Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

5 soruda Kızıldeniz’de tansiyon nasıl düşer?

Yayınlanma

Brüksel merkezli Uluslararası Kriz Grubu (ICS) ABD ve İngiltere’nin Yemen’deki Husi hedeflerini vurmasıyla Kızıldeniz’de iyice yükselen tansiyon ve bu tansiyonun nasıl düşürülebileceğine mercek tuttu. Kriz Grubu’na göre Husilerin saldırılarına verilecek askeri bir karşılığın Batılı ülkeler için sadece sembolik bir değeri var ancak genel anlamda etkisi sınırlı olacak hatta durumu daha da kötüleştirme potansiyeli taşıyor:

***

ABD ve İngiltere’nin Husilere yönelik saldırılarından sonra sırada ne var?

Husilerin Kızıldeniz’de ticari gemilere yönelik tekrarlanan saldırılarına karşılık olarak ABD ve İngiltere 11-12 Ocak gecesi Yemen’deki Husi mevzilerine hava saldırıları düzenledi. Kriz Grubu bu soru-cevap bölümünde saldırıların sonuçlarını inceliyor.

Kızıldeniz’de neler oluyor?

İsrail’in Gazze’deki savaşı Kızıldeniz’e de sıçradı. Yemen’in batı kıyılarının önemli bir bölümünü kontrol eden ve Ensarullah olarak da bilinen Husiler, dolaylı da olsa İsrail’le bağlantılı olduğunu iddia ettikleri ticari gemileri ve bu gemileri koruyanları hedef almak için insansız hava araçları, balistik füzeler, seyir füzeleri ve küçük botlar kullandı.

Husiler, kontrolleri altındaki liman kenti Hudeyde kıyılarının ötesinde, kuzeyde Süveyş Kanalı yakınlarından güneyde Bab el-Mendeb Boğazı yakınlarına kadar Kızıldeniz’i hedef aldı. Grup ayrıca Umman Denizi ve Aden Körfezi’ndeki gemileri de hedef alma niyetinde olduğunu belirtti. Buna Ümit Burnu üzerinden Kızıldeniz’i geçmek isteyen gemiler de dâhil.  Husilerin önemli saldırıları arasında 19 Kasım’da İsrailli bir iş adamına ait olduğu iddia edilen Galaxy Leader adlı ticari geminin kontrolünü ele geçirerek kaptan ve mürettebatını rehin alması da yer alıyor. 26 Aralık’ta Husiler insansız botlar kullanarak bir ABD savaş gemisinin yaklaşık bir mil uzağında bir patlama gerçekleştirdi. 9 Ocak’ta Bab el-Mendeb civarındaki ABD savaş gemilerini hedef almak üzere insansız hava araçları, seyir füzeleri ve balistik füzelerin bir arada kullanıldığı karmaşık bir saldırı gerçekleştiren Husiler, bunun Gazze’ye devam eden desteklerinin bir göstergesi ve ABD’nin 2023 sonunda üç Husi teknesini batırarak on savaşçısını öldürmesine misilleme olduğunu iddia ettiler.

Ekim ayı ortasında Husiler ticari gemileri hedef almadan önce İsrail’in Kızıldeniz kıyısındaki Eilat’a birkaç kez insansız hava aracı ve füze fırlattı. Bu saldırılar ya engellendi ya da amaçlanan hedeflerine ulaşamadı. Bu saldırıların sıklığı, örgütün gemilere odaklanması ve gemileri daha yakın ve daha etkili hedefler olarak görmesiyle azaldı.

Saldırılara karşılık olarak ABD, İngiltere ve Fransa Kızıldeniz’e savaş gemileri gönderdi ve bu gemiler Husi füzelerinin çoğunu durdurmayı başardı. 11-12 Ocak gecesi ABD ve İngiltere, Husilerin ticari gemileri hedef almalarına ve devriye gezen donanmalarla çatışmalarına karşılık olarak Yemen’deki Husi askeri mevzilerine hava saldırıları düzenledi ve beş Husi savaşçısının öldürüldüğü bildirildi. ABD Merkez Komutanlığı bu saldırıları savunma tedbirleri olarak nitelendirdi ve amaçlarının Husilerin ABD ve diğer askeri ve ticari gemilere yönelik saldırılarını sürdürme kapasitesini azaltmak olduğunu iddia etti. Husilerin bu saldırıları aleni bir saldırı olarak kınaması ve misilleme tehdidinde bulunması, bu hayati su yolunda şiddetin tırmanacağına dair endişeleri artırdı.

Husileri bu saldırıları düzenlemeye iten sebep neydi?

Husiler, İsrail’in Gazze’deki savaşına tepki olarak Kızıldeniz’de İsrail bağlantılı gemilere saldırmaya başladı. Grup yaptığı açıklamalarda, İsrail’in Gazze’ye belirsiz miktarda insani yardımın girmesine izin vermesi halinde bu saldırıları ve İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını durdurması halinde İsrail’e yönelik saldırıları da durduracağını söyledi.

Husiler bunu yaparken, Lübnan’daki Hizbullah, Irak ve Suriye’deki İran destekli milisler ve Filistin’deki Hamas ve İslami Cihad’ı da kapsayan, İsrail ve ABD karşıtı devlet dışı silahlı aktörlerden oluşan İran liderliğindeki direniş ekseninin diğer üyeleriyle birlikte hareket etti. Husi lideri Abdülmelik el-Husi 10 Ekim’de yaptığı bir konuşmada eksen üyelerinin askeri faaliyetlerini koordine ettiklerini ifade etmişti. Husilerin doğrudan İran’ın emriyle hareket ettiğine dair bir kanıt olmasa da bir dereceye kadar koordinasyon muhtemel: Kızıldeniz’de bir İran istihbarat gemisinin varlığı, Husilerin hedef alma kararlarında İran’ın yardımına işaret edebilir.

Husileri motive eden bir diğer unsur da Filistin davasıyla aynı safta yer alarak Arap ve İslam toplumlarında Filistinlilerle dayanışmanın arttığı bir dönemde Yemen’de ve yurtdışında daha önce görülmemiş bir popülerlik kazanmaya başlamaları olabilir. Böylece Kızıldeniz mücadeleleri, 2002’deki temel sloganları olan “Allah büyüktür, Amerika’ya ölüm, İsrail’e ölüm, Yahudilere lanet, İslam’a zafer”i somutlaştırmaya hazır olduklarını kanıtlamak için bir fırsata dönüştü. İsrail’in Gazze’deki saldırısı karşısında tepkisiz kalmak, iddialarının inandırıcılığını tehlikeye atabilirdi. Direniş eksenindeki diğer gruplara kıyasla Husiler çok daha büyük bir risk almaya istekli olduklarını kanıtladılar ve bu fırsatı stratejik değerlerini göstermek için kullandılar.

Yemen’de de Husiler, uzun süredir devam eden iç savaşın taraflarından biri olmasına rağmen, Yemenliler arasında Gazze’deki Filistinlilerin içinde bulunduğu zor duruma yönelik sempatinin de yardımıyla itibarlarını pekiştirdiler. Kızıldeniz’de gemilere yönelik ilk saldırıların ardından Husiler, Filistin davasına verdikleri desteği sergiledikleri üye kazanma kampanyalarıyla sayılarını artırdı. Gazze savaşı ayrıca Husilere, kontrolleri altındaki bölgelerde yönetim uygulamaları konusunda artan kamuoyu baskısını saptırmak için bir fırsat sağladı ve bu bölgelerdeki muhalifleri İsrail ve ABD ile işbirliği yaptıkları suçlamasıyla tutuklayarak yönetimlerine yönelik muhalefeti bastırmalarına olanak tanıdı.

Batılı güçler bu saldırılara nasıl karşılık verdi?

Başlangıçta ABD, ticari gemileri korumak için Kızıldeniz’e donanma destroyerleri gönderdi. ABD, 20 Aralık’ta İngiltere, Bahreyn, Kanada, Fransa, İtalya, Hollanda, Norveç, Seyşeller ve İspanya’yı kapsayan ABD liderliğindeki çok uluslu bir güvenlik girişimi olan Refah Muhafızları Operasyonu’nu açıkladı. Pentagon 20’den fazla ülkenin bu girişime katılmayı kabul ettiğini belirtirken, bazı ülkeler katılımlarını kamuoyu önünde teyit etmekten kaçındı ya da kendilerine sorulduğunda katılımlarını inkar etti. Bu hamle, 2009 yılında Aden Körfezi ve Somali’nin doğu kıyılarındaki korsanlık saldırılarına yanıt olarak kurulan çok uluslu bir deniz gücü olan Birleşik Görev Gücü’nü genişletti. Daha önce de belirtildiği üzere, koalisyon üyeleri Husi saldırılarının çoğunu durdurmayı başardı, 31 Aralık’ta küçük Husi teknelerini batırdı, teknelerin ABD Donanması helikopterlerine ateş açması üzerine on Husi savaşçısını öldürdü ve 12 Ocak’ta ABD ve İngiltere Yemen içindeki Husi askeri mevzilerine hava saldırısı düzenledi.

Son tırmanıştan önce de Washington ve bazı Batılı ülkeler Umman üzerinden Husilere mesajlar ileterek gerilimi düşürme çağrısında bulunmuştu. Ekim ayı sonunda ABD, Suudi Arabistan’dan Husilerle devam eden siyasi görüşmelere nakliye güvenliğini de dahil etmesini istemiş ancak Husiler Kızıldeniz’deki askeri faaliyetlerinin Suudi Arabistan’la olan çatışmalarıyla değil Gazze’yle bağlantılı olduğunu belirterek bunu reddetmişti. 29 Kasım’da Washington, Husilere fon sağlayan bir ağın parçası olduğunu iddia ettiği kişilere ekonomik yaptırımlar uyguladı. 10 Ocak’ta BM Güvenlik Konseyi, Husilerin Kızıldeniz’deki gemilere yönelik saldırılarına derhal son vermesini talep eden ve ABD öncülüğündeki görev gücünü dolaylı olarak onaylayan bir karar aldı.

Kızıldeniz’de yaşanan bu olayların etkisi ne oldu?

Kızıldeniz’deki askeri tırmanışın her şeyden önce ekonomik bir maliyeti oldu. Kızıldeniz, Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan önemli bir nakliye rotası. Güvenlik endişelerindeki artış ticari gemilerin sigorta maliyetlerini yükseltti ve gemilerdeki güvenlik personelinin artırılmasını gerektirdi. Birçok nakliye şirketi gemilerini Afrika kıtasının güney ucuna yönlendirmeyi tercih etti ve artan seyahat süresi nedeniyle toplam nakliye maliyetleri yükseldi. Bir zamanlar hareketli olan Süveyş Kanalı’nda trafik azaldı ve Mısır’ın zaten kırılgan olan ekonomik durumu daha da zarar gördü ve İsrail’in Eliat limanı ticari faaliyetlerin çoğunu durdurdu. Teslimatlarda yaşanan gecikmeler de küresel tedarik zincirlerinde aksamalara yol açtı.

Denizcilik operasyonları Husiler için yeni olmasa da son saldırı dizisi bunların önemli bir taktik olarak yerleşmesi riskini taşıyor ve ABD’li yetkililer Husilerin uzun vadede küresel deniz taşımacılığını sekteye uğratmaya çalışacaklarına dair endişelerini özel olarak dile getiriyor. Gazze savaşından önce grup, 2018’de Suudi petrol nakliye gemilerini hedef almış ve Ocak 2022’de bir Birleşik Arap Emirlikleri kargo gemisini ele geçirmişti. ABD ve diğer ülkelerin Kızıldeniz ve Aden Körfezi’nde bulunan askeri gemileri ise kaçakçılara ve Husilere silah ve mühimmat taşıyan gemilere karşı sürekli operasyonlar düzenledi.

Husilerin Kızıldeniz’deki ticari gemilere yönelik saldırıları Yemen’deki savaşın sona erdirilmesine yönelik çabaları da baltalayabilir. Suudi Arabistan ve Husiler, Suudi ordusunun Yemen’den çekilmesi ve Yemen’deki siyasi sürecin başlatılması konusunda bir anlaşmaya varmak için uzun süredir devam eden görüşmelerde ilerleme kaydettiler. Ancak gerilimin daha da tırmanması, özellikle Husilerin Suudi muhataplarından yeni taleplerde bulunabilecek kadar güçlenmesi halinde, görüşmelerin ertelenmesine ve hatta kesilmesine neden olabilir. Suudi Arabistan’la varılacak bir anlaşmanın ardından BM öncülüğündeki barış sürecini reddedebilir ve Yemenli gruplarla her türlü angajmanı keserek siyasi yolu dondurabilirler. Ayrıca ABD ve diğer Batılı ülkelere sadık ya da onlarla işbirliği içinde olduğunu düşündükleri gruplara yönelik saldırılarını da sürdürebilirler.

Hem Husiler hem de Yemen’in Kızıldeniz kıyısındaki hasımları da askeri varlıklarını güçlendirmeye çalışarak buradaki çatışmaların yeniden başlama riskini artırabilirler. Son olarak Kızıldeniz’deki gerilim, özellikle Dünya Gıda Programı’nın (WFP) 5 Aralık’ta Yemen’in kuzeyinde Husilerin kontrolündeki bölgelere yardımı askıya alma kararının ardından, Yemen’de zaten kötü olan insani durumu daha da kötüleştirebilir. Bu durum, artan nakliye maliyetleriyle birleştiğinde Yemenlilerin temel gıda ürünlerine erişimini zorlaştırıyor.

Husilerin saldırılarını durdurmasını ne sağlayabilir?

Husilerin saldırılarına verilecek askeri bir karşılık Batılı ülkeler için sembolik bir değer taşıyabilir ve Husilerin bazı kabiliyetlerini kısıtlayabilir ancak genel anlamda etkisi sınırlı olacaktır. Hatta işleri daha da kötüleştirebilir. Örgütün deniz saldırılarını yoğunlaştırmasına ve hedef aldığı gemilerin kapsamını genişletmesine yol açabilir. Husilerin kabiliyetleri ABD’ninkilere kıyasla sınırlı olsa da silah teknolojisindeki gelişmeler Husilerin özellikle insansız silahlar kullanarak önemli ekonomik zararlar vermesine olanak tanıyor.

2015’te Yemen’de Husilere saldıran Suudi liderliğindeki koalisyon, örgütü zayıflatmak yerine daha da güçlendirdi. Husilerin mevcut askeri saldırıları, normal zamanda gruba karşı olsalar bile Filistin davasına duydukları sempati nedeniyle pek çok Yemenliyi Husileri desteklemeye itebilir.

Husiler vurulmaktan ya da Suudi Arabistan’la görüşmelerin ertelenmesinden, hatta iptal edilmesinden çok fazla endişe duymuyor olabilir. Halk desteğinden güç alarak, katlanılabilir bir maliyetle istediklerini elde etme konusunda kendilerini güçlü hissediyorlar. Bu, ileriye dönük tek yolun gerilimi daha da tırmandırmak olduğu anlamına gelmiyor. Husiler saldırılarının İsrail’in Gazze’deki savaşına bir yanıt olduğunu ve bağımsız bir girişim olmadığını çok açık bir şekilde ortaya koydular. Eğer bu savaş sona ererse ve o zamana kadar Kızıldeniz’deki durumun kontrolden çıkmadığı varsayılırsa, Husiler verdikleri sözlerde ciddiyseler ve Yemen’de gelecekte kurulacak bir yönetimde kilit bir taraf olarak ciddiye alınmak istiyorlarsa eski tutumlarına geri dönebilirler. Ancak Gazze savaşı sona ermedikçe ve Gazze’de giderek büyüyen insani felaket karşısında sadece Kızıldeniz’de değil Lübnan, Suriye, Irak ve İsrail işgali altındaki topraklarda da tansiyon yükselmeye devam edecektir.

ORTADOĞU

Irak’a sığınan iki bin Suriye askerinin iadesi bugün başlıyor

Yayınlanma

suriye ordusu

Irak Güvenlik Medya Ağı Sözcüsü Mikdad Miri, Irak’a kaçan Suriye ordusu askerlerinin iadesine bugün başlanacağını açıkladı.

Irak resmi haber ajansı INA’ya göre Irak Güvenlik Medya Ağı Sözcüsü Mikdad Miri, konuya dair açıklama yaptı. Miri, Irak’a Esad yönetimi askerlerinin Suriye’ye iadesine bugün başlanacağını belirtti. İade işlemlerinin Irak’taki ilgili makamlar tarafından başlatılacağını aktaran Miri, sürecin Suriye tarafı ile koordineli yürütüleceğini ifade etti.

Suriye ordusuna bağlı yaklaşık 2 bin asker 7 Aralık’ta El-Kaim Sınırı Kapısı üzerinden Irak’a kaçmıştı. 9 Aralık’ta ise Heyet-i Tahrir Şam’a bağlı askeri operasyonlar komutanlığı, zorunlu askerlik yapanlara yönelik genel af kararı çıkarmıştı.

Irak’ın Anbar vilayetine bağlı Rutba ilçesinde bir kampa yerleştirilen askerler kötü koşullar nedeniyle ülkelerine geri gönderilmek için eylem yapmıştı.

Rutba ilçesi Kaymakamı İmat el-Duleymi, yaptığı açıklamada kaçan askerlerin çadırlarda barındığını ve bölgede elektrik, su ve ısınma imkanlarının yetersiz olduğunu ve yerleştirildikleri kampın internet erişiminden yoksun olduğundan dolayı aileleriyle iletişim kuramadıklarını söylemişti.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail tek kurşun sıkmadan Dera’ya ilerliyor: PYD, İsrail dahil herkesten yardım istiyor

Yayınlanma

Türkiye ve onun desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO) Ayn el Arap’a (Kobani) yönelik operasyona hazırlanırken HTŞ ile aradığı diyaloğu henüz kuramayan PYD, Türkiye’ye karşı İsrail dahil tüm ülkelerden yardım bekliyor. Bu arada Suriye topraklarına giren İsrail de Dera’ya doğru ilerliyor.

PKK’nın Suriye kolu Demokratik Birlik Partisi (PYD) Başkanlık Konseyi Üyesi Salih Müslim video konferans yöntemiyle düzenlenen toplantıda gazetecilerin sorularını yanıtladı.

DW Türkçede yer alan habere göre Salih Müslim HTŞ ile PYD arasında PYD’nin işgalindeki toprakların geleceğine ilişkin henüz bir müzakere süreci başlamadığını söyledi.

Heyet-i Tahrir Şam (HTŞ) Suriye’nin başkentini ele geçirip Esad yönetimini devirdiğinde Salih Müslim HTŞ ile diyaloga açık olduklarını söylemiş, “HTŞ bize bir adım atarsa biz iki adım atarız” demişti. Ayrıca PYD liderliği kendine bağlı kurumlara HTŞ’nin tanıdığı yeni Suriye bayrağının asılması talimatını vermişti.

Şam’a gönderdikleri mesajlara “henüz yanıt alamadıklarını” söyleyen Müslim, yine de olası müzakereleri yürütmek üzere bir heyet hazırladıklarını ve umutlu olduklarını belirtti.

Müslim, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın “HTŞ ve Kürtler arasında bir diyaloğu önlemek için aceleyle ve erkenden” Şam’a gitmiş olabileceğini düşündüğünü de söyledi.

HTŞ ile müzakerelerden istedikleri sonucu alamamaları halinde Şam’la bir çatışma ihtimali görüp görmediğinin sorulması üzerine Müslim, “Bu olmazsa kendimizi siyasi olarak savunacağız. Her şey masada ancak iyi niyetle yaklaşıyoruz” dedi.

Hem HTŞ hem SMO için “cihatçı” nitelemesi yapan Müslim, yine de HTŞ’nin geçmişte kendilerine yönelik operasyonlara katılmadığına dikkat çekti. Fakat bu yapının da “Türkiye ile koordinasyon halinde olduğunun” farkında olduklarını kaydetti.

“İsrail desteğine açığız”

İsrail basınında son günlerde çıkan “İsrail’in Suriyeli Kürtleri Türkiye’ye karşı koruması gerektiği” şeklindeki yorumların sorulması üzerine Müslim, “Özellikle İsrail’den değil, herkesten destek istediklerini” söyledi. Salih Müslim, “İsraille iletişimimiz yok, eğer böyle bir (Kürtlere destek) açıklamaları varsa elbette takdirle karşılarız” dedi. Müslim, Türkiye’nin Ortadoğu’da izlediği tutumun “İsrail’i de rahatsız ettiğini” savundu.

Jerusalem Post gazetesi 9 Aralık tarihinde, “Suriye Kürtlerinin temsilcileri yardım ve koruma talebiyle İsrailli yetkililere başvurdu” diye yazmıştı.

İsrail’in Türkiye’ye karşı açık desteğinin SDG kontrolündeki bölgelerde yaşayan Arap halkları huzursuz edip etmeyeceği sorusu üzerine Müslim, “Mısır, Fas, Tunus, Körfez ülkeleri… tüm bu Arap ülkelerinin zaten İsraille ilişkisi var” ifadelerini kullandı. Arap aşiretlerinin sırf bu yüzden kendileri aleyhine tutum almasını beklemediğini söyledi.

İsrail ordusu Dera’ya ilerliyor

Türkiye’nin PYD’ye yönelik eylemlerinden rahatsızlığını dile getiren İsrail ise Esad yönetiminin devrilmesi üzerine girdiği Suriye topraklarındaki işgalini tek bir kurşun dahi sıkmadan derinleştiriyor.

İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), İsrail’in Dera kırsalında dokuz kilometre ilerleyerek bölgedeki Koya köyüne ve Vahdet barajı bölgesine girerek stratejik mevzilere konuşlandığını duyurdu.

SOHR’un bildirdiğine göre İsrail güçleri bölgeye girmeden önce bölge sakinlerinden silahlarını teslim etmelerini istedi.

SOHR, ayrıca İsrail güçlerinin İsrail – Suriye sınırındaki tampon bölge yakınlarındaki Kuneytra bölgesi ve Dera arasındaki sınırda yer alan Sayda köyü yakınlarındaki askeri bir bölge olan 74. Tugay bölgesine girdiğini aktardı.

İsrail ordusu bu ay Esad hükümetinin çöküşünün ardından, Suriye sınırında yer alan stratejik Hermon Dağı’nı işgal etmiş ve Suriye ile işgal altındaki Golan Tepeleri arasındaki silahtan arındırılmış bölgeye girmişti. İsrailli yetkililer, bu hareketi İsrail’in sınırlarının güvenliğini sağlamak için sınırlı ve geçici bir önlem olarak tanımlamasına rağmen en az 2025’in sonuna kadar işgali devam ettireceklerinin mesajlarını veriyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

ABD, Suriye’de eğittiği gruba Esad devrilmeden önce “Zamanınız geldi” demiş

Yayınlanma

“IŞİD’e karşı mücadele” kapsamında ABD ve Birleşik Krallık tarafından eğitilen “Devrimci Komando Ordusu” (RCA) isimli gruba, Esad devrilmeden önce ABD Özel Kuvvetleri tarafından verilen bir brifingde, “Sizin zamanınız geldi,” denildiği belirtiliyor.

İngiliz The Telegraph’ta yayınlanan habere göre, Washington’un saldırıdan önceden haberdar olduğuna dair ilk işaret olarak RCA, Esad yönetiminin sonunu getirebilecek bir saldırı için güçlerini artırmalarının ve “hazır olmalarının” söylendiğini açıkladı.

RCA komutanlarından Başar el-Maşadani, Palmira kentinin eteklerinde Rusya tarafından kullanılan eski bir Suriye ordusu hava üssünden The Telegraph’a yaptığı açıklamada “Bize bunun nasıl olacağını söylemediler. Bize sadece, ‘Her şey değişmek üzere. Bu sizin anınız. Ya Esad düşecek ya da siz düşeceksiniz’ [dediler]. Ama ne zaman ya da nerede olacağını söylemediler, sadece hazır olmamızı söylediler,” dedi.

Maşadani’ye göre, Irak sınırındaki ABD kontrolündeki Tanf hava üssündeki brifingden önceki haftalarda, RCA’nın safları, komutası altına aldığı kendisi gibi daha küçük serbest birliklerle dolduruldu.

HTŞ geçen ayın sonlarına doğru yıldırım harekatıyla güneye, Şam’a doğru ilerlerken, RCA da Tanf’tan ilerledi ve şu anda başkentin kuzeyindeki toprak parçaları da dahil olmak üzere ülkenin yaklaşık beşte birini işgal ediyor.

Üst düzey RCA yetkilileri, Suriye’deki ABD’li komutanların ilerleme emrini, 2019’daki yenilgisine kadar ülkenin kuzeydoğusunun büyük bölümünü işgal eden IŞİD’in kalıntılarının “Esad’ın düşmesi halinde oluşacak güç boşluğundan yararlanmasını önlemek için” verdiklerini söyledi.

The Telegraph’a göre bu durum Washington’un sadece 8 Aralık’ta Beşar Esad yönetimini deviren HTŞ öncülüğündeki saldırıdan haberdar olduğunu değil, aynı zamanda operasyonun boyutları hakkında da kesin istihbarata sahip olduğunu gösteriyor.

Geçen hafta kentin eteklerindeki Rus kontrolündeki Suriye hava üssünü ele geçiren RCA savaşçıları, saldırı başlamadan yaklaşık üç hafta önce, kasım ayı başında Esad’ın olası düşüşüne hazırlanmalarının söylendiğini belirttiler.

Ekim ayı başında Maşadani ve diğer komutanlar, Tanf’taki Amerikalı subayların Ebu Hatab tugayını ve diğer birlikleri RCA’nın ortak komutası altına soktuğunu söyledi.

Bunun sonucunda RCA’nın mevcudu yaklaşık 800’den 3.000’e çıktı. Kuvvetin tüm üyeleri ABD tarafından silahlandırılmaya ve şu anda feshedilmiş olan Suriye ordusundaki askerlere ödenen maaşın yaklaşık 12 katı olan ayda 400 dolar maaş almaya devam etti.

Saldırı başladığında RCA güçleri doğu çölü boyunca yayıldı ve kilit yolların kontrolünü ele geçirdi. Ayrıca güneydeki Dera kentinde HTŞ’den önce Şam’a ulaşan bir isyancı grupla birleştiler.

Yüzbaşı Maşadani, RCA ve Suriye’nin geçici lideri Muhammed el-Colani tarafından yönetilen HTŞ militanlarının işbirliği içinde olduğunu ve iki güç arasındaki iletişimin Tanf’taki Amerikalılar tarafından koordine edildiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English