Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Ucuz silahlar, yeni savaşlar

Yayınlanma

Çevirmenin notu: İsrail son yıllarda Orta Doğu’nun Silikon Vadisi olduğu şeklinde yakıştırmalar alıyor. Apartheid uygulamaları, Güney Afrika’daki muadiline kıyasla çok daha alengirli, yüksek teknoloji araçlarla taçlandırılıyor. 7 Ekim’de Aksa Tufanı saldırısı bunun söylendiği kadar olmadığının, hatta bütünüyle başarısız ve beyhude bir girişim olduğunu ispatlar nitelikteydi.


Ucuz silahlar, yeni savaşlar

Savaş giderek yüksek teknolojili silahlarla değil düşük teknolojili silahlarla ilgili hale geliyor ve ABD bunun gerisinde kalıyor.

Malcom Kyeyune

New Statesman

27 Kasım 2023

ABD hem iktisadi hem de askeri krizlerle boğuşurken ve İsrail bir yandan Gazze’de Hamas’ı yenmeye çalışırken bir yandan da kuzeyinde Hizbullah’ın ve güneyinde Husi isyancıların saldırılarını savuşturmaya çalışırken, Orta Doğu’daki mevcut durum ile Orta Avrupa’da yaklaşık 600 yıl önce yaşanan bir çatışma arasında bir dizi benzerlik ortaya çıkıyor. 1419-1431 yılları arasında gerçekleşen Hussit Devrimi sadece dinsel bir çatışma değildi; bugün hala devam eden askeri bir devrimin erken bir örneğiydi.

Orta Avrupa 15. yüzyılın başında bir kargaşa dönemine girdi. Bu, Bohemya Krallığı merkezli dini bir anlaşmazlık olarak başladı; Çek teolog ve Hıristiyan reformcu Jan Hus’un sözleri Prag ve civarında yayılmaya başladı ve tam anlamıyla bir devrimi ateşledi. Jan Hus’un 1415 yılında sapkınlık suçundan idam edilmesi savaş ve felaketi durdurmak için çok az şey yaptı; Hus’un kendilerini Hussitler olarak adlandıran takipçileri yeni bir hükümdar seçmeyi reddettiler ve Hıristiyan inancının reformist yorumunda ısrar ettiler. Bu durum onları art arda beş papalık haçlı seferinin hedefi haline getirdi. Bohemya, komşularının pek çoğu tarafından kuşatılmış küçük bir ülke olduğundan, sonuç kaçınılmaz gibi görünüyordu; devrimci Hussitler savaşı daha başlamadan kaybetmiş gibi görünüyordu.

Ama Hussitler kaybetmedi. Sayıca az olmalarına ve askerlerinin Orta Avrupa’nın en iyi askeri seçkinleriyle karşı karşıya gelen köylüler olmasına rağmen Hussitler, erken dönemde muhteşem zaferler kazandılar ve kazanmaya devam ettiler. Mükemmel komutanlara sahip olmalarının yanı sıra —Jan Žižka, genelde tarihteki en iyi askeri komutanlardan biri olarak kabul edilir ve en meşhurudur— Hussitler savaş tarihinin dönüm noktasında yaşadıkları için şanslıydılar.

Toplar ve tabancalar 1419’da yeni değildi ama sistemli bir şekilde kullanılmamışlardı ve savaşta kullanılmaları için henüz taktikler geliştirilmemişti. Böylece Žižka, düşmanlarının daha önce hiç görmediği ve karşı koymanın etkili bir yolunu bulamadıkları yeni stratejilere öncülük ederek gerçek bir avantaj elde etti. Nispeten ucuz seri üretim silahlarla donanmış köylüler, profesyonel askerlerden oluşan çok daha büyük güçleri yenememeliydi, fakat tam olarak böyle oldu. Žižka’nın yenilikçi savunma stratejileri (mobil, kolayca savunulabilir güçlü noktalar oluşturabilen Çek “savaş vagonları” etrafında inşa edilmiş) yeni barutlu silahları daha önce olmadığı şekilde bütünleyici hale getirdi. Vagon kalenin göreli güvenliği içinde, zaman alan yeniden doldurma işlemi o kadar da sorun değildi ve seçkin Alman şövalyelerinin ağır süvari hücumları kolayca geri püskürtülebiliyordu.

Hem İsrail hem de ABD, geleneksel olarak rakiplerinden çok daha güçlü ordulara sahip. İsrail’in binlerce tankı ve dünyanın en büyük hava kuvvetlerinden biri (on milyondan az nüfusa sahip küçük, kaynak yoksulu bir ülke olduğu düşünüldüğünde bu oldukça kayda değer), ABD’nin ise bir düzine uçak gemisi, 10 binden fazla savaş uçağı ve büyük (ancak küçülmekte olan) bir ordusu var. Karşılarında ise çoğunlukla hava kuvvetleri, donanmaları ya da büyük tank ordularına sahip olmayan devlet dışı aktörler var. O halde 2023’teki uluslararası durum neden 20 ya da 30 yıl öncesine göre çok daha içinden çıkılmaz görünüyor?

1419’un (ve giderek 2020’lerin) dinamiğini anlamak açısından faydalı çerçevelerden biri, platformlar ve silahlar arasındaki güç dengesinde süregelen bir değişim olduğudur. Askeri platformlar kaynak ve işgücü açısından pahalı olma eğilimindedir. Genelde karmaşıktırlar ve bu karmaşıklık onlara kimin erişebileceğini sınırlar. Bir tank ya da modern bir savaş uçağı “platforma” iyi bir örnektir. Bunların üretilmesi için son derece karmaşık bir endüstriyel zincir gerekir. Bir savaş uçağı eğitimli bir pilot (ve eğitim masrafları on milyonlarca doları bulabilir), hava üssü altyapısı, yakıt, yedek parça, silah, mekanik ve bakım için diğer destek personeli gerektirir.

Alman ağır süvarileri 1419’un savaş uçağıydı. Atlı, ağır zırhlı bir şövalyeyi ayakta tutmak için bol miktarda servet ve işgücü gerekiyordu; savaş atları özel olarak yetiştiriliyordu ve ucuz da değildi; yüksek kaliteli silahlar ve zırhlar üretmek için çok fazla zaman ve vasıflı iş gerekiyordu, vb. Bugün (biraz anakronik bir şekilde) “feodalizm” olarak adlandırdığımız sistem, bu pahalı tam zamanlı savaşçıları üretmek ve sürdürmek üzere kurulduğu için öyle görünüyordu. İsveç’te soyluluk için kullanılan eski kelime —frälse— “muaf” anlamına gelir: soyluluk, tam anlamıyla monarşiye eğitimli, atlı ve iyi silahlanmış savaşçılar sağladığı için sıradan vergilerden muaf olma statüsüydü.

Bu şövalyeler köylü askerlerle karşılaştıklarında her zaman kazanırlardı. Fakat Hussit savaşları sırasında, Alman şövalyeleri aniden yeni ve nispeten ucuz silahların —zayıflıklarını telafi edecek şekilde kullanıldığında— nispeten eğitimsiz ellerde bile çok fazla hasar verebileceği bir hakikatle karşı karşıya kaldı. Sonraki on yıllar ve yüzyıllarda, ağır süvariler Orta Çağ boyunca sahip oldukları avantajlardan giderek daha fazlasını kaybetti.

Batı askeri teçhizatının ne kadar eski olduğunu unutmak kolay. Tek tek tanklar ya da uçaklar genellikle onlarca yıldır kullanılıyor ve modellerin çoğu 1970’lerden ya da 1980’lerin başından kalma. Bir an için ABD’nin Apollo uzay programının emrinde 72 kilobaytlık salt okunur belleğe sahip bir kılavuz bilgisayar olduğunu düşünün. Bugün, sıradan bir telefon bundan milyonlarca kat daha fazla hesaplama gücüne sahip ve maliyeti de dünyanın dört bir yanındaki çoğu kişi tarafından karşılanabilecek kadar düşük.

Pek çok hava kuvvetinin beygirleri olmaya devam eden F-15 ve F-16 savaş uçakları ilk uçuşlarını 1970’lerin başında gerçekleştirdi. Zaman içinde daha iyi sensörler ve bilgisayarlarla geliştirilmiş olsalar da insanlı savaş uçağı konsepti hala elektroniğin ilkel ve “bilgisayarların” akıl almaz derecede sermaye yoğun olduğu bir zamanda tasarlandı. Havadan bomba atmanın tek yolu oraya uçmak ve bunu bizzat yapmaktı; başka bir deyişle, son derece karmaşık ve pahalı bir platforma yatırım yapmaktı. Uzun zamandır ham askeri gücün sembolü olarak görülen modern uçak gemisi de aynı mantığı izler; temelde elektronik öncesi bir askeri platformdur ve o zamandan beri üzerine elektronik eklenmiştir.

Gerçekten ucuz, ev yapımı silahların ortaya çıkmasının ne kadar devrimci olacağını anlamak için bir savaş uçağından bomba atmanın maliyetini düşünün. Bir F-35 hayalet savaş uçağının maliyeti yaklaşık 90 milyon dolar. Uçağı uçuracak bir pilotu eğitmek kolaylıkla 10 milyon dolara daha mal olabilir. Uçağın hizmette olduğu her yıl için idame masrafları da yaklaşık 10 milyon dolar. Bu da bir uçak, bir pilot ve bir yıllık kullanım için yaklaşık 110 milyon dolar eder. Elbette silahlar ve bu uçakları kullanmak için gereken hava üsleri ya da uçak gemileri de ekstra. Buna karşın İran yapımı yeni Şahid-136 intihar insansız hava aracının fiyatı 20 bin dolar civarında. Bir silah olarak sınırlamaları yok değil (örneğin savaş başlığı yaklaşık 50 kilogram) ama saf maliyet açısından büyük bir avantaja sahip. Sadece bir F-35 pilotunun eğitim maliyetine karşılık bir hava kuvveti bu intihar insansız hava araçlarından 500 tane edinebilir ki bunun ek faydası da çalıştırmak için çok daha az üs altyapısı ya da eğitimli personel gerektirmesidir.

Başka bir örnek vermek gerekirse; tek bir Javelin tanksavar füzesinin fiyatı yaklaşık 200 bin dolar. 2022’deki Ukrayna savaşının başlangıcında, bu silah sistemi etrafında çok fazla abartı vardı: askeri modernitenin ve Batı’nın yoksul ve geri kalmış Rusya’ya karşı yüksek teknoloji üstünlüğünün zirvesiydi. Övgüyle bahsedilen “Azize Javelin”in Ukrayna’yı zafere taşıması bekleniyordu. Fakat Javelin’ler, gösterinin gerçek yıldızları olan ucuz FPV (birinci şahıs görüşü) insansız hava araçları ile karşılaştırıldığında modası geçmiş ve oldukça önemsiz kaldı. Eski, ucuz tanksavar savaş başlıkları bile uzaktan kumandalı küçük bir helikoptere bağlandığında büyük bir hassasiyetle ve operatör için neredeyse hiç risk oluşturmadan kullanılabilir; operatörün tek yapması gereken aracı bir tankın zayıf noktasına ya da askerlerle dolu bir sipere yönlendirmektir.

Yirmi yıl önce, İsrail askerlerine havadan saldıran bir “Hamas hava gücü” fikri gülünç karşılanırdı. Bugün Hamas’ın tam da bunu yaptığına —hem İsrail askerlerine hem de tanklara el bombası atmak için bu ucuz, kamera donanımlı araçların kullanıldığına— dair videolar var. Sıradan tüketiciler bugün 1000 dolar gibi düşük bir fiyata bir FPV drone satın alabiliyor; organize bir ordu için maliyet muhtemelen daha düşük olacaktır. Rusya ordusu, başlangıçta bu araçların faydasına şüpheyle yaklaşsa da potansiyellerini görmeye başladı; artık oldukça basit garaj tarzı atölyelerde, önceden üretilmiş bileşenler ve basit el aletleri kullanarak bu araçlardan günde binlerce üretiyor.

Ucuz elektronik, ucuz roketçilik, ucuz patlayıcılar; savaşta etkinliği büyük, pahalı, karmaşık ve sermaye yoğun platformlardan ucuz ve bol silahlara doğru itiyor. Tek bir Javelin füzesi, bir insansız hava aracına takılan eski bir yüksek patlayıcılı tanksavar savaş başlığından iki kat, hatta on kat daha etkili olabilir, ama 200 kat daha etkili olmadığı gibi, kullanımı da o kadar güvenli ve kolay değildir. 12 yaşındaki bir çocuk, aslında bir video oyunu kumandası olan FPV drone ile bir tankı tek başına imha edebilir. Taşınabilir bir füze rampasını bırakın kullanmayı, kaldırmayı bile beceremezler.

Bu, savaş uçaklarının artık bir anlamının kalmadığı ya da İsrail Apache helikopterlerinin değersizleştiği anlamına mı geliyor? Trajik bir anlamda, İkinci Dünya Savaşı’nın arifesindeki savaş gemileri gibi, bu eskimiş ve fevkalade pahalı silahlar artık hayal gücü büyük ölçüde tükenmiş, dünyaya bakışı zaman içinde donmuş bir Batı’yı temsil ediyor.

Tıpkı 1419’da olduğu gibi 2023’te de Batı dünyası, askerî açıdan baskın durumda. Ya da en azından kendimize böyle söylüyoruz. Uçak gemilerimiz giderek eskimiş olabilir, silahlarımız onları ateşleyen askerlerden iki hatta üç kat daha yaşlı olabilir ve uçaklarımız pas ve metal yorgunluğu nedeniyle yavaş yavaş gökyüzünden düşüyor olabilir. Bununla birlikte, 100 yıllık geleneksel bilgeliğe göre, en pahalı ve karmaşık silahlara sahip olan taraf kazanacaktır. Oysa Ukrayna ve Orta Doğu’da Batı, bizim gibi düşünmeyen düşmanlarla karşı karşıya. Yemen’deki Husilerden Lübnan’daki Hizbullah’a ve Irak’taki Haşdi Şabi’ye kadar, bize sorun çıkarmaması gereken dinci ve milliyetçi ordularla karşı karşıyayız. Aynı şey Rusya için de geçerli: GSYİH’si Belçika’nınkinden daha küçük olan bir ülkenin aylar önce yenilmesi, üstün silahlar ve büyük ekonomiler tarafından yerle bir edilmesi gerekirdi ama olmadı.

Geçtiğimiz birkaç on yıl içinde bir noktada dünya anlayışımız demode oldu. İsrail, savunma bütçesinin çok küçük bir kısmıyla gerçek zararlar verebilen devlet dışı aktörlere karşı giderek daha fazla zorlanırken, füzeler ve insansız hava araçları bölgedeki ABD askeri üsleri el-Esad ve et-Tanf’a giderek daha fazla yağarken, yeni bir Orta Doğu Hussit isyanının parıltısı görülebilir. Ne yazık ki burada biz Çekler değil, Almanlarız.

DÜNYA BASINI

Mahmud Abbas birliği korumak için olası baskılara direnecek mi?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız uzman görüşlerine yer verilen haber Filistinli grupların Pekin’de imzaladığı uzlaşı anlaşmasının sürdürülebilir olup olmadığına yanıt bulmaya çalışıyor. İsrail ve muhtemelen ABD tarafından baltalanacağı düşünülen uzlaşının yumuşak karnı ise Filistin Yönetimi:

****

‘Başarılı olması için baskı var’: Fetih-Hamas birlik anlaşması sürdürülebilir mi?

Analistlere göre Fetih Hareketi’nin siyasi iradesinin olup olmadığı görülecek, İsrail ise anlaşmayı bozmaya çalışabilir.

Mat Nashed

Analistler, Filistinli grupların salı günü bir “ulusal birlik” anlaşması imzalayarak, ideolojik farklılıklarını ve acı dolu geçmişlerini bir kenara bırakıp İsrail’in işgaline son vermek için lobi yapabileceklerine dair hem umut yarattığını ancak bazı şüpheler olduğunu söylüyor.

Çin’in başkenti Pekin’de üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından imzalanan anlaşma, geçici bir “ulusal uzlaşı” hükümetinin savaş sonrası Gazze’nin kontrolünü üstlenmesi ve ortak kendi kaderini tayin etme arayışını ilerletmesi için zemin hazırladı. Ancak Fetih Hareketi ve Hamas arasında daha önce yapılan birçok uzlaşma girişiminin başarısız olması nedeniyle bu atılım kuşkuyla karşılandı.

Katar’ın başkenti Doha’daki Middle East Council on Global Affairs adlı düşünce kuruluşunda İsrail-Filistin uzmanı olarak çalışan Ömer Rahman, “Biraz şüphe olması doğal, ancak bu anlaşmanın kalıcı olacağından umutluyum” dedi.

“Gazze ve Batı Şeria’daki durum göz önüne alındığında bunun başarılı olması için baskı var. Bence tüm taraflar bunun gerçekleşmesi gerektiğini biliyor” diyen Rahman, Gazze’deki savaşın ve işgal altındaki Batı Şeria’da artan yerleşimci şiddeti ve toprak gaspının getirdiği aciliyete atıfta bulundu.

BM uzmanlarına göre, 7 Ekim’de Hamas öncülüğünde İsrail topluluklarına ve askeri karakollarına düzenlenen ve bin 139 kişinin öldürüldüğü ve 251 kişinin esir alındığı saldırıdan bu yana İsrail, Gazze’de soykırıma varabilecek yıkıcı bir saldırıyla karşılık verdi.

İsrail son dokuz ayda 39 binden fazla Filistinliyi öldürdü ve iki milyon 300 binlik Gazze nüfusunun neredeyse tamamını yerinden etti. Gazze’deki savaş uluslararası manşetleri belirlerken, İsrail’in 2024 yılında işgal altındaki Batı Şeria’da son 30 yılda herhangi bir yılda olduğundan daha fazla Filistin toprağını sessizce ele geçirmesine yol açtı.

İsrail işgalini derinleştirirken, Filistinli iki büyük grup Fetih Hareketi ve Hamas bölünmüş durumda kaldı. Fetih Hareketi, Batı Şeria’nın büyük bir bölümünü 1993 Oslo Anlaşmalarından doğan ve Fetih’e şiddetten vazgeçmesi ve İsrail’i tanıması karşılığında Filistin devletinin kurulacağının vaat edildiği Filistin Yönetimi aracılığıyla kontrol ediyor.

Buna karşılık Hamas silahlı mücadeleye bağlı kaldı ve 2007’de iki taraf arasında yaşanan kısa bir iç savaşta Fetih Hareketi’ni kovduğundan beri Gazze’yi kontrol ediyor.

Kanlı geçmişe rağmen, her iki taraf da 12 daha küçük grupla beraber Pekin anlaşmasını imzaladı. El Cezire’nin elde ettiği bir anlaşma kopyasına göre bu anlaşma, nihai olarak İsrail işgali altındaki Doğu Kudüs, geniş Batı Şeria ve Gazze’de (İsrail’in 1967 Arap-İsrail savaşında ele geçirdiği topraklar) bir Filistin devleti kurmayı hedefliyor.

Anlaşma kalıcı olacak mı?

Uluslararası Kriz Grubu (ICG) Filistin uzmanı Tahani Mustafa, Fetih Hareketi ve Ebu Mazen olarak da bilinen Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın Hamas’la daha önce yapılan uzlaşma anlaşmalarını baltaladığını söyledi.

El Cezire’ye konuşan Mustafa, Abbas’ın ve yakın sırdaşlarının İsrail işgaline karşı Filistin yönetimini birleştirmek için gerçek bir siyasi irade göstermediğini söyledi.

Mustafa’ya göre Fetih Hareketi, teoride Filistinlileri uluslararası alanda temsil eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üzerinde tek kontrol sahibi olduğunu ve Hamas ve diğer fraksiyonlar bu yapıda temsil edilirse çoğunluğunu kaybetmekten korkuyor.

Mustafa, “Hamas’ı ve İslami Cihad’ı da eklerseniz, Fetih Hareketi’nin tekeli sona erer” dedi.

İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri de uzlaşma anlaşmasını baltalamaya çalışabilirler.

İsrail, savaş sonrası senaryoda Filistin Yönetimi’nin ya da Hamas’ın Gazze’nin kontrolünü ele geçirmesine izin vermeyi reddederken, ABD de uzun süredir Hamas’ın İsrail’i tanımasını ve Filistin hükümetinin bir parçası olmadan önce şiddetten vazgeçmesini istiyor.

2017’de Hamas, 1967 sınırlarına göre bir Filistin devleti kurulmasını kabul eden yeni bir tüzük sundu. Hamas tarafından daha önce yapılan açıklamalar ve hareketlerle uyumlu olan bu hamle, İsrail’in fiilen tanınması anlamına geliyordu.

Mustafa, “Hamas, İsrail’in var olma hakkını hiçbir zaman [açıkça] tanımadı çünkü İsrail’e aynı şeyi Filistinliler için de yapması yönünde hiçbir zaman baskı yapılmadı” dedi.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin İsrail-Filistin uzmanı Hugh Lovatt, İsrail’in bu anlaşmayı rayından çıkarmak için Batılı müttefiklerine Filistin Yönetimi’ne verdikleri fonları kesmeleri için baskı yapmasının oldukça olası olduğunu söyledi.

El Cezire’ye konuşan uzman, “Filistin Yönetimi mevcut haliyle ancak ABD ve Avrupa’nın yakın işbirliği ve finansman desteğiyle ayakta kalabilir” dedi.

Lovatt, “Ancak bu sadece Filistin Yönetimi’nin hayatta kalmasıyla ilgili bir mesele değil, aynı zamanda Filistin Yönetimi’nin kilit isimlerinin kişisel hayatta kalma meselesi… kendi kişisel konumlarını zayıflatabilecek herhangi bir anlaşmaya çok ilgi duymuyorlar” diye ekledi.

El Cezire yorum için Filistin Yönetimi Başkanlığı sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne ve Filistin Yönetimi’nin Birleşik Krallık misyonunun başındaki Husam Zomlot’a ulaştı. Her iki isim de haber yayınlanmadan önce yorum taleplerine yanıt vermedi.

Ancak Lovatt, Filistin Yönetimi’nin, İsrail’i resmen tanımak ve şiddetten vazgeçmek gibi Oslo Anlaşmaları’nın şartlarına uymayı reddetmesi nedeniyle önceki birlik anlaşmalarının çökmesinden Hamas’ı sorumlu tuttuğunu söyledi.

“Abbas’ın söylediğini gördüğümüz şey… bir anlaşma istiyoruz ama uluslararası meşruiyete dayanan bir anlaşma” diye ekledi.

Bu anlaşma neden önemli?

Daha önceki uzlaşma anlaşmaları başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Rahman bu anlaşmanın başarıya ulaşmasının hayati olduğunu söyledi.

Rahman’a göre İsrail-Filistin konusunda uluslararası kamuoyunda rüzgarlar değişiyor ve bu da birleşik bir Filistin liderliğinin Gazze’deki “soykırıma” ve İsrail’in Batı Şeria’daki “ilhakçı baskısına” son vermesi için bir fırsat yaratıyor.

Dünya Mahkemesi olarak da bilinen Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) “tavsiye niteliğindeki görüşü”, İsrail’in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’deki 57 yıllık işgalini kısa bir süre önce “yasadışı” olarak sınıflandırdı. Mahkeme, yerleşim yerlerinin inşası ve genişletilmesi de dâhil İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında varlığını sürdürmesinin “uluslararası hukuku ihlal ettiğini” söyledi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu kararı “saçma” olarak nitelendirdi ve İsraillilerin “atalarının yurdundaki kendi topluluklarında yaşamalarının” yasadışı olamayacağını söyledi.

Rahman, “Durum açıkça vahim ve Filistinlilerin uluslararası toplumu Filistinlileri savunmak için bir araya getirecek bir tür birleşik liderliğe ihtiyacı var” dedi.

Ancak bu birlik -en azından şimdilik- savaşın gidişatını şekillendirmede en etkili küresel aktör olan ABD tarafından desteklenmiyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller salı günü düzenlediği basın brifinginde anlaşmayı yorumlarken “Bir terör örgütünün rolü olamaz” dedi.

Hamas ABD, İsrail ve Avrupa Birliği tarafından “terörist” olarak tanımlanan bir grup ancak pek çok Filistinli, Hamas’ı meşru bir direniş grubu olarak görüyor.

Lovatt, Filistin Yönetimi karar alma sürecinde Hamas ve diğer gruplara danışarak anlaşmayı uygulamaya kararlı olsa bile ABD baskısının Filistin birliğini sabote edebileceğini söyledi.

Lovatt şunu ekledi: “Bu gerçekten de belirleyici faktör olabilir. Asıl soru şu: [Abbas] kararlılığını sürdürecek mi, yoksa uluslararası baskı karşısında geri adım mı atacak?”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı artık küresel ilişkilerin merkezi değil

Yayınlanma

Samir Puri, Nikkei Asia
25.07.2024

Dünya meselelerinde bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Batılı ülkelerin küresel meselelerin nihai hakemleri olarak hareket etme gücü ve birliği çökmüyor, ancak açık bir düşüş içinde.

Çoğumuz bu noktada hemfikiriz, ancak bu geçiş dönemini Batı’nın içinden mi yoksa dışından mı izlemek daha doğru olur? Perspektif her şeydir. Atlantik’in her iki yakasındaki Batılı ülkelerde yaşayan bizler için popülizm siyaseti, değişen dünyayı izlerken kaçınılmaz olarak önemli bir tartışma konusu haline geliyor.

Daha “ulus öncelikli” liderler ve partiler güç kazandıkça, Batı’nın siyasi karakterinin hızla değişmekte olduğu açıktır. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın olası zaferi ya da Macaristan Cumhurbaşkanı Viktor Orban’ın ülkesinin Avrupa Birliği dönem başkanlığını kullanarak geleneksel Batılı dış politika elitlerine çelişkili mesajlar vermesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu durum zamanla Batı’nın küresel kişiliğini değiştirecektir.

2020’den bu yana Batı’daki evimden ziyade, Asya’da gelişen bu olayları Singapur’daki görüş noktamdan izliyorum. “Batısızlık: Büyük Küresel Yeniden Dengelenme” adlı yeni kitabımda yazdığım gibi, Batı’nın küresel varlığının yeniden şekillenmesini uzaktan izlemek kendi perspektiflerini sunuyor.

Asya’da, dünyanın değişen ekonomik dengesi Çin ve Hindistan’ın yükselişinde açıkça görülüyor ve Endonezya gibi ülkeler de gelecekte önemli bir büyüme göstermeye hazırlanıyor.

Dünyanın yeniden dengelenmesi sadece “Asya’nın yükselişi” ile sınırlı değildir. Suudi Arabistan, Türkiye ve hatta Güney Afrika gibi ülkelerin küresel meselelerde kendi yollarını çizmek için gösterdikleri stratejik özerklik her geçen ay artıyor.

Batılı olmayan ülkeler için stratejik özerklik ekonomik büyümeden kaynaklansa da bundan çok daha fazlasıyla ilgilidir. BRICS gibi Batılı olmayan kulüplerin genişlemesini de içeriyor. Güney Afrika’nın Batı destekli İsrail’e karşı Hamas’a karşı yürüttüğü savaş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava gibi gelişmeler de bunu kanıtlamaktadır. Batılı olmayan ülkeler küresel görüşün değişmesine yardımcı oldukça, Batılı ülkeler tarafından 7 Ekim’den sonra İsrail’i desteklemek için alınan ilk tutumlar artık “kurallara dayalı uluslararası düzen” kullanılarak inandırıcı bir şekilde sorgulanabilir.

Batılı olmayan dünyanın yükselen başlıca güç merkezleri hızla kendi momentumlarını geliştiriyor. Yüzyıllardır ilk kez Batı her zaman öncü bir rol oynamıyor. Avrupa liderliğindeki deniz sömürge imparatorluğunun önceki dönemleri ve ardından ABD liderliğindeki küreselleşme dönemi düşünüldüğünde, dünya meselelerinde ortaya çıkan dönemin gerçekten de çok farklı olacağı görülecektir.

Batı çökmeyeceği ve ABD ekonomisi canlılığını koruduğu için yanlış sonuçlara varmak kolaydır. Tüm bunları gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğüne göre bir analize indirgemek ve yalnızca ABD ile Çin arasında iki atlı bir yarış olarak görmek çok basite indirgemek olacaktır.

Kişi başına düşen GSYH’ye bakıp, önde gelen Batılı ülkelerin modernleşmenin standart taşıyıcıları olarak diğerlerinin fersah fersah önünde olduğu sonucuna varılabilir. Ya da güçlü ABD dolarının kalıcı gücüne odaklanılabilir.

Bunlar indirgemeci sonuçlara varmaktır. Evet, ekonomik performans, yaşam standartları ve para biriminin gücü büyük önem taşımaktadır. Ancak diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında Batı’nın düşüşte olduğu görülmektedir.

Demografi gibi bazı eğilimler ölçülebilir niteliktedir. Diğer eğilimler ise küresel anlaşmazlıkları çözme gücü ve ahlaki güçle ilgilidir. Küresel yeniden dengelenme yalnızca sert güç ve ekonomiyi değil, aynı zamanda standartları belirleme, dikkati yönetme ve krizleri çözme becerisini de içermektedir.

Manşetlerimize hakim olan ve küresel görüşleri derinden ikiye bölen diğer savaştan işlerin ne kadar hızlı değiştiğine dair net bir örnek alalım.

G7 aracılığıyla çalışan Batı, Rusya’nın Şubat 2022’de başlayan barbarca tam ölçekli işgaline karşı Ukrayna’yı övgüye değer bir şekilde destekledi. Ancak milyarlarca dolar harcayarak silahlandırdığı Ukrayna, hala Rus işgalcileri kovacak kadar güçlü değil. Şimdi, küresel yeniden dengelenmeyle ilgili iki gelişme Ukrayna’daki durumu daha net bir şekilde etkiliyor.

Birincisi, Rus ekonomisi Batı ve G7 liderliğindeki yaptırımlardan ve enerji ihracatına getirilen fiyat sınırlamalarından zarar gördü. Ancak ekonomik ceza tehdidi Putin’i 2022 başlarında Ukrayna’yı işgal etmekten caydırmaya yetmedi. Yaptırımların gerçekliği de Putin’i işgalden vazgeçmeye zorlamak için yeterli değil. Dünya ekonomisindeki yapısal değişiklikler, Rusya’nın Çin, Hindistan ve diğer BRICS ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Körfez ülkeleri, Endonezya ve diğerleriyle ticaret yapmaya devam ettiği ve savaş ekonomisini sürdürdüğü anlamına geliyor.

İkinci olarak, Batılı olmayan bu ülkeler bir şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesini savunmuşlardır. Batı ve G7 ise tam tersini savunmuştur. Mükemmel bir ahlaki netlikle, Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi ve saldırganlığı için asla ödüllendirilmemesi gerektiğini savundular. Ancak Trump Beyaz Saray’a dönerse, ABD politikasının bir barış anlaşması lehine Ukrayna’yı terk etmeye kayması bekleniyor.

İronik bir şekilde, Trump’ın dayatacağı böyle bir anlaşma ABD’yi dünyanın geri kalanında genel olarak aynı şeyi savunan kesimlerle daha uyumlu hale getirecektir. Eğer bu gerçekleşirse, Batı’nın küresel haçlı enkarnasyonu bir darbe alacaktır. Onun yerine, otokratik liderlerle anlaşma yapmaktan kaçınmayan, işlevsel yaklaşımları tercih eden popülist bir Batı enkarnasyonu ufukta görünmektedir. Böyle bir dünyadan korkmak başka bir şey, bunun pek çok etmenini anlamak başka bir şeydir.

Sadece Soğuk Savaş sonrası zafer kazanmış Batı’nın sonunu gözlemlemiyoruz, aynı zamanda daha az Batı egemenliğinde bir dünyanın başlangıcını da gözlemliyoruz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Okulu kıran” çocukların ailelerini hapse atmayı öneren başkan adayı: Kamala Harris

Yayınlanma

Editörün notu: Joe Biden’ın çekilmesi ile birlikte Demokratların kasım ayındaki başkan adayı olarak öne çıkan Başkan Yardımcısı Kamala Harris, siyaseten “silik” bir profil olsa da daha önce San Fransisco ve California’daki savcılık deneyimleri karanlık bir geçmişe işaret ediyor. “Beyaz olmayan” ve “ilerici” sayılan bir siyasetçi olmasına rağmen savcılığı döneminde siyahlara yönelik polis şiddeti konusunda tavır almayı reddetmişti. Harris’in en tartışmalı hamlesi ise, “okul asma programı” olarak bilinen 2011 tarihli yasaydı. Bu yasa bölge savcılarının, çocuklarının geçerli bir neden olmaksızın okul yılının yüzde 10’unu kaçırmaları halinde ebeveynleri kabahat işlemekle suçlamalarına ve hapsetmelerine izin veriyordu. Daha sonra sonlandırılan programın, yine en fazla beyaz olmayan toplulukların ebeveynlerine yönelik işlediği yönünde yoğun eleştiriler gelmişti.


“Kamala the Cop”: Biden’ın Olası Halefi Harris’in Karanlık Yüzü

Raphael Schmeller
Berliner Zeitung
23 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç

Sevilmiyor, hata yapmaya meyilli ve kendi partisi içinde tartışmalı durumda. Demokratların başkan adayı olarak yarışa girmesi beklenen Kamala Harris kimdir?

Joe Biden’ın başkanlık yarışından çekilmesinin ardından birçok demokrat coşkuyla Kamala Harris’i desteklemeye başladı. Partinin seçim kampanyası bağışları platformu ActBlue, Biden’ın yerine Demokratların favorisi olan başkan yardımcısı için şimdiden “bağış seli” yaşandığını bildirdi.

Liberal Amerikan medyası Pazar akşamından beri Harris’in seçimi kazanması durumunda ABD’nin en yüksek siyasi makamına gelen ilk kadın, ilk Asya kökenli ve Barack Obama’dan sonra ilk siyahi olacağını tekrarlayıp duruyor. Ancak Harris’in ülkedeki çok sayıda kişi tarafından sevilmediği ve kendi partisinin içinde de tartışmalı olduğu gerçeği söylenmiyor.

2011 ve 2013 yıllarında bağışlarla Harris’i destekleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, çoğu ankette Demokratlardan oldukça önde yer alıyor. Bakıldığında Harris ve Biden arasında rağbet görme açısından önemli farklar yok ve hatta Harris’in durumu kısa bir yükselişten sonra daha kötüye bile gidebilir. Harris son anketlerde Demokratlar için çok önemli olan Michigan, Arizona ve Nevada gibi salıncak eyaletlerde Biden’dan daha kötü performans gösteriyor.

Harris, okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için hapis cezası istemişti

Harris, örnek vermek gerekirse iç politikadaki sert tutumu sebebiyle eleştiriliyor. 2011 yılından itibaren Kaliforniya Başsavcısı olarak kendisini Günışığı Eyaleti’nin(*) ‘’ilk polisi’’ olarak sundu ve sıkı baskısıyla adından söz ettirdi. Aynı zamanda kolluk kuvvetlerindeki yolsuzluklara karşı yeterince kararlı adımlar atmaması konusunda da eleştirildi. Ve hepsinden önce okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için uygulanmasını savunduğu yüksek para cezaları ve olası hapis cezaları sistemiyle hatırlanıyor.

Bu dönemde Harris, siyahlara yönelik polis şiddeti gibi birçok konuda tavır almayı reddetti ve bu durum birçok Demokrat tarafından yadırgandı. 2014 yılında marihuanayı yasallaştırma girişimine gülmüş, ancak beş yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunda “kesinlikle desteklediğini” vurgulamıştır. Başsavcılık yaptığı dönem ona ‘’Kamala the Cop’’ (Polis Kamala) lakabını kazandırmıştır.

Harris 2017 yılında Senato’ya seçildi ve 2019 yılında Demokratların başkan adayı olarak yarışa girdi. Başta Biden’ı ırkçılıkla suçlasa da sonrasında korkunç anket oranları sebebiyle yarıştan çekildi ve sonrasında kendisini başkan yardımcısı adayı yapan Biden’ı destekledi.

Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı son 4 yılda pek çok kez kendi siyasi profilini geliştirmemekle suçlandı. Biden, göçü sınırlandırmak için menşe ülkelerdeki göçün nedenleriyle mücadele etme görevini 2021 yılında Harris’e verdi. Ancak Harris’in çabalarına ve Latin Amerika hükümet başkanlarıyla yaptığı görüşmelere rağmen düzensiz sınır geçişlerinin sayısı arttı. ABD Yüksek Mahkemesi 2022 yılında dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade kararını bozarak ülkenin çoğu yerinde kürtajı fiilen imkansız hale getirdiğinde ise Harris, kürtaj haklarını şiddetle savundu.

Harris pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük olarak görülüyor

Harris, Beyaz Saray’da geçirdiği süre boyunca çoğunlukla kendi yolundan gitti. Röportajlarında ve kamuoyu önünde yaptığı diğer konuşmalarında çeşitli hatalar yaptı ve her zaman kendine güvenen biri olarak görünmedi. Pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük ve bazı demokratlar tarafından da bir yük olarak görülüyordu. Hatta 2022 yılının başında yapılan anketlerin sonucuna göre Harris, bugüne kadarki en sevilmeyen Başkan Yardımcısı. Yakın çalışma arkadaşları birçok kez istifa etti ve kaotik çalışma koşulları olduğuna dair söylentiler hep devam etti.

Harris de Biden gibi hatalar yapmaya ve anlaşılması zor konuşmalar yapmaya meyilli. Şu anda sosyal medyada Mayıs 2023’te yaptığı bir konuşma dolaşıyor, Harris dinleyicilere şu açıklamaları yapıyor: “Siz, içinde yaşadıklarınızın ve sizden önce gelenlerin bağlamından oluşuyorsunuz.’’ Sonrasında bu anlattıklarını annesinden bir alıntı yaparak destekledi, ‘’Hindistan cevizi ağacından düştüğünüzü mü sanıyorsunuz?’’ Harris sonrasında saniyelerce kendi şakasına güldü.

Eğer beklendiği gibi Kamala Harris Demokratların adayı olarak gösterilirse yalnızca bu imajını düzeltme zorluğuyla karşılaşmayacak, aynı zamanda seçmenleri Biden-Harris hükümetinin sevilmeyen sonuçlarından kendisini sorumlu tutmamaları için ikna etmeye çalışmak zorunda kalacak. Bu sebeplerle Trump, Harris’i yenmenin Biden’ın kendisini yenmekten daha kolay olacağını iddia ediyor. Bu konuda haklı olabilir.


(*) Yazar Florida ile Kalifornia’yı karıştırıyor olmalı çünkü “Günışığı Eyaleti” (Sunshine State) takma adı Florida’ya ait. Kaliforniya’nınki ise “Altın Eyalet” (Golden State). (editörün notu)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English