Bizi Takip Edin

AMERİKA

ABD başkan yardımcılarının münazarasından öne çıkanlar

Yayınlanma

ABD başkan yardımcısı adayları Tim Walz ve J.D. Vance, münazarada özellikle Orta Doğu’daki gerilimlere odaklandı. Walz, ABD’nin İsrail’e verdiği desteği vurgularken, Vance, İsrail’in kendi güvenlik kararlarını kendisinin vermesi gerektiğini savundu.

ABD başkan yardımcısı adayları Minnesota Valisi Tim Walz ve Ohio Senatörü J.D. Vance, kasım ayında yapılacak başkanlık seçimleri öncesindeki son münazarada dün gece karşı karşıya geldiler.

Demokratların adayı Harris’in, Cumhuriyetçi rakibi Trump’la eylül ayı başında yapılan münazarayı kazandığı düşünülüyordu; ancak anketlerde Harris lehine kayda değer bir değişiklik görülmedi. Tarihsel olarak başkan yardımcılığı münazaraları büyük fark yaratmasa da seçime bir aydan biraz fazla bir süre kalmışken ve anketler Harris ve Trump arasında kıyasıya bir yarış gösterirken, dün gece verilen sinyaller yine de önemli kabul ediliyor.

CBS News tarafından New York’ta düzenlenen münazara, ağırlıklı olarak üreme hakları, sağlık hizmetleri ve silah şiddeti gibi iç meselelere odaklandı. Fakat gecenin ilk sorusu dış politika ile ilgiliydi: Orta Doğu’da tırmanan çatışmaların ortasında ABD’nin İsrail’e verdiği destek. İki aday ayrıca Çin, göçmenlik ve ABD demokrasisi gibi konulara da değindi. Ancak Washington’un yakından desteklediği Ukrayna’nın Rusya’ya karşı savaşı ne adaylar ne de moderatörler tarafından ele alındı.

Foreign Policy dergisi, münazarada öne çıkan dış politika başlıklarını derledi:

İran ve Orta Doğu Krizi

Münazara, İran’ın İsrail’e yaklaşık 200 balistik füze fırlatmasından sadece birkaç saat sonra gerçekleşti. Bu, halihazırda çok cepheli bir savaşla karşı karşıya olan bölgede son yaşanan gelişmeydi. Münazaranın moderatörleri, bu nedenle geceye Orta Doğu’yla ilgili bir soruyla başladılar. Moderatörler, İran’ın son dönemde nükleer programını hızlandırdığına dikkat çekerek adaylara, İsrail’in İran’a yönelik ‘önleyici’ bir saldırısını destekleyip desteklemeyeceklerini sordular.

Walz, bu soruya doğrudan yanıt vermedi; bunun yerine Washington’un İsrail’i savunmadaki ve İran’ın Lübnan ve Gazze’deki vekillerine karşı koymadaki hayati rolünü vurguladı. Trump’ın 2018’de ABD’yi İran nükleer anlaşmasından çekme kararını eleştirerek eski başkanı ‘istikrarsız’ liderlik sergilemekle suçladı. Ayrıca Biden-Harris yönetiminin, bu yıl İsrail’in İran’ın iki füze saldırısını da başarıyla savuşturmasına yardımcı olmasındaki rolünü savundu.

Vance ise daha doğrudan bir yanıt vererek, ‘İsrail’in ülkesini korumak için ne yapması gerektiğine kendisinin karar vereceğini’ söyledi ve ABD’nin müttefiklerini ‘nerede olurlarsa olsunlar, kötü adamlara karşı savaşırken’ desteklemesi gerektiğini belirtti. Trump’ın, başkanlığı döneminde güçlü bir küresel caydırıcılık sağladığını ve görev süresince ABD’nin son 40 yılda savaş çıkmayan tek dönemi olduğunu iddia etti. Ayrıca İran’ı, ‘Harris yönetimi’ sayesinde 100 milyar dolardan fazla dondurulmuş varlıkla silah alımı yapmakla suçladı. Geçen yıl ABD Başkanı Joe Biden, Tahran’ın yaptırım dışı mallar satın alabilmesi için dondurulmuş elektrik gelirlerine erişimini sağlayan bir yaptırım muafiyetini uzatmıştı.

Orta Doğu’daki daha geniş gerilimler hakkında iki aday da kısaca konuştu. İkisi de Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e yaptığı saldırıyı kınadı. Walz, İsrail’in kendini savunma hakkını, Gazze’deki insani krizle başa çıkma gerekliliğini ve rehine değişim anlaşmalarına duyulan ihtiyacı vurguladı.

Çin

Her iki aday da münazara boyunca Çin politikası üzerinden birbirlerine sert eleştiriler yöneltti.

Ekonomi konusunda Vance, Trump ve kendisinin üzerinde çalıştığı Made in America platformunu savunarak, Trump’ın ticaret savaşını başlatıp Çin’e geniş çaplı gümrük tarifeleri uygulayarak serbest ticaret dönemini sona erdirdiğini övgüyle dile getirdi. Vance, “Donald Trump, bir nesil sonra ilk kez, iki partinin de kabul ettiği ‘Artık bunu yapmıyoruz’ diyecek kadar bilge ve cesur davrandı. Amerikan üretimini geri getiriyoruz,” dedi.

Vance, Trump ve Harris’in Çin’le ticaret politikaları arasında fark yaratmaya çalıştı. Trump, Çin’den gelen mallara uygulanan gümrük tarifelerinin yüzde 50’nin üzerine çıkarılmasını önermişti; Vance, Biden’ı Trump’ın uygulamaya koyduğu gümrük vergilerini büyük ölçüde koruduğu için övdü, ancak Harris’in bu tarifelere karşı olduğunu savunarak “Harris’in Joe Biden’ın ticaret sicilinden kaçtığı tek konu bu,” ifadesini kullandı. Ayrıca, Biden yönetiminin temiz enerji hamlesinin denizaşırı ülkelerde daha fazla üretime yol açtığını öne sürdü.

ABD’nin Çin’le ticaret politikasına genel olarak bakıldığında -Amerikan ekonomisinin ‘riskten arındırılması’ ve üretimin ABD’ye geri getirilmesi gerekliliği- Harris ve Trump’ın politikaları büyük ölçüde örtüşüyor ve Walz da bu konuda benzer bir tavır sergiledi. Ancak, Vance’in Harris’in bu konuda yeterince ileri gitmeyeceği suçlamalarına karşı çıkarak, “Ben sendikalı biriyim. İşleri denizaşırı ülkelere göndermek isteyen biri değilim. Adil ticaret ortaklarına ihtiyacımız var,” diye konuştu Walz. Harris, dört yıl önce başkanlık kampanyasında gümrük tarifelerine karşı olduğunu belirtmişti; ancak kampanyası kısa süre önce New York Times’a ‘hedefli ve stratejik gümrük vergilerini’ desteklediğini açıkladı. Walz ayrıca Trump’ın ticaret sicilini eleştirerek, onun başkanlığı sırasında Çin ile olan ticaret açığının rekor seviyelere ulaştığını vurguladı.

Walz, yönetimin iklim değişikliği yaklaşımını da destekledi. ABD’de temiz enerji üretimine yönelik vergi kredileri ve sübvansiyonlar sağlayan, Çin’e olan bağımlılığı azaltmayı hedefleyen Enflasyon Azaltma Yasası’nın yüz binlerce yeni istihdam yarattığını dile getirdi.

Vali Walz, moderatörlerin Çin ile olan kişisel geçmişine dair sorusu üzerine savunmaya çekildi. Walz, 1989 Tiananmen Meydanı olayından kısa bir süre sonra Guangdong eyaletinde öğretmenlik yaptığını ve hükümete girmeden önce Amerikalı öğrencileriyle birlikte Çin’e bir düzineden fazla seyahat düzenlediğini anlattı.

Walz, Tiananmen protestoları sırasında Hong Kong’da bulunduğunu iddia ettiği eski bir açıklamasının yanlış olduğunu kabul etti. Ancak, ‘demokrasi protestoları sırasında Hong Kong ve Çin’de olduğunu’ yineledi. (Walz, Ağustos 1989’da Çin’e gitmişti; protestolar ise 4 Haziran 1989’dan önceki haftalarda gerçekleşmişti.)

Walz, Çin’e yaptığı bu seyahatin kendisi için ufuk açıcı ve bilgilendirici bir deneyim olduğunu savundu: “Çin hakkında çok şey öğrendim. Bu eleştirileri duyuyorum; Donald Trump da bizimle bu gezilerden birine katılsaydı iyi olurdu. Size garanti ederim ki, Kovid konusunda Xi Jinping’e övgüler yağdırmazdı,” dedi. Cumhuriyetçiler, Walz’un Çin’e yaptığı seyahatler nedeniyle onu Çin Komünist Partisi’ne sempati duyan biri olarak göstermeye çalıştı, fakat Walz, Çin hükümetini ve insan hakları ihlallerini sürekli olarak eleştirdiğini vurguladı.

Göçmenler

Göçmenlik ve ABD sınır güvenliği konusundaki tartışmalar, Trump-Vance cephesinin ABD tarihindeki en büyük toplu sınır dışı etme planını hayata geçirme vaadi etrafında yoğunlaştı. Vance, bu vaadini yineleyerek suç geçmişi olan belgesiz göçmenleri sınır dışı ederek işe başlayacağını belirtti. Ayrıca Biden’ın, Latin Amerika’daki göçün ‘temel nedenlerini’ ele alma çabalarını denetlemekle görevlendirdiği Harris’i, Trump döneminde sınır güvenliğini artıran pek çok idari düzenlemeyi geri alarak ABD’ye ‘fentanil girmesine izin vermekle’ suçladı.

Vance, Harris’in göçmenlik konusundaki sicilini eleştirerek sınır duvarı inşaatının yeniden başlatılması gerektiğini savundu. Fakat Vance, Ohio’daki Springfield’de ‘Kamala Harris’in açık sınır politikası’ sayesinde yasal statü kazanan göçmenlerden bahsedince moderatörler mikrofonunu kapatmak zorunda kaldı. Vance ve Trump’ın Springfield’daki Haitili göçmenlerin komşularının evcil hayvanlarını yediğine dair yayılan yanlış ve ırkçı komplo teorisine atıfta bulunduğu görüldü.

Walz ise Harris’in fentanil ile mücadele çabalarına vurgu yaparak, Trump’ın göçmenlik politikasını eleştirdi ve sınır duvarı inşası için ‘Meksika’dan tek kuruş alınmadığını’ hatırlattı. Yanlış bir şekilde, Biden-Harris yönetimi döneminde sınır geçişlerinin Trump dönemine göre azaldığını belirtti. Ayrıca, Vance’in Harris’in yasa dışı göçmenlerin ülkeye girmesine kasıtlı olarak izin verdiği yönündeki asılsız iddialarını da yalanladı.

Walz, daha önce temel işçiler, Hayalperestler (DACA göçmenleri) ve geçici koruma statüsüne sahip göçmenler için vatandaşlık yolunu açan göçmenlik reformunu desteklemişti. Mart 2023’te, Minnesota’da herhangi bir statüdeki göçmenlerin ehliyet başvurusunda bulunabilmelerini sağlayan bir yasayı imzaladı.

Demokrasinin durumu

Gecenin en hararetli anlarından biri, iki adayın ‘ABD demokrasisinin’ sağlığı ve 2020 seçimlerinin geçerliliği üzerine tartıştığı bölümde yaşandı. Walz, 6 Ocak 2021’deki Kongre baskınını defalarca kınadı ve Harris’i genel anlamda demokrasiyi savunan biri olarak tanıttı. Walz, “Demokrasi sadece seçim kazanmaktan ibaret değildir,” diyerek, Vance’in Amerikan halkına ve demokrasiye değil, Trump’a hizmet edeceği yönünde uyarıda bulundu.

Walz, Vance’e Trump’ın 2020 seçimlerini kaybettiğine inanıp inanmadığını sorduğunda, Vance sorudan kaçındı. Bunun üzerine Walz, “Bu tam bir sorudan kaçınma,” diyerek tepkisini gösterdi.

Vance, Biden yönetiminin, Meta gibi sosyal medya şirketlerine Kovid-19 hakkında yanlış bilgilerin platformlardan kaldırılması için baskı yaptığı iddialarına atıfta bulunarak Harris’i sansür uygulamakla suçladı. Vance, Harris’in bu konuda nasıl bir rol oynadığına dair somut bir örnek vermeden, ‘endüstriyel ölçekte sansür uyguladığını’ ileri sürdü. Ayrıca Trump’ın 6 Ocak ayaklanmasına verdiği desteği, 2020 seçim sonuçlarını tersine çevirmeye dönük çabasını, Demokratların 2016 seçimlerinde Rusya’nın müdahalesiyle ilgili iddialarıyla karşılaştırarak savunmaya çalıştı.

Moderasyon sırasında Vance, uzmanların anayasaya aykırı olduğunu belirttiği ve tüm ABD valilerinin onaylayacağı bir seçim sonucunu reddedip reddetmeyeceği sorusuna doğrudan yanıt vermedi. Bunun yerine tüm seçim meselelerinin ‘barışçıl’ bir şekilde tartışılması gerektiğini söyledi.

AMERİKA

Bölgedeki gerilim ABD başkanlık seçimlerine nasıl yansır?

Yayınlanma

Gideon Rachman, Financial Times

ABD’nin Orta Doğu politikası paramparça olurken, bölgedeki gerilimin başlıca faydalanıcısı Donald Trump olabilir

Geçtiğimiz yıl boyunca Biden yönetimi, ABD’yi içine çekebileceği ya da dünya ekonomisine zarar verebileceği endişesiyle Orta Doğu’da bölgesel bir savaşı önlemek için mücadele etti.

Bu politika artık başarısız olmaya çok yakın. İran bu yıl ikinci kez İsrail’e füze fırlattı ve ABD füzelerin düşürülmesi için İsrail’e yardım etti. ABD ulusal güvenlik danışmanı Jake Sullivan, İran için “ağır sonuçlar” olacağının sözünü verdi ve ABD’nin bunu sağlamak için “İsrail ile birlikte çalışacağını” söyledi. Bu, İran’a karşı ortak bir ABD-İsrail askeri harekatı tehdidine benziyor.

Nisan ayında İsrail, misillemesini İranlıların zımnen kabul edebileceği bir seviyeyle sınırlandırmaya ikna edilmiş ve kısasa kısas dönemi sona ermişti. Bu kez, İran ve İsrail arasındaki karşılıklı yumruklaşmanın daha da tırmanmasının engellenmesi çok daha az olası görünüyor.

İsrail, İran destekli militan gücü Hizbullah’a indirdiği yıkıcı darbelerin ardından Lübnan’a düzenlediği kara harekatıyla bölgesel düşmanlarıyla savaşında ikinci bir cephe açmış oldu. Benjamin Netanyahu hükümeti açıkça düşmanlarının kaçtığını düşünüyor. İslam cumhuriyetine ve belki de korkulan nükleer programına kalıcı zarar vermeyi umarak İran’a sert bir şekilde karşılık vermek isteyebilir.

İranlılar İsrail’in gerilimi tırmandırmasının risklerini kesinlikle anlamıştı ve Tahran’da bazıları İsrail’e bir kez daha füze fırlatarak bir tuzağa düşmekten korkuyor olabilirdi. Ancak İsrail’in Hizbullah’a yönelik saldırılarına (temmuz ayında Hamas lideri İsmail Haniye’nin Tahran’da öldürülmesinin ardından) karşılık vermemek de İran için ciddi bir risk olarak görülecekti.

Savaş ve caydırıcılığın acımasız mantığı, dostlarını savunamayan ya da başkentindeki saldırılara karşılık veremeyen bir gücün zayıf görüneceğini öne sürer. Zayıflık ise potansiyel olarak daha fazla saldırıya davetiye çıkarırken nüfuz ve prestij kaybına da yol açar.

Beyaz Saray, sert söylemlerinin ardında İsrail’i tepkisini ayarlamaya ve İran’ın kendini tekrar saldırmak zorunda hissedeceği kadar sert karşılık vermemeye teşvik ediyor olabilir. Afganistan’dan çekildikten sonra Biden yönetimi Orta Doğu’da yeni bir çatışmaya sürüklenmek istemiyor.

İsrail güçleri zaten Gazze ve Lübnan’da savaşırken, Netanyahu hükümetinin şu anda İran ile doğrudan çatışmayı tırmandırmamak için kendine göre nedenleri olabilir. Ancak İsrailliler çok daha sert bir doğrudan eylemde bulunmaya karar verirlerse, Biden yönetiminin itidal çağrılarını görmezden gelmekten son derece mutlu olduklarını zaten daha önce gösterdiler. Beyaz Saray, İsrail’le birlikte çalışarak İsrail’in vereceği tepkinin gücü ve niteliği üzerinde daha fazla etkide bulunabileceğini umuyor olabilir.

ABD aylardır İsrail’e Hizbullah’a saldırmaması için baskı yapıyordu. İsrail’in geçen ay çatışmaları başlatmasının ardından Biden yönetimi İngiltere, Fransa ve diğerlerine katılarak Lübnan’da derhal ateşkes yapılması çağrısında bulundu. Bu çağrı bir kez daha göz ardı edildi.

Netanyahu hükümetinin en yakın müttefiki ve güvenlik garantörünün isteklerini görmezden gelmeye hazır olması, ABD politikasının kalbindeki bir paradokstan kaynaklanıyor. Biden yönetimi İsrail’i Gazze ve Lübnan’da itidal göstermeye teşvik edebilir ve ediyor da. Ancak aynı zamanda İsrail’i İran ve diğer bölgesel düşmanlarına karşı koruma taahhüdüne atıfta bulunarak İsrail’i her zaman gerilimin tırmanmasının sonuçlarından koruyacaktır.

Sonuç olarak İsrail hükümeti, Biden yönetimine karşı çıkmanın neredeyse risksiz olduğunun farkında. Hatta ABD’yi İran’a karşı askeri gücünü kullanmaya çekmenin bazı faydaları bile olabilir.

Amerika’nın bir kriz anında İsrail’i desteklemeyi reddetme ihtimali -her zaman düşüktür- ABD başkanlık seçimlerine bir aydan biraz daha az bir süre kalmış olması nedeniyle daha da azalıyor. Kamala Harris Gazze konusunda Netanyahu’ya karşı daha sert bir tutum takınmakla flört ediyor. Ama aynı zamanda bu tehlikeli dönemde İsrail’e karşı tam destekçi görünmek isteyecektir. Ayrıca ABD’nin 1979-81 rehine krizine kadar uzanan uzun bir düşmanlık geçmişine sahip olduğu İran’a karşı yumuşak görünme riskini de göze alamaz.

Bununla birlikte, mevcut tehlikeli durum Harris için kötü haber olabilir. Donald Trump, kendi başkanlığı döneminde dünyanın barış içinde olduğunu, ancak Biden yönetiminin “zayıflığının” Avrupa ve Orta Doğu’da savaşlara yol açtığını iddia etmeyi seviyor. Bu son tırmanış onun anlatısına mükemmel bir şekilde uyuyor.

Amerika’da ne zaman bir başkanlık seçimi olsa, oylamaya sadece haftalar kala yarışı tersine çevirecek olası bir “Ekim sürprizi” hakkında spekülasyonlar yapılır. İsrail ve İran bu seçimin “Ekim sürprizini” gerçekleştirdiler ve Trump da bundan yararlanan taraf olabilir.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Opus Dei liderleri Arjantin’de kadınlara yönelik istismar ile suçlanıyor

Yayınlanma

Arjantin’deki federal savcılar, katolik tarikatı Opus Dei’nin üst düzey liderlerini, kadınların sömürülmesini ve kaçakçılığını denetlemekle suçladı.

Financial Times tarafından görülen 136 sayfalık soruşturma talebinde, örgütün “çoğu kız çocuğu ve ergenlik çağındaki en az 44 kadını işe almaya adanmış bir yapı kurduğu” ve bu kadınların daha sonra “kölelikle karşılaştırılabilir yaşam koşullarına maruz bırakıldığı” iddia ediliyor.

1972 ile 2015 yılları arasında tarikata dahil olan kadınlar, Opus Dei üyelerinin sadece kadınlardan oluşan ve hayatlarını örgütün merkezlerinde ev işlerine adayan bir kategorisi olan “asistan rahibeler”di [assistant numerary].

“Asistan rahibeler”ler, tarikata girdikten sonra dini nedenlerle evlenmekten uzak duran ve kendilerini hizmete adayan kadınları anlatıyor.

Savcılık raporu, grubun üst düzey liderlerinin eski üyeler tarafından yöneltilen suçlamalara ilk kez yasal olarak dahil edilmesi anlamına geliyor. Daha önceki davalar, belirli hayır kurumları veya tekil Opus Dei merkezlerini işleten üyeler gibi bağlı sivil kuruluşlarla sınırlı kalmıştı.

Opus Dei, raporda adı geçen üyeleri adına yaptığı açıklamada, “İnsan kaçakçılığı ve emek sömürüsü suçlamalarını kategorik olarak reddediyoruz,” dedi.

Grup, iddiaların “asistan rahibelerin özgürce seçtikleri mesleğin” “tamamen bağlamından koparılmasına” dayandığını belirterek, kadınların çalışmaları karşılığında maaş aldıklarını ve “dinlenme, eğlenme, okuma ve çalışma olanaklarına sahip sıcak bir ortamda” yaşadıklarını sözlerine ekledi.

Fakat bu ciddi iddialar, ABD’deki muhafazakâr siyasi hareketlerle yakın bağları olan katolik grubun iç işleyişi hakkında daha fazla soru işaretine yol açacak.

Savcılık raporu, kadınların istismarının örgütün işleyişinin temelini oluşturduğunu öne sürüyor. Raporda bir mağdurun şu sözlerine yer verilerek, “Biz başkalarının dünyayı değiştirebilmesi için bir temel oluşturduk,” deniyor.

Rapor, düzinelerce kadının Arjantin medyasında Opus Dei’yi alenen istismarla suçlamasının ardından Arjantinli savcıların iki yıl süren soruşturmasının sonucu.

Bu yılın başlarında FT tarafından yürütülen bir soruşturma Avrupa ve ABD’de de benzer iddiaları ortaya çıkarmıştı.

Arjantin’deki ceza davalarında savcılar ilk soruşturmanın ardından bir hakimden soruşturma başlatmasını talep edebiliyor ve bu soruşturma kapsamında sanıklar ifadeye çağrılıyor. Yargıç daha sonra davanın mahkemeye taşınmasına karar veriyor.

Savcıların iddiası 44 kadının ifadesine dayanıyor fakat zaman aşımı gibi yasal kısıtlamalar davanın tek bir şikayetçiye odaklanabileceği anlamına geliyor.

Opus Dei’den yapılan açıklamada, “Bu tür bir adli vakaya ulaşmak acı verici olsa da, üç yıldan fazla bir süredir sadece medyada yer alan benzer suçlamaların ardından, durumun kesin olarak açıklığa kavuşturulması için soruşturmanın gerekli olduğuna inanıyoruz,” denildi.

Savcılar Opus Dei’nin Arjantin’deki üç eski başkanının (Carlos Nannei, Patricio Olmos ve Víctor Urrestarazu) yanı sıra kadınlar bölümüyle ilişkilerden sorumlu bir rahip olan Gabriel Dondo’nun da sorgulanmak üzere çağrılmasını talep etti.

Savcılar, düşük gelirli, kırsal ailelerden gelen kızların işe alınmasını, “aşırı savunmasızlıklarından yararlanan” “aldatıcı bir seçim” olarak detaylandırdı.

Kadınların eğitim ve iş fırsatları vaatleriyle “baştan çıkarıldıklarını”, ancak daha sonra “sömürü ve istismar döngüsüne hapsedildiklerini”, günde 14 saat çalıştıklarını ve neredeyse hiç dinlenmediklerini söylediler.

Savcılar kadınların ücret almadıklarını, bunun yerine örgüte verildiğini, çalışan kadınların tıbbi bakıma ve dış dünyaya erişimlerinin sıkı bir şekilde kontrol edildiğini söylediler.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Wall Street Trump’tan endişeli, Harris’e karşı temkinli

Yayınlanma

Wall Street’in önde gelen sermayedarları, ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın ekonomiye zarar verebileceği endişesiyle ve Kamala Harris’in ‘sol eğilimli politikalarına’ karşı temkinli yaklaşımlarıyla kararsız kalıyor. Ekonomik programlar, yasal ve demokratik kurumlar üzerindeki olası etkiler, finans dünyasının başlıca endişe konuları arasında yer alıyor.

Wall Street’in pek çok önde gelen ismi, ABD başkan adaylarından herhangi birini destekleyip desteklememe konusunda kararsız: Eski Başkan Donald Trump’ın planlarının ekonomiye zarar verebileceğinden endişe duyuyorlar, ancak Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in kazanması halinde olası bir ‘sol eğilime’ karşı da temkinli yaklaşıyorlar.

Bill Ackman, John Paulson ve George Soros’un gibi Wall Street’in etkili isimlerinin bir tarafı seçmiş olmasına rağmen, diğer pek çok kişi ekonomik programları değerlendirmeye devam ediyor.

Son birkaç hafta içinde 20’den fazla şirket yöneticisiyle yapılan görüşmeler, her iki adayın da başa baş gittiği bir seçimde ekonominin yine belirleyici bir konu olabileceğini gösterdi. Aynı zamanda bu yöneticiler, başkanlık seçiminin ABD’nin yasal ve demokratik kurumları üzerindeki etkilerinden endişe duyduklarını belirttiler.

Reuters ajansının görüştüğü birçok isme göre, Trump Wall Street dostu bir politikacı olarak ün yapmış olsa da önerdiği önlemler ekonomik ve siyasi istikrarsızlık riski taşıyor.

Harris daha güvenli bir seçenek olarak görülse de Başkan Joe Biden’ın yarıştan çekildiği temmuz ayında Demokratların ABD başkan adayı oldu ve henüz hakkında çok az şey biliniyor. Birçok kişi başkan yardımcısının, Biden’ın başlattığı kârlı Wall Street işlerine dönük düzenlemeleri sıkılaştırmaya devam edeceğinden endişe duyuyor.

Ajansın konuştuğu yöneticiler arasında Cumhuriyetçi ve Demokrat destekçiler olduğu gibi, Trump ya da Harris’i açıkça destekleyenler ve herhangi bir partiyi tercih etmeyenler de bulunuyor.

Mehlman Consulting’den Bruce Mehlman, “Çoğu kişi Trump’ın halihazırda başlattığı şeyi sürdürmesini bekliyor: kesinlikle daha popülist, korumacı ve keskin bir şekilde deregülasyoncu politikalar,” dedi ve ekledi: “Ancak Harris’i ve fikirlerini daha yakından tanımak için sabırsızlanıyorlar.”

Trump, ilk döneminde yaptığı gibi, vergileri azaltmayı ve düzenlemeleri basitleştirmeyi vaat ediyor. Ancak çoğu yönetici, Cumhuriyetçilerin planladığı ithalat vergilerinin enflasyonu tetikleyebileceğini ve vergi indirimlerinin ABD bütçe açığını artırabileceğini söyledi.

Trump’ın kampanya ekibinin sözcüsü Karoline Leavitt, Wall Street yatırımcılarının Trump’ın kazanmasını istediklerini, çünkü onun politikalarının büyümeyi teşvik ettiğini, enflasyonu düşürdüğünü ve herkesin daha fazla paraya sahip olmasına katkıda bulunduğunu hatırladıklarını söyledi.

Milyarder yatırımcı ve Trump destekçisi Paulson, eylül ayında New York’ta Trump’ın ekonomik planını açıkladığı bir etkinlik sırasında Reuters‘a verdiği demeçte, ithalata uygulanacak gümrük vergilerinin Hazine’nin gelirini artırarak açığın azaltılmasına yardımcı olacağını belirtti.

Analistlerin ekonomi üzerinde daha iyi bir etkiye sahip olacağını tahmin ettiği Harris’in planı vergi artışlarını içeriyor. Bu durum açıkça şirket kârları ve hisse senetleri üzerinde baskı yaratacak, ancak aynı zamanda beklenen bütçe açığı artışını kısmen telafi edecek. Demokrat aday maliye politikası hakkında çok az şey söyledi, ancak bankaların yaptıklarını yanlarına bırakmayacağını ve Biden’ın gizli banka ücretleri konusunda başlattığı mücadeleyi sürdüreceğini açıkladı.

Harris’in sözcüsü Reuters‘a yaptığı açıklamada, yüzlerce ekonomist ve iş dünyası liderinin Harris’in fikirlerini desteklediğini belirtti.

Ajansa e-posta gönderen milyarder girişimci ve Harris destekçisi Mark Cuban, şirketlerin ödediği vergiler arttığında hisse senetlerinin yükseldiğini belirterek, “Açığın azaltılmasına yönelik her adım bir artıdır,” dedi. Ancak Cuban, her iki adayın da tutamayacakları sözler verdiğini söyleyerek “Her iki adayın programında da bunun nasıl uygulanacağına dair ayrıntılar yok,” diye konuştu.

Pek çok firma için Harris’in Beyaz Saray’a liderlik ettiği ve Cumhuriyetçilerin Senato’yu kontrol ettiği, vergi artışlarını engelleyen ve Harris’i kilit pozisyonlara ılımlı yetkililer getirmeye zorlayan bir durum en iyi seçenek olarak görülüyor.

OpenSecrets verilerine göre, 21 Ağustos itibarıyla, menkul kıymetler ve yatırım sektörleriyle bağlantılı bağışçılar Biden ve Harris’in kampanyalarına 8,7 milyon dolar aktarırken, Trump’ın genel merkezi yaklaşık 3 milyon dolar aldı.

Kredi verenleri ve yatırımcıları temsil eden bir Washington lobi grubu olan Yapılandırılmış Finans Derneği’nin başkanı Michael Bright, “Finansal hizmetler seçmenlerinin sempatilerinin yaklaşık olarak eşit şekilde bölündüğünü söyleyebilirim,” ifadelerini kullandı. Trump, Bright’ı 2018’de Cinni Mey toplu konut kurumundaki bir yönetim görevi için aday göstermişti.

ABD yönetiminde bakanlık ve diğer kilit pozisyonlar için insan seçme prensibi de Wall Street’i endişelendiriyor.

Başkan yardımcısının 2020 kampanyasının finansmanını yöneten C Street Advisory Group CEO’su John Hines, “Harris pratik ve pragmatik biri,” diye konuştu ve Harris’in iş dünyasında şeffaflığı sağlayan mantıklı düzenlemelere olumlu yaklaştığını sözlerine ekledi.

Tüketici Bankacıları Birliği CEO’su Lindsey Johnson, “(Trump) finans sektöründe çok sayıda deneyimi olan ve geçen sefer yönetimde çalışmış olan çok sayıda kişiden bir ekip seçebilir,” yorumunu yaptı.

Harris-Trump münazarası: Kim ne dedi?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English