GÖRÜŞ

Ukrayna, kadrolar, nesnellik ve planlama: Putin’in konuşmasının anahatları – 2  

Yayınlanma

“Kandırılmak”

Putin Kiev rejimiyle olası barış görüşmelerine ilişkin Rusya’nın tutumunu özetlerken iki yıldır söylediklerini tekrar etti: görüşmeler ancak rejimin 2022 nisanında İstanbul’da kabul ve hatta parafe ettiği çerçeve üzerinde yapılabilir. “Sonra Johnson geldi, bilindiği gibi, Britanya yetkilileri de inkar etmiyor bunu, teyit ediyorlar; geldi ve Ukraynalılara son Ukraynalıya kadar savaşma talimatı verdi; buün olan da bu.” Putin “başta Çin Halk Cumhuriyeti, Brezilya, Hindistan olmak üzere dostların, ortakların, bu karmaşık sürecin bütün detaylarının çözüme kavuşmasına samimiyetle yardımcı olmak istediklerini” de belirtti; bununla birlikte bir şeyi gayet ustaca ekledi: bu süreç Ukrayna’da 2014’teki darbeyle başladı. Bu adeta, “dostların” gönlünü alırken kararlılığını koruduğunu gösterme çabasıydı.

Bu başlıkta moderatör A. Suvorova’nın sorusu çok dikkat çekiciydi; Suvorova, Putin’in “görüşmeler doğrudan Kiev’le değil onun batılı hamileriyle yapılabileceğini” söylediğini hatırlattı; ama Rusya bu süreçte hep “kandırılmıştı”; bu durumda görüşmelerin geleceği ne olabilirdi ki?

Önemli bir soru bu, zira “kandırılmak” aynı zamanda “kandırılabilmek” anlamına da gelir. Eğer öyleyse gene kandırılmayacağının garantisi nedir?

Putin’in cevabı eksiksiz aktarılmayı hak ediyor:

“Evet, kiminle uğraştığımızın farkındayız. Bunlar diğer ülkelerin ve halkların menfaatlerine değer vermeyen, en ufak saygı göstermeyen insanlar. Ne yazık ki var böyle insanlar; üstlendikleri her tür yükümlülüklerini, hatta imzalı belgeleri bile kolaylıkla ihlal ediyorlar. Ama elden ne gelir? Hiç değilse bir şekilde, bir dereceye kadar işleyecek biçimler ve garantiler aramak gerek. Ama güvenliğin baş garantisi Rusya Federasyonu’nun ekonomisinin ve askeri potansiyelinin büyümesi, ortaklarımız ve müttefiklerimizle güvenilir ve istikrarlı ilişkilerdir.”

Başka deyişle kandırılmaktan kandırılmaya fark var; bazı durumlarda kandırılmak, eğer demagoji değilse, kanmak istemek anlamına gelir; ama başka bazı durumlarda da hiç değilse geçici istikrar kesitleri kazanabilmek için hasmının hilelerine kanmaktan veya kanıyor görünmekten başka yol yoktur.

Mesele böyle konulduğunda anlaşılıyor; ancak bunun tarihi arka planının Sovyetler Birliği’nin faşist Almanya’nın saldırmazlık paktına “kanmasında” yattığını belirtmek gerek. Başka deyişle, bir başka ülkede bu tartışma sadece güncel siyasetle ilgili olabilir ama Rusya’da aynı zamanda tarih tartışmasıdır.

Kadrolar

Putin’in konuşmasının en kısa bölümü, üzerinde özel olarak durmayı gerektiriyor: bu, kadrolar üzerine söyledikleridir. Sanayide işgücü verimliliği, teknolojik egemenlik ve yenilenme, özellikle robotizasyon üzerinde durduktan sonra şöyle dedi: “Ve kadrolar. Elbette, kadroları hazırlamak gerek. Bu devletin en önemli görevidir; bu nedenle yeni bir milli proje ortaya çıktı ve çıkıyor; adı da ‘Kadrolar’.”

Bu proje haziran ayında duyuruldu ve 1 Ocak’ta başlatılacağı açıklandı. Dört federal proje içeriyor: yüksek öğretim mezunlarının etkin istihdamı; mesleki gelişim, ek beceriler ve yeni iş imkanları sunulması; istihdam eksikliğinin ve işgücü kaybının azaltılması; genç işletmecilerin özendirilmesi.

Ama bu milli projede olmasa bile kadro siyasetinin temelini teşkil eden bir başka şey daha var: harekat bölgesinde öne çıkan personelin devlet adamlığına kazandırılması, başka deyişle devletin idari geleceğinin bunlara tevdi edilmek üzere hazırlanmaları.

Ancak benim dikkat çekmek istediğim nokta daha başka. Stalin 4 Mayıs 1935’te Kremlin sarayında harp akademileri mezunları karşısında yaptığı ikonik konuşmada şöyle demişti: “Her şeyi kadrolar çözer. … Ülkemizin teknolojiyi ileri götürebilecek ve harekete geçirebilecek yeterli syıda kadrolara sahip olmasını sağlamak istiyorsak öncelikle insanlara değer vermeyi, ortak davamıza yarar getirebilecek her bir işçiye değer vermeyi öğrenmemiz gerek. Şu dünyadaki bütün değerli sermayelerden en değerli ve en tayin edici sermayenin insanlar, kadrolar olduğunu anlamamız gerek!”

Şaşırtıcı gibi görünen bu benzerlik hiç de şaşırtıcı değildir. Geçen yıl Harici’de Rusya eski Uzakdoğu bakanı Aleksandr Galuşka’nın Orlov’daki bir kongrede yaptığı uzun konuşmanın çevirisini sunmuş ve yorumlamıştım. Orada Galuşka’nın “ekonomik bestseller” ünvanını kazanan “Büyümenin Kristali” adlı kitabından da söz etmiştim. Bu kitap, gerek sponsorları gerek Galuşka’nın siyasi rolü ve gerekse de neredeyse bir el kitabı haline gelmiş olmasıyla bir çeşit teknokratik iktisat programının çerçevesini oluşturuyor. Daha sonra da birçok defa iktisadi kalkınmaya teknokratik yaklaşımla Stalin döneminin temel yaklaşımlarının örtüştüğünü söyledim. (Özellikle bak. “Stratejik planlama ve kalkınma”) Eğer tarihin spiral gelişmesiyle analoji kuracak olursak, sosyalizmin kuruluşundaki temel teknokratik uygulamalar spiralin bir üst aşamasında neredeyse eksiksiz benimseniyor. Kadro siyaseti de bunlar arasında.

Merkez Bankası’nın para-kredi siyaseti

Merkez Bankası’nın doğrudan doğruya GSYH büyümesini hedef alan faiz-kredi siyaseti Rusya’nın en yakıcı sorunlarından biri. MB yönetimi elindeki kutsal değneğin irfanını bizim gibi fanilerle paylaşmayı da reddediyor üstelik. Bunu abartarak söylemiyorum. MB başkanı Nabiullina’nın birinci yardımcısı Dmitriy Pyanov haziran ayı başında politika faizinin “öngörülemezliği” hakkında şöyle demişti: “(Bu — bn.) kendine has bir satranç: bir sonraki adımda her figürün hamle kuralı ve değeri değişiyor. … Faizi öngörmek mümkün değil, bu hesaplanamaz. Tek bir yargıya varılabilir: oyunun ustaları pek az ve hepsi de Merkez Bankası’nda. Bu mukaddes irfan semalardan arza inemez.”

Ancak Putin’in politika faizi ve “aşırı ısıtılan ekonominin soğutulmasıyla” ilgili sözleri, belki biz fanilerin de neoliberal dogmatizme sopa sallayarak o irfana mazhar olabileceğimizi gösteriyordur.

Sunucu, yüksek kredi faizlerine rağmen tüketici kredisindeki artışı neye bağladığını sorduğunda Putin şu karşılığı verdi: “… tüketici seviyesi yüksek seviyede çünkü özel kişiler politika faizine karşı pek hassas değil. … şirket kredileriyle ilgili olarak, şirketler belli planları hazırlamış durumda ve bunlar yüksek politika faizine rağmen gene de kredi alıyorlar. İkincisi, biz de ekonominin muhtelif sektörlerine destekte bulunma yönünde bir karar aldık. Bu destekle ilgili devletin elinde enstrümanlar var; esasen de sektörlerde büyük projeler için şu veya bu oranda sübvansiyon sağlanması şeklinde. … Ekonomiyi böyle soğutuyorlar işte, yüksek politika faiziyle, imtiyazlı ipoteklerin iptaliyle; ama bu da bilişim ipoteklerinde, Uzakdoğu’da, Arktik’te, aile ipoteklerinde imtiyazlarla destekleniyor. Bir başka faktör de hükümetin, Maliye Bakanlığının bütçenin denkleştirilmesindeki istikrarlı çalışması.”

Demek ki MB’nın baskısına rağmen “belli sektörlerde” politika faizinin etkisi sıfırlanmış durumda, zira bunlar için özel kredi faizleri getiriliyor. Benzer bir durum Uzakdoğu’daki hemen bütün yatırımlar, hemen bütün tüketici talepleri, hemhen bütün konut ve araç kredileri için de geçerli. Hükümetin rolünü özellikle vurgulaması ise MB’nın kendisine semavi peygamber irfanı izafe etmesinden rahatsızlığını göstermek için adeta.

Özgüven pekişmesi

Özetle, bütün bu söylenenlerde sürpriz yok. Ancak iki yıldır  söylediklerinin doğrulanmış, iki yıldır söylediklerinden geri adım atmamış, iki yıldır yürütülen projelerden daha şimdiden sonuç almış olmasının getirdiği büyük bir özgüven var.

İktisat. Bu başarılar iktisat alanında iki noktada, aslında çok daha önceden ortaya çıkmış (ille de tarihlemek gerekirse Mişustin’in 2020 başında ilk teknokrat hükümetiyle birlikte kesin bir form almış) keynesçi eğilimlerin güçlenmesine hizmet ediyor. Birincisi, başta Uzakdoğu olmak üzere özel sermayeden proje beklemek yerine devlet projeleri geliştirmek ve özel sermayeyi bu projelerde yatırım için (çoğu zaman sopanın ucunu göstererek) “teşvik” etmek. İkincisi, Merkez Bankası’nın para-kredi siyasetini  (sektörün yüzde 65’ini devletin kontrol ettiği) mali kuruluşlar alanında uygulamasına ses etmezken aslında başta öncelikli bölgeler olmak üzere tüketici ve yatırım kredilerinde imtiyazlar yoluyla kuşa çevirmek, böylece yıkıcı etkisini hafifletmek.

Ukrayna çatışmasında da İstanbul mutabakatını olası barış görüşmelerinin ön çerçevesi olarak saymaya devam ediyor. Putin parafe edilmiş mutabakat metnini ilk defa geçen yıl Petersburg forumunda göstermiş, ancak (yakın zamanda geri dönülebileceği ve bu nedenle gizli kalmaya devam etmesi gerektiğini söyleyerek) ayrıntılarına değinmemişti. Kremlin’in bu meselelerde ketumluğunu dikkate alınca mutabakat metninin Rusya’da basın kuruluşlarının eline geçmiş olabileceğinden emin değilim doğrusu; ancak batıda bütün “anaakım” medyanın çekmecesine düştüğünü herkes biliyordu. Mukaddes “basın hürriyeti“ gereği bunlar da iki yıldan fazla bir süre mutabakatın adını anmaktan bile kaçındılar; ta ki haziran başında The New York Times yayınlayana kadar. Özetlemekte yarar var: metinde Kiev rejimi silahlı kuvvetlerinin mevcut ve envanteriyle ilgili kesin hükümlere varılmamıştı; ancak rejim bunların kısıtlanmasını kategorik olarak kabul etmişti. Garantör ülkeler olarak Rusya, ABD, Çin, Britanya ve Fransa (parantez içinde de Türkiye ve Belarus) sayılmış, Ukrayna’nın “sürekli tarafsızlık” pozisyonunda kalacağı ve garantör ülkelerden veya üçüncü ülkelerden hiçbirinin yanında bir savaşa katılmayacağı, dahası, garantör ülkelerin ortak rızası olmadan başka bir ülkeyle tatbikat dahi yapamayacağı da kaydedilmişti. Kırım ve Donbass’ın durumunun Ukrayna tarafından tanınması Rusya’nın bu yöndeki talebine rağmen fiilen zamana bırakılmıştı, ancak Rusya nazi propagandasının yasaklanmasında ısrar ediyordu. Rejim Rusçayı resmi dil olarak tanımayı taahhüt etmişti. Rusya, Ukrayna’nın AB’ye girmesine karşı çıkmayacağını da belirtmişti.

BRICS hakkında konuşurken Türkiye’nin bu örgüte üyelik başvurusunda bulunduğu iddiasının hiç geçmemesinin beni şaşırttığını belirtmeliyim. Uşakov bu başvuruyu doğrulamış olsa bile ben Putin’in de bir şeyler diyeceğini bekliyordum ve nedenle konuşmayı daha büyük bir dikkatle dinledim; ancak bu mesele hiç anılmadı. Belki herhangi bir şeye yormak gerekmez, belki (küçük bir ihtimal olsa bile) “aklına gelmemiştir”; ancak gene de dikkat çekici olduğunu belirtmek gerek.

Ukrayna, kadrolar, nesnellik ve planlama: Putin’in konuşmasının anahatları – 1  

Çok Okunanlar

Exit mobile version