DÜNYA BASINI
Rusya’nın askeri doktrininde yeni bir konsept
Yayınlanma
Yazar
Harici.com.trAşağıdaki, Rusçası da epey zor anlaşılan bir makalenin ilk yarısının neredeyse eksiksiz çevirisi. Stratejik Füze Kuvvetleri komutanı Tümgeneral İgor Fazletdinov ve emekli Albay V. Lumpov’un imzasını taşıyan makale, Savunma Bakanlığı’nın aylık teorik yayını Voennoya Mısl’ın mart sayısında çıktı.
Voennaya Mısl şu üst başlıkla yayınlanır: “Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetlerinin generalleri, amiralleri ve subayları için”.
Makalenin belirsiz göndermeleri, bu ve benzerlerinin aslında halen sürmekte olan yeni bir takım analitik çalışmaların parçası olduğu izlenimini doğuruyor. Makalenin ortaya koyduğu iddia şu: 21’inci yüzyılda nükleer caydırıcılığın niteliği geçtiğimiz yüzyıla göre kökten değişmiştir. Bunun iki temel nedeni var: 1) ABD’nin küresel füze savunma sisteminin varlığı, 2) yeni bir “stratejik üçlünün” eski konsepti değiştirmesi. Klasik stratejik üçlü, karada füze üsleri, denizde balistik füze denizaltıları ve havada stratejik bombardıman uçaklarıdır. Yeni stratejik üçlü ise dronlar, siber saldırılar ve özel operasyon kuvvetleri.
Dergi henüz çok taze, ama makale ciddi yayınların derhal ilgisini çekti. Nedensiz veya abartılı bir ilgi değil, zira Stratejik Füze Kuvvetleri Komutanı’nın nükleer silahlarla ilgili atacağı virgül bile önemsiz değildir. Argümantasyon ise elbette büyük önem taşıyor. Birincisi, ABD’nin Rusya’yı bir “çokkatmanlı küresel harekât” vasıtasıyla bozguna uğratmak istediğini ileri sürüyor. Makaleye göre ABD’nin bu saldırı planları, Rusya silahlı kuvvetlerinin “caydırıcı stratejik kuvvetleri harekâtı” konsepti üzerinde çalışmasını tetikledi. Konsept, olası saldırısı halinde Amerikalı saldırganın bozgunu için gerekli vasıtaları ve ilkeleri belirliyor. Bunlar en yeni teknolojiden başka nükleer olsun olmasın stratejik taarruz ve stratejik savunma silahlarını da kapsıyor.
Yeni konseptin hedefleri şunlar: 1) ABD ve NATO’nun ani küresel saldırısının Rusya’nın stratejik kuvvetleri asgari zararla püskürtülmesi; 2) ABD’nin küresel füze savunma sisteminin ezilmesi; 3) korunan nükleer potansiyelle saldırgana tahammül edemeyeceği zararlar verilmesi.
Demek ki makale, gerçekten yerkürenin kaderini ilgilendirecek kadar önemli bir olay, bir ölüm-kalım olayı açısından büyük bir önem taşıyor.
İlgili okur yazıyı okuduktan sonra mutlaka Rusya’nın nükleer doktrinini de incelemeli; zira yazı o doktrindeki ilkelere dayanıyor.
* * *
Stratejik Amaçlı Füze Kuvvetlerinin NATO’nun çokkatmanlı stratejik operasyonlarına karşı koymaktaki rolü
Nükleer silahlarla dolu bir dünyada, çatışan taraflarda güvenilir füze savunmasının bulunmaması yüzünden, tarafların ilişkilerinin kesin bir surette destabilizasyonuna karşı başlıca ve en ucuz caydırıcılık vasıtası nükleer silahlardı ve bugün de öyle.
Caydırıcılığın başlıca şartı, karşılıklı mücadele içindeki taraflar arasında nükleer paritenin, saldırganın savunmadaki tarafın misilleme saldırısında kabul edilemez zarar alması ihtimalini yüksek kılan karşılıklı kabul edilen asgari bir seviyede korunmasıdır. Nükleer paritenin caydırıcı etkisinin büyüklüğü, en objektif şekilde, misilleme saldırısında gerek duyulanla gerçek potansiyellerin ilişkisine bakarak değerlendirilebilir. Bu potansiyellerin büyüklüğü ise geniş bir parametreler dizisine bağlı olacaktır: silahların potansiyel karakteristikleri; tarafların kullandığı caydırıcı tedbir vasıtaların ne derece tamamlanmış olduğunu yansıtan dinamik karakteristikleri; stratejik kuvvetlerin önleyici ve misilleme eylemlerinde kullanım biçim ve tarzları. …
21’inci yüzyılda nükleer caydırıcılığın gerçekleşmesi için askeri-stratejik şartlar kökten değişti. Gayet belirgin nükleer kutuplara sahip çokkutuplu bir dünya düzeni objektif olarak şekillenmekte. ABD dünyadaki lider rolünü tedricen kaybediyor. Rusya’ya karşı askeri-siyasi çizgide saldırganlık artıyor. ABD, stratejik ve nükleer istikrarın temini sahasındaki temel bir dizi uluslararası mutabakattan çekilme faaliyetini de hızlandırdı. ABD, Anti-Balistik Füze Anlaşması (ABM) ve Orta ve Kısa Menzilli Füzelerin Tasfiyesi Anlaşması’nı (IRNFT) dondurdu; sırada stratejik taarruz silahlarının sınırlandırılması, nükleer silahların ve diğer kitle imha silahlarının yayılmasını önleme mutabakatlarının, nükleer deneme yasağının vb. dondurulması var. Stratejik nükleer kuvvetlerinin ve nükleer altyapılarının restorasyonuna ve modernizasyonuna, bunların kriz durumunda yeniden kurulmasına girişiyorlar. Deniz ve bölgelerde gelişmiş ve kademeli bir küresel füze savunma sistemi geliştiriliyor; bunun uzay ve yerdeki stratejik hedeflerin imhasına yönelik bir uzay kademesiyle güçlendirilmesi planlanıyor. Yeni stratejik caydırıcılık “üçlüsünün” Çin ve Rusya Federasyonu nezdinde nükleer olmayan taarruz bileşeninin kurulması, keza siber ve enformasyon savaşını efektif şekilde yürütecek kuvvetlerin şekillendirilmesi çalışmalarına hız veriliyor. Amerikan yönetimi tarafından “yeni stratejik üçlünün” kurulması planlarının gerçekleştirilmesi “nükleer eşiğin” üç kat düşürülmesine ve nükleer dünya savaşının başlaması tehdidinde şiddetli bir artışa yol açabilir.
ABD ve müttefikleri dış siyasetlerindeki saldırganlığı askeri strateji ve konseptleriyle de tespit etmiş oldular. ABD ve müttefikleri, stratejik kuvvetlerin geliştirilmesi planlarının yanısıra, kesinlikle saldırgan bir konsept olan silahlı kuvvetlerin prensip olarak yeni bileşenlerinin, geleceğe yönelik silah sistemlerinin, bunların münhasıran taarruz niteliği taşıyan kullanılma biçim ve tarzlarının kurulması ve oluşturulması üzerinde de çalışıyorlar. “Birleşik kuvvetler”, “olağan küresel saldırı”, “ağ merkezli” ve “hibrit” savaşlar, “harekâtın yürütüldüğü bölgelere erişim” gibi konseptler bunlar arasında.
Günümüzde ABD silahlı kuvvetlerinin genel savaş konseptleri arasında başlıca yeri ve sistem kurucu niteliği “çokkatmanlı harekât (muharebe) konsepti” kazandı. …
Bu konseptin … özü nihayetinde şunlardır:
— NATO’nun güçlü bir hasma karşı ABD liderliğinde bir koalisyon olarak askeri potansiyelinin kullanılmasının yeni yaklaşımlarla temellendirilmesi;
— bloğun, ortak ülkelerin, uluslararası teşkilatların ve STÖ’lerin askeri ve sivil imkânlarının çatışmanın ittifak tarafından dayatılan şartlarda çözülmesi için geniş bir şekilde harekete geçirilmesi;
— muhtelif coğrafi, jeofizik ve sanal ortamlarda (uzay, enformasyon ve siber alanlar dâhil) harekâta katılanlarının eylemlerinde mutabakat;
— çokkatmanlı harekâta katılanların enformasyon ve kontrol alanında yekpare eylemlerini temin edebilecek, şu ya da bu katmanda hâkim olan kıta (kuvvet) grubuna sahip olmak.
Çokkatmanlı harekâtın stratejik (küresel) veçhesi, “küresel entegre harekât” ve “harekâtın yürütüldüğü bölgelere erişim” konseptlerinden alınan tezlerle tayin olunur; bunlar, “yekpare kuvvetlerin” dünyanın muhtelif bölgelerinde konuşlandırılmış Amerikan komuta ve askeri üslerinden birinde kısa bir sürede oluşturulmasını, mobilite seviyesi yüksek, bir dizi tekil harekât ortamında yahut eşzamanlı olarak bütün harekât ortamlarında ortak bir yönetim altında ve yekpare bir plan ve programa bağlı olarak etkili şekilde faaliyet gösterebilecek ara-biçim formasyonlarını öngörür. Kıtaların (kuvvetlerin) stratejik çokkatmanlı harekâtın yürütülmesi için konuşlandırıldığı bölgeler, bu ülkenin bütün topraklarının askeri eylemlerle eşzamanlı olarak ele geçirilmesi imkânını sağlamak için hasım devletin sınırlarına azami ölçüde yakın olmalıdır.
ABD’nin mevcut askeri doktrininde dünya hakimiyetinin ve dünyadaki askeri-iktisadi ayrıcalıklı konumun kaybedilmesinin baş suçlusunun, dünyada hâkim güç olmanın önündeki baş engelin ve en büyük hasmın Rusya olduğu ilan ediliyor; Amerikan askeri siyasetinin başlıca amacı da, istenmeyen bir rejimin, toprak, doğal kaynak, üretim ve insan kaynakları korunarak askeri-siyasi veya fiziki olarak ortadan kaldırılması.
Kendileri tarafından yaratılmış hayali bir nükleer olmayan dünyada, kendi nükleer silahlarıyla orantılı, uzun menzilli, yüksek hassasiyetli ve hipersonik “geleneksel” teknolojilerin yegâne sahibi sıfatıyla dünya liderliğini koruma ve güçlendirme girişimlerindeki fiyaskonun ardından ABD, stratejik hedeflerine erişmek için nükleer enstrümanı bütün yönleriyle kullanmaya yönelik mevcut askeri stratejiye geri döndü, ama tamamen başka bir bağlamda.
ABD’nin askeri-siyasi yönetimi çağdaş büyük ölçekli savaşların sevk ve idaresine yönelik gaye ve planlarında (Rusya benzeri) güçlü bir hasmın bozgununda (kapitülasyona zorlanmasında) tayin edici rolü eskiden olduğu gibi stratejik nükleer kuvvetlere veriyorlar, ancak şu türden zaruri ve yeterli şartların yerine getirilmesinin temini durumunda:
— [karşılıklı] nükleer [çatışma] öncesi dönemde Rusya Federasyonu’nun caydırıcı nükleer potansiyelinden peşinen yoksun kılınmış olması;
— Rusya Federasyonu’ndan gelecek cevabi “nükleer misillemenin” geri püskürtülmesinin, Rusya’nın stratejik nükleer kuvvetlerinin elinde kalmış ve ABD tesislerine yönelmiş nükleer savaş başlıklarının hepsinin mutlak bir bozgunu yoluyla garanti edilmesi;
— dünyadaki askeri-iktisadi liderliğin ve askeri çatışmaya katılmamış nükleer merkezlerin caydırılması için yeterli derecede nükleer potansiyelin korunması.
Pentagon, başlıca potansiyel hasmın kuvvet yoluyla ortadan kaldırılmasının teknolojik kapsamında şunları öngörüyor:
— mevcudu, askeri kabiliyeti ve muharebe hazırlığı bağlamında yeterli sayıda stratejik nükleer ve nükleer olmayan taarruz gruplarının ve savunma kuvvet ve vasıtalarının oluşturulması ve konuşlandırılması, keza bunların başarılı ve etkili kullanılması için zaruri şartların zamanında temin edilmesi;
— Rusya Federasyonu stratejik nükleer kuvvetlerinin (muharebe mevcudunun en az yüzde 65-70’inin) batı tarafından yenilgisi hedefine ulaşılmasında olağan ani küresel saldırı (PGS) kuvvet ve vasıtalarıyla milli güvenlik stratejik taarruz kuvvetleri tesislerinin ani ve kütlesel kuvvete maruz bırakılması.
— askeri uzay sahasında küresel füze savunma sistemleri kademelerinin (muharebe mevcudunun en azından yüzde 35-40’ının) yok edilmesi yoluyla, kalan nükleer füze başlıklarının onlara verilen “nükleer misilleme” hedeflerine ulaşmasının engellenmesi;
— diğer nükleer devletler karşısında stratejik üstünlük sağlamak için yeterli bir nükleer potansiyelin muhafaza edilmesi şartıyla, Rusya Federasyonu’nu fiziki olarak tasfiye etmek için, onu başsız bırakacak ve zayıf düşürecek asgari düzeyde yeterli bir kütlesellikte nükleer saldırıda bulunulması.
Belirtilen büyük ölçekli hedeflere ulaşılması ve Rusya’ya karşı tasarlanan gayenin gerçekleştirilmesi, Pentagon tarafından, görüldüğü kadarıyla, küresel stratejik çokkatmanlı harekât biçiminde planlanıyor. Rusya Federasyonu’na karşı bu operasyonun yürütülmesinde NATO bloğunun askeri eylemlerinin askeri-stratejik senaryosu yapısal olarak üç devreyi ihtiva edebilir: hazırlık (hibrit eylemler), nihai (karada askeri eylemler) ve temel (hava-uzay taarruz ve savunma harekâtları (muharebeleri)).
Konsepte göre hazırlık devresi epey uzun süreli olabilir, birkaç aydan bir yıl ve daha fazlasına uzayabilir. Bu devre, saldırganın Rusya Federasyonu topraklarına çokkollu bir istihbarat teşkilatı ve sabotaj ağıyla gizlice sızmasına ve iklime uyum sağlamasına, bu ağın daha sonraki temel (kuvvete dayanan) aşamada kullanılması için yerel şartlara adaptasyonuna yönelik eylemlerini, keza askeri kuvvetin kullanılması için uygun şartların oluşturulması hedefiyle “yumuşak kuvvet” vasıtasının aktif bir şekilde kullanılmasını kapsayabilir.
ABD silahlı kuvvetlerinin nükleer olmayan stratejik silahlar ve uzun menzilli hassas silahlar kullanarak aktif ve geniş kapsamlı faaliyete geçmesinden önce, Rusya Federasyonu topraklarına sızmış özel harekât birlikleri … “uyur” halde kalacaklardır.
Nihai devreye temel niteliğini veren, öncelikle, ABD ve NATO’nun Rusya Federasyonu’na sınır muharebe alanlarında savunma kıtalarının (kuvvetlerin) kesinkes ezilmesi, demilitarizasyon, egemen devlet olmaktan çıkarma ve Rusya’yı askeri-siyasi olarak kendi iradelerine tabi kılma hedefleri güden çokkatmanlı ve devamlı harekâtlarıdır. …
… tarafların askeri çatışmasının nispeten birbirinden bağımsız üç aşaması (evresi, karakteristik sahası) şartlı olarak şöyle ayırt edilebilir:
Birincisi, ABD’nin olağan ani küresel saldırı vasıtalarıyla ani kütlesel saldırıları devam ederken Rusya Federasyonu ve ABD arasındaki askeri eylemler. “Püskürtme” aşaması.
İkincisi, ABD’nin küresel füze savunma sistemi vasıtalarıyla Rusya Federasyonu’nun nükleer olmayan stratejik kuvvet gruplarının bastırılması ve parçalanması. “Parçalama” aşaması.
Üçüncüsü, Rusya Federasyonu ve ABD’nin, tarafların ilk iki aşamadan sonra da kısmen korunan füze savunma sistemlerinin işlevselliği şartıyla karşılıklı nükleer misillemelerde bulunması. “Misilleme” aşaması. …
ABD başkanlık yönetiminin ve Pentagon’un açıklamalarına göre ABD silahlı kuvvetlerinin “yeni stratejik üçlüsünün” nükleer olmayan taarruz ve savunma bileşenlerinin stratejik kabiliyeti günümüzde tam kapsamlı bir konuşlandırmanın ardından Rusya Federasyonu’nun stratejik nükleer kuvvetlerinin nükleer savaş başlıklarının yüzde 55-60 kadarını olağan ani küresel saldırı kuvvet ve vasıtalarıyla, nükleer savaş başlıklarının yüzde 25-30’unu da küresel füze savunma sistemlerinin kademeleriyle yok etmeye imkân veriyor. Kendi toprak ve tesislerinin güvenliğini garanti etmek için bu oranların nükleer başlıkların PGS ile yüzde 60-65’ini, füze savunma sistemleriyle de yüzde 30-35’ini yok edecek seviyeye çıkartılması gerektiği öngörülüyor ki, bu ABD’ye, kendisine ve ülkenin jeopolitik statüsüne zarar vermeksizin üçüncü nükleer güçler üzerindeki önceliğini korurken başlıca siyasi ve askeri-teknik hasmını tasfiye etme imkânı kazandırıyor.
Önde gelen yerli askeri uzmanların görüşüne göre ABD ve NATO silahlı kuvvetleri tarafından stratejik çokkatmanlı bir harekâtın yürütülmesine başlanmasından ve tayin edici bir karşı karşıya gelişten caydıran başlıca vasıtanın bugün aktif bir şekilde geliştirilme aşamasında bulunan caydırıcı stratejik kuvvetler harekâtı (OSSS) olduğu mülahaza edilebilir. Rusya silahlı kuvvetlerinin ekipmanında stratejik (nükleer olsun veya olmasın) taarruz silahları (nükleer stratejik silahlar veya nükleer olmayan stratejik silahlar) bulunan bütün bileşenlerinin harekâtları (askeri eylemler) bunun içinde sayılabilir.
OSSS muhteva ve zamansal-mekânsal açısından, ABD tarafından bir anda girişilen büyük ölçekli askeri saldırganlıkta askeri-stratejik çatışmanın dizginlerini ele geçirmek için Rusya Federasyonu ile ABD arasında yapılması olası hava çatışmasının tamamını kapsayacaktır. Yapısal olarak OSSS’de … tarafların kuvvet kullanmasının nispeten birbirinden bağımsız üç aşaması (evresi, karakteristik sahası) şartlı olarak şu askeri görevlere göre ayrılabilir:
— düşmanın ani ve kütlesel hava-uzay saldırısının püskürtülmesi;
— ABD’nin kademeli küresel hava savunma sisteminin stratejik yapısının bütün derinliğine varıncaya kadar saldırı ve enformasyon-yönetim sistemlerinin kırılması (bastırılması);
— Rusya Federasyonu silahlı kuvvetleri stratejik nükleer kuvvetlerinin korunan vasıtalarıyla saldırgana cevabi nükleer “misillemede” bulunulması.
Bu durumda OSSS’in aşamalarını, tarafların hava-uzay çatışmasının muhtevası ve gidişatının özellikleri de dikkate alınarak, bir öncekinin tamamlanmasıyla bir sonrakine geçilen sıralı aşamalar şeklinde klasik şemaya uygun ayırmak değil de anlamsal değerlendirme ve önceki bir aşamanın neticelerinin sonraki üzerindeki etkilerini hesaplama ilkesiyle ayırmak daha uygun olacaktır. Bu yaklaşım, harekât planını yorumlamaya ve … pratiğe geçirilmesinin planlanmasına daha somut bir yaklaşıma imkân verir. …
İlginizi Çekebilir
-
Trump’ın zaferi Wall Street’in Çin stratejisine nasıl yansıyacak?
-
Alman hükümeti yeni askerlik yasa tasarısını onayladı
-
Trump’ın dönüşü Hindistan için hem iyi hem kötü hem de ‘öngörülemez’
-
Trump’ın Ukrayna planı: NATO üyeliğinden vazgeçiş ve askerden arındırılmış bölge
-
Çin, Rusya’ya yapılan ihracatı sigortalamayı reddetmeye başladı
-
Japonya Trump dönemine hazırlanıyor
DÜNYA BASINI
Trump 2.0’da ABD-Körfez ilişkileri nasıl şekillenecek?
Yayınlanma
6 saat önce07/11/2024
Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Trump’ın ikinci başkanlık döneminde Körfez ülkelerinin artan stratejik bağımsızlığını ve ABD ile ticari ilişkilerindeki pragmatik yaklaşımını ele alıyor. 2016’ya kıyasla daha özerk bir konumda olan Körfez, Trump’ın değer temelli olmayan, ticari odaklı politikasına daha yakın. Makalede Körfez ülkelerinin ABD ile bölgesel politikaları şekillendirme konusunda daha fazla etkiye sahip olduğu, özellikle İran ve İsrail meselelerinde daha fazla söz sahibi oldukları savunuluyor. Trump’ın bölgesel politikasının, en yüksek teklifi veren ülkelere avantaj sağlayacak şekilde şekillenebileceği öngörülüyor:
***
Trump’ın Orta Doğu politikası neden en yüksek teklifi verene gidecek?
Andreas Krieg
Donald Trump geri döndü. Ancak Avrupa’nın aksine, Körfez ülkeleri pek endişeli değil. Trump’ın 2016’da ilk başkanlık dönemini kazandığı zamana kıyasla, Körfez Arap devletleri şimdi çok daha güçlü ve stratejik olarak kendi kendine yeten bir konumda: ABD’ye daha az bağımlılar ve çok kutuplu dünya düzeninin diğer parçalarıyla daha fazla bağlantı içindeler.
Aynı zamanda, Körfez bölgesi, Amerikan bölgesel politikası açısından daha vazgeçilmez hale geldi ve bu durum Körfez başkentlerine önemli bir nüfuz sağladı. Amerika’nın bölgedeki duruşu, Arap ortaklarıyla çalışmaya büyük ölçüde bağlı ve bu ortaklar artık 2016’ya göre daha fazla etkinliğe, özerkliğe ve kendi ulusal çıkarlarını korumak için gerekeni yapma konusunda daha fazla özgüvene sahipler. Körfez’deki “üç büyükler” -Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar- kendilerini Rusya-Ukrayna çatışmasında kilit muhataplar olarak konumlandırdılar ve 2025’te ABD’nin Doğu Avrupa’daki yıpratma savaşını finanse etmek yerine diplomatik bir çözüm yolu aramasının daha olası olduğunu düşünüyorlar.
Trump, Körfez’de bölgeye dair net bir vizyonu olmayan bir lider olarak görülüyor. Onun bölge politikası, Washington’daki en güçlü iki dış politika lobisi tarafından belirlenecek: bir yanda İsrail yanlısı lobiler, diğer yanda Körfez lobileri. Asıl önemli soru, Körfez lobi ağlarının Filistin, İran ve ‘Direniş Ekseni’ gibi kilit bölgesel konularda ortak bir duruş sergileyebilip sergileyemeyecekleri.
Ancak net olan bir şey var: Körfez İşbirliği Konseyi (KİK), 2016’ya göre çok daha fazla birlik içinde. Bölgesel entegrasyon, Körfez Arap devletleri arasındaki iş birliğini ve karşılıklı bağımlılığı derinleştirdi. Hem KİK içindeki anlaşmazlıkları hem de İran-Körfez farklılıklarını aşma konusunda pragmatizm hâkim geldi. Sonuç olarak, Trump’ın miras projelerinden biri olan ve esasen İran’a karşı konumlandırılmış Orta Doğu Güvenlik İttifakı’nın (MESA) temeli geçen yıl içinde aşındı.
Bu arada, Joe Biden yönetiminin Körfez’deki pek çok kişinin “kontrolden çıkan” İsrail’in intikam politikası olarak nitelendirdiği politikaya verdiği açık destek, Washington’un Arapların güvenlik endişelerini görmezden gelirken İsrail’i korumaya istekli ve muktedir görünen çifte standardını gözler önüne serdi. Bu da ABD’den bir dereceye kadar stratejik ayrılmaya yol açtı; şaşırtıcı bir şekilde tüm yumurtalarını Amerikan sepetinde tutan Katar’a kıyasla BAE gibi ülkelerde daha fazla.
BAE’nin konumlanması
Trump’ın dönüşü Körfez’in hiçbir yerinde Emirlikler’de olduğu kadar memnuniyetle karşılanmadı. Abu Dabi’nin sıfır toplamlı zihniyeti ve ticari devletçilik yoluyla uyguladığı “silah haline getirilen karşılıklı bağımlılık” politikası, Trump’ın ticari yaklaşımıyla tam bir uyum içinde. Başkan Şeyh Muhammed bin Zayid en-Nehyan (MbZ) ve kardeşleri, Trump’ın ilk döneminin en büyük dış politika başarılarından birini –İbrahim Anlaşmaları’nı– nasıl elde ettiklerini unutmayacağından emin olabilir.
İleriye dönük olarak, Abu Dabi’de Trump’ın dış politikaya daha az değer temelli koşullar getireceği beklentisi var. BAE, Washington’daki en güçlü lobilere sahip ülkelerden biri olmaya devam ediyor ve Libya, Sudan ve Yemen konusundaki kararlı duruşunu, Trump’ın çevre politikasını yerel ortaklara devretme anlayışıyla uyumlu olarak sunabilecek. Dahası, Abu Dabi Libya Ulusal Ordusu, Yemen’deki Güney Geçiş Konseyi ve Sudan’daki Hızlı Destek Güçleri gibi geniş vekil ağları aracılığıyla kendisini daha izolasyonist bir ABD başkanı için vazgeçilmez bir aracı olarak sunabilir.
Aynı zamanda, İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı daha sert bir duruş bekleyen Abu Dabi, İran ve onun liderliğindeki “Direniş Ekseni”ne karşı ABD’nin bir çevreleme ve zayıflatma politikası uygulamasını sessizce savunuyor. Bununla birlikte, BAE İran’a karşı Körfez’deki en şahin politikayı savunsa da bölgesel bir askeri tırmanışın ön saflarında yer almak istemiyor.
Trump’ın Moskova’ya karşı daha yumuşak bir politika izlemesi Abu Dabi’nin Rusya’nın yaptırımlardan kaçınma ağlarındaki merkez rolü için iyi olsa da Trump’ın Çin’e karşı sert tutumu, Çin veri merkezleri, yapay zekâ ve teknoloji şirketlerine yüksek oranda bağımlı olan BAE ekonomisi için bazı sorunlar yaratabilir. Bu noktada BAE’nin doğuya yönelişini yumuşatması gerekebilir.
Katar için durum
Katar için ikinci Trump dönemi, Washington’da çok daha güçlü bir konuma sahipken başlıyor. Doha’nın Bahreyn, Mısır, Suudi Arabistan ve BAE tarafından ablukaya alındığı 2017-21 Körfez krizinden bu yana Katar, ABD’deki Cumhuriyetçi Parti içinde kapsamlı ilişkiler kurdu ve Trump’ın 2017’de iktidara ilk geldiği döneme kıyasla siyasi olarak çok daha az izole durumda. Zengin ülkede bazıları Trump’ın öngörülemezliği ve istikrarsız kararları konusunda endişeliyken diğerleri onu etki altına alınabilecek, etkileşimsel bir lider olarak selamlıyor.
2024’ün Katar’ı kurumsal olarak ABD ile daha sıkı bağlara sahip. NATO üyesi olmayan önemli bir müttefik olarak Katar; Afganistan, Gazze, İran ve Venezuela’daki arabuluculuk çabaları sayesinde Washington’da ayrıcalıklar kazandı. Katar, karmaşık çatışmaları çözme yeteneğiyle ABD’de iki partinin de övgüsünü kazanan, güvenilir bir diplomatik muhatap haline geldi. Bölgedeki en önemli Amerikan askeri üssüne ev sahipliği yapan Katar, Pentagon’a tamamen vazgeçmeyi göze alamayacağı çok önemli bir platform sağlıyor.
Bununla birlikte, Doha’da Trump çevresindeki İsrail yanlısı seslerin, Katar’ın Filistinli Hamas hareketiyle arabulucu ilişkisini sorun haline getirebileceği konusunda endişeler var. Emirlik, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun bir yılı aşkın süredir sabote ettiği Gazze’de akan kanı durduracak bir anlaşmayı sağlayabileceğini göstermek zorunda. Doha’daki umut, Trump’ın anlaşmacı zihniyetinin, aşırı sağcı İsrail hükümetine diplomatik bir çözüme bağlı kalması için daha fazla baskı yapabilmesini sağlayabileceği yönünde. Bu bağlamda, Trump’ın Biden’dan farklı olarak, “ayakların baş olduğu” bir durumda görülmek istemeyeceğini düşünen bazı muhataplar da bulunuyor.
Suudi Arabistan’ın algıları
Suudi Arabistan’da Trump ile birlikte ABD’nin bölgesel hegemon rolüne geri dönebileceği ve Krallığın birlikte hareket edebileceği stratejik bir yön sağlayabileceği beklentisi büyük. Trump’ın basit ve ikili dünya görüşü, Suudi Arabistan’ın sadece kesinlik sağladığı için bile daha kolay başa çıkabileceği bir yaklaşım.
Diğer Körfez Arap ülkeleri gibi Suudi Arabistan da değerlerden daha bağımsız, ticari bir ilişki modeli umuyor; ABD Başkanı’nın, Krallığa bölgedeki ulusal çıkarlarını uygun gördüğü şekilde ilerletmesi için hareket alanı sağlamasını arzuluyor. 2016’ya kıyasla daha gelişmiş bir yatırım ekosistemine sahip olan Riyad, Trump’ı yatıştırmak için ABD’ye stratejik yatırım yapmaya daha hazır. Trump’ın ilk döneminde yaşanan “Kaşıkçı meselesine” dair Washington’daki kolektif hafıza kaybı da bu durumu kolaylaştırıyor. Washington’da birçok kişi, Suudi Arabistan’ın göz ardı edilemeyecek kadar büyük bir küresel enerji oyuncusu olduğunun farkında.
Ancak Riyad’da Trump 2.0’ın bölge için net ve sağlam bir vizyon sunabileceğine dair bir beklenti de yok. Trump’ın 2019’da Abkayk ve Hureys’teki Suudi petrol tesislerine yönelik İran’ın sorumlu olduğu düşünülen saldırıların intikamının alınmasındaki başarısızlığı unutulmadı. Benzer şekilde, yeni ABD yönetiminin İran’a karşı daha şahin bir yaklaşım sergilemesi de bu kez Riyad’da olumlu karşılanmayacak. Krallıkta hiç kimse Trump’ın İran ile savaşını son Suudi askeri ve petrol tesisine kadar sürdürmesini istemiyor.
Riyad’da bazıları, Trump’ın yeni bir “Yüzyılın Anlaşması” ile cezbedilebileceğini hayal ediyor ki bu, Suudi Arabistan’ın ABD ile kapsamlı bir savunma anlaşması yapmasını öngören bir anlaşma olurdu. Ancak Trump’ın anlaşmalara duyduğu ilgisine rağmen, Kongre’nin Krallığı memnun edecek kadar kapsamlı bir anlaşmayı onaylaması pek olası görünmüyor özellikle de Riyad’ın giderek mesihçi bir çizgiye kayan İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi neredeyse imkansızken.
Sonuç olarak, KİK, otokratik eğilimler sergileyen bir ABD başkanıyla çalışmak konusunda oldukça rahat hissediyor. Körfez’in rant ekonomilerinin çoğu aile şirketleri gibi yönetildiği için, siyaseti ticaretle harmanlayan bir lider olan Trump, bölgede yadırganmıyor. Trump’ın askeri tehditlerle desteklenen merkantilist devlet anlayışı, Körfez’in iyi anladığı bir şey. Sonunda, bazıları Trump’ın bölgesel politikasının en yüksek teklifi verene gideceği sonucuna varabilir.
DÜNYA BASINI
Yeşiller’in “denazifikasyonu” mümkün mü?
Yayınlanma
5 gün önce02/11/2024
Yazar
Harici.com.trÇevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, 1990’lı yıllar boyunca İrlanda Yeşiller Partisi’nin aktif bir üyesi olan, uzun yıllardır ise Avrupa’daki yeşil hareketin ve onun siyasal partilerinin titiz bir gözlemcisi olarak yazılar kaleme alan David Cronin’e ait.
Cronin, politik ekolojinin kökenleri üzerine katıldığı tartışma gruplarında Nazilerin yeşil hareketin erken bir temsilcisi olarak benimsendiği yönünde ilginç bir aktarımla başlıyor yazısına. Devamında ise Almanya Dışişleri Bakanı olan Yeşiller üyesi Annalena Baerbock üzerinden Alman Yeşiller’inin, Nazi geçmişin bir kefareti olarak İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım saldırılarına nasıl arka çıktığına dair birtakım güncel hatırlatmalar yapıyor.
Aslında Cronin’in gözlem ve aktarımları, Alman Yeşiller’inin Nazilerle olan tarihsel ve ideolojik yakınlığı üzerine yazılıp çizilenlerin güncelle bağını kuran etraflı bir toparlama gibi. Zira on yılı aşkın süredir pek çok akademik ve gazetecilik araştırması Nazi figürlerinin yeşil hareket ve yeşil partinin kuruluşu, gelişimi ve bugünündeki kilit rolünü ortaya koymaya çalışıyor.
Alman Yeşiller’i denazifiye edilmeli
David Cronin
Electronic Intifada
26 Ekim 2024
Çev. Leman Meral Ünal
1990’lı yıllarda İrlanda Yeşiller Partisi’ne katıldıktan kısa bir süre sonra, politik ekolojinin kökenleri üzerine bazı tartışmalara katıldım.
Bu tartışmalara pek katkım oldu mu hatırlamıyorum, aslında sadece oturdum ve benden daha zeki ve daha bilgili olan aktivistleri dinledim.
Bu aktivistlerden biri, doğaya güçlü bir bağlılık ifade eden sabık bir siyasi örgütlenmeden bahsetti: Evet, Naziler sık sık kan ve topraktan bahsederdi.
O vakitler Nazilerin uluslararası yeşil hareketi herhangi bir şekilde etkilemiş olabileceğine inanmak istemiyordum. Televizyonda gördüğüm Alman Yeşillerin hemen hepsi “savaşma, seviş” felsefesini benimsemiş gibi görünüyorlardı.
Bugün ise Yeşiller’in Annalena Baerbock’u, Berlin hükümetinde dışişleri bakanı. Ülkesinin geçmişinden ders çıkarmaktan dem vursa da genelde bunun tam tersini yapıyor.
Baerbock Holokost’u “dünyanın gördüğü en kötü suç” olarak tanımlıyor. Bunun kefaretini ödemek için ise Gazze’de, dünyanın bu yüzyılın başından bu yana gördüğü en büyük suç olan bir başka soykırıma göz yumuyor.
Almanya, geçtiğimiz üç ay içerisinde İsrail’e 100 milyon dolardan fazla askeri teçhizat ihraç edildiğini onaylayan yeni veriler yayımladı.
Söz konusu veriler, Baerbock ve Yeşiller şürekasının İsrail’e yönelik yeni silah sevkiyatlarını onaylamayı reddettikleri yönündeki haberlerle açıkça çelişiyor. Yeşillerin, Alman silahlarının soykırım için kullanılmayacağına dair yazılı bir garanti talep ettikleri söyleniyordu.
Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un İsrail’e silah sevkiyatının devam etmesinde ısrarcı olması bu noktada epey dikkat çekici – hem de Baerbock’tan herhangi bir tepki gelmeden (en azından kamuoyunun önünde).
Baerbock’un silah sevkiyatına ilişkin belgelere bir “soykırım maddesi” ekletmek istediği yönündeki iddialara şüpheyle yaklaşmak için çeşitli nedenlerimiz var.
Almanya aslında soykırım suçlamasına karşı İsrail’i koruyor.
Güney Afrika, İsrail’in Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal ettiği iddiasıyla Uluslararası Adalet Divanı’na gittiğinde, Almanya alelacele İsrail’in tarafında olacağını duyurmuştu. Baerbock ise ocak ayında yaptığı açıklamada, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü ve “meşru müdafaa” olarak tanımladığı savaşın, “soykırım amacı” taşıdığına dair herhangi bir işaret görmediğini savunmuştu.
Tarihin istismarı
Baerbock geçtiğimiz Haziran ayında Almanya’nın eski sömürgeleri hakkında bir konuşma yaptı.
Ülkesinin 1900’lerin başında Güney Batı Afrika’da (bugün Namibya) “Herero ve Nama halklarına uygulanan soykırımda” “tarihsel sorumluluğu” olduğunu çok kesin bir dille ifade etti.
Baerbock, Almanya’nın şu anda bir soykırıma arka çıktığını kabul etmeden geçmişle nasıl yüzleşilmesi gerektiğinin yanıtlarını arıyor.
İsrail’in 2019-2023 yılları arası ithal ettiği tüm büyük silahların yaklaşık yüzde 30’u Almanya’dan gelmişti. Bu dönemde İsrail’e daha fazla silah sağlayan diğer tek hariç güç ise ABD’ydi.
[Gazze’ye dönük] soykırım başladığında Baerbock haftalarca ateşkes çağrısı yapmayı reddetmişti.
Kasım 2023’te Deutsche Welle’ye verdiği bir röportajda, “Alman sorumluluğumuza bağlıyız” diyecekti.
“Bu, Almanya’nın Nazi diktatörlüğü altında yok etmeye çalıştığı Yahudi erkek ve kadınlara güvenli bir ülke sağlamak demek. (…) İşte o ülke İsrail devletidir ve tam da bu nedenle İsrail’in güvenliği Almanya için bir devlet meselesidir.”
Holokost’u bu şekilde anmak, anabilmek tarihi açıkça istismar etmektir.
Naziler Yahudileri Untermensch¹ [alt insan] olarak görmüş ve ari ırk hedefi uğruna onları yok etmeye çalışmıştı.
İsrail ise Filistinlileri “insansı hayvanlar”² olarak görüyor ve onlara karşı amansız bir imha savaşı yürütüyor. Baerbock’un bağlılığını ifade ettiği, nükleer silahlarla donatılmış “güvenli ülke” (İsrail) Binyamin Netanyahu’nun başbakan olarak kalabilmesi ve aşırı sağcı koalisyon ortaklarının etno-dinsel üstünlük ferasetini sürdürebilmesi için dünya barışını açıkça tehlikeye atıyor.
Açık ki, yeşil hareketin artık denazifiye gerekiyor.
Şayet Annalena Baerbock ve Alman Yeşilleri İsrail’in suçlarını desteklemeye devam edecekse Avrupa’daki kardeş yeşil partiler tarafından bir an önce tecrit edilmeleri gerekiyor.
Mevzu soykırım ise görüş ayrılığına yer yoktur: Yeşiller soykırımın ya yanındadır ya da karşısında.
¹ Naziler tarafından “Doğu’dan gelen kitleler” olarak adlandırılan ve “Aryan” olmayan halk ve toplulukları imleyen terim. Yahudiler’in yanı sıra Romanlar ve Slavlar da bu tanım altına sokulmuştu. (ç.n)
² İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Aksa Tufanı sonrası Gazze Şeridi’nin tamamen kuşatılması ve bölgeye hiçbir şekilde elektrik, yiyecek ve yakıt sağlanmaması talimatını verirken, “İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz ve buna göre hareket ediyoruz” ifadelerini kullanmıştı. (ç.n)
DÜNYA BASINI
Foreign Policy: Netanyahu Trump’ı destekliyor, ancak pişman olabilir
Yayınlanma
6 gün önce01/11/2024
Yazar
Harici.com.trDavid E. Rosenberg, Foreign Policy
31 Ekim 2024
İkinci bir Trump yönetimi İsrail’e daha az sempati duyabilir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde 5 Kasım’da yapılacak başkanlık seçimleri öncesinde yapılan anketler Başkan Yardımcısı Kamala Harris ile eski Başkan Donald Trump’ın başa baş gittiğini gösteriyor. Ancak oylama İsraillilerle sınırlı olsaydı, Trump açılış konuşmasını yazmaya başlayabilirdi. İsrail Trump’ın ülkesi ve Trump’ın bir numaralı destekçisi de başbakanı Benjamin Netanyahu. Ancak Trump’ın sicili, değişken kişiliği ve seçim kampanyası sırasında İsrail hakkında yaptığı açıklamalar bu coşkuyu haklı çıkaracak pek bir şey sunmuyor.
İsrail’in son bir yıldır sürdürdüğü savaş, onu 1973 Yom Kippur Savaşı’ndan bu yana hiç olmadığı kadar ABD’ye bağımlı hale getirdi. Kim olursa olsun İsrail’in bir sonraki ABD başkanının tam desteğine ihtiyacı var. Ancak Netanyahu bir adaya soğuk bakmaya ve tüm kozlarını politik içgüdüleri çoğunlukla İsrail’in çıkarlarına ters düşen başka bir adaya vermeye istekli görünüyor.
Netanyahu her zaman Demokratlardan çok Cumhuriyetçilerle kendini evinde hissetmiştir. 2012 seçimlerinde, görevdeki Barack Obama yerine Senatör Mitt Romney’i tercih ettiğini açıkladı. Romney o yıl temmuz ayındaki bir ziyaretinde devlet başkanı muamelesi gördü ve Netanyahu (sözde kendisinin haberi olmadan) bir Obama saldırı reklamında yer aldı. Netanyahu sonraki iki seçimde geri adım attı ama bu sefer yine favorileri oynuyor.
Her şey bir tür uzlaşmayla başladı. Trump, Netanyahu’nun 2020’deki seçim zaferinden dolayı Başkan Joe Biden’ı tebrik etmesine kızdı. Sonraki dört yıl boyunca iki adam konuşmadı. Geçtiğimiz nisan ayında Time ‘a verdiği bir röportajda Trump, Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e saldırmasını sağlayan başarısızlıklardan Netanyahu’yu sorumlu tuttu. Bu, güvenlik başarısızlığı konusunda herhangi bir sorumluluk kabul etmeyi reddeden İsrailli bir lider için sert bir eleştiriydi.
Netanyahu geçtiğimiz temmuz ayında Mar-a-Lago’ya yaptığı bir ziyarette buzları eritmişti. O tarihten bu yana ikilinin birkaç kez telefonla görüştüğü bildirildi. İki adam birbirleri hakkında gerçekten ne düşünüyor olursa olsun, her ikisi de dost ve müttefik olarak görülmeyi siyasi açıdan faydalı buluyor.
İsrailliler Trump’a verdikleri destekle Batı demokrasileri arasında öne çıkıyor. İsrailli yayın kuruluşu Channel 12 tarafından kısa süre önce yapılan bir ankete göre İsraillilerin yüzde 66’sı Trump’ı tercih ederken Harris’i tercih edenlerin oranı yüzde 17’de kaldı (yüzde 17’si ise görüş belirtmedi). Karşılaştırmak gerekirse, Gallup International tarafından 43 ülkede (İsrail hariç) yapılan bir ankete katılanların yüzde 54’ü Harris’i tercih ederken, bu oran Trump’a verilen desteğin iki katından fazla. Trump’ı en çok destekleyen iki ülke olan Sırbistan ve Macaristan’da bile Trump, ankete katılanların sırasıyla yüzde 49 ve 59’undan fazlası tarafından tercih edilmedi.
Ortalama bir İsraillinin Trump’ı tercih etmesinin nedeni muhtemelen Harris’in tanınmayan biri olması. Biden’ın Gazze’deki savaş boyunca gösterdiği muazzam yardıma duydukları minnettarlığın çok azı ya da hiçbiri başkan yardımcısına aktarılmadı.
Ancak Trump’ın popülaritesi büyük ölçüde, ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıdığı, Golan Tepeleri üzerinde İsrail egemenliğini tanıdığı, İran nükleer anlaşmasından çekildiği ve İsrail ile bir grup Arap ülkesi arasındaki ilişkileri normalleştiren İbrahim Anlaşmalarını düzenlediği ilk görev döneminden kaynaklanıyor. Trump’ın aynı zamanda bir Filistin devletini öngören bir barış planı önerdiği ve Netanyahu’nun Batı Şeria’nın bir kısmını ilhak etme planlarını boşa çıkardığı gerçeği unutulmuş gibi görünüyor.
İsrailliler bu olumlu jestleri Trump’ın İsrail’e olan sevgisinin bir göstergesi olarak görme eğiliminde. Ancak kayıtlar bunu pek de doğrulamıyor. Trump başkanlığı döneminde İsrail’e sadece bir ziyaret gerçekleştirdi. Buna karşılık Biden, 7 Ekim 2023’teki saldırıdan günler sonra güçlü ve kişisel bir destek gösterisiyle Gazze’deki savaşın ilk günleri de dahil olmak üzere iki kez İsrail’e gitti. 2016 kampanyasının başlarında Trump, İsrail yanlısı konuşma noktalarını yanlış anladı ve bir CNN röportajcısına İsrail-Filistin çatışmasıyla ilgili olarak “mümkünse tarafsız olmak istediğini” söyledi. Gafını fark ettikten sonra hemen kendini düzeltti ama bunun güçlü bir kişisel dürtüyü yansıttığını varsaymak yanlış olmaz.
Mevcut kampanyasında Trump, Gazze’deki Hamas, Lübnan’daki Hizbullah ve İran gibi İsrail’in karşı karşıya olduğu en acil sorunlarla ilgili olarak karışık ve çoğu zaman belirsiz bir duruş sergiledi.
İsrail-Hamas savaşının ilk birkaç ayında Trump, “savaşınızı bitirme” ve “hızlı bir şekilde halletme” ihtiyacından bahsetti. Eylül ayında Harris ile yaptığı münazarada, “Bunu hızlı bir şekilde halledeceğim” dedi. Son zamanlarda ise savaş çabalarını biraz daha destekleme yönünde hareket ederek Netanyahu’ya bir telefon görüşmesinde “Ne yapman gerekiyorsa yap” dedi. Ancak Trump, Netanyahu’nun İsrail’in hedefi olduğunu söylediği “topyekûn zafer ”den hiç bahsetmedi.
Trump’ın danışmanlarının, Trump’ın Biden’ın yaklaşımını izleyerek İsrail’e ateşkes ve rehine anlaşmasını kabul etmesi için baskı yapmasının oldukça olası olduğunu söyledikleri aktarıldı. Trump, İbrahim Anlaşması başarısını İsrail ve Suudi Arabistan arasında bir anlaşmayla taçlandırmaya hevesli göründüğünden, Netanyahu kendisini, Filistin devletine doğru ilerleme için Suudi taleplerini karşılamak üzere bir Trump yönetiminin baskısı altında bulabilir.
İran konusunda Trump kamuoyu önünde sert bir tavır takındı ancak Netanyahu’nun istediği kadar sert değil. Trump Tahran’a yönelik “azami baskı” kampanyasını hızlandırmaktan söz etti ancak bununla savaşı değil daha ağır ekonomik yaptırımları kastediyor. Bir danışmanı geçtiğimiz günlerde Financial Times’a verdiği demeçte “Genel olarak savaşa karşı büyük bir isteksizliği var” dedi.
Bu da Trump’ın İsrail’in çıkarlarıyla pek uyuşmayan daha geniş dünya görüşüne işaret ediyor. Trump müttefiklerine şüpheyle yaklaşıyor, özellikle de savunma konusunda kendi payına düşeni yapmayanlara. Çok taraflılığı kesinlikle sevmiyor. Tüm bu alanlarda İsrail bir Trump yönetiminde savunmasız olacaktır.
Geçmişte İsrail, Trump’ın takdir ettiği türden bir müttefik olarak görülebilirdi. Evet, ABD’den milyarlarca dolar yardım alıyordu ve bunun bedelini zor ödüyordu ama en azından İsrail hiçbir zaman Amerikan askerlerinin kendisini savunmasını istemedi. Güçlü ve etkili ordusu da çoğu zaman ABD’nin çıkarlarına hizmet etti.
Hamas ile savaş ve buna paralel olarak Hizbullah ve İran ile yaşanan çatışmalar bu dinamiği değiştirdi. Brown Üniversitesi Watson Uluslararası ve Kamu İşleri Enstitüsü tarafından yapılan bir araştırmaya göre, ABD 30 Eylül itibariyle İsrail’e doğrudan askeri yardım ve bölgedeki ilgili ABD operasyonları için en az 22.7 milyar dolar harcadı. O tarihten bu yana, İsrail ve İran arasındaki kısasa kısas saldırılar nedeniyle Washington’un daha fazla yardımda bulunmasıyla bu rakam daha da arttı.
Paranın ötesinde, ABD çeşitli zamanlarda bölgeye ilave uçak gemileri, savaş uçakları ve askerler gönderdi. Bu ayın başlarında İsrail’e bir Terminal Yüksek İrtifa Alan Savunması (THAAD) balistik füze savunma sistemi ve İsrail’in hava savunmasındaki açıkları kapatmak üzere bu sistemi kullanacak 100 personel gönderdi. ABD ayrıca İsrail’e başka hiçbir ülkeden temin edilemeyecek ya da kendi ülkesinde üretilemeyecek büyük miktarlarda silah tedarik etmektedir. Çok taraflılık adına Biden, İran füze saldırıları düzenlediğinde İsrail’e yardım etmek üzere iki kez Batılı ve Arap güçlerden oluşan bir koalisyon kurdu.
Çatışmalar eninde sonunda sona erecek, ancak İsrail’in ABD’ye olan bağımlılığı öngörülebilir bir gelecek için yüksek kalmaya devam edecek gibi görünüyor. İsrailli planlamacılar önümüzdeki yıllarda savunma harcamalarını önemli ölçüde arttırmak zorunda kalacaklarını, özellikle de ekonomik büyüme yavaşlarsa bu harcamaları karşılamakta zorlanabileceklerini varsayıyorlar.
Trump’ın savunucuları İsrail’in özel bir durum olduğunu söyleyecektir. Diğer müttefiklerinin aksine, ABD’de Evanjelik Hıristiyanlar ve pek çok Yahudi arasında kendi içinden yetişmiş bir seçmen kitlesi var. Cumhuriyetçi Parti’de İsrail’e destek olmazsa olmaz bir unsurdur. Ama bu yeterli olacak mı?
Trump gelecek hafta kazanırsa bir daha seçmenlerin karşısına çıkmak zorunda kalmayacak ve istediğini yapabilecek. Netanyahu ile şimdilik barışmış olabilirler çünkü siyasi olarak birbirlerine ihtiyaçları var ama Trump affedici bir tip değil ve meydan okumayı hafife almıyor. Eğer ikili İran, Filistin politikası ya da Suudi Arabistan’la normalleşme koşulları konusunda çatışırsa bu dostluk kolayca bozulabilir.
Trump’ın dış politika ekibinde İsrail’i seven ama İsrail taraf olsa bile ABD’yi Orta Doğu’nun sonsuza dek sürecek savaşlarına bulaştırmak istemeyen çok sayıda “Önce Amerika” destekçisi olması muhtemel. Danışmanları arasında daha aktivist bir ABD dış politikasını savunanlar Çin’e odaklanmış durumda. Biden yönetimi gibi onlar da İran’ı ikincil görüyor ve bu tehdide kaynak ayırmak istemiyorlar.
Netanyahu muhtemelen Trump’a içgüdüsel destek veren sıradan İsraillilerden daha hesapçı ve pragmatik. Başbakan, Trump’ı küstürmeyi göze alamayacağını ve Harris kazanırsa Biden gibi davranıp her türlü husumete rağmen İsrail’i desteklemeye devam edeceğini düşünüyor olabilir.
Kim kazanırsa kazansın, İsrail-ABD ilişkilerinin önümüzdeki dört yılı muhtemelen Biden’ın başkanlığı döneminden daha çalkantılı geçecek. Biden İsrail’in gerçek bir dostuydu ve bir kriz anında büyük bir siyasi bedel pahasına İsrail’e yardım etmek için uzun bir yol kat etmeye hazırdı. Beyaz Saray’ın bir sonraki sahibinin -ister Trump ister Harris olsun- aynı şeyi yapması pek olası değil.
Trump’ın zaferi Wall Street’in Çin stratejisine nasıl yansıyacak?
Alman hükümeti yeni askerlik yasa tasarısını onayladı
Trump’ın dönüşü Hindistan için hem iyi hem kötü hem de ‘öngörülemez’
Trump’ın Ukrayna planı: NATO üyeliğinden vazgeçiş ve askerden arındırılmış bölge
Çin, Rusya’ya yapılan ihracatı sigortalamayı reddetmeye başladı
Çok Okunanlar
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Türk dış politikasında eksen kayması
-
SÖYLEŞİ2 hafta önce
Uzmanlara BRICS’i sorduk – 2: Türkiye BRICS’e üye olabilir mi?
-
SÖYLEŞİ2 hafta önce
Uzmanlara BRICS’i sorduk – 1: Bağımsız BRICS ödeme sistemi başarıya ulaşabilir mi?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
BRICS öncesi Hindistan ve Çin’den sınır kavgasına gelen ‘çözüm’ duyurusu
-
AMERİKA2 gün önce
ABD seçimlerinde “üçüncü aday”: Jill Stein
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
İran: Sol el Araplarla kucaklaşmaya devam ederken, sağ el İsrail’le çatışıyor
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
WSJ: Hizbullah’ın direnişi İsrail için eziyete dönüşebilir
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Son düzlükte Demokratlar panikte… Trump gerçekten önde mi?