser ya da kendine hizmet eden görüşüne göre) ya da parasını kendi çıkarlarıyla hiçbir ilgisi olmayan insanlara ve davalara harcamak (aynı doktrinin realist görüşüne göre) değildir.
Trump’ın 1945’ten bu yana her iki ABD partisinin de geçer akçesi haline gelen emperyalizmden neden hoşlanmadığını söylemek zor ancak içgüdüsel olarak Kurucu Babaların ve Woodrow Wilson’ın Cumhuriyetçi rakibi William Taft gibi ABD’nin iktisadi gücüne inanan ve bu gücü dünya üzerinde hegemonik bir siyasi yönetime dönüştürmeye gerek görmeyen kişilerin değerlerini benimseme eğiliminde olduğunu düşünüyorum.
Bu, Trump’ın ABD hegemonyasından vazgeçeceği anlamına gelmiyor (NATO dağıtılmayacak), çünkü Thukididis’in yazdığı gibi: “Ani bir panik havası ve siyasi ilgisizlik ruhu içinde bunun iyi ve asil bir şey olacağını düşünen bazı insanlar olsa da, bu imparatorluktan vazgeçmeniz artık mümkün değil. İmparatorluğunuz şu anda bir tiranlık gibi: onu kabul etmek yanlış olabilir; vazgeçilmesine izin vermek kesinlikle tehlikelidir.” Fakat Trump’ın merkantilist ilkeleri ışığında, ABD müttefiklerine bunun için çok daha fazla bedel ödetecektir. Perikles’in Atina’sında olduğu gibi, koruma artık bedavaya gelmeyecektir. Hepimizin hayran olduğu güzel Akropolis’in müttefiklerden çalınan altınlarla inşa edildiğini unutmamak gerekir.
Stephen Walt, 10 maddede ABD seçimlerini yazdı: Winter is coming!
DÜNYA BASINI
Trump’ın zaferinden sonra: Ukrayna’da savaş sona mı eriyor?
Yayınlanma
5 saat önce12/11/2024
Yazar
Emre KöseEski Alman Şansölyesi Angela Merkel’in askeri danışmanı Erich Vad, Trump’ın Ukrayna’daki savaşı hızla sona erdirebileceğine dair iddialara ihtiyatla yaklaşırken, bu vekalet savaşının Avrupa’nın sorumluluğuna geçebileceği ve Kuzey Kore askerlerinin bölgeye dahil olması gibi gelişmelerin savaşı daha karmaşık hale getirebileceğine dikkat çekiyor. Ayrıca, Almanya ve Avrupa’nın ABD’nin politikalarını sorgusuz kabul etmesi halinde iktisadi sorunlarla karşı karşıya kalabileceğini vurgulayan Vad, Almanya’nın çıkarlarını korumak için daha dengeli bir dış politika izlemesi gerektiğini öneriyor.
Trump’ın zaferinden sonra: Ukrayna’da savaş sona mı eriyor, sayın Vad?
Simon Zeise, Berliner Zeitung
7 Kasım 2024
Erich Vad, eski Almanya Başbakanı Angela Merkel’in askeri danışmanıydı. O dönemde Almanya hükümeti, NATO’yu “Trump’a karşı güvenceye almak” istemişti. Vad, mülakatında, ülkenin şu anda karşı karşıya olduğu zorlukları anlatıyor.
Donald Trump’ın ilk başkanlık dönemi, Almanya ile sert bir çekişme içerisinde geçmişti. Almanya hükümetinin ülkenin savunmasına daha fazla harcama yapması, Alman ekonomisinin Rusya’nın ucuz doğalgazından istifade etmemesi ve Çin’e karşı uygulanan gümrük vergileri katılması gerektiği, Trump yönetiminin temel talepleriydi. O zamandan bu yana Avrupa ve Almanya’nın dış politikası büyük ölçüde değişti. Ukrayna savaşı, Kuzey Akım-2’nin patlatılması ve Almanya’nın zeitenwende [dönüşüm] politikası, kıtayı ve ABD ile olan ilişkileri dönüştürdü. Angela Merkel’in eski askeri danışmanı Erich Vad, Berliner Zeitung’a verdiği bu mülakatta, Berlin’in yeni Trump yönetimi karşısında hangi zorluklarla karşılaşabileceğini değerlendiriyor.
Sayın Vad, Donald Trump ABD başkanlık seçiminden galip çıktı. Kendisi, Ukrayna’daki savaşı 24 saat içinde sonlandırabileceğini açıklamıştı. Yarın Avrupa’da barış olacak mı?
Bu kadar hızlı olacağını sanmıyorum. Trump, ocak ayında göreve başlayacak. Belki ABD açısından savaşı sona erdirmek isteyebilir. Washington, örneğin, ABD ile Rusya arasında Ukrayna üzerinden yürütülen bu vekalet savaşının Avrupa ülkeleri tarafından devralınmasını sağlayabilir. Fakat Ukrayna savaşı “donmuş bir çatışma” [frozen conflict] hâline de gelebilir. Gerçekten bir ateşkes ve barış görüşmeleri olur mu, bunu bekleyip görmek lazım.
Ama şu anki durumda Avrupa için asıl endişe verici olan şey, savaşın giderek Avrupa’nın sorumluluğuna geçmesi ve eşzamanlı olarak daha da fazla tırmanması. Artık bölgede Kuzey Koreli askerler var. Ayrıca Batılı siyasetçiler, Kiev’e Rusya’nın iç bölgelerine kadar ulaşabilecek uzun menzilli silahlar tedarik edilmesini talep ediyor. Bu durumda Avrupalılar dikkatli olmalı: Kendi çıkarlarımızı çok daha fazla göz önüne almalıyız ve bu çıkarlar, ABD’ninkilerle her zaman örtüşmeyebilir.
Biden ve Scholz, NATO’yu “Trump’a karşı güvenceye almak” için Almanya’ya orta menzilli füzeler konuşlandırmak istiyorlardı. Bu politika devam edecek mi?
Trump’ın NATO’yu pek de önemli görmeyip esas odak noktasını Çin’e yöneltme eğilimi muhtemelen devam edecek. Avrupa ülkelerinden de daha fazla katkı talep edecektir, bunun karşılığında da Amerika’nın NATO’da kalmasını sağlayacaktır.
Avrupa açısından, Rusya ile uzun vadeli bir çatışmanın sürmesinden yana olmamız mümkün değil. ABD açısından ise, bu savaş –her ne kadar bir vekalet savaşı da olsa– farklı bir gözle değerlendiriliyor: Amerika, Ukrayna’daki Avrupa savaş sahasından 8000 kilometre uzakta.
Trump, Putin ile iyi ilişkiler kurmasıyla övülüyor. Bir yandan Rusya ile yakın ilişkiler kurmak, diğer yandan Ukrayna’daki vekalet savaşını körüklemek bir çelişki değil mi?
Uluslararası ilişkiler çelişkilerle doludur. Dünyayı iyi demokrasiler ile kötü otokrasiler olarak ayırmak, kötü bir çocuk kitabı seviyesinde kalır. Biz Avrupalılar, tek taraflı Ukrayna politikamızla Rusları adeta Çin’in kucağına itmiş olduk. Bu, makro stratejik açıdan son derece sakıncalı bir durumdu. Trump, gittikçe güçlenen Rusya-Çin ittifakını zayıflatmaya çalışacaktır. Eğer bunu başarabilirse, akıllıca bir hamle yapmış olur. Almanya hükümeti, uluslararası ilişkilerdeki bu çelişkileri dikkate almalı. Türkiye ve Hindistan bu türden bir yaklaşımın iyi örnekleri: Türkiye, NATO’nun önemli bir ortağı olmasına rağmen aynı zamanda BRICS ülkeleriyle de güçlü bağlar kurmuş durumda. Erdoğan’ın Putin’le yakın ilişkisi var, Rusya’dan silah ithal ediyor ve aynı zamanda Ukrayna’ya Türk silahları ihraç ediyor. Hindistan Başbakanı Modi, yazın Kiev’i ziyaret etti ve bundan dört hafta önce de Moskova’daydı. Ruslarla sıkı bir savunma işbirliği var; aynı işbirliğini Ukraynalılarla da kurmuş durumda. Rusya’dan doğalgaz ve petrol alıp bunları Almanya’ya satıyor, bir yandan da hem Çin ile hem de ABD ile yakın ilişki kurmaya çalışıyor. Biz Avrupalıların da dünya siyasetine daha nüanslı ve kendi çıkarlarımızı merkeze alarak bakmamız gerekiyor. Özellikle Trump ile yaşanacak anlaşmazlıklarda aksi halde kolayca oyuna getirilebiliriz.
Washington, Çin’i baş düşmanı ilan etti. Trump, Çin mallarına yeni gümrük vergileri getireceğini şimdiden açıkladı. Bizi neler bekliyor?
Avrupalıları zor günler bekliyor diyebiliriz. Trump, güvenlik alanında bizden daha fazla bağımsızlık talep edecek; bu da özellikle savunma harcamalarının artırılmasını gerektiriyor. Bu, ABD açısından da kazançlı bir anlaşma, zira Avrupa’da ithal edilen savunma sanayii ürünlerinin yüzde 60’tan fazlası ABD’den geliyor. Almanya için bu oran daha da yüksek. Trump için bu epey kârlı bir durum. Almanya’nın bir yandan güvenliğini ABD’den ithal edip, diğer yandan ABD’nin rakipleri olan Rusya ve Çin’le milyar dolarlık ticaret yapmasını kabul etmiyor. Almanya’nın bu yaklaşımı, zeitenwende politikasıyla birlikte tarihe karıştı. Bu durum Almanya açısından ciddi riskler taşıyor: Eğer Trump’ın yolunu sorgusuz sualsiz izlersek, ekonomimizi büyük bir çıkmaza sürükleriz. Almanya, AB’nin Çinli elektrikli araç üreticilerine yönelik gümrük vergilerine karşı oy kullandı. Bu, Trump’ın gözünden kaçmadı. ABD, Almanya’dan yapılan ithalata da gümrük vergileri getirecek. Almanya burada çıkar odaklı bir politika izlemeli ve “Çin kartını” da devreye sokmalı. Aksi takdirde arada eziliriz. Maalesef şu anda zayıf bir hükümetimiz var. Fakat bu durumdan hükümetin kendisi de bir ölçüde sorumlu, zira son yıllarda Trump cephesiyle sağlam ilişkiler kurma konusunda yetersiz kaldı. Bunu son derece kısa vadeli bir yaklaşım olarak görüyorum.
Editörün notu: BRICS’in Kazan Zirvesi, ABD ve diğer emperyalist güçlerin hegemonyasına karşı küresel bir direnişin sinyallerini verirken, Rusya öncülüğünde doların egemenliğini sonlandırma ve uluslararası finans sisteminde reform önerileriyle dikkat çekti. Marksist iktisatçı Prabhat Patnaik’e göre zirvede alınan kararlar küresel Güney’in ihtiyaçlarına dair yüzeysel kalıyor. BRICS’in mevcut sistemin daha kapsayıcı hale getirilmesi fikrine dayanarak sorunları çözmeyi hedeflemesi, derin yapısal reformların önüne geçebilir. Örneğin, Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) işleyişinde ve serbest ticaret anlayışında köklü bir değişim olmadan, Küresel Güney ülkeleri arasında rekabet yerine işbirliğini teşvik edecek bir yapı kurulması güçleşecektir. Patnaik, Kazan Deklarasyonu’nun doların yerine yeni bir hegemon para birimi yaratma riski taşıdığını, bu nedenle finansal sistemdeki dengesizliklerin yalnızca açık veren ülkeler üzerinde değil, fazla veren ülkeler üzerinde de düzeltilmesi gerektiğini ifade ediyor. Ayrıca Patnaik, finansmanın yalnızca daha kolay hale getirilmesi yeterli görmüyor; Küresel Güney’in asıl bağımsızlığı finansman ihtiyacının ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabilir. Bu nedenle Patnaik, BRICS’in, mevcut kapitalist sistemin sınırları içinden çıkarak, Küresel Güney’in gerçek iktisadi bağımsızlığını hedefleyen alternatif modeller geliştirmesi gerektiğini vurguluyor.
BRICS’in Kazan zirvesi
Prabhat Patnaik, Peoples Democracy
10 Kasım 2024
BRICS ülkelerinin Kazan zirvesi, birkaç açıdan tarihi bir önem taşıyordu: İlk olarak, tam üyelik yolunda bir adım olarak “ortak ülkeler” adında yeni bir kategori oluşturdu ve bu statüde Küba ve Bolivya gibi 13 ülkeyi kabul etti. İkinci olarak, ABD öncülüğündeki emperyalist güçlerin, kendi hegemonyalarına meydan okuyan ülkelere karşı uyguladığı tek taraflı ekonomik yaptırımlara karşı durdu. Üçüncü olarak da Uluslararası Para ve Finans Sisteminde reform yapılmasını önerdi.
Kazan Deklarasyonu, doların hegemonyasını aşmak için atılması gereken adımlara dair genel bir çerçeve çizerken, bu ihtiyacın altını çizmekle yetindi; fakat Rusya hükümetine ait bazı belgeler bu konuda daha ayrıntılı bilgiler sundu.
Bu gelişmeler, memnuniyetle karşılanması gereken adımlar; ancak BRICS’in küresel Güney’in sorunlarına yaklaşımında temel sınırlamaların farkında olmamak mümkün değil.
Bu yaklaşımın özü, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve Bretton Woods ikizleri gibi mevcut kurumları daha kapsayıcı hale getirmekte yatıyor; oysa küresel Güney’in sorunları çok daha derin.
Elbette, BRICS heterojen bir ittifak ve radikal bir ajanda benimsemesi beklenemez; ancak burada bahsettiğim mesele, böyle bir ajandanın uygulanabilir olup olmamasından ziyade, “radikal ajandanın” ne olduğu sorunudur.
BRICS deklarasyonu, mevcut uluslararası kurumların sorunlu olduğunu, zira emperyalist ülkeler tarafından domine edildiğini ve yeterince temsil edici olmadığını varsayıyor; oysa sorun, bu kurumların kim tarafından yönetildiğinden bağımsız olarak, yapısal olarak sorunlu olmaları.
Bir benzetme yapmak gerekirse, BRICS’in tutumu, mevcut sistemde işçilerin sömürülmesinin sebebinin karteller ve tekeller olduğunu, bu tekellerin yerine serbest rekabetin gelmesi durumunda sömürünün ortadan kalkacağını öne sürme yönünde.
Örneğin DTÖ’yü ele alalım. Kazan Deklarasyonu, gelişmiş ülkelerin DTÖ’nün ruhuna aykırı olarak korumacılık uyguladığını, bunun küresel güney için ayrımcılık yarattığını ve yalnızca güneyin DTÖ yönetiminde daha iyi temsil edilmesiyle giderilebileceğini savunuyor. Oysa, DTÖ’nün dayandığı serbest ticaret anlayışının kendisi hatalı.
Bu anlayış, hiçbir zaman toplam talep yetersizliği olmayacağını ve bu nedenle pazarlar için mücadele yaşanmayacağını öngören Say Yasası’nın geçerliliğini varsayıyor. Bu yaklaşıma göre, ticaret öncesi ve sonrası her ülkenin tüm kaynakları tam istihdam edilmiştir; tek fark, ticaret sonrası kaynakların farklı ürün grupları üretmek üzere farklı şekilde tahsis edilmiş olmasıdır (Daha fazla bilgi için, bkz. People’s Democracy, 30 Ekim).
Bu yaklaşımla ilgili temel sorun, küresel Güney’in iktisadi bağımsızlık mücadelesinde asıl gerekli olanın, mevcut sistemin özüyle hesaplaşmak olduğunu ıskalamasıdır.
Kazan Zirvesi’nin, doların küresel sistemdeki egemen konumuna karşı adımlar atma yönündeki genel niyetleri önemli ama mevcut küresel düzenin yapısal sorunlarını derinlemesine ele almadan yalnızca yüzeysel değişikliklerle sınırlı kalmak, uzun vadede sürdürülebilir bir çözüm sunmayacaktır.
Bu iddia, kapitalizmin gerçekliğinden tamamen kopuk, son derece saçma bir iddiadır; zira küresel Güney ülkelerini serbest ticarete ya da hatta liberal ticarete zorlamak, onları birbiriyle “Darwinci” bir rekabete itmek anlamına gelir; bu da herhangi bir işbirliği biçimini baltalamak demektir. DTÖ’nün felsefesi, pratikte, küresel Güney ülkeleri arasında dahi işbirliğini değil, tam tersine amansız bir rekabeti garanti eder.
Benzer şekilde, bir ülkenin çiftçilere verdiği fiyat desteğinin, o ürünün toplam değerinin yüzde 10’unu aşmaması gerektiği yönündeki DTÖ kuralı —bu kuralı Hindistan’ın ihlal edip etmediği bir yana— temelde son derece hatalıdır. Bu kuralın dayandığı “piyasa bozan” ve “piyasa bozmayan” sübvansiyon ayrımı, piyasanın verimliliğini varsayar; bu, Keynes öncesi ekonomiye geri dönmek gibi bir yaklaşımdır ve DTÖ’nün hayali varsayımları dışında hiçbir geçerliliği yoktur.
BRICS Deklarasyonu’nun bir diğer önemli vurgusu ise, Amerikan dolarının hegemonyasını sona erdirmek ve sabit döviz kurlarıyla birbirine bağlı ulusal para birimlerinde daha fazla uluslararası ticaret yapılmasını teşvik etmek. Doların egemenliğini ortadan kaldırmak elbette ki kıymetli bir hedef ama bu tek başına yeterli değil. Aynı zamanda finansın egemenliğinin de sona erdirilmesi gerekir.
Bunun için en az üç şartın yerine getirilmesi gerekir: Birincisi, cari açık dengesizliklerinin düzeltilmesi sorumluluğu, cari fazla veren ülkelerin üzerinde olmalıdır, cari açık veren ülkelerin değil. İkincisi, bu dengesizlikler giderilene kadar, fazla veren ülkeler, açık veren ülkelerden gelen tüm borç senetlerini tutmaya razı olmalıdır. Üçüncüsü ise, mevcut borçların ödenmesi için servet transferlerine (“millileştirmeden çıkarma” ya da “özelleştirme”) başvurulmamalıdır.
Dengelemeyi açık veren ülkelerin değil de fazla veren ülkelerin yapması, yalnızca hâkimiyetin ortadan kaldırılması için değil, dünya çapında üretim ve istihdam açısından da önemlidir; dolayısıyla bu, dünya işçilerinin refahı için de elzemdir. Eğer fazla veren ülke uyum sağlamak zorunda kalırsa, bu durumda kendi iç tüketimini artıracaktır. Kendi üretimi halihazırda kapasite sınırına yakın olduğundan, bu iç tüketim artışı ihracatını azaltacaktır.
Açık veren ülke ise iç tüketimini aynı seviyede korusa bile, ithalatı düştüğü için daha fazla üretim ve istihdam sağlayacaktır. Böylece her iki ülke birlikte ele alındığında toplam talep artacak ve bu da daha fazla üretim ve istihdama yol açacaktır. Aynı zamanda, fazla veren ülkenin iç tüketim artışı, çalışan kesiminin daha fazla tüketimi şeklinde gerçekleşirse, iki ülkedeki işçilerin refahı —fazla veren ülkede artan tüketimle, açık veren ülkede ise artan istihdam yoluyla— daha da artacaktır.
Buna karşılık, cari açığı olan ülkenin uyum sağlaması gerektiğinde —ki mevcut uygulama bu yöndedir— iç tüketimini azaltmak zorunda kalacaktır. Bu da söz konusu ülkede bir durgunluk yaratacaktır. Dünyadaki toplam talep seviyesi düşecek ve bu da özellikle açık veren ülkedeki çalışan kesimler için bir maliyet yaratacaktır. Cari dengesizlikleri, açık veren ülkelerin uyum sağlaması yoluyla gidermek, fazla veren ülkelerin uyum sağlaması kadar etkili bir yöntem değildir ama itiraf etmek gerekir ki, fazla veren ülkeleri bu uyuma zorlamak daha zordur.
Ayrıca, fazla veren ülkelerin uyum sağlamasını gerektiren bir düzenleme olmadan doların hegemonyasının sona erdirilmesi, yalnızca başka bir para biriminin hegemonya kazanmasına yol açacak; hegemonyayı tamamen ortadan kaldırmayacaktır. Örneğin, BRICS ülkelerinin yalnızca kendi aralarında ve sabit döviz kurlarıyla ulusal para birimlerinde ticaret yaptığını varsayalım (aksi takdirde, yaygın kur spekülasyonu her türlü ticaret düzenini sürdürülemez hale getirecektir).
Eğer bir ülkenin diğerine karşı sürekli bir cari açığı varsa, ya mevcut uygulamada olduğu gibi bu açığı kapatmak için iç tüketimini azaltır ya da fazla veren ülkeye sürekli olarak borç senedi sunmaya devam eder; fakat bu durumda, kendi para birimi üzerinde baskı oluşur ve sabit döviz kuru sürdürülemez hale gelir. Bu ikinci senaryoda, fazla veren ülkelerin para birimleri diğerlerine göre hegemonya kazanacaktır; doların yerini almak elbette arzu edilen bir şey, ancak bu sadece bir başka para biriminin egemenlik kazanmasıyla sonuçlanacaktır; para birimi hegemonyası ortadan kalkmayacaktır.
Kazan Deklarasyonu, Bretton Woods ikizlerinin yönetim biçimini daha kapsayıcı hale getirerek değiştirmeyi ve böylece küresel Güney ülkelerine daha düşük maliyetli ve daha az “koşullu” finansman sağlamayı amaçlıyor; BRICS bankasının da bu amaca katkı sağlaması bekleniyor. Ancak tüm bunlar, olumlu adımlar olmakla birlikte, küresel Güney ülkelerinin sorunlarını çözmeyecektir. Finansmanın daha kolay ve daha ucuz hale gelmesi, bu ülkelere yalnızca “kendi iplerini uzatır” ama bu, “asılma” kaderini ortadan kaldırmaz. Asılma tehlikesi ancak finansmana duyulan ihtiyacın tamamen ortadan kalkmasıyla sona erdirilebilir.
Finansmana ihtiyaç duymayan iktisadi düzenin varlığı, asla ütopik bir fikir değildir. Sovyetler Birliği döneminde, Hindistan da dahil olmak üzere pek çok ülke, sabit döviz kurları üzerinden Sovyetler ile ikili ticaret anlaşmaları yapmıştı. Bu anlaşmalar çerçevesinde ticaret fazlaları ve açıkları bir dönemden diğerine devrediliyor ve karşılıklı olarak kararlaştırılan mal ve hizmet değişimiyle kapatılıyordu.
Bu tür bir düzende, “finansmana” duyulan özel ihtiyaç, herhangi bir hegemonya dayatması ya da açık veren ülkeye “kemer sıkma” yoluyla faaliyet seviyesini azaltma gerekliliği söz konusu değildi. Elbette, Sovyetler Birliği planlı bir ekonomiydi ve böyle bir düzenlemeyi sürdürebiliyordu. Fakat BRICS, Bolivya Devlet Başkanı’nın zirvede dile getirdiği gibi, küresel Güney için emperyalist hegemonyadan gerçek bir çıkış yolu sunmak istiyorsa, baskıcı olmayan bu tür düzenlemelere benzer çözümler üretmelidir.
Her halükârda, mevcut uluslararası kurumları yalnızca daha kapsayıcı hale getirip desteklemekle yetinmenin tehlikeleri göz ardı edilmemelidir. Bu kurumlar dünya kapitalizmi tarafından tasarlanmıştır ve bir miktar daha “temsilci” hale getirilmiş olsalar bile, kapitalist sistemin temel çıkarlarına hizmet etmeye devam edeceklerdir. BRICS, gerçekten küresel Güney’in çıkarlarını savunmak istiyorsa, mevcut yapılar içinde küçük değişikliklerle yetinmek yerine, köklü alternatif modeller geliştirmelidir.
Patruşev’in Kommersant röportajı: Montrö ihlaline göz yummayacağız
Ukrayna, Rusya’nın Belgorod oblastında bir petrol deposunu vurdu
Trump, Batı Şeria’nın ilhakına şartlı destek verecek
Donald J. Trump’ın ideolojisi
Rusya ve Çin, ortak askeri üretim için masaya oturabilir
Çok Okunanlar
-
AMERİKA1 hafta önce
ABD seçimlerinde “üçüncü aday”: Jill Stein
-
GÖRÜŞ6 gün önce
Rusya-Ukrayna Savaşında Kuzey Kore’nin askeri hamlesinin etkileri
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Son düzlükte Demokratlar panikte… Trump gerçekten önde mi?
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Trumpizmin sınıfsal kökenleri sanıldığından daha karmaşık
-
AVRUPA5 gün önce
Almanya’da hükümet dağıldı: Buraya nasıl gelindi?
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Foreign Policy: Netanyahu Trump’ı destekliyor, ancak pişman olabilir
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
FT: ‘Batı, Kuzey Kore’yi hafife almanın bedelini ödeyecek’
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Gürcistan’a dair bir rehber