DÜNYA BASINI
Washington, Huawei’yi Avrupa’dan nasıl kovdu?
Yayınlanma
Yazar
Harici.com.tr
Çeviren: Erman Çete
Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz uzun makale, POLITICO’da 23 Kasım 2022 tarihinde yayınlandı. Yayının iki önemli editörünün imzası bulunan makale, harcanan tüm PR paralarına ve lobi faaliyetlerine rağmen, ABD’nin Çin karşıtı “Haçlı Seferi”nin Avrupa’da teknoloji başlığında başarıya ulaştığını gösteriyor. Washington’ın müttefikleri, yalnızca 5G altyapısında Huawei’yi dışlamakla kalmıyorlar, Britanya örneğinde olduğu gibi, Huawei (ve Çin ordusu bağlantılı ZTE) tarafından üretilen güvenlik kameralarını dahi devlet dairelerinden güvenlik gerekçesiyle söküyorlar. Dikkat çekici bir diğer nokta, Donald Trump döneminde yaygınlaşan Çin karşıtı yaptırımlar ve ticaret savaşları ile ABD’nin kendi müttefiklerini Çin’e karşı tavır almaya zorlama siyaseti, Joe Biden döneminde de devam etmesi. Rusya-Ukrayna savaşının bu eğilimi daha da güçlendirdiği görülüyor. ABD, kendi ekonomik ve siyasi hegemonyasına rakip olarak gördüğü Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı her tür önlemi almaya çalışıyor. Trump’ın Çin çizgisi, bu bağlamda iki partili Amerikan sisteminin üzerinde ortaklaştığı bir çizgiyi yansıtıyor; zira Biden, Trump zamanında getirilen Çin karşıtı iktisadi yaptırımları gevşetmeye pek niyetli değil. Son olarak, metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.
Washington, Huawei’yi Avrupa’dan nasıl kovdu?
Laurens Cerulus ve Sarah Wheaton
23 Kasım 2022
Huawei Avrupa’dan el çekiyor.
Çinli telekomünikasyon devi, soylu Batılı lobicilerini işten atıyor, Avrupa operasyonlarını daraltıyor ve küresel liderlik hırslarını rafa kaldırıyor.
Şirketin 20’den fazla mevcut ve eski çalışanı ve stratejik danışmanıyla yapılan görüşmelere göre, bunu yapmasının nedenlerinin şirketin ticari potansiyeliyle pek ilgisi yok –Huawei hala en son teknolojiyi rakiplerinden daha düşük maliyetlerle sunabiliyor– ve her şey siyasetle ilgili.
Amerika Birleşik Devletleri tarafından baskı altına alınan ve bir zamanlar en stratejik denizaşırı pazarı olarak gördüğü bir Kıtada giderek daha fazla dışlanan Huawei, Çin pazarına geri dönüyor ve Avrupa’da kalan ilgisini, Batı’da büyük ölçüde güvenlik riski olarak görülen bir şirkete ev sahipliği yapmaya hâlâ istekli olan birkaç ülkeye odaklıyor.
Bir Huawei yetkilisi, “[Huawei] artık küreselleşme dalgasında yüzen bir şirket değil” dedi. “O, artık iç piyasada kıçını kurtaran bir şirket.” Bu makale için görüşülen diğer Huawei çalışanlarının çoğu gibi, yetkili de şirketin sıkıntılarını özgürce anlatmak için kimliğinin gizli kalması koşuluyla konuştu.
Huawei’nin durumu, şirketin kurucusu Ren Zhengfei tarafından Temmuz ayında şirketin Şenzen genel merkezinde yöneticilere yaptığı bir konuşmada özetlendi. Şirketin son üç yılda karşılaştığı üçlü zorluğu ortaya serdi: Washington’ın düşmanlığı; koronavirüs pandemisi kaynaklı aksamalar; Rusya’nın, küresel tedarik zincirlerini alt üst eden ve Avrupa’nın Çin gibi ülkelere aşırı bağımlılık konusundaki endişelerini artıran, Ukrayna’yı işgali.
Ren, kamuya açıklanmayan fakat POLITICO’nun gördüğü konuşmasında, “2019’da karşı karşıya olduğumuz şartlar bugünkülerden farklı” dedi. “Daha parlak bir geleceğimiz olacağını sanmayın.”
“Daha önce tüm insanlığa hizmet etmeye çalışan bir küreselleşme idealimiz vardı” diye ekledi: “Bugün idealimiz ne? Hayatta kalmak!”
‘Küreselci Huawei’nin öldüğü an’
Şirket Batı’da kış uykusuna yatarken, ABD’nin çalışmalarına yönelik saldırısına karşı koymak için sadece birkaç yıl önce işe aldığı üst düzey Batılı yöneticileri kenara atıyor veya kovuyor.
Avrupa’da çalışan bir Huawei yetkilisi, “Batılılar dinliyordu” dedi: “Artık böyle değil… Kimse dinlemiyor.”
Huawei’nin Brüksel ofisi –bir zamanlar şirketin alet çantasında, Avrupa’nın kısıtlamalarına karşı lobi yapması için kilit bir merkezdi– artık genel merkezi Düsseldorf’ta bulunan Avrupa operasyonları içinde tamamen eridi.
Ofis bu yaz, şirkete Ekim 2019’da Avrupa’daki siyasi baskıya karşı tepkinin başlangıcında katılan, eski BBC muhabiri iletişim başkanı Phil Herd’ü kaybetti. Ofis ayrıca yakın zamanda lobicilik ve politikadan sorumlu en az üç kilit personelini daha kaybetti. Brüksel kurumlarının baş temsilcisi (Tony) Jin Yong, şu anda Batı Avrupa’daki idari işlerden sorumlu ve zamanının çoğunu Düsseldorf ofisinde geçiriyor.
Londra’da, Huawei’nin Birleşik Krallık İletişim Direktörü Paul Harrison, ekim ayında görevinden ayrıldı ve diğer yetkililer de aşağı yukarı aynı zamanlarda bıraktı. Harrison, Huawei’ye 2019’da Birleşik Krallık yayıncısı Sky News’teki üst düzey bir editörlük işinden [ayrılarak] katılmıştı.
Yerel Challenges dergisinin haberine göre Paris’te şirketin Pazarlama ve İletişim Direktörü Stéphane Curtelin, eylül ayında görevinden ayrıldı. Ondan önce, Paris ofisi, 2020’de Huawei’ye katılan, kapsamlı idari deneyime sahip kıdemli bir Fransız siber güvenlik yetkilisi İdare ve Güvenlik İşleri Başkanı Vincent de Crayencour’u kaybetti. Şirketin Paris Ofisi Baş Temsilcisi Linda Han da yaz gelmeden görevinden ayrıldı.
Varşova’da, şirketin yerel PR yöneticisi Szymon Solnica eylül ayında Huawei’den ayrıldı. Ayrılışını duyurduğu bir LinkedIn gönderisinde, “Son yıllarda günlük olarak uğraştığım krizler çok büyüktü” diye yazdı.
Resmi röportajlarda konuşan Huawei yetkilileri, ayrılışları normal devirler olarak nitelendirdi. Geçen hafta yapılan resmi bir mülakatta, Huawei Avrupa’nın sözcüsü, “Şirketlerde, sadece Huawei’de değil, her zaman dalgalanmalar olur… Bazı insanlar ayrılıyor ve bazı insanlar geliyor” dedi.
Ancak şirketteki diğerleri, ayrılmaların Eylül 2021’de başlayan radikal bir değişimi yansıttığını özel olarak kabul etti.
İşte bu, Huawei’nin finans müdürü ve Ren’in kızı Meng Wanzhou, banka dolandırıcılığı ve elektronik dolandırıcılık komplosu kurmak suçlamasıyla ABD’ye iade edilmekle karşı karşıya kalmasının ardından Kanada’da yaklaşık üç yıl geçirdikten sonra şirketin Şenzen’deki genel merkezine döndüğünde oldu.
Bir yetkili, “Meng’in uçaktan indiği an, küreselci Huawei’nin öldüğü andı” dedi.
Kurucunun kızı –ve şirketin liderliğinin olası varisi– Meng, Huawei ile Washington arasındaki hukuk ve halkla ilişkiler mücadelesinde kilit bir rol oynamıştı. Kanada’dan döndüğünden beri şirketin genel merkezinde başkan yardımcısı olarak Huawei’nin en üst kademelerine ulaştı ve tepede kurumsal bir değişikliği tetikledi.
Amerikan baskısının en yoğun olduğu dönemde şirketin küresel iletişim departmanını yöneten (Catherine) Chen Lifang, yönetim kurulundan alınarak denetim kurulunda bir role getirildi.
Küresel iletişim departmanı artık Huawei yönetim kurulunda, Avrupa’da Huawei’nin Batı Avrupa bölgesinin eski başkanı, Avrupa’da Vincent Peng olarak bilinen Peng Bo tarafından temsil ediliyor. Peng’in yükselişi, şirketin Avrupa operasyonlarını Şenzen’e yakınlaştırma çabalarının bir parçası.
Avrupa’da halkla ilişkileri düzene sokma gündemi, Hong Kong’da Bloomberg News için çalışan eski bir gazeteci, Guo Aibing tarafından yönetiliyor. Guo, Avrupa’ya paraşütle indirildi ve şirketin Kıta genelindeki lobicilik ve iletişim faaliyetlerinde kesintiler ve güçlendirmeler yapıyor.
Şirket aynı zamanda Avrupa’daki faaliyetlerini de yeniden yapılandırıyor. Şirketin planları, bütün Kıta’yı merkezi Düsseldorf’ta olan tek bir operasyon bölgesinde toplamak.
Huawei şu anda Kıta’yı iki pazara ayırıyor: Düsseldorf’tan yönetilen Batı Avrupa ve Varşova’da bulunan üst düzey bir yönetici ile [yönetilen] Doğu Avrupa Kuzey ülkeleri.
Huawei Avrupa sözcüsü, yeniden yapılanma “tüm Avrupa iş faaliyetlerinde daha fazla sinerji yaratmamıza yardımcı olacak; Avrupa’daki müşterilerimize doğrudan daha fazla değer getirecek” dedi.
Sözcü, genel olarak, şirketin şu anda 12.000 kişi civarında olan personel seviyelerinin “sabit” kalacağını söyledi.
Ren’e göre şirket başka yerlerde de küçülüyor. Bu yazki konuşmasında şirketin kurucusu, “Bazı ülkelerdeki pazarları bırakacağız” dedi. “Örneğin, Beş Göz ülkeleri ve Hindistan’daki pazarlarımızı bırakacağız.”
“Beş Göz” ABD, Britanya, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda arasındaki istihbarat paylaşımı düzenlemesine atıf yapıyor. Beş ülkenin tamamı, güvenlik endişeleri nedeniyle Huawei ve diğer Çinli şirketlerin kritik altyapılarını yasakladı veya yasaklama sürecinde.
Bunun yerine Huawei, küresel 5G’nin büyük bir bölümünü oluşturan ve İsveç’ten Ericsson ile Finlandiya’dan Nokia’nın pazar paylarını korumak için mücadele ettiği kendi iç pazarına odaklanıyor.
Trump etkisi
Huawei’nin stratejik geri çekilmesi, yakın zamana kadar Avrupa’daki varlığını genişletmek ve sürdürmek amacıyla lobicilere ve halkla ilişkiler kampanyalarına milyonlarca avro akıtan bir şirket için dikkate değer.
2010’lı yılların büyük kısmı boyunca Huawei, Avrupa’daki birçok kişi tarafından iktidara sokulan teknoloji firmaları arasında dostane bir yüz olarak görülüyordu. Yaklaşımlarında tuhaf, evet, ama samimi ve –çoğu için– rekabeti artırdığı ve yeni nesil telekom ağlarında fiyat etiketini düşürdüğü için Kıta’nın çıkarlarına faydalı.
Şirket, genellikle bir Huawei telefonu da dahil olmak üzere cömert hediye çantalarıyla ve Brüksel’deki Concert Noble’da Çin yeni yılını kutlayan resepsiyon gibi süslü açık büfeler ve dans performansları içeren göz alıcı mekanlarda gösterişli partileriyle tanındı.
Cafcaflı cümbüşler daha sonra, Çin yapımı telekomünikasyon altyapısının ciddi bir güvenlik ve casusluk riski oluşturduğuna dair endişeler nedeniyle Washington’dan gelen ters siyasi rüzgarlara verilen aşırı tepkinin bir parçası oldu.
Bu karşı rüzgarlar ABD Başkanı Barack Obama döneminde esmeye başladı ama kasırga, kuvvetine Donald Trump’ın seçilmesi ile erişti. 2019’a gelindiğinde şirket, Ren’in kızı Meng’in Kanada’da ABD’nin iade talebinin sonucunu beklediği Amerikan yaptırımları altındaydı.
Trump yönetiminde eski bir dışişleri bakan yardımcısı Keith Krach, Washington’ın nasıl “panik düğmesine bastığını” hatırlıyor.
Avrupalı bakanlara Çin ile olan ilişkilerini sorduklarını anımsıyor. “Ve demişlerdi ki, ‘Şey, önemli bir ticaret ortağı’ ve hepsi bu kadar. Ve daha sonra odanın her iki tarafına baktılar, odada kimse yoktu ve bana fısıldadılar: ‘Ama onlara güvenmiyoruz.”
Firma, jeopolitik fırtınada yön bulmak için Batı dünyasının en iyi operatörlerine altı rakamlı maaşlar teklif etti. POLITICO’nun bu tür teklifler alan birkaç kişiden öğrendiğine göre, Elysée ve Westminster gibi iktidar saraylarıyla doğrudan bağlantıları olan Batılı eski gazeteciler ve politikacılardan oluşan yüksek kalibreli bir ekip oluşturdu.
İlk başta kumar işe yaramış görünüyordu.
Huawei’nin, ABD’nin kendisinin casusluk riskleri oluşturduğu ve Washington’un saldırganlığının ekonomik çıkarlardan kaynaklandığı şeklindeki mesajı, özellikle Almanya gibi Trump’ın kullanışlı bir engel olduğunu kanıtladığı yerlerde ilgi gördü.
Berlin’deki Global Public Policy Institute [Küresel Kamu Politikası Enstitüsü] müdürü Thorsten Benner, “Trump’ın öne sürdüğü dava neredeyse ters etki yarattı” dedi. Huawei ayrıca, duyarlı müşteri hizmetleri ile birlikte ucuz ekipmanın değerini gören büyük telekomünikasyon operatörlerinden de destek aldı.
2020’nin başında Huawei, ABD’nin topyekun yasaklama çağrılarını atlatmış görünüyordu. 28 Ocak’ta, o zamanki İngiltere Başbakanı Boris Johnson, şirkete ülkenin 5G altyapısının bir bölümünü inşa etmesi için yeşil ışık yaktı. Sadece bir gün sonra, Avrupa Birliği, Çinli satıcılara aşırı güvenmekten uzaklaşmak için bir plan sundu, fakat Huawei’nin kendi teknolojisi için pazar erişimini sürdürmesi amacıyla ulusal hükümetlerle lobi yapması için kapıyı açık bıraktı.
Sonra pandemi geldi. Wuhan kaynaklı koronavirüs binlerce kişiyi öldürürken, Trump, Mayıs 2020’de Huawei’ye yarı iletken arzını temelde kesen yeni yaptırımlarla Çin karşıtı yaylım ateşini artırdı.
Temmuz ayına kadar Birleşik Krallık’tan Johnson rotayı tamamen tersine çevirdi ve hükümetin, bu hareketin teknolojinin piyasaya sürülmesini geciktireceğini ve maliyeti yarım milyar sterlin artıracağını tahmin etmesine rağmen, tüm Huawei ekipmanlarının İngiliz 5G ağlarından çıkarılması gerektiğini duyurdu.
2020 ve 2021 boyunca, Fransa, İsveç, Romanya, Baltık ülkeleri, Belçika ve Danimarka dahil olmak üzere Avrupa hükümetleri, ülkenin 5G ağının önemli bölümlerinde Huawei ekipmanlarını yasakladılar veya operatörlerinin orta vadede kendilerini bu ekipmandan vazgeçmelerini zorunlu kıldılar.
Bir zamanlar Avrupa’da Apple ve Samsung’a meydan okuma yolunda olan Huawei’nin akıllı telefon ticareti, bu arada cihazlarını Google’ın sahip olduğu işletim sistemi Android’den ayıran ABD yaptırımları tarafından ezildi.
Putin hesapları değiştirdi
Bu aksilikler acı vericiydi ama hâlâ ölümcül sayılmıyordu. Trump’ın seçimi kaybetmesi ve Avrupa’da pandeminin geri çekilmesi, karşı saldırı için bir fırsat sunuyor gibiydi.
2021’in başında, Huawei’nin Brüksel lobicileri, Avrupa’nın ucuz ve hızlı 5G donanımına açlığının güvenlik endişelerine galip geleceği konusunda hâlâ iyimserdi. Avrupa Parlamentosu’nda görüşlerini ortaya koymak için arka arka sıralanmış toplantıları bile vardı.
Bu toplantılar 24 Şubat’ta, Putin’in Ukrayna’yı bütün gücüyle istilasını başlattığı gün iptal edildi. Avrupa’daki birçokları için, Huawei’ye ilişkin risk-fayda hesaplamaları bir gecede değişmişti.
Geçmiş yıllarda Huawei’nin Avrupa’daki pazar etkisini takip eden telekom uzmanı John Strand, “Gördüğüm en büyük değişiklik, özellikle Almanya’da Rus gazına bağımlı olduğumuzun fark edilmesinden geldi” dedi. “Şu soru akla geliyor: Rus gazına mı yoksa Çin telekom altyapısına mı bağımlı olmak daha kötü?”
Joe Biden döneminde Huawei’ye baskı yalnızca daha da arttı ve Washington’ın uyarıları şimdi daha sempatik bir aracıdan geliyor. Ekim’de Avrupa Komisyonu, 5G ağlarını desteklemek için Huawei teknolojisinin kullanılmasına karşı yeni bir uyarı yayınladı ve Birleşik Krallık hükümeti, Huawei ekipmanlarını İngiliz telekom altyapısından çıkarma gerekliliğini yeniden teyit etti.
Şirketin ıstırabı, lobicilik çabalarının ayaklarını yerden kesmiş ve pazar payını tüketmiştir.
Pandemiden önce şirket, Avrupalı politikacıları, gazetecileri ve iş liderlerini, küresel emellerini sergileyen farklı Avrupai mimari tarzlarına sahip binaların bulunduğu devasa bir kampüs olan Şenzen merkezinde düzenli olarak ağırlıyordu.
Çin’in sıfır COVID siyaseti bunu imkânsız kıldı.
Şirket, dünyanın en büyük telekom endüstrisi etkinliği olan Barselona’daki yıllık Mobil Dünya Kongresi’nde yıllarca en çok harcama yapan şirket oldu. Bu sene, şirketin sahadaki varlığı, göz kamaştırıcı ve astronomik pazarlama bütçeleriyle yeni ürünler piyasaya sürdüğü daha önceki gösterilerin soluk bir taklidiydi.
Fakat belki de bir zamanlar Huawei’yi ana sponsorları arasında sayan Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu kadar yüksekten uçan hiçbir olay geri dönüşün boyutunu gösteremez. 21 Ocak 2020’de, Johnson’ın Trump’a karşı Huawei’nin yanında yer almasından sadece bir hafta önce Ren, Alpler’deki tatil beldesinde sahnedeydi ve “Sapiens” yazarı Yuval Noah Harari ile yapay zekanın geleceğini tartışıyordu.
Ertesi yıl, siyasi iktidar oyuncularının ve finansal devlerin Davos’taki küresel buluşması pandemi yüzünden iptal edildi. 2022 yazında yeniden toplandığında, Huawei üst düzey şefleri gevezeliği kaçırdı. Pekin’in sıfır COVID politikası uyarınca Çin’den ayrılamazlardı.
Bilançoları vuran jeopolitik
Endüstri uzmanları, şirketin aralarında Almanya ve İspanya’nın da bulunduğu bazı büyük ulusal pazarlarda hala sağlam bir paya sahip olduğunu söylüyor.
Strand Consult tarafından 2020 yılında yapılan bir araştırma –Huawei’nin Avrupa’da kapladığı alanın bugüne kadar yapılmış en kapsamlı genel değerlendirmesi– Çinli firmanın Avrupa pazarlarına ne kadar derinden yerleştiğini gösterdi: Strand’in incelediği 31 ülkeden 15’inde, tüm 4G radyo erişim ağı ekipmanlarının (RAN) yarısından fazlası Çinli satıcılardan geldi.
Ancak bu pazarların birçoğunda yetkililer, operatörleri önümüzdeki yıllarda “yüksek riskli satıcıların” –genellikle devlete bağlı Huawei ve Çin ordusu bağlantılı telekom şirketi ZTE olduğu anlaşılır– kullanımını aşamalı olarak kaldırmaya veya en azından önemli ölçüde sınırlamaya zorlayan önlemler aldı.
Tüm bunlar acıtmaya başladı.
5G’yi uygulamaya yönelik erken yarışta Huawei, Avrupa’daki rakiplerini geride bıraktı. Bununla birlikte, butik telekomünikasyon araştırma şirketi Dell’Oro tarafından derlenen ve bir endüstri yetkilisi tarafından POLITICO ile paylaşılan özel rakamlara göre, geçen yılın başlarından itibaren –Avrupalı yetkililer 5G güvenliği konusunda yön değiştirirken– İsveçli Ericsson, Avrupa’daki yeni radyo erişim ağları satışlarındaki pazar payında Huawei’yi geride bıraktı. Radyo erişim ağları, ağ yatırımının en büyük bölümünü oluşturur ve baz istasyonlarını ve antenleri içerir.
2022’nin ikinci çeyreğine ait en son güncelleme, Ericsson’un yüzde 41, Huawei’nin yüzde 28 ve Fin Nokia’nın yüzde 27 olduğunu gösterdi. Buna 3G, 4G ve 5G’de yeni baz istasyonları ve anten satışları da dahildir; bunların bir kısmı operatörlerle devam eden sözleşmelerin bir parçasıdır.
Bilhassa 5G RAN için yön değişimi daha da nettir: Huawei, piyasaya çıkışın başlangıcında pazar lideri olarak ilk baştaki konumunu kaybetti; Dell’Oro’nun tahminine göre şu anda Avrupa’da satışların yüzde 22’sini, Ericsson yüzde 42’sini ve Nokia yüzde 32’sini sağlıyor.
Endüstri uzmanları, Huawei’nin önemli halkla ilişkiler rollerini birleştirme ve rafa kaldırma hamlesinin, oyunda hâlâ pay sahibi olduğu ülkelerde şirkete zarar verebileceğini söylüyor: En önemlileri Almanya, İtalya ve İspanya. Bu büyük Avrupa pazarlarında, hükümetler “yüksek riskli satıcılara” yönelik önlemleri empoze etmekte yavaş kaldılar – ve bunları uygulamada bilhassa yavaş ve yumuşaklardı.
Deutsche Telekom ve Vodafone gibi Avrupa’nın en büyük operatörlerinin de Huawei ile devam eden sözleşmeleri var, yani Çinli firma en azından hâlâ bakım sağlıyor, ağları çalışır durumda tutuyor ve potansiyel olarak hâlâ 5G’nin hizmete sunulmasının bazı kısımlarını destekliyor.
Fakat en azından Almanya’da Olaf Scholz’un yeni hükümeti Çin teknolojisi konusunda daha eleştirel bir tavır aldı. Bu ay –Çin’e karşı şahin bir tutum takınan– Ekonomi Bakanı Robert Habeck Çinli yatırımcıların Alman bir çip fabrikasını satın almasını potansiyel güvenlik tehditleri gerekçesiyle resmi olarak engelledi.
Budapeşte geceleri
Huawei elbette Avrupa’dan tamamen vazgeçmedi.
Şirkete bu yaz Brüksel’de yüz yüze görüşme fırsatı vermeye devam edenlere ağır bir hediye çantası verildi.
Şirketin halkla ilişkiler operasyonundan parlak ciltli kapaklara – “Daha Akıllı Bir Gelecek Seçin: Avrupa’nın bir sonraki dijital politikasına bir katkı” ve “Avrupa’yı Birleştirmenin On Yılı” gibi başlıklarla– ek olarak, çantada Frédéric Pierucci’nin bir anı kitabı da vardı.
Fransız altyapı işleri üreticisi Alstom’da eski bir yönetici olan Pierucci, 2013 yılında FBI tarafından rüşvet suçlamasıyla tutuklanmıştı – tam da Amerikan holdingi General Electric’in Alstom’un nükleer operasyonlarını devralmak için müzakere ettiği sırada.
“Amerikan Tuzağı” başlıklı kitap, yazarının, Washington’ın kendi müttefiklerine karşı yürüttüğü gizli ekonomik savaşında bir rehine olduğunu savunuyor.
Yayıncının özetinde, “Birbiri ardına, dünyanın en büyük şirketlerinden bazıları, ekonomik sabotaj eylemleriyle ABD’nin yararına aktif olarak istikrarsızlaştırılıyor…” deniyor.
Bu, şirket içinde derin bir ilgi uyandıran ve kendilerini liberal süper güçlere kafa tutuyor olarak gören diğer hükümetlerle doğal bir yakınlık oluşturan bir anlatı. Huawei Kıtada dost ararken, Çin ve Rusya ile nasıl ilişki kurulacağı konusunda AB’nin geri kalanına giderek daha fazla karşı çıkan Macaristan, lafını sakınmaz bir müttefik olmaya devam ediyor ve şirket bu ilişkiye yöneliyor.
Bu yıl eylül ayında, Huawei’nin CEE [Orta ve Doğu Avrupa] ve İskandinav bölgesi birimi, şirketin Avrupa’daki en büyük lojistik merkezine ev sahipliği yapan Macaristan’da yıllık İnovasyon Günü etkinliğini düzenledi.
Tuna Nehri kıyısındaki teknoloji girişimcileri, Budapeşte’nin kubbeli Castle Garden Bazaar’ında ısmarlama kahve ve bol miktarda kanepe yerken İngilizce ve Macarca, biraz Çince ve Almanca karışık sohbetler yaptılar.
Konferans salonunun içinde, iki dilli sunucular Norveç’teki yerel somon ırklarını koruma ve Macaristan’daki selleri önleme hakkında mini belgeseller hazırladılar. Küçük işletme yöneticileri, tamamı Huawei 5G ağlarında olmak üzere Avusturya’daki mahsulleri ve Yunanistan’daki olası orman yangınlarını izleyen drone’lara dikkat çektiler.
Macarca simültane tercüme imkanıyla Huawei, Economist Intelligence Unit’e yaptırdığı ve Avrupa’nın 5G kullanımı ve uygulaması konusundaki geri kalmış durumunu yineleyen araştırmayı öne çıkardı. Bu, Huawei’nin altyapısının kaldırılmasının gerçek sonuçları olacağını üstü kapalı bir şekilde hatırlatıyordu.
Fakat şirket, portföyünün daha büyük bir parçası ne olmasını umduğunu da vurguladı: güneş panelleri için invertörler gibi, güvenlik endişeleri uyandırma olasılığı daha düşük olan ürünler.
Şirketin şu anki halkla ilişkiler ve iletişim başkanı Jeff Wang, Kıtada çalışarak geçirdiği 10 yılı andığı, Budapeşte’deki kalabalığa yönelik video konuşmasında, “Huawei kendini yeşil bir Avrupa vizyonuna adamıştır” dedi.
Etkinliğe giden haftalar boyunca Huawei yetkilileri, Başbakan Viktor Orbán’ı konuşturmak için bastırdılar. Bu pek olumlu sonuçlanmasa da Orbán, üst düzey yardımcılarından biri olan Dışişleri ve Ticaret Bakanı Péter Szijjártó’yu bir mesaj iletmesi için gönderdi.
Szijjártó, “Hiçbir yatırımcı şirkete menşe ülkesi nedeniyle ayrımcılık yapmayacağız,” dedi. Budapeşte’nin, “burada, Macaristan’daki Huawei varlığını” engellemeye yönelik “uluslararası baskı”ya karşı sıkı duracağını da ekledi.
Huawei’nin CEE & Nordic bölgesinden sorumlu başkan yardımcısı Radoslaw Kedzia (ve 2015’te Çek Cumhuriyeti’nde şirket içinde CEO statüsüne ulaşan ilk Çinli olmayan kişi), Macaristan’da ısrar etmenin arkasında siyasi bir hesap olmadığını söyledi.
Kedzia, “Gelin bizi şeytanlaştırmayın, tamam mı? Biz de diğer şirketler gibiyiz” dedi.
Eğer yapılan bir iş değerlendirmesi, “Gelecek 10-20 yıllık istikrarlı operasyon beklentisini sunuyorsa, o zaman kaynaklarınızın bir kısmını o ülkede yoğunlaştırmanın iyi olduğunu düşünürsünüz” diye ekledi.
Aynı şekilde Avrupa sözcüsü, Huawei’nin her ülkeyle “aynı şekilde, aynı düzeyde” iletişim kurduğu konusunda ısrar etti. Şirket teknolojiye odaklanıyor ve “siyasi oyunlara dahil olmuyor” dedi.
Bir şey kesin: İş büyük Avrupa oyununa geldiğinde, Huawei kaybetti ve tüm siyasi oyuncularını eve gönderdi.
İlginizi Çekebilir
-
Amerikalı ekonomist Stephen Roach: ABD kendi temellerine saldırıyor
-
Panama, ABD yaptırımları nedeniyle 128 geminin kaydını siliyor
-
Brezilya lideri Lula, Japonya ziyaretinde Trump’ın vergileriyle mücadele sözü verdi
-
Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani, Çin heyeti ile görüştü
-
AB, Rusya’nın Karadeniz anlaşması için yaptırımların hafifletilmesi şartını reddetti
-
AB, Ukrayna için Starlink’e alternatif arıyor

İsrail’in en yüksek mahkemesi Netanyahu’yu durdurabilir mi?
Bibi’nin iki üst düzey yetkiliyi görevden alma hamlesinin ardından büyük hesaplaşma kapıda.
David E. Rosenberg / FP
Önümüzdeki haftalarda, İsrail demokrasisinin geleceğiyle ilgili büyük bir mücadele yaşanacak. Demokratik normları ve hukukun üstünlüğünü temsil eden tarafın bu mücadeleyi kazanacağının hiçbir garantisi yok.
Bir tarafta, devletin diğer organları zayıflatma ve sadık isimleri öne çıkarma hedefiyle geçen hafta iki kilit İsrailli yetkiliyi görevden almaya çalışan Başbakan Binyamin Netanyahu var. Diğer tarafta ise Yüksek Mahkeme yer alıyor. Teorik olarak Netanyahu’nun gündeminin bazı bölümlerini engelleme gücüne sahip olan mahkeme, pratikte ise kararlarını tanımamaya kararlı ve yetkilerini aşındırmaya çalışan bir hükümetle karşı karşıya.
Bu anayasal bir çıkmaza dönüşürse, Netanyahu’nun iktidara dönüşünden bu yana İsrail’i sarsan sokak protestoları yeniden alevlenebilir. Ülkeye dair genellikle temkinli açıklamalarda bulunan bazı etkili İsrailliler bile olası bir iç savaş konusunda uyarıyor.
Bu krizi tetikleyen olaylar, hükümetin son günlerde peş peşe aldığı iki karar oldu: İç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ın görevden alınması ve Başsavcı Gali Baharav-Miara’nın görevden alınma sürecinin başlatılması. Netanyahu, Bar’a olan güvenini kaybettiğini ve onu görev için “fazla yumuşak” bulduğunu belirterek kararı savundu. Adalet Bakanı Yariv Levin ise uzun süredir görevden almak istediği Baharav-Miara’yı “uygunsuz davranış” ve hükümetle “önemli ve uzun süredir devam eden görüş ayrılıkları” nedeniyle hedef aldı.
Hem Şin-Bet Direktörü hem de Başsavcı, hükümet tarafından atanan isimler olsa da onları görevden almak basit ve kolay bir prosedür değil.
Normal koşullarda, Şin-Bet Direktörü’nün görevden alınması idari hukuk çerçevesinde ele alınır; kararın gerekçelendirilmesi ve “makul” bulunması gerekir. Başsavcı ise ancak bir danışma komitesi kararıyla görevden alınabilir.
Ancak şu anda koşullar normal değil. Yasal düzenlemeler, hükümetin hem hukuki hem de ahlaki kurallara bağlı kalacağı varsayımıyla hazırlanmıştı. Netanyahu’nun geçmişteki hükümetleri de dahil önceki hükümetler de bu yetkililerle anlaşmazlıklar yaşanmıştı, fakat hiçbir zaman görevden alma yoluna gidilmemişti.
Ancak Netanyahu, tıpkı ABD Başkanı Donald Trump gibi, gücüne sınır koyan bu mekanizmalardan rahatsızlık duyuyor ve siyasi rakiplerini hedef almaktan geri durmuyor. Ve yine Trump gibi Netanyahu da liderlerinin iktidar hırsını kendi toplumlarını yeniden şekillendirmek için kullanan ideologların yardım ve desteğini alıyor.
Baharav-Miara, Yüksek Mahkeme’yi ve yargı organının diğer kurumlarını zayıflatacak “yargı reformu” projesi dahil hükümetin anayasaya aykırı olduğunu düşündüğü eylemlerini ısrarla reddettiği için bir engel olarak görülüyor.
Bar ise normalde hükümetin hedefi olmayacak bir güvenlik bürokratıydı. Ancak Şin-Bet’in görevleri arasında İsrail demokrasisini korumak ve ulusal güvenliğe yönelik tehditleri araştırmak da bulunuyor. Bu görevler onu hükümetle karşı karşıya getirdi.
İsrail’de “devlete sızma” tartışması: “Dün vatan haini ilan ettiniz yarın idam edersiniz”
Netanyahu hükümetinin demokratik normlara karşı açtığı savaş, Baharav-Miara ve Bar’ı görevden alma girişiminden çok önce başlamıştı. İlk adım, 2022 sonunda hükümetin kurulmasının hemen ardından Levin’in yargıyı siyasetin kontrolüne almayı hedefleyen kapsamlı “yargı reformu” planını açıklamasıyla atıldı. Bu reform girişimi, geniş çaplı sokak protestoları, Yüksek Mahkeme’nin iptal kararları ve 2023 Ekim’inde yaşanan Hamas saldırısıyla birlikte rafa kalktı.
Ancak hükümetin yargı reformunu yeniden gündeme getirmeyi beklediği açıktı. Levin uzun süredir yargıyı “yozlaşmış ve solcu” olmakla suçluyor. Hükümetin aşırı sağcı ve dindar ortakları ise Yüksek Mahkeme’yi, İsrail’i daha dindar ve muhafazakâr bir topluma dönüştürme çabalarının önündeki en büyük engel olarak görüyor.
Netanyahu bu görüşleri paylaşmasa da yargı reformu sayesinde hakkında devam eden yolsuzluk davalarından sıyrılma ihtimali vardı. Protestolar, davalar ve savaşın baskısıyla, zamanla o da aşırı sağın bürokratları düşman olarak gören önermesini yavaş yavaş kabul etmeye başladı. Netanyahu eskiden “derin devletin” kendisini yıkmaya çalıştığına dair iddiaları sosyal medyadaki destekçilerine bırakırdı şimdi artık bu ifadeleri bizzat kendisi de kullanıyor.
Netanyahu, Trump’ın izinde: Yargıya ‘derin devlet’ suçlaması
Yargı reformunu yeniden başlatmak için uygun zaman geçen sonbaharda geldi. Hamas, Hizbullah ve İran’a karşı savaşlarda İsrail üstün görünse de savaş atmosferi sokak protestolarını bastırmak için yeterince yoğun bir ortam sağladı. Ayrıca Trump’ın yeniden iktidara gelişiyle birlikte, Beyaz Saray artık demokratik olmayan adımlara ses çıkarmayacaktı.
Ancak bu kez hükümet, yeni protestolara yol açma olasılığı daha düşük olan kademeli bir yaklaşımı tercih etti. Bu ay başında, Meclis yargıçları disiplin altına alan kurulun kontrolünü koalisyon milletvekillerine devreden bir yasayı onayladı. Yargıç atamalarını siyasallaştıracak bir başka yasa tasarısı da şu an Meclis’te. Son adımlar ise Şin-Bet Direktörü ve Başsavcının görevden alınması oldu.
Bu siyasi mücadele, Yüksek Mahkeme’de görülecek görevden alma davalarının arka planını oluşturacak. Ancak davaların içeriği, teknik olarak “çıkar çatışması” olup olmadığı sorusu etrafında şekillenecek.
Bar yönetimindeki Şin-Bet, Netanyahu’nun ofisinden sızdırıldığı iddia edilen gizli belgeler ile Katar’dan Netanyahu’ya yakın kişilere yapılan ödemeleri araştırıyordu. Ayrıca polis teşkilatına aşırı sağcı örgütlerin sızmasını da araştırdığı ortaya çıktı. Muhalifler, Netanyahu’nun Bar’ı görevden almasının yasal açıdan gerekçelendirilebilir görünse de asıl amacının bu soruşturmaları durduracak bir ismi atamak olduğunu savunuyor. Bu nedenle yargı müdahale etmeli.
Aynı durum başsavcı Baharav-Miara için de geçerli. Kendisi, Netanyahu’nun yolsuzluk, rüşvet ve güveni kötüye kullanma suçlamalarıyla yargılandığı davanın başsavcısı. Şu sıralar Netanyahu haftada iki kez Tel Aviv’deki mahkemede ifade veriyor. En azından teoride, sadık bir kişinin bu pozisyonda olması İsrail liderinin mahkumiyetten kaçmasını kolaylaştırabilir.
Yüksek Mahkeme, şimdiden Bar’ın görevden alınmasını durduran geçici bir tedbir kararı aldı ve konuyla ilgili temyiz başvurularını 8 Nisan’da dinleyecek. Mahkeme dört farklı karar verebilir: Temyiz başvurularını tamamen reddedebilir, hükümete kararını yasal çerçeveye uygun şekilde yeniden düzenlemesini emredebilir, Bar’ın birkaç ay içinde istifa etmesini öngören bir uzlaşma önerebilir ya da görevden alma kararını tamamen iptal edebilir. Sonuncusu olursa, büyük bir çatışma başlayacak demektir.
Yüksek Mahkeme Baharav-Miara’nın görevden alınmasına müdahale etmese bile süreç normalde aylar sürecek. Önce hükümetin oluşturduğu bir komitenin karar vermesi gerekiyor. Ancak hükümet, bu süreci hızlandırmak istiyor. Levin, Baharav-Miara’ya istifa etmesi yönünde baskı yapıyor ve son iki yıldır ona yönelik yıpratma kampanyasını sürdürüyor.
Yüksek Mahkeme harekete geçecek mi? Mahkeme Başkanı Isaac Amit kararlı bir isim ve Bar davasına bakan üç kişilik heyet hükümet aleyhine karar verme ihtimali yüksek olan daha liberal yargıçlardan oluşuyor. Öte yandan, Netanyahu, Levin ve hükümet üyeleri uzun süredir mahkemeyi itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Onlara göre mahkeme tarafsız olmadığı gibi hükümeti yargılama hakkına da sahip değil. Levin, Amit’in ocak ayında mahkeme başkanı olarak atanmasına karşı çıktı ve o zamandan beri onu boykot ediyor.
Normal şartlarda, Yüksek Mahkeme’nin kararı, ne kadar tatsız olsa da hükümet için bağlayıcı. Ancak bu kez hükümet kararları tanımama sinyalleri veriyor. Geçici tedbir kararının ardından bazı bakanlar, nihai kararın da tanınmayabileceğini açıkladı. Mahkemeyi ya geri adım atmaya zorlayacaklar ya da müdahil olmaktan caydıracaklar.
Bu durumda, hükümet ile yargı arasındaki güç dengesi İsrail halkı tarafından belirlenecek. Eğer anketler doğruysa, halk “derin devlet” argümanına inanmıyor. Yüksek Mahkeme’ye hükümetten daha fazla güveniyor. Geçen hafta sonu ülke genelinde 100 binden fazla kişi Bar’ın görevden alınmasına karşı protesto gösterileri düzenledi.
Ancak bu protestoların etkili olması için çok daha büyük ve uzun süreli olması gerekiyor. Bu da garanti değil. Gazze’deki savaşın yeniden alevlenmesi, aşırı sağcı Itamar Ben-Gvir’in hükümete dönüşü ve protestolara karşı sert polis müdahaleleri, 2023’teki gibi kitlesel protestoların tekrarını zorlaştırabilir. Aylar süren savaşlar ve krizlerin ardından, halk artık yorgun olabilir. Netanyahu’nun umudu da tam olarak bu.
DÜNYA BASINI
Batı medyası ve siyasetinden temkinli İmamoğlu değerlendirmeleri
Yayınlanma
3 gün önce24/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Batı medyası ve siyasetinden ardı ardına değerlendirmeler geliyor.
Medyadaki değerlendirmeler, büyük oranda “jeopolitik dönüşümlerin” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a açtığı fırsat pencereleri ile ilgili.
Örneğin Politico’da ‘Erdoğan demokratik muhalefeti bastırmak için jeopolitik bir fırsat yakaladı’ başlıklı haberde, “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yıllarını demokrasiyi aşındırmak, muhalefeti bastırmak ve ülkenin ordu ve kamu hizmetlerini tasfiye etmekle geçirdi. Şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’nin laik kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasını gömmek için bu jeopolitik anı seçmiş gibi görünüyor,” deniyor.
Analizde, Donald Trump’ın özel temsilcisi Steve Witkoff’un Tucker Carlson’a verdiği mülakatta söylediklerine referans veriliyor. Witkoff, geçen hafta Carlson’a verdiği beyanda, iki lider arasında kısa süre önce gerçekleşen telefon görüşmesini “harika” ve “dönüm noktası niteliğinde” olarak nitelendirmişti.
Bloomberg: Erdoğan, NATO’nun Türkiye’ye olan ihtiyacı nedeniyle tutuklamaya ses çıkmayacağına güveniyor
Bloomberg’de yer alan ‘Erdoğan dünyanın Türkiye’deki kargaşayı görmezden geleceğine güveniyor’ başlıklı değerlendirmede ise, İmamoğlu’nun hapse atılmasının ardından Erdoğan’ın, “NATO müttefiklerinin Türkiye’ye, demokrasi kavgasından daha fazla ihtiyaç duyduklarına güvendiğini” öne sürüyor.
Analizde, “Türkiye Cumhurbaşkanı ve NATO’nun en büyük ikinci ordusunun komutanı, dünyanın kendisine, ülkenin demokrasisi için verilen mücadeleye katılma ihtiyacından daha fazla ihtiyaç duyduğuna güveniyor. ABD ve Avrupa güvenlik sorunlarıyla meşgulken, Erdoğan kendisini Ukrayna’dan Orta Doğu ve Afrika’daki çatışma bölgelerine kadar kilit bir güç simsarı olarak konumlandırdı,” deniyor.
Bloomberg, Avrupa başkentlerinden gelen birkaç itiraz dışında, İmamoğlu’nun tutuklamasının ardından uluslararası tepkinin yokluğunun dikkat çekici olduğuna işaret ediyor.
Yazıda, “Erdoğan muhtemelen Türkiye’nin artan stratejik öneminin demokratik eksikliklerinden daha ağır bastığını hesapladı. Yatırımcılar Türk varlıklarını terk ederken ve yabancı parayı ülkeye geri getirme yolunda son dönemde kaydedilen ilerlemeyi geri alma riskini taşırken bile, bu şimdiye kadar siyasi olarak karşılığını veren bir bahis,” ifadeleri kullanıldı.
Ekonomi yayını, özellikle Ukrayna’daki savaşın Avrupa’yı, Türkiye’ye giderek daha fazla bağımlı hale getirdiğini ileri sürüyor.
Economist: Geriye otokrasiye yakın bir yönetim kaldı
Ünlü ekonomi dergisi Economist ise İmamoğlu’nun tutuklanmasını ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan rakibini hapse attı ve Türkiye’nin demokrasisini tehlikeye attı’ başlığıyla verdi.
“Türkiye geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşıyor,” iddiasında bulunan dergi, her şeye rağmen Türkiye’deki seçimlerin ‘çoğunlukla serbest’ kaldığını, ama İmamoğlu’nun tutuklanması ile birlikte “geriye çıplak otokrasiye yakın bir yönetim kaldığını” öne sürdü.
Tutuklamaların Türkiye’nin on yılı aşkın bir süredir gördüğü en büyük protestolara yol açtığına işaret eden Economist, protestolardaki gözaltıları ve polis şiddetini de sayfalarına taşıdı.
Euractiv: Erdoğan jeopolitik değişimi değerlendirerek zamanını iyi seçti
Euractiv’de yer alan değerlendirmede de, “İç siyasi çalkantılara rağmen, Ankara’nın AB ile daha yakın ilişkiler kurması ve bloğun savunma fonlarına erişim kazanması için daha iyi bir zamanlama olamazdı,” deniyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘zamanını iyi seçtiğini’ savunan Euractiv, ‘içeride demokratik muhalefeti bastırmak ve dışarıda jeopolitik puan toplamak için jeopolitik değişimi değerlendirdiğini’ yazıyor.
Bir süredir AB-Türkiye ilişkilerinin gergin seyrettiğini hatırlatan Euractiv, ABD’nin Kıta’dan çekilme işaretleri vermesi ve Rusya ile ilişkileri düzeltmek istemesi birlikte büyük bir silahlanma hamlesi başlatan Avrupa’da Türkiye’ye bakışın değişmeye başladığına işaret ediyor.
Bazı AB diplomatlarına göre ABD Başkanı Donald Trump’ın dönüşü ve jeopolitik değişimler Kıta’da Ankara ile daha yakın ilişkilere bakış açısını değiştirdi.
‘Brüksel’de Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu söyleniyor’
Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin, Avrupa’daki güvenlik zirvelerine giderek daha fazla katılmaya başladığını ve üst düzey yetkililerin de bu konuya ilgi duyduklarını açıkça ifade ettiğini vurgulayan Euractiv, “Brüksel’deki iktidar koridorlarında tekrarlanan bir söylem, Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu ve uzun vadeli güvenlik çıkarlarının birkaç kişinin kısa vadeli çıkarlarının önüne geçmesi gerektiği yönünde,” diye yazıyor.
Ankara’nın, Avrupa’nın savunma planları için kendisine ihtiyaç olduğunu çok iyi anladığını savunan yayın, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin de Erdoğan ile daha yakın işbirliği için AB nezdinde lobi yaptığını aktarıyor.
Yazıda şunlar söyleniyor:
“Türkiye’nin stratejik coğrafi konumu, Karadeniz’den Akdeniz’e ulaşımı sağlayan önemli bir nakliye ve ticaret yolu olan ve savaşın ilk günlerinde Rus savaş gemilerine kapatmakta tereddüt etmediği İstanbul Boğazı’nın kontrolünde kilit rol oynuyor. Gelecekte Avrupa savaş gemilerinin Karadeniz’e erişimine ihtiyaç duyulması halinde, anahtar Ankara’nın elinde olacak. Yerli Kırım Tatarlarının Osmanlı İmparatorluğu ile bir dizi tarihi bağı olan Kırım Yarımadası’nda kalıcı bir Rus varlığı Ankara’nın çıkarına olmayabilir.”
Euractiv’e konuşan AB yetkililerine göre Türk askeri teçhizatı, blok dışından temin edilebilecek en ucuz seçenekler arasında yer alıyor ve Ukrayna ve Azerbaycan da dahil olmak üzere savaş bölgelerinde sahada test edildi.
‘AB, Türk askerine Ukrayna’da güveniyor’
Yine habere göre, Gelecekte Ukrayna’da yapılacak bir barış anlaşmasında Avrupalı barış gücü askerlerinin ateşkesi sağlaması halinde Türkiye’nin askeri gücü de işe yarayabilir.
AB savunma fonlarına erişim konusunda, giderek artan sayıda AB diplomatı, Avrupa’nın ‘gerçekleri görmesi’ ve ABD’ye bağımlılığının yerini alacak ortak tabanını genişletmesinin sadece bir zaman meselesi olduğuna inanıyor.
Bir AB diplomatı, AB’nin “bir noktada, hızlı bir şekilde yeniden silahlanma konusunda ciddiysek bu ülkelere ve endüstrilerine ihtiyacımız olduğu konusunda pragmatik bir durum değerlendirmesine varması gerektiğini” söyledi. Euractiv’e göre bu görüşler Brüksel’de giderek daha fazla yankı buluyor.
Bir AB yetkilisi, Fransa’nın savunma konusundaki ‘Avrupalı Satın Al’ rağmen, savunma konusunda Türkiye gibi tüm bu ülkelere yaklaştıklarını söyledi.
Avrupa’nın yeni silahlanma fonuna AB dışından katılım için, üçüncü ülkelerin AB ile savunma anlaşması imzalaması gerekiyor. Öte yandan böyle bir savunma anlaşması için ‘nitelikli çoğunluk’ yeterli olduğundan, Kıbrıs ve Yunanistan’ın itirazlarına rağmen Brüksel ile Ankara arasında böyle bir anlaşmanın imzalanmasının önünde engel yok.
Bu hafta başında masaya yatırılan ve üye devletler tarafından şartları daha da sıkılaştırmak ya da gevşetmek üzere değiştirilebilecek olan taslak metne göre, ikinci anlaşma doğrudan üçüncü ülke ile Avrupa Komisyonu arasında imzalanacak.
Bazı AB diplomatlarına göre, Türkiye’de dengeler değişirse, Polonya’nın AB dönem başkanlığı daha hızlı bir anlaşma için oybirliği arayışından vazgeçebilir.
Yine Euractiv’e göre, Türkiye’nin Rusya’ya karşı Batı’yla aynı safta yer almak arasında ince bir ipte yürümesi ikinci derecede önemli bir mesele gibi görünüyor.
Scholz’un İmamoğlu tepkisine rağmen Berlin, Ankara ile yakın savunma işbirliği istiyor
Dolayısıyla, özellikle Almanya’dan gelen bazı tepkilere rağmen, İmamoğlu’nun tutuklanmasına yönelik Kıta’dan gelecek tepkilerin genellikle “görmezden gelmek” olacağına vurgu yapılıyor.
Dahası, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un sert eleştirilerine rağmen, Alman yetkililer Berlin’in daha yakın bir savunma işbirliğinin önünde durmayacağını vurgulamakta gecikmedi. Fransız Elysee yetkilileri ise kamuoyu önünde yorum yapmaktan kaçındı.
Üst düzey AB yetkilileri Türk yetkilileri demokratik standartlara uymaya çağırırken, “temel haklara saygı ve hukukun üstünlüğünün AB’ye katılım süreci için elzem” olduğunu belirttiler fakat AB liderlerinin çoğunluğu sessiz kaldı.
Bazı AB diplomatları, stratejik gereklilikler lehine konuyu görmezden gelebileceğine inanıyor. Fakat diğer alanlarda AB-Türkiye ilişkilerinin yakınlaşması konusunda yaşanan siyasi tıkanıklık farklı görünüyor.
Görüşmeler hakkında bilgi sahibi olan kişiler, Ankara’nın yıllardır iki temel talebi olan AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin modernizasyonu ve vize serbestisinin, ‘reform eksikliği’ nedeniyle ilerleme ihtimalinin çok düşük olduğunu söylüyor.
DÜNYA BASINI
İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında yankı buldu
Yayınlanma
4 gün önce23/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında geniş yankı buldu. Pek çok Batılı yayın kuruluşu, tutuklamanın Türkiye’deki ‘demokrasi ilkeleri üzerindeki endişeleri artırdığını’ ve siyasi motivasyon taşıdığını ileri sürdü. Batı basını, Türkiye genelinde İmamoğlu’na destek gösterilerini ve uluslararası kuruluşların tepkisini de haberleştirdi.
Batı basını, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına geniş yer ayırarak, Türkiye’nin “demokratik ilkelerine dair endişeleri ve tutuklamanın potansiyel siyasi nedenlerini” ele aldı
The Times (Birleşik Krallık): Gazetenin bir köşe yazısında, İmamoğlu’nun tutuklanması ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1999’daki hapis cezası alması arasında paralellikler kuruldu. Yazıda, Erdoğan’ın önde gelen siyasi rakibi İmamoğlu’na karşı mevcut eylemlerinin, Erdoğan’ın daha önceki demokratik vaatlerinden uzaklaşmayı yansıttığı öne sürüldü.
The Guardian (Birleşik Krallık): The Guardian, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Türkiye genelinde yayılan geniş çaplı protestoları haberleştirdi. Gösterilerin “demokrasi, hukuk devleti ve eşit haklar için daha geniş bir harekete dönüştüğünü” yazdı. Makale, Birleşmiş Milletler (BM) ve ABD gibi kuruluşlardan gelen cılız tepkilerle uluslararası yanıtın sınırlı kaldığına da dikkat çekti.
Associated Press (ABD): Associated Press, İmamoğlu’nun yolsuzluk suçlamalarıyla tutuklanmasına yol açan hukuki süreci ele aldı. Tutuklamanın yaklaşan seçimler öncesinde gerçekleştiği zamanlamasına ve Türkiye’nin siyasi ortamı üzerindeki potansiyel etkisine dikkat çekti. Haber, muhalefet figürlerinden ve uluslararası kuruluşlardan gelen tutuklamanın siyasi çıkarımlarını eleştiren yorumlara da yer verdi.
Euronews (Avrupa): Euronews, İstanbul ve diğer şehirlerdeki kitlesel protestoları detaylı bir şekilde aktardı. Protestocuların gösteri yasaklarına ve yol kapatmalara karşı gelmesini vurguladı. Haber, “protestocular arasında tutuklamanın Erdoğan’ın ana rakibini saf dışı bırakmak için siyasi amaçlı olduğu” algısının yaygın olduğunu belirtti.
El País (İspanya): El País, İmamoğlu’nun geçici tutukluluğuna yol açan yargı sürecini haberleştirdi. Muhalefetin tutuklamayı 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bir rakibi ortadan kaldırma amaçlı siyasi bir girişim olarak gördüğünü kaydetti.
Die Welt (Almanya): Die Welt, mahkemenin İmamoğlu’nu tutuklama kararını ve ardından başlayan kitlesel protestoları haberleştirdi. İmamoğlu’nun asılsız ve iftira niteliğinde olduğunu ifade ederek reddettiği teröre destek iddialarına da değindi.
Diğer yandan Avrupa Komisyonu: Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İmamoğlu’nun tutuklanmasından derin endişe duyduğunu ifade etti.
Von der Leyen, Ankara’ya özellikle seçilmiş yetkililerin hakları olmak üzere “demokratik değerleri koruma yükümlülüğünü” hatırlattı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) ise kararı “adaletin trajedisi” ve demokratik sürece yönelik bir saldırı olarak kınadı.
Kuruluş, tutuklamanın “İstanbul seçmenlerinin seçtikleri temsilciden mahrum bırakılarak haklarının ihlal edildiğini” savundu.

Kuzey Kore lideri Kim, yapay zeka donanımlı yeni intihar dronlarının testlerini denetledi

Amerikalı ekonomist Stephen Roach: ABD kendi temellerine saldırıyor

Birleşik Krallık hükümetinden büyük kemer sıkma paketi

Gözaltına alınan Gagavuzya lideri Gutsul, Putin ve Erdoğan’dan yardım istedi

Panama, ABD yaptırımları nedeniyle 128 geminin kaydını siliyor
Çok Okunanlar
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 1
-
RUSYA2 hafta önce
Ukrayna ordusu, Kursk oblastından çekilmeye başladı
-
DİPLOMASİ2 hafta önce
Bloomberg: Erdoğan, Ukrayna’ya barış gücü göndermeyi planlıyor
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Suriye federasyona mı gidiyor?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Avrupa’nın ABD ile ilişkileri stratejik bağımlılıktan stratejik özerkliğe dönüşüyor
-
ORTADOĞU2 hafta önce
Suriye’deki Alevi katliamlarına dair tanıklıklar
-
DİPLOMASİ1 hafta önce
İngiltere, Ukrayna’ya binlerce asker göndermeye hazırlanıyor
-
AVRUPA2 hafta önce
Alman partilerinin ‘savaş’ anlaşması borsayı uçurdu