Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

Yeni dünya düzeninde Hindistan nasıl bir yol izleyecek?

Yayınlanma

Hindistan siyasetinin önde gelen isimlerinden, eski Dışişleri Bakanı, Türkiye, Mısır, Fransa ve Rusya’da büyükelçilik görevlerini yürütmüş tecrübeli bir diplomat olan Kanwal Sibal, çok kutupluluk ekseninde Hindistan’ın konumu, BRICS’in genişlemesi, G20’nin işlevi ve Hindistan siyasetine dair konularda Harici’ye değerlendirmelerde bulundu.

Dünya siyasetinde artık en çok tartışılan kavramlardan biri ‘çok kutuplu dünya’. 

Dünyanın artık ABD önderliğindeki tek kutuplu sistemi kaldıramayacağını savunan ülkeler, kimsenin kimseye tam üstünlük kurmadığı ve eşitler arası ilişkilerin tek geçerli sistem olması gerektiği bir dünya düzeni hedefliyor. Elbette, beklenen bu büyük dönüşüm sakince yaşanmayacak. Başta Ukrayna savaşı olmak üzere, günümüzde savaşlar, renkli devrimler, siyasi operasyonlar ve benzeri bütün gelişmeler, bu yeni dünyanın doğum sancıları.

Bu tartışmada, aktif kriz başlıkları üzerinden düşünüldüğünde ABD’nin karşısında en başta Çin ve Rusya’yı görüyoruz. Bu yeni dünyanın doğumunda en kilit ülkelerinden biri olan Hindistan ise, kurulan ortaklıklara rağmen Rusya ve Çin’den daha farklı bir yol izleme eğiliminde.

Hindistan siyasetinin önde gelen isimlerinden, eski Dışişleri Bakanı, Türkiye, Mısır, Fransa ve Rusya’da büyükelçilik görevlerini yürütmüş tecrübeli bir diplomat olan Kanwal Sibal, çok kutupluluk ekseninde Hindistan’ın konumu, BRICS’in genişlemesi, G20’nin işlevi ve Hindistan siyasetine dair konularda Harici’ye değerlendirmelerde bulundu. 

BRICS’in genişlemesi konusundaki zorlukları ve Hindistan’ın tercihlerini anlamak için önemli ipuçları sunan Sibal, uluslararası düzenin değiştirilmesi gerekliliğine dikkat çekerek Hindistan’ın bu konuda nasıl bir rol üstlenebileceğini tartışıyor.

‘Çok sayıda jeopolitik pazarlık söz konusu’

BRICS’e katılmak için 23 ülkenin resmi başvuruda bulunduğunu hatırlatan Sibal, kabul sürecine ilişkin çeşitli kriterlerin belirlenmesi ve fikir birliğine varılması gerektiği görüşünde. Sibal aynı zamanda bu süreçte jeopolitik pazarlıkların geçerli olduğunu ifade etti:

“Çin, Rusya ve hatta Hindistan’ın, gruba katılmaya uygun olması gereken benzer düşüncelere sahip ülkeler konusunda tercihleri olacağı için çok sayıda jeopolitik pazarlığın söz konusu olduğu açık.” 

‘Çin, alternatif bir uluslararası düzen yaratmak istiyor’

BRICS’in önde gelen ülkelerini değerlendiren Sibal, Çin, Rusya ve Hindistan’ın konumuna ilişkin ise şöyle konuştu:

“Çin Kuşak ve Yol İnisiyatifi aracılığıyla uluslararası sahnede oldukça aktif ve son birkaç yüzyıldır ve özellikle 1945’ten sonra, esasen ABD tarafından inşa edilmiş bir uluslararası düzen olan Batı hegemonyasına meydan okuyacak ortaklıklar oluşturmak için dünyanın çeşitli köşelerine ulaşmak istiyor. Dolayısıyla Çin, kendisinin jeopolitik çıkarlarını paylaşan ve onunla bağlarını güçlendirmek ile ilgilenen ülkelere yönelik alternatif bir uluslararası düzen yaratmak istiyor.”

‘Rusya, BRICS’in genişlemesini çok kutupluluğa doğru bir ilerleme olarak görüyor’

“Rusya, bildiğiniz gibi, özellikle Ukrayna ihtilafından sonra, çok kutupluluğu teşvik etme konusunda artık her zamankinden daha fazla ses çıkarıyor. Ve Rusya, BRICS’in genişlemesini çok açık bir şekilde çok kutupluluğa doğru bir ilerleme olarak görüyor. Bu nedenle, BRICS’i genişletmek ve çok kutupluluğu teşvik etme açısından güvenilir olabilecek ülkeleri de dahil etmek istiyor; bu, genel olarak küresel Güney olarak adlandırılan bölgedeki kilit ülkeler anlamına geliyor.”

‘Hindistan, BRICS’in tamamen Batı karşıtı bir grup haline gelmesini istemeyecektir’

“Hindistan doğal olarak genişleme açısından BRICS içinde çok daha fazla dengeye sahip olmak isteyecek ve BRICS’in tamamen veya esas olarak veya büyük ölçüde Batı karşıtı bir grup haline gelmesini istemeyecektir çünkü bu, halihazırda parçalanmış olan uluslararası toplumun amacına hizmet etmiyor. Ve eğer açıkça Batı karşıtı olan başka bir grup yaratırsanız, o zaman uluslararası toplumu daha da parçalayacaksınız. Dolayısıyla Hindistan, belli bir jeopolitik dengeyi sağlayacak ülkelerin de örgüte dahil edilmesini isteyecektir.”

Yeni üyelikler ve eksiklikler

BRICS üyeliğine kabul edilen ülkelerin ‘bir miktar dengesizlik oluşturduğunu’ düşünen Sibal, bu ülkelerin çoğunluğunun Batı Asya veya Orta Doğu bölgesinde yer aldığını belirtti. 

Etiyopya’nın Çin’in Afrika’daki nüfuzu açısından bir merkez olduğunu hatırlatan Sibal, Rusya’nın da desteğiyle Etiyopya’nın jeopolitik gerekçelerle üyeliğe davet edildiğini söyledi. 

“Afrika’da daha makul bir aday açıkça Nijerya olurdu. Ancak Nijerya üyelik başvurusunda bulunmadığını söylüyor” diyen Sibal, genişlemede herhangi bir Asya ülkesinin bulunmamasının da dikkat çekici bir unsur olduğu görüşünde:

“Bu genişlemede eksik olan diğer unsur ise Asya’dan herhangi bir ülkenin bulunmaması. Zirveye Endonezya katıldı ancak Endonezya dahil edilmedi. Endonezya cumhurbaşkanı, üyeliğin artıları ve eksileri üzerinde daha fazla düşünmek istedikleri için son dakikada adaylıklarını geri çektiklerini söyledi. Endonezya’nın dahil edilmemesinin nedenleri ne olursa olsun, gerçek şu ki Asya bu genişlemede eksik. Yani genişleme süreci henüz bitmedi.”

‘Hindistan’ın kesinlikle hiçbir çekincesi yok’

Sibal ayrıca, yeni ülkelerin katılımı konusunda ‘Hindistan’ın hiçbir çekincesi olmadığını’, çünkü ülkesinin bu ülkelerle zaten iyi ilişkilere sahip olduğunu söyledi:

“Hindistan’ın kesinlikle hiçbir çekincesi yok çünkü bu ülkelerden 5’iyle Hindistan’ın stratejik ortaklığı var. Bu ülkelerin liderlerinden 5’i Hindistan Cumhuriyet Bayramı kutlamalarımızın baş konukları oldu. Etiyopya’yla da çok uzun süredir devam eden bir ilişkimiz var, Afrika’da Hindistan’ın kredi limitlerinden en çok yararlanan ülkelerden biri.”

‘BRICS’in bazı dezavantajlara sahip olduğu bir gerçek’

Hindistan ve Çin arasındaki farklılıkların ittifaka yansımaları üzerine de konuşan Sibal, şunları söyledi:

“BRICS içindeki bölünmeler konusunda, Hindistan ve Çin arasındaki ciddi farklılıklar nedeniyle BRICS’in bazı dezavantajlara sahip olduğu bir gerçek. Öte yandan yaşanan genişlemeye baktığınızda artık birbirine zıt başka ülkelerimiz var. İran ve Suudi Arabistan var, zor ilişkileri olan Mısır ve İran var. Arjantin ve Brezilya Latin Amerika’da rakipler. 

Dolayısıyla BRICS’in üye devletler arasındaki bu farklılıklarla birlikte yaşamak zorunda kalacağını ve ikili farklılıkların ötesinde, daha demokratik ve eşitlikçi bir dünya düzeninin desteklenmesine ve gerçek çok kutupluluğa doğru ilerlemeye yardımcı olacak belirli genel uluslararası ilkeler üzerinde anlaşıp anlaşamayacaklarını görmek zorunda kalacağını düşünüyorum.”

‘Gelişmekte olan ülkeler, yaptırımlara katılmasalar bile ABD’nin karşısına düşmekten korkuyor’

Finansın silah olarak kullanılmasının ve doların uluslararası düzende nasıl etkili bir şekilde kullanıldığının altını çizen Sibal, “Doların, ülkeleri dış politika ve belirli ülkelerle ilişkiler konusunda Batı’nın emirlerine uymaya zorlamak için jeopolitik bir araç olarak nasıl çok etkili bir şekilde kullanıldığını gördük. Gelişmekte olan ülkeler ise, yaptırımların mantığına ve yaptırım politikasına katılmasalar bile ABD’nin karşısına düşmekten ve ABD finans sisteminin dışında kalmaktan çok korkuyor. Çünkü dünyanın en büyük ekonomisi olan Amerika Birleşik Devletleri’ne büyük ilgi duyuyorlar ve uluslararası ticaret hala para birimleriyle değil dolar üzerinden yapılıyor. Bu ülkeler Batı karşıtı olmayabilir, ancak uluslararası sistemde, diğer ülkelerin, uluslararası yönetişimde makul bir şekilde söz edebileceği bir değişiklik isteyeceklerdir. Ve eğer bu gündeme uymazsanız, yaptırım ya da ceza almanız söz konusu olmamalı” ifadelerini kullandı.

‘BM Güvenlik Konseyi’nde bile fikir birliği yok’

Ukrayna savaşı üzerinden Rusya’ya yönelik yaptırımlara değinen Sibal ayrıca, “Yaptırımlar için ABD’ye kim yaptırım uygulayacak? Dolayısıyla, söylediğim gibi uluslararası yönetişimin daha demokratik ve eşitlikçi olabilmesi için sistemde bir değişiklik yapılması gerekiyor. BM Güvenlik Konseyi’nde bile bir fikir birliği yok, BM Güvenlik Konseyi çalışmıyor. Artık BM Güvenlik Konseyi’ndeki tüm büyük güçler aynı zamanda G20’de de yer alıyor. Şimdi eğer Birleşmiş Milletler’de birlikte çalışamıyorlarsa, G20 gibi daha küçük bir forumda nasıl gerçekçi bir şekilde birlikte çalışabilirler? Aynı farklılık, aynı zorluklar, aynı çekişmeler, aynı yüzleşmeler G20’ye de sıçrayacak” dedi. 

‘Hindistan en iyisini yaptı, akıllıca düşündü’

Söz konusu uluslararası kriz başlıklarında Hindistan’ın konumunu da değerlendiren Sibal, şunları söyledi:

“Hindistan en iyisini yaptı, iyi ve çok akıllıca düşündü. İki tarafı bir araya getiremeyeceği, rekabetin, çatışmanın, husumetin sebeplerinin çok derin olduğu daha baştan anlaşılmıştı. Bu nedenle Hindistan haklı olarak Küresel Güney’in çıkar kaygılarına ve gündemine odaklanacağını söyledi. Bu nedenle G20 dışişleri bakanları toplantısı öncesinde Hindistan Küresel Güney liderlerini sanal bir konferansa davet etti ve Küresel Güney’in 125 lideri katıldı. Onların tüm tercihlerini, beklentilerini ve kaygılarını gerektiği gibi not ettik.

Bunları da G20’deki tartışma gündemimize yansıttık. Ayrıca felaket, altyapı, küresel sağlık sorunları, dijital ekonomi, kapsayıcı büyüme sorunları, kadınların güçlendirilmesi sorunları, özellikle ekonomilerin dijital dönüşümleri ve bunların gelişmekte olan ülkelerde daha da ileriye gitmesine nasıl yardımcı olabileceğine ilişkin kendi fikirlerimizden bazılarını ekledik.

Hindistan’ın masaya koyduğu endişelerini Küresel Güney, Brezilya ve Güney Afrika’nın takip edeceğini umuyoruz.

‘G20’nin yine de ABD ürünü olduğunu unutmayalım’

Bu şekilde G20’nin gündemini bir nebze de olsa dengelemeye çalışıyoruz. G20’nin yine de ABD ürünü olduğunu unutmayalım. Esasen 2008 mali krizinden sonra, içinde G7’nin de bulunduğu, Batı liderliğindeki bir grup vardı. Ekonomiyi tek başlarına yönetemedikleri için o dönemde dünya ekonomisi ve finansal istikrar kaygıları o kadar büyüktü ki, gelişmekte olan bazı ekonomileri katılmaya davet ettiler. Ama bu yine de Batı liderliğindeki bir grup. Ancak Hindistan’ın yapmaya çalıştığı şey, tartışmalarda yalnızca Batı’nın kaygıları ve gündemlerinin değil, aynı zamanda Güney’in kaygılarının ve beklentilerinin de hakim olduğu bir grup olarak onu daha dengeli hale getirmek.”

‘Çip konusunda hemen devrim niteliğinde bir değişim olmayacak’

ABD ile Çin arasında devam eden ‘çip savaşlarında’ Hindistan’ın konumunu da değerlendiren Sibal, ülkesinin tedarik zincirleri açısından ‘hemen devrim niteliğinde bir değişim olacağını düşünmediğini’ söyledi ve “Hindistan, Hindistan’da çip üretim kapasitesi oluşturmaya odaklanmış durumda. Hindistan’da çip üretimine yönelik herhangi bir projeye hükümetin %50 finansman katkıda bulunacağı PLI planı adı verilen bir sistemimiz var. Yani burası en büyük merkez. Ve bir veya iki Amerikan şirketi Hindistan’da bazı temel tesisler kurmaya karar verdi. Ucuz üretim için özel sektörde ortak girişim kurulabilir mi diye Tayvan ile görüşüyoruz. Bu konuda ilerlemenin yavaş olduğunu düşünüyorum ancak ABD’nin de kendi çip endüstrisini geliştirmek istediği açık. Çip eylemi ya da adı her neyse onlarda var. Çin’e olan bağımlılıklarını azaltmak istiyorlar. Belirli bir çip kategorisi için alternatif bir kaynak olarak Hindistan’a bir dereceye kadar yardım etmeye istekli olacaklardır. Ancak bu ancak orta ve uzun vadede başarabileceğimiz bir şey” ifadelerini kullandı.

Sibal, Manipur’da yaşanan din temelli çatışmaların aynı zamanda ‘kışkırtılan’ bir sorun olduğunu vurguladı ve ‘dış müdahalelerin güçlü bir Hindistan istemediğini’ belirterek bölgedeki çatışmalara dair şunları anlattı:

“Hindistan’da 1,4 milyar insan var. Manipur bir köşede, Hindistan’ın Myanmar sınırındaki küçük bir köşesi ve bildiğiniz gibi Myanmar’da çok fazla kargaşa var. Çeşitli kabileler ile merkezi hükümet ve ordu arasında bir çatışma var. Böylece Manipur’daki kabilelerle bağlantısı olan Myanmar’dan birçok kabileye rastladık. Bunun yanında, Manipur tepelerinde artık çok ciddi bir uyuşturucu sorunu var. Uyuşturucu Myanmar’dan geliyor ve hükümet bunu ortadan kaldırmaya çalıştı ve bu, uyuşturucu kaçakçılığı, haşhaş yetiştiriciliği ve diğer her şeyle uğraşan insanlara durumu istikrarsızlaştırmaya çalışma fırsatı verdi.

‘Çok zor ve karmaşık bir durum’

Bu, olup bitenlerle ilgili çok önemli bir faktör. İkincisi, Manipur’da, tepelerde, Hindistan’ın sömürgeleştirildiği dönemde bu insanlar Hıristiyanlaştırılmıştı. Dolayısıyla uyuşturucu kaçakçılığı ve diğer her şeyin etrafında yoğunlaşan çatışma artık bir bakıma Hıristiyan-Hindu meselesi haline geldi çünkü tepelerdeki kabileler düzlüklerdeki kabilelerle karşı karşıya geliyor. Ve bu iç çatışmanın bir parçası olarak tapınakların yakıldığı ve tabii ki kiliselerin de yakıldığı bir gerçek. Hindistan hükümeti durumu istikrara kavuşturmak için çok sayıda asker gönderdi. Çok zor ve karmaşık bir durum. 

Bütün bunlar ve dış müdahaleler, Hindistan’daki merkezi hükümeti zayıflatmak isteyen iç muhalefet güçleriyle birleşiyor. Güçlü bir Hindistan istemiyorlar, Hindistan’da güçlü bir liderlik istemiyorlar. Bu, Hindistan gibi eski sömürge ülkeleri Batı’nın direktiflerini takip etmesi gereken ülkeler olarak görenlerin gündemine pek uymuyor.”

Dış müdahaleler yoluyla toplumun istikrarsızlaştırılmasının hedeflendiğini savunan Sibal, bunun için Hindistan’da ‘verimli’ bir zemin olduğuna ve Batı’da buraya oynayan lobilerin rolüne dikkat çekti ve Hindistan’ın devletler düzeyinde Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan gibi İslamcı ülkelerle çok iyi ilişkilere sahip olduğunu vurguladı.

Sibal, “Biz 1,4 milyar insanız. Bunlar her zaman Hindistan’ın bir köşesinde veya diğer köşesinde sorunlar olacak ve bu durum ilgili lobiler tarafından, sanki bu durum Hindistan’ın her yerinde oluyormuş gibi bir tablo sunmak için her zaman istismar edilecek, ki bu kesinlikle doğru değil” ifadelerini kullandı. 

‘Hükümet aracıları devre dışı bırakmak istedi’

Ülkedeki tarım reformu adımlarına dair de konuşan Sibal, tarımda reform yapılmasına kesinlikle ihtiyaç olduğunu belirterek, Modi hükümetinin tarım sektöründeki özelleştirme adımlarının ‘tarımın yabancılara verilmesi’ değil, mevcut durumdan fayda sağlayan aracıların devreden çıkarılması amacını taşıdığını söyledi:

“Hükümet bu aracıları devre dışı bırakmak istedi, dijital bir ekonomi haline geldiğimiz için ise çiftçiler kendilerini Hindistan’ın herhangi bir köşesine dijital olarak bağlayabiliyor. Yani hükümet, ellerindekini Hindistan’da en iyi fiyatı alabilecekleri yerde satmalarını söyledi. Ancak çok güçlü olan aracının çok fazla para gücü de var. Eyleme geçtiler ve bu ajitasyonu başlattılar. Hindistan’ın geri kalanının bu tarım reformlarıyla hiçbir sorunu yoktu. Pencap’ta pirinç ve buğday hükümet tarafından sabit fiyatlarla satın alınıyor. Bu insanlar için harika bir şey, çünkü hükümette garantili bir alıcıları var. Üreticiler herhangi bir doğal nedenden dolayı etkileniyorsa tazminat alıyor, devletten ürünleri için fiyat artışı talep etmeye devam ediyorlar.

Yani hükümetin yapmak istediği şey, onlara daha fazla para getirecek daha sofistike tarım ürünlerine yönelmeye zorlamaktı. Hindistan artık giderek daha fazla tüketim toplumu haline geldiğinden, yalnızca pirinç ve buğday üretmekten ziyade bu şeyler için de bir pazar var. Pirinç çok büyük miktarlarda su tüketiyor ve bunun Pencap’taki su seviyesi üzerinde ciddi etkileri oldu.”

‘Konu yurt dışındaki Hint karşıtı diaspora tarafından ele alındı’

Özetle, bu çok politik bir konu haline geldi ve daha sonra yurt dışındaki Hint karşıtı güçler tarafından ele alındı, özellikle de Pencaplı insanlardan oluşan büyük bir diasporanın bulunduğu Kanada, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri’nde. Ve böylece bunu teşvik etmeye, bunu sürdürmek için finanse etmeye başladılar. Bu insanlarla birkaç tur görüştükten sonra hükümet onların hiçbir yere gitmeyeceklerini hissettiğinde geri adım atmaya karar verdi çünkü Pencap, Pakistan sınırında çok hassas bir eyalet. Pakistan, Sih ayrılıkçılığını teşvik etmek için çok uzun zamandır Pencap’ta açık bir şekilde faaliyet yürütüyor. Böylece hükümet daha büyük güvenlik nedenleriyle reform tasarısını geri çekmeye karar verdi. Ancak bir aşamada bu reformların gelmesi gerekiyor.”

SÖYLEŞİ

Pekin’deki Filistin uzlaşı anlaşması nasıl hayata geçirilecek?

Yayınlanma

Şanghay Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Enstitüsü’nde Yardımcı Doçent olan Shu Meng, Pekin’de varılan Filistin uzlaşını Harici’ye değerlendirdi: “İsrail’in Gazze’deki operasyonları devam ederken, Filistinli gruplar bölünmüşlüğün ulusal kurtuluşun önünde büyük bir engel olduğunun farkına vardı. Bu uzlaşma Filistin için daha büyük bir iç ivme taşımaktadır.”

Hamas ve Fetih Hareketi başta olmak üzere Filistinli grupların üst düzey temsilcilerinin, Çin’in arabuluculuğunda aralarındaki bölünmüşlüğe son vermeyi ve birlik oluşturmayı amaçlayan “Pekin Diyaloğu”nu imzalamasının yankıları devam ediyor. Tüm Filistin topraklarında (Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs) tek bir geçici hükümet kurulmasını öngören bildiriye, Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’den destek gelirken, ABD ise Filistin yönetiminde “Hamas için bir rol öngörmüyoruz” diyerek karşı çıktı. Öte yandan Batı basını Çin’in başarısını görmezden gelerek, girişimin “gerçekçi olmadığını ve uygulanamayacağını” öne sürüyor.

Tüm bu tartışmaları, 1949’da kurulan Şanghay Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Enstitüsü’nde Yardımcı Doçent olan Shu Meng ile konuştuk. Aynı zamanda ‘Asian Journal of Middle Eastern and Islamic Studies’in yazı işleri müdürü olan Shu Meng, Filistin uzlaşısı, Çin’in Filistin ve Orta Doğu politikası ve ABD’nin bölgedeki rolü üzerine sorularımızı yanıtladı.

Pekin’de üç gün süren toplantıların ardından aralarında Hamas ve El Fetih hareketinin de bulunduğu 14 Filistinli grup, Filistin birliğini inşa etmeyi amaçlayan ortak bir bildiri imzaladı. Bildiriye göre Filistin anayasası temelinde bir ‘geçici ulusal birlik hükümeti’ kurulacak. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu ilerlemenin son derece önemli olduğuna inanıyorum. Çin her zaman Filistin meselesinin temelinde uzun zamandır beklenen bağımsız bir Filistin devleti arzusunun gerçekleştirilmesinin yattığını savunmuştur. Filistinlilerin ulusal haklarına saygı gösterilmesi ve devlet olmalarının desteklenmesi, ulusal uzlaşı ve iç birliğin sağlanmasına bağlıdır. Kendi adıma, Filistin-İsrail barış görüşmelerinde iki taraf arasındaki güç eşitsizliği, kısmen Filistin içindeki bölünmüşlükten de kaynaklanarak, büyük bir engel teşkil etmiştir. Çin’in çabaları müzakere masasında her iki tarafın nispeten daha eşit bir zeminde yer almasına katkıda bulunmuştur.

Filistinli örgütler daha önce de ulusal uzlaşı belgesi imzalamış ancak bu belge uygulanmamıştı. Sizce bu kez birliktelik gerçekleşecek mi? Bu anlaşmayı diğerlerinden farklı kılan nedir?

İç uzlaşmanın tam olarak sağlanması belirli bir zorluk derecesiyle karşı karşıyadır, ancak yine de tüm tarafların bir araya gelerek bir barış anlaşması imzalaması çok önemli bir ilk adımdır.

Üstelik şu anki zamanlama önceki örneklerden farklı. İsrail Gazze’deki askeri operasyonlarını henüz durdurmadı ve çeşitli Filistinli gruplar bölünmüşlüğün ulusal kurtuluşa ulaşmada önemli bir engel teşkil ettiğinin giderek daha fazla farkına varıyor. Gazze’nin siyasi geleceğinin şekillendirilmesine herhangi bir katılım için birleşik bir Filistin zorunludur. Bu nedenle, bu uzlaşma Filistin için daha büyük bir iç ivme taşımaktadır.

Gelecekte uzlaşıya giden yolda, İsrail’le yüzleşme yöntemlerindeki farklılıklar ve parti içi rekabet gibi çok sayıda zorluk bulunmaktadır. Bununla birlikte, iç uzlaşma ve siyasi birlik, Filistin meselesinin çözümünü ilerletmek için doğru yön olmaya devam etmektedir.

Tel Aviv anlaşmaya tepki gösterdi. İsrail’i ikna etmeden böyle bir anlaşmayı uygulamak mümkün mü?

Kendi içinde birleşmiş bir Filistin’in İsrail’in çıkarına olmadığına inanıyorum. Ancak, barış anlaşmasının imzalanmasıyla birlikte, Filistin’de gelecekteki iç uzlaşı İsrail’in engelleriyle karşılaşabilirken, kilit nokta Filistinli grupların farklılıklarını gerçekten bir kenara bırakıp Filistin’in genel çıkarlarına öncelik verip veremeyeceğinde yatıyor.

İki devletli çözüme bu kadar açık bir şekilde karşı çıkan bir İsrail hükümeti varken iki devletli çözümü gerçekçi ve uygulanabilir görüyor musunuz?

Sadece Filistin’in gücüne güvenecek olursak, geçtiğimiz on yıllarda yaşanan tecrübelerin de gösterdiği üzere, iki devletli çözümün gerçekleşmesinin zor olduğu aşikârdır. Bu çözümün hayata geçirilmesi büyük ölçüde uluslararası toplumun itici gücüne bağlıdır. Uluslararası toplum tarafından somut adımlar atılmalı ve bu konuda daha fazla birliktelik sağlanmalıdır.

Çin bu anlaşmayı uygulamak için ne gibi somut adımlar atabilir ve atacak? Pekin bu konuyu İran, Suudi Arabistan, Mısır, Türkiye gibi bölge ülkeleriyle görüştü mü?

Çin “üç adımlı” bir inisiyatif ortaya koymuştur: ilk adım Gazze Şeridi’nde kapsamlı, kalıcı ve sürdürülebilir ateşkesin mümkün olan en kısa sürede teşvik edilmesi ve insani yardım ve diğer yardımların erişiminin sağlanmasıdır. İkinci adım, “Filistin’i Filistinliler yönetir” ilkesini desteklemek ve Gazze’de savaş sonrası yönetimi ortaklaşa teşvik etmektir. Üçüncü adım ise Filistin’in Birleşmiş Milletler’e tam üye olmasını teşvik etmek ve “iki devletli çözümün” uygulanması için çalışmaktır.

Çin, Filistin konusunda Arap ülkeleriyle defalarca iletişim kurmuş ve bu yıl Filistin konusunda Çin ve Arap ülkeleri arasında ortak bir bildiri yayınlamıştır. Ayrıca Çin uzun zamandır ikili ve çok taraflı forumlarda Filistin meselesinin adil bir şekilde çözülmesini teşvik etmektedir.

Çin’in yumuşak güç, diplomasi ve ticari anlaşmalar yoluyla Orta Doğu’daki etkisini artırmaya çalıştığı yönünde eleştiriler var. Bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz? ABD Orta Doğu’yu terk ederken yerini Çin mi alacak?

“Çin yumuşak güç, diplomasi ve ticaret anlaşmaları yoluyla Orta Doğu’daki etkisini artırmaya çalışıyor” demek yerine, “Çin’in Orta Doğu’da yumuşak güç, diplomasi ve ticaret alanlarındaki büyümesi bölgedeki etkisini artırdı” demek daha uygun olacaktır.

Tarihsel olarak hem Çin hem de Orta Doğu ülkeleri görkemli medeniyetlerin doğduğu yerlerdir. Gerçekte, Çin ve Orta Doğu ülkeleri çeşitli alanlardaki değişim ve işbirliğini aktif bir şekilde genişleterek Çin medeniyeti ile Orta Doğu’nun çeşitli medeniyetleri arasındaki karşılıklı anlayış ve değişimi büyük ölçüde teşvik etmiştir. Orta Doğu bugün küresel jeopolitiğin en karmaşık bölgelerinden biridir. Orta Doğu’daki karmaşık ve sürekli değişen durum karşısında Çin, Orta Doğu halklarının kendi kalkınma yollarını bağımsız olarak keşfetmelerini ve Orta Doğu ülkelerinin bölgesel güvenlik sorunlarını ele almak için birlikte çalışmalarını her zaman desteklemiştir. Çin’in adil duruşunun ve ortak kalkınmayı teşvik eden tutumunun, bölgesel etkisini görünmez bir şekilde sürekli olarak artıracağına inanılmaktadır.

İkinci soruya gelince, ilk olarak ABD Orta Doğu’dan tamamen çekilmeyecek, ikinci olarak da Çin onun yerini almayacaktır. İki tarafın Orta Doğu’da farklı avantajları vardır ve aralarında karşılıklı bir ilişki yoktur. Orta Doğu büyük güçler için bir oyun alanı değildir ve Orta Doğu’daki çeşitli ülkelerin etkisi sıfır toplamlı bir oyun değildir. Çin’in Orta Doğu’da ABD’nin yerini almak gibi bir niyeti yok. Bunun yerine Çin, Orta Doğu ülkeleriyle dayanışma içinde çalışmayı ve tüm insanlık için ortak bir geleceğe sahip bir topluluğu birlikte inşa etmeyi ummaktadır.

Çin’in Orta Doğu’da ABD’den farklı olarak ne tür hedefleri, ilkeleri ve çıkarları var?

Çin’in politikaları daha adil ve tarafsız hale gelmekte, herhangi bir müttefiki kayırmaktan kaçınmaktadır. Tüm ülkelerle normal ilişkilerini sürdürerek dengeli bir bağlantısızlık politikası izlemektedir.

Çin kışkırtıcı olmak yerine arabulucu olmayı tercih ediyor. Hiçbir bölgesel krize önemli ölçüde müdahale etmemiştir.

Çin, bölge ülkelerinin büyük güçler arasında bir denge sağlamak ve özerkliklerini artırmak istediklerinin farkındadır. Hiçbir ülkeyi taraf seçmeye zorlamamaktadır.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

Venezuela’da devlet başkanlığı seçimleri ve göç sorunu

Yayınlanma

Venezuelalı siyaset bilimci Micaela Ovelar, Pedro Gual Yüksek Diplomatik Çalışmalar Enstitüsü müdürü ve Venezuelalı Göçmenlerin Kapsamlı Bakımından Sorumlu Devlet Bakan Yardımcısı Pedro Sassone ile mülakat gerçekleştirdi.

28 Temmuz 2024’te Venezuela’da, ülke halkının desteğiyle Hugo Chavez’in Bolivarcı Devrimi kurmayı başarmasından bu yana en önemli başkanlık seçimleri yapılacak. Pek çok analist, bunun ‘Venezuela’nın istikbali ve milli, bölgesel ve uluslararası istikrar için belirleyici bir seçim yarışması’ olduğunu düşünüyor.

Seçilme şansı en yüksek olan iki aday, mevcut başkan Nicolás Maduro ile son anda siyasi seçimlere katılma hakkı bulunmayan muhalefet lideri María Corina Machado’nun yerine gelen ve ABD’nin çıkarlarını gözeten Edmundo Gonzalez.

Venezuelalı ünlü sosyolog ve diplomat Pedro Sassone, Harici’nin sorularını yanıtladı. Sassone, diğer sorumluluklarının yanı sıra Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti’nin Ekvador’daki Misyon Şefi Konsolosluğu ve Güney Ülkeleri Birliği (UNASUR) Genel Sekreterliği’nde Venezuela Temsilcisi olarak görev yaptı.

Halihazırda, Pedro Gual Yüksek Diplomatik Çalışmalar Enstitüsü’nü yönetmenin yanı sıra, ülkesinin Dış İlişkilerden Sorumlu Halk Gücü Bakanlığı’nda Venezuelalı Göçmenlerin Kapsamlı Bakımından Sorumlu Devlet Bakan Yardımcısı olarak görev yapıyor.

Bu 28 Temmuz 2024’te Venezuela’da neler olacak?

Venezuela’da son derece güzel ve umut verici şeyler oluyor. Yani güçlü ve gelişen bir demokrasi ve ABD ve Avrupa’nın yaptırımlarına rağmen istikrara kavuşan bir ekonomi görüyoruz. Birkaç hafta önce Venezuela halkı, ülkenin en yüksek seçim otoritesi olan Ulusal Seçim Konseyi (USK) tarafından düzenlenen ve Venezuelalıların bu yıl (28 Temmuz’da) oy kullanma konusundaki potansiyel istekliliklerini ifade etmek üzere kitlesel olarak katıldığı bir genel seçim simülasyonu gerçekleştirdi. Dolayısıyla Venezuela için yeni bir demokratik parti olacak olan bu seçim pazar günü halkın ifadesinde somutlaşacaktır.

Oy kullanma hakkı ya da oy verme uygulaması Venezuela halkı ve vatandaşları açısından gerçek bir yurttaşlık geleneğidir. Halkımız oy kullanmayı sever ve tıpkı zorunlu olmadığı için binlerce insanın gönüllü olarak katıldığı tatbikat sırasında bunu ifade ettikleri gibi, bu pazar, 28 Temmuz’da da Venezuela toplumunun siyasi tercihinin adayına oy vermek için kitlesel olarak dışarı çıkmasını bekleyebiliriz. Bizim adayımız, siyasi, iktisadi ve sosyal istikrarı garanti eden tek aday olan Devlet Başkanı Nicolás Maduro’dur.

Bu birkaç şeyi yansıtıyor. Birincisi, bugün Venezuela’da yaşanan demokratik, katılımcı ruhu ve barışı; ikincisi ise, kentine sadık kalarak tüm engellerle yüzleşmeyi ve bunların üstesinden gelmeyi bilen Başkan Maduro’nun yönetimine duyulan güveni ve takdiri yansıtıyor.

Venezuela bugün iç, siyasi ve sosyal açıdan istikrarlı mı?

Evet, yaklaşık iki ya da üç yıldır ülke, ABD’nin haksız bir şekilde ‘yaptırımlar’ olarak adlandırılan tek taraflı zorlayıcı tedbirleri bize dayatmasından bu yana görülmemiş bir barış ve huzur yaşadı. Ardından Kovid-19 salgını geldi, ancak Bolivarcı hükümet, yavaş yavaş ekonomik ablukanın üstesinden gelmeyi başardı, öyle ki Venezuela ekonomisi bugün istikrarlı ve yıldan yıla giderek iyileşiyor. Venezuela’ya yönelik saldırılar bir saniye bile durmamasına rağmen bunu yineliyorum.

Bu nedenle, ülkemizdeki seçim sürecinin mükemmel bir şekilde gelişmesi ve 28 Temmuz Pazar günü yapılacak başkanlık seçimlerine gölge düşürecek herhangi bir şiddet eyleminin yaşanmaması en büyük dileğimizdir. Dinamiklerin Venezuela halkının alışık olduğu gibi olmasını bekliyoruz. Yani oy kullanmak bir görev ve yurttaşlık bilincinin ifadesidir, oy kullanmak Bolivarcı Devrimin ve Venezuela’nın yaşadığı demokratik ruh ve barışın kurumudur.

Emperyalist kasırganın hedefinde olduğumuz için, başta Venezuela petrolü olmak üzere tabii kaynaklarımızın kullanımına ilişkin egemenlik hakkımızı savunduğumuz için karşı karşıya olduğumuz tehlike ve tehditlerin farkındayız. Ülkemiz dünyanın en büyük petrol rezervine sahip olmaya devam ediyor, Venezuela’nın maruz kaldığı saldırıların, ablukaların ve her türlü baskının arkasında ne yazık ki kaynaklarımızın yabancı güçler tarafından kontrol edilmesi yatıyor, yatıyor ve yatacak. Buna rağmen ilerlemeye devam ediyoruz.

Bize Venezuela yönetiminin yeni oluşturduğu ve yardımcılığını üstlendiğiniz  bakanlıktan bahseder misiniz?

Bu, Venezuela Dışişleri Bakanlığı’nın yeni bir bakan yardımcılığı. Göçmenlik konusu hükümetimizde bir Devlet politikası olarak ele alınmaktadır, bu çerçevede Devlet Başkanı Nicolás Maduro’nun Vatana Dönüş Büyük Misyonu (GMVP) olarak adlandırdığı bir sosyal misyondur (kamu politikaları dediğimiz şey). Bu, Venezulea’nın şu anda sahip olduğu tek uluslararası misyon olduğunu söyleyebileceğimiz bir sosyal misyondur (veya devletin kamu politikasıdır).

Büyük Anavatana Dönüş Misyonu (GMVP), Venezuelalı göçmenlerin sosyal koruma ve hakları için dört köşeye sahip: 1. Hukuki yardım ve kimlik garantisi; 2. Eğitim, Kültür ve Spor Alanlarında Kapsamlı Bakım; 3. Geri Dönüş için Kapsamlı Sosyoekonomik Koruma ve 4. İletişim ve Lojistik Planı.

İlk tepe noktası, göçmenlere ‘bulundukları ülkelerde maruz kaldıkları suistimallere karşı’ destek sağlayacak, böylece ‘en iyi avukatlar, en iyi hukuk firmaları, insanlarımız için emek suistimalleriyle başa çıkmak için işe alınacak… Ayrıca pasaportlarının onlara ulaşmasını da sağlayacak’.

Her bir ülkede, her bir misyonda, temelde Venezuelalıların en çok akın ettiği yerlerde, hukuki ilgi için konsolosluklarımızı konuşlandıracağız, güçlendireceğiz. Neden mi? Zira hukuk ihlalleri var, yabancı düşmanlığı var, iş hukuku açısından ihlaller söz konusu.

İkinci tepe noktası ise ‘eğitim, kültür ve spor konularında gereken ilgiyi göstererek, diğer şeylerin yanı sıra, lise, üniversite ve teknik okullardaki eğitimlerini tamamlamalarına olanak sağlamanın yanı sıra -Viva Venezuela Mi Patria Querida Büyük Misyonu aracılığıyla- farklı sanatsal tezahürlerde niteliklerini geliştirmelerini kolaylaştıracaktır.

Şimdi genişleteceğimiz ilk pilot planı halihazırda test ettik. Programın adı ‘Bakaloryanı Tamamla’, böylece dünyanın dört bir yanındaki genç Venezuelalılar kurumlarımızda eğitim görebilecekler. Bu öneri, biri lise diğeri ticaret olmak üzere iki sertifikaya sahip olacak bir derece olması ve bu ticaret sertifikasının Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından tanınması gibi bir özelliğe sahip.

Üçüncü tepe noktası sadece Venezuela’ya geri dönüşü garanti altına almakla kalmayacak, aynı zamanda ‘sosyoekonomik koruma sağlamanın yanı sıra, anavatana geldiklerinde girişimcilik ve küçük yatırım projeleri’ başlatacaktır.

Son olarak, dördüncü tepe noktası ‘göçmenlerimiz hakkında gerçeği anlatmayı, Venezuela hakkında gerçeği anlatmayı ve geri dönmek isteyen binlerce göçmene aşamalı ama sürdürülebilir bir şekilde destek sağlamak için lojistik plan yapmayı’ amaçlıyor.

Tüm bunlar Venezuela devletinin sosyal koruma politikasının uluslararası düzeyde bir izdüşümü. Bolivarcı hükümetin sosyal politikası, geri dönmeniz için hizmetinizdedir.

Yurt dışında bulunan Venezuelalıların geri dönme zamanının geldiğine inanıyorum, zira geri dönmek onların hakkıdır ve ülkenin onlara ihtiyacı vardır. Venezuela, uluslararası örgütlere geri dönüşün bir hak olduğunu ve hükümetimizin güvenli geri dönüş için gerekli koşulları sağlayacağını söylemişti.

Yurt dışındaki Venezuelalı göçmenlerin sayısı hakkında çok şey söylendi. Resmi bir rakam var mı?

Resmi rakamlardan bahsetmek spekülasyon olur, çünkü böyle bir rakam yok. Rakamlar yok çünkü hiç kimse hacimleri tam olarak bilmiyor. Ve bunlar, terimin de ifade ettiği üzere, ‘insan hareketliliğindeki’ insanlar, yani buradalar, Kolombiya’dalar, Peru’dalar, Ekvador’dalar. Yani sorun sayı değil. Peki rakamlara ne oldu? Diğerlerinin yanı sıra ABD hükümeti ve uluslararası kuruluşlar tarafından manipülasyon unsuru oldular.

Açıkça söylemek istediğim şey, Venezuela’dan göçün araçsallaştırıldığı ve Venezuela hükümetine saldırmak için siyasi bir faktör olarak kullanıldığı. Dolayısıyla rakamlar, her bir ülkedeki Venezuelalılara verilen sözde destek için harcanan parayı meşrulaştırmaya dönük spekülasyonlar.

Nihayetinde bu siyasi nitelikte bir araç, bu nedenle rakamlardan bahsedemeyiz, süreçlerden bahsedebiliriz. Evet, tarihimizdeki en büyük ve önemli Venezuelalı göç akını süreci yaşandı. Venezuela devleti, bunu bu şekilde tanımladı ve Devlet Başkanımız Nicolás Maduro da Venezuelalı Göçmenlerin Kapsamlı Bakımı misyonunu tanımlarken buna hak ettiği önemi ve düzeyi verdi.

Bu, yurt dışındaki Venezuelalıların bakımını üstlenen tüm sosyal, kültürel ve sağlık yapısıdır ve aynı zamanda hükümetimizin Venezuela Dışişlerine, büyükelçiliklerimize ve konsolosluklarımıza sağladığı tüm destek de önemli. Meksika’dan geliyorum, tüm dışişleri teşkilatımız barışa dönüşün korunması ve desteklenmesi için koordinasyon sağlıyor.

Peki 28 Temmuz’da yapılacak başkanlık seçimlerine aktif olarak katılmak üzere kaç Venezuelalının ülkeye gideceğine ya da geri döneceğine dair bir tahmininiz var mı?

Hayır, bu konuda bir hesabımız yok, zira bu herkesin kendi iradesine ve ülkeye dönme hakkına bağlı. Ve kaç Venezuelalının bu seçimlerde oy kullanmak üzere geri döndüğünü bilmek için elimizde herhangi bir rakam yok. Buna ek olarak Venezuelalılar, Venezuela konsolosluklarının her birinde, yasal olarak ikamet ettikleri ülkede ve Venezuela yasaları tarafından belirlenen şartlara uyarak oy kullanma imkanına sahip olacaklar. Her bir konsolosluk bunu usulüne uygun olarak bildirdi.

Bu seçim sürecinin sonunda Venezuela açısından ne bekleyebiliriz?

Her bir devlet başkanı adayının kendi siyasi seçeneğinin tanıtımını barışçıl bir şekilde sonlandırmasını, Venezuela halkına karşı samimiyet ve sorumlulukla konuşmasını ve sonuçların tüm adaylar tarafından kabul edilmesini umuyoruz. Bizim açımızdan, Devlet Başkanı Nicolás Maduro’nun adaylığıyla ilgili olarak, açık bir diyalog olduğunu, halkla diyaloğun devam ettiğini, 2024-2030 için iktisadi ve sosyal kalkınma rehberimiz olan yedi ana dönüşüm hattı açısından projelendirildiğini biliyoruz. Yani, ekonomik bir önerimiz var, rakamlar var, zira bu yılı yüzde 4’lük bir GSYİH büyümesi ile kapatıyoruz.

Enflasyonu kontrol altına aldık, yatırımlar iktisadi bir savaşın ortasında geliyor. Uluslararası topluma, ülkemize yönelik tek taraflı zorlayıcı tedbirlerin askıya alınmadığını, 930 tek taraflı zorlayıcı tedbir olduğunu söylemek istiyorum. Venezuela, Uluslararası Kamu Hukuku ve İnsan Haklarını ihlal eden bu yasadışı zorlayıcı tedbirlerle siyasi açıdan boğulmaya devam ediyor.

Fakat Venezuela ekonomisi tüm bunlara rağmen toparlanıyor ve Venezuelalıların refahını pekiştirmek ve temel felsefe olan ekonomik refah ve sosyal refahı sağlamak açısından umut var, ayrıca Nicolás Maduro’nun yeniden seçileceğine dair umudumuz ve inancımız tam.

Ayrılan ve geri dönmeye hevesli olan Venezuelalılara, işte ülkesi, işte onu bekleyen bir hükümet demeliyiz. İşte onlar için politika tasarlayan bir hükümet. Ülke bekliyor.

Aileniz sizi bekliyor. İnsanın vatanından daha önemli, daha yüce bir şey yoktur, zira vatan anneniz gibidir, size sağlamlık veren, size kimlik veren şeydir. Sizinki gibi bir ülke yok ve ülkenizle yeniden birleşmek de bir haktır. Venezuelalıların geri dönüşünün, ülkeyi güçlendirmenin ve Bolivarcı Devrime olan demokratik bağlılığı yeniden teyit etmenin, Nicolás Maduro’yu bu 28 Temmuz’da Venezuela kültürünün özellikleri olan barış ve neşe içinde yeniden seçmenin zamanı geldi.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

BAE-Türkiye Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması ne aşamada?

Yayınlanma

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Ekonomi Bakanlığı Uluslararası Ticaret İşlerinden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Juma Mohammed Al Kait, BAE-Türkiye arasındaki ekonomik-ticari ilişkilere ve potansiyel işbirliği alanlarına dair sorularımızı yanıtladı.

Juma Al Kait ayrıca BAE Ticaret Başmüzakerecisi olarak görev yapmaktadır. Son 20 yılda Hindistan, İsrail, Endonezya, Gürcistan, Türkiye ve Kamboçya ile müzakere edilen Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşmaları da dahil olmak üzere neredeyse tüm önemli ticaret meselelerinde önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca BAE’nin Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) çerçevesindeki ticaret müzakerelerine katılımına liderlik etmektedir.

Geçen yıl normalleşme sürecinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında Türk heyeti tarafından BAE’ye önemli bir ziyaret gerçekleştirildi. O toplantıda başta savunma sanayii yatırımları olmak üzere Türkiye’ye yatırım konusunda birçok söz verildi. BAE’nin Türkiye ile yatırımlar ve uluslararası ticaret konusundaki son durumu ve kapasite artırma vaatleri ne durumda?

Öncelikle Türkiye’de olmak ve TPS-OIC Ticari Müzakere Komitesi 3. Bakanlar Toplantısı’na katılmak çok memnuniyet verici. Yaptığı tüm düzenlemeler için Türk hükümetine teşekkür etmek istiyorum. Türkiye’nin de üyeler arasındaki ticareti ileriye taşıyacak plan ve öneriler ortaya koyduğunu görmek güzel. Mal ticaretinin yanı sıra yatırım ve hizmetlerin kolaylaştırılmasıyla ilgili masaya konan ve tartışılan pek çok olumlu öneri var. BAE açısından bakıldığında, BAE ile Türkiye arasında çok iyi bir ekonomik ticaret ilişkisinin tadını çıkarıyoruz. BAE ile Türkiye arasında Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması’nı imzaladığımızı ve bu anlaşmanın yürürlüğe girdiğini görmekten gurur duyuyorum. Her iki ekonomiye de faydası var. Özellikle bu anlaşmanın imzalanmasının ardından BAE ile Türkiye arasındaki ticaret akışının arttığını fark ettik. Bahsettiğiniz gibi son dönemde iki ülke arasında çok sayıda üst düzey ziyaret gerçekleşti. Liderlerin son ziyaretleri, birçok farklı sektörde çok sayıda mutabakat zaptı (MoU) ve anlaşmanın imzalanmasıyla sonuçlandı. İlişkinin böyle olması gerektiğini düşünüyoruz. Her zaman yeni işbirliği alanlarına bakmanın yolları vardır. Bu MoU’lar sadece özel sektörümüzü olağan iş yapma biçimine bakmaya yöneltmeyecek, aynı zamanda genellikle ilgilenmediğimiz diğer alanlardaki yeni fırsatları da keşfedecek.

Sizin için yeni alanlar neler?

Yeni alanlar derken, teknolojinin sanayi sektörleri de dahil olmak üzere birçok farklı sektöre girmesi ve içindeki teknoloji unsuru, finansal hizmetler, inşaat, tarım teknolojisi ve daha birçok alanda ortaya çıkması gibi ekonomideki yeni gelişmeleri kastediyorum. Her iki taraf da birbirini tamamlayabilir. Türkiye’de bazı şirketlere yatırım yapan ve Türkiye’den BAE’ye yatırım çekmeye çalışan BAE, yatırım ekosistemini geliştirmek için çeşitli teşvikler sağladı. BAE altyapı ve bağlantı alanındaki gelişimini genişletirken birçok fırsat var. Bu, Türk şirketlerinin bundan faydalanması ve BAE’de faaliyet göstermesi için iyi bir fırsatı temsil ediyor. Bunu Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması’nda da belirledik. Türk şirketleri ve BAE şirketleri bu anlaşma aracılığıyla avantajlı muameleden yararlanacak ve bu avantajlı düzenleme başkalarına uygulanmayacaktır. Aramızda ticaret, yatırım ve hizmet tedarikçileri konusunda daha iyi muamele görüyoruz.

BAE’ye hangi spesifik sektörler veya şirketler geliyor?

Bahsettiğim gibi, öncelikle inşaat, gıda işleme, profesyonel hizmetler gibi hizmet sağlayıcılar ve konaklama, oteller, restoranlar ve finansal hizmetler gibi diğer alanlar. Özel sektörümüzün iş yapması için uygun bir yasal çerçeve oluşturmayı başardık. Bu daha fazla kullanılmalıdır. İş dünyamızı bu anlaşmanın yararları konusunda bilinçlendirmek hükümet olarak bizim görevimizdir. Artık her iki tarafın ihracatçıları da birçok sektörde gümrük vergisi olmadan ürün ihraç edebiliyor.

Her iki ülke de gümrüksüz ihracat yapabilir mi?

Evet, anlaşmanın hüküm ve koşullarına göre.

Belirli sektörlerle sınırlı mı?

Çoğu sektörü kapsıyor. Ek olarak, yenilenebilir enerji, sürdürülebilir kalkınma ve yeni ekonomiyle ilgili diğer alanlar gibi her iki taraf için de önemli olan alanlarda daha fazla işbirliği için bir başlangıç noktası olarak kabul edilen, daha önce imzalanan mutabakat anlaşmaları da mevcut. Bu Mutabakat Zaptı ve her iki taraf arasında imzalanan Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması aracılığıyla bu alanlarda daha fazla işbirliği yapabilir, ticaret ve yatırımın arttığını görebiliriz.

Sanırım geçen yıl bu Mutabakat Zaptı’nın toplamı neredeyse 50 milyar dolardı. Şu ana kadar bunun hangi kısmı uygulandı veya bir girişim var mı?

Her iki taraf da bu anlaşmalardan bazılarını uygulamaya çalışıyor. Halihazırda başlatılan ve uygulanan çok sayıda Mutabakat Anlaşması var. İşler yolunda gidiyor ve ilerleme için özel bir izleme süreci var. Her şeyin bu Mutabakat Zaptı’na ve liderlerimizin vizyonuna göre sorunsuz ilerlemesini sağlamak istiyoruz.

Neredeyse bir yıl oldu değil mi?

Evet. Bu Mutabakat Zaptı’nda pek çok farklı sektör vardı. BAE’nin gelip Türk özel savunma sektörüne yatırım yapması Türkiye’de çok konuşuldu. Daha önce de açıkladığım gibi her alanda yatırım daha da kolaylaşacak. Her iki taraftaki yatırımcılar daha iyi iletişim kurabilecek ve anlaşmaları daha verimli bir şekilde imzalayabilecek. Her iki taraf arasında yakın gelecekte yapılabilecek birçok şey var. Bir hükümet temsilcisi olarak her iki özel sektörü de daha fazla çalışmaya ve yeni fırsatları keşfetmeye teşvik etmek benim için önemli. BAE’nin ayrıca dünya çapında birçok ülkeyle imzaladığı anlaşmalar Türk yatırımcılar için altın bir fırsat teşkil ediyor. BAE pazarlarında faaliyet gösterdikten sonra, ticari anlaşmalar imzaladığımız diğer pazarlarda da işlerini genişletebilirler. BAE’nin bu anlaşmaları imzalama konusunda neler yaptığının farkında olduğunuza eminim. Afrika, Latin Amerika ve Asya’da birçok ülkeyle anlaşma imzaladık. Türk şirketleri BAE pazarında faaliyet gösterdiklerinde bundan faydalanacak. BAE’deki gelişmiş altyapı, Türk ürünlerinin diğer pazarlara daha iyi taşınmasına yardımcı olacak. Türk sanayisinin BAE üzerinden uluslararası alanda genişlemesine destek olacak bir platform.

Normalleşme sonrasında Katar’la ticari ilişkileriniz iyi mi? Katar’la pozisyonunuz nedir?

Ekonomik açıdan bakıldığında herkesle her zamanki gibi iş yapıyoruz. Katar dahil tüm Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleriyle çok iyi ticari ilişkilerimiz var. İkili ticaretimizde artışa tanık olduk. Körfez İşbirliği Konseyi üyeleri arasındaki iç ticareti geliştirmeye yönelik Körfez İşbirliği Konseyi düzeyinde de çabalar var. Bildiğiniz gibi gümrük birliğimiz var, ekonomik anlaşmalarımız var ve son dönemde liderlerimiz arasında yapılan ziyaretler ekonomik gündemimize olumlu katkı sağladı. Yakın zamanda Doha’ya gittik, Körfez İşbirliği Konseyi ticaret bakanları toplantılarından bazılarına ev sahipliği yaptık ve çok iyi sonuçlar elde ettik. Yani işler çok iyi gidiyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English