Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

ABD temiz enerjiye devlet teşviği veriyor, peki AB?

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Ukrayna ihtilafı nedeniyle Rusya’dan enerji tedarikini büyük ölçüde kısan Avrupa, şimdi de kadim dostu ABD’nin mevzuat değişiklikleriyle “haksız rekabete” başvurmasıyla karşı karşıya. Washington’un Avrupa ve Çin’i hedef alan tedbirleri, DTÖ mevzuatını açık açık çiğnese de bu pek gözetilmiyor. Aşağıda, İtalya’daki Torino Üniversitesi’nden iktisat profesörü ve Paris’teki Institut de Recherches Economiques et Fiscales’in (IREF) araştırma direktörü Enrico Colombatto’nun Avrupa’nın ABD’ye karşı alacağı tedbirlerin neler olabileceği ve bunların niteliğine dair bir değerlendirmesi mevcut.


ABD temiz enerjiye devlet teşviği veriyor, peki AB?

Enrico Colombatto — GIS Reports

22 Şubat 2023

Amerika’nın temiz enerji sektörünü avantajlı hale getirme çabaları Avrupa’yı zora sokabilir ama Brüksel’in buna karşılık vermek için etkili olacak çok az seçeneği var.

Geçtiğimiz ağustos ayında ABD Başkanı Joe Biden, ilaçlarda tüketici fiyatlarını düşürmeye ve temiz enerji endüstrisine sübvansiyon sağlamaya yönelik vergi ve harcama paketini imzaladı. “Enflasyonu Azaltma Yasası” (IRA), içinde bulunduğumuz on yıl boyunca projeleri finanse edecek ve tamamen 739 milyar dolar tutarındaki yüksek vergi gelirlerine dayanıyor.

Sağlık sektörüne yaklaşık 64 milyar dolar ve “enerji güvenliği ve iklim değişikliği” ile ilgili sektörlere 369 milyar dolar ayrılıyor. Sektör geniş bir şekilde tanımlanıyor; örneğin kaynakların çoğu, “enerji arzını” finanse edecek olsa da milyarlarca dolar daha konut ve tarıma gidecek.

Geriye kalan 306 milyar dolar da bütçe açığının azaltılmasına ayrılıyor. Borcun para basımı ve nihayetinde enflasyon yoluyla finanse edildiği hesaba katıldığında bu 306 milyar dolar enflasyonla mücadeleye yapılan sözde bir katkı. Bu miktar, ABD’nin mevcut para tabanının yüzde 6’sından azını, mevcut kamu borcunun yüzde 1’inden azını ve sadece 2022’de kaydedilen bütçe açığının beşte birini temsil ediyor.

Tüm bu hengameye rağmen Amerikan ekonomisinin büyüklüğü göz önüne alındığında IRA’in çok da hayrete düşürecek boyutta olduğu söylenemez. Ana hedefleri, Amerikan seçmenini Kasım 2022 seçimlerinde Demokrat adayları desteklemeye ikna etmek ve yönetimin artan kamu harcamalarına rağmen enflasyonu kontrol altına almak için vergi mükelleflerine sahiden de baskı yaptığına ispatlamak gibi görünüyor.

AB’nin tepkisi

Fakat Avrupa Birliği iş dünyası tasarıdan pek memnun kalmadı ve IRA’in Amerikan enerji sektörüne yönelik sübvansiyonlarını haksız rekabet olarak gördü. Avrupalıların hayal kırıklığı, IRA’in bir kısmının Atlantik ötesi ticaret akışında yeni engeller yaratacağı ortaya çıkınca daha da arttı. Yasa, ABD’de ya da serbest ticaret ortaklarında üretilen [ve ABD’de çıkarılan nadir toprak elementlerini kullanan] temiz enerji bileşenlerine sahip mallar için önemli vergi kredileri getiriyor. Beklendiği üzere ABD Hazine Bakanı Janet Yellen, kısa bir süre önce yönetimin Çin, Japonya veya AB ile mevcut ticaret anlaşmalarını sübvansiyonlar için uygun görmediğini doğrulamıştı.

IRA’in üret ve Amerikan malı al girişiminin mevcut Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) anlaşmalarının lafzını ihlal edip etmediği belirsiz. Örneğin nitelikli bir vergi kredisinin işlevsel olarak tarife dışı bir engel olduğu ve dolayısıyla yabancı ihracatçılara zarar verdiği iddia edilebilir. Ancak IRA’in bu kuralların özünü çiğnediği kesin olsa da kimsenin DTÖ’yü devreye sokma zahmetine girmediğini de belirtmeden geçemeyiz. AB için daha da endişe verici olan önümüzdeki on yıl boyunca temiz enerji endüstrisinin devasa yatırımlar yapacak olması ve şirketlerin üretim tesislerini nereye kuracaklarına karar verirken devlet sübvansiyonlarının önemli bir rol oynayacak olması.

Zayıf taraf

AB, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in taahhüt ettiği üzere “orantılı” bir karşılık vermekte haklı mı? Ve bu çabaya değer mi? Bu açıdan bakıldığında AB, üç önemli dezavantajın yükü altında bir mücadeleye başlayacak: Enerji maliyeti, düzenleme maliyeti ve Brüksel’in masaya koyabileceği nispeten sınırlı bütçeler.

Avrupa’da enerji fiyatları yüksek ve son derece oynak. Örneğin 2014’ün ocak ayında milyon İngiliz termal birimi başına doğalgaz maliyeti, Avrupa’da 11,59 dolar, ABD’de ise 4,70 dolardı. Aynı rakam 2022’nin ocak ayında Avrupa 28,26 dolar, ABD’de 4,33 dolar; 2022’nin ağustos ayında ise sırasıyla 70,04 dolar ve 8,79 dolardı. Kısacası asıl mesele enerji yoğun işletmelerin neden Avrupa’dan uzaklaşmak istedikleri değil, nereye taşınacakları.

AB düzenlemeleri de ağır ve biraz da öngörülemez durumda. Kuşkusuz Amerikan bürokratik mekanizması da hantal, fakat büyük bir şirket, her biri parçalanmış iç politikalara ve çeşitlenmiş çıkarlara sahip çok sayıda yerel güç merkezini [AB üye ülkeleri] içeren bir karar alma sürecinin aksine iki homojen, disiplinli partinin ve tek bir federal hükümetin hâkim olduğu bir politika oluşturma sisteminde hareket etmeyi daha basit bulur.

AB’nin uzun vadeli planlamalarının etkisi şüpheli bir egzersiz haline gelmesi şaşırtıcı değil. Son olarak AB’nin temiz enerji sübvansiyonları silahlanma yarışına sokabileceği [ya da sokmakla tehdit edebileceği] kaynaklar Amerikan cephaneliğiyle boy ölçüşemez. AB üyesi ülkelerde vergilendirme zaten yüksek ve Brüksel’in bütçesi Washington’unkine kıyasen çok küçük. 2021’de AB’nin toplam bütçesi 165 milyar euroydu; ABD Kongresi’nin IRA kapsamında yenilenebilir enerji endüstrisine vereceğinin yarısı ve tüm federal bütçenin yüzde 2,5’inden daha azı.

Enflasyonu Azaltma Yasası, elektrikli araçlardan konut ve tarıma kadar uzanan geniş bir yelpazede “enerji güvenliği ve iklim değişikliği” için yaklaşık 400 milyar dolarlık harcama içeriyor.

Senaryolar

Brüksel’in alternatifleri neler ve hangi senaryolar olası? Burada üç faktör öne çıkıyor. ABD’nin son hamlesi nispeten mütevazı olsa da dünyadaki, devletin ekonomideki rolünün giderek artması lehine serbest piyasa ilkelerini reddeden mevcut eğilimle tutarlı. Amerikalılar ve Avrupalılar, düzenlemenin harcamaya karşı yeri konusunda farklılık gösterebilirler ama özel mülkiyet, sözleşme özgürlüğü ve girişimciliğe karşı benzer bir düşmanlık sergiliyorlar. Gerilimin serbest piyasa ilkelerine başvurarak yatıştırılması pek mümkün değil ve AB de yakın zamanda bu yola girmeyecek.

İkincisi, bazı yorumcular haklı olarak IRA’in başat amacının Avrupa ile rekabeti ortadan kaldırmak ya da yurt dışından yeni yatırımlar çekmek olmadığına işaret ettiler. Bundan ziyade ABD’yi Çin teknolojisinden ve Amerikan yerli madencilik endüstrisinin ihmal ettiği bazı hammaddelerden bağımsız hale getirmeyi amaçlıyor. Bu açıdan bakıldığında yasa, Amerika’nın ihtiyaç duyduğu kaynakların geliştirilmesi için yerli maden endüstrisini teşvik etmeyi amaçlıyor. Avrupa’nın bu konuda yapabileceği şeyler çok sınırlı.

Üçüncüsü Avrupa, önde gelen ortağı Washington Atlantik’in her iki yakasını da etkileyen politikalar üretirken sıklıkla göz ardı edildiğinin farkında. Brüksel büyük şirketleri rahatsız etme konusunda lider, ancak bu çabaları yoğunlaştırmak — ve özellikle Amerikan şirketlerini hedef almak — istenen sonuçları vermeyecek.

Son olarak ABD ve AB’nin IRA’in yarattığı gerilimleri, serbest ticaret anlaşmasının özünü ince biçimde ayarlamak için ikili müzakereler yoluyla çözmesi muhtemel. Bu müzakereler, Çin’i dışarıda tutacak ve AB’ye vaziyeti kurtaran bir seçenek sunacak yeni bir anlaşma da getirebilir: Ya bazı Avrupalı şirketler sonunda IRA sübvansiyonlarına hak kazanabilecek ya da Brüksel, Washington’un belki şikâyet edeceği ancak misilleme yapmayacağı sınırlı finansmanla yeni bir düzenleyici paket sunma konusunda yeşil ışık alacak.

Avrupa’nın tercihi, Komisyon’un zayıflıklarını ne ölçüde kabul ettiğine ve Brüksel’in Berlin ve Paris ile hangi koşullarda koordine olup onlardan destek alabileceğine bağlı. Elbette Avrupalılar seçim yapmayı reddederek gölün öbür tarafından gelecek, durumu kurtaracak bir teklif bekleyebilir ve nihayetinde bunu kabul edebilirler. Esasında bu en olası senaryo gibi. Washington doğru zamanda hücum etti: Avrupa’da iç ekonomik ve siyasi gerilimler [göç, Ukrayna’daki savaş, bazı kilit ülkelerin zayıf ekonomik performansı], liderlik eksikliği ve ciddi bütçe sorunları var. Ayrıca Amerikan iş dünyasının ve Washington’un güvenlik kaygısının Avrupa’dan ve onun endüstriyel stratejilerinden korkacak pek bir şeyi yok.

ABD’nin temiz enerji paketi, uzun vadeli olan, fırsat verildiğinde büyük şirketlerin Avrupa’da yatırım yapmamayı tercih ettiği ve başka bir yere taşınmaktan hoşnut olduğu dinamiğini değiştirmeyecek. Bu şirketleri AB’de kalmaya veya açılmaya teşvik eden tek unsur, küresel ihracatçılar için Eski Kıta’ya ulaşımı zorlaştıran mevzuat.

Bu da Avrupa’nın IRA’e vereceği yanıtın neden mütevazı olacağını açıklıyor: Brüksel tek başına açık korumacılık tehdidinde bulunabilir ki bu da aptalca ve ters etki yaratacak bir tehdit olur. Muhtemelen parayı cebe indirip yurt dışında yatırım yapmaya devam edecek olan Avrupalı “şampiyonların” mutabakatını sağlamaya dönük mütevazı şekilde finanse edilmiş bir programla yetinecek.

DÜNYA BASINI

Barzani’nin Tahran ziyaretinin perde arkası

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağınız Amwaj.media’da yayınlanan haber-analiz, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) lideri Neçirvan Barzani’nin iki günlük Tahran ziyaretinin arka planına odaklanıyor.  

***

Barzani seçimlerin ertelenmesi için İran’ın desteğini aldı mı?

Haber: Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Neçirvan Barzani üst düzey İranlı yetkililerle görüşmek üzere Tahran’a gitti. Ziyaret, Barzani’nin Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ile rakibi Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) arasında kısmen, yaklaşan IKBY Parlamentosu seçimleri nedeniyle büyüyen çatlağın ortasında gerçekleşti.

Barzani’nin, İran ile yakın ilişkileri olan KYB’nin itirazlarına rağmen, bölgesel seçimlerin ertelenmesi için Tahran’dan destek istediği söyleniyor. Görüşmelerde ayrıca İranlı Kürt muhalif grupların Kuzey Irak’taki varlığının yanı sıra İsrail ve Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarının da ele alındığı bildiriliyor.

Barzani ve beraberindeki heyet 5-6 Mayıs tarihlerinde Dini Lider Ayetullah Ali Hamaney, Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf, Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ve Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Ali Ekber Ahmadian ile bir araya geldi.

  • Barzani’nin sözcüsü ziyaretin amacının “Kürdistan bölgesinin komşularının çıkarları için bir tehdit olmayacağını” teyit etmek olduğunu söyledi. Resmî açıklamada ayrıca görüşmelerin “İran, Irak ve IKBY arasındaki ikili ilişkileri ve işbirliğini güçlendirmeyi” amaçladığı ve bölgesel siyasi gelişmelerle de ilgili olacağı vurgulandı.
  • Gözlemciler bu ziyaretin kısmen, Tahran tarafından önemli bir bölgesel jeo-stratejik rakip olarak görülen Türkiye ile Erbil’in giderek yakınlaşan ilişkisine dair İran’ın endişelerini gidermeyi amaçladığını da öne sürdü.

Görüşmelerle ilgili çok az ayrıntı basına yansımış olsa da İran Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan açıklamada, Kuzey Irak’taki İran muhalifi gruplar ve İsrail’in İran sınırlarına yakın olduğu iddiası da dahil güvenlik konularına odaklanıldığını gösterdi.

  • Reisi’nin Bağdat ve Erbil’i Mart 2023’te İran ve Irak arasında imzalanan güvenlik anlaşmasını tam olarak uygulamaya çağırdığı ve “Irak topraklarında karşı devrimci unsurların tamamen silahsızlandırılması ve yok edilmesi” için çalışmanın “gerekliliğini” vurguladığı belirtildi.
  • İran Cumhurbaşkanı ticaretin geliştirilmesine açık olduklarını ifade ederken, “güvenliğin her türlü işbirliği ve etkileşimin genişletilmesinin temel dayanağı olduğunu” belirtti.
  • Haberde Barzani’nin şu sözlerine yer verildi: “İran bizim için sadece bir komşu değil. Eğer İslam Devrimi ve İslam Cumhuriyeti olmasaydı, bugün Kürt hareketinin akıbetinin ne olacağı bilinemezdi.” Barzani, “İran’dan beklentimiz Irak’taki sorunların çözümünde yanımızda olmaya devam etmesidir” diye ekledi.
  • IKBY Başkanı’nın ayrıca “Hiçbir sağduyu, bugün en çok kınanması gereken pozisyondaki bir rejimle ilişkileri, güçlü ve dost bir ülkeye tercih etmemize izin vermez” dediği belirtildi. Barzani ayrıca ikili güvenlik anlaşmasını tam olarak uygulama taahhüdünü de dile getirdi. Bu sözler bazı gözlemciler tarafından, İran’ın uzun süredir sürgündeki İranlı Kürt muhalif gruplarla işbirliği de dahil IKBY’de faaliyet gösterdiğini iddia ettiği İsrail’e bir gönderme olarak yorumlandı .

Tahran’ın KDP’nin IKBY’de yaklaşan bölgesel parlamento seçimlerini erteleme çabasını desteklemeyi ve KYB’ye böyle bir planı kabul etmesi için baskı yapmayı kabul ettiği bildiriliyor.

Kürt medya kuruluşu Ava, 2 Mayıs’ta KYB’ye İranlı bir heyet tarafından Kürdistan Parlamentosu seçimlerinin KDP’nin katılımı olmadan yapılamayacağının söylendiğini iddia etti. Amwaj.media bu iddiayı bağımsız olarak doğrulayamadı.

Bağlam/analiz: Irak Federal Yüksek Mahkemesi’nin 21 Şubat’ta Kürt özerkliğine zarar verdiği düşünülen bazı kararlar almasına tepki gösteren KDP, yaklaşan bölgesel seçimlere katılmayacağını açıkladı. Seçimlerin 10 Haziran’da yapılması planlanıyordu ancak Erbil merkezli parti geçen haftalarda seçimlerin ertelenmesini talep etti. KYB lideri Bafel Talabani ve diğer Kürt partileri herhangi bir ertelemeye şiddetle karşı çıktı.

  • IKBY Başkanı’nın Tahran ziyareti, iktidardaki Şii Koordinasyon Çerçevesi’nin önde gelen liderleriyle bir araya gelmesinden sadece birkaç gün sonra gerçekleşti. Barzani, Irak’ın eski başbakanları Nuri el-Maliki (2006-14) ve Haydar el-İbadi’nin (2014-18) yanı sıra Hikmet Hareketi lideri Ammar el-Hekim ile de görüştü. Barzani ayrıca görevdeki Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani (2022-) ile de görüştü.
  • Barzani’nin yaklaşan seçimlerin ertelenmesi için Şii partilerden destek aldığı bildiriliyor. Ayrıca Maliki’nin, üst düzey KDP yetkilisinin Tahran ziyaretini kolaylaştırdığı belirtiliyor.

Barzani’nin Şii liderlerle yaptığı görüşmelerde Bağdat’ın, IKBY’de saldırılar düzenlediğinden şüphelenilen silahlı grupları kontrol altına alacağına dair güvence istediği bildirildi.

  • 26 Nisan’da Kor Mor gaz sahasına düzenlenen insansız hava aracı saldırısı, dört Yemenli işçinin ölümüne neden oldu ve üretim bir hafta boyunca durdu. Sahada günde ortalama 452 milyon fit küp gaz üretiliyor ve bu üretim IKBY’nin elektrik ihtiyacının karşılanması için kritik önem taşıyor.
  • 26 Nisan’daki insansız hava aracı saldırısının sorumluluğunu hiçbir grup üstlenmese de saldırının Şii bir silahlı grup tarafından gerçekleştirildiğinden şüpheleniliyor. Geçmişte bu tür olaylar, Bağdat ve Erbil’in bölgedeki hava güvenliğinden kimin sorumlu olduğu noktasında karşılıklı suçlamalarda bulunmasına yol açmıştı.
  • İran tarafından desteklendiğine inanılan silahlı grupların yanı sıra İslam Cumhuriyeti de son yıllarda IKYB topraklarına doğrudan saldırdı. Son olarak Devrim Muhafızları 15 Ocak’ta İsrail’in Mossad ajanları tarafından kullanıldığını iddia ettiği Erbil’deki hedeflere balistik bir füze fırlattı. Füze saldırısında aralarında önde gelen bir Kürt işadamının da bulunduğu çok sayıda kişi öldü. Iraklı Kürt yetkililer Tahran’ın iddialarını reddetti.

Ayrıca Barzani’nin Bağdat ve Tahran ziyaretleri, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın kısa süre önce Irak’a yaptığı önemli ziyaretin ardından geldi.

  • Recep Tayyip Erdoğan’ın 22 Nisan’da Bağdat ve Erbil’e yaptığı ziyaret 13 yıl aradan sonra gerçekleşen ilk ziyaretti ve Türkiye’nin Irak’taki çıkarlarını güçlendirmeye odaklanıyordu.
  • Bu nadir ziyaret kapsamında Irak, Katar, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında Türkiye’yi Körfez Arap ülkelerine bağlamayı amaçlayan büyük bir transit girişim olan ‘Kalkınma Yolu’nun inşası için bir ön anlaşma imzalandı. Dörtlü anlaşmada İran’ın yer almaması dikkat çekti.

Öngörü: Eğer Barzani gerçekten de Bağdat ve Tahran’dan yaklaşan bölgesel seçimlerin ertelenmesi için destek almışsa, KYB muhtemelen bunu kabul etmek zorunda kalacak. KDP’nin manevralarının sonucunu, önümüzdeki günlerde resmen açıklaması bekleniyor.

  • KDP’nin tam bir ilerleme kaydedebilmesi için KYB ile müzakereleri sürdürmesi ve muhtemelen Süleymaniye merkezli partiye bazı tavizler vermesi gerekiyor. Böyle bir sürecin hem Bağdat’ı hem de Tahran’ı kapsayacak olması çok önemli.
  • Bölgesel seçimlerin ertelenmesini desteklemesi halinde İran muhtemelen IKBY’deki İranlı Kürt muhalif gruplara karşı Erbil’in işbirliğini güçlendirmeye çalışacaktır.
  • Tahran’la daha sıcak bağlar kurmak, Erbil’in Bağdat’la arasındaki, IKBY’de federal bütçeden ayrılan pay ve Bağdat’ın IKBY’deki maaşları ödeme taahhüdü gibi bazı anlaşmazlıkları çözmesine de yardımcı olabilir.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

ABD’de üniversite protestoları ve ‘CEO’ olarak rektörler

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: ABD kampüslerinde Filistin yanlısı öğrencilere yönelik polis saldırıları sürerken, Branko Milanovic, bildiğimiz anlamda üniversitelerin artık mevcut olmadığını; insanlık, empati, saygı gibi değerlerin yerini kaba şirket çıkarlarının aldığını; Amerikan üniversitelerinin fabrikaya, yöneticilerinin de CEO veya yönetim kuruluna dönüştüğünü yazıyor. Bu şartlar altında her tür ‘grev’ veya ‘iş yavaşlatma’, tedarik zincirlerine bir darbe sayılıp ezilecektir.


Fabrika olarak üniversiteler

Branko Milanovic
Global Inequality and More 3.0
4 Mayıs 2024

Polisin üniversiteleri gösteri yapan öğrencilerden temizlediği pek çok örnek gördüm ve okudum. Polis, öğrencilerin yarattığı özgürlük vahalarından memnun olmayan yetkililerin emriyle gelirdi. Silahlı olarak gelir, öğrencileri döver ve protestoya son verirdi. Üniversite yönetimi öğrencilerin yanında yer alır, ‘üniversitenin özerkliği’ni (yani polisten muaf olma hakkını) öne sürer, istifa eder ya da görevden alınırdı. Bu olağan bir durumdur.

ABD’deki mevcut ifade özgürlüğü gösterileri dalgasının benim için yeniliği, öğrencilere saldırması için polisi çağıranların üniversite yöneticileri olmasıydı. New York’ta yaşanan en az bir olayda, polis neden çağrıldıklarına şaşırmış ve bunun ters etki yarattığını düşünmüştü. Yöneticilerin bu tutumunun, yöneticilerin kampüslerde düzeni sağlamak üzere iktidarlar tarafından atanabildiği otoriter ülkelerde ortaya çıkabileceği anlaşılabilir. Bu durumda, itaatkâr devlet memurları olarak, polisi çağırma yetkisine nadiren sahip olsalar da, ‘temizlik’ faaliyetlerinde polisi destekleyecekleri açıktır.  

Fakat ABD’de üniversite yöneticileri Biden ya da Kongre tarafından atanmıyor. O zaman neden kendi öğrencilerine saldırsınlar ki? Onlar gençleri dövmeyi seven kötü kişiler mi?

Cevabım, hayır. Öyle değiller. Sadece yanlış bir iş yapıyorlar. Rollerini geleneksel olarak üniversitelerin rolü olan özgürlük, ahlak, merhamet, kendini feda etme, empati ya da arzu edildiği düşünülen diğer değerleri genç nesillere aktarmaya çalışmak olarak görmüyorlar. Bugünkü rolleri, üniversite adı verilen fabrikaların CEO’ları olmaktır. Bu fabrikalar, öğrenci adı verilen ve düzenli yıllık aralıklarla mezunlara dönüştürdükleri bir hammaddeye sahiptir. Dolayısıyla bu üretim sürecindeki herhangi bir aksaklık, tedarik zincirindeki bir aksaklık gibidir. Üretimin devam edebilmesi için mümkün olan en kısa sürede ortadan kaldırılması gerekir. Mezun olan öğrenciler ‘[dışarı] çıkarılmalı’, yeni öğrenciler getirilmeli, onlardan gelen paralar cebe indirilmeli, bağışçılar bulunmalı, daha fazla fon sağlanmalıdır. Öğrenciler sürece müdahale ederlerse, gerekirse güç kullanılarak disipline edilmeleri gerekir. Düzenin yeniden sağlanması için polis devreye sokulmalıdır.

Yöneticiler değerlerle değil, kârlılıkla ilgilenmektedir. Yaptıkları iş Walmart, CVS ya da Burger King’in CEO’su ile eşdeğerdir. The Atlantic’te yakın zamanda yayınlanan bir makalede anlatıldığı gibi, değerlerden ya da ‘entelektüel açıdan zorlayıcı bir ortamdan’ ya da ‘canlı tartışmalardan’ (ya da her neyse!) söz etmeyi, günümüzde şirketlerin üst düzey yöneticilerinin her zamanki promosyon amaçlı, performatif konuşmaları olarak kullanacaklardır. Kimse bu tür konuşmalara inanmıyor değil. Fakat bu tür konuşmalar yapmak son derece olağan. Bu yaygın olarak kabul gören bir ikiyüzlülüktür. Sorun şu ki, üniversitelerde bu düzeyde bir ikiyüzlülük hâlâ çok yaygın değil çünkü tarihsel nedenlerden ötürü üniversiteler tam olarak sosis fabrikaları gibi görülmüyordu. Daha iyi insanlar yetiştirmeleri gerekiyordu. Fakat gelir ve bağışçıların parası için verilen mücadelede bu unutuldu. Bu nedenle sosis fabrikası duramıyor ve polis çağırmak gerekiyor.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İsrail ile ticareti kesme kararı can yakabilir: “Bölge hükümetleri yardımcı olmalı”

Yayınlanma

İsrail ile ticareti geçen ay sınırlayan Türkiye, iki gün önce ticareti tamamen kesme kararı aldı. Ticaret Bakanlığı 3 Mayıs’ta “İsrail hükümeti, Gazze’ye kesintisiz ve yeterli miktarda insani yardım akışına izin verinceye kadar” İsrail ile ihracat ve ithalatın tamamen durdurulduğunu açıkladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan kararla ilgili açıklamasında, “Tüm batı İsrail’e çalışıyor. Biz daha sabredemezdik ve adımlarımızı attık” dedi.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız haber, Türkiye’nin bu adımının İsrail ve Türkiye’ye ne gibi etkileri olabileceğini uzman yorumlarıyla değerlendiriyor:

***

Erdoğan Netanyahu’ya karşı: Bu işin sonu nereye varacak?

Türkiye Gazze nedeniyle İsrail ile ticareti kesti. Bu can yakabilir.

GIORGIO CAFIERO

Türkiye kısa bir süre önce Gazze’de “kötüleşen insani trajedi” nedeniyle İsrail ile ticareti askıya aldı.

Ankara, İsrail’in Gazze’ye “kesintisiz ve yeterli” yardım akışına izin vermesi halinde ticareti yeniden başlatacağını açıkladı. Tahmin edilebileceği gibi İsrail’in baş diplomatı Israel Katz, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı “Türk halkının ve iş adamlarının çıkarlarını hiçe sayarak ve uluslararası ticaret anlaşmalarını göz ardı ederek” bir “diktatör” gibi davranmakla suçladı. Hamas ise şaşırtıcı olmayan bir şekilde Türkiye’yi övdü.

Türkiye ile İsrail arasındaki gerilim, 2009 Davos Zirvesi ve 2010 Gazze filosu baskını gibi son yıllarda yaşanan çeşitli olaylarda arttı. Ancak bugüne kadar Türkiye-İsrail ekonomik ilişkileri bu fırtınaları hep atlattı. Bu nedenle Türkiye’nin bu ay İsrail ile ticareti durdurması büyük bir olay.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasya’dan sorumlu eski Müsteşar Yardımcısı Matthew Bryza RS’ye yaptığı açıklamada, “İsrail’in Gazze’de sivillere yönelik saldırılarına, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eleştirilerini sertleştirdiği geçen yılın Ekim ayının ortalarından bu yana iki ülke ilişkilerinde olumlu seyreden tek unsur ticaretti. Türkiye’nin İsrail’le tüm ticareti kesmesiyle birlikte bu olumlu unsur da ortadan kalktı” dedi.

“Erdoğan’ın İsrail’le ilişkilere bütüncül bir yaklaşım getirerek geleneğini bozduğu görülüyor” diyen Sadeq Enstitüsü’nde Türkiye üzerine uzmanlaşan siyasi analist Batu Coşkun şu noktaya dikkat çekti: “Daha önceki krizlerde ticari ilişkiler, gergin siyasi bağlardan ayrı tutulmuştu. Şimdi ise hükümet tüm cephelerde gerilimin tırmanmasından endişe duymuyor gibi görünüyor.”

Hasan Kalyoncu Üniversitesi öğretim üyesi ve SETA Vakfı araştırmacısı Murat Aslan’a göre, İsrail üzerindeki baskıyı artırmak isteyen Türkiye’nin ticareti askıya almanın ötesinde oynayabileceği kartlar var. Bunlar arasında diğer ülkeleri İsrail’e ambargo uygulama konusunda Türkiye’ye katılmaya teşvik etmek ve Türk hava sahasını İsrail uçuşlarına kapatmak yer alıyor. Aslan, “Türkiye’nin bu adımları atıp atmayacağını bekleyip görmemiz gerekiyor, ancak birçok seçenek olduğunu biliyorum” dedi.

İç baskılar ve artan gerilim

Türkiye’nin iç siyaseti de göz önünde bulundurulmalı. Gazze savaşının erken bir aşamasında Türk toplumunun bazı kesimleri Erdoğan hükümetine, Tel Aviv’e karşı sert söylemlerin ötesinde somut adımlar atması için baskı yapmaya başladı. Birkaç hafta önce Türkiye, İsrail ile çelik, gübre ve jet yakıtı dahil 54 alanda ticareti kısıtladı.

Geçen ayki yerel seçimler öncesinde İsrail ile tüm ticaretin kesilmesi yönünde çağrılar yapıldı ve bu çağrılar Erdoğan’ın seçmenlerinin çoğunda yankı buldu. Sonuç olarak, Erdoğan’ın geleneksel destekçilerinin önemli bir kısmı ya oy vermeyi reddetti ya da hükümetin Gazze savaşı sırasında İsrail’le ticaretin devam etmesine izin veren politikasına karşı çıkarak kampanya yürüten İslamcı bir parti olan Yeniden Refah Partisi’ni destekledi.

Coşkun’a göre, Türkiye’nin İsrail’le ticaretini durdurma kararı alan Erdoğan, “popülaritesini korumak için tepki veriyor gibi görünüyor. Bu, Cumhurbaşkanının muhtemelen söylemini sertleştirmeye devam edeceği anlamına geliyor ki bu da İsrail ile ilişkilerde daha fazla gerilim demek.”

Ekonomik etki

İsrail uzun zamandır Türkiye ile güçlü ticari ve yatırım ilişkileri sürdürüyor. 2023 yılında, ikili ticaret yaklaşık olarak 7 milyar ABD doları civarındaydı. Bir Türk holdingi olan Zorlu Holding, İsrail ekonomisinde büyük bir yatırımcı ve Türk inşaat şirketleri yıllar boyunca İsrail’de büyük paralar kazandı. Ankara’nın ticareti durdurma kararı nedeniyle İsrail’de inşaat maliyetlerinin artacağı ve enflasyonist etkilerin ortaya çıkacağı varsayılabilir.

Ancak Türkiye’nin ambargosunun İsrail ekonomisine ne kadar zarar vereceği ve bu zararın ne kadar süreceği şimdilik net değil. Ülkeler ticari ilişkileri kesintiye uğradığında ya da yaptırım uygulandığında uyum sağlayabilirler. Rusya’nın 2022’de Ukrayna’yı geniş çaplı işgaline karşılık Batı’nın Moskova’ya karşı finansal savaş açmasının ardından Rusya’nın ticaret yollarını ve tedarik zincirlerini ayarlaması buna bir örnek. Benzer şekilde, İsrailli politika yapıcılar da şu anda ekonomilerine ne gibi zararlar gelebileceğini ve Türkiye’nin ambargosunun etkilerini nasıl telafi edeceklerini değerlendirmekle meşguller.

Ayrıca Türkiye’nin ekonomisi de darbe alacak. Ankara’nın ambargoyu daha önce uygulamamasının en önemli nedenlerinden biri de buydu. Türkiye’deki siyasi yelpazede Filistinlilere yönelik yaygın bir destek var, ancak Gazze’yi desteklemek için ne kadar bedel ödenmesi gerektiği konusu da tartışmalı.

Katar Üniversitesi İbn Haldun Merkezi’nde yardımcı doçent ve Atlantik Konseyi Scowcroft Orta Doğu Güvenlik Girişimi’nde misafir kıdemli araştırmacı olarak görev yapan Ali Bakır, RS’ye verdiği demeçte, “İsrail’deki iç durum ve Husilerin Kızıldeniz girişindeki önlemleri göz önüne alındığında bu, İsrail ekonomisine kesinlikle benzeri görülmemiş bir şekilde zarar verecek” dedi.

“Ancak diğer yandan, zaten zor durumda olan ve toparlanmaya çalışan Türk ekonomisine de zarar verecek” diyen Bakır, bu tür mali riskleri almaktan korkan bölgedeki diğer hükümetlerin, Türkiye gibi bunu yapmaya istekli olanlara yardım etmek için adım atması gerektiğini belirtti.

Azerbaycan petrolü

Türkiye’nin eylemlerinin Azerbaycan’a ve daha spesifik olarak Azerbaycan’ın İsrail’e yönelik petrol ihracatı üzerindeki etkisi önemli olacak. Azerbaycan petrolü Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından geçerek tankerlerle İsrail’e ulaşıyor. Ankara, Azerbaycan’ın Ceyhan limanı üzerinden İsrail’e petrol ihraç etmesine izin vermezse İsrail ekonomisi büyük zarar görebilir.

ABD’nin Azerbaycan Büyükelçisi olarak da görev yapmış olan Bryza, “Şu anda Türkiye’nin İsrail’e petrol akışını kesip kesmeyeceği belli değil. Böyle bir durumda, ekonomi yeni tedarik kaynakları bulma zorunluluğuna kalacağı için İsrail ekonomisi üzerinde daha önemli bir etkiye sahip olabilir” dedi.

Bryza, İsrail’in Azerbaycan’la uzun vadeli enerji sözleşmeleri olduğunu ve spot piyasadan satın alması halinde petrol için çok daha fazla ödeme yapmak zorunda kalacağını belirtti.

Aslan da “Eğer Türkiye bu akışı durdurursa… o zaman İsrail enerji için başka bir kaynak bulmak zorunda. Aksi takdirde başları belaya girecek” diye ekledi.

Bununla birlikte, Ankara-Bakü ittifakının doğası göz önüne alındığında, Türkiye bu adımı atmaktan kaçınabilir. Bryza, “Türkiye, Azerbaycan petrolünün Türkiye’nin Ceyhan limanı üzerinden İsrail’e akışını keserse şaşırırım çünkü bu Azerbaycan’ın çıkarlarına da zarar verir. Türkiye ve Azerbaycan çok yakın ikili ilişkilere sahip ve bu ilişkiyi tanımlayan klişeye göre ‘iki millet iki devlettir.”

İsrail ile ticareti durduran Türkiye’yi başkaları da izleyecek mi?

Türkiye’nin ikili ticareti askıya alması kaçınılmaz olarak İsrail ekonomisine en azından kısa vadede zarar verecek. Bu, Başbakan Binyamin Netanyahu hükümetinin ve bir ülke olarak İsrail’in Gazze’deki sivillere karşı işlediği suçlar nedeniyle ödemek zorunda kalacağı ek bir maliyet olacak.

Ancak Türkiye’nin İsrail’e ambargo uygulamada yalnız kalması halinde İsrail’e verilen ekonomik zarar sınırlı kalabilir. Dikkate alınması gereken husus, diğer ülkelerin de Ankara’nın izinden gitme ihtimali ki bu durum İsrail’in ekonomik zorluklarını daha ciddi hale getirebilir.

Türkiye’nin kararı Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki Arap vatandaşları tarafından memnuniyetle karşılanacak. Muhtemelen Ankara’nın İsrail’e uyguladığı ambargoyu, Müslüman ülkelerin İsrail’e nasıl davranması gerektiğine dair bir örnek olarak gösterecekler ve kendi hükümetlerini de aynı yolu izlemeye çağıracaklar. Ancak bu hükümetlerin, bunu yapıp yapmayacağı ayrı bir soru.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English