Bizi Takip Edin

Ortadoğu

Trump 2.0’nin 60 günlük Orta Doğu karnesi

Yayınlanma

ABD Başkanı Donald Trump’ın ikinci dönemindeki ilk iki ay, Orta Doğu’da büyük hedeflerle ama sınırlı ilerlemeyle geçti. Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz Trump’ın göreve gelmeden önce açıkladığı Orta Doğu hedeflerine ne kadar yaklaştığını değerlendiriyor:

***

Trump 2.0’ın Orta Doğu’daki ilk iki ayı: Zor hedefler için yoğun çaba

Paul Salem

ABD Başkanı Donald Trump’ın ikinci döneminin ilk 60 günü hem ABD iç politikasında hem de Amerika kıtası, Avrupa ve Asya’daki müttefiklerle olan ilişkilerde büyük sarsıntılara yol açtı. Ancak Orta Doğu’da, genel Amerikan hedeflerinde köklü bir değişim olmadı.

Genel hatlarıyla Trump’ın Orta Doğu politikası, Joe Biden’ın yaklaşımından çok da farklı değil. Ortak yönleri arasında İsrail’in güvenliğine güçlü bir bağlılığın yanı sıra Gazze ve Lübnan’daki son çatışmaları sona erdirme arzusu; ABD, Suudi Arabistan ve İsrail arasında Suudi-İsrail normalleşmesini içeren ancak İsrail’in Filistinlilere bazı tavizler vermesini gerektirecek üçlü bir anlaşmaya öncelik verilmesi; ABD’nin Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleriyle ekonomik ve teknolojik ilişkilerine hem kendi içinde bir amaç hem de Çin’i çevrelemenin bir yolu olarak yüksek değer biçilmesi; ve İran ile müzakere yoluyla bir anlaşmaya varmak yer alıyor.

Trump yönetiminin attığı adımlar ve hedefleri göz önüne alındığında, Trump’ın Biden’ın yapamadığı iki büyük diplomatik atılımı gerçekleştirmeye odaklandığı görülüyor: Biri Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki normalleşmeyi içeren üçlü bir anlaşmayla Arap-İsrail çatışmasını sona erdirmek; diğeri ise ABD ile İran arasında bir anlaşmaya varmak. Her ikisi de tarihî başarılar olurdu. Ancak şu ana kadar her iki konuda da ilerleme yavaş ve zor oldu.

İlk aylar

Trump, göreve başlamadan önce bile Orta Doğu’da dengeleri etkiledi. Kasım ayında seçilmesinden haftalar sonra, İsrail ve Lübnan, Hizbullah’la 15 ay süren çatışmayı sona erdiren ABD arabuluculuğunda bir ateşkes imzaladı. Trump’ın göreve başlamasından hemen önce ise, İsrail ve Hamas Gazze’de rehine/esir takası içeren ateşkese vardı. Bu diplomatik başarıların Trump’ın söylemleri ve ekibinin çabaları sayesinde gerçekleştirildiği bildiriliyor.

Trump’ın seçim kampanyasında verdiği “yeni savaş başlatmama” ve “mevcutları bitirme” sözü başta meyvesini vermiş gibi göründü. Ancak iki ay sonra, Gazze’deki ateşkes büyük ölçüde çöktü, İsrail yeniden geniş çaplı askeri operasyonlara başladı. Lübnan’da da geçen hafta yaşanan çatışmalar -İsrail’e atılan roketler ve Beyrut’a düzenlenen saldırılar- ateşkesi tehlikeye attı. Aynı zamanda ABD, Yemen’de Husilere karşı hava saldırılarını yoğunlaştırdı. ABD ile anlaşmaya yanaşmaması halinde İran’ı savaşla tehdit etti (ancak savaşın İsrail’le mi, Amerika’yla mı yoksa her ikisiyle mi olacağını netleştirmedi). Başka bir deyişle, savaş bulutları bir kez daha barış umutlarını gölgeliyor.

İsrail-Filistin

1 Nisan itibarıyla, Trump yönetimi Orta Doğu’daki hemen hemen hiçbir kilit konuda somut ilerleme kaydedemedi. Gazze’de ABD, Katar ve Mısır arabuluculuğunda Hamas’la kalan rehinelerin salıverilmesi, kalıcı bir ateşkes ve savaş sonrası yönetim modeli üzerine yeniden müzakere yürütüyor. Batı Şeria’daki durum ise giderek kötüleşiyor.

Suudi-İsrail normalleşmesini hedefleyen Trump yönetimi, Filistinlilere ne sunulacağı ve bunun İsrail ile Suudi Arabistan tarafından kabul edilip edilmeyeceğini netleştirmiş değil. Özel temsilci Steve Witkoff’un son açıklamalarında sadece Suudi-İsrail normalleşmesi potansiyelinden defalarca bahsetmesine rağmen bu tartışmayla ilgili sadece Gazze ile ilgili düzenlemelerden söz etmesi ve Batı Şeria’yı anmaması dikkat çekti. Bu sadece rastgele bir ihmal mi yoksa Beyaz Saray’ın politikasının bir göstergesi mi? İsrail’in vereceği tek taviz Gazze’yle ilgiliyse Riyad’ın normalleşme konusunda ilerleme kaydedeceği şüpheli; Batı Şeria’yla ilgili bazı tavizlerin de anlaşmanın bir parçası olması gerekecek.

Lübnan’da yol haritası

Lübnan’da ABD aracılığıyla sağlanan ateşkes, Gazze’ye kıyasla daha iyi korunuyor ancak o da sallantıda. İsrail’in Lübnan içindeki bazı bölgelerde hâlâ askeri varlık bulundurması ve istediği zaman saldırı düzenlemesi Hizbullah’ın söylemlerini güçlendiriyor. Geçen hafta, İsrail’in ateşkesten sonra ilk kez Beyrut’u hedef alması gibi gelişmeler, kırılgan barışın tamamen çökebileceğini gösteriyor. Yine de Hizbullah’ın Litani Nehri’nin güneyinden çekilmesi, İsrail’in saldırılarının azalmış olması ve 1 milyondan fazla Lübnanlının evlerine dönmesi olumlu gelişmeler. İsraillilerin İsrail’in kuzeyindeki evlerine dönüşü ise çok daha sınırlı.

Lübnan’la açısından zorluk, ateşkes anlaşmasının, Hizbullah ve diğer tüm devlet dışı silahlı grupların tamamen silahsızlandırılmasını talep eden daha geniş Birleşmiş Milletler kararlarıyla bağlantılı hâle getirilmesini sağlamak. Hizbullah, Litani Nehri’nin güneyinden çekilmeyi kabul etmiş olsa da nehrin kuzeyindeki silahlarını Lübnan devletine teslim etmeyi şu ana kadar kabul etmedi. Bu çıkmaz, Lübnan’da ciddi iç siyasi ve güvenlik sorunlarına yol açabilir ya da İsrail’in Hizbullah’a karşı tam kapsamlı bir savaşı yeniden başlatmasına neden olabilir ya da her ikisi birden gerçekleşebilir.

Yemen: Eski defterler açılıyor

Trump yönetimi Yemen’de de Biden döneminin yöntemlerine benzer şekilde, doğrudan askeri saldırılarla Husilerin Kızıldeniz’deki saldırılarını durdurmayı hedefliyor. Daha önce olduğu gibi, saldırılar Husilerin kapasitesini azaltabilir; ancak en azından şu ana kadar ne Husilerin Kızıldeniz’deki saldırıları ne de İsrail’e yönelik füze atışlarını caydırabildi.

İran’la anlaşma

Hem Biden hem de Trump yönetimlerinin doğru bir şekilde tespit ettiği gibi, İran, ABD’nin bölgede karşı karşıya olduğu birçok çatışmanın kilit aktörü. Nitekim Başkan Trump da İran’a karşı cesur adımlar attı, “görülmemiş şiddette bombalama” tehdidini içeren “maksimum baskı” kampanyasını yeniden başlattı, aynı zamanda İran’ın dini liderine bir mektup göndererek müzakere ve barışçıl çözüm çağrısı yaptı. Trump açıkça dönüştürücü bir anlaşmaya hazır; ancak İran’ın dini liderinin buna hazır olup olmadığı belirsiz. Nitekim İran, hafta sonu doğrudan görüşmeleri reddettiğini, ancak dolaylı müzakerelere açık olduğunu duyurdu.

Bir yandan İran’ın yoğun baskı altında olduğu söylenebilir: Suriye’deki varlığını büyük ölçüde kaybetti, Hizbullah zayıfladı, Husi müttefikleri saldırı altında ve Hamas büyük darbe aldı. Ayrıca İran’ın ekonomisi kırılgan ve giderek artan bir baskı altında ve İran’ın kendisi de doğrudan saldırıya açık durumda.

Ancak İranlı radikaller olaylara farklı bir açıdan bakıyor olabilir. İsrail’le -ve onların değerlendirmesine göre ABD’yle de- 18 ay süren savaşın ardından İran liderliğindeki Direniş Ekseni hırpalanmış olsa da ayakta kalmayı başardı. Hamas bile aylardır süren doğrudan İsrail saldırılarına rağmen yok olmuş değil; tıpkı Hizbullah, Husiler ve Irak Haşdi Şabi’si gibi. İran şu ana kadar Suriye’de tam bir kayıp yaşadı ama orada bile talihini tersine çevirmenin yollarını arıyor. Tahran, Şam’daki yeni yönetimin Suriye’ye birlik ve istikrar getirmedeki başarısızlığına güveniyor ve buna yatırım yapıyor; ülkedeki bölünmüşlüğün devam etmesinin ya da artmasının İran’a dönüş yolu açacağını düşünüyor. Mart ayı ortalarında Suriye kıyılarında yaşananlar İranlıların pek de yanılmadıklarını gösteriyor. İran ve İsrail’in, Suriye devletinin başarısızlığına katkı sunduğu ve bundan çıkar sağladığı yönündeki işaretler ise özellikle kaygı verici.

Son 18 aya bakıldığında, Orta Doğu’nun iki başlıca rakibi olan İsrail ve İran’ın güvenlik bilançosu net bir sonuca ulaşmayı zorlaştırıyor. Evet, İran şu anda İsrail ve ABD saldırılarına açık durumda. Ancak 7 Ekim 2023’te, İsrail modern tarihinde tek bir günde en fazla can kaybını yaşadı ve o günden bu yana savaş halinde. Buna karşılık, İran görece daha az zarar gördü ve daha az yıprandı. Geçen yıl nisan ve ekim aylarında hava savunma sistemlerine yapılan birkaç nokta saldırısı, bir füze yakıtı tesisi ile bir nükleer araştırma tesisinin imha edilmesi gibi ciddi darbeler almış olsa da İran’ın ve halkının yaşadığı travma, İsrail’in son 18 ayda yaşadığı sürekli sıkıntı ve krizle kıyaslanamayacak düzeydedir.

İran’ın vekil güçlerine saldırıların ters etkisi

İran’ın füze kapasitesinin azaltılması ve özellikle Hizbullah gibi milis müttefiklerinin zayıflatılması, İran’ın İsrail’e karşı caydırıcılığını neredeyse ortadan kaldırmış olsa da İsrail’in (ve bazı durumlarda ABD’nin) bu vekil güçlerle sürdürdüğü savaşlar, aslında Tahran’ın “Direniş Ekseni”ne olan bağlılığını pekiştiriyor. Her milis müttefike yapılan saldırı, İran’ın doğrudan hedef alınmak yerine düşmanlarının kaynak ve enerjisini başka hedeflere yöneltmesini sağlıyor. Bu durum, İran’ın vekil güçleri tampon bölgeler ve “savunma hattı” gibi konumlandırma stratejisini doğruluyor. İran ne kadar çok sayıda düşmanını vekil güçleriyle meşgul edebilirse, kendisini çatışmanın dışında tutma şansını o kadar artırıyor.

Gerçek müzakere mi, oyalama taktikleri mi?

Elbette Trump, bu stratejiyi boşa çıkarmak için İran’ı doğrudan askeri saldırılarla tehdit ederek büyük tavizler eşliğinde müzakere masasına çekmeye çalışıyor. Ancak Tahran da biliyor ki doğrudan İsrail ya da Amerikan saldırılarına karşı etkili bir askeri savunması olmasa da Körfez’deki petrol ve doğal gaz üretimini ve nakliyesini vurabilir ki Trump bu tür saldırıların küresel enerji ve ekonomik krizi tetiklemesinden kesinlikle kaçınmak istiyor. Deyim yerindeyse her iki taraf da birbirini köşeye sıkıştırmış durumda.

İran’daki radikallerin alışık oldukları “sığınak siyasetini” sürdürerek zaman kazanmaya çalıştığı anlaşılıyor, artık yanında Rusya ve Çin gibi müttefikler de var. Hem Trump hem de İsrail Başbakanı Netanyahu’nun görev sürelerini atlatmayı ve doğrudan savaştan kaçınarak uzun vadeli bir strateji izlemeyi hedefliyorlar. Şu an yalnızca ekonomik yaptırımlar ve vekil güçlerine saldırılarla karşı karşıyalar. Dolayısıyla, büyük tavizler vermek zorunda hissetmiyorlar. Müzakere sürecine girmeleri teşvik edilebilir, fakat verecekleri tavizler büyük olasılıkla 2015’teki nükleer anlaşmada kabul ettikleri düzeyi çok aşmayacaktır. Ayrıca, önceki anlaşmadan çekilen Trump’a güvenleri düşük. Ancak eğer durum hızla İran’a yönelik büyük çaplı saldırılara evrilirse, bu denge değişebilir.

Körfez ülkelerinin ekonomik ağırlığı

Çatışmaların ötesinde Trump yönetiminin Orta Doğu vizyonunun merkezinde Suudi Arabistan ve KİK ülkeleriyle ekonomik ve teknolojik işbirliği yer alıyor. Suudi Krallığı ve KİK’in diğer üyeleriyle kaydedilen muazzam ilerlemeyi anlatan ABD temsilcisi Steve Witkoff, bu gelişmelerin bölgede İsrail-Arap normalleşmesini hızlandırarak, Orta Doğu’yu ABD için “Avrupa’dan daha önemli” hale getirebileceğini savundu.

Sonuç

Trump yönetimi, göreve geldiği günden bu yana geçen iki ayda Orta Doğu’daki kronik krizleri çözmede henüz devrim niteliğinde bir ilerleme sağlayamadı. Ancak henüz yolun çok başındayız.

İki büyük soru hâlâ yanıt bekliyor: Gazze ve Batı Şeria’da “ertesi gün” için ABD’nin planı nedir ve bu plan Suudi Arabistan’ı İsrail’le normalleşmeye ikna edecek mi? Eğer bu sorunun yanıtı olumlu olursa, bölgede Filistin halkı için kabul edilebilir düzenlemeler ve Suudi Arabistan’ın öncülüğünde diğer Arap ve Müslüman ülkelerin de İsrail’le ilişkileri normalleştirmesiyle tarihî bir dönüşüm yaşanabilir.

İkincisi, Trump yönetimi İran’la nasıl dönüştürücü bir anlaşmaya varacak? Böyle bir anlaşma da Orta Doğu açısından derin ve olumlu sonuçlar doğuracaktır. Ancak mevcut durum göz önüne alındığında, daha olası senaryo; ne büyük bir savaş ne de büyük bir diplomatik kırılma yaşanması.

Trump, kendisini “en iyi anlaşma yapan lider” olarak görüyor. Arap-İsrail çatışmasını çözme ve ABD-İran düşmanlığını sona erdirecek bir anlaşma sağlama hedeflerini öncelik haline getirmekte haklı. Her iki anlaşmanın da zamanı çoktan geldi. Şimdiye kadar zorlu geçti; ancak önümüzdeki aylarda bu hedeflere ulaşmak için hâlâ yeterince zaman var.

Ortadoğu

İran, Rus kredisiyle yeni nükleer santral kuracak

Yayınlanma

Buşehr Nükleer Santrali

İran, Rusya’nın sağlayacağı finansman desteğiyle yeni bir nükleer santral inşa etmeye hazırlanıyor. Anlaşma, İran-Rusya Ortak Ekonomik İşbirliği Komisyonu’nun Moskova’daki toplantısında duyuruldu.

İran’ın resmi haber ajansı IRNA’ya göre, İran-Rusya Ortak Ekonomik İşbirliği Komisyonu’nun 18’inci toplantısı için Moskova’da bulanan İran Petrol Bakanı Paknejad, toplantının kapanış oturumunda konuştu.

Komisyon toplantısının dostluk ve karşılıklı anlayış atmosferinde geçtiğini belirten Paknejad, İran ile Rusya’nın, “nükleer enerjinin barışçıl kullanımı, yeni nükleer enerji tesislerinin inşası ve Moskova’nın sağlayacağı kredi ile Buşehr Nükleer Santrali’nin ikinci ve üçüncü fazlarının tamamlanması konusunda işbirliğini sürdüreceğini” kaydetti.

Paknejad, “Taraflar arasındaki anlaşmaya göre, Moskova’dan sağlanacak krediyle İran’da yeni bir nükleer enerji santrali inşa edilecek” dedi.

Enerji işbirliği petrol ve doğalgazı da kapsıyor

İran ile Rusya arasında petrol endüstrisi ile petrol ve doğal gaz sahalarının geliştirilmesinde işbirliğini güçlendirmeyi amaçlayan önceki anlaşmalara değinen Paknejad, “Tahran ve Moskova, Gazprom ile işbirliği anlaşmalarının hayata geçirilmesi ve tamamlanmasını hızlandırmayı hedefliyor” ifadelerini kullandı.

Paknejad, iki ülkenin komisyon toplantısında, bankacılık sistemi alanında kapsamlı işbirliği, ticaretin geliştirilmesi ve kısıtlamaların kaldırılması amacıyla standartların uyumlu hale getirilmesi, iş adamlarının tanışması ve ikili ticaretin kolaylaştırılması için iki ülkedeki ticaret merkezlerinin güçlendirilmesi, tarım, sağlık ve gümrük alanlarında işbirliğinin güçlendirilmesi konularında da mutabakata varıldığını kaydetti.

İran Petrol Bakanı Paknejad, daha önce yaptığı açıklamada, Rusya ile 7 petrol sahasının geliştirilmesi için 4 milyar ABD doları değerinde 4 anlaşma imzaladıklarını hatırlatmıştı.

Söz konusu dört anlaşma dışında petrol ve gaz sahaları konusunda başka mutabakat zabıtaları da imzaladıklarını aktaran Paknejad, bunların sonuca bağlanıp hayata getirilmesi için teknik heyetler arasındaki müzakerelerin devam ettiğini aktarmıştı.

Dönemin İran Petrol Bakanı Cevad Ovci, Kasım 2022’de yaptığı açıklamada, doğalgaz sahalarının geliştirilmesi ve ihracatı için nakil hatları konusunda Rusya’yla 4 milyar dolar civarında bir anlaşma yaptıklarını duyurmuştu.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

Bağdat-Şam arasında Kerkük-Banyas Boru Hattı teması

Yayınlanma

Ahmed Şara’nın Bağdat’ta düzenlenecek Arap Birliği Zirvesi’ne davet edilmesinin tepkileri dinmeden Irak istihbarat başkanı liderliğinde bir heyet Kerkük-Banyas Boru Hattı için Şam’a bir heyet gönderdi.

Reuters’ın haberine göre Irak, Suriye üzerinden Akdeniz’e uzanan Kerkük-Banyas Petrol Boru Hattı’nın yeniden işler hale getirilmesi amacıyla Şam’a üst düzey bir heyet gönderdi. Irak Başbakanlık Ofisi, heyetin başkanlığını Irak Ulusal İstihbarat Servisi Başkanı’nın yaptığını duyurdu. Heyetin ziyaret kapsamında yalnızca boru hattını değil, terörle mücadele, sınır güvenliği ve ticaretin geliştirilmesi gibi başlıkları da görüşeceği belirtildi.

1950’lerde inşa edilen Kerkük-Banyas Boru Hattı, Kerkük’ten başlayarak Suriye’nin Banyas Limanı’na kadar uzanıyor. Ancak 2003’teki ABD’nin Irak işgali sırasında hat büyük oranda devre dışı kalmıştı. Hattın yeniden devreye alınması, Irak’ın ihracat rotalarını çeşitlendirmesi ve Suriye’nin enerji krizine çözüm üretmesi açısından kritik görülüyor.

Şara’nın davet edilmesi tepki çekmişti

Ziyaretin zamanlaması da dikkat çekici. Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, bu ay Katar’da Suriye’nin geçici Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ile bir araya gelmişti. Bu temas, aralık ayında Beşar Esad’ın devrilmesinden bu yana iki ülke arasında gerçekleştirilen ilk üst düzey görüşme oldu.

Ahmed Şara’nın Irak’a daveti ülkeyi karıştırdı

Sudani, görüşmenin ardından Şara’yı mayısta Bağdat’ta düzenlenecek Arap Birliği Zirvesi’ne davet etti. Ancak bu davet, özellikle Şara’nın geçmişi nedeniyle Irak kamuoyunda ciddi tepkiyle karşılandı. 2003’teki ABD işgalinden sonra Irak’a Suriye üzerinden giren binlerce yabancı savaşçıdan biri olan Şara, 2005’te ABD güçleri tarafından tutuklanmış ve 2011’e kadar cezaevinde kalmıştı. Serbest kaldıktan sonra Suriye’ye dönen Şara, El Kaide bağlantılı bir grup kurarak Esad rejimine karşı savaştı; 2016’da HTŞ’yi (Heyet-i Tahrir Şam) kurdu. 2023’te Şam’da yönetimi devralarak geçici bir hükümet kurdu.

Suriye’de enerji krizi derinleşiyor

Savaşın etkisiyle çöken petrol endüstrisi nedeniyle Şam’daki geçici yönetim ciddi bir enerji kriziyle karşı karşıya. Ülke, ithalatı yerel aracılar üzerinden yapmaya çalışıyor; ancak uluslararası yaptırımlar ve finansal riskler nedeniyle kamu ihaleleri yoluyla petrol temin çabaları büyük ölçüde başarısız oldu.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

Trump, Suudi Arabistan ziyareti sırasında dev silah satışı önerecek

Yayınlanma

ABD, Trump’ın mayıs ayında planlanan Suudi Arabistan ziyareti sırasında 100 milyar doları aşan büyük bir silah satış paketini duyurmaya hazırlanıyor.

ABD Başkanı Donald Trump’ın mayıs ayında gerçekleştirmesi beklenen Suudi Arabistan ziyareti, Washington’un Riyad’a sunacağı 100 milyar doları aşan kapsamlı bir silah satış paketinin ilanına sahne olabilir. Reuters’a konuşan ve konuyla ilgili bilgi sahibi altı kaynak, teklifin duyurusunun bu ziyaretle birlikte yapılmasının planlandığını aktardı.

Teklifin, Biden yönetiminin Suudi Arabistan’la İsrail’in normalleşmesini kapsayan daha geniş bir anlaşma kapsamında savunma işbirliği kurma girişiminin başarısız olmasının ardından geldiği belirtiliyor. Biden yönetimi, Çin’den silah alımının durdurulması ve Çin yatırımlarının sınırlandırılması karşılığında daha gelişmiş Amerikan silahlarına erişim teklif etmişti. Trump yönetiminin bu yeni teklifte benzer koşullar sunup sunmadığı ise henüz netleşmedi.

Silah paketi dev savunma şirketlerini kapsıyor

Trump, ilk başkanlık döneminde Suudi Arabistan’a yapılan silah satışlarını ABD ekonomisi ve istihdamı açısından stratejik bir kazanım olarak değerlendirmişti. Yeni teklifin içeriğinde Lockheed Martin’in C-130 nakliye uçakları, füze ve radar sistemleri gibi ileri düzey savunma ekipmanlarının yer alacağı aktarılıyor. Ayrıca RTX (eski adıyla Raytheon Technologies), Boeing, Northrop Grumman ve General Atomics gibi dev Amerikan savunma şirketlerinin de pakette yer alması bekleniyor.

Reuters, teklif edilen anlaşmaların ne kadarının yeni olduğuna dair kesin bilgi edinemedi. Ancak iki kaynak, bazı anlaşmaların uzun süredir gündemde olduğunu belirtti. Örneğin, Suudi Arabistan’ın General Atomics’in insansız hava araçlarına ilk olarak 2018’de ilgi gösterdiği aktarıldı. Bir kaynağa göre, son 12 ayda General Atomics’in MQ-9B SeaGuardian tipi SİHA’ları ve diğer hava araçlarını içeren 20 milyar dolarlık bir anlaşma öne çıktı.

Kaşıkçı cinayeti sonrası sarsılan ilişkiler yumuşuyor

ABD’nin Suudi Arabistan’a silah satışı yeni bir gelişme değil. 2017’de Trump, 110 milyar dolarlık bir paket önermişti. Ancak 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’da öldürülmesi sonrası Kongre, bu anlaşmaların büyük kısmına karşı çıkmıştı. Biden yönetimi ise 2021’de, hem Kaşıkçı cinayeti hem de Yemen’deki sivil kayıplar nedeniyle saldırı silahlarının satışını askıya almıştı.

Ancak 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından yaşanan enerji krizi, ABD’nin Suudi Arabistan’a yönelik tutumunda yumuşamaya neden oldu. 2024 itibarıyla ambargo kaldırıldı ve Washington, Hamas’ın 7 Ekim saldırısından sonra Suudi Arabistan ile Gazze’nin geleceği konusunda daha yakın işbirliğine yöneldi.

F-35 uçakları masada ama imza zor

Üç farklı kaynak, ziyaret sırasında Suudi Arabistan’ın uzun süredir ilgilendiği Lockheed Martin üretimi F-35 savaş uçaklarının da gündeme gelebileceğini belirtti. Ancak aynı kaynaklar, bu ziyarette doğrudan bir F-35 anlaşmasının imzalanmasının düşük ihtimal olduğunu vurguladı.

ABD, İsrail’e Arap ülkelerine göre daha gelişmiş Amerikan silahları verilmesini garanti eden “Niteliksel Askeri Üstünlük” (QME) politikasını sürdürüyor. İsrail, dokuz yıldır F-35 jetlerine sahip ve bu süre zarfında çok sayıda filo oluşturdu.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English