Bizi Takip Edin

Amerika

SVB’nin batışından sonra: ‘Kapitalizm böyle işler’

Yayınlanma

ABD’de Silikon Vadisi Bankasının (SVB) iflas etmesinin ardından gözler federal hükümete ve Fed’e çevrilmiş durumda.

Kamuoyunun en fazla merak ettiği konu, 2008 krizinin ardından ağza alınmayacak bir sözcük haline gelen ‘bailout’un (kurtarma) yeniden telaffuz edilip edilmeyeceğiydi. 2008 krizine yanı olarak gündeme gelen kurtarma paketleri, büyük bankaların vergi mükelleflerinin paralarıyla kurtarılması anlamında kullanılıyor ve bir hayli olumsuz bir yüke sahip görünüyordu.

Görünen o ki Beyaz Saray, Fed ve diğer düzenleyici kurum FDIC, bu görüntüden uzak durmak için elinden geleni yapıyor.

Kapitalizme methiye

ABD Başkanı Joe Biden, SVB’deki mevduat sahiplerinin paralarının güvence altında olduğunu ilan ederken, yatırımcılar için aynı şeyin geçerli olmadığını söyledi.

Beyaz Saray’daki konuşmasında Biden, bankalarda yatırımları bulunanların korumadan faydalanamayacağını söylerken, “Bilerek bir risk aldılar ve risk başarılı olmadığında yatırımcılar paralarını kaybettiler. Kapitalizm böyle işler,” dedi.

Ülkenin üst düzey bankacılık düzenleyicileri, FDIC ve Fed’in tüm iflas eden bankalardaki mevduatları karşılayacağı, ama bu faturayı vergi mükelleflerinin değil, Wall Street ve büyük finansal kurumların ödeyeceğini söyledi. SVB dışında, kripto para şirketlerinin gözdesi New York merkezli Signature Bank için de benzer bir prosedür izlenecek.

Hükümet: Kurtarma yok

SVB ve Signature’daki mevduat sahiplerinin parasının FDIC bünyesindeki Mevduat Sigorta Fonundan karşılanacağı belirtiliyor. Mevduat Sigorta Fonundaki paraların bankalar tarafından ödendiği biliniyor.

FDIC, Fed ve Hazine Bakanlığı tarafından yapılan ortak açıklamaya göre, Mevduat Sigorta Fonundaki herhangi bir kayıp, federal olarak sigortalı bankalara uygulanan özel bir değerlendirme ile karşılanacak.

Dolayısıyla, federal hükümetin iddiası, SVB operasyonunun 2008’dekine benzer bir kurtarma olmadığı yönünde. Bununla birlikte, bankaların FDIC’ye ekstra nakit akışı sağlayarak bunun müşterilerinin cebinden çıkmasını sağlayabileceği konuşuluyor.

‘Kurtarma değil’ demek güç

Ama daha önemli olan nokta şu: Fed, bankalara, ellerinde bulunan devlet tahvilleri ve diğer varlıklar için, tahviller orijinal değerlerine sahipmiş gibi kredi öneriyor. Oysa zaten SVB’nin batma nedeni, düşük faiz varken aldığı tahvillerin, faizlerin artması ile birlikte değersizleşmesiydi. Dolayısıyla, düşük faiz politikası sırasında devlet tahvillerine yatırım yapan bankalar, aynı tahvillere şimdiki piyasa değerinin üzerinde fiyat biçilerek kredi alacak.

New York Times’a konuşan Steven Kelly isimli bir finansal istikrar araştırmacısı, “Buna sistemi kurtarmak diyeceğim,” diyor.

Bazı Cumhuriyetçilerin de bunun bir ‘kurtarma paketi’ olduğundan şüphelendiği görülüyor. Missouri senatörü Josh Hawley, Fed’in açıkladığı ve FDIC Mevduat Sigorta Fonunun kayıplarını karşılayacak yeni ‘özel değerlendirme ücretleri’nin Biden yönetiminin yasa yoluyla oylamadan vergi mükelleflerine kurtarma paketini ödetme yolu olduğunu savundu.

New York Times’a konuşan başka yorumcular da, vergi mükelleflerinin işin içinde olmamasının buna ‘kurtarma paketi değil’ demeye yetmeyeceği görüşünde.

Mevzu Trump’a: Regülasyon tartışmaları

Başkan Joe Biden, bankacılık sektörü için daha sıkı düzenleme yapacaklarını söylerken, 2008 krizinden sonra çıkarılan Dodd-Frank yasasının bir kısmının Donald Trump döneminde Cumhuriyetçiler tarafından tersine çevrildiğini hatırlattı.

Biden’ın ekonomi ekibinin geçen hafta sonu düzenleyici kurumlarla önlemler üzerine birlikte çalıştığı belirtiliyor. Bu önlemler arasında iki bankadaki mevduatların garanti edilmesi, bankaların acil durum fonlarına erişimi için yeni bir olanak tesis edilmesi ve acil durumlarda bankaların Fed’den daha kolay borç alabilmesi yer alıyor.

2018’de Trump döneminde Dodd-Frank yasasında yapılan değişiklik ile birlikte, hangi bankaların sistemik olarak daha riskli olacağına ve daha sıkı gözetim altında tutulacağına ilişkin sınır, 50 milyar dolardan 250 milyar dolara çıkarılmıştı. SVB’nin 2022 yılının sonundaki varlık değeri 209 milyar dolardı. 

İşin ilginç yanı, Dodd-Frank yasasının mimarlarından eski Demokrat Kongre üyesi Barney Frank de Cumhuriyetçilere ve Trump’a destek vererek sınırın yukarıya çekilmesini desteklemişti.

Fakat Biden’ın bölünmüş bir Kongre’den istediği düzenleyici yasaları geçirmesi pek mümkün görünmüyor.

SVB’nin lobi faaliyetleri

Üstelik SVB Başkanı ve CEO’su Greg Becker’in, 2015 yılında Senato’ya yaptığı bir açıklamada, yasa yapıcıların kendi bankası da dahil daha fazla bankaya muafiyet tanıması gerektiğini söylemişti. SVB’nin bu muafiyeti elde etmek için federal lobicilik faaliyetlerine 500 bin dolar harcadığı da ortaya çıktı.

SVB’nin faaliyetlerini ‘düşük risk profilli’ olarak değerlendiren Becker, 250 milyar dolarlık bir sınırın en uygunu olacağını da sözlerine eklemiş.

İşin daha ilginç tarafı, SVB CEO’su Becker’ın, kendilerini denetleceği varsayılan ‘düzenleyici kurum’ San Francisco Fed’in de yönetim kurulunda olması!

Becker’ın 2015’te yaptığı açıklamanın ardından, SVB’nin yönetim kuruluna Obama döneminde Hazine yetkililerinden olan Mary Miller de giriyor ve Miller’ın ‘finansal düzenleme reformlarına’ yaptığı katkılara dikkat çekiliyordu. Miller, iflas sırasında hâlâ SVB’nin yönetim kurulundaydı.

Kim haklı?

Financial Times’a (FT) konuşan hedge fonu Citadel’in kurucusu Ken Griffin ise hükümetin SVB mevduat sahiplerini kurtarmaması gerektiğini düşünüyor ve “Amerikan kapitalizmi gözlerimizin önünde çöküyor,” diyor.

Griffin’e göre mevduat sahiplerinin tamamının hükümet tarafından kurtarılması mali disipline aykırı. Griffin, güçlü bir Amerikan ekonomisinin göstergesinin, ABD hükümetinin bu türden müdahalelere kalkışmaması olduğunu düşünenlerden.

Bir başka ünlü hedge fonu Pershing Square Capital Management’ın kurucusu ve CEO’su Bill Ackman ise ‘saatlerin bile önemli’ olduğunu söyleyerek FDIC’yi ‘bütün mevduatları açıkça garanti etmeye’ davet ederek Griffin’den ayrıştı.

Yükselen suç oranlarını gerekçe göstererek merkezini Chicago’dan Miami’ye taşıyan Griffin, 2024 seçimlerinde de Cumhuriyetçi Ron DeSantis’i destekliyor.

Fed ne yapacak?

Biden’ın daha fazla regülasyon çağrısı yaptığı bir ortamda, Fed’in faiz politikasının istikameti de önem kazandı.

Fed Başkanı Jerome Powell, geçen hafta Kongre’de yaptığı açıklamada faiz artırımına devam edeceklerinin sinyalini vermişti.

Bununla birlikte finansal kurumlar, SVB’nin iflası ile birlikte Fed’in önümüzdeki ay yüzde 0,5 puanlık bir artış yapacağına ilişkin beklentiler sıfırlanmış durumda.

Öte yandan bu, Fed’in faiz artırımını bitireceğine dair bahislerin öne geçtiği anlamına gelmiyor. ‘Piyasa fiyatlandırması’, şimdilik Fed’in 0,25’lik bir artış yapacağına göre şekilleniyor. Ama özellikle finansal aktörlerin Fed’in faiz artırımı politikasını tersine çevirecek beklentiler içerisine girmesi ve bu yönde adımlar atması beklenebilir. Zira ‘parasal sıkılaşma’nın sistemin geneli için sorun yarattığına ilişkin sesler yükseliyor.

Pentagon dikkatle izliyor

SVB’nin kredi verdiği teknoloji startup’ları arasında Pentagon’a iş yapan şirketler de bulunuyor.

İflasla birlikte Pentagon’un Stratejik Sermaye Ofisi (OSC) meselenin ‘ulusal güvenliğe olan etkilerini’ sıkı bir biçimde incelediğini açıkladı.

Next.gov’un elde ettiği OSC Direktörü Jason Rathje’nin 12 Mart tarihli e-postasında, “SVB’nin iflasından etkilenen küçük işletmelerin birçoğu sadece bizimle birlikte çalışan kuruluşlar değil, aynı zamanda birlikte hizmet etme fırsatı bulduğumuz yedek subaylar ve gaziler de dahil olmak üzere yakın arkadaşlarımızı istihdam ediyor,” denildi.

Enflasyonda hafif yavaşlama

Öte yandan ABD’de tüketici fiyat endeksi verileri, enflasyonun bir önceki aya hafif düzeyde gerilediğini gösteriyor.

Hükümetin açıkladığı Şubat ayı enflasyon verileri, Ocak ayına göre yüzde 0,4’lük bir artış olduğunu gösteriyor.

Yıllık düzeyde bakıldığında enflasyon yüzde 6 olarak gerçekleşti. Ocak ayında bu oran yüzde 6,4’tü.

Gıda ve enerji fiyatları dışarıda bırakıldığında endeks aylık bazda yüzde 0,5’lik bir artış gösterdi. 

Gıda, enerji ve mobilya fiyatlarındaki artış sürerken, ikinci el otomobil ve kamyonet fiyatları düşmeye başladı.

Kira fiyatlarını da içeren barına endeksi ise bir önceki aya göre yüzde 0,8 arttı.

Amerika

Politico: Beyaz Saray İran’ın misillemesinden endişeli

Yayınlanma

ABD Başkanı Donald Trump, cumartesi gecesi Oval Ofis’te yaptığı konuşmada zafer kazanmış gibi görünse de Beyaz Saray içinde yetkililer İran’ın olası bir karşı saldırısına hazırlandıkları için hava o kadar iyimser değildi.

Trump’ın başkanlığı dönemindeki en önemli askeri harekat olan İran’a Amerikan B-2 bombardıman uçakları gönderme kararı, ABD’yi Trump ve Başkan Yardımcısı JD Vance’in uzun süredir kaçınmaya söz verdikleri türden bir başka Orta Doğu çatışmalarının içine sürükleme tehdidi oluşturuyor.

Politico’ya konuşan bir Beyaz Saray yetkilisi, “Bunun bizi ne kadar uzun süreli bir sürece sürükleyeceğini bilmiyoruz. Şu anda mesajımız, nükleer kapasiteden kurtulmak ve müzakerelere odaklanmak,” dedi.

Beyaz Saray’dan üst düzey bir yetkiliye göre, Trump son birkaç gün içinde, ABD personelini minimum riskle Tahran’ın nükleer kapasitesini ortadan kaldırmak için nadir bir fırsat yakaladığına dair ikna olmaya başladı.

İkinci bir yönetim yetkilisi ve Beyaz Saray’a yakın bir kaynağa göre, Trump’ın tamamlanmasının ardından “çok başarılı” olarak nitelendirdiği saldırı planları, başkanın İran’ın nükleer tesislerini yok etme çabalarına İsrail’in katılıp katılmayacağına “iki hafta içinde” karar vereceğini açıkladığı sırada zaten hazırdı.

İlk Beyaz Saray yetkilisi, bununla birlikte, başkan gerginliğin azaltılması için umut verirken, askeri seçenekleri de değerlendirdiğini söyledi.

Aynı yetkili, “Çeşitli saldırı paketlerini inceledi ve dar kapsamlı ve özel olarak hazırlanmış bir paketi seçti,” dedi.

Beyaz Saray’ın üst düzey yetkilisi hafta başında, asker göndermeyen ve Amerikan vatandaşlarının hayatını doğrudan tehlikeye atmayan “cerrahi” bir saldırının, önceki yönetimleri uğraştıran uzun ve maliyetli savaşlardan kaçınma yönündeki başkanın taahhüdüne aykırı olmayacağını belirtti. Bu tür savaşlar, zira “Amerikalıların çoğunluğunun orta ve uzun vadede karşı çıkacağı şeylerin ana eksenini oluşturuyor.”

Cumartesi günü yaptığı kısa konuşmada Trump, ABD’nin İran’a yönelik saldırılarının şimdilik sona erdiğini ima etti. Saldırıları gerçekleştiren ABD askerlerine teşekkür eden Trump, onların hizmetlerine artık ihtiyaç duyulmamasını umduğunu vurguladı.

Aynı zamanda, başkan Tahran’ı barış yapmaya çağırdı ve bunu yapmazlarsa İran’ın son sekiz gün içinde gördüğünden “çok daha büyük” bir trajedi ile karşı karşıya kalacağı uyarısında bulundu. İsrail, ülke genelinde askeri ve nükleer tesisleri vurmuştu.

Şimdi çok şey İran’ın saldırıya nasıl tepki vereceğine bağlı. Orta Doğu’da 40.000’den fazla ABD askeri ve savunma bakanlığı sivil personeli bulunuyor ve Tahran misilleme yapmaya karar verirse bu kişiler hedef alınabilir.

Yönetim, İran ve bölgedeki vekil ağının son haftalarda İsrail’in askeri harekatıyla yeterince zayıflatıldığına ve Tahran’ın misilleme yapma ve daha geniş çaplı bir savaşı tetikleme kabiliyetinin sınırlı olacağına dair güvenini artırıyor.

Bir ABD’li yetkili, İran’ın ABD saldırıları sonrasında ya pes edeceği ya da kısa süreli bir diplomatik çıkış yolu bırakacak sınırlı bir misilleme yapacağı ihtimalinin “gerçekçi” olduğunu söyledi.

Yetkili, “Bu, İran için gerçekten bilinmeyen bir alan. Rejim, kurulduğu günden bu yana ABD’nin saldırısını önlemeye çalışıyor,” diye konuştu.

Fakat Politico’ya göre “Trump dünyasında” endişe devam ediyor. Beyaz Saray’daki tartışmalara aşina bir kişi, “Burada tırmanma riski çok yüksek,” dedi.

İran’ın misillemesi sonucu Amerikalıların da dahil olduğu çok sayıda zayiatın olduğu bir olay olursa, “ABD’nin müdahale etmesi için baskının artacağı” düşünülüyor.

Savunma Bakanı Pete Hegseth için, “Baskı hissedecek ve bir şekilde saldırıların Trump’ın iddia ettiği kadar başarılı olduğunu kanıtlamak zorunda kalacak,” diyen bu kişi, Pentagon’un bu yıl, İran’ın nükleer tesislerinin yeraltındaki derinliği ve yaygınlığı nedeniyle, ABD ordusunun bu tesisleri yok etmek için 30 gün süren sürekli saldırılar düzenlemesi gerektiğini değerlendirdiğini söyledi.

Beyaz Saray, İran’a yönelik bombardımanlar hakkında hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat kongre liderlerine önceden bilgi verdiğini söyledi.

Fakat Temsilciler Meclisi ve Senato istihbarat komitelerinin üst düzey üyeleri de dahil olmak üzere Demokratlar, saldırılardan önce bilgilendirilmediklerini söyleyerek tepki gösterdi.

Demokrat Temsilci Jim Himes, “Anayasa’ya göre, ikimiz de savunmaya yemin ettik, bu konuyla ilgilenmem bombalar düşmeden ÖNCE olmalıdır,” diye yazdı.

Duyurudan kısa bir süre önce, Senato Azınlık Lideri Chuck Schumer, ayrıntılar olmadan “yüzeysel” bir bildirim aldı.

Cumartesi günü, her iki ülkenin diplomatlarına göre, yönetim NATO müttefikleri İngiltere ve Fransa’yı da planlanan saldırılar hakkında bilgilendirdi.

Okumaya Devam Et

Amerika

ABD’nin İran saldırısına Kongre’den ortak tepki: ‘Anayasaya aykırı’

Yayınlanma

ABD’nin İran’a yönelik askeri saldırısı, hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat Partili çok sayıda senatör ve temsilcinin sert tepkisini çekti. Siyasiler, Kongre’den resmi yetki alınmadan gerçekleştirilen saldırının anayasayı açıkça ihlal ettiğini ve ABD’yi Orta Doğu’da felaketle sonuçlanabilecek bir savaşa sürükleme riski taşıdığını belirtti.

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) İran’a yönelik saldırısı, hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat Partili çok sayıda Kongre üyesinin sert eleştirilerine neden oldu.

Siyasiler, saldırının Kongre’den resmi bir yetki alınmadan yapılmasının anayasayı açıkça ihlal ettiğini ve ABD’yi Orta Doğu’da felaketle sonuçlanabilecek bir savaşa sürükleme riski taşıdığını vurguladı.

Temsilciler Meclisi’ndeki Demokrat Azınlık Lideri Hakeem Jeffries, İran’a yönelik “darbeye” onay verdiği için ABD Başkanı’nı eleştirerek, “Trump, askeri güç kullanımı için Kongre’den izin almayı başaramadı ve Amerika’yı Orta Doğu’da feci bir savaşa sokma riski taşıyor,” ifadelerini kullandı.

‘Anayasaya aykırı ve yasa dışı bir eylem’

Eleştiriler parti ayrımı gözetmeksizin dile getirildi. Demokrat temsilci Ro Khanna, Trump’ın “Kongre’den hiçbir yetki almadan İran’a saldırdığını” belirtirken, Cumhuriyetçi temsilci Thomas Massie yaşananları “her yönüyle anayasaya aykırı” olarak nitelendirdi.

Demokrat Senatör Bernie Sanders da “Trump’ın yaptığı anayasaya aykırıdır,” diyerek savaş ilan etme yetkisinin anayasal olarak yalnızca Kongre’ye ait olduğunu hatırlattı.

Temsilci Ralph Nader ise kararı “bariz bir anayasa ihlali” olarak tanımlayarak, bu adımın “çok sayıda Amerikan askerinin ölümüne yol açacağı” uyarısında bulundu ve en sert şekilde kınanması gerektiğini söyledi.

Demokrat temsilci Yasmin Ansari, Trump’ın adımını “ABD’yi yasal bir dayanak veya siyasi hesap verebilirlik olmaksızın başka bir savaşa sürükleyebilecek yasa dışı bir askeri eylem” olarak gördüğünü belirtti.

Ansari, “Trump bizi sonu gelmeyen bir savaşa daha sürükleme riski taşıyor,” diyerek Kongre’yi savaş yetkileri kararını oylamak üzere acil toplantıya çağırdı.

İran: Nükleer sanayinin gelişiminin durdurulmasına izin vermeyeceğiz

‘Bizi barışa değil, savaşa yaklaştırıyor’

Saldırının bölgedeki istikrarı daha da bozacağına dikkat çeken temsilciler, barış yerine şiddeti körükleyeceği endişesini dile getirdi.

Demokrat temsilci Summer Lee, İran’ı bombalamanın “bizi barışa değil, savaşa yaklaştırdığını ve milyonlarca insanın hayatını tehlikeye attığını” ifade ederek, Trump’ın “bir kez daha anayasayı çiğnediğini ve yetkisi dışında hareket ettiğini” ekledi.

Temsilci İlhan Omar da askeri “darbelerin” barış getirmeyeceğini, “aksine daha fazla şiddeti körükleyip bölgeyi istikrarsızlaştıracağını” vurguladı.

Bir diğer Demokrat temsilci Bonnie Watson Coleman ise ABD’nin bu son tırmandırıcı adımıyla “halkımıza yönelik yakın bir tehdit oluşturmayan” bir ülkeye savaş açtığını belirtti.

Cumhuriyetçi temsilci Marjorie Taylor Greene ise “Eğer Netanyahu önce İran halkının üzerine bomba atmasaydı, İsrail’e de bomba düşmezdi,” diyerek ABD’nin başka bir dış savaşa dahil olmaması gerektiğini savundu.

Beyaz Saray ve istihbarat kulisleri

Saldırı kararına yönelik tartışmalar yönetim içinde de yaşandı. New York Times gazetesinin Beyaz Saray kaynaklarına dayandırdığı haberine göre, yönetim içinden ve dışından çok sayıda danışman, Trump’ı saldırıdan vazgeçirmeye çalıştı.

Danışmanlar, askeri müdahale yerine İsrail’e istihbarat desteği verilmesini önerse de Trump’ın askeri seçenekte ısrar ettiği bildirildi.

Öte yandan CNN televizyonu, istihbarat komitelerindeki üst düzey Demokratların saldırı hakkında önceden bilgilendirilmediğini, ancak bazı Cumhuriyetçilerin plandan haberdar olduğunu aktardı.

Bu durumun Kongre koridorlarında geniş çaplı bir öfkeye yol açtığı belirtildi. Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi de “Trump’ın İran’a saldırısı ABD’yi bölgesel bir savaşa sürükleyebilir,” açıklamasında bulundu.

Okumaya Devam Et

Amerika

Hiroşima Nagazaki Barış Komitesi’nden Steinbach, İsrail’in gizli nükleer gücünün perde arkasını anlattı

Yayınlanma

Hiroşima Nagazaki Barış Komitesi’nden John Steinbach, Schiller Enstitüsü panelinde İsrail’in gizli nükleer programının perde arkasını anlattı. Steinbach, İsrail’in nükleer cephaneliğinin sadece bir savunma aracı olmadığını, aynı zamanda başta ABD olmak üzere diğer ülkeleri kendi istediği politikalara zorlamak için kullanılan bir şantaj mekanizması olduğunu belirtti.

Hiroşima Nagazaki Barış Komitesi’nden (Hiroshima Nagasaki Peace Committee of the National Capital Area) John Steinbach, Schiller Enstitüsü tarafından düzenlenen “True Citizens of Every Nation Demand Peace” (Her Ulustan Gerçek Yurttaşlar Barış İstiyor) başlıklı online panelde, İsrail’in gizli nükleer silah programının tarihini ve mevcut durumunu detaylarıyla anlattı.

Steinbach, İsrail’in nükleer cephaneliğinin, varlığı tehdit edildiğinde tüm dünyayı yok etmeyi amaçlayan “Samson Seçeneği” doktrininin ötesinde, başta ABD olmak üzere diğer ülkeleri kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeye zorlamak için aktif bir şantaj aracı olarak kullanıldığını vurguladı.

Steinbach, İsrail’in bugün 100 ila 500 arasında gelişmiş termonükleer bomba ve nötron bombasına sahip olduğunu belirtti. Ayrıca, ABD’nin doğu kıyılarına ve Moskova’nın ötesine ulaşabilen Jericho 1, 2 ve 3 balistik füzeleri ile Almanya tarafından sağlanan ve nükleer kapasiteye sahip en az altı adet Dolphin sınıfı denizaltıdan oluşan sofistike bir fırlatma sistemine sahip olduğunu ifade etti.

‘Asıl amaç ABD’yi zorlamak’

İsrail’in nükleer programının temel amacının, yazar Israel Shahak’ın ifadesiyle “statükoyu İsrail’in lehine dondurmak” olduğunu belirten Steinbach, bu politikanın özellikle ABD’yi hedef aldığını söyledi.

Steinbach, Fransa’nın nükleer programının eski direktörü Francis Perrin’in, “İsrail programının aslında ABD’yi istediklerini yapmaya zorlamak amacıyla tasarlandığını düşündüklerini” söylediğini aktardı.

Bu zorlama politikasının ilk kez 1973 savaşında bariz bir şekilde uygulandığını belirten Steinbach, “İsrailliler, ABD’nin devasa bir hava ikmali yapmaması durumunda nükleer silah kullanma tehdidinde bulundu. Kissinger ve Nixon istemeyerek de olsa boyun eğdi, hava ikmali gerçekleşti ve dünya nükleer alarma geçti,” dedi.

Nükleer programın kökenleri ve Fransa işbirliği

Steinbach, İsrail’in nükleer programının temellerinin, Holokost’un bir daha asla tekrarlanmaması vizyonuyla David Ben-Gurion tarafından atıldığını ve genç bir bakan yardımcısı olan Şimon Peres’in programın başına getirildiğini söyledi. Programın bilimsel liderliğini ise Ernst Bergmann’ın üstlendiğini ekledi.

Programın 1950’lerin ortalarında ABD’den alınan bir araştırma reaktörüyle büyük bir ivme kazandığını belirten Steinbach, aynı dönemde Fransa ile başlayan işbirliğine dikkat çekti.

Steinbach, “İsrail, Fransız programında tam bir ortaktı. 1950’ler ve 60’ların başındaki Cezayir testlerinin aslında ortak İsrail-Fransız testleri olduğunu anlamalıyız,” değerlendirmesinde bulundu.

Fransa’nın ayrıca Dimona reaktörünün inşasına yardım ettiğini ve tesisin sivil amaçlı bir araştırma reaktörü olarak tanıtılmasına rağmen, bunun bir plütonyum üretim reaktörü olduğunu bildiğini ifade etti.

Kennedy’yi kandıran maket tesis

Dönemin ABD başkanları Eisenhower ve Kennedy’nin İsrail’in nükleer silah edinmesine şiddetle karşı çıktığını ve programdan büyük şüphe duyduğunu belirten Steinbach, Kennedy’nin denetim talebi üzerine İsrail’in başvurduğu aldatmacayı şöyle anlattı:

“İsrail aşırı önlemler aldı. Denetçiler geldiğinde gördükleri her şey tam bir sahtekarlıktı. Onlara hiçbir zaman Dimona kompleksinin gerçek kısımları gösterilmedi, bir maket gösterildi. Denetçiler geri dönüp tesisin sivil amaçlı olduğunu söylediler.”

Steinbach, Kennedy’nin programı durdurmaya kararlı olduğunu ancak kısa bir süre sonra öldürüldüğünü de sözlerine ekledi.

Eski CIA analisti McGovern: İstihbarat ‘İran nükleer silah yapmıyor’ diyor, başkan dinlemiyor

Vanunu’nun ifşaatları oyunu değiştirdi

İsrail’in yıllarca “nükleer belirsizlik” politikası izlediğini ancak Dimona’da teknisyen olarak çalışan Mordecai Vanunu’nun Sunday London Times‘a sızdırdığı fotoğraf ve belgelerin her şeyi değiştirdiğini vurgulayan Steinbach, bu belgeleri inceleyen Manhattan Projesi’nin bomba tasarımcıları Frank Barnaby ve Ted Taylor’ın vardığı sonuçların şok edici olduğunu belirtti.

Steinbach, “O dönemde İsrail’in 200’e yakın nükleer silaha sahip olduğu tahmininde bulundular. Daha da önemlisi, İsrail’in sadece atom bombasına değil, aynı zamanda hidrojen bombasına ve savaş başlıklarıyla kolayca eşleştirilebilecek minyatürleştirilmiş nükleer silahlara da sahip olduğunu belirlediler. Bu, istihbarat camiası için devasa bir başarısızlıktı,” dedi.

Steinbach ayrıca, Güney Afrika ile ortak nükleer testler yapıldığını, program için uranyumun büyük kısmının Güney Afrika’dan, sarı kek uranyumun Almanya’dan sağlandığını ve ABD’nin Pensilvanya eyaletindeki Numec tesisinden de zenginleştirilmiş uranyum kaçırıldığına dair güçlü kanıtlar olduğunu söyledi.

‘UAEA casus yuvasına dönüştü’

Konuşmasının sonunda Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nı (UAEA) sert bir dille eleştiren Steinbach, kurumun “içinin kof ve bir casus yuvası” haline geldiğini savundu.

Steinbach, “Bu durum, UAEA’nın, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın (NPT) ve Birleşmiş Milletler’in güvenilirliğini ölümcül bir şekilde zayıflatmıştır,” ifadelerini kullandı.

Steinbach, Mısırlı diplomat Mohamed el-Baradei’nin dürüst bir UAEA direktörü olduğunu ancak ABD’nin onu kasıtlı olarak görevden alarak kurumu bugünkü haline getirdiğini iddia etti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English