Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

5 soruda Kızıldeniz’de tansiyon nasıl düşer?

Yayınlanma

Brüksel merkezli Uluslararası Kriz Grubu (ICS) ABD ve İngiltere’nin Yemen’deki Husi hedeflerini vurmasıyla Kızıldeniz’de iyice yükselen tansiyon ve bu tansiyonun nasıl düşürülebileceğine mercek tuttu. Kriz Grubu’na göre Husilerin saldırılarına verilecek askeri bir karşılığın Batılı ülkeler için sadece sembolik bir değeri var ancak genel anlamda etkisi sınırlı olacak hatta durumu daha da kötüleştirme potansiyeli taşıyor:

***

ABD ve İngiltere’nin Husilere yönelik saldırılarından sonra sırada ne var?

Husilerin Kızıldeniz’de ticari gemilere yönelik tekrarlanan saldırılarına karşılık olarak ABD ve İngiltere 11-12 Ocak gecesi Yemen’deki Husi mevzilerine hava saldırıları düzenledi. Kriz Grubu bu soru-cevap bölümünde saldırıların sonuçlarını inceliyor.

Kızıldeniz’de neler oluyor?

İsrail’in Gazze’deki savaşı Kızıldeniz’e de sıçradı. Yemen’in batı kıyılarının önemli bir bölümünü kontrol eden ve Ensarullah olarak da bilinen Husiler, dolaylı da olsa İsrail’le bağlantılı olduğunu iddia ettikleri ticari gemileri ve bu gemileri koruyanları hedef almak için insansız hava araçları, balistik füzeler, seyir füzeleri ve küçük botlar kullandı.

Husiler, kontrolleri altındaki liman kenti Hudeyde kıyılarının ötesinde, kuzeyde Süveyş Kanalı yakınlarından güneyde Bab el-Mendeb Boğazı yakınlarına kadar Kızıldeniz’i hedef aldı. Grup ayrıca Umman Denizi ve Aden Körfezi’ndeki gemileri de hedef alma niyetinde olduğunu belirtti. Buna Ümit Burnu üzerinden Kızıldeniz’i geçmek isteyen gemiler de dâhil.  Husilerin önemli saldırıları arasında 19 Kasım’da İsrailli bir iş adamına ait olduğu iddia edilen Galaxy Leader adlı ticari geminin kontrolünü ele geçirerek kaptan ve mürettebatını rehin alması da yer alıyor. 26 Aralık’ta Husiler insansız botlar kullanarak bir ABD savaş gemisinin yaklaşık bir mil uzağında bir patlama gerçekleştirdi. 9 Ocak’ta Bab el-Mendeb civarındaki ABD savaş gemilerini hedef almak üzere insansız hava araçları, seyir füzeleri ve balistik füzelerin bir arada kullanıldığı karmaşık bir saldırı gerçekleştiren Husiler, bunun Gazze’ye devam eden desteklerinin bir göstergesi ve ABD’nin 2023 sonunda üç Husi teknesini batırarak on savaşçısını öldürmesine misilleme olduğunu iddia ettiler.

Ekim ayı ortasında Husiler ticari gemileri hedef almadan önce İsrail’in Kızıldeniz kıyısındaki Eilat’a birkaç kez insansız hava aracı ve füze fırlattı. Bu saldırılar ya engellendi ya da amaçlanan hedeflerine ulaşamadı. Bu saldırıların sıklığı, örgütün gemilere odaklanması ve gemileri daha yakın ve daha etkili hedefler olarak görmesiyle azaldı.

Saldırılara karşılık olarak ABD, İngiltere ve Fransa Kızıldeniz’e savaş gemileri gönderdi ve bu gemiler Husi füzelerinin çoğunu durdurmayı başardı. 11-12 Ocak gecesi ABD ve İngiltere, Husilerin ticari gemileri hedef almalarına ve devriye gezen donanmalarla çatışmalarına karşılık olarak Yemen’deki Husi askeri mevzilerine hava saldırıları düzenledi ve beş Husi savaşçısının öldürüldüğü bildirildi. ABD Merkez Komutanlığı bu saldırıları savunma tedbirleri olarak nitelendirdi ve amaçlarının Husilerin ABD ve diğer askeri ve ticari gemilere yönelik saldırılarını sürdürme kapasitesini azaltmak olduğunu iddia etti. Husilerin bu saldırıları aleni bir saldırı olarak kınaması ve misilleme tehdidinde bulunması, bu hayati su yolunda şiddetin tırmanacağına dair endişeleri artırdı.

Husileri bu saldırıları düzenlemeye iten sebep neydi?

Husiler, İsrail’in Gazze’deki savaşına tepki olarak Kızıldeniz’de İsrail bağlantılı gemilere saldırmaya başladı. Grup yaptığı açıklamalarda, İsrail’in Gazze’ye belirsiz miktarda insani yardımın girmesine izin vermesi halinde bu saldırıları ve İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını durdurması halinde İsrail’e yönelik saldırıları da durduracağını söyledi.

Husiler bunu yaparken, Lübnan’daki Hizbullah, Irak ve Suriye’deki İran destekli milisler ve Filistin’deki Hamas ve İslami Cihad’ı da kapsayan, İsrail ve ABD karşıtı devlet dışı silahlı aktörlerden oluşan İran liderliğindeki direniş ekseninin diğer üyeleriyle birlikte hareket etti. Husi lideri Abdülmelik el-Husi 10 Ekim’de yaptığı bir konuşmada eksen üyelerinin askeri faaliyetlerini koordine ettiklerini ifade etmişti. Husilerin doğrudan İran’ın emriyle hareket ettiğine dair bir kanıt olmasa da bir dereceye kadar koordinasyon muhtemel: Kızıldeniz’de bir İran istihbarat gemisinin varlığı, Husilerin hedef alma kararlarında İran’ın yardımına işaret edebilir.

Husileri motive eden bir diğer unsur da Filistin davasıyla aynı safta yer alarak Arap ve İslam toplumlarında Filistinlilerle dayanışmanın arttığı bir dönemde Yemen’de ve yurtdışında daha önce görülmemiş bir popülerlik kazanmaya başlamaları olabilir. Böylece Kızıldeniz mücadeleleri, 2002’deki temel sloganları olan “Allah büyüktür, Amerika’ya ölüm, İsrail’e ölüm, Yahudilere lanet, İslam’a zafer”i somutlaştırmaya hazır olduklarını kanıtlamak için bir fırsata dönüştü. İsrail’in Gazze’deki saldırısı karşısında tepkisiz kalmak, iddialarının inandırıcılığını tehlikeye atabilirdi. Direniş eksenindeki diğer gruplara kıyasla Husiler çok daha büyük bir risk almaya istekli olduklarını kanıtladılar ve bu fırsatı stratejik değerlerini göstermek için kullandılar.

Yemen’de de Husiler, uzun süredir devam eden iç savaşın taraflarından biri olmasına rağmen, Yemenliler arasında Gazze’deki Filistinlilerin içinde bulunduğu zor duruma yönelik sempatinin de yardımıyla itibarlarını pekiştirdiler. Kızıldeniz’de gemilere yönelik ilk saldırıların ardından Husiler, Filistin davasına verdikleri desteği sergiledikleri üye kazanma kampanyalarıyla sayılarını artırdı. Gazze savaşı ayrıca Husilere, kontrolleri altındaki bölgelerde yönetim uygulamaları konusunda artan kamuoyu baskısını saptırmak için bir fırsat sağladı ve bu bölgelerdeki muhalifleri İsrail ve ABD ile işbirliği yaptıkları suçlamasıyla tutuklayarak yönetimlerine yönelik muhalefeti bastırmalarına olanak tanıdı.

Batılı güçler bu saldırılara nasıl karşılık verdi?

Başlangıçta ABD, ticari gemileri korumak için Kızıldeniz’e donanma destroyerleri gönderdi. ABD, 20 Aralık’ta İngiltere, Bahreyn, Kanada, Fransa, İtalya, Hollanda, Norveç, Seyşeller ve İspanya’yı kapsayan ABD liderliğindeki çok uluslu bir güvenlik girişimi olan Refah Muhafızları Operasyonu’nu açıkladı. Pentagon 20’den fazla ülkenin bu girişime katılmayı kabul ettiğini belirtirken, bazı ülkeler katılımlarını kamuoyu önünde teyit etmekten kaçındı ya da kendilerine sorulduğunda katılımlarını inkar etti. Bu hamle, 2009 yılında Aden Körfezi ve Somali’nin doğu kıyılarındaki korsanlık saldırılarına yanıt olarak kurulan çok uluslu bir deniz gücü olan Birleşik Görev Gücü’nü genişletti. Daha önce de belirtildiği üzere, koalisyon üyeleri Husi saldırılarının çoğunu durdurmayı başardı, 31 Aralık’ta küçük Husi teknelerini batırdı, teknelerin ABD Donanması helikopterlerine ateş açması üzerine on Husi savaşçısını öldürdü ve 12 Ocak’ta ABD ve İngiltere Yemen içindeki Husi askeri mevzilerine hava saldırısı düzenledi.

Son tırmanıştan önce de Washington ve bazı Batılı ülkeler Umman üzerinden Husilere mesajlar ileterek gerilimi düşürme çağrısında bulunmuştu. Ekim ayı sonunda ABD, Suudi Arabistan’dan Husilerle devam eden siyasi görüşmelere nakliye güvenliğini de dahil etmesini istemiş ancak Husiler Kızıldeniz’deki askeri faaliyetlerinin Suudi Arabistan’la olan çatışmalarıyla değil Gazze’yle bağlantılı olduğunu belirterek bunu reddetmişti. 29 Kasım’da Washington, Husilere fon sağlayan bir ağın parçası olduğunu iddia ettiği kişilere ekonomik yaptırımlar uyguladı. 10 Ocak’ta BM Güvenlik Konseyi, Husilerin Kızıldeniz’deki gemilere yönelik saldırılarına derhal son vermesini talep eden ve ABD öncülüğündeki görev gücünü dolaylı olarak onaylayan bir karar aldı.

Kızıldeniz’de yaşanan bu olayların etkisi ne oldu?

Kızıldeniz’deki askeri tırmanışın her şeyden önce ekonomik bir maliyeti oldu. Kızıldeniz, Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan önemli bir nakliye rotası. Güvenlik endişelerindeki artış ticari gemilerin sigorta maliyetlerini yükseltti ve gemilerdeki güvenlik personelinin artırılmasını gerektirdi. Birçok nakliye şirketi gemilerini Afrika kıtasının güney ucuna yönlendirmeyi tercih etti ve artan seyahat süresi nedeniyle toplam nakliye maliyetleri yükseldi. Bir zamanlar hareketli olan Süveyş Kanalı’nda trafik azaldı ve Mısır’ın zaten kırılgan olan ekonomik durumu daha da zarar gördü ve İsrail’in Eliat limanı ticari faaliyetlerin çoğunu durdurdu. Teslimatlarda yaşanan gecikmeler de küresel tedarik zincirlerinde aksamalara yol açtı.

Denizcilik operasyonları Husiler için yeni olmasa da son saldırı dizisi bunların önemli bir taktik olarak yerleşmesi riskini taşıyor ve ABD’li yetkililer Husilerin uzun vadede küresel deniz taşımacılığını sekteye uğratmaya çalışacaklarına dair endişelerini özel olarak dile getiriyor. Gazze savaşından önce grup, 2018’de Suudi petrol nakliye gemilerini hedef almış ve Ocak 2022’de bir Birleşik Arap Emirlikleri kargo gemisini ele geçirmişti. ABD ve diğer ülkelerin Kızıldeniz ve Aden Körfezi’nde bulunan askeri gemileri ise kaçakçılara ve Husilere silah ve mühimmat taşıyan gemilere karşı sürekli operasyonlar düzenledi.

Husilerin Kızıldeniz’deki ticari gemilere yönelik saldırıları Yemen’deki savaşın sona erdirilmesine yönelik çabaları da baltalayabilir. Suudi Arabistan ve Husiler, Suudi ordusunun Yemen’den çekilmesi ve Yemen’deki siyasi sürecin başlatılması konusunda bir anlaşmaya varmak için uzun süredir devam eden görüşmelerde ilerleme kaydettiler. Ancak gerilimin daha da tırmanması, özellikle Husilerin Suudi muhataplarından yeni taleplerde bulunabilecek kadar güçlenmesi halinde, görüşmelerin ertelenmesine ve hatta kesilmesine neden olabilir. Suudi Arabistan’la varılacak bir anlaşmanın ardından BM öncülüğündeki barış sürecini reddedebilir ve Yemenli gruplarla her türlü angajmanı keserek siyasi yolu dondurabilirler. Ayrıca ABD ve diğer Batılı ülkelere sadık ya da onlarla işbirliği içinde olduğunu düşündükleri gruplara yönelik saldırılarını da sürdürebilirler.

Hem Husiler hem de Yemen’in Kızıldeniz kıyısındaki hasımları da askeri varlıklarını güçlendirmeye çalışarak buradaki çatışmaların yeniden başlama riskini artırabilirler. Son olarak Kızıldeniz’deki gerilim, özellikle Dünya Gıda Programı’nın (WFP) 5 Aralık’ta Yemen’in kuzeyinde Husilerin kontrolündeki bölgelere yardımı askıya alma kararının ardından, Yemen’de zaten kötü olan insani durumu daha da kötüleştirebilir. Bu durum, artan nakliye maliyetleriyle birleştiğinde Yemenlilerin temel gıda ürünlerine erişimini zorlaştırıyor.

Husilerin saldırılarını durdurmasını ne sağlayabilir?

Husilerin saldırılarına verilecek askeri bir karşılık Batılı ülkeler için sembolik bir değer taşıyabilir ve Husilerin bazı kabiliyetlerini kısıtlayabilir ancak genel anlamda etkisi sınırlı olacaktır. Hatta işleri daha da kötüleştirebilir. Örgütün deniz saldırılarını yoğunlaştırmasına ve hedef aldığı gemilerin kapsamını genişletmesine yol açabilir. Husilerin kabiliyetleri ABD’ninkilere kıyasla sınırlı olsa da silah teknolojisindeki gelişmeler Husilerin özellikle insansız silahlar kullanarak önemli ekonomik zararlar vermesine olanak tanıyor.

2015’te Yemen’de Husilere saldıran Suudi liderliğindeki koalisyon, örgütü zayıflatmak yerine daha da güçlendirdi. Husilerin mevcut askeri saldırıları, normal zamanda gruba karşı olsalar bile Filistin davasına duydukları sempati nedeniyle pek çok Yemenliyi Husileri desteklemeye itebilir.

Husiler vurulmaktan ya da Suudi Arabistan’la görüşmelerin ertelenmesinden, hatta iptal edilmesinden çok fazla endişe duymuyor olabilir. Halk desteğinden güç alarak, katlanılabilir bir maliyetle istediklerini elde etme konusunda kendilerini güçlü hissediyorlar. Bu, ileriye dönük tek yolun gerilimi daha da tırmandırmak olduğu anlamına gelmiyor. Husiler saldırılarının İsrail’in Gazze’deki savaşına bir yanıt olduğunu ve bağımsız bir girişim olmadığını çok açık bir şekilde ortaya koydular. Eğer bu savaş sona ererse ve o zamana kadar Kızıldeniz’deki durumun kontrolden çıkmadığı varsayılırsa, Husiler verdikleri sözlerde ciddiyseler ve Yemen’de gelecekte kurulacak bir yönetimde kilit bir taraf olarak ciddiye alınmak istiyorlarsa eski tutumlarına geri dönebilirler. Ancak Gazze savaşı sona ermedikçe ve Gazze’de giderek büyüyen insani felaket karşısında sadece Kızıldeniz’de değil Lübnan, Suriye, Irak ve İsrail işgali altındaki topraklarda da tansiyon yükselmeye devam edecektir.

ORTADOĞU

UCM Hakiminden İsrail’in “tarafsızlık” sorgusuna yanıt

Yayınlanma

Beti Hohler

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), İsrail’in kendisi hakkındaki tarafsızlık sorgulamasına ilişkin İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkındaki tutuklama kararını verecek dairenin yeni atanan üyesi Hâkim Beti Hohler’in yanıtını yayınladı.

İsrail Başbakanı Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Gallant hakkındaki tutuklama talebi kararını verecek hâkim heyetine yeni atanan Hohler, savcılıktaki geçmiş görevine ilişkin İsrail’in sorularını yanıtladı.

UCM Hakimi Hohler’in sunduğu detaylı yanıtla, İsrail’in yargı sürecini geciktirmeye ve hakimin tarafsızlığını sorgulama yönelik girişimi temelsiz kaldı.

Tarafsızlık tartışması

Hohler’in UCM hakimliğine seçilmeden önce UCM Savcılık Ofisinde çalışmış olmasının, tarafsızlığına gölge düşürebileceğini öne süren İsrail Başsavcılığının UCM’ye yönelttiği sorulara verilen yanıtta, Filistin soruşturmasında görev almadığını belirtti. Hohler, savcılık bürosunda çalıştığı dönemde Filistin soruşturmasına doğrudan ya da dolaylı olarak katılmadığını ve soruşturmada görev alan personelle çalışmadığını kaydetti.

Eski Mossad şefi savaş suçları soruşturması nedeniyle eski UCM savcısını tehdit etmiş

İsrailli yetkililer hakkında yürütülen soruşturmanın belgelerine, soruşturma planlarına, evraklarına, delillerine veya gizli belgelere hiçbir şekilde erişmediğini aktaran Hohler, bu bilgi ve belgelerin kendisine başka şekilde de getirilmediğini ifade etti.

Yanıtında UCM’deki tüm soruşturmalara erişim sağlayan bir konumda çalışmadığını anlatan Hohler, Savcılıktaki görevinde kendisine danışılan ve görüş bildirdiği konular içinde Filistin soruşturmasının yer almadığını vurguladı.

Hohler, ağırlıklı olarak Filipinler’deki olayların soruşturulmasında görev aldığını ve etkileşime girdiği soruşturmalar içinde Filistin’in yer almadığını belirtti.

ABD Temsilciler Meclisi, UCM’ye yaptırım yasasını geçirdi

Tarafsızlığından makul gerekçelerle şüphelenilen bir hâkimin görevinden çekilmesi gerektiğine inandığını aktaran Hohler, görevinin gerektirdiği özelliklerin farkında olduğunu kaydetti. Hohler, Savcılık Ofisini de konuya ilişkin elindeki bilgileri mahkemeye sunmaya davet etti.

UCM’deki süreci geciktirme çabaları

Önceki UCM Başsavcısı Fatou Bensouda 16 Ocak 2015’te, Filistin’deki duruma ilişkin ön inceleme başlattığını duyurmasının ardından, Aralık 2019’da soruşturma için gerekli kriterlerin karşılandığını açıklamasına rağmen, Filistin topraklarının nereyi kapsadığı ve mahkemenin hangi topraklarda işlenen suçlara bakabileceğinin tespit edilmesi için ön yargılama dairesinden görüş istemişti.

Söz konusu görüşün verilmesi sırasında birçok UCM ülkesi ve sivil toplum kuruluşunun (STK) sürece dahil olmasıyla yaklaşık 2 yıl sonunda, ön inceleme tamamlanmış ve soruşturma ancak 3 Mart 2021’de başlatılmıştı.

“İsrailli yetkililer hakkında yakalama kararı almaması UCM’nin sonunu getirebilir”

UCM Başsavcılığının 20 Mayıs’ta Binyamin Netanyahu, Yoav Gallant ve üç Hamas lideri hakkında istediği tutuklama kararı talebi, İsrail ve müttefiklerinin sistematik engelleme çabalarıyla karşılaşmaya devam etti.

İngiltere’nin temmuzda başlattığı yetki itirazıyla yeni bir gecikme süreci başlamıştı. İngiltere’nin Filistin’in devlet statüsünü sorgulayarak UCM’nin yargı yetkisine itiraz etmesi ve daha sonra 64 ülke, kuruluş ve kişinin beyanlarının da sürece dahil edilmesiyle birlikte, tutuklama kararından önce yargılama yetkisi tartışmalarına girilmişti.

Bunun yanında Netanyahu hakkındaki tutuklama kararı talebini incelemekle görevli bir numaralı Ön Yargılama Dairesinin başkanı Hâkim Julia Motoc’un “sağlık nedenleri ve adaletin düzgün işleyişini koruma ihtiyacı” gerekçesiyle görevinden çekildiği açıklanmıştı.

UCM, Motoc’un yerine Sloven Hâkim Beti Hohler’in atandığını bildirmişti.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

UCM’deki Filistin süreci devam ederken, Mahkeme Taraf Devletler Meclisi Başkanlığından yapılan açıklamada, Başsavcı Kerim Han hakkında Savcılık Ofisi çalışanlarından birine yönelik “uygunsuz davranış” iddialarının bağımsız bir komisyon tarafından incelendiği duyurulmuştu.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Hamas’tan Gazze’nin yönetimi için “komite” önerisine şartlı onay

Yayınlanma

Hamas’ın siyasi büro üyesi Halil el-Hayye, El-Aksa televizyonuna yaptığı açıklamada Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması teklifini, bu komitenin tamamen yerel olması şartıyla kabul ettiklerini söyledi.

Hayye, Gazze’de ateşkes görüşmeleriyle ilgili açıklamasında “Masaya Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması yönünde bir fikir konuldu. Bu, Mısırlı kardeşlerimizin sunduğu bir öneri. Biz buna sorumlu bir yaklaşımla ve olumlu bir şekilde yanıt verdik. Komitenin Gazze’yi tamamen yerel bir şekilde yönetmesi ve oradaki günlük hayata dair her şeyi denetlemesi şartıyla bu öneriyi kabul ediyoruz” dedi.

Çin’de bir araya gelen Hamas ve El Fetih birleşme için diyaloğu sürdürme sözü verdi

Hamas ve Fetih hareketleri, bu ayın başında Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması ve ateşkes görüşmeleri çerçevesinde Mısır’ın başkenti Kahire’de bir araya gelmişti.

Hayye, Hamas ve İsrail arasında dolaylı olarak yürütülen ateşkes ve esir takası müzakerelerine ilişkin de “İsrail soykırımı durmadan esir takası olmayacak. Nitekim bu birbirine bağlı bir denklem. Biz tüm açıklıkla şunu söylüyoruz. Bu saldırganlığın durmasını istiyoruz. Herhangi bir esir takası olması için önce bu saldırılar durmalı” ifadelerini kullandı.

“Netanyahu, siyasi nedenlerle ateşkesi engelliyor”

Ateşkes anlaşmasına hazır olduklarını ancak İsrail’in de bu konuda gerçekten istekli olması gerektiğini belirten Hayye, “Ateşkes müzakerelerini harekete geçirmek için arabulucu ülkelerle temaslarımız sürüyor. Ancak Netanyahu, siyasi nedenlerle ateşkes müzakerelerinde ilerlemeyi engelliyor” diye konuştu.

İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze Şeridi’nde süren saldırılarının durdurulması için taraflar arasında uzun süredir dolaylı müzakereler yürütülüyor. Katar, ABD ve Mısır’la İsrail ve Hamas arasındaki ateşkes ve esir takası anlaşmalarına arabuluculuk ediyor.

“Ya Philadelphia ya anlaşma”

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail ve uluslararası kamuoyunda, siyasi nedenlerle Hamas ile esir takası anlaşması yapmamakla suçlanıyor. İsrail’in anlaşma taslağına eklediği maddelerin özellikle Mısır-Gazze sınır hattı Philadelphia Koridoru’nda kontrolünü sürdürme ısrarının müzakereleri zora soktuğu vurgulanıyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail Meclis kürsüsünden Netanyahu’ya “seri katil” dedi

Yayınlanma

Ayman Ode

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya Gazze’deki sivil ölümlerinden ötürü “barışın seri katilisin” diyen Filistin asıllı İsrail Meclisi (Knesset) üyesi Ayman Odeh zorla kürsüden uzaklaştırıldı.

Odeh, Knesset’teki konuşmasında, İsrail ordusunun Gazze’de, sivil ayırt etmeksizin düzenlediği saldırılardan dolayı Netanyahu’yu eleştirdi.

İsrail saldırılarında henüz yeni doğmuş ikiz bebeğini ve eşini, doğum belgesini almaya gittiği esnada düzenlenen saldırıda kaybeden Muhammed Ebu el-Kumsan’ın hikayesini anlatan Odeh, “Gazze’de sisteminizin öldürdüğü 17 bin 385 bebek var; bunların 825’i bir yaşın altında” dedi.

Netanyahu’ya Gazze öldürülen sivil, kadın ve çocuklara ilişkin sert eleştiriler yönelten Odeh sözlerini şöyle sürdürdü: “Gazze’de 35 bin 55 yetim bebek var. Hepsinin kanı peşinizi bırakmayacak ve yine de küstahlığınızla Uluslararası Ceza Mahkemesinde nasıl suçlandığınızı merak edeceksiniz. Binyamin Netanyahu senin düşüncen nedir? Düşüncen nedir? 30 yıldır barışın seri katili oldun.”

Konuşması yarıda kesilen Odeh’in Knesset’te bulunanlarca kürsüden uzaklaştırıldığı görüldü.

Gazze Şeridi’nin orta kesimindeki Deyr el-Belah’ta üç günlük ikiz bebeklerinin doğum belgesini almak için evinden çıkan Filistinli Muhammed Ebu el-Kumsan, eşini ve çocuklarını 13 Ağustos’ta İsrail saldırısında kaybetmişti.

Filistinli baba, bebeklerinin doğum belgesini almak için dışarı çıktıktan kısa bir süre sonra, İsrail ordusu sığındıkları evi bombalamıştı. Evde bulunan eşi ile Aysel ve Aser ismini verdikleri ikiz bebekleri ve kayınvalidesi saldırıda yaşamını yitirmişti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English