Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

İranlı Profesör: Protestolar toplumsal gerçeği ortaya çıkardı

Yayınlanma

İran haber ajansı ISNA‘nın ülkede gelişen protestolar üzerine antropoloji profesörü Ebrahim Fayyaz ile yaptığı röportajı dikkatinize sunuyoruz. Giriş yazısı orijinal metinden çevrilmiştir.

Tahran Üniversitesi’nden İranlı bir antropoloji profesörü, ülke çapında yaklaşık iki aydır devam eden protestoların kökenini, İran halkının sosyal gelişimini vurgulayan siyasi bir meselenin toplumsal bir meseleye dönüşmesi olarak değerlendiriyor: “Gelecekte kültürel ve bilişsel anlamda daha yoğun hareketler olacak ve bu hareketler her meseleye ‘sorgulayarak’ yaklaşmalarına, bu tutumla ilerlemelerine neden olacak.”

Sosyoloji başta olmak üzere beşeri bilimler alanındaki ünlü akademisyenlerden biri olan Ebrahim Fayyaz, ortaya çıktığı günden bu yana protestoları sosyolojik bir bakış açısıyla ele alan fikirler sunarak ve bu gösterilerin nedenlerini analiz ederek duruma ilişkin değerlendirme ve öngörüler ortaya koymaya çalışıyor.

Fayyaz’ın ve diğer sosyoloji profesörlerinin görüşleri ve analizleri, protestocuların lehine olsun veya olmasın, karışık tepkiler aldı fakat kendi destekçilerini de buldu. Bu çeşitli ve bazen de çelişkili ifadelere katılıp katılmamaktan daha önemli olansa 1990’ların sonlarında mevcut olmayan bir tutum olarak “akademik” kişilerin sokak protestolarına yönelik dikkati. Bu durum, o dönemdeki çoğu sosyolog ve uzmanın “teorik yoksulluk, bilimsel zayıflık ve analitik yetenek eksikliği” ile ilişkilendirildi. İki analitik inceleme kamuoyuna sunuldu ancak medyada yer almadığı için geri çekildi.

Bununla birlikte şu anda, üniversiteler ve akademik kurumlar son 10 yılda siyasi ve sosyal meselelere aktif bir bakış açısı benimsiyor. Profesörlerin ve “düşünce okulu” öğrencilerinin, geçmişte olduğu gibi sessiz kalıp sosyal ve politik konuları görmezden gelmenin hak verilebilir olmadığı sonucuna vardıklarını görmek takdire şayan.

‘Kendi fikirlerimiz değil, Batı fikirleri kuramlaştı’

  • Mahsa Emini’nin ölümünden ve İran genelinde protestoların başlamasından bu yana iki ay geçti. Protestoların kökenine ilişkin farklı görüş ve analizler var. Bazıları bunun sadece siyasi bir hamle olduğunu söylerken, diğerleri buna özgürlük anı diyor ve başkaları da bunu İran’a karşı yabancı bir komplo olarak adlandırıyor. Bu protestoların kökeni hakkında ne düşünüyorsunuz?

Şu anda zirveye ulaştık. Ve toplumumuzun yapısını zaman, tarih ve coğrafya açısından kuramlaştırmamız gerektiğinin altını çizmek önemli. Şu anda, İran toplumunun seyri hiç kuramlaşmadı veya Batı fikirleri tarafından kuramlaştırıldı.

Sorunuza gelince, 1968’den 1988’e kadar toplumumuzun ülkede ekonominin yönetimine tanık olduğunu söylemeliyim. O zamanlar başka konuları düşünmüyorduk, daha iyi bir arabamız, daha iyi bir evimiz, daha iyi bir mahallemiz, daha iyi bir okulumuz vb. olmasını tercih ediyorduk.

Ancak 1988’den bu yana hareketlerin ve diğer meselelerin ortaya çıkmasıyla siyasi çekişmeleri tetikledik ve bundan bir yıl sonra iletişime daha fazla angaje olduk. Ekonomi açısından arkasındaki tek sebep açlık içgüdüsüydü, 2008’den sonra cinsel sezgiydi ve şimdi de insanların iletişim dürtüsü hüküm sürüyor.

İkinci nokta, bu sorunlarla başa çıkmak için ilk etapta net bir politikamızın olmaması. Tanıtım Ofisi, Kültürel Devrim Konseyi gibi kurumların sorunların ve organizasyonların üstesinden gelmek için belirli bir kuralın belirlenmemiş olması ve akademik imaların bu konuları kuramlaştırmaması. Ve şimdi çıkmaza girip şoke oluyoruz.

Çıkmaza girdiğimiz için şimdi bazıları ahlak politikası devriyesinin daha da sıkılaştırılması gerektiğini, bir diğeri de bir bankaya başörtüsüz giren bir kadına veya taksisine başörtüsüz bir kadın alan şoföre para cezası verilmesi gibi şeyler söylüyor.

Bu tür açıklamalar zaten yapıldı ve diğer taraflarda Mahsa Emini’nin ölümünün başlangıç noktası olduğu durumlarda cevap vermeye hazırdılar. Durum, sadece düğmeye basılmasına ihtiyaç duyan ve şimdi güçlü bir patlamaya neden olan dünya büyüklüğünde bir patlayıcı cihaza benziyordu.

‘Eylemlerin ana unsuru genç kadınlar’

  • İletişim sorunu ve son protestolar arasında herhangi bir ilişki görüyor musunuz? 

Zaten iletişim meselelerine girdik ve bu, konu hakkında derin bir tartışma yapmak için kullanılacak ve muhtemelen medyada da yer alabilir. Din, siyaset, estetik, fikir ve iktidar alanları; tüm bu konular medya boyutlarını kazanacak ve bu nedenle yukarıdaki tüm yönleriyle yerel kuramcılığın gelecekte yükseleceğini öngörüyorum.

Öte yandan, toplumumuz yabancı kuramlarla dolu fakat bunun artık yararlı olmayacağını düşünüyorum. Genç nesil bu yükün altına girmeyecek ve bu, “Akademik Cihat” veya benzeri diğer kurumlar deneysel bilimler ve mühendislik alanlarında ilerleme kaydederken, diğer bilimsel kurumlar gibi beşeri bilimler alanında ilerleme kaydetmediği bir zamanda gerçekleşiyor.

Sosyal sermaye ve beşeri bilimler sıkıntısı çekmemizin temel nedeni bu. Yani sadece ilaç ve mühendislik gelişirken beşeri bilimler tamamen terk edildi ve ciddi şekilde zayıfladı. Bu durum, herkes için olmasa da toplumda felakete yol açtı fakat barış yoluna girildi. Şimdi barışı kaybettik ve bir işe alım krizi yaşanıyor. Aynı zamanda isyanla karşı karşıyayız. Bu, mevcut harekette, toplumun neredeyse tüm kesimleri sokaklarda ve ana odağını genç kadınlar ve genç kızlar oluşturuyor.

‘Siyasi meseleler artık toplumsal mesele haline geldi’

  • Önceki on yıllarda, 1978’de Salam gazetesinin kapatılması üzerine basın özgürlüğüne odaklanmak, seçim oylarını sorgulamak (1988), ekonomik politikaları ve yüksek fiyatları eleştirmek (1996 ve 1998) gibi çeşitli konularda sokak protestoları vardı fakat şimdi protestocular “kadınlar, özgürlük ve yaşam” sloganları atıyor. Değişimi sosyolojik açıdan nasıl görüyorsunuz?

Bunlar herhangi bir siyasi lider olmadan kontrol edilen oldukça gelişmiş hareketler. 2018’de protestolar siyasi gerekçeliydi ama artık öyle değil. Bunun nedeni, sosyal medyanın dikkati politik gelişmelerden toplumsal gelişmelere çekmesi.

Artık dünyada ulus devlet kavramı değişti. Şu anda başta sosyal medya olmak üzere diğer platformlar artık ekonomik ilişkilerle angaje durumda. Bu, ülke içinde veya ülke dışında, bir şehirden diğerine diğer tarafı bilmeden mal sipariş edebileceğiniz anlamına gelir. Sadece ödemeniz gerekiyor ve o da sana malları gönderiyor. Genel olarak, kasıtlı olarak sorun yarattığımız bir şekilde hareket ettik. Yani eğer sosyal konularla ilgili bir şey olsaydı, politikacılar bunu politikaya bağlardı. Ama bu gerçekten politik bir sorundu, böylece siyasi mesele artık sosyal mesele haline geldi. Bu da İran’ın gelişmiş bir ülke haline geldiği anlamını taşıyor. Suudi Arabistan’da siyasi mesele hala siyaset olarak ele alınıyor fakat İran’da siyasi meseleler artık toplumsal birer mesele.

‘Teknoloji her şeyi aydınlatıyor’

  • Yerli ve yabancı medyanın, bilhassa sosyal platformların kamuoyunu etkilemedeki, özellikle protestocuların zihniyetini şekillendirmedeki rolünü nasıl görüyorsunuz?

Biz, İran’da, aşkın düşünce ve edebiyatın mistik doğası nedeniyle, çoğu zaman teknolojinin hızlı zekasını görmeyiz. Teknolojinin büyük ölçüde değiştiğine ve muazzam bir etkiye sahip olduğuna şüphe yok. Birincisi, yaşam tarzını değiştirir, bu da yaşam ve teknoloji arasındaki ilişki anlamına gelir. Dijital teknoloji İran’ın ve dünyanın yapısını her geçen gün değiştiriyor. Şimdi “sosyal alan” denilen ideolojik bir kombinasyon yarattık ve bu alanın sanal ve uzayın gerçek olduğunu söyleyip durduk ama gerçek şu ki bu dijital teknolojidir.

Bu teknoloji her şeyi ucuz olduğu kadar kolay hale getiriyor ve ayrıca herkes ona kolayca erişebiliyor. Yani çok uzak olmayan bir gelecekte, bu teknoloji sayesinde tüm hayatımız değişecek. En önemli nokta, bu teknolojinin din veya başka konular olsun, her şeyi belirsizlikten çıkarmasıdır. Hinduizm nasıl düşünüyor, Budizm nasıl oluştu, İslam nerede, Hıristiyanlık nerede, Yahudilik nedir, teknoloji her şeyi aydınlatıyor.

Tabii ki teknoloji bunu sadece İran’da yapmıyor, şimdi bu teknoloji katı ve kapalı ideolojik bir sistem kurmak isteyen İsrail’e sorunlar yaratıyor. ABD ve Avrupa Birliği’nde (AB) de sosyal medyanın gücü de büyük bir mesele. AB, sosyal medyanın insanları etkilemedeki rolünü görmezden gelemeyeceğini açıkladı.

‘Gençler evlenmek istiyor’

  • Mevcut protestolarda önceki yıllara kıyasla daha fazla vurgulanan şey, protestocuların polis ve güvenlik güçleriyle çatışması ve sloganların değişmesi. Bu değişikliklerin nedenini nasıl görüyorsunuz?

Küfür dilbilimsel bir dildir. Cinsel içgüdü meşru şekilde tatmin edilmediğinde bir lanete dönüşür. Aslında “ben özgür bir kadınım” vb. sloganları atmaları, evlenmek ve aile kurmak isteyen özgür bir kadın olduklarını söylemek istemelerinden kaynaklanmaktadır. İnsanlar evliliğin doğal bir şey olduğunu ve tüm dünya insanlarına ait olduğunu anlamalıdır. Evlilik dünyanın her yerinde kutsaldır. Evlilik ister Hıristiyanlıkta, ister Yahudilerde, ister Budistlerde olsun dini bir tören şeklinde gerçekleştiriliyor. Ancak iyi olan bir şey var ki, bu gelişmeler olumlu ve kadınlar eşcinselliğe karşı çıkıyor ve cinsel partnerlerini aynı cinsiyetten değil, erkek olarak görüyorlar.

Üniversitelerde birlikte yemek yiyemiyorlar. Benim sorum şu: “Neden kantinde birlikte oturmasınlar?” Önemli olan çocukların kafeteryada yan yana oturup birbirlerini tanımak ve evlenmek istemeleri. Bu kısıtlamalar neden? Onlar sapık değil. İnsanların aileleri var ve evliliği düşünüyorlar. Bırakın öğrenci evlensin, inanın sigaraya olan bağımlılık bile on kat azalır. Üniversitelerde sigara bağımlılığı neden arttı? Çünkü uyuşturucular seksin tamamlayıcısıdır ve seks yoksa yerini uyuşturucular alır.

‘Üniversiteler sosyal bir yapı’

  • Yani bu tür gelişmelerin kökenini daha çok evlilik bağlamında mı görüyorsunuz? 

Kadınların stadyuma girip girmemesi gerektiğini sordular, ben de ilk olarak dediğiniz gibi erkek ve kadın yok dedim. İran halkı, parka, sinemaya veya diğer ortamlara gitse de genellikle her yere aileleriyle birlikte gidiyor.

Futbol stadyumlarında, atmosfer bir aile gibi olduğunda, o zaman futbolun kişiliğine zarar veren, futbol ve diğer spor stadyumlarındaki bekar adamların kötü konuşması ve kolektif müstehcenliği artık olmayacak; bana göre bu İran futbolunun kalitesini ve oyunların kalitesini bile etkileyecektir.

İran halkının en büyük varlığı aileleridir. Şimdi, bir kız ve bir oğlan öğrenciyken evlenmek istiyorlarsa, neden bu kadar çok kedi fare oyununa ihtiyaç duysunlar ki? Üniversitelerdeki hocalar bile bu öğrencilere yardım etmeli, ben de bu konuda birçok öğrencime bizzat yardımcı oldum. Üniversitenin sadece bir eğitim yapısı olmadığını anlamalıyız. Aynı zamanda sosyal bir yapıdır.

‘Sokaktaki hareketin entelektüel temeli var’ 

  • Ülkenin siyasi ve sosyal ortamının geleceğini nasıl görüyorsunuz? Bazı yönetim politikalarında reform olacak mı, yoksa çatışmalar devam edecek mi?

Son protestolar bir şok yarattı, aslında devasa bir şok. Bu sadece bir şok değil, çünkü şu anda sokaklarda olan hareketlerin çoğu entelektüel. Nitekim bu protestolar üniversitelerden başlayıp hızla topluma yayıldı ve şiddetli bir hal aldı. Ancak şimdi tekrar üniversitelere döndü ve görünen o ki şiddet azalıyor. Bir sonraki aşama, yazı yazma ve konferanslar düzenlemeye dönüştürülebilirken, cinsellik tanınacak ve bundan sonra iletişim saplantısı da kabul edilecektir. Temelde aynı yönde ilerliyoruz.

Geçmişe bakacak olursak 2008’den itibaren kültürel ve entelektüel hareketlere daha da yakınlaştığımızı görürüz. İlerledikçe hareketler daha kültürel ve epistemolojik hale geliyor.

Bundan sonra bu toplumsal hareketler bilişsel hareketlere dönüşerek cinsel konular hakkında düşünmeye, dini, politik ve estetik konular hakkında nasıl düşünüleceğini, güç arayışı hakkında nasıl düşünüleceğine kafa yormaya başlayacak.

Yapısal bir hareket halihazırda oluştu ve bu da işin başı. Bu hareketin bittiğini düşünmek saflık olur. Şu anda hareket kadınların sorunlarına odaklanıyor ancak bunlarla sınırlı değil ve değişiklik getireceğinden ve yerel fikirlerin oluşacağından şüpheniz olmasın.

Hükümet gelişmelere uyum sağlamalı

  • Hükümetin buna tepkisini nasıl görüyorsunuz?

Harekete uyum sağlamaktan başka çare yok. Hareket ciddi. Kendimi İslam Cumhuriyeti içinde tanımlıyor ve bu konu hakkında konuşuyorum. Birçok insan benim gibi düşünüyor ama bir sonuca varmak elbette zaman alıyor. Ne bir teorimiz ne de bir stratejimiz var. Üniversitelerimiz çok geri kalmış durumda ve üniversitede okumak hem beşeri bilimlerde hem de teknik ve mühendislik bilimlerinde son derece anlamsız hale geldi.

Çünkü dijital teknoloji artık insan belleğinin çalışma şeklini benimsedi ve bu, birkaç dakika içinde toplanabilen birkaç milyon kitaptan oluşan devasa bir kütüphane. Bu, bilgi ve içgörünün araştırılabileceği anlamına geliyor ve bu önemli.

Geleceğimizi biz yaratırsak barışla olur, başkaları yaratırsa şiddetle…

Her neyse, geleceği yaratıyoruz ya da gelecek bizi şekillendirecek fakat önemli olan geleceği inşa etmenin bilgi, içgörü ve fikirler gerektirdiğini fark etmek. Ne yazık ki internetteki bilgilerden ve içgörüden yararlanmıyoruz ve fikirlerle ilgili hiçbir haber de yok. Ne yazık ki geleceğe şiddetle ilerliyoruz. Kesin olan şey geleceği kendimizin yarattığı. Bunu biz yaratırsak barış ve rahatlıkla başaracağız. Ama geleceğimizi başkaları şekillendirirse, bu kesinlikle şiddetle olacaktır.

Farsçadan çeviren: Mansoor Ahmad Faizy

DÜNYA BASINI

Mahmud Abbas birliği korumak için olası baskılara direnecek mi?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız uzman görüşlerine yer verilen haber Filistinli grupların Pekin’de imzaladığı uzlaşı anlaşmasının sürdürülebilir olup olmadığına yanıt bulmaya çalışıyor. İsrail ve muhtemelen ABD tarafından baltalanacağı düşünülen uzlaşının yumuşak karnı ise Filistin Yönetimi:

****

‘Başarılı olması için baskı var’: Fetih-Hamas birlik anlaşması sürdürülebilir mi?

Analistlere göre Fetih Hareketi’nin siyasi iradesinin olup olmadığı görülecek, İsrail ise anlaşmayı bozmaya çalışabilir.

Mat Nashed

Analistler, Filistinli grupların salı günü bir “ulusal birlik” anlaşması imzalayarak, ideolojik farklılıklarını ve acı dolu geçmişlerini bir kenara bırakıp İsrail’in işgaline son vermek için lobi yapabileceklerine dair hem umut yarattığını ancak bazı şüpheler olduğunu söylüyor.

Çin’in başkenti Pekin’de üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından imzalanan anlaşma, geçici bir “ulusal uzlaşı” hükümetinin savaş sonrası Gazze’nin kontrolünü üstlenmesi ve ortak kendi kaderini tayin etme arayışını ilerletmesi için zemin hazırladı. Ancak Fetih Hareketi ve Hamas arasında daha önce yapılan birçok uzlaşma girişiminin başarısız olması nedeniyle bu atılım kuşkuyla karşılandı.

Katar’ın başkenti Doha’daki Middle East Council on Global Affairs adlı düşünce kuruluşunda İsrail-Filistin uzmanı olarak çalışan Ömer Rahman, “Biraz şüphe olması doğal, ancak bu anlaşmanın kalıcı olacağından umutluyum” dedi.

“Gazze ve Batı Şeria’daki durum göz önüne alındığında bunun başarılı olması için baskı var. Bence tüm taraflar bunun gerçekleşmesi gerektiğini biliyor” diyen Rahman, Gazze’deki savaşın ve işgal altındaki Batı Şeria’da artan yerleşimci şiddeti ve toprak gaspının getirdiği aciliyete atıfta bulundu.

BM uzmanlarına göre, 7 Ekim’de Hamas öncülüğünde İsrail topluluklarına ve askeri karakollarına düzenlenen ve bin 139 kişinin öldürüldüğü ve 251 kişinin esir alındığı saldırıdan bu yana İsrail, Gazze’de soykırıma varabilecek yıkıcı bir saldırıyla karşılık verdi.

İsrail son dokuz ayda 39 binden fazla Filistinliyi öldürdü ve iki milyon 300 binlik Gazze nüfusunun neredeyse tamamını yerinden etti. Gazze’deki savaş uluslararası manşetleri belirlerken, İsrail’in 2024 yılında işgal altındaki Batı Şeria’da son 30 yılda herhangi bir yılda olduğundan daha fazla Filistin toprağını sessizce ele geçirmesine yol açtı.

İsrail işgalini derinleştirirken, Filistinli iki büyük grup Fetih Hareketi ve Hamas bölünmüş durumda kaldı. Fetih Hareketi, Batı Şeria’nın büyük bir bölümünü 1993 Oslo Anlaşmalarından doğan ve Fetih’e şiddetten vazgeçmesi ve İsrail’i tanıması karşılığında Filistin devletinin kurulacağının vaat edildiği Filistin Yönetimi aracılığıyla kontrol ediyor.

Buna karşılık Hamas silahlı mücadeleye bağlı kaldı ve 2007’de iki taraf arasında yaşanan kısa bir iç savaşta Fetih Hareketi’ni kovduğundan beri Gazze’yi kontrol ediyor.

Kanlı geçmişe rağmen, her iki taraf da 12 daha küçük grupla beraber Pekin anlaşmasını imzaladı. El Cezire’nin elde ettiği bir anlaşma kopyasına göre bu anlaşma, nihai olarak İsrail işgali altındaki Doğu Kudüs, geniş Batı Şeria ve Gazze’de (İsrail’in 1967 Arap-İsrail savaşında ele geçirdiği topraklar) bir Filistin devleti kurmayı hedefliyor.

Anlaşma kalıcı olacak mı?

Uluslararası Kriz Grubu (ICG) Filistin uzmanı Tahani Mustafa, Fetih Hareketi ve Ebu Mazen olarak da bilinen Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın Hamas’la daha önce yapılan uzlaşma anlaşmalarını baltaladığını söyledi.

El Cezire’ye konuşan Mustafa, Abbas’ın ve yakın sırdaşlarının İsrail işgaline karşı Filistin yönetimini birleştirmek için gerçek bir siyasi irade göstermediğini söyledi.

Mustafa’ya göre Fetih Hareketi, teoride Filistinlileri uluslararası alanda temsil eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üzerinde tek kontrol sahibi olduğunu ve Hamas ve diğer fraksiyonlar bu yapıda temsil edilirse çoğunluğunu kaybetmekten korkuyor.

Mustafa, “Hamas’ı ve İslami Cihad’ı da eklerseniz, Fetih Hareketi’nin tekeli sona erer” dedi.

İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri de uzlaşma anlaşmasını baltalamaya çalışabilirler.

İsrail, savaş sonrası senaryoda Filistin Yönetimi’nin ya da Hamas’ın Gazze’nin kontrolünü ele geçirmesine izin vermeyi reddederken, ABD de uzun süredir Hamas’ın İsrail’i tanımasını ve Filistin hükümetinin bir parçası olmadan önce şiddetten vazgeçmesini istiyor.

2017’de Hamas, 1967 sınırlarına göre bir Filistin devleti kurulmasını kabul eden yeni bir tüzük sundu. Hamas tarafından daha önce yapılan açıklamalar ve hareketlerle uyumlu olan bu hamle, İsrail’in fiilen tanınması anlamına geliyordu.

Mustafa, “Hamas, İsrail’in var olma hakkını hiçbir zaman [açıkça] tanımadı çünkü İsrail’e aynı şeyi Filistinliler için de yapması yönünde hiçbir zaman baskı yapılmadı” dedi.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin İsrail-Filistin uzmanı Hugh Lovatt, İsrail’in bu anlaşmayı rayından çıkarmak için Batılı müttefiklerine Filistin Yönetimi’ne verdikleri fonları kesmeleri için baskı yapmasının oldukça olası olduğunu söyledi.

El Cezire’ye konuşan uzman, “Filistin Yönetimi mevcut haliyle ancak ABD ve Avrupa’nın yakın işbirliği ve finansman desteğiyle ayakta kalabilir” dedi.

Lovatt, “Ancak bu sadece Filistin Yönetimi’nin hayatta kalmasıyla ilgili bir mesele değil, aynı zamanda Filistin Yönetimi’nin kilit isimlerinin kişisel hayatta kalma meselesi… kendi kişisel konumlarını zayıflatabilecek herhangi bir anlaşmaya çok ilgi duymuyorlar” diye ekledi.

El Cezire yorum için Filistin Yönetimi Başkanlığı sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne ve Filistin Yönetimi’nin Birleşik Krallık misyonunun başındaki Husam Zomlot’a ulaştı. Her iki isim de haber yayınlanmadan önce yorum taleplerine yanıt vermedi.

Ancak Lovatt, Filistin Yönetimi’nin, İsrail’i resmen tanımak ve şiddetten vazgeçmek gibi Oslo Anlaşmaları’nın şartlarına uymayı reddetmesi nedeniyle önceki birlik anlaşmalarının çökmesinden Hamas’ı sorumlu tuttuğunu söyledi.

“Abbas’ın söylediğini gördüğümüz şey… bir anlaşma istiyoruz ama uluslararası meşruiyete dayanan bir anlaşma” diye ekledi.

Bu anlaşma neden önemli?

Daha önceki uzlaşma anlaşmaları başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Rahman bu anlaşmanın başarıya ulaşmasının hayati olduğunu söyledi.

Rahman’a göre İsrail-Filistin konusunda uluslararası kamuoyunda rüzgarlar değişiyor ve bu da birleşik bir Filistin liderliğinin Gazze’deki “soykırıma” ve İsrail’in Batı Şeria’daki “ilhakçı baskısına” son vermesi için bir fırsat yaratıyor.

Dünya Mahkemesi olarak da bilinen Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) “tavsiye niteliğindeki görüşü”, İsrail’in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’deki 57 yıllık işgalini kısa bir süre önce “yasadışı” olarak sınıflandırdı. Mahkeme, yerleşim yerlerinin inşası ve genişletilmesi de dâhil İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında varlığını sürdürmesinin “uluslararası hukuku ihlal ettiğini” söyledi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu kararı “saçma” olarak nitelendirdi ve İsraillilerin “atalarının yurdundaki kendi topluluklarında yaşamalarının” yasadışı olamayacağını söyledi.

Rahman, “Durum açıkça vahim ve Filistinlilerin uluslararası toplumu Filistinlileri savunmak için bir araya getirecek bir tür birleşik liderliğe ihtiyacı var” dedi.

Ancak bu birlik -en azından şimdilik- savaşın gidişatını şekillendirmede en etkili küresel aktör olan ABD tarafından desteklenmiyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller salı günü düzenlediği basın brifinginde anlaşmayı yorumlarken “Bir terör örgütünün rolü olamaz” dedi.

Hamas ABD, İsrail ve Avrupa Birliği tarafından “terörist” olarak tanımlanan bir grup ancak pek çok Filistinli, Hamas’ı meşru bir direniş grubu olarak görüyor.

Lovatt, Filistin Yönetimi karar alma sürecinde Hamas ve diğer gruplara danışarak anlaşmayı uygulamaya kararlı olsa bile ABD baskısının Filistin birliğini sabote edebileceğini söyledi.

Lovatt şunu ekledi: “Bu gerçekten de belirleyici faktör olabilir. Asıl soru şu: [Abbas] kararlılığını sürdürecek mi, yoksa uluslararası baskı karşısında geri adım mı atacak?”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı artık küresel ilişkilerin merkezi değil

Yayınlanma

Samir Puri, Nikkei Asia
25.07.2024

Dünya meselelerinde bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Batılı ülkelerin küresel meselelerin nihai hakemleri olarak hareket etme gücü ve birliği çökmüyor, ancak açık bir düşüş içinde.

Çoğumuz bu noktada hemfikiriz, ancak bu geçiş dönemini Batı’nın içinden mi yoksa dışından mı izlemek daha doğru olur? Perspektif her şeydir. Atlantik’in her iki yakasındaki Batılı ülkelerde yaşayan bizler için popülizm siyaseti, değişen dünyayı izlerken kaçınılmaz olarak önemli bir tartışma konusu haline geliyor.

Daha “ulus öncelikli” liderler ve partiler güç kazandıkça, Batı’nın siyasi karakterinin hızla değişmekte olduğu açıktır. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın olası zaferi ya da Macaristan Cumhurbaşkanı Viktor Orban’ın ülkesinin Avrupa Birliği dönem başkanlığını kullanarak geleneksel Batılı dış politika elitlerine çelişkili mesajlar vermesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu durum zamanla Batı’nın küresel kişiliğini değiştirecektir.

2020’den bu yana Batı’daki evimden ziyade, Asya’da gelişen bu olayları Singapur’daki görüş noktamdan izliyorum. “Batısızlık: Büyük Küresel Yeniden Dengelenme” adlı yeni kitabımda yazdığım gibi, Batı’nın küresel varlığının yeniden şekillenmesini uzaktan izlemek kendi perspektiflerini sunuyor.

Asya’da, dünyanın değişen ekonomik dengesi Çin ve Hindistan’ın yükselişinde açıkça görülüyor ve Endonezya gibi ülkeler de gelecekte önemli bir büyüme göstermeye hazırlanıyor.

Dünyanın yeniden dengelenmesi sadece “Asya’nın yükselişi” ile sınırlı değildir. Suudi Arabistan, Türkiye ve hatta Güney Afrika gibi ülkelerin küresel meselelerde kendi yollarını çizmek için gösterdikleri stratejik özerklik her geçen ay artıyor.

Batılı olmayan ülkeler için stratejik özerklik ekonomik büyümeden kaynaklansa da bundan çok daha fazlasıyla ilgilidir. BRICS gibi Batılı olmayan kulüplerin genişlemesini de içeriyor. Güney Afrika’nın Batı destekli İsrail’e karşı Hamas’a karşı yürüttüğü savaş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava gibi gelişmeler de bunu kanıtlamaktadır. Batılı olmayan ülkeler küresel görüşün değişmesine yardımcı oldukça, Batılı ülkeler tarafından 7 Ekim’den sonra İsrail’i desteklemek için alınan ilk tutumlar artık “kurallara dayalı uluslararası düzen” kullanılarak inandırıcı bir şekilde sorgulanabilir.

Batılı olmayan dünyanın yükselen başlıca güç merkezleri hızla kendi momentumlarını geliştiriyor. Yüzyıllardır ilk kez Batı her zaman öncü bir rol oynamıyor. Avrupa liderliğindeki deniz sömürge imparatorluğunun önceki dönemleri ve ardından ABD liderliğindeki küreselleşme dönemi düşünüldüğünde, dünya meselelerinde ortaya çıkan dönemin gerçekten de çok farklı olacağı görülecektir.

Batı çökmeyeceği ve ABD ekonomisi canlılığını koruduğu için yanlış sonuçlara varmak kolaydır. Tüm bunları gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğüne göre bir analize indirgemek ve yalnızca ABD ile Çin arasında iki atlı bir yarış olarak görmek çok basite indirgemek olacaktır.

Kişi başına düşen GSYH’ye bakıp, önde gelen Batılı ülkelerin modernleşmenin standart taşıyıcıları olarak diğerlerinin fersah fersah önünde olduğu sonucuna varılabilir. Ya da güçlü ABD dolarının kalıcı gücüne odaklanılabilir.

Bunlar indirgemeci sonuçlara varmaktır. Evet, ekonomik performans, yaşam standartları ve para biriminin gücü büyük önem taşımaktadır. Ancak diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında Batı’nın düşüşte olduğu görülmektedir.

Demografi gibi bazı eğilimler ölçülebilir niteliktedir. Diğer eğilimler ise küresel anlaşmazlıkları çözme gücü ve ahlaki güçle ilgilidir. Küresel yeniden dengelenme yalnızca sert güç ve ekonomiyi değil, aynı zamanda standartları belirleme, dikkati yönetme ve krizleri çözme becerisini de içermektedir.

Manşetlerimize hakim olan ve küresel görüşleri derinden ikiye bölen diğer savaştan işlerin ne kadar hızlı değiştiğine dair net bir örnek alalım.

G7 aracılığıyla çalışan Batı, Rusya’nın Şubat 2022’de başlayan barbarca tam ölçekli işgaline karşı Ukrayna’yı övgüye değer bir şekilde destekledi. Ancak milyarlarca dolar harcayarak silahlandırdığı Ukrayna, hala Rus işgalcileri kovacak kadar güçlü değil. Şimdi, küresel yeniden dengelenmeyle ilgili iki gelişme Ukrayna’daki durumu daha net bir şekilde etkiliyor.

Birincisi, Rus ekonomisi Batı ve G7 liderliğindeki yaptırımlardan ve enerji ihracatına getirilen fiyat sınırlamalarından zarar gördü. Ancak ekonomik ceza tehdidi Putin’i 2022 başlarında Ukrayna’yı işgal etmekten caydırmaya yetmedi. Yaptırımların gerçekliği de Putin’i işgalden vazgeçmeye zorlamak için yeterli değil. Dünya ekonomisindeki yapısal değişiklikler, Rusya’nın Çin, Hindistan ve diğer BRICS ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Körfez ülkeleri, Endonezya ve diğerleriyle ticaret yapmaya devam ettiği ve savaş ekonomisini sürdürdüğü anlamına geliyor.

İkinci olarak, Batılı olmayan bu ülkeler bir şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesini savunmuşlardır. Batı ve G7 ise tam tersini savunmuştur. Mükemmel bir ahlaki netlikle, Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi ve saldırganlığı için asla ödüllendirilmemesi gerektiğini savundular. Ancak Trump Beyaz Saray’a dönerse, ABD politikasının bir barış anlaşması lehine Ukrayna’yı terk etmeye kayması bekleniyor.

İronik bir şekilde, Trump’ın dayatacağı böyle bir anlaşma ABD’yi dünyanın geri kalanında genel olarak aynı şeyi savunan kesimlerle daha uyumlu hale getirecektir. Eğer bu gerçekleşirse, Batı’nın küresel haçlı enkarnasyonu bir darbe alacaktır. Onun yerine, otokratik liderlerle anlaşma yapmaktan kaçınmayan, işlevsel yaklaşımları tercih eden popülist bir Batı enkarnasyonu ufukta görünmektedir. Böyle bir dünyadan korkmak başka bir şey, bunun pek çok etmenini anlamak başka bir şeydir.

Sadece Soğuk Savaş sonrası zafer kazanmış Batı’nın sonunu gözlemlemiyoruz, aynı zamanda daha az Batı egemenliğinde bir dünyanın başlangıcını da gözlemliyoruz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Okulu kıran” çocukların ailelerini hapse atmayı öneren başkan adayı: Kamala Harris

Yayınlanma

Editörün notu: Joe Biden’ın çekilmesi ile birlikte Demokratların kasım ayındaki başkan adayı olarak öne çıkan Başkan Yardımcısı Kamala Harris, siyaseten “silik” bir profil olsa da daha önce San Fransisco ve California’daki savcılık deneyimleri karanlık bir geçmişe işaret ediyor. “Beyaz olmayan” ve “ilerici” sayılan bir siyasetçi olmasına rağmen savcılığı döneminde siyahlara yönelik polis şiddeti konusunda tavır almayı reddetmişti. Harris’in en tartışmalı hamlesi ise, “okul asma programı” olarak bilinen 2011 tarihli yasaydı. Bu yasa bölge savcılarının, çocuklarının geçerli bir neden olmaksızın okul yılının yüzde 10’unu kaçırmaları halinde ebeveynleri kabahat işlemekle suçlamalarına ve hapsetmelerine izin veriyordu. Daha sonra sonlandırılan programın, yine en fazla beyaz olmayan toplulukların ebeveynlerine yönelik işlediği yönünde yoğun eleştiriler gelmişti.


“Kamala the Cop”: Biden’ın Olası Halefi Harris’in Karanlık Yüzü

Raphael Schmeller
Berliner Zeitung
23 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç

Sevilmiyor, hata yapmaya meyilli ve kendi partisi içinde tartışmalı durumda. Demokratların başkan adayı olarak yarışa girmesi beklenen Kamala Harris kimdir?

Joe Biden’ın başkanlık yarışından çekilmesinin ardından birçok demokrat coşkuyla Kamala Harris’i desteklemeye başladı. Partinin seçim kampanyası bağışları platformu ActBlue, Biden’ın yerine Demokratların favorisi olan başkan yardımcısı için şimdiden “bağış seli” yaşandığını bildirdi.

Liberal Amerikan medyası Pazar akşamından beri Harris’in seçimi kazanması durumunda ABD’nin en yüksek siyasi makamına gelen ilk kadın, ilk Asya kökenli ve Barack Obama’dan sonra ilk siyahi olacağını tekrarlayıp duruyor. Ancak Harris’in ülkedeki çok sayıda kişi tarafından sevilmediği ve kendi partisinin içinde de tartışmalı olduğu gerçeği söylenmiyor.

2011 ve 2013 yıllarında bağışlarla Harris’i destekleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, çoğu ankette Demokratlardan oldukça önde yer alıyor. Bakıldığında Harris ve Biden arasında rağbet görme açısından önemli farklar yok ve hatta Harris’in durumu kısa bir yükselişten sonra daha kötüye bile gidebilir. Harris son anketlerde Demokratlar için çok önemli olan Michigan, Arizona ve Nevada gibi salıncak eyaletlerde Biden’dan daha kötü performans gösteriyor.

Harris, okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için hapis cezası istemişti

Harris, örnek vermek gerekirse iç politikadaki sert tutumu sebebiyle eleştiriliyor. 2011 yılından itibaren Kaliforniya Başsavcısı olarak kendisini Günışığı Eyaleti’nin(*) ‘’ilk polisi’’ olarak sundu ve sıkı baskısıyla adından söz ettirdi. Aynı zamanda kolluk kuvvetlerindeki yolsuzluklara karşı yeterince kararlı adımlar atmaması konusunda da eleştirildi. Ve hepsinden önce okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için uygulanmasını savunduğu yüksek para cezaları ve olası hapis cezaları sistemiyle hatırlanıyor.

Bu dönemde Harris, siyahlara yönelik polis şiddeti gibi birçok konuda tavır almayı reddetti ve bu durum birçok Demokrat tarafından yadırgandı. 2014 yılında marihuanayı yasallaştırma girişimine gülmüş, ancak beş yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunda “kesinlikle desteklediğini” vurgulamıştır. Başsavcılık yaptığı dönem ona ‘’Kamala the Cop’’ (Polis Kamala) lakabını kazandırmıştır.

Harris 2017 yılında Senato’ya seçildi ve 2019 yılında Demokratların başkan adayı olarak yarışa girdi. Başta Biden’ı ırkçılıkla suçlasa da sonrasında korkunç anket oranları sebebiyle yarıştan çekildi ve sonrasında kendisini başkan yardımcısı adayı yapan Biden’ı destekledi.

Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı son 4 yılda pek çok kez kendi siyasi profilini geliştirmemekle suçlandı. Biden, göçü sınırlandırmak için menşe ülkelerdeki göçün nedenleriyle mücadele etme görevini 2021 yılında Harris’e verdi. Ancak Harris’in çabalarına ve Latin Amerika hükümet başkanlarıyla yaptığı görüşmelere rağmen düzensiz sınır geçişlerinin sayısı arttı. ABD Yüksek Mahkemesi 2022 yılında dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade kararını bozarak ülkenin çoğu yerinde kürtajı fiilen imkansız hale getirdiğinde ise Harris, kürtaj haklarını şiddetle savundu.

Harris pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük olarak görülüyor

Harris, Beyaz Saray’da geçirdiği süre boyunca çoğunlukla kendi yolundan gitti. Röportajlarında ve kamuoyu önünde yaptığı diğer konuşmalarında çeşitli hatalar yaptı ve her zaman kendine güvenen biri olarak görünmedi. Pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük ve bazı demokratlar tarafından da bir yük olarak görülüyordu. Hatta 2022 yılının başında yapılan anketlerin sonucuna göre Harris, bugüne kadarki en sevilmeyen Başkan Yardımcısı. Yakın çalışma arkadaşları birçok kez istifa etti ve kaotik çalışma koşulları olduğuna dair söylentiler hep devam etti.

Harris de Biden gibi hatalar yapmaya ve anlaşılması zor konuşmalar yapmaya meyilli. Şu anda sosyal medyada Mayıs 2023’te yaptığı bir konuşma dolaşıyor, Harris dinleyicilere şu açıklamaları yapıyor: “Siz, içinde yaşadıklarınızın ve sizden önce gelenlerin bağlamından oluşuyorsunuz.’’ Sonrasında bu anlattıklarını annesinden bir alıntı yaparak destekledi, ‘’Hindistan cevizi ağacından düştüğünüzü mü sanıyorsunuz?’’ Harris sonrasında saniyelerce kendi şakasına güldü.

Eğer beklendiği gibi Kamala Harris Demokratların adayı olarak gösterilirse yalnızca bu imajını düzeltme zorluğuyla karşılaşmayacak, aynı zamanda seçmenleri Biden-Harris hükümetinin sevilmeyen sonuçlarından kendisini sorumlu tutmamaları için ikna etmeye çalışmak zorunda kalacak. Bu sebeplerle Trump, Harris’i yenmenin Biden’ın kendisini yenmekten daha kolay olacağını iddia ediyor. Bu konuda haklı olabilir.


(*) Yazar Florida ile Kalifornia’yı karıştırıyor olmalı çünkü “Günışığı Eyaleti” (Sunshine State) takma adı Florida’ya ait. Kaliforniya’nınki ise “Altın Eyalet” (Golden State). (editörün notu)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English