Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

‘ABD, Zelenskiy’i kurban verecek’

Yayınlanma

Emekli Tuğgeneral Naim Babüroğlu, küresel jeopolitik gelişmeleri Harici’ye değerlendirdi: “NATO ve ABD, askeri teknik uzmanları bir hesap yaptı ve denildi ki Çin 2030’larda ABD için bir tehdit oluşturacak. İki cephede savaşmam, mücadele etmem mümkün değil. Ne yapmamam lazım? Rus askeri gücünü ve ekonomisini Ukrayna üzerinden çökertirsem Rusya’yı tehdit olmaktan çıkarırım. Ancak iki yıl boyunca ne Rus askeri gücü çöktü ne de Rus ekonomisi çöktü. Tersine Rusya’nın üyesi olduğu BRICS daha da büyüdü, G7’nin karşısına çıktı.”

Mehmet Kıvanç: Emekli Tuğgeneral sayın Naim Babüroğlu ile bölgemizde küresel anlamda yaşanan gelişmeleri  konuşacağız. 2024 yılına Kuzeyde Rusya – Ukrayna savaşı ve güneyimizde Ortadoğu’da Gazze savaşının yoğunlaştığı bir ortamda girdik. Bunlar elbette son 20-30 yılın birçok küresel olayların sonucu, çıktısı olarak da değerlendirilen askeri mücadele alanları. Bunların politik yansımalarını da Türkiye olarak yakından hissediyoruz. Ankara’daki karar alıcılar bütün bu jeopolitik baskılar altında hareket ediyor. Sizinle de bugün önce genel anlamda içinde bulunduğumuz bu süreci nasıl tanımladığınızı sorarak başlamak istiyorum. Kimilerine göre çok büyük bir değişimin içinde yaşıyoruz son 20, 30 yıl değerlendirildiğinde “çok kutupluluk” yorumları var. Bazı görüşlere göre de  Batı sistemi 21. yüzyılın sonuna kadar her ne kadar bazı arızaları olsa da üstünlüğü ve hegemon pozisyonunu korumayı sürdürecek. Sizin yorumunuzu merak ediyorum Naim Bey.

Naim Babüroğlu: Şöyle yorumlayabiliriz, İkinci Dünya Savaşından sonra 4 Nisan 1949’da NATO kuruldu ABD’nin liderliğinde. Bunun amacı doğuya karşı bir savunma paktı oluşturmaktı. NATO’nun ardından Varşova Paktı kuruldu. Dolayısıyla bir Batı bir de Doğu olmak üzere 2 kutup meydana geldi. İki kutuplu Soğuk Savaş dönemi 1990’ da Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar devam etti.

1990’da Sovyetler Birliği dağıldı. Sebebine ilişkin birçok yorum var. Ekonomik yorum; sosyalizmin dezavantajlarının yani sahadaki öngörülebilir öngörülemeyen bazı sonuçların ortaya çıktığı şeklinde. 1979’da o zaman Afgan hükümeti Sovyet yanlısıydı ve 1979’da Afganistan’daki Afgan hükümeti Sovyetleri yardıma çağırdı. Sovyetler 1979’da tanklarıyla Afganistan’a girdi. 10 yıl sürdü ve 10 yıl içerisinde önemli bir kırılma noktası yaşandı Soğuk Savaş’ta. ABD El Kaide terör örgütünü yetiştirip büyüttü, besledi. Pakistan’ın da büyük yardım desteği oldu. Sovyetler Birliği gerçekten Vietnam’ını yaşadı Afganistan’da. Sovyetler 10 yıl kaldı Afganistan’da bu sürede 600.000 kadar Sovyet askeri ayak bastı ve milyarlarca dolarla 50.000 ölüyü geride bıraktı. Sonuçta Sovyetler Birliği, Afganistan’dan çekilmek zorunda kaldığında 1989’da çöküşün ayak sesleri geliyordu. 1991’de zaten resmi olarak ortadan kayboldu.

Soğuk Savaş döneminde her şey çok basitti rahattı. Türkiye ordusunun belirli tatbikatları vardı. Doğuda Sovyet askerleri belirli bir yerdeydi. Planları belliydi. İki tarafın da huzurlu olduğu çok da riskli olmayan bir durum vardı. Yani öngörülemeyen riskler yoktu. Belirsizlikler yoktu, Soğuk Savaş bitiminde Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla beraber bir belirsizlik ortaya çıktı. NATO tek başına kaldı. Varşova Paktı yok, Sovyetler Rusya oldu. Fakat öyle bir Rusya Federasyonu ki ekonomik açıdan büyük bir problemi var. Yurtdışına kaçışlar var ve yurt dışında batının gazetelerinde medyalarında o eski ihtişamlı Sovyet’in yeni kalan o kalıntısının özellikle tırnak içinde söylüyorum, kadınlarını kullanarak alay eder şekilde büyük bir medyanın bir yaklaşımı oldu. Ben de o zaman Kuveyt’te Irak’ta Birleşmiş Milletler askeri gözlemci olarak görev yapıyordum. Rus subayları da vardı. 1997’de o zaman o heybetli Sovyetler’in kalıntıları olan o Rus askerleri Batı’da ortaya çıkan o resimlere baktığında çok büyük bir üzüntüye kapılıyordu. Ben hissediyordum yani öyle bir duruma gelmişti. NATO tek başına kaldı. Bu sefer NATO’nun yeni bir tehdide ihtiyacı vardı. Yani NATO’nun ayakta kalması için bir düşmana ihtiyacı vardı.

Bu kez ne yaptı NATO? Belirsiz öngörülemeyen krizleri bir tehdit olarak ortaya çıkardı ve devam etti. Nedir bunlar önlenemeyen açlık krizi olabilir. İran, Kuzey Kore, Suriye, hepsini bir tehdit sistemine koydu. Belirsizlikler, yoksulluktan kaynaklanan kuraklıktan kaynaklanan iç çatışmalar, bunlar belirsiz riskler, belirsiz bölgeler… NATO çok kısa bir dönem bir sarsıldı. Kendisini toparladı ve bu senaryoyu, bu doktrini bu konseptten çıkararak devam etti.

“ABD değişim hızını öngöremedi”

Ne Rusya Federasyonu ne de ABD bu kadar hızlı değişimi öngöremediler. Ben 1998-2000’de NATO’da göre yaptığım için biliyorum. Ne demek bu? Varşova Paktı’ndan ayrılan bütün ülkelerin NATO üyesi olmak için başvuracaklarını sıraya gireceklerini öngöremediler. Önce Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti üye oldu 1999’da. Sonra diğerleri takip ettiler ve 16 üye ülke vardı Sovyetler dağıldığında. Doğu Avrupa ülkelerinin üyesi olmasıyla şimdi sayı 32 ülkeye çıktı.

Bu 32 ülkeden İsveç ve Finlandiya hariç 14 ülkenin hepsi Varşova Paktı’ndan ayrılan Doğu Avrupa ülkeleri. Baltık ülkeleri, Letonya, Estonya, Litvanya, güneyinin Polonya, Macaristan, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, güneyinde, Bulgaristan, Romanya, Slovakya… Bunların hepsi NATO üyesi oldular. Sonra kimler oldu işte Hırvatistan oldu, Yugoslavya’dan dağılan. Sonra kimler oldu, Montenegro (Karadağ) ve şimdi 32 üyeli bir NATO var.

Sovyetler Birliği dağıldığında 16 üye ülkesi olan NATO, şimdi Finlandiya ve İsveç’i dahil ettiğimizde 32 ikiye çıktı. Yani 2 katına çıktı. Hele Finlandiya ve İsveç NATO üyeliğiyle beraber, Rusya tamamen kendi doğusundan çevrilmiş oldu. Bu tabii Rusya’nın öngöremediği bir şey. ABD de bu kadar beklemiyordu. Bulgaristan, Romanya, güneye gidelim Polonya, Macaristan, kuzeye gidelim, Letonya, Estonya, Litvanya, Slovakya, Hepsi Rusya’yla sınırı olan ülkeler veya Rusya Federasyonu işte doğusundan tamamen kuşatıldı. Putin iktidara gelince Rusya’nın bu şekilde kuşatılmasını bir tehdit olarak algıladı. Soğuk Savaş döneminde iki kutup vardı. Herkes rahattı. Kimin ne kadar nükleer silahı var belliydi, sonra dağılma sürecine girdik. Doğu Avrupa ülkelerinin NATO üyesi olma sürecinde burada bir kutupsuzluk yaşandı. Bir dengesizlik oldu. ABD, süper güç, lider ve istediğini yaptırıyor ama Putin Rusya’sının ortaya çıkmasıyla beraber Putin Rusya’sıyla yavaş yavaş aslında ikinci kutup veya çok kutuplu dünyaya doğru bir yolculuk başladı.

Mehmet Kıvanç: Yani o boşluk döneminde Rusya’nın hissettiği tehdit algısı ne ölçüde gerçekçiydi ya da oradaki senaryo neydi? NATO ülkelerinin genişlemesi ile Rusya yönelik bir askeri taarruz mu? Burada Moskova’nın kafasındaki neydi?

Naim Babüroğlu: Tabii Sovyetler dağıldıktan sonra NATO bir açık kapı politikası, genişleme politikası uyguladı. Bütün Doğu Avrupa ülkelerine kapısını açtı ve açınca 14 ülke işte Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya hepsi üye oldu. Üye olunca batısı kuşatıldı Rusya’nın. Kuşatılınca teyit et orada ne olacak ABD askeri üsleri konuşlandı. NATO ve ABD kendi dokümanlarında belgelerinde Rusya’yı daima birinci tehdit olarak gördüğü için “şimdi Rusya birinci tehdittir” denildi.

NATO için, ABD için ve NATO kuvvet havuzunu oluştururken yani şu kadar tank şu kadar uçak şu kadar piyade askeri şu kadar komando şu kadar özel kuvvetler şu kadar nükleer, şu kadar F35, şu kadar Avaks bütün bu kuvvet havuzunu oluştururken Rusya tehdidine göre oluşturuyor ve ülkeler NATO’ya bağlı ülkelerde savunma harcamalarını buna göre arttırıyor.

Dolayısıyla Rusya bunu biliyor. İki kırmızı çizgisi vardı Putin Rusya’sının. Bir güney Kafkasya, “NATO gelemez gelirse benim kırmızı çizgimdir.” İki Ukrayna Asya’nın kalbidir. Asya’nın kalbi olan Ukrayna’yı ele geçiren taraf imparatorluğu kurar, jeopolitik gerçek budur. Ukrayna’yı kim ele geçirirse o Asya’nın sahibi olur. Gerçek bu.

Gürcistan 2008’de George W. Bush, Bükreş’te yapılan NATO zirvesinden önce Gürcistan NATO üyeliğine hazır dedi. Bir baktı ki Putin Rusya’sı kısa sürede tanklarıyla beraber Gürcistan’a girdi. Osetya’yla Abhazya’yı Gürcistan’dan koparttı ve bağımsızlıklarını tanıdı. Gürcistan parçalandı. 2008’de. Yani Rusya için Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan’ın o bulunduğu bölgeye NATO’nun gelmesi kırmızı çizgisi. 2014’lerde Ukrayna için bir şey çıktı buna benzer; Putin Rusya’sı Kırım’ı işgal etti. Batı ciddiyette kavrayamadı. 

Gürcistan elden gitti, ABD tepki göstermedi. Kırım işgal edildi tepki göstermedi ama Putin Rusya’sı şunu ilan etti, Ukrayna’nın NATO üyeliği veya batı ittifakında yer alması benim kırmızı çizgimdir…

Ukrayna’nın NATO üyesi olması mümkün değildi. 2020’de. Ama bir kışkırtma vardı. NATO üyesi olmanız için hazır olmanız lazım veya NATO üyesi olmanız için toprağınızın bir bölümünün işgal edilmemiş olması lazım. Sadece NATO üyesi olmak için değil, Avrupa Birliği üyesi olmanız içinde öyle. Çünkü güvenlik mimariniz eğer tamamlanmamışsa yani Kırım işgal edilmiş. Ukrayna’nın doğusundaki Donbas’ın bir bölümü işgal edilmiş bir ülke, Avrupa Birliği’ne de NATO’ya da üye olamaz. Neden? Çünkü güvenlik bir mimarisi oluşmamış onlar için bir tehdit, bir risk olur, büyük bir maddi kayıp olur. Dolayısıyla NATO üyesi olması mümkün değildi Avrupa Birliği üyesi olması da mümkün değil ama  Biden yönetimi kışkırttı.

Devlette mürekkep yalamamış, devlet altyapısı olmayan NATO’nun ne olduğunu, Avrupa Birliği’nin ne olduğunu, 5000 yıllık yazılı savaş tarihinin konsepti doktrini ruhunu bilmeyen Zelenkiy ABD’nin ve batının kışkırtmasına inandı. “Bizi NATO’ya üye yapacaklar” rüzgârına kapıldı. Halbuki NATO üyesi olması mümkün değildi.

Bu kışkırtma gerçekten işe yaradı. Putin, Silahlı Kuvvetleri’nin ordusunu intikal ettirdi. ABD seyrediyor, bütün ülkeler seyrediyor ama CIA’in İngiliz MI6’in istihbarat örgütünün Alman istihbarat örgütünün, MOSSAD’ın ve diğer ülkelerin haberi olmaması mümkün değil.

Ukrayna’yı elden çıkaracak bir motivasyon maalesef. Sonuçta Putin Şubat 2021’de işgale başladığında Ukrayna’yı işgal gününe kadar herkes sessiz bekledi. Halbuki işgal gününden önce mesela Ukrayna hava sahasını ABD kapatabilirdi. Oradaki hava savunma sistemlerini patriot hava savunma sistemlerini Kiev’e yerleştirir, Harkov’a yerleştirir, birkaç yere yerleştirir. Kendi arasında birkaç müttefikiyle, Kanada’yla Avustralya ile İngiltere ile oluşturacağı koalisyonla hava sahasında bir şemsiye oluşturur ve daha Putin işgal etmeden der ki hava sahasını kapatın der. Bunu yapmadı, yapabilirdi, yapmadı. Çünkü işgali bekledi.

Mehmet Kıvanç: Yani istedi o zaman.

Naim Babüroğlu: İstedi kışkırttı, Putin de işgal etti, işgal ettikten birkaç gün sonra “Batı Ukrayna’nın arkasında, bu bir işgal” dedi. Uluslararası hukuka aykırıdır soru şu, tamam işgal de işgal edeceğini herkes biliyordu da neden F16 – F35 savaş uçaklarını uçurmadınız Ukrayna hava sahasında? Patriot gibi hava savunma sistemlerini konuşlandırıp hemen hava sahasını kapatmadınız ki Rusya’nın uçaklarını engelleyebilirdiniz.

Orada NATO beşinci maddesini çalıştıramazsınız NATO’nun. Neden? Çünkü Ukrayna üye değil. Bekledi işgal etti, işgal edince dedi ki, bütün Batı Ukrayna’nın arkasında başladılar silah desteği para desteğine. Neden? Çünkü Putin de bunu röportajında söylemiş. Diyor ki Putin ben de aynı şeyi söylüyorum yıllardır… NATO askeri teknik uzmanları bir hesap yaptılar, önemlidir. Bu bilimsel bir hesaptır. En hafif silah sayısına kadar ekonomiye kadar endüstriye kadar insan gücüne kadar hepsi değerlendirildi. Ve denildi ki, Çin 2030’larda ABD için bir tehdit olacak. O zaman Rusya’nın askeri gücü zaten ABD için ve NATO için bir tehdit. Çin’in askeri gücü değil ama ekonomisi bir tehdit. O zaman 2030’a gelmeden Çin askerî açıdan da ABD ve NATO’yu tehdit eden bir cephe haline dönüşmeden benim NATO ve ABD olarak hem Çin Denizi’nde Güney Çin Denizi’nde hem de Rusya cephesinde doğuda 2 cephede savaşmam mücadele etmem mümkün değil. Ne yapmam lazım? Rus askeri gücünü Ukrayna üzerinden çökertirsem ekonomisiyle beraber Rusya’yı tehdit olmaktan çıkarırım, geriye bir aktör kalır. Çin’le tek başına uğraşabilirim.

Mehmet Kıvanç: Yani gelecekte 2030’larda Rusya ve Çin arasında her anlamda potansiyel birlikteliği şimdiden kesmek için yapılmış.

Naim Babüroğlu: Şimdi Ukrayna üzerinden Rus askeri gücünü ve ekonomik gücünü çökertme öngörüsü ve hedefiyle başladı ve Batı, ABD başta olmak üzere her türlü silah desteği ve para desteğini sağladı. Neden? Ne kadar savaş fazla uzarsa Ukrayna’da Rus askeri gücü o çamurun içinde bataklığın içinde o kadar fazla yıpranır. Ekonomisi de o kadar fazla yıpranır. Ama 2 yıl oldu değil mi?

Mehmet Kıvanç: Dolduruyoruz ikinci yılını.

Naim Babüroğlu: 2 yılı dolduruyor. Ne oldu 2 yılın sonunda Rus askeri gücü çökmedi. Rusya ekonomisi de çökmedi. Tersine Rusya’nın üye olduğu BRICS üye sayısı daha da arttı. G7’nin karşısına çıktı ve tersine Çin ve Rusya ittifak yapar hale geldi.

Mehmet Kıvanç: Ticaretleri 200 milyar doları aştı.

Naim Babüroğlu: Artı ittifak yapar hale geldiler. Çin şunun farkında; NATO’nun ABD’nin hedefi Rusya’nın yükselen gücünü şu anda yok etmek daha sonra önlenemez yükselişte olan Çin ile tek başına uğraşmak.

Şimdi ABD’nin ve Batının öngördüğü bu hedef gerçekleşmedi. Ukrayna Genelkurmay Başkanını değiştirdiler. Kim değiştirdi? Ukrayna devlet başkanı Zelenskiy’nin değiştirdiğini düşünmeyin. Ukrayna devlet başkanı Zelenskiy ABD’ye sordu, ABD ile isim üzerinde anlaştılar ve Genelkurmay başkanını görevden aldılar. Yeni Genelkurmay Başkanı atadı. Bu ne demek? Başarı hikayesi yok Ukrayna’nın. Bu ne demek? İstedikleri kadar silah versinler Rusya başarıya doğru ilerliyor demek. Şimdi hem Avrupa Birliği yoruldu hem Ukrayna yoruldu hem ABD kamuoyu da yoruldu. Ukrayna’nın yüzünden yardım etmekten yoruldular.

Mehmet Kıvanç:  Burada hesap hatası olduğunu anlıyorum. Ancak ilk anlarda Rusya sanki Afganistan’daki gibi bir tuzağa düşmüş gibiydi.

Naim Babüroğlu: Öyle gibi göründü.

“Rusya henüz zafer elde edemedi ama oraya gidiyor”

Mehmet Kıvanç: Orada ne değişti peki sizce kritik müdahaleler mi oldu? Çünkü ilk birkaç aydaki durum sanki Batı lehineydi.

Naim Babüroğlu: Şöyle, ilk başta zannedildi ki, ben hiçbir zaman öyle düşünmedim, gerçekten Putin’in Rusya’sı askeri yönden askerî açıdan orada çökecek. Ekonomisi de 1 – 2 yıl sonra buna yetmeyecek çökecek. Fakat 6 -7 ay geçtikten sonra işler değişti, şimdi Ukrayna elden çıktı. Ukrayna’nın altyapısı çöktü. Ukrayna’yı heba etti ABD ve NATO.

Rusya, Putin Rusya’sı, evet başta kayıp verdi, general kaybı verdi, görevden almalar oldu. Başta bir sarsıntı geçirdi ama şimdi savunma sistemini kurdu. Savunan taraf savaşta daima avantajlıdır. Çünkü savunma yerini siz seçersiniz, mevzileri siperleri yaparsınız, düşmanı beklersiniz. Rusya savunma yerini seçti, tahkim etti. Bir de Donbas’ın bağımsızlığını tanıdı, imzaladı Rus toprağı olduğunu. Kırım Rus toprağı, Donbas Rus toprağı zaten. NATO üyesi olması mümkün mü bundan sonra Ukrayna’nın? Hayır. Avrupa Birliği üyesi olması mümkün mü? Hayır. İstedikleri kadar desinler ki yok olması mümkün. Bunu da sağladı Putin. Peki ekonomisi çöktü mü? Hayır. Ordusu çöktü mü? Hayır. Tersine ne oldu? Ordusu bir deneyim sahibi oldu, tecrübe sahibi oldu. Dolayısıyla aslında Rusya’nın burada bir başarısı var ama zafer daha elde edilmedi. Zafer ne zaman elde edilir? Masaya oturulur, kalıcı bir ateşkes sağlanır ve Putin’in şu anda Rus toprağı olarak ilan ettiği kendi anayasasına kattığı toprakların Ukrayna tarafından ve ülkeler tarafından tanınması sağlanır. Ayrıca Ukrayna’nın NATO ve Avrupa Birliği’ne dahil olmaması ve ordusunuz silahsızlandırılması sağlanır. Putin şu anda oraya doğru gidiyor.

“Zelenskiy kurban seçilecek”

ABD ve Avrupa Birliği ne yaptı? Yoruldular, para vermekten yoruldular, silah vermekten yordular. Kamuoyları önünde de öngördükleri hedefe zamanında ulaşamadıkları için bir eleştiriye uğruyorlar. Kim zararlı çıktı? Zararlı çıkan Ukrayna halkı oldu. Şimdi göreceksiniz. Önümüzdeki süreçte bir kurban seçecek ABD kurban kim olacak? Genelkurmay başkanından sonra Zelenskiy olacak, Zelenskiy’i de alacaklar.

Dolayısıyla buradaki başarı hikayesi ABD’nin Batı’nın değil. Tersine aslında NATO ve ABD burada yenilmiştir Rusya’nın karşısında. Ama Çin’e karşı da yenilmiştir. Nedir? Çin kendisinden beklenmeyen bir adım attı. Tarafsız gibi görünüyordu seyrediyordu ortamı. Sonra baktık ki sıra kendisine gelecek. Neyin üzerinden? Tayvan üzerinden. Yine o zaman dedi ki Çin, “ben Rusya’ya destek vermek zorundayım.” İşte Ukrayna üzerinden Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle çok kutuplu düzene hızla geçildi. Şu anda biz çok kutuplu düzendeyiz.

“Ukrayna maalesef elden çıkmıştır”

Mehmet Kıvanç: Sizce batının elinde oynayacağı askeri anlamda stratejik silahların verilmesi ya da politik anlamda atabileceği adım var mı? Ukrayna özelinde?

Naim Babüroğlu: Şu anda ne yapıyorlar? Bazı ülkeler, Polonya gibi, Macaristan gibi bazı Doğu Avrupa ülkeleri yardım yapılmamasına karşı silah  vermiyorlar. Ama ne yapıyorlar ordular ben size söyleyeyim, eski silahlarını veriyorlar, kullanmadıkları depolardaki silahları. Nedir bu biliyor musunuz? Şimdi eski silahların bir ülkenin kendi coğrafyasında tahrip edilmesi, ortadan kaldırılması önemli bir paraya harcama yapmanıza bağlı. Yani hem ekolojik açıdan bir kirlenme oluyor, toprağımızı kirletiyor, ekolojik kirlenme oluyor hem de o silahı tahrip etmeniz için para harcamanız lazım. Şimdi bundan kurtulmak için batı ne yapıyor biliyor musunuz? Depoda bulunan kullanmadığı eski silahları Yunanistan dahil Ukrayna’ya gönderiyor. Ukrayna burada silah deposu haline geldi. Hurda silah deposu haline geldi. Ukrayna bu sistemle Ukrayna’nın savaşı kazanması mümkün değil. Peki ABD NATO gelir Ukrayna’ya yardım eder mi? Hayır, beşinci maddeyi çalıştırması mümkün değil. Kim karşı çıkar, önce Macaristan karşı çıkar oy birliğiyle alınıyor, Türkiye karşı çıkar.

Rusya’yla karşı karşıya gelmek istemeyen o Doğu Avrupa ülkesi sınırdaki ülkeler karşı çıkar. NATO içinde üyeler dolayısıyla NATO da yardım edemez. O zaman ne yapacak? ABD bir koalisyon kuracak. Yemen’de Husiler’e şu anda biliyorsunuz, hava harekâtı yapıyor, bir koalisyon kurdu. Kimdi bu işte ABD, İngiltere, Avustralya, Birleşik Arap Emirlikleri… Böyle bir koalisyon kurar, yardım edebilir Ukrayna’ya ama bu koalisyona kim katılır? İngiltere belki katılır, bunun haricinde hiçbir ülke katılmaz dolayısıyla Ukrayna maalesef elden çıkmıştır. Ukrayna coğrafyası şu anda Ukrayna ülkesi harap bir ülkeye çökmüş bir ülkeye dönüşmüştür maalesef gitmiştir.

Olan Ukrayna halkın olmuştur ama ABD ve NATO burada öngördüğü hedefleri ele geçirememiştir. 5 Kasım 2024’te ABD başkanlık seçimleri var. Göreceksiniz Başkanlık seçiminden sonra ABD’nin ve NATO’nun bu Ukrayna’daki başarısızlık hikayesi ortaya çıkacak.

Mehmet Kıvanç: Nasıl olacak? Siz ciddi bir politika değişikliği bekliyor musunuz Amerikan seçimlerinden sonra?

Naim Babüroğlu: Ukrayna ateşkese zorlanacak. Putin ne diyecek? Bu savaşı niye yaptı bu kadar kaybı niye verdi? Bir de zafer elde başarı elde etmiş. Rus anayasasına göre şu şu şu topraklar, Donbass, Rus toprağı, Kırım Rus toprağı diyecek. Ukrayna ordusu sadece asayiş açısından silahsızlandırılacak bir de hiçbir Batı ittifakında yer almayacak. Bu koşulları ileri sürecek. Putin’in buradan geri adım atması mümkün mü? Hayır, peki batı ne yapacak? Savaşa devam. Savaşta zaten bir başarı elde edemiyor. Avrupa Birliği, Almanya İngiltere daha fazla bu işin içine girmek istemiyorlar artık. Zaman geçtikçe Avrupa Birliği kamuoyu da yorulacak. Benim param oraya niye harcansın diyecek. Dolayısıyla Rusya sonuç itibariyle askerî açıdan ekonomik açıdan çökmemiştir. Tersine biraz güçlenme olmuştur. G7 karşısında ve Ukrayna savaşı Çin’e de yaramıştır. Çin tedbirini almıştır, önlemini almıştır, hazırlık yapmıştır. Sıranın 2030’da kendisine geleceği düşüncesine göre silahlanmaya başlamıştır.

Çin ve Rusya’yla bir ittifak yolculuğuna çıkmıştır. Bu ABD ve Batı için olumsuz bir tutumdur ama bu 1 – 2 yıl sonra tamamen ABD, Rusya’nın Çin’in gerisinde olur mu sorusunun cevabı hayır. 2030ları 2030’la 40’ları beklememiz lazım ama Çin ilk defa NATO stratejik belgesine “meydan okuyan” bir ülke olarak yazıldı.

Mehmet Kıvanç: Peki Naim Bey şu da batının başarı hanesi olarak değerlendirilen bir konu o da Washington’ın Avrupa Birliği ile Rusya arasındaki stratejik ilişkileri, enerji, ekonomi gibi ilişkileri baltaladığı ve uzun sürede geri dönülemeyecek ölçüde Rusya-Avrupa ilişkilerini bozdu. Bunun da Washington’ın aslında uzun erimli politikasıyla uyumlu olduğu şekilde bir değerlendirme var. Siz buna katılır mısınız? Yani bu anlamda Rusya, orta veya uzun vadede komşusu olan Avrupa’yla böyle bir duruma düşerek stratejik bir ciddi bir darbe almıştır yorumuna katılır mısınız?

Naim Babüroğlu: Şöyle katılırım, şimdi ABD’nin burada hedefi neydi? Rusya Ukrayna savaşı üzerinden Rus askeri ve ekonomik gücünü çökertmek. Doğu Avrupa ülkelerini, yani NATO üyesi yapılmış Doğu Avrupa ülkelerini Rusya ile sınırı olan Avrupa ülkelerini, yani Romanya, Bulgaristan, Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti yani Çekya, Slovakya. Ondan sonra Letonya, Estonya, Litvanya gibi ülkelerde üs açmak, o ülkelere fazla silah sistemi yığmak, konuşlandırmak ve onlara satmak. Çünkü askeri şirketlerin, daha doğrusu silah şirketlerin de bunda çok isteği var. Savaşın devam etmesi için o bölgelere silah satmak ama önemlisi de en önemlisi de Finlandiya ve İsveç’i NATO üyesi yapmaktı. ABD’nin arzusu öngörüsü buydu. Bir de sizin belirttiğiniz gibi biraz çatlaklık olan NATO ülkeleri arasında oluşan çatlaklığı giderek ABD’nin yanında konumlandırmasını sağlamak, Avrupa Birliği’yle NATO arasında meydana gelen veya Avrupa Birliği ABD arasında meydana gelen o mesafeyi, uzaklaşma mesafesini kısaltarak yine Avrupa Birliği’nin NATO’da olduğu gibi ABD cephesinde konumlandırma hesabı bunu sağladı. Kısmen yani.  ABD zararlıdır diyemeyiz. Eğer Rusya Ukrayna savaşı olmasaydı, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyesi olması mümkün değildi. Neden? Çünkü Finlandiya kamuoyu %23- %24 oranında NATO üyesi olalım diyorlardı. Sonra %65’i buldu bu oran.

Mehmet Kıvanç: Tehdit algısı yoktu en azından.

Naim Babüroğlu: Yani algı oluşturdu. Yoksa şimdi NATO üyesi olunca ne yaptı? Finlandiya’nın Rusya’yla 1340 km kara sınırı var. Baltıklarda kuzeyden kuşattı. Nereye kadar kuşattı? Bulgaristan’a kadar kuşattı.

Mehmet Kıvanç: Yani Soğuk Savaş’taki demir perdenin değişik bir türde yeniden çekildiğini…

Naim Babüroğlu: Yeniden bir duvar çekti Rusya’ya? Şimdi ABD bunu istedi. Hedefine ulaştı. Demek ki ABD şu hedeflere ulaştı. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği çok önemli Rusya’yı çevirdi. Doğu Avrupa ülkelerine, NATO ülkelerine Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Litvanya gibi ülkelere silah sattı. Rekor kırdı, silah satışında ve orada ABD üsleri oluşturdu. NATO üsleri oluşturdu. Bir kazancı daha oldu. NATO’yu ve Avrupa Birliği’ndeki meydana gelen o çatlaklığı giderdi.

Mehmet Kıvanç: Beyin ölümü yorumları yok artık.

Naim Babüroğlu: Kalktı, %100 giderdi mi, hayır ama büyük bir bölümünü giderdi. Bu ABD’nin kazancı. Fakat en büyük kazanç kime ait? ABD silah şirketlerine. Rekor kırdılar silah satışında. Hem İsveç hem Finlandiya hem Doğu Avrupa ülkelerine unutmayın, para için savaş, savaş için para. Savaş çarkı böyledir. Bütün silah şirketleri, küresel silah şirketlerini, ağızlarını açıp bakarlar. İşte ABD bu hedefine de ulaştı. Onu da söyleyelim. Bu hedef 2030’lardan sonra çok kutuplu düzende olduğumuz şu anda 2030’lardan sonra Rusya ve Çin’in askeri gücünün ABD ve NATO’nun önüne geçmesini engelleyemiyor.

Mehmet Kıvanç: Geçerse ne oldur Naim Bey?

Naim Babüroğlu: Aynen geçerse yine çok kutuplu düzen devam eder. Şunu unutmayın bir kere nükleer güç olduğunuz zaman, geçerse geçmezse sorusu çok anlamlı değil. Nükleer güçsünüz sonuçta.

Mehmet Kıvanç: Caydırıcılık.

Naim Babüroğlu: Elbette Rusya’nın şu anda eli niye kuvvetli? Ben gerekirse nükleer silah kullanırım diyor. Böyle bir rekabet var. 2030 2040 yılları arasındaki dönem çok kritik bir dönemdir. Çin açısından kritiktir. Ekonomik açıdan ve askerî açıdan bununla beraber G7 karşısında BRICS ülkeleri var, gittikçe büyüyorlar, ekonomik açıdan yakalamaya çalışıyorlar. Bu da önemli. Rusya’nın ve Çin’in artık dengeyi sağlaması bana kalırsa çok kutuplu düzende ABD’nin bu ölçüsüz, orantısız Irak’ı parçalama, Suriye’yi parçalama, Libya’yı parçalama, tırnak içinde söylüyorum, demokrasi, insan hakları, özgürlük diyerek girdiği bütün ülkeleri tamamen kan ve gözyaşına dönüşen bir coğrafyaya dönüştürme hesapları en azından biraz durulur.

ABD çünkü çok hoyratça ve çok tutarsızca hareket ediyor. 10.000 kilometreden gelip Irak’ı ye parçalıyorsun. Sen hani özgürlük getirecektin? Irak şimdi kendi güvenliğini sağlayamıyor. Bir PKK terör örgütü Türkiye’nin başına bela, radikal terör örgütler El Kaide IŞİD. 10.000 kilometreden gelip Suriye’yi niye parçalıyorsun? Türkiye’nin de başına bela bütün coğrafyanın da başına bela mülteci, sığınmacı, göç sorunu herkesi etkiledi. PYD-PKK terör örgütü devletçik oluşturdu. Afganistan’ı yerle bir etti. Ne oldu kan gövdeyi götürüyor, Libya’yı yerle bir ettin ne oldu kan gövdeyi götürüyor. ABD’nin gerçekten bu hoyratça bu tutarsızca ne diyelim insan haklarına aykırı bu politikasının önüne bir set çekmek lazım. Onun için Çin ve Rusya’nın yükselişi belki o dengeyi sağlama açısından dünya için bir fırsat olabilir. Ama şunu unutmayalım, Rusya ve ABD hiçbir zaman savaşmadılar, karşı karşıya gelmediler. Ama her büyük savaştan sonra daima paylaştılar. Yani Rusya Çin gelirse günlük gülistanlık olur her şey iyi olur demek doğru değil. Öyle bir dünya yok. Onun için ben denge olur diyorum. Rusya Çin ikilisi ABD’den iyi veya ABD, Rusya Çin’den iyi demek  5000 yıllık yazılı savaş tarihinin hükmüne aykırı olur.

Mehmet Kıvanç: Yeni bir Yalta ve Postdam olur mu yani?

Naim Babüroğlu: Yok, sanmıyorum bu dönemde ama 2050’lere doğru olabilir. 2050’lere doğru öyle bir gidiş var. Yani özellikle nükleer silahlarla ilgili. Özellikle artık birbirlerinin bölgesine girmemesiyle ilgili. Mesela Ukrayna’nın, Gürcistan’ın, Ermenistan’ın NATO üyesi yapılmamasıyla ilgili belki böyle bir durum olabilir.

SÖYLEŞİ

Pekin’deki Filistin uzlaşı anlaşması nasıl hayata geçirilecek?

Yayınlanma

Şanghay Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Enstitüsü’nde Yardımcı Doçent olan Shu Meng, Pekin’de varılan Filistin uzlaşını Harici’ye değerlendirdi: “İsrail’in Gazze’deki operasyonları devam ederken, Filistinli gruplar bölünmüşlüğün ulusal kurtuluşun önünde büyük bir engel olduğunun farkına vardı. Bu uzlaşma Filistin için daha büyük bir iç ivme taşımaktadır.”

Hamas ve Fetih Hareketi başta olmak üzere Filistinli grupların üst düzey temsilcilerinin, Çin’in arabuluculuğunda aralarındaki bölünmüşlüğe son vermeyi ve birlik oluşturmayı amaçlayan “Pekin Diyaloğu”nu imzalamasının yankıları devam ediyor. Tüm Filistin topraklarında (Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs) tek bir geçici hükümet kurulmasını öngören bildiriye, Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’den destek gelirken, ABD ise Filistin yönetiminde “Hamas için bir rol öngörmüyoruz” diyerek karşı çıktı. Öte yandan Batı basını Çin’in başarısını görmezden gelerek, girişimin “gerçekçi olmadığını ve uygulanamayacağını” öne sürüyor.

Tüm bu tartışmaları, 1949’da kurulan Şanghay Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Enstitüsü’nde Yardımcı Doçent olan Shu Meng ile konuştuk. Aynı zamanda ‘Asian Journal of Middle Eastern and Islamic Studies’in yazı işleri müdürü olan Shu Meng, Filistin uzlaşısı, Çin’in Filistin ve Orta Doğu politikası ve ABD’nin bölgedeki rolü üzerine sorularımızı yanıtladı.

Pekin’de üç gün süren toplantıların ardından aralarında Hamas ve El Fetih hareketinin de bulunduğu 14 Filistinli grup, Filistin birliğini inşa etmeyi amaçlayan ortak bir bildiri imzaladı. Bildiriye göre Filistin anayasası temelinde bir ‘geçici ulusal birlik hükümeti’ kurulacak. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu ilerlemenin son derece önemli olduğuna inanıyorum. Çin her zaman Filistin meselesinin temelinde uzun zamandır beklenen bağımsız bir Filistin devleti arzusunun gerçekleştirilmesinin yattığını savunmuştur. Filistinlilerin ulusal haklarına saygı gösterilmesi ve devlet olmalarının desteklenmesi, ulusal uzlaşı ve iç birliğin sağlanmasına bağlıdır. Kendi adıma, Filistin-İsrail barış görüşmelerinde iki taraf arasındaki güç eşitsizliği, kısmen Filistin içindeki bölünmüşlükten de kaynaklanarak, büyük bir engel teşkil etmiştir. Çin’in çabaları müzakere masasında her iki tarafın nispeten daha eşit bir zeminde yer almasına katkıda bulunmuştur.

Filistinli örgütler daha önce de ulusal uzlaşı belgesi imzalamış ancak bu belge uygulanmamıştı. Sizce bu kez birliktelik gerçekleşecek mi? Bu anlaşmayı diğerlerinden farklı kılan nedir?

İç uzlaşmanın tam olarak sağlanması belirli bir zorluk derecesiyle karşı karşıyadır, ancak yine de tüm tarafların bir araya gelerek bir barış anlaşması imzalaması çok önemli bir ilk adımdır.

Üstelik şu anki zamanlama önceki örneklerden farklı. İsrail Gazze’deki askeri operasyonlarını henüz durdurmadı ve çeşitli Filistinli gruplar bölünmüşlüğün ulusal kurtuluşa ulaşmada önemli bir engel teşkil ettiğinin giderek daha fazla farkına varıyor. Gazze’nin siyasi geleceğinin şekillendirilmesine herhangi bir katılım için birleşik bir Filistin zorunludur. Bu nedenle, bu uzlaşma Filistin için daha büyük bir iç ivme taşımaktadır.

Gelecekte uzlaşıya giden yolda, İsrail’le yüzleşme yöntemlerindeki farklılıklar ve parti içi rekabet gibi çok sayıda zorluk bulunmaktadır. Bununla birlikte, iç uzlaşma ve siyasi birlik, Filistin meselesinin çözümünü ilerletmek için doğru yön olmaya devam etmektedir.

Tel Aviv anlaşmaya tepki gösterdi. İsrail’i ikna etmeden böyle bir anlaşmayı uygulamak mümkün mü?

Kendi içinde birleşmiş bir Filistin’in İsrail’in çıkarına olmadığına inanıyorum. Ancak, barış anlaşmasının imzalanmasıyla birlikte, Filistin’de gelecekteki iç uzlaşı İsrail’in engelleriyle karşılaşabilirken, kilit nokta Filistinli grupların farklılıklarını gerçekten bir kenara bırakıp Filistin’in genel çıkarlarına öncelik verip veremeyeceğinde yatıyor.

İki devletli çözüme bu kadar açık bir şekilde karşı çıkan bir İsrail hükümeti varken iki devletli çözümü gerçekçi ve uygulanabilir görüyor musunuz?

Sadece Filistin’in gücüne güvenecek olursak, geçtiğimiz on yıllarda yaşanan tecrübelerin de gösterdiği üzere, iki devletli çözümün gerçekleşmesinin zor olduğu aşikârdır. Bu çözümün hayata geçirilmesi büyük ölçüde uluslararası toplumun itici gücüne bağlıdır. Uluslararası toplum tarafından somut adımlar atılmalı ve bu konuda daha fazla birliktelik sağlanmalıdır.

Çin bu anlaşmayı uygulamak için ne gibi somut adımlar atabilir ve atacak? Pekin bu konuyu İran, Suudi Arabistan, Mısır, Türkiye gibi bölge ülkeleriyle görüştü mü?

Çin “üç adımlı” bir inisiyatif ortaya koymuştur: ilk adım Gazze Şeridi’nde kapsamlı, kalıcı ve sürdürülebilir ateşkesin mümkün olan en kısa sürede teşvik edilmesi ve insani yardım ve diğer yardımların erişiminin sağlanmasıdır. İkinci adım, “Filistin’i Filistinliler yönetir” ilkesini desteklemek ve Gazze’de savaş sonrası yönetimi ortaklaşa teşvik etmektir. Üçüncü adım ise Filistin’in Birleşmiş Milletler’e tam üye olmasını teşvik etmek ve “iki devletli çözümün” uygulanması için çalışmaktır.

Çin, Filistin konusunda Arap ülkeleriyle defalarca iletişim kurmuş ve bu yıl Filistin konusunda Çin ve Arap ülkeleri arasında ortak bir bildiri yayınlamıştır. Ayrıca Çin uzun zamandır ikili ve çok taraflı forumlarda Filistin meselesinin adil bir şekilde çözülmesini teşvik etmektedir.

Çin’in yumuşak güç, diplomasi ve ticari anlaşmalar yoluyla Orta Doğu’daki etkisini artırmaya çalıştığı yönünde eleştiriler var. Bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz? ABD Orta Doğu’yu terk ederken yerini Çin mi alacak?

“Çin yumuşak güç, diplomasi ve ticaret anlaşmaları yoluyla Orta Doğu’daki etkisini artırmaya çalışıyor” demek yerine, “Çin’in Orta Doğu’da yumuşak güç, diplomasi ve ticaret alanlarındaki büyümesi bölgedeki etkisini artırdı” demek daha uygun olacaktır.

Tarihsel olarak hem Çin hem de Orta Doğu ülkeleri görkemli medeniyetlerin doğduğu yerlerdir. Gerçekte, Çin ve Orta Doğu ülkeleri çeşitli alanlardaki değişim ve işbirliğini aktif bir şekilde genişleterek Çin medeniyeti ile Orta Doğu’nun çeşitli medeniyetleri arasındaki karşılıklı anlayış ve değişimi büyük ölçüde teşvik etmiştir. Orta Doğu bugün küresel jeopolitiğin en karmaşık bölgelerinden biridir. Orta Doğu’daki karmaşık ve sürekli değişen durum karşısında Çin, Orta Doğu halklarının kendi kalkınma yollarını bağımsız olarak keşfetmelerini ve Orta Doğu ülkelerinin bölgesel güvenlik sorunlarını ele almak için birlikte çalışmalarını her zaman desteklemiştir. Çin’in adil duruşunun ve ortak kalkınmayı teşvik eden tutumunun, bölgesel etkisini görünmez bir şekilde sürekli olarak artıracağına inanılmaktadır.

İkinci soruya gelince, ilk olarak ABD Orta Doğu’dan tamamen çekilmeyecek, ikinci olarak da Çin onun yerini almayacaktır. İki tarafın Orta Doğu’da farklı avantajları vardır ve aralarında karşılıklı bir ilişki yoktur. Orta Doğu büyük güçler için bir oyun alanı değildir ve Orta Doğu’daki çeşitli ülkelerin etkisi sıfır toplamlı bir oyun değildir. Çin’in Orta Doğu’da ABD’nin yerini almak gibi bir niyeti yok. Bunun yerine Çin, Orta Doğu ülkeleriyle dayanışma içinde çalışmayı ve tüm insanlık için ortak bir geleceğe sahip bir topluluğu birlikte inşa etmeyi ummaktadır.

Çin’in Orta Doğu’da ABD’den farklı olarak ne tür hedefleri, ilkeleri ve çıkarları var?

Çin’in politikaları daha adil ve tarafsız hale gelmekte, herhangi bir müttefiki kayırmaktan kaçınmaktadır. Tüm ülkelerle normal ilişkilerini sürdürerek dengeli bir bağlantısızlık politikası izlemektedir.

Çin kışkırtıcı olmak yerine arabulucu olmayı tercih ediyor. Hiçbir bölgesel krize önemli ölçüde müdahale etmemiştir.

Çin, bölge ülkelerinin büyük güçler arasında bir denge sağlamak ve özerkliklerini artırmak istediklerinin farkındadır. Hiçbir ülkeyi taraf seçmeye zorlamamaktadır.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

Venezuela’da devlet başkanlığı seçimleri ve göç sorunu

Yayınlanma

Venezuelalı siyaset bilimci Micaela Ovelar, Pedro Gual Yüksek Diplomatik Çalışmalar Enstitüsü müdürü ve Venezuelalı Göçmenlerin Kapsamlı Bakımından Sorumlu Devlet Bakan Yardımcısı Pedro Sassone ile mülakat gerçekleştirdi.

28 Temmuz 2024’te Venezuela’da, ülke halkının desteğiyle Hugo Chavez’in Bolivarcı Devrimi kurmayı başarmasından bu yana en önemli başkanlık seçimleri yapılacak. Pek çok analist, bunun ‘Venezuela’nın istikbali ve milli, bölgesel ve uluslararası istikrar için belirleyici bir seçim yarışması’ olduğunu düşünüyor.

Seçilme şansı en yüksek olan iki aday, mevcut başkan Nicolás Maduro ile son anda siyasi seçimlere katılma hakkı bulunmayan muhalefet lideri María Corina Machado’nun yerine gelen ve ABD’nin çıkarlarını gözeten Edmundo Gonzalez.

Venezuelalı ünlü sosyolog ve diplomat Pedro Sassone, Harici’nin sorularını yanıtladı. Sassone, diğer sorumluluklarının yanı sıra Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti’nin Ekvador’daki Misyon Şefi Konsolosluğu ve Güney Ülkeleri Birliği (UNASUR) Genel Sekreterliği’nde Venezuela Temsilcisi olarak görev yaptı.

Halihazırda, Pedro Gual Yüksek Diplomatik Çalışmalar Enstitüsü’nü yönetmenin yanı sıra, ülkesinin Dış İlişkilerden Sorumlu Halk Gücü Bakanlığı’nda Venezuelalı Göçmenlerin Kapsamlı Bakımından Sorumlu Devlet Bakan Yardımcısı olarak görev yapıyor.

Bu 28 Temmuz 2024’te Venezuela’da neler olacak?

Venezuela’da son derece güzel ve umut verici şeyler oluyor. Yani güçlü ve gelişen bir demokrasi ve ABD ve Avrupa’nın yaptırımlarına rağmen istikrara kavuşan bir ekonomi görüyoruz. Birkaç hafta önce Venezuela halkı, ülkenin en yüksek seçim otoritesi olan Ulusal Seçim Konseyi (USK) tarafından düzenlenen ve Venezuelalıların bu yıl (28 Temmuz’da) oy kullanma konusundaki potansiyel istekliliklerini ifade etmek üzere kitlesel olarak katıldığı bir genel seçim simülasyonu gerçekleştirdi. Dolayısıyla Venezuela için yeni bir demokratik parti olacak olan bu seçim pazar günü halkın ifadesinde somutlaşacaktır.

Oy kullanma hakkı ya da oy verme uygulaması Venezuela halkı ve vatandaşları açısından gerçek bir yurttaşlık geleneğidir. Halkımız oy kullanmayı sever ve tıpkı zorunlu olmadığı için binlerce insanın gönüllü olarak katıldığı tatbikat sırasında bunu ifade ettikleri gibi, bu pazar, 28 Temmuz’da da Venezuela toplumunun siyasi tercihinin adayına oy vermek için kitlesel olarak dışarı çıkmasını bekleyebiliriz. Bizim adayımız, siyasi, iktisadi ve sosyal istikrarı garanti eden tek aday olan Devlet Başkanı Nicolás Maduro’dur.

Bu birkaç şeyi yansıtıyor. Birincisi, bugün Venezuela’da yaşanan demokratik, katılımcı ruhu ve barışı; ikincisi ise, kentine sadık kalarak tüm engellerle yüzleşmeyi ve bunların üstesinden gelmeyi bilen Başkan Maduro’nun yönetimine duyulan güveni ve takdiri yansıtıyor.

Venezuela bugün iç, siyasi ve sosyal açıdan istikrarlı mı?

Evet, yaklaşık iki ya da üç yıldır ülke, ABD’nin haksız bir şekilde ‘yaptırımlar’ olarak adlandırılan tek taraflı zorlayıcı tedbirleri bize dayatmasından bu yana görülmemiş bir barış ve huzur yaşadı. Ardından Kovid-19 salgını geldi, ancak Bolivarcı hükümet, yavaş yavaş ekonomik ablukanın üstesinden gelmeyi başardı, öyle ki Venezuela ekonomisi bugün istikrarlı ve yıldan yıla giderek iyileşiyor. Venezuela’ya yönelik saldırılar bir saniye bile durmamasına rağmen bunu yineliyorum.

Bu nedenle, ülkemizdeki seçim sürecinin mükemmel bir şekilde gelişmesi ve 28 Temmuz Pazar günü yapılacak başkanlık seçimlerine gölge düşürecek herhangi bir şiddet eyleminin yaşanmaması en büyük dileğimizdir. Dinamiklerin Venezuela halkının alışık olduğu gibi olmasını bekliyoruz. Yani oy kullanmak bir görev ve yurttaşlık bilincinin ifadesidir, oy kullanmak Bolivarcı Devrimin ve Venezuela’nın yaşadığı demokratik ruh ve barışın kurumudur.

Emperyalist kasırganın hedefinde olduğumuz için, başta Venezuela petrolü olmak üzere tabii kaynaklarımızın kullanımına ilişkin egemenlik hakkımızı savunduğumuz için karşı karşıya olduğumuz tehlike ve tehditlerin farkındayız. Ülkemiz dünyanın en büyük petrol rezervine sahip olmaya devam ediyor, Venezuela’nın maruz kaldığı saldırıların, ablukaların ve her türlü baskının arkasında ne yazık ki kaynaklarımızın yabancı güçler tarafından kontrol edilmesi yatıyor, yatıyor ve yatacak. Buna rağmen ilerlemeye devam ediyoruz.

Bize Venezuela yönetiminin yeni oluşturduğu ve yardımcılığını üstlendiğiniz  bakanlıktan bahseder misiniz?

Bu, Venezuela Dışişleri Bakanlığı’nın yeni bir bakan yardımcılığı. Göçmenlik konusu hükümetimizde bir Devlet politikası olarak ele alınmaktadır, bu çerçevede Devlet Başkanı Nicolás Maduro’nun Vatana Dönüş Büyük Misyonu (GMVP) olarak adlandırdığı bir sosyal misyondur (kamu politikaları dediğimiz şey). Bu, Venezulea’nın şu anda sahip olduğu tek uluslararası misyon olduğunu söyleyebileceğimiz bir sosyal misyondur (veya devletin kamu politikasıdır).

Büyük Anavatana Dönüş Misyonu (GMVP), Venezuelalı göçmenlerin sosyal koruma ve hakları için dört köşeye sahip: 1. Hukuki yardım ve kimlik garantisi; 2. Eğitim, Kültür ve Spor Alanlarında Kapsamlı Bakım; 3. Geri Dönüş için Kapsamlı Sosyoekonomik Koruma ve 4. İletişim ve Lojistik Planı.

İlk tepe noktası, göçmenlere ‘bulundukları ülkelerde maruz kaldıkları suistimallere karşı’ destek sağlayacak, böylece ‘en iyi avukatlar, en iyi hukuk firmaları, insanlarımız için emek suistimalleriyle başa çıkmak için işe alınacak… Ayrıca pasaportlarının onlara ulaşmasını da sağlayacak’.

Her bir ülkede, her bir misyonda, temelde Venezuelalıların en çok akın ettiği yerlerde, hukuki ilgi için konsolosluklarımızı konuşlandıracağız, güçlendireceğiz. Neden mi? Zira hukuk ihlalleri var, yabancı düşmanlığı var, iş hukuku açısından ihlaller söz konusu.

İkinci tepe noktası ise ‘eğitim, kültür ve spor konularında gereken ilgiyi göstererek, diğer şeylerin yanı sıra, lise, üniversite ve teknik okullardaki eğitimlerini tamamlamalarına olanak sağlamanın yanı sıra -Viva Venezuela Mi Patria Querida Büyük Misyonu aracılığıyla- farklı sanatsal tezahürlerde niteliklerini geliştirmelerini kolaylaştıracaktır.

Şimdi genişleteceğimiz ilk pilot planı halihazırda test ettik. Programın adı ‘Bakaloryanı Tamamla’, böylece dünyanın dört bir yanındaki genç Venezuelalılar kurumlarımızda eğitim görebilecekler. Bu öneri, biri lise diğeri ticaret olmak üzere iki sertifikaya sahip olacak bir derece olması ve bu ticaret sertifikasının Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından tanınması gibi bir özelliğe sahip.

Üçüncü tepe noktası sadece Venezuela’ya geri dönüşü garanti altına almakla kalmayacak, aynı zamanda ‘sosyoekonomik koruma sağlamanın yanı sıra, anavatana geldiklerinde girişimcilik ve küçük yatırım projeleri’ başlatacaktır.

Son olarak, dördüncü tepe noktası ‘göçmenlerimiz hakkında gerçeği anlatmayı, Venezuela hakkında gerçeği anlatmayı ve geri dönmek isteyen binlerce göçmene aşamalı ama sürdürülebilir bir şekilde destek sağlamak için lojistik plan yapmayı’ amaçlıyor.

Tüm bunlar Venezuela devletinin sosyal koruma politikasının uluslararası düzeyde bir izdüşümü. Bolivarcı hükümetin sosyal politikası, geri dönmeniz için hizmetinizdedir.

Yurt dışında bulunan Venezuelalıların geri dönme zamanının geldiğine inanıyorum, zira geri dönmek onların hakkıdır ve ülkenin onlara ihtiyacı vardır. Venezuela, uluslararası örgütlere geri dönüşün bir hak olduğunu ve hükümetimizin güvenli geri dönüş için gerekli koşulları sağlayacağını söylemişti.

Yurt dışındaki Venezuelalı göçmenlerin sayısı hakkında çok şey söylendi. Resmi bir rakam var mı?

Resmi rakamlardan bahsetmek spekülasyon olur, çünkü böyle bir rakam yok. Rakamlar yok çünkü hiç kimse hacimleri tam olarak bilmiyor. Ve bunlar, terimin de ifade ettiği üzere, ‘insan hareketliliğindeki’ insanlar, yani buradalar, Kolombiya’dalar, Peru’dalar, Ekvador’dalar. Yani sorun sayı değil. Peki rakamlara ne oldu? Diğerlerinin yanı sıra ABD hükümeti ve uluslararası kuruluşlar tarafından manipülasyon unsuru oldular.

Açıkça söylemek istediğim şey, Venezuela’dan göçün araçsallaştırıldığı ve Venezuela hükümetine saldırmak için siyasi bir faktör olarak kullanıldığı. Dolayısıyla rakamlar, her bir ülkedeki Venezuelalılara verilen sözde destek için harcanan parayı meşrulaştırmaya dönük spekülasyonlar.

Nihayetinde bu siyasi nitelikte bir araç, bu nedenle rakamlardan bahsedemeyiz, süreçlerden bahsedebiliriz. Evet, tarihimizdeki en büyük ve önemli Venezuelalı göç akını süreci yaşandı. Venezuela devleti, bunu bu şekilde tanımladı ve Devlet Başkanımız Nicolás Maduro da Venezuelalı Göçmenlerin Kapsamlı Bakımı misyonunu tanımlarken buna hak ettiği önemi ve düzeyi verdi.

Bu, yurt dışındaki Venezuelalıların bakımını üstlenen tüm sosyal, kültürel ve sağlık yapısıdır ve aynı zamanda hükümetimizin Venezuela Dışişlerine, büyükelçiliklerimize ve konsolosluklarımıza sağladığı tüm destek de önemli. Meksika’dan geliyorum, tüm dışişleri teşkilatımız barışa dönüşün korunması ve desteklenmesi için koordinasyon sağlıyor.

Peki 28 Temmuz’da yapılacak başkanlık seçimlerine aktif olarak katılmak üzere kaç Venezuelalının ülkeye gideceğine ya da geri döneceğine dair bir tahmininiz var mı?

Hayır, bu konuda bir hesabımız yok, zira bu herkesin kendi iradesine ve ülkeye dönme hakkına bağlı. Ve kaç Venezuelalının bu seçimlerde oy kullanmak üzere geri döndüğünü bilmek için elimizde herhangi bir rakam yok. Buna ek olarak Venezuelalılar, Venezuela konsolosluklarının her birinde, yasal olarak ikamet ettikleri ülkede ve Venezuela yasaları tarafından belirlenen şartlara uyarak oy kullanma imkanına sahip olacaklar. Her bir konsolosluk bunu usulüne uygun olarak bildirdi.

Bu seçim sürecinin sonunda Venezuela açısından ne bekleyebiliriz?

Her bir devlet başkanı adayının kendi siyasi seçeneğinin tanıtımını barışçıl bir şekilde sonlandırmasını, Venezuela halkına karşı samimiyet ve sorumlulukla konuşmasını ve sonuçların tüm adaylar tarafından kabul edilmesini umuyoruz. Bizim açımızdan, Devlet Başkanı Nicolás Maduro’nun adaylığıyla ilgili olarak, açık bir diyalog olduğunu, halkla diyaloğun devam ettiğini, 2024-2030 için iktisadi ve sosyal kalkınma rehberimiz olan yedi ana dönüşüm hattı açısından projelendirildiğini biliyoruz. Yani, ekonomik bir önerimiz var, rakamlar var, zira bu yılı yüzde 4’lük bir GSYİH büyümesi ile kapatıyoruz.

Enflasyonu kontrol altına aldık, yatırımlar iktisadi bir savaşın ortasında geliyor. Uluslararası topluma, ülkemize yönelik tek taraflı zorlayıcı tedbirlerin askıya alınmadığını, 930 tek taraflı zorlayıcı tedbir olduğunu söylemek istiyorum. Venezuela, Uluslararası Kamu Hukuku ve İnsan Haklarını ihlal eden bu yasadışı zorlayıcı tedbirlerle siyasi açıdan boğulmaya devam ediyor.

Fakat Venezuela ekonomisi tüm bunlara rağmen toparlanıyor ve Venezuelalıların refahını pekiştirmek ve temel felsefe olan ekonomik refah ve sosyal refahı sağlamak açısından umut var, ayrıca Nicolás Maduro’nun yeniden seçileceğine dair umudumuz ve inancımız tam.

Ayrılan ve geri dönmeye hevesli olan Venezuelalılara, işte ülkesi, işte onu bekleyen bir hükümet demeliyiz. İşte onlar için politika tasarlayan bir hükümet. Ülke bekliyor.

Aileniz sizi bekliyor. İnsanın vatanından daha önemli, daha yüce bir şey yoktur, zira vatan anneniz gibidir, size sağlamlık veren, size kimlik veren şeydir. Sizinki gibi bir ülke yok ve ülkenizle yeniden birleşmek de bir haktır. Venezuelalıların geri dönüşünün, ülkeyi güçlendirmenin ve Bolivarcı Devrime olan demokratik bağlılığı yeniden teyit etmenin, Nicolás Maduro’yu bu 28 Temmuz’da Venezuela kültürünün özellikleri olan barış ve neşe içinde yeniden seçmenin zamanı geldi.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

BAE-Türkiye Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması ne aşamada?

Yayınlanma

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Ekonomi Bakanlığı Uluslararası Ticaret İşlerinden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Juma Mohammed Al Kait, BAE-Türkiye arasındaki ekonomik-ticari ilişkilere ve potansiyel işbirliği alanlarına dair sorularımızı yanıtladı.

Juma Al Kait ayrıca BAE Ticaret Başmüzakerecisi olarak görev yapmaktadır. Son 20 yılda Hindistan, İsrail, Endonezya, Gürcistan, Türkiye ve Kamboçya ile müzakere edilen Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşmaları da dahil olmak üzere neredeyse tüm önemli ticaret meselelerinde önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca BAE’nin Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) çerçevesindeki ticaret müzakerelerine katılımına liderlik etmektedir.

Geçen yıl normalleşme sürecinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında Türk heyeti tarafından BAE’ye önemli bir ziyaret gerçekleştirildi. O toplantıda başta savunma sanayii yatırımları olmak üzere Türkiye’ye yatırım konusunda birçok söz verildi. BAE’nin Türkiye ile yatırımlar ve uluslararası ticaret konusundaki son durumu ve kapasite artırma vaatleri ne durumda?

Öncelikle Türkiye’de olmak ve TPS-OIC Ticari Müzakere Komitesi 3. Bakanlar Toplantısı’na katılmak çok memnuniyet verici. Yaptığı tüm düzenlemeler için Türk hükümetine teşekkür etmek istiyorum. Türkiye’nin de üyeler arasındaki ticareti ileriye taşıyacak plan ve öneriler ortaya koyduğunu görmek güzel. Mal ticaretinin yanı sıra yatırım ve hizmetlerin kolaylaştırılmasıyla ilgili masaya konan ve tartışılan pek çok olumlu öneri var. BAE açısından bakıldığında, BAE ile Türkiye arasında çok iyi bir ekonomik ticaret ilişkisinin tadını çıkarıyoruz. BAE ile Türkiye arasında Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması’nı imzaladığımızı ve bu anlaşmanın yürürlüğe girdiğini görmekten gurur duyuyorum. Her iki ekonomiye de faydası var. Özellikle bu anlaşmanın imzalanmasının ardından BAE ile Türkiye arasındaki ticaret akışının arttığını fark ettik. Bahsettiğiniz gibi son dönemde iki ülke arasında çok sayıda üst düzey ziyaret gerçekleşti. Liderlerin son ziyaretleri, birçok farklı sektörde çok sayıda mutabakat zaptı (MoU) ve anlaşmanın imzalanmasıyla sonuçlandı. İlişkinin böyle olması gerektiğini düşünüyoruz. Her zaman yeni işbirliği alanlarına bakmanın yolları vardır. Bu MoU’lar sadece özel sektörümüzü olağan iş yapma biçimine bakmaya yöneltmeyecek, aynı zamanda genellikle ilgilenmediğimiz diğer alanlardaki yeni fırsatları da keşfedecek.

Sizin için yeni alanlar neler?

Yeni alanlar derken, teknolojinin sanayi sektörleri de dahil olmak üzere birçok farklı sektöre girmesi ve içindeki teknoloji unsuru, finansal hizmetler, inşaat, tarım teknolojisi ve daha birçok alanda ortaya çıkması gibi ekonomideki yeni gelişmeleri kastediyorum. Her iki taraf da birbirini tamamlayabilir. Türkiye’de bazı şirketlere yatırım yapan ve Türkiye’den BAE’ye yatırım çekmeye çalışan BAE, yatırım ekosistemini geliştirmek için çeşitli teşvikler sağladı. BAE altyapı ve bağlantı alanındaki gelişimini genişletirken birçok fırsat var. Bu, Türk şirketlerinin bundan faydalanması ve BAE’de faaliyet göstermesi için iyi bir fırsatı temsil ediyor. Bunu Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması’nda da belirledik. Türk şirketleri ve BAE şirketleri bu anlaşma aracılığıyla avantajlı muameleden yararlanacak ve bu avantajlı düzenleme başkalarına uygulanmayacaktır. Aramızda ticaret, yatırım ve hizmet tedarikçileri konusunda daha iyi muamele görüyoruz.

BAE’ye hangi spesifik sektörler veya şirketler geliyor?

Bahsettiğim gibi, öncelikle inşaat, gıda işleme, profesyonel hizmetler gibi hizmet sağlayıcılar ve konaklama, oteller, restoranlar ve finansal hizmetler gibi diğer alanlar. Özel sektörümüzün iş yapması için uygun bir yasal çerçeve oluşturmayı başardık. Bu daha fazla kullanılmalıdır. İş dünyamızı bu anlaşmanın yararları konusunda bilinçlendirmek hükümet olarak bizim görevimizdir. Artık her iki tarafın ihracatçıları da birçok sektörde gümrük vergisi olmadan ürün ihraç edebiliyor.

Her iki ülke de gümrüksüz ihracat yapabilir mi?

Evet, anlaşmanın hüküm ve koşullarına göre.

Belirli sektörlerle sınırlı mı?

Çoğu sektörü kapsıyor. Ek olarak, yenilenebilir enerji, sürdürülebilir kalkınma ve yeni ekonomiyle ilgili diğer alanlar gibi her iki taraf için de önemli olan alanlarda daha fazla işbirliği için bir başlangıç noktası olarak kabul edilen, daha önce imzalanan mutabakat anlaşmaları da mevcut. Bu Mutabakat Zaptı ve her iki taraf arasında imzalanan Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması aracılığıyla bu alanlarda daha fazla işbirliği yapabilir, ticaret ve yatırımın arttığını görebiliriz.

Sanırım geçen yıl bu Mutabakat Zaptı’nın toplamı neredeyse 50 milyar dolardı. Şu ana kadar bunun hangi kısmı uygulandı veya bir girişim var mı?

Her iki taraf da bu anlaşmalardan bazılarını uygulamaya çalışıyor. Halihazırda başlatılan ve uygulanan çok sayıda Mutabakat Anlaşması var. İşler yolunda gidiyor ve ilerleme için özel bir izleme süreci var. Her şeyin bu Mutabakat Zaptı’na ve liderlerimizin vizyonuna göre sorunsuz ilerlemesini sağlamak istiyoruz.

Neredeyse bir yıl oldu değil mi?

Evet. Bu Mutabakat Zaptı’nda pek çok farklı sektör vardı. BAE’nin gelip Türk özel savunma sektörüne yatırım yapması Türkiye’de çok konuşuldu. Daha önce de açıkladığım gibi her alanda yatırım daha da kolaylaşacak. Her iki taraftaki yatırımcılar daha iyi iletişim kurabilecek ve anlaşmaları daha verimli bir şekilde imzalayabilecek. Her iki taraf arasında yakın gelecekte yapılabilecek birçok şey var. Bir hükümet temsilcisi olarak her iki özel sektörü de daha fazla çalışmaya ve yeni fırsatları keşfetmeye teşvik etmek benim için önemli. BAE’nin ayrıca dünya çapında birçok ülkeyle imzaladığı anlaşmalar Türk yatırımcılar için altın bir fırsat teşkil ediyor. BAE pazarlarında faaliyet gösterdikten sonra, ticari anlaşmalar imzaladığımız diğer pazarlarda da işlerini genişletebilirler. BAE’nin bu anlaşmaları imzalama konusunda neler yaptığının farkında olduğunuza eminim. Afrika, Latin Amerika ve Asya’da birçok ülkeyle anlaşma imzaladık. Türk şirketleri BAE pazarında faaliyet gösterdiklerinde bundan faydalanacak. BAE’deki gelişmiş altyapı, Türk ürünlerinin diğer pazarlara daha iyi taşınmasına yardımcı olacak. Türk sanayisinin BAE üzerinden uluslararası alanda genişlemesine destek olacak bir platform.

Normalleşme sonrasında Katar’la ticari ilişkileriniz iyi mi? Katar’la pozisyonunuz nedir?

Ekonomik açıdan bakıldığında herkesle her zamanki gibi iş yapıyoruz. Katar dahil tüm Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleriyle çok iyi ticari ilişkilerimiz var. İkili ticaretimizde artışa tanık olduk. Körfez İşbirliği Konseyi üyeleri arasındaki iç ticareti geliştirmeye yönelik Körfez İşbirliği Konseyi düzeyinde de çabalar var. Bildiğiniz gibi gümrük birliğimiz var, ekonomik anlaşmalarımız var ve son dönemde liderlerimiz arasında yapılan ziyaretler ekonomik gündemimize olumlu katkı sağladı. Yakın zamanda Doha’ya gittik, Körfez İşbirliği Konseyi ticaret bakanları toplantılarından bazılarına ev sahipliği yaptık ve çok iyi sonuçlar elde ettik. Yani işler çok iyi gidiyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English