DÜNYA BASINI
Viktor Orban: Donald Trump kazansaydı Ukrayna savaşı olmazdı
Yayınlanma
Yazar
Harici.com.tr
Editörün notu: Aşağıda tam çevirisini verdiğimiz röportaj, 1 Mart 2023 tarihinde İsviçre’den yayın yapan Die Weltwoche gazetesinde yayınlandı. Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın Avrupa ve dünya siyaseti ile Ukrayna savaşına ilişkin söyledikleri önemli sayılmalıdır; elbette, Orban ve partisi Fidesz uzunca bir süredir batı siyasetinde ‘ayrıksı’ bir yerde durmaktadır. Rusya ile ilişkilere özel önem veren Orban, Brüksel mahfillerinde ‘illiberal demokrasi’ olarak adlandırılan bir siyasi sisteme liderlik etmektedir. Özel olarak ‘milli egemenlik’ ve Hıristiyanlık vurgusu yapagelen Orban, Rusya karşıtı yaptırımların Macar ve Avrupa sanayisine vurduğu darbenin de ülkesinin gelişmesine ket vurduğu düşüncesindedir. Orban, Macarların ‘denge’ arayışında bir millet olduğunu söylerken, Rusya’nın da ‘her zaman tehlikeli’ ve ‘yalnızca çarların yönetebileceği bir ülke’, Rusların ‘askeri mir millet’ olduğunu düşünmektedir. Die Weltwoche muhabirinin, “Avrupa için tehdit AB midir?” sorusuna kaçamak bir cevap verse de benzer bir fikirde olduğu anlaşılmaktadır. Orban, açık konuşup Donald Trump liderliğindeki bir Cumhuriyetçi iktidarın kendisi, partisi ve Avrupa için daha iyi olacağını düşünmektedir. Dizginlenmemiş bir serbest ticaret ve ihracata dayalı kalkınma modeline tehdit, Orban’a göre, Biden’dan ve Ukrayna savaşından kaynaklanmaktadır. Orban’ın bu politikasında yalnız olduğunu düşünmek ise pek mümkün değil. Bu konuda daha fazla çatlak sesin yükselmesini beklemek yanlış olmaz.
Macaristan Başbakanı Viktor Orbán savaş, barışa giden yollar, Putin’le görüşmesi, Avrupa’nın dramatik zayıflığı ve kendi siyasi başarıları hakkında konuşuyor.
Viktor Orbán, son zamanlarda barışı ve müzakereleri desteklediği ve batının savaş çabalarını eleştirdiği için ‘Putin dostu’ söylemleriyle iftiraya uğradı. Ancak hikaye göz önüne alındığında bu iddialar gerçeklerden uzak görünüyor. Çünkü Macaristan, başka hiçbir ülkenin Rusya yüzünden çekmediği kadar acı çekti. Orbán daha genç bir adamken, Moskova komünist boyunduruğuna karşı savaştı. Onu Rusya ile ilişkilerinde saflıkla suçlamak neredeyse körlüktür.
‘Allah’a dua ediyor ve güveniyoruz’
Weltwoche: Sayın Başbakan, Macaristan Ukrayna savaşıyla nasıl başa çıkıyor? Ülkeniz için başlıca zorluklar nelerdir?
Viktor Orbán: Bizim için en büyük zorluk Avrupa Birliği’nin Rusya’ya yönelik yaptırımları. Petrol ve gaz fiyatları çok yükseldi. Son zamanlarda Macaristan’da endüstriyi büyük ölçüde geliştirdik ve bunun için de ihtiyacımız olan enerjiyi ithal etmemiz gerekiyor. 2021 yılında bu bize 7 milyar avroya mal olurken 2022 yılında 17 milyar avroya mal oldu.
Weltwoche: Başka hangi zorluklarla karşılaşıyorsunuz?
Orbán: Ukraynalılar için ilk güvenli devlet biziz. Biz Hristiyan bir ülkeyiz ve herkesi ülkeye alıyoruz. Şubat 2022’den beri toplam bir buçuk milyondan fazla Ukraynalı Macaristan’a geldi. Bu bize herhangi bir sorun çıkarmıyor, çünkü gelen çok sayıda kişi göç etmeye devam ediyor. Ancak savaş, psikolojimizi ve ruhumuzu zorluyor. Ukrayna, Macarların da yaşadığı komşu ülkemizdir. Macarlar da askere alınıyor ve cephede ölüyor. Bu savaş bizden uzakta değil, hayatımızın bir parçası. Bu bizim ruh halimizi kötüleştiriyor. Bu yüzden Macaristan’da herkes barış istiyor.
Weltwoche: Macarlar Ukrayna’da zorla mı askere alınıyor?
Orbán: Artık Ukrayna’daki herkes, ister Ukraynalı ister Macar olsun, orduya katılmak zorunda. Macarlar da Ukraynalılar gibi ölüyorlar. Macarlara olumsuz davranıldığı söylenemez.
‘Macaristan’ın siyasi seçkinleri, ülkemizi savaşın dışında tutacak güçtedir.’
Weltwoche: Macaristan’daki ruh halinizin kötüye gittiğini söylediniz. Bu, bir Başbakan olarak sizin için ne anlama geliyor? Bununla nasıl başa çıkıyorsunuz? Umudunuzu neye borçlusunuz?
Orbán: Savaşan tarafların akıllarını başlarına getirmesi için Allah’a dua ediyoruz ve güveniyoruz. Üzerimizde sürekli bir baskı var. Bizi savaşa zorlamak istiyorlar. Şimdiye kadar direnmeyi başardık ve bu bana güven veriyor. Macaristan’ın siyasi seçkinleri, ülkemizi savaşın dışında tutacak güçtedir. Bunu gereken alçakgönüllülükle ama aynı zamanda güvenle söylüyorum.
‘Kaybeden bir ülkeyi, kazanan bir ülkeye dönüştürmeme izin verildi.’
Weltwoche: Kişisel olarak Macaristan için en büyük başarınızı ne olarak görüyorsunuz?
Orbán: 2010 gibi yakın bir tarihte, kaybeden bir ülkeyi kazanan bir ülkeye dönüştürmeme izin verildiğinde, Macarlar bizim her zaman tarihin kaybeden tarafında olduğumuzu düşünüyorlardı. İşler daha kötüye gitmezse mutluyduk. Ama ben Macarları daha hırslı olmaya ikna edebildim. Dedim ki: “Herkesin işi olacak, herkes kendi hayatının efendisi olacak. Ve dünya ne derse desin: Başaracağız.” Ve başardık.
Weltwoche: Bir cümleyle siyaset felsefeniz nedir?
Orbán: Genç olsam muhtemelen özgürlükten bahsederdim. Ama bugün söyleyebilirim ki, denge. Değişmesi gerekenleri değiştirin, korunması gerekenleri koruyun. Denge arayışı Macarlarda çok önemlidir. Bizim için itaat de direniş de aynı önemdedir. Siyasi tartışmayı bu kadar ilginç yapan da budur.
Weltwoche: 2014’te başlayan Ukrayna savaşı bir yıl önce kızıştı. Sizin için en önemli bulgu nedir?
Orbán: 2014 yılında, başta Merkel olmak üzere, Avrupa ülkelerinin başında önemli isimler vardı. Merkel’le sık sık aynı fikirde olmasam da inkar edilemez bir siyasi ağırlığı vardı. O zamanlar bu anlaşmazlığın Avrupa tarafından çözülmesi gerektiği söyleniyordu. Bugün Avrupa tartışmayı bıraktı ve Brüksel’de alınan kararlarda Avrupa’nın çıkarlarından çok Amerikan çıkarlarının olduğunu görüyorum. Avrupa sınırlarındaki bir savaşta, bugün son sözü Amerika söylüyor. Aslan etini yiyor diye Amerikalıları suçlamıyorum tabi, ondan otlamasını isteyemezsiniz.
Weltwoche: Avrupa kayboldu, artık savaş konusunda tartışmalarda yoklar diyorsunuz. Bunun nedeni nedir?
Orbán: Bu tamamen şanssızlık ama bunun daha derin sebepleri var. Daha derin sebepler şunlar: Biz ne duygusal ne de akılcı olarak Avrupalı kimliğini tanımıyoruz. Bu er ya da geç özgüveni sarsacak bir şey. Avrupa’nın geleceğini ciddi bir şekilde, tabular olmadan tartışsaydık, temel anlaşmaların revizyonunu yapmak bile mümkün olabilirdi ve savaşın başında sağlam bir kimliğimiz olurdu. Onun dışında kötü şans da var. Donald Trump ABD başkanlık seçimlerini kazansaydı, şu anda böyle bir savaş olmazdı. Almanya’nın iktidar değişikliği de devamını getirdi.
Weltwoche: Yorumlamada bir adım daha ileri gidilebilir. Avrupa’nın zayıflığının daha derin sebebi Avrupa Birliği’dir. Ulus-devletleri, yerlerine işlevsel bir şey kurulmadan parçalandı.
Orbán: Bunu ben de böyle görüyorum. AB ‘daha yakın bir birlik’ (ever closer union) istiyor ama hedef konusunda onlarla anlaşmıyoruz, süreçte anlaşıyoruz. Avrupa’nın hasta olmasının nedeni de budur.
Weltwoche: Bugün AB, Avrupa için bir tehdit mi?
Orbán: “Cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir.” Brüksel’deki politikacıların iyi niyetli olduğundan hiç şüphem yok, bir şeyler inşa ettiklerine inanıyorlar. Gerçekte ise, sonrasında ne olacağını bilmeden işlevsel bir şeyi parçalıyorlar. Ben 26 yıl sosyalizmle yaşadım. ‘Ever closer union’ cümlesini ilk duyduğumda, aklıma Marx çalışmalarım geldi. Marx, komünizmin nasıl gerçekleştirileceği hakkında koca bir kütüphane yazdı ama komünizm kurulduktan sonra hayatın nasıl olacağıyla ilgili tek bir kelime yok. Entelektüel olarak aynı yoldayız.
Weltwoche: Bu savaşı kim kazanır?
Orbán: Kimse kazanamaz. Ukraynalılar 140 milyon nüfuslu bir nükleer güce karşı savaşıyorlar, Ruslar ise tüm NATO’ya karşı. Bu, olayı çok tehlikeli bir hale getiriyor. Kolayca bir dünya savaşına yol açabilecek bir çıkmazdayız.
Weltwoche: Nükleer savaş çıkacağı konusunda ne kadar endişelisiniz?
Orbán: İnsani olarak konuşursak, bu mümkün değil. Ancak çaresizlik, savaşın doğasının bir parçasıdır. Orada, normal zamana kıyasla daha başka zihinsel ve ruhsal güçler hakimdir. Her zaman yanlış anlaşılma ve kaza olasılığı vardır.
Weltwoche: Benim görüşüm; Rusya, varoluşsal sebeplerle bu savaşı kaybedemez, kaybetmemeli. Batı, savaşın varoluşsal olduğuna inandırmaya çalışıyor ama buna kimse inanmıyor. Ruslar için tehlikede olan çok daha fazla şey var ve bu yüzden de kaybetmeyecekler.
Orbán: Mantıklı. Benim en tuhaf bulduğum şey, bu savaşta hedeflerin net olmamasıdır. Tarafların ikisi de bu konuda tutarlı değiller. Ruslar için neyin yeterli olacağını bilmiyoruz, bunu hiçbir zaman açıkça ifade etmediler. Peki Avrupa’nın savaş amacı ne? Rusya’da sistem değişikliği çağrıları dahil olmak üzere çok tehlikeli şeyler duyuyoruz. Tarafların amaçlarını belirlemediği bir savaş, en tehlikelisidir. Eğer tanımlanmazsa, sonsuz hale gelebilir.
Weltwoche: Peki Amerikalılar? Onların amacı ne?
Orbán: Bu bir muamma. Başkan her ay farklı şeyler söylüyor.
Weltwoche: Sayın Orbán, siz AB’de en uzun süre boyunca görev yapan hükümet başkanısınız ve uzun süredir Ukrayna çatışmasını takip ediyorsunuz. Gerginliğin tırmanmasının sorumlusu kim?
Orbán: Gerçek şu ki: Rusya Ukrayna’ya saldırdı ve bu ilk kez olmuyor, zaten Kırım’a saldırdılar. Ancak Rusların komşularına saldırması, mutlaka Avrupa savaşıyla sonuçlanmaz. Bu savaşın Avrupa boyutlarına ulaşmasından Avrupalılar sorumludur.
‘’Putin’in ne dediğini anlıyorum ama yaptığını kabul etmiyorum.’’
Weltwoche: Ruslar, on beş yıldır NATO’nun Ukrayna ve Gürcistan’a kadar genişlemesinin kırmızı çizgileri olduğunu söylüyorlar. Amerikalılar ve Avrupalılar, Rusya’nın bu açıklamalarını görmezden gelmekten başka bir şey yapmadılar. Putin’i şahsen tanıyorsunuz. Yorumuna ne diyorsunuz? Putin’in işgaliyle yaktığı odunları, Batı ve Amerikalılar mı yığdı?
Orbán: Savaş başlamadan 2 hafta önce Moskova’da Başkan Putin’i son görüşümde ona, “Macaristan’ın NATO üyeliği sizin için bir sorun mu? Macaristan’ın NATO’dan çıkmasını mı istiyorsunuz?” diye sordum. Bunu en başından netleştirmemiz gerektiğini söyledim. Macaristan’ın NATO üyeliğinin onun için bir problem olmadığını, yalnızca Ukraynalıların ve Gürcülerin sorun yarattığını söyledi. Probleminin, Romanya ve Polonya’da zaten kurulu olan ABD füze üsleri olduğunu ve NATO’nun silah yerleştirmek için Ukrayna ile Gürcistan’a olası bir teşebbüsünün sorun teşkil ettiğini söyledi. Ayrıca, Amerikalılar önemli silahsızlanma anlaşmalarından çekilmişti, bu yüzden de geceleri rahat uyuyamıyordu. Alman FDP politikacısı Otto Graf Lambsdorff dış politika danışmanımdı, anlamak ve kabul etmek arasındaki farkı fark etmemi sağlamıştır. Putin’in ne dediğini anlıyorum ama yaptığını kabul etmiyorum.
Weltwoche: Putin hakkındaki izleniminiz nedir? Bugün nasıl bir adam? Hayatının neresinde?
Orbán: Putin’i 10 yılı aşkın süredir tanırım. Bu savaş patlak verene kadar her yıl buluşurduk. O, Rusya’yı nükleer silahlarıyla, milyonlarca nüfusuyla, uçsuz bucaksız genişliğiyle yöneten adamdır. Patron o, bu devasa ülkeyi 11 yıldır olabildiğince kontrol ediyor.
Weltwoche: Putin yıllar içinde değişti mi?
Orbán: Kötüye giden bir değişiklik görmedim. Putin her zaman istediğini söylerdi ve ben isteklerine katılmadığım zaman asla memnun olmazdı. Her zaman Macar bakış açımız için mücadele etmek zorunda kaldım ama onunla makul çözümler bulabilirdiniz. Bir konuda anlaşma sağladığınızda da buna bağlı kalırdı.
Weltwoche: Putin tehlikeli mi?
Orbán: Rusya her zaman tehlikeli olmuştur ve yalnızca bir çar tarafından yönetilebilir. Rusya, farklı bir medeniyettir, Avrupa siyasi standartları orada işe yaramaz. 15. yüzyıldan beri tüm Rus hükümdarları bunu biliyordu. Beğensek de beğenmesek de Rusya gibi büyük ve tehlikeli bir komşumuz var ve bununla yaşamanın bir yolunu bulmak zorundayız.
Weltwoche: Putin, bu savaşla ülkesini çöküşe mi sürüklüyor?
Orbán: Sanmıyorum. Putin ülkesini sefalete sürüklemiyor. Önümüzdeki iki üç yıl Rusya için zor olabilir ama sonrasında yeniden yükselişe geçecekler. Ruslar öğrenme yeteneğine sahiptir, en olumsuz koşullara bile uyum sağlayabilirler. Onları asla küçümsememelisiniz.
Weltwoche: Rusya bu savaşı kaybederse ne olur?
Orbán: Bunu düşünmek bile istemiyorum. Rusya nükleer bir güçtür. Jeopolitik bir sarsıntı, küresel boyutlarda korkunç ve Yugoslavya’nın çöküşünden çok daha kötü olan bir sarsıntı olurdu. Artık bu tür senaryoların Batı’da hafife alınıyor olması gerçeği, gerçeklikten endişe verici ve korkutucu derecedeki uzaklık; kendi siyasetlerinin risklerine karşı körlüğe yol açıyor.
Weltwoche: Rusları nasıl tanımlarsınız?
Orbán: Ruslar, askeri bir halktır. İtaat emri, kültürel olarak Ortodokslukla güçlendirilmiş olan her Rus’a doğumdan itibaren eşlik eder. Batılı bir politikacı, ülkesinin vatandaşlarının özgürce yaşayabilmeleri için politika yaptığını söylüyor. Rus politikacı ise, ülkesini bir arada tutma görevi olduğunu söylüyor. Bu farklı bakış açılarını kabul etmek zorundayız, ancak o zaman barış içinde yaşamak mümkün olur. Bu aynı zamanda güçlü yönlerinizi vurgulamaktır. Askeri halk, asla zayıf bir ülkeye saygı duymaz.
Weltwoche: Bu Avrupa için ne anlama geliyor?
Orbán: Kendimizi savunabilmeliyiz, yani Avrupa olarak. Avrupa NATO’su bunun çözümü olacaktır. Bunu 2012’de önermiştim.
Weltwoche: Ukrayna’da barışı nasıl sağlarız?
Orbán: Barış, kalpte başlar. Sonradan hareketlerimizi yönlendirecek beynimize ulaşır. İşlerin sırası budur. Barışı dilemek zorundasın, sonra istemek zorundasın ve sonra da başarmak zorundasın. Bugün bu istek yok, en azından Batı’da yok.
Weltwoche: Peki dünyanın geri kalanında nasıl?
Orbán: Çinliler, Hintliler, Araplar, Türkler, Brezilyalılar barış istiyor. Batı, dünyayı belli bir şeyin etrafında birleştirme yeteneğini kaybetti. Felsefi öncüleri, mekansal açıdan sınırlıdır. Bu yeni bir deneyim.
Weltwoche: Macaristan hükümet başkanı olarak barışı sağlamak için neler yapabilirsiniz?
Orbán: Benim için en önemli soru şudur: Macaristan’ı bu çatışmanın dışında tutmak için ne yapmalıyım? Sonraki soru şudur: Civarda barışı sağlamak için ne yapabilirim? Dostlarımız ve müttefiklerimiz savaş tutumlarından vazgeçmek istiyorlarsa, o zaman bir alternatif görmeliler. On milyon nüfuslu bir ülke daha fazlasını karşılayamaz?
Weltwoche: ABD’de ne olmalı? Politikalarını değiştirecekler mi?
Orbán: Macarların deneyimi açık. Washington’da demokratlar iktidara geldiğinde, siper alıyoruz. Brüksel’deki politikacılar gibi, hep bizi değiştirmek istiyorlar. Göçle nasıl baş edeceğimizi ve çocuklarımızı nasıl yetiştireceğimizi buyuruyorlar. Bu saygısızlık. Biz başka bir ülkeyiz ve Avrupa için üzerimize düşeni yapıyoruz. Kıtanın kenarındaki kalelerdeki sınır birlikleriyiz ve bu çalışma kabul görmeyecek. Cumhuriyetçi arkadaşlarımızın yeniden iktidara gelmesini bekliyoruz.
Weltwoche: ‘Anlaşmacı’ Donald Trump, Putin ile bir ‘anlaşma’ sağlayabilir mi? Donald Trump barış için dünyanın son umudu mu?
Orbán: Son umudu değil ama evet, bir umut.
Weltwoche: Ukrayna savaşındaki kördüğümü çözebilir mi?
Orbán: Bunu muhtemelen birkaç hafta içinde çözer.
Weltwoche: ABD, görece gerilemede olan bir imparatorluk. Tek kutuplu dünya hakimiyetinin zamanları sona erdi. Çin de dahil olmak üzere yeni güçler ortaya çıkıyor. Bu ne anlama geliyor?
Orbán: Sanırım Harvard’da bir çalışma yayınlandı. Bu çalışma, bir zamanlar dünyaya hakim olan imparatorlukların, bir numaradan iki numaraya gerilemesi ile güç kayıplarını nasıl hallettikleri sorusuna cevap vermeye çalışıyor. Son 500 yılda on altı vakadan on ikisinde savaş olmuştur. İmparatorluklar ikinci sıraya geri adım atmaya isteksizlerdir.
Weltwoche: Serbest ticaretin sonunun geldiği yeni bir Ortaçağa doğru mu ilerliyoruz?
Orbán: Bu Macaristan için ciddi bir tehlike. İhracata yönelik bir ülkeyiz ve gayri safi yurtiçi hasılamızın yüzde 85’ini ihracat oluşturuyor. Doğu ile kültürel ve ekonomik olarak önemli bağlarımız var. Ayrılma Macaristan için ölüm olur. Almanya için de öyle.
Weltwoche: Sizce kontrolsüz göçün en büyük tehlikesi nedir?
Orbán: Kısa vadede, kamu güvenliği ve terörizm. Orta vadede, ekonomik kayıplar. Uzun vadede, kendi ülkenizin tanınmaz hale gelmesi ve kendi ülkenizi kaybetmeniz.
Weltwoche: En önemli önlem ne olurdu?
Orbán: AB, üye devletlerden vekalet almadan gasp ettiği tüm yetkileri üye devletlere iade etmelidir.
Çeviren: Gülçin Akkoç
İlginizi Çekebilir
-
Trump’ın özel temsilcisi savaşın 180 günde biteceğini öne sürdü
-
Ukrayna, ABD’nin nadir toprak minerallerinin yüzde 50’si teklifini reddetti
-
Trump’ın Ukrayna’da maden hamlesindeki gizli özne: Çin
-
Putin, Ukrayna görüşmeleri için ağır sıklet ekibini bir araya getiriyor
-
Vance, Münih Güvenlik Konferansı’nda Avrupalıları ‘göç’ ve ‘savunma harcamaları’ konusunda uyardı
-
ABD-Britanya ilişkilerinde yeni aracı: Prens William
DÜNYA BASINI
Et, süt ve yumurta reklamlarının sattığı fanteziler
Yayınlanma
1 hafta önce08/02/2025
Yazar
Harici.com.tr
Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz makale, Carol J. Adams’ın kavramsal çerçevesi ve Jo-Anne McArthur’un saha deneyimlerinden hareketle et, süt ve yumurta endüstrisinin pazarlama stratejilerinin tüketici algısını nasıl manipüle ettiğini gözler önüne seriyor. Endüstriyel tarım ve hayvancılık mevzubahis olduğunda, pastoral çiftlik imajları, mutlu hayvan illüstrasyonları ve yemyeşil meralar bu yoğun gıda üretim modellerinin sert gerçeklerini örtbas eden birer fanteziden ibaret. Reklamların sunduğu bu sahte anlatı, hayvanların maruz kaldığı sömürüyü görünmez kılmakla kalmayıp, aynı zamanda etik kaygılarımızı körelterek tüketim alışkanlıklarını sorgulamamızı engelleyen bir ideolojik aygıt işlevi de görüyor.
Oysa kapitalist gıda üretimi, yalnızca hayvanları değil, doğayı ve insanları da aynı sistematik sömürü düzeninin içine hapsediyor. Fabrikalaşmış tarım ve hayvancılığın ardında, sadece hayvanların çektiği acılar değil, ekolojik yıkım, güvencesiz işçilik ve gıda emperyalizmi gibi geniş çaplı sömürü biçimleri de yatıyor. Bu bağlamda, endüstriyel tarım ve hayvancılığı eleştirel bir perspektiften ele alan hemen her çalışma, kapitalizmin farklı boyutlarda ürettiği yanılsamaları teşhir etmek ve hem insanın hem de hayvanın sömürüsüne dayalı üretim ilişkilerine karşı kolektif bir duruşu güçlendirmesi bakımından büyük bir değer taşıyor.
Et, Süt ve Yumurta Reklamları Size Fantezi Satıyor
Jessica Scott-Reid
Sentient Food
27 Ocak 2025
Çev. Leman Meral Ünal
Görsel imgeler, gıda pazarlamasının temel taşlarından biri. Peynirin üzerindeki gülen ineği düşünün, böylesi hamleler tüketicilerin satın alma tercihlerinde büyük rol oynar. Ancak söz konusu et, süt ürünleri ve yumurta pazarlaması olduğunda, markaların kullandıkları imajlar gerçeği çoğunlukla ve pek tabii kasti olarak ıskalar. Beynin duygusal kısmına hitap eden bu görseller, sepetinizdeki et veya süt hakkında şeffaf veriler sağlamak için değil, anlattığı hikâye vasıtasıyla tüketicilerle “bağ kurmak” için vardır.
Yazar, akademisyen ve aktivist Carol J. Adams’ın¹ Sentient’e verdiği demeçte söylediği gibi, “İmaj temelli bir dünyadayız” ve “imajlar, mantığı baypas ederek doğrudan duygulara hitap ediyor”. Nihayetinde de tüketicilerin zihninde, çiftlik hayvanlarının nasıl yetiştirildiğine dair sahtelik barındıran bu imajlar kalıyor.
Gerçekten de kırmızı ahırlar, yemyeşil meralar, parlak güneş ışığı ve mutlu hayvanlar gibi semboller et ve süt ürünleri etiketlerinde sıklıkla karşımıza çıkar. Peki, bu yaygın görsel temsiller gerçeği ne kadar yansıtıyor? Sentient, Etin Cinsel Politikası ve The Pornography of Meat² [Etin Pornografisi] gibi kitapların yazarı Adams ile [insan-hayvan ilişkilerini belgeleyen bir fotoğraf projesi olan] We Animals kurucusu foto muhabir Jo-Anne McArthur’a danışarak, reklamlarda kullanılan yaygın imgeleri günümüz endüstriyel hayvancılık gerçekliğiyle karşılaştırdı.
Yanıltıcı reklam varan #1: Geleneksel kırmızı ahırlar
Kırmızı veya geleneksel ahır görseli, et, süt ve yumurta pazarlamasında yaygın olarak kullanılan önemli bir semboldür. Kökleri çocukluk tekerlemelerine, masallara ve filmlere dayanan ahır imajı, çiftçiliğin sağlıklı ve pastoral bir faaliyet olarak resmedilmesine yardımcı olur. “Yaşlı MacDonald’ın Çiftliği”nden Charlotte’un Sevgi Ağı’na ve Babe’e kadar çeşitli eserler aracılığıyla, çiftliklerin hayvanların özgürce dolaştığı huzurlu yerler olduğunu henüz küçük yaşlarda öğreniriz.
Yetişkin olduğumuzda ise, benzer ahır imgelerini bu kez et, süt ürünleri ve yumurta etiketlerinde buluruz. Adams, bu imgelerin rahatlık, aşinalık ve güven duyguları uyandırmak için yerleştirildiğini ve güçlü bir pazarlama aracı olduğunun altını çiziyor. Ayrıca, “Ahır kavramını bu [modern] kurumlara uygulamak için gerçekten esnetmek gerekir” diye de ekliyor.
Tarımsal tesisleri belgelemek için 60’tan fazla ülke gezen fotoğrafçı McArthur, bu ülkelerin tamamında gördüğü ahırların aslında çok büyük depolardan başka bir şey olmadığını söylüyor: “Küçük kırmızı ahırların olduğu o günler mazide kaldı.”
ABD Tarım Bakanlığı verilerine göre, ABD’deki 56,265 çiftlikte yaklaşık 74,5 milyon domuz ve yaban domuzu yetiştiriliyor. Bu da ortalama bir binada çiftlik başına 1.300’den fazla hayvan bulunduğu anlamına geliyor. Herhalde ortada küçük kırmızı bir ahır falan olmadığı görülüyordur. Nitekim çoğu çiftlik hayvanı, konsantre hayvancılık tesisleri olan “Konsantre Hayvan Besleme Operasyonları” ve “Hayvan Besleme Operasyonları” sistemlerinde yetiştirilmekte olup bu tesisler tarımsal alanlardan ziyade fabrika tesislerini andırmaktadır.
Yanıltıcı reklam varan #2: Yeşil meralar
Et, süt ürünleri ve yumurtanın pazarlamasında yaygın olarak kullanılan bir diğer imaj ise yeşil meralar ve çimenli tepeler olarak karşımıza çıkar. Bazen parlak güneş ışığı, mavi gökyüzü ve berrak suların da eşlik ettiği bu semboller, zihinlerde çiftçiliğin doğal bir faaliyet olduğu izlenimini uyandırır.
Oysa tarım, nasıl tasvir edilirse edilsin, doğanın bir ürünü değil, insanlığın kendisini daha verimli şekilde beslemek için geliştirdiği bir insan icadıdır – hem de bütünüyle. Günümüzde çoğu çiftlik hayvanı, geleneksel otlaklarda değil, fabrika tipi çiftliklerde yetiştirilir. Bilhassa da tavukların bu tesislerdeki yaşam alanları oldukça sıkışıktır.
McArthur, “Yumurta bırakmak üzere yetiştirilen tavuklar güneşi hiç görmezler” diyor. Penceresiz depolarda tutulurlar ve yumurtlama döngülerini manipüle etmek için yapay aydınlatma kullanılır. ABD yumurta endüstrisindeki tavukların yaklaşık yüzde 60’ı, yasaların izin verdiği en küçük boyuttaki kapatma alanları olan pil kafeslere hapsedilir. Kanada’da ise bu oran yüzde 80’in üzerinde seyreder.
“Etlik piliçler” olarak da bilinen kümes hayvanlarına gelince, etiketlerde “organik” veya “gezen” ifadesi yer almadığı sürece, USDA standartlarına göre dış mekâna erişim sağlanması zorunluluğu bulunmuyor. Ancak ve ancak bu ifadeler yer aldığında, USDA yönergeleri gereği dış mekâna erişim zorunlu. Ulusal Tavuk Konseyi’nin asgari yönergelerine göre ise, sanayi çiftliklerinde – ki bu çiftlikler 50.000’e kadar piliç barındırabiliyor – her bir tavuk için yalnızca 100 inç kare kadarlık bir alan sağlanabiliyor.
Sertifikalı Hayvan Refahı Onaylı ve USDA Organik gibi tavukların açık havaya “erişimini” gerektiren bazı programlar var, ancak bunun pratikte ne anlama geldiği değişiklik gösterebiliyor. Örneğin Sertifikalı İnsancıl Standartları (Certified Humane), “gezen” veya “merada yetiştirilen” olarak belirtilmediği sürece tavukların açık havaya erişmesini gerektirmez.
Kısacası, yeşil alanlara ve güneş ışığına bu sınırlı erişim ne yumurtlayan tavuklar ne de ABD’de yetiştirilen etlik piliçlerin çoğunluğu için yaygın bir uygulamadır.
Ve yanıltıcı reklamcılığın bir sonraki örneğinde göreceğimiz gibi, meralarda otlama yalnızca sığırlar için yaygın olup, bu durum çiftliğe bağlı olarak artıp azalır; ortalama olarak ise dört ila altı ay sürer.
Yanıltıcı reklam varan #3: Neden kahverengi değil de yeşil?
Bir etikette yeşil renk bulunması, tüketicilerin zihninde genellikle sağlıklı olmaya ve doğallığa dair bir çağrışım yapar. “Yeşil, olumlu bir renktir ve yeşil tarlalar pastoral bir ortamı ima eder” diyor Adams. Ancak, et etiketlerinde kullanılan yeşil mera görüntüleri çoğu kez gerçeği yansıtmaz. Nitekim gerçek daha çok kahverengidir.
“Peki ya gübreler nerede?” diye soruyor Adams. “Ya bu devasa gübre tarlalarından akan kirli sular?” Günümüz tarım işletmeleri her yıl yaklaşık 1,4 milyar ton gibi muazzam bir oranda gübre üretiyor. Bu gübre atıklarının ekinlerin büyümesine yardımcı olmak için tarlalara yayılması gerekse de atık miktarının büyüklüğü, kazalar veya değişen iklim koşulları nedeniyle oluşan sızıntılar, birçok istisnaya yol açıyor.
Tarım işletmelerinin sebep olduğu gübre, yüzey ve yeraltı sularındaki fosfor ve azot kirliliğinin başlıca nedeni olup, Iowa ve Kuzey Carolina gibi eyaletlerdeki büyük ölçekli çiftliklerin yakınında yaşayan topluluklar için su kaynaklarının içilemezliği gibi bir sonuç doğuruyor.
ABD’deki ineklerin yaşamlarının en azından ilk kısmını merada geçirdikleri kısmen doğru. Ancak bunların yarısından fazlası, kesime gönderilmeden önce kilo almaları için besi çiftliklerine yerleştiriliyor. Ocak 2024 itibarıyla ABD’de 14,4 milyon inek ve buzağı besi çiftliklerinde bulunuyordu.
McArthur, ABD ve Kanada da dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki endüstriyel besi çiftliklerine gittiğini ve buraların hayvanlara “hareket etmeleri, keşfetmeleri ya da doğal davranışlar sergilemeleri için pek fazla alan tanınmayan dar ve kirli alanlar” olduğunu söylüyor. Yine, aşırı miktardaki hayvan atıkları nedeniyle buraların oldukça kaygan zeminli olduğunu belirtiyor: “Burası hayvanların üzerinde özgürce koşup oynayabileceği yerler değil.”
Yanıltıcı reklam varan #4: Mutlu inekler ve diğer çizgi karakterler
Markalarında hayvanlara yer veren et, süt ve yumurta şirketleri genellikle hayvanların gerçek görüntüleri yerine çizgi tasvirlerini ya da basit siluetlerini kullanmayı tercih ederler.
Bu kulağa zararsız gelebilir, ancak vegan-feminist eleştirel teorinin öncülerinden olan Adams’a göre, bu taktiğin arkasında daha kasıtlı bir niyet var. Et pazarlamacıları gerçek görüntülerden uzak durma eğilimindeler çünkü “gerçek hayvan fotoğrafları kullanmak, hayvanların bizim yiyeceğimiz olmak istediği yalanını sürdürmek demek olacaktır. Bu yüzden de farklı kültürel mecazlara ihtiyaçları var. İşte çizgi tasvirler de bunlardan biri. Daha büyük bir yalanın içinde hapsetse de çizgi tercihi onları özgürleştiriyor.”
McArthur, çiftlik hayvanlarını fotoğraflama deneyiminden yola çıkarak, “(pazarlama amacıyla) güzel görünecek bir hayvanın fotoğrafını çekmek neredeyse imkânsızdır,” diyor ve ekliyor: “Çünkü bulundukları koşullar nedeniyle çok ama çok kirliler ve aynı koşullar sebebiyle kendilerini temizleme becerisi geliştiremezler”; “Böyle bir tesise girip de, bu hayvanları yemeyi istememize sebep olacak güzellikte bir fotoğraf çekmek pek mümkün değil.”
“Gülen inek” türünden çizgi tasvirlerin kullanılması, çiftlik hayvanlarının mutlu ve temiz olduğu algısını güçlendirmeye yardımcı oluyor. Refah standartlarıyla övünen çiftçilerin sıklıkla dile getirdiği gibi, bu hayvanların yaşadığı sadece “tek bir kötü gün” [kesildikleri gün] vardır, bu tasvirler de bu düşünceyi pekiştirmek için tercih edilir. Fakat, artık hepimiz biliyoruz ki, hayvanların büyük çoğunluğu bu tür çiftliklerde yetiştirilmezler.
“Pazarlamacılar, gerçeği tehdit edici buldukları için onu sterilize etmeye, duygusallaştırmaya çalışırlar,” diyor Adams. “Mutlu bir inek imgesi kullanmak, tüketicilerin sorgulamadan kabullenmesini sağlamak için etkili bir yöntemdir.”
Sonuç yerine
Et, süt ve yumurta pazarlaması, tüketici algılarını şekillendirmek için büyük ölçüde imgelere dayanır; kırmızı ahırlar ve yeşil otlaklar gibi semboller pastoral çiftçilik koşullarını akla getirse de gerçekte durum tamamen farklıdır. Çiftlik hayvanlarının çoğu etiketlerde tasvir edilen huzurlu ortamlardan çok uzakta, endüstriyel ve aşırı kalabalık ortamlarda tutularak hapsedilmiştir. İtinayla ve kasti olarak oluşturulmuş bu görseller, fabrika çiftliklerinin acımasız koşullarını maskelemekte ve endüstriyel hayvan tarımının gerçek doğasını sterilize eden yanıltıcı anlatıyı sürdürmektedir.
¹ Feminist teori, ekofeminizm ve hayvan çalışmaları alanlarında önemli katkılar sunan akademisyen ve yazar. Çalışmaları, özellikle vegan-feminist teori çerçevesinde, et tüketimi, toplumsal cinsiyet ve ataerkil tahakküm arasındaki kesişimselliklere odaklanır. Türkçe’ye Etin Cinsel Politikası olarak çevrilen The Sexual Politics of Meat (1990) adlı eseri, kültürel söylem ve temsil biçimleri üzerinden et yemenin cinsiyetlendirilmiş ve ideolojik boyutlarını analiz eden öncü bir çalışma olarak kabul edilir. Adams, eleştirel teori, etik ve görsel kültür incelemeleri gibi çeşitli disiplinlerle kesişen bir literatür içinde konumlanarak, hayvan hakları ve feminist eleştiriyi bir araya getiren özgün bir perspektif geliştirmiştir. (ç.n.)
² Etin Cinsel Politikası’nın tamamlayıcısı ve devamı niteliğinde Ekim 2020’de yayımlanan Carol J. Adams’ın bu kitabı henüz Türkçe’ye çevrilmedi.
DÜNYA BASINI
“ABD’nin Gazze’ye asker göndermesi direnişi tetikleyebilir”
Yayınlanma
1 hafta önce06/02/2025
Yazar
Harici.com.tr
Amerikan güçleri hızla kayıplar verebilir ve kamuoyu bunu uzun süre tolere etmeyecektir.
Askeri uzmanlar, ABD’nin Amerikan güçlerinin yardımıyla Gazze’yi ele geçirme ve yeniden inşa etme girişiminin büyük operasyonel zorluklarla karşılaşacağını söylüyor. Bu da direniş riskini ve Başkan Donald Trump’ın dış çatışmalardan kaçınma arzusuyla çelişen sürekli asker konuşlandırma ihtiyacını artıracaktır.
Gazze’deki mevcut durum, yüz binlerce sivil ve asker hayatını kaybettiği ABD’nin Irak ve Afganistan işgallerinde yaşadığı türden, yıllarca sürebilecek ve maliyeti trilyonlarca doları bulabilecek bir çatışma riskini barındırıyor.
Trump, Filistin bölgesini tüm Filistinlilerden arındırma vizyonunu açıklamış olsa da bölgeyi “Orta Doğu’nun Riviera”sına dönüştürmek için büyük bir yeniden inşa projesine başlamayı ve ABD birliklerini bölgeye göndermeyi henüz taahhüt etmiş değil.
Ancak salı günü yaptığı açıklamada, “gerekirse” ABD askerlerini Gazze’ye göndereceğini söyledi. ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth de çarşamba günü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu Beyaz Saray’da ağırlarken bu ihtimali vurguladı.
Hegseth gazetecilere yaptığı kısa açıklamada “Gazze konusuna gelince deliliğin tanımı aynı şeyi tekrar tekrar yapmaya çalışmaktır” dedi: “Hem diplomatik hem de askerî açıdan tüm seçenekleri değerlendirmek üzere müttefiklerimizle, muhataplarımızla birlikte çalışmayı dört gözle bekliyoruz.”
Trump’ın söylediği pek çok şeyde olduğu gibi, sözleri de bir müzakerede taviz koparmaya yönelik maksimalist bir pazarlık manevrası olarak görülebilir. Ancak, gerçek değerine bakıldığında, sözleri müttefikleri ve gözlemcileri tedirgin etti. Uzmanlar The National’a Gazze’de olası bir askeri varlığın, Hamas’ın teslim olduğu en iyi senaryoda bile karmaşık olacağını söylüyor.
Atlantik Konseyi’nin Terörle Mücadele Projesi Başkanı ve Savunma Bakanlığı’nda özel operasyonlar ve terörle mücadeleden sorumlu eski bir yetkili olan Alex Plitsas, Trump’ın ABD’nin Gazze’yi bir şekilde temizleyip yeniden inşa etme önerisinin büyük bir askeri ve ekonomik katılım gerektirdiğini söyledi. Ancak Başkan’ın bu çabanın bedelini kimin ödeyeceğini belirtmediğini de sözlerine ekledi.
Ayrıca olası bir ABD askeri varlığı durumunda ABD birlikleri hızla kayıplar verebilir ki Trump’ın izolasyonist destekçileri bunu uzun süre tolere etmeyecektir. Zira zorunlu göçün ardından Gazze’de kalan Filistinliler neredeyse kesin olarak işgalci güce karşı silahlanacaktır.
Plitsas, “Irak’tan çok net bir şekilde öğrendik ki bir karşı direniş operasyonu hem can kaybı hem de maddi kaynaklar açısından son derece maliyetlidir. Ayrıca çatışmanın ortasında kalan siviller büyük kayıplar yaşar” dedi ve böyle bir müdahalenin uzun vadeli stratejik bir taahhüt gerektirdiğini ve bu süreçte büyük acılar yaşanacağını belirtti.
Trump’ın uyumlu Cumhuriyetçi Parti’sinin bazı üyeleri bile Gazze önerisine ilişkin endişelerini dile getirdiler.
Cumhuriyetçi senatör Rand Paul X kanalında “Önce Amerika için oy verdiğimizi sanıyordum” dedi ve ekledi: “Hazinemizi mahvedecek ve askerlerimizin kanını dökecek yeni bir işgali düşünmeye hakkımız yok.”
Plitsas, Gazze’yi ele geçirmek, güvenliği sağlamak ve bölgeyi yeniden inşa etmek için yaklaşık 100.000 askerden oluşan birkaç askerî tümenin konuşlandırılması gerektiğini belirtti ve “Ve bu sadece güvenlik kısmı. Yeniden inşa süreci, yönetim ve devlet inşası da işin içinde olacak. Bu da ABD hükümetinin diğer kurumlarını devreye sokmayı gerektirecektir” dedi.
ABD Askeri Akademisi Modern Savaş Enstitüsü’nde Kentsel Savaş Çalışmaları Başkanı olan John Spencer da Hamas’ın ne ölçüde ortadan kaldırıldığına ya da silah bıraktığına bağlı olarak uzun zaman alacak bir görev için on binlerce askerin karadan ve denizden gelmesini gerektireceğini söyledi.
İsrail ordusuyla birlikte 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’yi dört kez gezen Spencer, “Düşmanın da bir sözü var” dedi ve ekledi: “Eğer aktif bir savaş söz konusu olursa bu uzun zaman alır. Bunun kabul edilmesi gerekir.”
Spencer, İsrail birliklerinin ağırlıklı olarak kentsel alanları temizlediğini ve sonra tekrar çekildiğini hatırlattı. ABD’nin görevi de bu bölgeleri temizlemek, güvenliği sağlamak ve Hamas’ın bıraktığı patlamamış bombaları ya da tuzakları etkisiz hale getirmek olacaktır.
Spencer herhangi bir bölgeyi yeniden inşa için güvenli hale getirmenin son derece karmaşık bir girişim olacağını, çünkü binalar ve molozların yanı sıra Hamas tünellerinin de temizlenmesi gerekeceğini söyledi.
Irak’ın Musul kentinin IŞİD militanlarından temizlenmesinden sonra patlayıcıların temizlenmesi yaklaşık beş yıl sürmüştü ve bu sadece bir şehirdi.
Spencer, “Bence İnsanlar bu savaşın enkaz ve yıkım gibi benzersiz özelliklerini ve yapılması gereken gerçek iş miktarını hafife alıyorlar” dedi.
Ancak ABD’nin Gazze’de askerî bir operasyon düzenlemesinin lojistiğini bile düşünmek, Arap ülkelerinin bu plana destek vereceğini varsaymayı gerektiriyor ve böyle bir destek olduğuna dair hiçbir işaret yok.
Ürdün ve Mısır, Gazze veya işgal altındaki Batı Şeria’dan Filistinlilerin kısa veya uzun vadede yerlerinden edilmesini kesin bir dille reddetti.
Plitsas, “Çünkü bu, Filistin devletinin sona ermesi halinde geri dönüş hakkının ortadan kalkması anlamına gelir ki bu da onların asla kabul etmeyeceği bir şey” dedi.
DÜNYA BASINI
FP: Trump’ın Gazze’yi ele geçirme planının saçmalığı
Yayınlanma
1 hafta önce06/02/2025
Yazar
Harici.com.tr
Filistin topraklarını ele geçirmek, ABD’nin savaş suçlarına karışması ve bölgenin tamamen kaosa sürüklenmesi anlamına gelir.
Steven A. Cook / Foreign Policy
Amerika Birleşik Devletleri başkanı olmanın özel ayrıcalıklarından biri, ne kadar çılgınca olursa olsun söylediklerinizin ciddiye alınmasıdır. ABD Başkanı Donald Trump’ın Washington’un Gazze Şeridi’nde etnik temizlik yapmasını ve ardından bu topraklara sahip olmasını önerirken de durum böyledir. İsrail-Filistin çatışması yeni fikirlere ihtiyaç duyuyor ve özellikle Gazze, son derece zorlayıcı sorunlar barındırıyor. Ancak Trump’ın önerisi sadece ahlaki niteliklerden yoksun bir plan değil tam anlamıyla delilik.
Nereden başlamalı?
Başkan dünya liderlerinin ve hatta bölgedeki liderlerin böyle bir planı desteklediğinde ısrar ediyor. Kimler destekliyor? Trump’ın İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile görüşmesinden kısa bir süre sonra Suudiler bir açıklama yayınlayarak iki devletli çözüme desteklerini yinelediler. Mısır ve Ürdün hükümetleri, Filistinlilerin topraklarına yerleştirilmesi fikrini kesin bir dille reddediyor, hatta bu tutumları nedeniyle ABD’nin mali yardımlarını kaybetmeyi göze alıyorlar. İsrailli yerleşimciler bile bu planı desteklemeyecektir, çünkü onlar dini-milliyetçi ideolojileri gereği Gazze’ye yeniden yerleşmek istiyorlar, Amerikalı müteahhitlerin orada lüks oteller inşa etmesini değil. Yine de Trump ısrarla “insanların” planını desteklediğini söylüyor. Mar-a-Lago’daki dostlarıyla gece geç saatlerde yaptığı bir telefon görüşmesini aktarıyor olabilir. Buradaki tehlike, Trump’ın kendisine yönelik haklı eleştiri fırtınasına karşı koymak adına herkesi haksız çıkarmaya çalışması ve böylece Orta Doğu’da etnik temizliği ve yeni-sömürgeciliği ABD politikası haline getirmesi olur.
Tabii bir de uygulanabilirlik meselesi var. ABD silahlı kuvvetlerinin Gazze Şeridi’ni ele geçirebileceğine şüphe yok, ancak bu kesinlikle Amerikan askerlerinin hayatına mal olacaktır. srail’in yıllardır süren çabalarına rağmen Hamas hâlâ iyi silahlanmış ve ölümcül bir güç olmaya devam ediyor. Trump, Hamas savaşçılarının sessizce Sina Yarımadası’na gitmesini mi bekliyor? Bu sorunun cevabı belli.
Trump aylarca süren sefaletin ardından Filistinli sivillerin Gazze Şeridi’ni terk ederek hayalindeki yeni ve güzel yerlerde yaşamaya razı olacaklarını düşünüyor. Bilmeyenler için bu makul gelebilir. İsrail’in askeri operasyonları Gazze’nin önemli bir bölümünü yerle bir etti ve savaşın kalıntıları her yerde. Ancak Başkan ve ona danışmanlık yapan her kimse, Filistinlilerin Nakba olarak adlandırdıkları Filistinlilerin çoğunu Gazze’de mülteci haline getiren tarihi trajedinin nasıl derin bir yara açtığını anlamıyorlar. Filistinliler bir kez daha sürgüne zorlanmayı kabul etmeyecekler. Gazze Şeridi’nde yaşam ne kadar zor olursa olsun, burası onlar için Filistin’de bir dayanak noktası ve İsrail’in kuruluşunun diğer yüzü olan tarihi adaletsizliğin keskin bir hatırlatıcısı olmaya devam ediyor. Trump bu gerçeği inkâr edebilir, ancak Filistinli nüfusu göç ettirmek istiyorsa bunu zorla yapması için ABD ordusuna emir vermesi gerekecektir. Umarız ki ABD’li komutanlar, bunun yasa dışı ve insanlığa karşı bir suç olduğu gerekçesiyle böyle bir emre itaat etmeyi reddederler.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Trump’ın planını bu kadar irrasyonel kılan bir diğer unsur da kendi Orta Doğu hedefleriyle tamamen çelişmesi. 2 milyon Filistinliyi Gazze’den çıkarmak ve bölgeyi ABD’nin kontrolüne almak;
-Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki normalleşme şansını sona erdirecek,
-Trump’ın ilk dönem dış politika başarısı olan İbrahim Anlaşmalarını bozacak,
– ABD’nin bölgesel politikalarının temel taşları olan Mısır-İsrail ve Ürdün-İsrail barış anlaşmalarını zayıflatacak,
– İran’ı savunmasız olduğu bir anda yeniden güçlendirecektir.
Ayrıca ABD’yi bölgesel bir çatışmanın içine çekecektir ki bu da kimsenin, özellikle de Trump’ın istemediği bir sonuç ya da en azından sadık takipçilerinden oluşan lejyonuna söylediği bu. Başkan şu anki megalomani krizinde, ABD’nin yurtdışındaki maceralarına karşı olmanın, Beyaz Saray’a giden üç seçim kampanyasının da ana temalarından biri olduğunu unutmuş gibi görünüyor.
Eğer gerçekten “düzeni sarsan” bir lider olmak istiyorsa, bunu yapmanın doğru yolları var. Bu plan kesinlikle onlardan biri değil. Sadece tek bir basın toplantısıyla Trump, ABD’nin güvenilirliğini zedeledi ve zaten fazlasıyla istikrarsız olan bir bölgeye daha fazla belirsizlik ve kaos kattı.

Trump’ın özel temsilcisi savaşın 180 günde biteceğini öne sürdü

Ukrayna, ABD’nin nadir toprak minerallerinin yüzde 50’si teklifini reddetti

Trump’ın Ukrayna’da maden hamlesindeki gizli özne: Çin

Hint toplumunda Hindu-Müslüman ayrışması – 2

JD Vance AfD liderleri ile görüştü
Çok Okunanlar
-
AMERİKA3 gün önce
Altman ile Musk arasındaki atışma sertleşiyor
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Abhazya’nın yeni lideri Türkiye ile daha yakın işbirliğine giden yolu açabilir
-
SÖYLEŞİ2 hafta önce
Krizdeki kapitalizmin aracı faşizm ve Trump
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
İktidarda kalmanın yolları
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Gazze’de bir çadırda yazılan Filistin yemek kitabı
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
FP: Trump’ın Gazze’yi ele geçirme planının saçmalığı
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
SDG-HTŞ çıkmazında 3 senaryo
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Trump 2.0 başlarken Çin-ABD ilişkileri belirsizliğini koruyor