Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

RFKP: Ukrayna’da kırılma

Yayınlanma

Çeviren: Hazal Yalın

Zyuganov’un 9 Kasım tarihli Rusya Federasyonu Komünist Partisi (RFKM) Merkez Komite (MK) Plenumu raporu, benim RFKP metinlerinde aşina olduğum klişelerin dışında, ciddi teorik ve siyasi bir metin.

Birincisi, Ekim Devrimi’nin tarihi önemi ve Sovyetler Birliği’nin gerek savaş öncesi gerek savaş sonrası devasa başarıları üzerinde uzun uzadıya duruyor. Burada Lenin’in dehasının eseri olan üç yapısal dönüşümü özellikle vurguluyor: elektrifikasyon, NEP (Yeni Ekonomi Politikası), SSCB. Elektrifikasyon Sovyet sanayileşmesinin temelidir. NEP (çokça yazdığım gibi) Sovyet entelektüeli için tarihinin asr-ı saadetidir. Üçüncüsü ise Rusya toplumunda sola yöneliş derinleştikçe yükselen antikomünist propagandaya karşı bir savunma çizgisi. 

İkincisi, Zyuganov’un raporunun bazı bölümlerinde sözlerine Mao’yu referans göstermesi teorik açıdan önemli; bu aynı zamanda, raporun büyük bölümünde hissedilen ideolojik bir oryantasyona işaret ediyor; Çin adeta küresel bir NEP sayılıyor. Bu öylesine önem taşıyan bir vurgu ki, raporda “Çin’in deniz feneri” başlığı altında özel bir bölüm ayrılmış.

Üçüncüsü, raporda RFKP’nin kendisini uluslararası işçi ve komünist hareketinin bir parçası sayması ve enternasyonalizm üzerine yapılan özel vurgu, sadece retorik bir diskur değil, uluslararası ilişkilere bakışı açısından da önemli. RFKP, Havana’da geçtiğimiz ay yapılan uluslararası toplantıya Rusya Komünist İşçi Partisi ile birlikte sundukları açıklamanın altını çiziyor; bu açıklamada şöyle deniyordu: “Küresel hegemonya kurma çabasındaki ABD ve NATO emperyalizmiyle mücadele, ilerici güçlerin en önemli ödevidir.” Zyuganov ilerleyen satırlarda gündemi şöyle tanımlıyor: “Küresel sermaye ve onun doğurduğu neofaşizm, yeni-sömürgecilik, neoliberalizmle mücadele.”

Dördüncüsü, RFKP’nin tutumunda aslında uzun süredir hissedilen bir tarih perspektifi, çok kalın çizgilerle ifade ediliyor; bu, SBKP’nin “çıkmaz sokağa sokulmasını” Hruşçov yönetimiyle başlatıyor ve “Gorbaçov ihanetinin” (kapitalist restorasyonun) bu çizgiyi sürdürdüğünü vurguluyor. 

Beşincisi, kapitalizmin Rusya’daki krizini “sosyal bölünmeden” başka başta adil seçimler olmak üzere siyasi baskı eğilimiyle ilişkilendiriyor. Ukrayna’da NATO’yla savaşın sosyalist tedbirleri kaçınılmaz kıldığını vurguluyor: “Rusya, ekonominin ve bizatihi toplumun seferberliği olmaksızın Batı’nın saldırganlığıyla başa çıkamaz.” Dolayısıyla: “Kapitalizmin krizi Rusya’da iktidarı bir yol ayrımına getirdi. Sistemik bir çatışma iktidarı parçalıyor.”

Altıncısı, aşağıda göreceğiniz gibi, Ukrayna’daki harekâtın oligarkların menfaatleri gereği yapıldığı iddiasına karşı çıkıyor. Bu, benim post-Sovyet Rusya’ya dair yeni bir teorik sorun olarak tanımladığım bonapartizm ile ilişkilendirilmeli; bu soruna teorik bir çözüm bulmak şöyle dursun genellikle üzerinde düşünülmüyor bile.

“Ukrayna’daki kırılma” başlığı, güncel ve yakıcı önemi nedeniyle, eksiksize yakın çeviriyi hak ediyor.

* * *

… Nazizm sadece geçmişin bir görüngüsü olarak kalmadı! 1941 haziranında Hitler Almanya’sı burjuva Avrupa’nın birleşik kuvvetlerinin SSCB’ye karşı seferinin başına geçmişti. Bugün de Rusya’ya karşı Amerikan sermayesi ve onun NATO’daki suç ortakları bir sefer örgütlüyor. Krizin pençesinden kurtulmak zarureti Batı’yı bir kez daha bunu ülkemiz üzerinden yapmaya yöneltiyor.

NATO ülkelerinin yönetici çevrelerinin Rusya’ya düşmanlığını, Moskova’nın bağımsızlık göstermesi ve Washington’un hâkimiyetine direnmesi de artırıyor. Bu, SSCB’nin hesabını gören küreselleşmecilerin yeni-sömürgeci modelini parçalıyor.

Küreselleşmecilerin hedefi ülkemizin işini bitirmek, zengin kaynaklarını gasp etmek. Rusya’ya karşı enformasyon hücumları ve iktisadi mücadele, günümüzde hibrit savaşın ayrılmaz bir parçası. ABD bunun daha da keskin, “yakıcı” evresini Rusya’ya karşı faşist banderacıların eliyle başlattı.

Rusya toplumunda ve dünyada, Ukrayna’daki özel askeri operasyonun niteliğiyle ilgili tartışmalar yapılıyor. Operasyona Rusya’nın ülke dışındaki açık ve gizli düşmanları olan sağ liberal kuvvetler, bunların Rusya’daki sinsi vasalleri ve samimi batıcı liberaller geniş bir spektrum halinde karşı çıkıyorlar. Diğer yandan eleştiriler arasında, sosyalizm idealinin biricik taşıyıcısı olma iddiasındaki aşırı “sol” ile de karşılaşılıyor.

ABD ve müttefikleri Kiev’deki banderacı yönetimi Rusya’ya karşı bir saldırganlık silahı olarak kullanıyorlar. Batı ülkeleri Zelenskiy rejimini doğrudan doğruya finanse ediyor, onu modern silahlarla teçhiz ediyor ve ordusunu eğitiyor. NATO karargâhları neonazilerin operasyonlarını planlıyor, istihbarat temin ediyor. NATO uzmanları yüksek hassasiyetli silah sistemlerinin kumandaları başında oturuyor, Rusya kıtalarında, sivil halkın yaşadığı şehirler ve köylerde vurulacak hedefleri tespit ediyorlar. Askeri harekâtlara binlerce paralı asker katılıyor.

Buna paralel olarak Rusya’ya karşı emsalsiz yaptırımlar uygulanıyor. İftirayla dolu bir propaganda kampanyası başlatıldı. Hasımlarımız, Rusya toplumundaki antifaşist ruh halini değiştirme şansı bulamadıkça ona pasifizm düşüncelerini telkin etmeye çalışıyorlar.

Aşırı sağ, aşırı solla iç içe geçiyor. Bunların yaklaşımlarının esası şu: Ukrayna’da Rusya oligarklarının menfaatleri gereği emperyalist bir savaş var. Savaşta böyle bir nitelik üzerinde ısrar ederken Lenin’in bilinen değerlendirmelerine dayanıyorlar, ama o zaman söz konusu olanın Birinci Dünya Savaşı, yani gerçekten de tam bir emperyalist savaş olduğunu “unutuyorlar”.

Her somut savaşın doğasını kolaylıkla tespit etmek için tutarlı marksist-leninist olmak gerekir. Evet, emperyalist savaşlar vardır, ama başka savaşlar da vardır: kurtuluş savaşları, haklı savaşlar, antifaşist savaşlar, sömürgecilik karşıtı savaşlar, vatan savaşları. Bu türden savaşlar 20’nci yüzyılda nazizmin bozgununda ve sömürge imparatorluklarının yıkılmasında özel bir rol oynamışlardır.

RFKP, kendi tutumunu belirlerken Ukrayna’daki krizin somut tarihi şartlarından yola çıkıyor. Rusya İmparatorluğu’nun bu bölümü 1917’ye kadar tamamen tarıma dayanıyordu. Şubat Devrimi’nden sonra bu topraklarda kendinden menkul burjuva hükümetleri ortaya çıktı. Ayrılıkçılıktan beslenen ve Alman işgalcilerle ilişkili olan bu hükümetler Rusya’dan ayrılma yolunu tuttular. Ekim Devrimi’nden sonra emekçi kitleler bu milliyetçi rüzgârların üstesinden geldi.

Ukrayna devlet olarak egemenliğini tarihte ilk defa Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti olarak kazandı. Onu geliştirmek ve milliyetçi eğilimlerin üstesinden gelmek için Ukrayna toplumunun proleter niteliğini takviye etme kararı alındı. Ukrayna SSC’ne sanayileşmiş altı oblast verildi. 1939’da Galiçya da ona katıldı. Ukrayna’nın mevcut toprakları, onun SSCB bünyesinde devlet inşasına katılımının neticesidir. …

SSCB’nin canice yıkılmasından sonra Ukrayna bağımsızlığını ilan etti, ama emperyalist Batı’nın ağına düştü. Sanayisizleştirme süreci başladı. Rusya ile entegrasyon ilişkileri kopartıldı. Hayat seviyesi düştü. Yolsuzluk bütün sınırları aştı. Ukrayna, Avrupa’nın en fakir ülkelerinden biri haline geldi. Soygundan farksız özelleştirmeler zemininde ABD ve AB sermayesiyle sıkı ilişki içinde bir oligarşik klan doğdu.

SSCB’nin yıkılmasından herkes, Rusya ve diğer Birlik cumhuriyetleri, ağır acılar çekti. Ama Ukrayna, sosyal-iktisadi bir yozlaşmanın, sosyal ve kültürel-beşeri gerilemenin en parlak sembolü oldu. Ülke, yıllarca geriye atıldı. Bu geriye doğru derin yuvarlanış, işçi sınıfının, köylülüğün ve emekçi entelijansiyanın sosyalizmin geçici yenilgisi anlarında kaçınılmaz olarak yaşadığı devasa kayıpların bir örneği oldu.

Ukrayna’da 2014’te bir devlet darbesi gerçekleşti. ABD açıkça, darbeye 5 milyar dolar yatırdığını açıkladı. İktidara neonaziler geldiler. Bu, Donbass’ta güçlü bir direnişe neden oldu. 2014 mayısında burada bir referandum yapıldı ve yüzde 87 bağımsızlıktan yana oy kullandı. Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri, halk kitlelerinin inisiyatifinin cisimleşmesi olarak doğdular. Neonaziler teröre başladı. 8 yıl bombalamalarla Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetlerinden 14 bin sivil öldürüldü.

Hitler’in SSCB’ye saldırısından sonra Batı Ukrayna’da SS tümenleri kurulmuştu. Yerli milliyetçiler, Stepan Bandera’nın öncülüğünde partizanları öldürdüler, Ukrayna’da ve Belarus’ta çocukları, kadınları ve ihtiyarları kitleler halinde yaktılar. 1945’den 1953’e kadar Batı Ukrayna’da Sovyet karşıtı terör, ABD ve Britanya’nın desteğiyle devam etti. Yaklaşık 50 bin sivil yok edildi. 1991’de banderacı alçakların takipçileri hareket serbestisi kazandılar, 2014’te de iktidarı tamamen aldılar. …

Bugünkü banderacılar da hitlerci SS’çiler gibi büyük sermayenin şok müfrezeleridir. Fark sadece, Zelenskiy ekibinin yerli oligarşiyle sınıf ittifakı kurarak antisemit saldırganlıktan geri duruyor olmasında. …

Ukrayna’ya nazi ideolojisi telkin edildi. Faşizme karşı Zafer Bayramı iptal edildi. Lenin’in, antifaşist kahramanların, ortak kültürümüzün önde gelenlerinin anıtları yok ediliyor. Kanlı cellâtlar kahraman ilan ediliyor. Sembolleri devlet tarafından tanınıyor. Onlar için yürüyüşler yapılıyor. Adları caddelere ve meydanlara veriliyor.

RFKP, bugünkü Ukrayna devletini büyük sermaye, yüksek bürokrasi ve açıktan faşistlerin ittifakı olarak tanımlıyor. Bu devletin faaliyetleri ABD’nin emperyalist çevrelerinin tam siyasi ve mali kontrolü altında gerçekleştiriliyor.

Ukrayna’da çatışma doğrudan doğruya NATO’nun eylemlerinin sonucudur. RFKP, özel askeri operasyona yönelik tutumunu derhal tespit etti. Operasyon, Rusya için antifaşist ve Ukrayna halkı için de kurtuluş niteliği taşıyor. Donbass’taki durum Rus nüfusunun milli kurtuluş ayaklanmasıyla destekleniyor. …

Moskova NATO’culara güvenlik meselelerinde mutabakata varmayı teklif etti. Washington geri çevirdi. Dolayısıyla, Ukrayna’daki askeri çatışma Rusya için zaruri bir nitelik taşıyor. Özünde NATO ülkemize karşı Ukrayna askerlerinin eliyle ve hayatları pahasına bir mücadele yürütüyor.

Moskova’nın Ukrayna’yı ele geçirmeyi kendi oligarklarının menfaatleri için önceden planladığı iddiası olgulara dayanmıyor. 2014 baharında Rusya Federasyonu yetkilileri referandumu ve Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetlerinin kuruluşunu desteklememişti. Minsk 2 mutabakatı da Donbass’ın Ukrayna bünyesinde kalması anlamına geliyordu.

Rusya oligarşisi komprador bir nitelik taşır. Bu, dünya sermayesine göbekten bağımlıdır. Özel operasyonu bugün, yani Batı yaptırım getirir, onların saraylarını ve yatlarını çekip alır, banka hesaplarını dondururken bile desteklemek için acele etmiyorlar. Bu, Rusya zenginlerinin planları arasında kesinlikle bulunmuyordu. RFKP, Rusya’yı soyanların şimdi soyduklarından olmasına en ufak acıma beslemiyor. Ama bu “mülksüzleştirme” emekçiler için yapılıyor değil. Başlıca küresel soyguncular daha da zenginleşiyor.

Ülkemizdeki bir dizi sosyal-sınıfsal gruplar Ukrayna’da özel operasyona karşı çıktılar. Öncelikle de büyük tekelci sermaye ve onun liberal çevrelerdeki kozmopolit temsilcileri. Bunlara enformasyon sektörü ve şov dünyasının bir kısmı da dâhil.

Özel askeri operasyonu yurtsever güçlerin (fikir olarak heterojen ama çoğunlukla anti-oligarşik) geniş bir spektrumu desteklemekte. Yeni zenginlerin menfaatleri canlarını veren gönüllülere karşı. Askerlerimiz için kurşungeçirmez yelek almak üzere ailelerinden para alan insanlar büyük sermayenin unsurları değil. Donbass’a insani yardım kortejleri gönderen komünistler, kapitalizmin en başta gelen hasımları. Bütün bu insanlar faşizme, yani tekelci sermayenin bu meşum yavrusuna karşı mücadeleye katkıda bulunmayı amaçlıyorlar.

Tarihin amir hükmü Rusya yetkililerini RFKP’nin ısrar edegeldiği yolda yürümek zorunda bıraktı. Partimizin Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetlerinin tanınması inisiyatifi Duma ve Başkan tarafından kabul edildi. Ama eğilip bükülmeden diyoruz ki: Ukrayna meselesi RFKP için yönetici grupla dayanışma bahanesi olmadı. Faşizmle hesaplaşmanın neticelerinin iktidar tarafından burjuva rejiminin güçlendirilmesi, baskıya gerekçe ve bu kısır iktisadi modelin korunması için kullanılmasının Rusya’nın emekçilerine sadece zarar vereceğini düşünüyoruz. Bu balçık öyle bir emer ve dibe çekebilir ki, artık yüzemez olursunuz.

RFKP ile yönetici grup arasında “sınıf uzlaşması” olmadı ve olamazdı. Parti, sosyalizm mücadelesine devam ediyor. İktidarın sosyal-iktisadi rotası ilkesel olarak değişmedi. Bütçedeki [eski maliye bakanlarından, şimdiki Sayıştay Başkanı] Kudrin ve [Maliye Bakanı] Siluanov’un izini taşıyan yaralar silinmiş değil. İktidar komünistleri ve taraftarlarımızı soruşturuyor. Komünist Partisi seçmenlerinin oylarını başkalarına vermek için çalıyorlar.

Dosdoğru beyan ederiz ki, RFKP Rusya’nın öncü yurtsever gücü olma rolünden gurur duyuyor. Rus, Ukraynalı ve coğrafyamızdaki diğer halkların menfaatlerinin savunulmasını yurttaş ve enternasyonalist olarak görevimiz sayıyoruz. Komünist Partisi, çokuluslu Rusya topluluğunun meydana gelişinde Rus halkının rolünü mistifiye etme girişimlerine olduğu gibi, reddetme girişimlerine de karşı çıkıyor. …

DÜNYA BASINI

Mahmud Abbas birliği korumak için olası baskılara direnecek mi?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız uzman görüşlerine yer verilen haber Filistinli grupların Pekin’de imzaladığı uzlaşı anlaşmasının sürdürülebilir olup olmadığına yanıt bulmaya çalışıyor. İsrail ve muhtemelen ABD tarafından baltalanacağı düşünülen uzlaşının yumuşak karnı ise Filistin Yönetimi:

****

‘Başarılı olması için baskı var’: Fetih-Hamas birlik anlaşması sürdürülebilir mi?

Analistlere göre Fetih Hareketi’nin siyasi iradesinin olup olmadığı görülecek, İsrail ise anlaşmayı bozmaya çalışabilir.

Mat Nashed

Analistler, Filistinli grupların salı günü bir “ulusal birlik” anlaşması imzalayarak, ideolojik farklılıklarını ve acı dolu geçmişlerini bir kenara bırakıp İsrail’in işgaline son vermek için lobi yapabileceklerine dair hem umut yarattığını ancak bazı şüpheler olduğunu söylüyor.

Çin’in başkenti Pekin’de üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından imzalanan anlaşma, geçici bir “ulusal uzlaşı” hükümetinin savaş sonrası Gazze’nin kontrolünü üstlenmesi ve ortak kendi kaderini tayin etme arayışını ilerletmesi için zemin hazırladı. Ancak Fetih Hareketi ve Hamas arasında daha önce yapılan birçok uzlaşma girişiminin başarısız olması nedeniyle bu atılım kuşkuyla karşılandı.

Katar’ın başkenti Doha’daki Middle East Council on Global Affairs adlı düşünce kuruluşunda İsrail-Filistin uzmanı olarak çalışan Ömer Rahman, “Biraz şüphe olması doğal, ancak bu anlaşmanın kalıcı olacağından umutluyum” dedi.

“Gazze ve Batı Şeria’daki durum göz önüne alındığında bunun başarılı olması için baskı var. Bence tüm taraflar bunun gerçekleşmesi gerektiğini biliyor” diyen Rahman, Gazze’deki savaşın ve işgal altındaki Batı Şeria’da artan yerleşimci şiddeti ve toprak gaspının getirdiği aciliyete atıfta bulundu.

BM uzmanlarına göre, 7 Ekim’de Hamas öncülüğünde İsrail topluluklarına ve askeri karakollarına düzenlenen ve bin 139 kişinin öldürüldüğü ve 251 kişinin esir alındığı saldırıdan bu yana İsrail, Gazze’de soykırıma varabilecek yıkıcı bir saldırıyla karşılık verdi.

İsrail son dokuz ayda 39 binden fazla Filistinliyi öldürdü ve iki milyon 300 binlik Gazze nüfusunun neredeyse tamamını yerinden etti. Gazze’deki savaş uluslararası manşetleri belirlerken, İsrail’in 2024 yılında işgal altındaki Batı Şeria’da son 30 yılda herhangi bir yılda olduğundan daha fazla Filistin toprağını sessizce ele geçirmesine yol açtı.

İsrail işgalini derinleştirirken, Filistinli iki büyük grup Fetih Hareketi ve Hamas bölünmüş durumda kaldı. Fetih Hareketi, Batı Şeria’nın büyük bir bölümünü 1993 Oslo Anlaşmalarından doğan ve Fetih’e şiddetten vazgeçmesi ve İsrail’i tanıması karşılığında Filistin devletinin kurulacağının vaat edildiği Filistin Yönetimi aracılığıyla kontrol ediyor.

Buna karşılık Hamas silahlı mücadeleye bağlı kaldı ve 2007’de iki taraf arasında yaşanan kısa bir iç savaşta Fetih Hareketi’ni kovduğundan beri Gazze’yi kontrol ediyor.

Kanlı geçmişe rağmen, her iki taraf da 12 daha küçük grupla beraber Pekin anlaşmasını imzaladı. El Cezire’nin elde ettiği bir anlaşma kopyasına göre bu anlaşma, nihai olarak İsrail işgali altındaki Doğu Kudüs, geniş Batı Şeria ve Gazze’de (İsrail’in 1967 Arap-İsrail savaşında ele geçirdiği topraklar) bir Filistin devleti kurmayı hedefliyor.

Anlaşma kalıcı olacak mı?

Uluslararası Kriz Grubu (ICG) Filistin uzmanı Tahani Mustafa, Fetih Hareketi ve Ebu Mazen olarak da bilinen Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın Hamas’la daha önce yapılan uzlaşma anlaşmalarını baltaladığını söyledi.

El Cezire’ye konuşan Mustafa, Abbas’ın ve yakın sırdaşlarının İsrail işgaline karşı Filistin yönetimini birleştirmek için gerçek bir siyasi irade göstermediğini söyledi.

Mustafa’ya göre Fetih Hareketi, teoride Filistinlileri uluslararası alanda temsil eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üzerinde tek kontrol sahibi olduğunu ve Hamas ve diğer fraksiyonlar bu yapıda temsil edilirse çoğunluğunu kaybetmekten korkuyor.

Mustafa, “Hamas’ı ve İslami Cihad’ı da eklerseniz, Fetih Hareketi’nin tekeli sona erer” dedi.

İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri de uzlaşma anlaşmasını baltalamaya çalışabilirler.

İsrail, savaş sonrası senaryoda Filistin Yönetimi’nin ya da Hamas’ın Gazze’nin kontrolünü ele geçirmesine izin vermeyi reddederken, ABD de uzun süredir Hamas’ın İsrail’i tanımasını ve Filistin hükümetinin bir parçası olmadan önce şiddetten vazgeçmesini istiyor.

2017’de Hamas, 1967 sınırlarına göre bir Filistin devleti kurulmasını kabul eden yeni bir tüzük sundu. Hamas tarafından daha önce yapılan açıklamalar ve hareketlerle uyumlu olan bu hamle, İsrail’in fiilen tanınması anlamına geliyordu.

Mustafa, “Hamas, İsrail’in var olma hakkını hiçbir zaman [açıkça] tanımadı çünkü İsrail’e aynı şeyi Filistinliler için de yapması yönünde hiçbir zaman baskı yapılmadı” dedi.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin İsrail-Filistin uzmanı Hugh Lovatt, İsrail’in bu anlaşmayı rayından çıkarmak için Batılı müttefiklerine Filistin Yönetimi’ne verdikleri fonları kesmeleri için baskı yapmasının oldukça olası olduğunu söyledi.

El Cezire’ye konuşan uzman, “Filistin Yönetimi mevcut haliyle ancak ABD ve Avrupa’nın yakın işbirliği ve finansman desteğiyle ayakta kalabilir” dedi.

Lovatt, “Ancak bu sadece Filistin Yönetimi’nin hayatta kalmasıyla ilgili bir mesele değil, aynı zamanda Filistin Yönetimi’nin kilit isimlerinin kişisel hayatta kalma meselesi… kendi kişisel konumlarını zayıflatabilecek herhangi bir anlaşmaya çok ilgi duymuyorlar” diye ekledi.

El Cezire yorum için Filistin Yönetimi Başkanlığı sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne ve Filistin Yönetimi’nin Birleşik Krallık misyonunun başındaki Husam Zomlot’a ulaştı. Her iki isim de haber yayınlanmadan önce yorum taleplerine yanıt vermedi.

Ancak Lovatt, Filistin Yönetimi’nin, İsrail’i resmen tanımak ve şiddetten vazgeçmek gibi Oslo Anlaşmaları’nın şartlarına uymayı reddetmesi nedeniyle önceki birlik anlaşmalarının çökmesinden Hamas’ı sorumlu tuttuğunu söyledi.

“Abbas’ın söylediğini gördüğümüz şey… bir anlaşma istiyoruz ama uluslararası meşruiyete dayanan bir anlaşma” diye ekledi.

Bu anlaşma neden önemli?

Daha önceki uzlaşma anlaşmaları başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Rahman bu anlaşmanın başarıya ulaşmasının hayati olduğunu söyledi.

Rahman’a göre İsrail-Filistin konusunda uluslararası kamuoyunda rüzgarlar değişiyor ve bu da birleşik bir Filistin liderliğinin Gazze’deki “soykırıma” ve İsrail’in Batı Şeria’daki “ilhakçı baskısına” son vermesi için bir fırsat yaratıyor.

Dünya Mahkemesi olarak da bilinen Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) “tavsiye niteliğindeki görüşü”, İsrail’in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’deki 57 yıllık işgalini kısa bir süre önce “yasadışı” olarak sınıflandırdı. Mahkeme, yerleşim yerlerinin inşası ve genişletilmesi de dâhil İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında varlığını sürdürmesinin “uluslararası hukuku ihlal ettiğini” söyledi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu kararı “saçma” olarak nitelendirdi ve İsraillilerin “atalarının yurdundaki kendi topluluklarında yaşamalarının” yasadışı olamayacağını söyledi.

Rahman, “Durum açıkça vahim ve Filistinlilerin uluslararası toplumu Filistinlileri savunmak için bir araya getirecek bir tür birleşik liderliğe ihtiyacı var” dedi.

Ancak bu birlik -en azından şimdilik- savaşın gidişatını şekillendirmede en etkili küresel aktör olan ABD tarafından desteklenmiyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller salı günü düzenlediği basın brifinginde anlaşmayı yorumlarken “Bir terör örgütünün rolü olamaz” dedi.

Hamas ABD, İsrail ve Avrupa Birliği tarafından “terörist” olarak tanımlanan bir grup ancak pek çok Filistinli, Hamas’ı meşru bir direniş grubu olarak görüyor.

Lovatt, Filistin Yönetimi karar alma sürecinde Hamas ve diğer gruplara danışarak anlaşmayı uygulamaya kararlı olsa bile ABD baskısının Filistin birliğini sabote edebileceğini söyledi.

Lovatt şunu ekledi: “Bu gerçekten de belirleyici faktör olabilir. Asıl soru şu: [Abbas] kararlılığını sürdürecek mi, yoksa uluslararası baskı karşısında geri adım mı atacak?”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı artık küresel ilişkilerin merkezi değil

Yayınlanma

Samir Puri, Nikkei Asia
25.07.2024

Dünya meselelerinde bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Batılı ülkelerin küresel meselelerin nihai hakemleri olarak hareket etme gücü ve birliği çökmüyor, ancak açık bir düşüş içinde.

Çoğumuz bu noktada hemfikiriz, ancak bu geçiş dönemini Batı’nın içinden mi yoksa dışından mı izlemek daha doğru olur? Perspektif her şeydir. Atlantik’in her iki yakasındaki Batılı ülkelerde yaşayan bizler için popülizm siyaseti, değişen dünyayı izlerken kaçınılmaz olarak önemli bir tartışma konusu haline geliyor.

Daha “ulus öncelikli” liderler ve partiler güç kazandıkça, Batı’nın siyasi karakterinin hızla değişmekte olduğu açıktır. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın olası zaferi ya da Macaristan Cumhurbaşkanı Viktor Orban’ın ülkesinin Avrupa Birliği dönem başkanlığını kullanarak geleneksel Batılı dış politika elitlerine çelişkili mesajlar vermesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu durum zamanla Batı’nın küresel kişiliğini değiştirecektir.

2020’den bu yana Batı’daki evimden ziyade, Asya’da gelişen bu olayları Singapur’daki görüş noktamdan izliyorum. “Batısızlık: Büyük Küresel Yeniden Dengelenme” adlı yeni kitabımda yazdığım gibi, Batı’nın küresel varlığının yeniden şekillenmesini uzaktan izlemek kendi perspektiflerini sunuyor.

Asya’da, dünyanın değişen ekonomik dengesi Çin ve Hindistan’ın yükselişinde açıkça görülüyor ve Endonezya gibi ülkeler de gelecekte önemli bir büyüme göstermeye hazırlanıyor.

Dünyanın yeniden dengelenmesi sadece “Asya’nın yükselişi” ile sınırlı değildir. Suudi Arabistan, Türkiye ve hatta Güney Afrika gibi ülkelerin küresel meselelerde kendi yollarını çizmek için gösterdikleri stratejik özerklik her geçen ay artıyor.

Batılı olmayan ülkeler için stratejik özerklik ekonomik büyümeden kaynaklansa da bundan çok daha fazlasıyla ilgilidir. BRICS gibi Batılı olmayan kulüplerin genişlemesini de içeriyor. Güney Afrika’nın Batı destekli İsrail’e karşı Hamas’a karşı yürüttüğü savaş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava gibi gelişmeler de bunu kanıtlamaktadır. Batılı olmayan ülkeler küresel görüşün değişmesine yardımcı oldukça, Batılı ülkeler tarafından 7 Ekim’den sonra İsrail’i desteklemek için alınan ilk tutumlar artık “kurallara dayalı uluslararası düzen” kullanılarak inandırıcı bir şekilde sorgulanabilir.

Batılı olmayan dünyanın yükselen başlıca güç merkezleri hızla kendi momentumlarını geliştiriyor. Yüzyıllardır ilk kez Batı her zaman öncü bir rol oynamıyor. Avrupa liderliğindeki deniz sömürge imparatorluğunun önceki dönemleri ve ardından ABD liderliğindeki küreselleşme dönemi düşünüldüğünde, dünya meselelerinde ortaya çıkan dönemin gerçekten de çok farklı olacağı görülecektir.

Batı çökmeyeceği ve ABD ekonomisi canlılığını koruduğu için yanlış sonuçlara varmak kolaydır. Tüm bunları gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğüne göre bir analize indirgemek ve yalnızca ABD ile Çin arasında iki atlı bir yarış olarak görmek çok basite indirgemek olacaktır.

Kişi başına düşen GSYH’ye bakıp, önde gelen Batılı ülkelerin modernleşmenin standart taşıyıcıları olarak diğerlerinin fersah fersah önünde olduğu sonucuna varılabilir. Ya da güçlü ABD dolarının kalıcı gücüne odaklanılabilir.

Bunlar indirgemeci sonuçlara varmaktır. Evet, ekonomik performans, yaşam standartları ve para biriminin gücü büyük önem taşımaktadır. Ancak diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında Batı’nın düşüşte olduğu görülmektedir.

Demografi gibi bazı eğilimler ölçülebilir niteliktedir. Diğer eğilimler ise küresel anlaşmazlıkları çözme gücü ve ahlaki güçle ilgilidir. Küresel yeniden dengelenme yalnızca sert güç ve ekonomiyi değil, aynı zamanda standartları belirleme, dikkati yönetme ve krizleri çözme becerisini de içermektedir.

Manşetlerimize hakim olan ve küresel görüşleri derinden ikiye bölen diğer savaştan işlerin ne kadar hızlı değiştiğine dair net bir örnek alalım.

G7 aracılığıyla çalışan Batı, Rusya’nın Şubat 2022’de başlayan barbarca tam ölçekli işgaline karşı Ukrayna’yı övgüye değer bir şekilde destekledi. Ancak milyarlarca dolar harcayarak silahlandırdığı Ukrayna, hala Rus işgalcileri kovacak kadar güçlü değil. Şimdi, küresel yeniden dengelenmeyle ilgili iki gelişme Ukrayna’daki durumu daha net bir şekilde etkiliyor.

Birincisi, Rus ekonomisi Batı ve G7 liderliğindeki yaptırımlardan ve enerji ihracatına getirilen fiyat sınırlamalarından zarar gördü. Ancak ekonomik ceza tehdidi Putin’i 2022 başlarında Ukrayna’yı işgal etmekten caydırmaya yetmedi. Yaptırımların gerçekliği de Putin’i işgalden vazgeçmeye zorlamak için yeterli değil. Dünya ekonomisindeki yapısal değişiklikler, Rusya’nın Çin, Hindistan ve diğer BRICS ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Körfez ülkeleri, Endonezya ve diğerleriyle ticaret yapmaya devam ettiği ve savaş ekonomisini sürdürdüğü anlamına geliyor.

İkinci olarak, Batılı olmayan bu ülkeler bir şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesini savunmuşlardır. Batı ve G7 ise tam tersini savunmuştur. Mükemmel bir ahlaki netlikle, Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi ve saldırganlığı için asla ödüllendirilmemesi gerektiğini savundular. Ancak Trump Beyaz Saray’a dönerse, ABD politikasının bir barış anlaşması lehine Ukrayna’yı terk etmeye kayması bekleniyor.

İronik bir şekilde, Trump’ın dayatacağı böyle bir anlaşma ABD’yi dünyanın geri kalanında genel olarak aynı şeyi savunan kesimlerle daha uyumlu hale getirecektir. Eğer bu gerçekleşirse, Batı’nın küresel haçlı enkarnasyonu bir darbe alacaktır. Onun yerine, otokratik liderlerle anlaşma yapmaktan kaçınmayan, işlevsel yaklaşımları tercih eden popülist bir Batı enkarnasyonu ufukta görünmektedir. Böyle bir dünyadan korkmak başka bir şey, bunun pek çok etmenini anlamak başka bir şeydir.

Sadece Soğuk Savaş sonrası zafer kazanmış Batı’nın sonunu gözlemlemiyoruz, aynı zamanda daha az Batı egemenliğinde bir dünyanın başlangıcını da gözlemliyoruz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Okulu kıran” çocukların ailelerini hapse atmayı öneren başkan adayı: Kamala Harris

Yayınlanma

Editörün notu: Joe Biden’ın çekilmesi ile birlikte Demokratların kasım ayındaki başkan adayı olarak öne çıkan Başkan Yardımcısı Kamala Harris, siyaseten “silik” bir profil olsa da daha önce San Fransisco ve California’daki savcılık deneyimleri karanlık bir geçmişe işaret ediyor. “Beyaz olmayan” ve “ilerici” sayılan bir siyasetçi olmasına rağmen savcılığı döneminde siyahlara yönelik polis şiddeti konusunda tavır almayı reddetmişti. Harris’in en tartışmalı hamlesi ise, “okul asma programı” olarak bilinen 2011 tarihli yasaydı. Bu yasa bölge savcılarının, çocuklarının geçerli bir neden olmaksızın okul yılının yüzde 10’unu kaçırmaları halinde ebeveynleri kabahat işlemekle suçlamalarına ve hapsetmelerine izin veriyordu. Daha sonra sonlandırılan programın, yine en fazla beyaz olmayan toplulukların ebeveynlerine yönelik işlediği yönünde yoğun eleştiriler gelmişti.


“Kamala the Cop”: Biden’ın Olası Halefi Harris’in Karanlık Yüzü

Raphael Schmeller
Berliner Zeitung
23 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç

Sevilmiyor, hata yapmaya meyilli ve kendi partisi içinde tartışmalı durumda. Demokratların başkan adayı olarak yarışa girmesi beklenen Kamala Harris kimdir?

Joe Biden’ın başkanlık yarışından çekilmesinin ardından birçok demokrat coşkuyla Kamala Harris’i desteklemeye başladı. Partinin seçim kampanyası bağışları platformu ActBlue, Biden’ın yerine Demokratların favorisi olan başkan yardımcısı için şimdiden “bağış seli” yaşandığını bildirdi.

Liberal Amerikan medyası Pazar akşamından beri Harris’in seçimi kazanması durumunda ABD’nin en yüksek siyasi makamına gelen ilk kadın, ilk Asya kökenli ve Barack Obama’dan sonra ilk siyahi olacağını tekrarlayıp duruyor. Ancak Harris’in ülkedeki çok sayıda kişi tarafından sevilmediği ve kendi partisinin içinde de tartışmalı olduğu gerçeği söylenmiyor.

2011 ve 2013 yıllarında bağışlarla Harris’i destekleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, çoğu ankette Demokratlardan oldukça önde yer alıyor. Bakıldığında Harris ve Biden arasında rağbet görme açısından önemli farklar yok ve hatta Harris’in durumu kısa bir yükselişten sonra daha kötüye bile gidebilir. Harris son anketlerde Demokratlar için çok önemli olan Michigan, Arizona ve Nevada gibi salıncak eyaletlerde Biden’dan daha kötü performans gösteriyor.

Harris, okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için hapis cezası istemişti

Harris, örnek vermek gerekirse iç politikadaki sert tutumu sebebiyle eleştiriliyor. 2011 yılından itibaren Kaliforniya Başsavcısı olarak kendisini Günışığı Eyaleti’nin(*) ‘’ilk polisi’’ olarak sundu ve sıkı baskısıyla adından söz ettirdi. Aynı zamanda kolluk kuvvetlerindeki yolsuzluklara karşı yeterince kararlı adımlar atmaması konusunda da eleştirildi. Ve hepsinden önce okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için uygulanmasını savunduğu yüksek para cezaları ve olası hapis cezaları sistemiyle hatırlanıyor.

Bu dönemde Harris, siyahlara yönelik polis şiddeti gibi birçok konuda tavır almayı reddetti ve bu durum birçok Demokrat tarafından yadırgandı. 2014 yılında marihuanayı yasallaştırma girişimine gülmüş, ancak beş yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunda “kesinlikle desteklediğini” vurgulamıştır. Başsavcılık yaptığı dönem ona ‘’Kamala the Cop’’ (Polis Kamala) lakabını kazandırmıştır.

Harris 2017 yılında Senato’ya seçildi ve 2019 yılında Demokratların başkan adayı olarak yarışa girdi. Başta Biden’ı ırkçılıkla suçlasa da sonrasında korkunç anket oranları sebebiyle yarıştan çekildi ve sonrasında kendisini başkan yardımcısı adayı yapan Biden’ı destekledi.

Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı son 4 yılda pek çok kez kendi siyasi profilini geliştirmemekle suçlandı. Biden, göçü sınırlandırmak için menşe ülkelerdeki göçün nedenleriyle mücadele etme görevini 2021 yılında Harris’e verdi. Ancak Harris’in çabalarına ve Latin Amerika hükümet başkanlarıyla yaptığı görüşmelere rağmen düzensiz sınır geçişlerinin sayısı arttı. ABD Yüksek Mahkemesi 2022 yılında dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade kararını bozarak ülkenin çoğu yerinde kürtajı fiilen imkansız hale getirdiğinde ise Harris, kürtaj haklarını şiddetle savundu.

Harris pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük olarak görülüyor

Harris, Beyaz Saray’da geçirdiği süre boyunca çoğunlukla kendi yolundan gitti. Röportajlarında ve kamuoyu önünde yaptığı diğer konuşmalarında çeşitli hatalar yaptı ve her zaman kendine güvenen biri olarak görünmedi. Pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük ve bazı demokratlar tarafından da bir yük olarak görülüyordu. Hatta 2022 yılının başında yapılan anketlerin sonucuna göre Harris, bugüne kadarki en sevilmeyen Başkan Yardımcısı. Yakın çalışma arkadaşları birçok kez istifa etti ve kaotik çalışma koşulları olduğuna dair söylentiler hep devam etti.

Harris de Biden gibi hatalar yapmaya ve anlaşılması zor konuşmalar yapmaya meyilli. Şu anda sosyal medyada Mayıs 2023’te yaptığı bir konuşma dolaşıyor, Harris dinleyicilere şu açıklamaları yapıyor: “Siz, içinde yaşadıklarınızın ve sizden önce gelenlerin bağlamından oluşuyorsunuz.’’ Sonrasında bu anlattıklarını annesinden bir alıntı yaparak destekledi, ‘’Hindistan cevizi ağacından düştüğünüzü mü sanıyorsunuz?’’ Harris sonrasında saniyelerce kendi şakasına güldü.

Eğer beklendiği gibi Kamala Harris Demokratların adayı olarak gösterilirse yalnızca bu imajını düzeltme zorluğuyla karşılaşmayacak, aynı zamanda seçmenleri Biden-Harris hükümetinin sevilmeyen sonuçlarından kendisini sorumlu tutmamaları için ikna etmeye çalışmak zorunda kalacak. Bu sebeplerle Trump, Harris’i yenmenin Biden’ın kendisini yenmekten daha kolay olacağını iddia ediyor. Bu konuda haklı olabilir.


(*) Yazar Florida ile Kalifornia’yı karıştırıyor olmalı çünkü “Günışığı Eyaleti” (Sunshine State) takma adı Florida’ya ait. Kaliforniya’nınki ise “Altın Eyalet” (Golden State). (editörün notu)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English