Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Rusya’nın askeri doktrininde yeni bir konsept

Yayınlanma

Aşağıdaki, Rusçası da epey zor anlaşılan bir makalenin ilk yarısının neredeyse eksiksiz çevirisi. Stratejik Füze Kuvvetleri komutanı Tümgeneral İgor Fazletdinov ve emekli Albay V. Lumpov’un imzasını taşıyan makale, Savunma Bakanlığı’nın aylık teorik yayını Voennoya Mısl’ın mart sayısında çıktı.

Voennaya Mısl şu üst başlıkla yayınlanır: “Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetlerinin generalleri, amiralleri ve subayları için”.

Makalenin belirsiz göndermeleri, bu ve benzerlerinin aslında halen sürmekte olan yeni bir takım analitik çalışmaların parçası olduğu izlenimini doğuruyor. Makalenin ortaya koyduğu iddia şu: 21’inci yüzyılda nükleer caydırıcılığın niteliği geçtiğimiz yüzyıla göre kökten değişmiştir. Bunun iki temel nedeni var: 1) ABD’nin küresel füze savunma sisteminin varlığı, 2) yeni bir “stratejik üçlünün” eski konsepti değiştirmesi. Klasik stratejik üçlü, karada füze üsleri, denizde balistik füze denizaltıları ve havada stratejik bombardıman uçaklarıdır. Yeni stratejik üçlü ise dronlar, siber saldırılar ve özel operasyon kuvvetleri.

Dergi henüz çok taze, ama makale ciddi yayınların derhal ilgisini çekti. Nedensiz veya abartılı bir ilgi değil, zira Stratejik Füze Kuvvetleri Komutanı’nın nükleer silahlarla ilgili atacağı virgül bile önemsiz değildir. Argümantasyon ise elbette büyük önem taşıyor. Birincisi, ABD’nin Rusya’yı bir “çokkatmanlı küresel harekât” vasıtasıyla bozguna uğratmak istediğini ileri sürüyor. Makaleye göre ABD’nin bu saldırı planları, Rusya silahlı kuvvetlerinin “caydırıcı stratejik kuvvetleri harekâtı” konsepti üzerinde çalışmasını tetikledi. Konsept, olası saldırısı halinde Amerikalı saldırganın bozgunu için gerekli vasıtaları ve ilkeleri belirliyor. Bunlar en yeni teknolojiden başka nükleer olsun olmasın stratejik taarruz ve stratejik savunma silahlarını da kapsıyor.

Yeni konseptin hedefleri şunlar: 1) ABD ve NATO’nun ani küresel saldırısının Rusya’nın stratejik kuvvetleri asgari zararla püskürtülmesi; 2) ABD’nin küresel füze savunma sisteminin ezilmesi; 3) korunan nükleer potansiyelle saldırgana tahammül edemeyeceği zararlar verilmesi.

Demek ki makale, gerçekten yerkürenin kaderini ilgilendirecek kadar önemli bir olay, bir ölüm-kalım olayı açısından büyük bir önem taşıyor.

İlgili okur yazıyı okuduktan sonra mutlaka Rusya’nın nükleer doktrinini de incelemeli; zira yazı o doktrindeki ilkelere dayanıyor.

* * *

Stratejik Amaçlı Füze Kuvvetlerinin NATO’nun çokkatmanlı stratejik operasyonlarına karşı koymaktaki rolü

Nükleer silahlarla dolu bir dünyada, çatışan taraflarda güvenilir füze savunmasının bulunmaması yüzünden, tarafların ilişkilerinin kesin bir surette destabilizasyonuna karşı başlıca ve en ucuz caydırıcılık vasıtası nükleer silahlardı ve bugün de öyle.

Caydırıcılığın başlıca şartı, karşılıklı mücadele içindeki taraflar arasında nükleer paritenin, saldırganın savunmadaki tarafın misilleme saldırısında kabul edilemez zarar alması ihtimalini yüksek kılan karşılıklı kabul edilen asgari bir seviyede korunmasıdır. Nükleer paritenin caydırıcı etkisinin büyüklüğü, en objektif şekilde, misilleme saldırısında gerek duyulanla gerçek potansiyellerin ilişkisine bakarak değerlendirilebilir. Bu potansiyellerin büyüklüğü ise geniş bir parametreler dizisine bağlı olacaktır: silahların potansiyel karakteristikleri; tarafların kullandığı caydırıcı tedbir vasıtaların ne derece tamamlanmış olduğunu yansıtan dinamik karakteristikleri; stratejik kuvvetlerin önleyici ve misilleme eylemlerinde kullanım biçim ve tarzları. …

21’inci yüzyılda nükleer caydırıcılığın gerçekleşmesi için askeri-stratejik şartlar kökten değişti. Gayet belirgin nükleer kutuplara sahip çokkutuplu bir dünya düzeni objektif olarak şekillenmekte. ABD dünyadaki lider rolünü tedricen kaybediyor. Rusya’ya karşı askeri-siyasi çizgide saldırganlık artıyor. ABD, stratejik ve nükleer istikrarın temini sahasındaki temel bir dizi uluslararası mutabakattan çekilme faaliyetini de hızlandırdı. ABD, Anti-Balistik Füze Anlaşması (ABM) ve Orta ve Kısa Menzilli Füzelerin Tasfiyesi Anlaşması’nı (IRNFT) dondurdu; sırada stratejik taarruz silahlarının sınırlandırılması, nükleer silahların ve diğer kitle imha silahlarının yayılmasını önleme mutabakatlarının, nükleer deneme yasağının vb. dondurulması var. Stratejik nükleer kuvvetlerinin ve nükleer altyapılarının restorasyonuna ve modernizasyonuna, bunların kriz durumunda yeniden kurulmasına girişiyorlar. Deniz ve bölgelerde gelişmiş ve kademeli bir küresel füze savunma sistemi geliştiriliyor; bunun uzay ve yerdeki stratejik hedeflerin imhasına yönelik bir uzay kademesiyle güçlendirilmesi planlanıyor. Yeni stratejik caydırıcılık “üçlüsünün” Çin ve Rusya Federasyonu nezdinde nükleer olmayan taarruz bileşeninin kurulması, keza siber ve enformasyon savaşını efektif şekilde yürütecek kuvvetlerin şekillendirilmesi çalışmalarına hız veriliyor. Amerikan yönetimi tarafından “yeni stratejik üçlünün” kurulması planlarının gerçekleştirilmesi “nükleer eşiğin” üç kat düşürülmesine ve nükleer dünya savaşının başlaması tehdidinde şiddetli bir artışa yol açabilir.

ABD ve müttefikleri dış siyasetlerindeki saldırganlığı askeri strateji ve konseptleriyle de tespit etmiş oldular. ABD ve müttefikleri, stratejik kuvvetlerin geliştirilmesi planlarının yanısıra, kesinlikle saldırgan bir konsept olan silahlı kuvvetlerin prensip olarak yeni bileşenlerinin, geleceğe yönelik silah sistemlerinin, bunların münhasıran taarruz niteliği taşıyan kullanılma biçim ve tarzlarının kurulması ve oluşturulması üzerinde de çalışıyorlar. “Birleşik kuvvetler”, “olağan küresel saldırı”, “ağ merkezli” ve “hibrit” savaşlar, “harekâtın yürütüldüğü bölgelere erişim” gibi konseptler bunlar arasında.

Günümüzde ABD silahlı kuvvetlerinin genel savaş konseptleri arasında başlıca yeri ve sistem kurucu niteliği “çokkatmanlı harekât (muharebe) konsepti” kazandı. …

Bu konseptin … özü nihayetinde şunlardır:

— NATO’nun güçlü bir hasma karşı ABD liderliğinde bir koalisyon olarak askeri potansiyelinin kullanılmasının yeni yaklaşımlarla temellendirilmesi;

— bloğun, ortak ülkelerin, uluslararası teşkilatların ve STÖ’lerin askeri ve sivil imkânlarının çatışmanın ittifak tarafından dayatılan şartlarda çözülmesi için geniş bir şekilde harekete geçirilmesi;

— muhtelif coğrafi, jeofizik ve sanal ortamlarda (uzay, enformasyon ve siber alanlar dâhil) harekâta katılanlarının eylemlerinde mutabakat;

— çokkatmanlı harekâta katılanların enformasyon ve kontrol alanında yekpare eylemlerini temin edebilecek, şu ya da bu katmanda hâkim olan kıta (kuvvet) grubuna sahip olmak.

Çokkatmanlı harekâtın stratejik (küresel) veçhesi, “küresel entegre harekât” ve “harekâtın yürütüldüğü bölgelere erişim” konseptlerinden alınan tezlerle tayin olunur; bunlar, “yekpare kuvvetlerin” dünyanın muhtelif bölgelerinde konuşlandırılmış Amerikan komuta ve askeri üslerinden birinde kısa bir sürede oluşturulmasını, mobilite seviyesi yüksek, bir dizi tekil harekât ortamında yahut eşzamanlı olarak bütün harekât ortamlarında ortak bir yönetim altında ve yekpare bir plan ve programa bağlı olarak etkili şekilde faaliyet gösterebilecek ara-biçim formasyonlarını öngörür. Kıtaların (kuvvetlerin) stratejik çokkatmanlı harekâtın yürütülmesi için konuşlandırıldığı bölgeler, bu ülkenin bütün topraklarının askeri eylemlerle eşzamanlı olarak ele geçirilmesi imkânını sağlamak için hasım devletin sınırlarına azami ölçüde yakın olmalıdır.

ABD’nin mevcut askeri doktrininde dünya hakimiyetinin ve dünyadaki askeri-iktisadi ayrıcalıklı konumun kaybedilmesinin baş suçlusunun, dünyada hâkim güç olmanın önündeki baş engelin ve en büyük hasmın Rusya olduğu ilan ediliyor; Amerikan askeri siyasetinin başlıca amacı da, istenmeyen bir rejimin, toprak, doğal kaynak, üretim ve insan kaynakları korunarak askeri-siyasi veya fiziki olarak ortadan kaldırılması.

Kendileri tarafından yaratılmış hayali bir nükleer olmayan dünyada, kendi nükleer silahlarıyla orantılı, uzun menzilli, yüksek hassasiyetli ve hipersonik “geleneksel” teknolojilerin yegâne sahibi sıfatıyla dünya liderliğini koruma ve güçlendirme girişimlerindeki fiyaskonun ardından ABD, stratejik hedeflerine erişmek için nükleer enstrümanı bütün yönleriyle kullanmaya yönelik mevcut askeri stratejiye geri döndü, ama tamamen başka bir bağlamda.

ABD’nin askeri-siyasi yönetimi çağdaş büyük ölçekli savaşların sevk ve idaresine yönelik gaye ve planlarında (Rusya benzeri) güçlü bir hasmın bozgununda (kapitülasyona zorlanmasında) tayin edici rolü eskiden olduğu gibi stratejik nükleer kuvvetlere veriyorlar, ancak şu türden zaruri ve yeterli şartların yerine getirilmesinin temini durumunda:

— [karşılıklı] nükleer [çatışma] öncesi dönemde Rusya Federasyonu’nun caydırıcı nükleer potansiyelinden peşinen yoksun kılınmış olması;

— Rusya Federasyonu’ndan gelecek cevabi “nükleer misillemenin” geri püskürtülmesinin, Rusya’nın stratejik nükleer kuvvetlerinin elinde kalmış ve ABD tesislerine yönelmiş nükleer savaş başlıklarının hepsinin mutlak bir bozgunu yoluyla garanti edilmesi;

— dünyadaki askeri-iktisadi liderliğin ve askeri çatışmaya katılmamış nükleer merkezlerin caydırılması için yeterli derecede nükleer potansiyelin korunması.

Pentagon, başlıca potansiyel hasmın kuvvet yoluyla ortadan kaldırılmasının teknolojik kapsamında şunları öngörüyor:

— mevcudu, askeri kabiliyeti ve muharebe hazırlığı bağlamında yeterli sayıda stratejik nükleer ve nükleer olmayan taarruz gruplarının ve savunma kuvvet ve vasıtalarının oluşturulması ve konuşlandırılması, keza bunların başarılı ve etkili kullanılması için zaruri şartların zamanında temin edilmesi;

— Rusya Federasyonu stratejik nükleer kuvvetlerinin (muharebe mevcudunun en az yüzde 65-70’inin) batı tarafından yenilgisi hedefine ulaşılmasında olağan ani küresel saldırı (PGS) kuvvet ve vasıtalarıyla milli güvenlik stratejik taarruz kuvvetleri tesislerinin ani ve kütlesel kuvvete maruz bırakılması.

— askeri uzay sahasında küresel füze savunma sistemleri kademelerinin (muharebe mevcudunun en azından yüzde 35-40’ının) yok edilmesi yoluyla, kalan nükleer füze başlıklarının onlara verilen “nükleer misilleme” hedeflerine ulaşmasının engellenmesi;

— diğer nükleer devletler karşısında stratejik üstünlük sağlamak için yeterli bir nükleer potansiyelin muhafaza edilmesi şartıyla, Rusya Federasyonu’nu fiziki olarak tasfiye etmek için, onu başsız bırakacak ve zayıf düşürecek asgari düzeyde yeterli bir kütlesellikte nükleer saldırıda bulunulması.

Belirtilen büyük ölçekli hedeflere ulaşılması ve Rusya’ya karşı tasarlanan gayenin gerçekleştirilmesi, Pentagon tarafından, görüldüğü kadarıyla, küresel stratejik çokkatmanlı harekât biçiminde planlanıyor. Rusya Federasyonu’na karşı bu operasyonun yürütülmesinde NATO bloğunun askeri eylemlerinin askeri-stratejik senaryosu yapısal olarak üç devreyi ihtiva edebilir: hazırlık (hibrit eylemler), nihai (karada askeri eylemler) ve temel (hava-uzay taarruz ve savunma harekâtları (muharebeleri)).

Konsepte göre hazırlık devresi epey uzun süreli olabilir, birkaç aydan bir yıl ve daha fazlasına uzayabilir. Bu devre, saldırganın Rusya Federasyonu topraklarına çokkollu bir istihbarat teşkilatı ve sabotaj ağıyla gizlice sızmasına ve iklime uyum sağlamasına, bu ağın daha sonraki temel (kuvvete dayanan) aşamada kullanılması için yerel şartlara adaptasyonuna yönelik eylemlerini, keza askeri kuvvetin kullanılması için uygun şartların oluşturulması hedefiyle “yumuşak kuvvet” vasıtasının aktif bir şekilde kullanılmasını kapsayabilir.

ABD silahlı kuvvetlerinin nükleer olmayan stratejik silahlar ve uzun menzilli hassas silahlar kullanarak aktif ve geniş kapsamlı faaliyete geçmesinden önce, Rusya Federasyonu topraklarına sızmış özel harekât birlikleri … “uyur” halde kalacaklardır.

Nihai devreye temel niteliğini veren, öncelikle, ABD ve NATO’nun Rusya Federasyonu’na sınır muharebe alanlarında savunma kıtalarının (kuvvetlerin) kesinkes ezilmesi, demilitarizasyon, egemen devlet olmaktan çıkarma ve Rusya’yı askeri-siyasi olarak kendi iradelerine tabi kılma hedefleri güden çokkatmanlı ve devamlı harekâtlarıdır. …

… tarafların askeri çatışmasının nispeten birbirinden bağımsız üç aşaması (evresi, karakteristik sahası) şartlı olarak şöyle ayırt edilebilir:

Birincisi, ABD’nin olağan ani küresel saldırı vasıtalarıyla ani kütlesel saldırıları devam ederken Rusya Federasyonu ve ABD arasındaki askeri eylemler. “Püskürtme” aşaması.

İkincisi, ABD’nin küresel füze savunma sistemi vasıtalarıyla Rusya Federasyonu’nun nükleer olmayan stratejik kuvvet gruplarının bastırılması ve parçalanması. “Parçalama” aşaması.

Üçüncüsü, Rusya Federasyonu ve ABD’nin, tarafların ilk iki aşamadan sonra da kısmen korunan füze savunma sistemlerinin işlevselliği şartıyla karşılıklı nükleer misillemelerde bulunması. “Misilleme” aşaması. …

ABD başkanlık yönetiminin ve Pentagon’un açıklamalarına göre ABD silahlı kuvvetlerinin “yeni stratejik üçlüsünün” nükleer olmayan taarruz ve savunma bileşenlerinin stratejik kabiliyeti günümüzde tam kapsamlı bir konuşlandırmanın ardından Rusya Federasyonu’nun stratejik nükleer kuvvetlerinin nükleer savaş başlıklarının yüzde 55-60 kadarını olağan ani küresel saldırı kuvvet ve vasıtalarıyla, nükleer savaş başlıklarının yüzde 25-30’unu da küresel füze savunma sistemlerinin kademeleriyle yok etmeye imkân veriyor. Kendi toprak ve tesislerinin güvenliğini garanti etmek için bu oranların nükleer başlıkların PGS ile yüzde 60-65’ini, füze savunma sistemleriyle de yüzde 30-35’ini yok edecek seviyeye çıkartılması gerektiği öngörülüyor ki, bu ABD’ye, kendisine ve ülkenin jeopolitik statüsüne zarar vermeksizin üçüncü nükleer güçler üzerindeki önceliğini korurken başlıca siyasi ve askeri-teknik hasmını tasfiye etme imkânı kazandırıyor.

Önde gelen yerli askeri uzmanların görüşüne göre ABD ve NATO silahlı kuvvetleri tarafından stratejik çokkatmanlı bir harekâtın yürütülmesine başlanmasından ve tayin edici bir karşı karşıya gelişten caydıran başlıca vasıtanın bugün aktif bir şekilde geliştirilme aşamasında bulunan caydırıcı stratejik kuvvetler harekâtı (OSSS) olduğu mülahaza edilebilir. Rusya silahlı kuvvetlerinin ekipmanında stratejik (nükleer olsun veya olmasın) taarruz silahları (nükleer stratejik silahlar veya nükleer olmayan stratejik silahlar) bulunan bütün bileşenlerinin harekâtları (askeri eylemler) bunun içinde sayılabilir.

OSSS muhteva ve zamansal-mekânsal açısından, ABD tarafından bir anda girişilen büyük ölçekli askeri saldırganlıkta askeri-stratejik çatışmanın dizginlerini ele geçirmek için Rusya Federasyonu ile ABD arasında yapılması olası hava çatışmasının tamamını kapsayacaktır. Yapısal olarak OSSS’de … tarafların kuvvet kullanmasının nispeten birbirinden bağımsız üç aşaması (evresi, karakteristik sahası) şartlı olarak şu askeri görevlere göre ayrılabilir:

— düşmanın ani ve kütlesel hava-uzay saldırısının püskürtülmesi;

— ABD’nin kademeli küresel hava savunma sisteminin stratejik yapısının bütün derinliğine varıncaya kadar saldırı ve enformasyon-yönetim sistemlerinin kırılması (bastırılması);

— Rusya Federasyonu silahlı kuvvetleri stratejik nükleer kuvvetlerinin korunan vasıtalarıyla saldırgana cevabi nükleer “misillemede” bulunulması.

Bu durumda OSSS’in aşamalarını, tarafların hava-uzay çatışmasının muhtevası ve gidişatının özellikleri de dikkate alınarak, bir öncekinin tamamlanmasıyla bir sonrakine geçilen sıralı aşamalar şeklinde klasik şemaya uygun ayırmak değil de anlamsal değerlendirme ve önceki bir aşamanın neticelerinin sonraki üzerindeki etkilerini hesaplama ilkesiyle ayırmak daha uygun olacaktır. Bu yaklaşım, harekât planını yorumlamaya ve … pratiğe geçirilmesinin planlanmasına daha somut bir yaklaşıma imkân verir. …

DÜNYA BASINI

Mahmud Abbas birliği korumak için olası baskılara direnecek mi?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız uzman görüşlerine yer verilen haber Filistinli grupların Pekin’de imzaladığı uzlaşı anlaşmasının sürdürülebilir olup olmadığına yanıt bulmaya çalışıyor. İsrail ve muhtemelen ABD tarafından baltalanacağı düşünülen uzlaşının yumuşak karnı ise Filistin Yönetimi:

****

‘Başarılı olması için baskı var’: Fetih-Hamas birlik anlaşması sürdürülebilir mi?

Analistlere göre Fetih Hareketi’nin siyasi iradesinin olup olmadığı görülecek, İsrail ise anlaşmayı bozmaya çalışabilir.

Mat Nashed

Analistler, Filistinli grupların salı günü bir “ulusal birlik” anlaşması imzalayarak, ideolojik farklılıklarını ve acı dolu geçmişlerini bir kenara bırakıp İsrail’in işgaline son vermek için lobi yapabileceklerine dair hem umut yarattığını ancak bazı şüpheler olduğunu söylüyor.

Çin’in başkenti Pekin’de üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından imzalanan anlaşma, geçici bir “ulusal uzlaşı” hükümetinin savaş sonrası Gazze’nin kontrolünü üstlenmesi ve ortak kendi kaderini tayin etme arayışını ilerletmesi için zemin hazırladı. Ancak Fetih Hareketi ve Hamas arasında daha önce yapılan birçok uzlaşma girişiminin başarısız olması nedeniyle bu atılım kuşkuyla karşılandı.

Katar’ın başkenti Doha’daki Middle East Council on Global Affairs adlı düşünce kuruluşunda İsrail-Filistin uzmanı olarak çalışan Ömer Rahman, “Biraz şüphe olması doğal, ancak bu anlaşmanın kalıcı olacağından umutluyum” dedi.

“Gazze ve Batı Şeria’daki durum göz önüne alındığında bunun başarılı olması için baskı var. Bence tüm taraflar bunun gerçekleşmesi gerektiğini biliyor” diyen Rahman, Gazze’deki savaşın ve işgal altındaki Batı Şeria’da artan yerleşimci şiddeti ve toprak gaspının getirdiği aciliyete atıfta bulundu.

BM uzmanlarına göre, 7 Ekim’de Hamas öncülüğünde İsrail topluluklarına ve askeri karakollarına düzenlenen ve bin 139 kişinin öldürüldüğü ve 251 kişinin esir alındığı saldırıdan bu yana İsrail, Gazze’de soykırıma varabilecek yıkıcı bir saldırıyla karşılık verdi.

İsrail son dokuz ayda 39 binden fazla Filistinliyi öldürdü ve iki milyon 300 binlik Gazze nüfusunun neredeyse tamamını yerinden etti. Gazze’deki savaş uluslararası manşetleri belirlerken, İsrail’in 2024 yılında işgal altındaki Batı Şeria’da son 30 yılda herhangi bir yılda olduğundan daha fazla Filistin toprağını sessizce ele geçirmesine yol açtı.

İsrail işgalini derinleştirirken, Filistinli iki büyük grup Fetih Hareketi ve Hamas bölünmüş durumda kaldı. Fetih Hareketi, Batı Şeria’nın büyük bir bölümünü 1993 Oslo Anlaşmalarından doğan ve Fetih’e şiddetten vazgeçmesi ve İsrail’i tanıması karşılığında Filistin devletinin kurulacağının vaat edildiği Filistin Yönetimi aracılığıyla kontrol ediyor.

Buna karşılık Hamas silahlı mücadeleye bağlı kaldı ve 2007’de iki taraf arasında yaşanan kısa bir iç savaşta Fetih Hareketi’ni kovduğundan beri Gazze’yi kontrol ediyor.

Kanlı geçmişe rağmen, her iki taraf da 12 daha küçük grupla beraber Pekin anlaşmasını imzaladı. El Cezire’nin elde ettiği bir anlaşma kopyasına göre bu anlaşma, nihai olarak İsrail işgali altındaki Doğu Kudüs, geniş Batı Şeria ve Gazze’de (İsrail’in 1967 Arap-İsrail savaşında ele geçirdiği topraklar) bir Filistin devleti kurmayı hedefliyor.

Anlaşma kalıcı olacak mı?

Uluslararası Kriz Grubu (ICG) Filistin uzmanı Tahani Mustafa, Fetih Hareketi ve Ebu Mazen olarak da bilinen Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın Hamas’la daha önce yapılan uzlaşma anlaşmalarını baltaladığını söyledi.

El Cezire’ye konuşan Mustafa, Abbas’ın ve yakın sırdaşlarının İsrail işgaline karşı Filistin yönetimini birleştirmek için gerçek bir siyasi irade göstermediğini söyledi.

Mustafa’ya göre Fetih Hareketi, teoride Filistinlileri uluslararası alanda temsil eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üzerinde tek kontrol sahibi olduğunu ve Hamas ve diğer fraksiyonlar bu yapıda temsil edilirse çoğunluğunu kaybetmekten korkuyor.

Mustafa, “Hamas’ı ve İslami Cihad’ı da eklerseniz, Fetih Hareketi’nin tekeli sona erer” dedi.

İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri de uzlaşma anlaşmasını baltalamaya çalışabilirler.

İsrail, savaş sonrası senaryoda Filistin Yönetimi’nin ya da Hamas’ın Gazze’nin kontrolünü ele geçirmesine izin vermeyi reddederken, ABD de uzun süredir Hamas’ın İsrail’i tanımasını ve Filistin hükümetinin bir parçası olmadan önce şiddetten vazgeçmesini istiyor.

2017’de Hamas, 1967 sınırlarına göre bir Filistin devleti kurulmasını kabul eden yeni bir tüzük sundu. Hamas tarafından daha önce yapılan açıklamalar ve hareketlerle uyumlu olan bu hamle, İsrail’in fiilen tanınması anlamına geliyordu.

Mustafa, “Hamas, İsrail’in var olma hakkını hiçbir zaman [açıkça] tanımadı çünkü İsrail’e aynı şeyi Filistinliler için de yapması yönünde hiçbir zaman baskı yapılmadı” dedi.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin İsrail-Filistin uzmanı Hugh Lovatt, İsrail’in bu anlaşmayı rayından çıkarmak için Batılı müttefiklerine Filistin Yönetimi’ne verdikleri fonları kesmeleri için baskı yapmasının oldukça olası olduğunu söyledi.

El Cezire’ye konuşan uzman, “Filistin Yönetimi mevcut haliyle ancak ABD ve Avrupa’nın yakın işbirliği ve finansman desteğiyle ayakta kalabilir” dedi.

Lovatt, “Ancak bu sadece Filistin Yönetimi’nin hayatta kalmasıyla ilgili bir mesele değil, aynı zamanda Filistin Yönetimi’nin kilit isimlerinin kişisel hayatta kalma meselesi… kendi kişisel konumlarını zayıflatabilecek herhangi bir anlaşmaya çok ilgi duymuyorlar” diye ekledi.

El Cezire yorum için Filistin Yönetimi Başkanlığı sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne ve Filistin Yönetimi’nin Birleşik Krallık misyonunun başındaki Husam Zomlot’a ulaştı. Her iki isim de haber yayınlanmadan önce yorum taleplerine yanıt vermedi.

Ancak Lovatt, Filistin Yönetimi’nin, İsrail’i resmen tanımak ve şiddetten vazgeçmek gibi Oslo Anlaşmaları’nın şartlarına uymayı reddetmesi nedeniyle önceki birlik anlaşmalarının çökmesinden Hamas’ı sorumlu tuttuğunu söyledi.

“Abbas’ın söylediğini gördüğümüz şey… bir anlaşma istiyoruz ama uluslararası meşruiyete dayanan bir anlaşma” diye ekledi.

Bu anlaşma neden önemli?

Daha önceki uzlaşma anlaşmaları başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Rahman bu anlaşmanın başarıya ulaşmasının hayati olduğunu söyledi.

Rahman’a göre İsrail-Filistin konusunda uluslararası kamuoyunda rüzgarlar değişiyor ve bu da birleşik bir Filistin liderliğinin Gazze’deki “soykırıma” ve İsrail’in Batı Şeria’daki “ilhakçı baskısına” son vermesi için bir fırsat yaratıyor.

Dünya Mahkemesi olarak da bilinen Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) “tavsiye niteliğindeki görüşü”, İsrail’in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’deki 57 yıllık işgalini kısa bir süre önce “yasadışı” olarak sınıflandırdı. Mahkeme, yerleşim yerlerinin inşası ve genişletilmesi de dâhil İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında varlığını sürdürmesinin “uluslararası hukuku ihlal ettiğini” söyledi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu kararı “saçma” olarak nitelendirdi ve İsraillilerin “atalarının yurdundaki kendi topluluklarında yaşamalarının” yasadışı olamayacağını söyledi.

Rahman, “Durum açıkça vahim ve Filistinlilerin uluslararası toplumu Filistinlileri savunmak için bir araya getirecek bir tür birleşik liderliğe ihtiyacı var” dedi.

Ancak bu birlik -en azından şimdilik- savaşın gidişatını şekillendirmede en etkili küresel aktör olan ABD tarafından desteklenmiyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller salı günü düzenlediği basın brifinginde anlaşmayı yorumlarken “Bir terör örgütünün rolü olamaz” dedi.

Hamas ABD, İsrail ve Avrupa Birliği tarafından “terörist” olarak tanımlanan bir grup ancak pek çok Filistinli, Hamas’ı meşru bir direniş grubu olarak görüyor.

Lovatt, Filistin Yönetimi karar alma sürecinde Hamas ve diğer gruplara danışarak anlaşmayı uygulamaya kararlı olsa bile ABD baskısının Filistin birliğini sabote edebileceğini söyledi.

Lovatt şunu ekledi: “Bu gerçekten de belirleyici faktör olabilir. Asıl soru şu: [Abbas] kararlılığını sürdürecek mi, yoksa uluslararası baskı karşısında geri adım mı atacak?”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı artık küresel ilişkilerin merkezi değil

Yayınlanma

Samir Puri, Nikkei Asia
25.07.2024

Dünya meselelerinde bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Batılı ülkelerin küresel meselelerin nihai hakemleri olarak hareket etme gücü ve birliği çökmüyor, ancak açık bir düşüş içinde.

Çoğumuz bu noktada hemfikiriz, ancak bu geçiş dönemini Batı’nın içinden mi yoksa dışından mı izlemek daha doğru olur? Perspektif her şeydir. Atlantik’in her iki yakasındaki Batılı ülkelerde yaşayan bizler için popülizm siyaseti, değişen dünyayı izlerken kaçınılmaz olarak önemli bir tartışma konusu haline geliyor.

Daha “ulus öncelikli” liderler ve partiler güç kazandıkça, Batı’nın siyasi karakterinin hızla değişmekte olduğu açıktır. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın olası zaferi ya da Macaristan Cumhurbaşkanı Viktor Orban’ın ülkesinin Avrupa Birliği dönem başkanlığını kullanarak geleneksel Batılı dış politika elitlerine çelişkili mesajlar vermesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu durum zamanla Batı’nın küresel kişiliğini değiştirecektir.

2020’den bu yana Batı’daki evimden ziyade, Asya’da gelişen bu olayları Singapur’daki görüş noktamdan izliyorum. “Batısızlık: Büyük Küresel Yeniden Dengelenme” adlı yeni kitabımda yazdığım gibi, Batı’nın küresel varlığının yeniden şekillenmesini uzaktan izlemek kendi perspektiflerini sunuyor.

Asya’da, dünyanın değişen ekonomik dengesi Çin ve Hindistan’ın yükselişinde açıkça görülüyor ve Endonezya gibi ülkeler de gelecekte önemli bir büyüme göstermeye hazırlanıyor.

Dünyanın yeniden dengelenmesi sadece “Asya’nın yükselişi” ile sınırlı değildir. Suudi Arabistan, Türkiye ve hatta Güney Afrika gibi ülkelerin küresel meselelerde kendi yollarını çizmek için gösterdikleri stratejik özerklik her geçen ay artıyor.

Batılı olmayan ülkeler için stratejik özerklik ekonomik büyümeden kaynaklansa da bundan çok daha fazlasıyla ilgilidir. BRICS gibi Batılı olmayan kulüplerin genişlemesini de içeriyor. Güney Afrika’nın Batı destekli İsrail’e karşı Hamas’a karşı yürüttüğü savaş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava gibi gelişmeler de bunu kanıtlamaktadır. Batılı olmayan ülkeler küresel görüşün değişmesine yardımcı oldukça, Batılı ülkeler tarafından 7 Ekim’den sonra İsrail’i desteklemek için alınan ilk tutumlar artık “kurallara dayalı uluslararası düzen” kullanılarak inandırıcı bir şekilde sorgulanabilir.

Batılı olmayan dünyanın yükselen başlıca güç merkezleri hızla kendi momentumlarını geliştiriyor. Yüzyıllardır ilk kez Batı her zaman öncü bir rol oynamıyor. Avrupa liderliğindeki deniz sömürge imparatorluğunun önceki dönemleri ve ardından ABD liderliğindeki küreselleşme dönemi düşünüldüğünde, dünya meselelerinde ortaya çıkan dönemin gerçekten de çok farklı olacağı görülecektir.

Batı çökmeyeceği ve ABD ekonomisi canlılığını koruduğu için yanlış sonuçlara varmak kolaydır. Tüm bunları gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğüne göre bir analize indirgemek ve yalnızca ABD ile Çin arasında iki atlı bir yarış olarak görmek çok basite indirgemek olacaktır.

Kişi başına düşen GSYH’ye bakıp, önde gelen Batılı ülkelerin modernleşmenin standart taşıyıcıları olarak diğerlerinin fersah fersah önünde olduğu sonucuna varılabilir. Ya da güçlü ABD dolarının kalıcı gücüne odaklanılabilir.

Bunlar indirgemeci sonuçlara varmaktır. Evet, ekonomik performans, yaşam standartları ve para biriminin gücü büyük önem taşımaktadır. Ancak diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında Batı’nın düşüşte olduğu görülmektedir.

Demografi gibi bazı eğilimler ölçülebilir niteliktedir. Diğer eğilimler ise küresel anlaşmazlıkları çözme gücü ve ahlaki güçle ilgilidir. Küresel yeniden dengelenme yalnızca sert güç ve ekonomiyi değil, aynı zamanda standartları belirleme, dikkati yönetme ve krizleri çözme becerisini de içermektedir.

Manşetlerimize hakim olan ve küresel görüşleri derinden ikiye bölen diğer savaştan işlerin ne kadar hızlı değiştiğine dair net bir örnek alalım.

G7 aracılığıyla çalışan Batı, Rusya’nın Şubat 2022’de başlayan barbarca tam ölçekli işgaline karşı Ukrayna’yı övgüye değer bir şekilde destekledi. Ancak milyarlarca dolar harcayarak silahlandırdığı Ukrayna, hala Rus işgalcileri kovacak kadar güçlü değil. Şimdi, küresel yeniden dengelenmeyle ilgili iki gelişme Ukrayna’daki durumu daha net bir şekilde etkiliyor.

Birincisi, Rus ekonomisi Batı ve G7 liderliğindeki yaptırımlardan ve enerji ihracatına getirilen fiyat sınırlamalarından zarar gördü. Ancak ekonomik ceza tehdidi Putin’i 2022 başlarında Ukrayna’yı işgal etmekten caydırmaya yetmedi. Yaptırımların gerçekliği de Putin’i işgalden vazgeçmeye zorlamak için yeterli değil. Dünya ekonomisindeki yapısal değişiklikler, Rusya’nın Çin, Hindistan ve diğer BRICS ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Körfez ülkeleri, Endonezya ve diğerleriyle ticaret yapmaya devam ettiği ve savaş ekonomisini sürdürdüğü anlamına geliyor.

İkinci olarak, Batılı olmayan bu ülkeler bir şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesini savunmuşlardır. Batı ve G7 ise tam tersini savunmuştur. Mükemmel bir ahlaki netlikle, Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi ve saldırganlığı için asla ödüllendirilmemesi gerektiğini savundular. Ancak Trump Beyaz Saray’a dönerse, ABD politikasının bir barış anlaşması lehine Ukrayna’yı terk etmeye kayması bekleniyor.

İronik bir şekilde, Trump’ın dayatacağı böyle bir anlaşma ABD’yi dünyanın geri kalanında genel olarak aynı şeyi savunan kesimlerle daha uyumlu hale getirecektir. Eğer bu gerçekleşirse, Batı’nın küresel haçlı enkarnasyonu bir darbe alacaktır. Onun yerine, otokratik liderlerle anlaşma yapmaktan kaçınmayan, işlevsel yaklaşımları tercih eden popülist bir Batı enkarnasyonu ufukta görünmektedir. Böyle bir dünyadan korkmak başka bir şey, bunun pek çok etmenini anlamak başka bir şeydir.

Sadece Soğuk Savaş sonrası zafer kazanmış Batı’nın sonunu gözlemlemiyoruz, aynı zamanda daha az Batı egemenliğinde bir dünyanın başlangıcını da gözlemliyoruz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Okulu kıran” çocukların ailelerini hapse atmayı öneren başkan adayı: Kamala Harris

Yayınlanma

Editörün notu: Joe Biden’ın çekilmesi ile birlikte Demokratların kasım ayındaki başkan adayı olarak öne çıkan Başkan Yardımcısı Kamala Harris, siyaseten “silik” bir profil olsa da daha önce San Fransisco ve California’daki savcılık deneyimleri karanlık bir geçmişe işaret ediyor. “Beyaz olmayan” ve “ilerici” sayılan bir siyasetçi olmasına rağmen savcılığı döneminde siyahlara yönelik polis şiddeti konusunda tavır almayı reddetmişti. Harris’in en tartışmalı hamlesi ise, “okul asma programı” olarak bilinen 2011 tarihli yasaydı. Bu yasa bölge savcılarının, çocuklarının geçerli bir neden olmaksızın okul yılının yüzde 10’unu kaçırmaları halinde ebeveynleri kabahat işlemekle suçlamalarına ve hapsetmelerine izin veriyordu. Daha sonra sonlandırılan programın, yine en fazla beyaz olmayan toplulukların ebeveynlerine yönelik işlediği yönünde yoğun eleştiriler gelmişti.


“Kamala the Cop”: Biden’ın Olası Halefi Harris’in Karanlık Yüzü

Raphael Schmeller
Berliner Zeitung
23 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç

Sevilmiyor, hata yapmaya meyilli ve kendi partisi içinde tartışmalı durumda. Demokratların başkan adayı olarak yarışa girmesi beklenen Kamala Harris kimdir?

Joe Biden’ın başkanlık yarışından çekilmesinin ardından birçok demokrat coşkuyla Kamala Harris’i desteklemeye başladı. Partinin seçim kampanyası bağışları platformu ActBlue, Biden’ın yerine Demokratların favorisi olan başkan yardımcısı için şimdiden “bağış seli” yaşandığını bildirdi.

Liberal Amerikan medyası Pazar akşamından beri Harris’in seçimi kazanması durumunda ABD’nin en yüksek siyasi makamına gelen ilk kadın, ilk Asya kökenli ve Barack Obama’dan sonra ilk siyahi olacağını tekrarlayıp duruyor. Ancak Harris’in ülkedeki çok sayıda kişi tarafından sevilmediği ve kendi partisinin içinde de tartışmalı olduğu gerçeği söylenmiyor.

2011 ve 2013 yıllarında bağışlarla Harris’i destekleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, çoğu ankette Demokratlardan oldukça önde yer alıyor. Bakıldığında Harris ve Biden arasında rağbet görme açısından önemli farklar yok ve hatta Harris’in durumu kısa bir yükselişten sonra daha kötüye bile gidebilir. Harris son anketlerde Demokratlar için çok önemli olan Michigan, Arizona ve Nevada gibi salıncak eyaletlerde Biden’dan daha kötü performans gösteriyor.

Harris, okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için hapis cezası istemişti

Harris, örnek vermek gerekirse iç politikadaki sert tutumu sebebiyle eleştiriliyor. 2011 yılından itibaren Kaliforniya Başsavcısı olarak kendisini Günışığı Eyaleti’nin(*) ‘’ilk polisi’’ olarak sundu ve sıkı baskısıyla adından söz ettirdi. Aynı zamanda kolluk kuvvetlerindeki yolsuzluklara karşı yeterince kararlı adımlar atmaması konusunda da eleştirildi. Ve hepsinden önce okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için uygulanmasını savunduğu yüksek para cezaları ve olası hapis cezaları sistemiyle hatırlanıyor.

Bu dönemde Harris, siyahlara yönelik polis şiddeti gibi birçok konuda tavır almayı reddetti ve bu durum birçok Demokrat tarafından yadırgandı. 2014 yılında marihuanayı yasallaştırma girişimine gülmüş, ancak beş yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunda “kesinlikle desteklediğini” vurgulamıştır. Başsavcılık yaptığı dönem ona ‘’Kamala the Cop’’ (Polis Kamala) lakabını kazandırmıştır.

Harris 2017 yılında Senato’ya seçildi ve 2019 yılında Demokratların başkan adayı olarak yarışa girdi. Başta Biden’ı ırkçılıkla suçlasa da sonrasında korkunç anket oranları sebebiyle yarıştan çekildi ve sonrasında kendisini başkan yardımcısı adayı yapan Biden’ı destekledi.

Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı son 4 yılda pek çok kez kendi siyasi profilini geliştirmemekle suçlandı. Biden, göçü sınırlandırmak için menşe ülkelerdeki göçün nedenleriyle mücadele etme görevini 2021 yılında Harris’e verdi. Ancak Harris’in çabalarına ve Latin Amerika hükümet başkanlarıyla yaptığı görüşmelere rağmen düzensiz sınır geçişlerinin sayısı arttı. ABD Yüksek Mahkemesi 2022 yılında dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade kararını bozarak ülkenin çoğu yerinde kürtajı fiilen imkansız hale getirdiğinde ise Harris, kürtaj haklarını şiddetle savundu.

Harris pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük olarak görülüyor

Harris, Beyaz Saray’da geçirdiği süre boyunca çoğunlukla kendi yolundan gitti. Röportajlarında ve kamuoyu önünde yaptığı diğer konuşmalarında çeşitli hatalar yaptı ve her zaman kendine güvenen biri olarak görünmedi. Pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük ve bazı demokratlar tarafından da bir yük olarak görülüyordu. Hatta 2022 yılının başında yapılan anketlerin sonucuna göre Harris, bugüne kadarki en sevilmeyen Başkan Yardımcısı. Yakın çalışma arkadaşları birçok kez istifa etti ve kaotik çalışma koşulları olduğuna dair söylentiler hep devam etti.

Harris de Biden gibi hatalar yapmaya ve anlaşılması zor konuşmalar yapmaya meyilli. Şu anda sosyal medyada Mayıs 2023’te yaptığı bir konuşma dolaşıyor, Harris dinleyicilere şu açıklamaları yapıyor: “Siz, içinde yaşadıklarınızın ve sizden önce gelenlerin bağlamından oluşuyorsunuz.’’ Sonrasında bu anlattıklarını annesinden bir alıntı yaparak destekledi, ‘’Hindistan cevizi ağacından düştüğünüzü mü sanıyorsunuz?’’ Harris sonrasında saniyelerce kendi şakasına güldü.

Eğer beklendiği gibi Kamala Harris Demokratların adayı olarak gösterilirse yalnızca bu imajını düzeltme zorluğuyla karşılaşmayacak, aynı zamanda seçmenleri Biden-Harris hükümetinin sevilmeyen sonuçlarından kendisini sorumlu tutmamaları için ikna etmeye çalışmak zorunda kalacak. Bu sebeplerle Trump, Harris’i yenmenin Biden’ın kendisini yenmekten daha kolay olacağını iddia ediyor. Bu konuda haklı olabilir.


(*) Yazar Florida ile Kalifornia’yı karıştırıyor olmalı çünkü “Günışığı Eyaleti” (Sunshine State) takma adı Florida’ya ait. Kaliforniya’nınki ise “Altın Eyalet” (Golden State). (editörün notu)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English