Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

‘ABD, Zelenskiy’i kurban verecek’

Yayınlanma

Emekli Tuğgeneral Naim Babüroğlu, küresel jeopolitik gelişmeleri Harici’ye değerlendirdi: “NATO ve ABD, askeri teknik uzmanları bir hesap yaptı ve denildi ki Çin 2030’larda ABD için bir tehdit oluşturacak. İki cephede savaşmam, mücadele etmem mümkün değil. Ne yapmamam lazım? Rus askeri gücünü ve ekonomisini Ukrayna üzerinden çökertirsem Rusya’yı tehdit olmaktan çıkarırım. Ancak iki yıl boyunca ne Rus askeri gücü çöktü ne de Rus ekonomisi çöktü. Tersine Rusya’nın üyesi olduğu BRICS daha da büyüdü, G7’nin karşısına çıktı.”

Mehmet Kıvanç: Emekli Tuğgeneral sayın Naim Babüroğlu ile bölgemizde küresel anlamda yaşanan gelişmeleri  konuşacağız. 2024 yılına Kuzeyde Rusya – Ukrayna savaşı ve güneyimizde Ortadoğu’da Gazze savaşının yoğunlaştığı bir ortamda girdik. Bunlar elbette son 20-30 yılın birçok küresel olayların sonucu, çıktısı olarak da değerlendirilen askeri mücadele alanları. Bunların politik yansımalarını da Türkiye olarak yakından hissediyoruz. Ankara’daki karar alıcılar bütün bu jeopolitik baskılar altında hareket ediyor. Sizinle de bugün önce genel anlamda içinde bulunduğumuz bu süreci nasıl tanımladığınızı sorarak başlamak istiyorum. Kimilerine göre çok büyük bir değişimin içinde yaşıyoruz son 20, 30 yıl değerlendirildiğinde “çok kutupluluk” yorumları var. Bazı görüşlere göre de  Batı sistemi 21. yüzyılın sonuna kadar her ne kadar bazı arızaları olsa da üstünlüğü ve hegemon pozisyonunu korumayı sürdürecek. Sizin yorumunuzu merak ediyorum Naim Bey.

Naim Babüroğlu: Şöyle yorumlayabiliriz, İkinci Dünya Savaşından sonra 4 Nisan 1949’da NATO kuruldu ABD’nin liderliğinde. Bunun amacı doğuya karşı bir savunma paktı oluşturmaktı. NATO’nun ardından Varşova Paktı kuruldu. Dolayısıyla bir Batı bir de Doğu olmak üzere 2 kutup meydana geldi. İki kutuplu Soğuk Savaş dönemi 1990’ da Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar devam etti.

1990’da Sovyetler Birliği dağıldı. Sebebine ilişkin birçok yorum var. Ekonomik yorum; sosyalizmin dezavantajlarının yani sahadaki öngörülebilir öngörülemeyen bazı sonuçların ortaya çıktığı şeklinde. 1979’da o zaman Afgan hükümeti Sovyet yanlısıydı ve 1979’da Afganistan’daki Afgan hükümeti Sovyetleri yardıma çağırdı. Sovyetler 1979’da tanklarıyla Afganistan’a girdi. 10 yıl sürdü ve 10 yıl içerisinde önemli bir kırılma noktası yaşandı Soğuk Savaş’ta. ABD El Kaide terör örgütünü yetiştirip büyüttü, besledi. Pakistan’ın da büyük yardım desteği oldu. Sovyetler Birliği gerçekten Vietnam’ını yaşadı Afganistan’da. Sovyetler 10 yıl kaldı Afganistan’da bu sürede 600.000 kadar Sovyet askeri ayak bastı ve milyarlarca dolarla 50.000 ölüyü geride bıraktı. Sonuçta Sovyetler Birliği, Afganistan’dan çekilmek zorunda kaldığında 1989’da çöküşün ayak sesleri geliyordu. 1991’de zaten resmi olarak ortadan kayboldu.

Soğuk Savaş döneminde her şey çok basitti rahattı. Türkiye ordusunun belirli tatbikatları vardı. Doğuda Sovyet askerleri belirli bir yerdeydi. Planları belliydi. İki tarafın da huzurlu olduğu çok da riskli olmayan bir durum vardı. Yani öngörülemeyen riskler yoktu. Belirsizlikler yoktu, Soğuk Savaş bitiminde Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla beraber bir belirsizlik ortaya çıktı. NATO tek başına kaldı. Varşova Paktı yok, Sovyetler Rusya oldu. Fakat öyle bir Rusya Federasyonu ki ekonomik açıdan büyük bir problemi var. Yurtdışına kaçışlar var ve yurt dışında batının gazetelerinde medyalarında o eski ihtişamlı Sovyet’in yeni kalan o kalıntısının özellikle tırnak içinde söylüyorum, kadınlarını kullanarak alay eder şekilde büyük bir medyanın bir yaklaşımı oldu. Ben de o zaman Kuveyt’te Irak’ta Birleşmiş Milletler askeri gözlemci olarak görev yapıyordum. Rus subayları da vardı. 1997’de o zaman o heybetli Sovyetler’in kalıntıları olan o Rus askerleri Batı’da ortaya çıkan o resimlere baktığında çok büyük bir üzüntüye kapılıyordu. Ben hissediyordum yani öyle bir duruma gelmişti. NATO tek başına kaldı. Bu sefer NATO’nun yeni bir tehdide ihtiyacı vardı. Yani NATO’nun ayakta kalması için bir düşmana ihtiyacı vardı.

Bu kez ne yaptı NATO? Belirsiz öngörülemeyen krizleri bir tehdit olarak ortaya çıkardı ve devam etti. Nedir bunlar önlenemeyen açlık krizi olabilir. İran, Kuzey Kore, Suriye, hepsini bir tehdit sistemine koydu. Belirsizlikler, yoksulluktan kaynaklanan kuraklıktan kaynaklanan iç çatışmalar, bunlar belirsiz riskler, belirsiz bölgeler… NATO çok kısa bir dönem bir sarsıldı. Kendisini toparladı ve bu senaryoyu, bu doktrini bu konseptten çıkararak devam etti.

“ABD değişim hızını öngöremedi”

Ne Rusya Federasyonu ne de ABD bu kadar hızlı değişimi öngöremediler. Ben 1998-2000’de NATO’da göre yaptığım için biliyorum. Ne demek bu? Varşova Paktı’ndan ayrılan bütün ülkelerin NATO üyesi olmak için başvuracaklarını sıraya gireceklerini öngöremediler. Önce Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti üye oldu 1999’da. Sonra diğerleri takip ettiler ve 16 üye ülke vardı Sovyetler dağıldığında. Doğu Avrupa ülkelerinin üyesi olmasıyla şimdi sayı 32 ülkeye çıktı.

Bu 32 ülkeden İsveç ve Finlandiya hariç 14 ülkenin hepsi Varşova Paktı’ndan ayrılan Doğu Avrupa ülkeleri. Baltık ülkeleri, Letonya, Estonya, Litvanya, güneyinin Polonya, Macaristan, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, güneyinde, Bulgaristan, Romanya, Slovakya… Bunların hepsi NATO üyesi oldular. Sonra kimler oldu işte Hırvatistan oldu, Yugoslavya’dan dağılan. Sonra kimler oldu, Montenegro (Karadağ) ve şimdi 32 üyeli bir NATO var.

Sovyetler Birliği dağıldığında 16 üye ülkesi olan NATO, şimdi Finlandiya ve İsveç’i dahil ettiğimizde 32 ikiye çıktı. Yani 2 katına çıktı. Hele Finlandiya ve İsveç NATO üyeliğiyle beraber, Rusya tamamen kendi doğusundan çevrilmiş oldu. Bu tabii Rusya’nın öngöremediği bir şey. ABD de bu kadar beklemiyordu. Bulgaristan, Romanya, güneye gidelim Polonya, Macaristan, kuzeye gidelim, Letonya, Estonya, Litvanya, Slovakya, Hepsi Rusya’yla sınırı olan ülkeler veya Rusya Federasyonu işte doğusundan tamamen kuşatıldı. Putin iktidara gelince Rusya’nın bu şekilde kuşatılmasını bir tehdit olarak algıladı. Soğuk Savaş döneminde iki kutup vardı. Herkes rahattı. Kimin ne kadar nükleer silahı var belliydi, sonra dağılma sürecine girdik. Doğu Avrupa ülkelerinin NATO üyesi olma sürecinde burada bir kutupsuzluk yaşandı. Bir dengesizlik oldu. ABD, süper güç, lider ve istediğini yaptırıyor ama Putin Rusya’sının ortaya çıkmasıyla beraber Putin Rusya’sıyla yavaş yavaş aslında ikinci kutup veya çok kutuplu dünyaya doğru bir yolculuk başladı.

Mehmet Kıvanç: Yani o boşluk döneminde Rusya’nın hissettiği tehdit algısı ne ölçüde gerçekçiydi ya da oradaki senaryo neydi? NATO ülkelerinin genişlemesi ile Rusya yönelik bir askeri taarruz mu? Burada Moskova’nın kafasındaki neydi?

Naim Babüroğlu: Tabii Sovyetler dağıldıktan sonra NATO bir açık kapı politikası, genişleme politikası uyguladı. Bütün Doğu Avrupa ülkelerine kapısını açtı ve açınca 14 ülke işte Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya hepsi üye oldu. Üye olunca batısı kuşatıldı Rusya’nın. Kuşatılınca teyit et orada ne olacak ABD askeri üsleri konuşlandı. NATO ve ABD kendi dokümanlarında belgelerinde Rusya’yı daima birinci tehdit olarak gördüğü için “şimdi Rusya birinci tehdittir” denildi.

NATO için, ABD için ve NATO kuvvet havuzunu oluştururken yani şu kadar tank şu kadar uçak şu kadar piyade askeri şu kadar komando şu kadar özel kuvvetler şu kadar nükleer, şu kadar F35, şu kadar Avaks bütün bu kuvvet havuzunu oluştururken Rusya tehdidine göre oluşturuyor ve ülkeler NATO’ya bağlı ülkelerde savunma harcamalarını buna göre arttırıyor.

Dolayısıyla Rusya bunu biliyor. İki kırmızı çizgisi vardı Putin Rusya’sının. Bir güney Kafkasya, “NATO gelemez gelirse benim kırmızı çizgimdir.” İki Ukrayna Asya’nın kalbidir. Asya’nın kalbi olan Ukrayna’yı ele geçiren taraf imparatorluğu kurar, jeopolitik gerçek budur. Ukrayna’yı kim ele geçirirse o Asya’nın sahibi olur. Gerçek bu.

Gürcistan 2008’de George W. Bush, Bükreş’te yapılan NATO zirvesinden önce Gürcistan NATO üyeliğine hazır dedi. Bir baktı ki Putin Rusya’sı kısa sürede tanklarıyla beraber Gürcistan’a girdi. Osetya’yla Abhazya’yı Gürcistan’dan koparttı ve bağımsızlıklarını tanıdı. Gürcistan parçalandı. 2008’de. Yani Rusya için Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan’ın o bulunduğu bölgeye NATO’nun gelmesi kırmızı çizgisi. 2014’lerde Ukrayna için bir şey çıktı buna benzer; Putin Rusya’sı Kırım’ı işgal etti. Batı ciddiyette kavrayamadı. 

Gürcistan elden gitti, ABD tepki göstermedi. Kırım işgal edildi tepki göstermedi ama Putin Rusya’sı şunu ilan etti, Ukrayna’nın NATO üyeliği veya batı ittifakında yer alması benim kırmızı çizgimdir…

Ukrayna’nın NATO üyesi olması mümkün değildi. 2020’de. Ama bir kışkırtma vardı. NATO üyesi olmanız için hazır olmanız lazım veya NATO üyesi olmanız için toprağınızın bir bölümünün işgal edilmemiş olması lazım. Sadece NATO üyesi olmak için değil, Avrupa Birliği üyesi olmanız içinde öyle. Çünkü güvenlik mimariniz eğer tamamlanmamışsa yani Kırım işgal edilmiş. Ukrayna’nın doğusundaki Donbas’ın bir bölümü işgal edilmiş bir ülke, Avrupa Birliği’ne de NATO’ya da üye olamaz. Neden? Çünkü güvenlik bir mimarisi oluşmamış onlar için bir tehdit, bir risk olur, büyük bir maddi kayıp olur. Dolayısıyla NATO üyesi olması mümkün değildi Avrupa Birliği üyesi olması da mümkün değil ama  Biden yönetimi kışkırttı.

Devlette mürekkep yalamamış, devlet altyapısı olmayan NATO’nun ne olduğunu, Avrupa Birliği’nin ne olduğunu, 5000 yıllık yazılı savaş tarihinin konsepti doktrini ruhunu bilmeyen Zelenkiy ABD’nin ve batının kışkırtmasına inandı. “Bizi NATO’ya üye yapacaklar” rüzgârına kapıldı. Halbuki NATO üyesi olması mümkün değildi.

Bu kışkırtma gerçekten işe yaradı. Putin, Silahlı Kuvvetleri’nin ordusunu intikal ettirdi. ABD seyrediyor, bütün ülkeler seyrediyor ama CIA’in İngiliz MI6’in istihbarat örgütünün Alman istihbarat örgütünün, MOSSAD’ın ve diğer ülkelerin haberi olmaması mümkün değil.

Ukrayna’yı elden çıkaracak bir motivasyon maalesef. Sonuçta Putin Şubat 2021’de işgale başladığında Ukrayna’yı işgal gününe kadar herkes sessiz bekledi. Halbuki işgal gününden önce mesela Ukrayna hava sahasını ABD kapatabilirdi. Oradaki hava savunma sistemlerini patriot hava savunma sistemlerini Kiev’e yerleştirir, Harkov’a yerleştirir, birkaç yere yerleştirir. Kendi arasında birkaç müttefikiyle, Kanada’yla Avustralya ile İngiltere ile oluşturacağı koalisyonla hava sahasında bir şemsiye oluşturur ve daha Putin işgal etmeden der ki hava sahasını kapatın der. Bunu yapmadı, yapabilirdi, yapmadı. Çünkü işgali bekledi.

Mehmet Kıvanç: Yani istedi o zaman.

Naim Babüroğlu: İstedi kışkırttı, Putin de işgal etti, işgal ettikten birkaç gün sonra “Batı Ukrayna’nın arkasında, bu bir işgal” dedi. Uluslararası hukuka aykırıdır soru şu, tamam işgal de işgal edeceğini herkes biliyordu da neden F16 – F35 savaş uçaklarını uçurmadınız Ukrayna hava sahasında? Patriot gibi hava savunma sistemlerini konuşlandırıp hemen hava sahasını kapatmadınız ki Rusya’nın uçaklarını engelleyebilirdiniz.

Orada NATO beşinci maddesini çalıştıramazsınız NATO’nun. Neden? Çünkü Ukrayna üye değil. Bekledi işgal etti, işgal edince dedi ki, bütün Batı Ukrayna’nın arkasında başladılar silah desteği para desteğine. Neden? Çünkü Putin de bunu röportajında söylemiş. Diyor ki Putin ben de aynı şeyi söylüyorum yıllardır… NATO askeri teknik uzmanları bir hesap yaptılar, önemlidir. Bu bilimsel bir hesaptır. En hafif silah sayısına kadar ekonomiye kadar endüstriye kadar insan gücüne kadar hepsi değerlendirildi. Ve denildi ki, Çin 2030’larda ABD için bir tehdit olacak. O zaman Rusya’nın askeri gücü zaten ABD için ve NATO için bir tehdit. Çin’in askeri gücü değil ama ekonomisi bir tehdit. O zaman 2030’a gelmeden Çin askerî açıdan da ABD ve NATO’yu tehdit eden bir cephe haline dönüşmeden benim NATO ve ABD olarak hem Çin Denizi’nde Güney Çin Denizi’nde hem de Rusya cephesinde doğuda 2 cephede savaşmam mücadele etmem mümkün değil. Ne yapmam lazım? Rus askeri gücünü Ukrayna üzerinden çökertirsem ekonomisiyle beraber Rusya’yı tehdit olmaktan çıkarırım, geriye bir aktör kalır. Çin’le tek başına uğraşabilirim.

Mehmet Kıvanç: Yani gelecekte 2030’larda Rusya ve Çin arasında her anlamda potansiyel birlikteliği şimdiden kesmek için yapılmış.

Naim Babüroğlu: Şimdi Ukrayna üzerinden Rus askeri gücünü ve ekonomik gücünü çökertme öngörüsü ve hedefiyle başladı ve Batı, ABD başta olmak üzere her türlü silah desteği ve para desteğini sağladı. Neden? Ne kadar savaş fazla uzarsa Ukrayna’da Rus askeri gücü o çamurun içinde bataklığın içinde o kadar fazla yıpranır. Ekonomisi de o kadar fazla yıpranır. Ama 2 yıl oldu değil mi?

Mehmet Kıvanç: Dolduruyoruz ikinci yılını.

Naim Babüroğlu: 2 yılı dolduruyor. Ne oldu 2 yılın sonunda Rus askeri gücü çökmedi. Rusya ekonomisi de çökmedi. Tersine Rusya’nın üye olduğu BRICS üye sayısı daha da arttı. G7’nin karşısına çıktı ve tersine Çin ve Rusya ittifak yapar hale geldi.

Mehmet Kıvanç: Ticaretleri 200 milyar doları aştı.

Naim Babüroğlu: Artı ittifak yapar hale geldiler. Çin şunun farkında; NATO’nun ABD’nin hedefi Rusya’nın yükselen gücünü şu anda yok etmek daha sonra önlenemez yükselişte olan Çin ile tek başına uğraşmak.

Şimdi ABD’nin ve Batının öngördüğü bu hedef gerçekleşmedi. Ukrayna Genelkurmay Başkanını değiştirdiler. Kim değiştirdi? Ukrayna devlet başkanı Zelenskiy’nin değiştirdiğini düşünmeyin. Ukrayna devlet başkanı Zelenskiy ABD’ye sordu, ABD ile isim üzerinde anlaştılar ve Genelkurmay başkanını görevden aldılar. Yeni Genelkurmay Başkanı atadı. Bu ne demek? Başarı hikayesi yok Ukrayna’nın. Bu ne demek? İstedikleri kadar silah versinler Rusya başarıya doğru ilerliyor demek. Şimdi hem Avrupa Birliği yoruldu hem Ukrayna yoruldu hem ABD kamuoyu da yoruldu. Ukrayna’nın yüzünden yardım etmekten yoruldular.

Mehmet Kıvanç:  Burada hesap hatası olduğunu anlıyorum. Ancak ilk anlarda Rusya sanki Afganistan’daki gibi bir tuzağa düşmüş gibiydi.

Naim Babüroğlu: Öyle gibi göründü.

“Rusya henüz zafer elde edemedi ama oraya gidiyor”

Mehmet Kıvanç: Orada ne değişti peki sizce kritik müdahaleler mi oldu? Çünkü ilk birkaç aydaki durum sanki Batı lehineydi.

Naim Babüroğlu: Şöyle, ilk başta zannedildi ki, ben hiçbir zaman öyle düşünmedim, gerçekten Putin’in Rusya’sı askeri yönden askerî açıdan orada çökecek. Ekonomisi de 1 – 2 yıl sonra buna yetmeyecek çökecek. Fakat 6 -7 ay geçtikten sonra işler değişti, şimdi Ukrayna elden çıktı. Ukrayna’nın altyapısı çöktü. Ukrayna’yı heba etti ABD ve NATO.

Rusya, Putin Rusya’sı, evet başta kayıp verdi, general kaybı verdi, görevden almalar oldu. Başta bir sarsıntı geçirdi ama şimdi savunma sistemini kurdu. Savunan taraf savaşta daima avantajlıdır. Çünkü savunma yerini siz seçersiniz, mevzileri siperleri yaparsınız, düşmanı beklersiniz. Rusya savunma yerini seçti, tahkim etti. Bir de Donbas’ın bağımsızlığını tanıdı, imzaladı Rus toprağı olduğunu. Kırım Rus toprağı, Donbas Rus toprağı zaten. NATO üyesi olması mümkün mü bundan sonra Ukrayna’nın? Hayır. Avrupa Birliği üyesi olması mümkün mü? Hayır. İstedikleri kadar desinler ki yok olması mümkün. Bunu da sağladı Putin. Peki ekonomisi çöktü mü? Hayır. Ordusu çöktü mü? Hayır. Tersine ne oldu? Ordusu bir deneyim sahibi oldu, tecrübe sahibi oldu. Dolayısıyla aslında Rusya’nın burada bir başarısı var ama zafer daha elde edilmedi. Zafer ne zaman elde edilir? Masaya oturulur, kalıcı bir ateşkes sağlanır ve Putin’in şu anda Rus toprağı olarak ilan ettiği kendi anayasasına kattığı toprakların Ukrayna tarafından ve ülkeler tarafından tanınması sağlanır. Ayrıca Ukrayna’nın NATO ve Avrupa Birliği’ne dahil olmaması ve ordusunuz silahsızlandırılması sağlanır. Putin şu anda oraya doğru gidiyor.

“Zelenskiy kurban seçilecek”

ABD ve Avrupa Birliği ne yaptı? Yoruldular, para vermekten yoruldular, silah vermekten yordular. Kamuoyları önünde de öngördükleri hedefe zamanında ulaşamadıkları için bir eleştiriye uğruyorlar. Kim zararlı çıktı? Zararlı çıkan Ukrayna halkı oldu. Şimdi göreceksiniz. Önümüzdeki süreçte bir kurban seçecek ABD kurban kim olacak? Genelkurmay başkanından sonra Zelenskiy olacak, Zelenskiy’i de alacaklar.

Dolayısıyla buradaki başarı hikayesi ABD’nin Batı’nın değil. Tersine aslında NATO ve ABD burada yenilmiştir Rusya’nın karşısında. Ama Çin’e karşı da yenilmiştir. Nedir? Çin kendisinden beklenmeyen bir adım attı. Tarafsız gibi görünüyordu seyrediyordu ortamı. Sonra baktık ki sıra kendisine gelecek. Neyin üzerinden? Tayvan üzerinden. Yine o zaman dedi ki Çin, “ben Rusya’ya destek vermek zorundayım.” İşte Ukrayna üzerinden Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle çok kutuplu düzene hızla geçildi. Şu anda biz çok kutuplu düzendeyiz.

“Ukrayna maalesef elden çıkmıştır”

Mehmet Kıvanç: Sizce batının elinde oynayacağı askeri anlamda stratejik silahların verilmesi ya da politik anlamda atabileceği adım var mı? Ukrayna özelinde?

Naim Babüroğlu: Şu anda ne yapıyorlar? Bazı ülkeler, Polonya gibi, Macaristan gibi bazı Doğu Avrupa ülkeleri yardım yapılmamasına karşı silah  vermiyorlar. Ama ne yapıyorlar ordular ben size söyleyeyim, eski silahlarını veriyorlar, kullanmadıkları depolardaki silahları. Nedir bu biliyor musunuz? Şimdi eski silahların bir ülkenin kendi coğrafyasında tahrip edilmesi, ortadan kaldırılması önemli bir paraya harcama yapmanıza bağlı. Yani hem ekolojik açıdan bir kirlenme oluyor, toprağımızı kirletiyor, ekolojik kirlenme oluyor hem de o silahı tahrip etmeniz için para harcamanız lazım. Şimdi bundan kurtulmak için batı ne yapıyor biliyor musunuz? Depoda bulunan kullanmadığı eski silahları Yunanistan dahil Ukrayna’ya gönderiyor. Ukrayna burada silah deposu haline geldi. Hurda silah deposu haline geldi. Ukrayna bu sistemle Ukrayna’nın savaşı kazanması mümkün değil. Peki ABD NATO gelir Ukrayna’ya yardım eder mi? Hayır, beşinci maddeyi çalıştırması mümkün değil. Kim karşı çıkar, önce Macaristan karşı çıkar oy birliğiyle alınıyor, Türkiye karşı çıkar.

Rusya’yla karşı karşıya gelmek istemeyen o Doğu Avrupa ülkesi sınırdaki ülkeler karşı çıkar. NATO içinde üyeler dolayısıyla NATO da yardım edemez. O zaman ne yapacak? ABD bir koalisyon kuracak. Yemen’de Husiler’e şu anda biliyorsunuz, hava harekâtı yapıyor, bir koalisyon kurdu. Kimdi bu işte ABD, İngiltere, Avustralya, Birleşik Arap Emirlikleri… Böyle bir koalisyon kurar, yardım edebilir Ukrayna’ya ama bu koalisyona kim katılır? İngiltere belki katılır, bunun haricinde hiçbir ülke katılmaz dolayısıyla Ukrayna maalesef elden çıkmıştır. Ukrayna coğrafyası şu anda Ukrayna ülkesi harap bir ülkeye çökmüş bir ülkeye dönüşmüştür maalesef gitmiştir.

Olan Ukrayna halkın olmuştur ama ABD ve NATO burada öngördüğü hedefleri ele geçirememiştir. 5 Kasım 2024’te ABD başkanlık seçimleri var. Göreceksiniz Başkanlık seçiminden sonra ABD’nin ve NATO’nun bu Ukrayna’daki başarısızlık hikayesi ortaya çıkacak.

Mehmet Kıvanç: Nasıl olacak? Siz ciddi bir politika değişikliği bekliyor musunuz Amerikan seçimlerinden sonra?

Naim Babüroğlu: Ukrayna ateşkese zorlanacak. Putin ne diyecek? Bu savaşı niye yaptı bu kadar kaybı niye verdi? Bir de zafer elde başarı elde etmiş. Rus anayasasına göre şu şu şu topraklar, Donbass, Rus toprağı, Kırım Rus toprağı diyecek. Ukrayna ordusu sadece asayiş açısından silahsızlandırılacak bir de hiçbir Batı ittifakında yer almayacak. Bu koşulları ileri sürecek. Putin’in buradan geri adım atması mümkün mü? Hayır, peki batı ne yapacak? Savaşa devam. Savaşta zaten bir başarı elde edemiyor. Avrupa Birliği, Almanya İngiltere daha fazla bu işin içine girmek istemiyorlar artık. Zaman geçtikçe Avrupa Birliği kamuoyu da yorulacak. Benim param oraya niye harcansın diyecek. Dolayısıyla Rusya sonuç itibariyle askerî açıdan ekonomik açıdan çökmemiştir. Tersine biraz güçlenme olmuştur. G7 karşısında ve Ukrayna savaşı Çin’e de yaramıştır. Çin tedbirini almıştır, önlemini almıştır, hazırlık yapmıştır. Sıranın 2030’da kendisine geleceği düşüncesine göre silahlanmaya başlamıştır.

Çin ve Rusya’yla bir ittifak yolculuğuna çıkmıştır. Bu ABD ve Batı için olumsuz bir tutumdur ama bu 1 – 2 yıl sonra tamamen ABD, Rusya’nın Çin’in gerisinde olur mu sorusunun cevabı hayır. 2030ları 2030’la 40’ları beklememiz lazım ama Çin ilk defa NATO stratejik belgesine “meydan okuyan” bir ülke olarak yazıldı.

Mehmet Kıvanç: Peki Naim Bey şu da batının başarı hanesi olarak değerlendirilen bir konu o da Washington’ın Avrupa Birliği ile Rusya arasındaki stratejik ilişkileri, enerji, ekonomi gibi ilişkileri baltaladığı ve uzun sürede geri dönülemeyecek ölçüde Rusya-Avrupa ilişkilerini bozdu. Bunun da Washington’ın aslında uzun erimli politikasıyla uyumlu olduğu şekilde bir değerlendirme var. Siz buna katılır mısınız? Yani bu anlamda Rusya, orta veya uzun vadede komşusu olan Avrupa’yla böyle bir duruma düşerek stratejik bir ciddi bir darbe almıştır yorumuna katılır mısınız?

Naim Babüroğlu: Şöyle katılırım, şimdi ABD’nin burada hedefi neydi? Rusya Ukrayna savaşı üzerinden Rus askeri ve ekonomik gücünü çökertmek. Doğu Avrupa ülkelerini, yani NATO üyesi yapılmış Doğu Avrupa ülkelerini Rusya ile sınırı olan Avrupa ülkelerini, yani Romanya, Bulgaristan, Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti yani Çekya, Slovakya. Ondan sonra Letonya, Estonya, Litvanya gibi ülkelerde üs açmak, o ülkelere fazla silah sistemi yığmak, konuşlandırmak ve onlara satmak. Çünkü askeri şirketlerin, daha doğrusu silah şirketlerin de bunda çok isteği var. Savaşın devam etmesi için o bölgelere silah satmak ama önemlisi de en önemlisi de Finlandiya ve İsveç’i NATO üyesi yapmaktı. ABD’nin arzusu öngörüsü buydu. Bir de sizin belirttiğiniz gibi biraz çatlaklık olan NATO ülkeleri arasında oluşan çatlaklığı giderek ABD’nin yanında konumlandırmasını sağlamak, Avrupa Birliği’yle NATO arasında meydana gelen veya Avrupa Birliği ABD arasında meydana gelen o mesafeyi, uzaklaşma mesafesini kısaltarak yine Avrupa Birliği’nin NATO’da olduğu gibi ABD cephesinde konumlandırma hesabı bunu sağladı. Kısmen yani.  ABD zararlıdır diyemeyiz. Eğer Rusya Ukrayna savaşı olmasaydı, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyesi olması mümkün değildi. Neden? Çünkü Finlandiya kamuoyu %23- %24 oranında NATO üyesi olalım diyorlardı. Sonra %65’i buldu bu oran.

Mehmet Kıvanç: Tehdit algısı yoktu en azından.

Naim Babüroğlu: Yani algı oluşturdu. Yoksa şimdi NATO üyesi olunca ne yaptı? Finlandiya’nın Rusya’yla 1340 km kara sınırı var. Baltıklarda kuzeyden kuşattı. Nereye kadar kuşattı? Bulgaristan’a kadar kuşattı.

Mehmet Kıvanç: Yani Soğuk Savaş’taki demir perdenin değişik bir türde yeniden çekildiğini…

Naim Babüroğlu: Yeniden bir duvar çekti Rusya’ya? Şimdi ABD bunu istedi. Hedefine ulaştı. Demek ki ABD şu hedeflere ulaştı. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği çok önemli Rusya’yı çevirdi. Doğu Avrupa ülkelerine, NATO ülkelerine Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Litvanya gibi ülkelere silah sattı. Rekor kırdı, silah satışında ve orada ABD üsleri oluşturdu. NATO üsleri oluşturdu. Bir kazancı daha oldu. NATO’yu ve Avrupa Birliği’ndeki meydana gelen o çatlaklığı giderdi.

Mehmet Kıvanç: Beyin ölümü yorumları yok artık.

Naim Babüroğlu: Kalktı, %100 giderdi mi, hayır ama büyük bir bölümünü giderdi. Bu ABD’nin kazancı. Fakat en büyük kazanç kime ait? ABD silah şirketlerine. Rekor kırdılar silah satışında. Hem İsveç hem Finlandiya hem Doğu Avrupa ülkelerine unutmayın, para için savaş, savaş için para. Savaş çarkı böyledir. Bütün silah şirketleri, küresel silah şirketlerini, ağızlarını açıp bakarlar. İşte ABD bu hedefine de ulaştı. Onu da söyleyelim. Bu hedef 2030’lardan sonra çok kutuplu düzende olduğumuz şu anda 2030’lardan sonra Rusya ve Çin’in askeri gücünün ABD ve NATO’nun önüne geçmesini engelleyemiyor.

Mehmet Kıvanç: Geçerse ne oldur Naim Bey?

Naim Babüroğlu: Aynen geçerse yine çok kutuplu düzen devam eder. Şunu unutmayın bir kere nükleer güç olduğunuz zaman, geçerse geçmezse sorusu çok anlamlı değil. Nükleer güçsünüz sonuçta.

Mehmet Kıvanç: Caydırıcılık.

Naim Babüroğlu: Elbette Rusya’nın şu anda eli niye kuvvetli? Ben gerekirse nükleer silah kullanırım diyor. Böyle bir rekabet var. 2030 2040 yılları arasındaki dönem çok kritik bir dönemdir. Çin açısından kritiktir. Ekonomik açıdan ve askerî açıdan bununla beraber G7 karşısında BRICS ülkeleri var, gittikçe büyüyorlar, ekonomik açıdan yakalamaya çalışıyorlar. Bu da önemli. Rusya’nın ve Çin’in artık dengeyi sağlaması bana kalırsa çok kutuplu düzende ABD’nin bu ölçüsüz, orantısız Irak’ı parçalama, Suriye’yi parçalama, Libya’yı parçalama, tırnak içinde söylüyorum, demokrasi, insan hakları, özgürlük diyerek girdiği bütün ülkeleri tamamen kan ve gözyaşına dönüşen bir coğrafyaya dönüştürme hesapları en azından biraz durulur.

ABD çünkü çok hoyratça ve çok tutarsızca hareket ediyor. 10.000 kilometreden gelip Irak’ı ye parçalıyorsun. Sen hani özgürlük getirecektin? Irak şimdi kendi güvenliğini sağlayamıyor. Bir PKK terör örgütü Türkiye’nin başına bela, radikal terör örgütler El Kaide IŞİD. 10.000 kilometreden gelip Suriye’yi niye parçalıyorsun? Türkiye’nin de başına bela bütün coğrafyanın da başına bela mülteci, sığınmacı, göç sorunu herkesi etkiledi. PYD-PKK terör örgütü devletçik oluşturdu. Afganistan’ı yerle bir etti. Ne oldu kan gövdeyi götürüyor, Libya’yı yerle bir ettin ne oldu kan gövdeyi götürüyor. ABD’nin gerçekten bu hoyratça bu tutarsızca ne diyelim insan haklarına aykırı bu politikasının önüne bir set çekmek lazım. Onun için Çin ve Rusya’nın yükselişi belki o dengeyi sağlama açısından dünya için bir fırsat olabilir. Ama şunu unutmayalım, Rusya ve ABD hiçbir zaman savaşmadılar, karşı karşıya gelmediler. Ama her büyük savaştan sonra daima paylaştılar. Yani Rusya Çin gelirse günlük gülistanlık olur her şey iyi olur demek doğru değil. Öyle bir dünya yok. Onun için ben denge olur diyorum. Rusya Çin ikilisi ABD’den iyi veya ABD, Rusya Çin’den iyi demek  5000 yıllık yazılı savaş tarihinin hükmüne aykırı olur.

Mehmet Kıvanç: Yeni bir Yalta ve Postdam olur mu yani?

Naim Babüroğlu: Yok, sanmıyorum bu dönemde ama 2050’lere doğru olabilir. 2050’lere doğru öyle bir gidiş var. Yani özellikle nükleer silahlarla ilgili. Özellikle artık birbirlerinin bölgesine girmemesiyle ilgili. Mesela Ukrayna’nın, Gürcistan’ın, Ermenistan’ın NATO üyesi yapılmamasıyla ilgili belki böyle bir durum olabilir.

SÖYLEŞİ

Pascal Lottaz: ABD ve AB’nin yaptığı, devletlere yalvarmak ve tehdit etmekle sınırlı

Yayınlanma

Yazar

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, makama tekrar gelmesinin ardından ilk yurt dışı ziyaretini Çin’e yaptı. Ziyaret, Batı basınında “Bu iki adam hiç ayrı düşmeyecek gibi görünüyor,” (Le temps) ve “Moskova ile Pekin, bu vesileyle küresel düzeni reforme etme yönündeki ortak hedeflerini vurguluyor,” (Der Spiegel) şeklinde yorumlandı.

Bunun yanı sıra Rusya Silahlı Kuvvetleri, Harkov’da sınır bölgeleri olan Belgorod, Kursk gibi sınır bölgelerin Ukrayna tarafından uzun menzilli füze ve topçu atışlarıyla gerçekleştirilen saldırılara karşı bir “sıhhi bölge” oluşturmaya yönelik saldırılarını sürdürürken, manşetlerde İsviçre’nin ev sahipliği yapacağı “barış konferansı” var.

Dr. Pascal Lottaz, Kyoto Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Tarafsızlık Çalışmaları alanında öğretim üyesi olarak görev yapıyor. Yüksek lisans ve doktorasını Ulusal Politika Çalışmaları Enstitüsü’nden (Japonya) alan Lottaz, uluslararası ilişkilerde tarafsız aktörler, özellikle de iki dünya savaşı ve Soğuk Savaş dönemindeki tarafsızlık üzerine çalışıyor.

Lottaz, son gelişmelere dair sorularımızı yanıtladı.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in yeniden seçilmesinden bu yana gerçekleştirdiği ilk yurtdışı ziyaretiyle başlayalım. Putin ve Xi, Pekin’de kapsamlı ortaklığın derinleştirilmesine ilişkin bir deklarasyon imzaladı. Rusya ile Çin arasındaki ilişkilerin özü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu ilişki şu anda kesinlikle daha da derinleşiyor ancak bu, Batı basınında bazen tasvir edildiği gibi askeri değil, iktisadi nitelikte bir ilişki. Rusya ile Çin bir ittifak içinde değiller ancak birbirlerinin iktisadi, teknolojik, ticari vb. servetlerini artırmak ve tüm ticaretin esasen Amerikan doları ve ABD liderliğindeki ticaret kurumlarına bağlı olduğu Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonraki son 30 yılda bildiklerimize alternatif bir ticaret sistemi inşa etmek üzere ortaklık yapıyorlar.

Vladimir Putin’in neredeyse tüm hükümetini, özellikle de Rusya Merkez Bankası Başkanı ve Maliye Bakanını Çin’e getirmiş olması, temasların stratejik olduğuna ve çok derinlere indiğine işaret ediyor. En iyi tahminim, ticareti kolaylaştıracak ve muhtemelen daha büyük BRICS kulübündeki mekanizmalara yönelik hazırlık adımları olarak işlev görecek finansal mekanizmalar üzerinde çalıştıkları.

İsviçre’de Rusya’nın katılımı olmadan bir barış konferansı düzenleniyor. İki ana aktörden biri masada yokken devlet başkanlarının Ukrayna’da barışı görüşmek üzere bir araya gelmesi ne anlama geliyor?

Bu “barış zirvesine” kuşkuyla yaklaşıyorum, zira barışı sağlayamayacağı aşikâr. Eğer buna “barış süreci zirvesi” deselerdi, daha anlamlı olurdu, çünkü İsviçre Federal Konsey Başkanı bile bunun barışa giden süreçte bir adım olduğunu söylemişti diye hatırlıyorum. Dolayısıyla, uygun bir barış zirvesi için yaklaşımın yanlış olduğunu düşünsem de —ki bunun için Rusya’nın da masada olması gerektiği bariz— bu zirveden bir şeyler çıkabilir.

Macaristan gibi Batı’nın yaklaşımına kuşkuyla yaklaşan bazı ülkelerin de bu şekilde düşündüğünü görüyoruz, zira yaklaşımı eleştirmelerine rağmen zirveye katılmaya istekliler. Bence bu zirve aslında Rusya üzerindeki diplomatik baskıyı artırmak için Rusya’yı itham etme ve utandırma [yaptırımları da ekleyerek] şeklinde devam eden baskı oyununun bir başka adımı olarak planlanmıştı, zira bu zirve birkaç kez devam eden “Zelenskiy Barış Formülü” toplantılarının bir sonucuydu ve şu anda Batı’nın söylemi hala aynı, bunun söz konusu olası barış anlaşmasının bel kemiği olması gerektiği yönünde.

Bununla birlikte, bunun dönüşebileceği şey, Batı’nın gerçek bir barış müzakeresinin konsolide edilmiş başlangıç noktası ve bu nedenle zirvenin sonucu, gerçekçi müzakereler için yollar açabileceği için bir anlamda ancak faydalı olabilir. Bunun böyle olacağından emin değilim ama en iyimser senaryoda, sonuç belgesi Rusların [ve Çin gibi üçüncü taraf arabulucuların] bir anlamda üzerinde çalışabilecekleri bir şey olabilir. Ama belki de bu sadece benim beyhude iyimserliğimdir.

Tüm bu hadisenin, Batı’nın “tüm dünya Rusya’ya karşıymış” gibi göstermek amacıyla yaptığı bir başka PR numarası olarak kalması da pekâlâ mümkün ki bu ne doğru ne de Rusları yollarından bir milim bile yolundan döndürecektir. Geçmişte buna benzer pek çok dönem yaşadık ve bu da bir yenisi olabilir.

Bugün, küresel Güney geri döndü. Bu, tutarlı ve organize bir gruplaşmadan ziyade jeopolitik bir olgu. Sizce bu ülkeler dünyada yeni bir kutbu mu temsil ediyor?

Evet. Kesinlikle. Şu anki adıyla küresel Güney’in ön plana çıkma biçimi gerçekten eşi benzeri görülmemiş bir durum. Bu durum genelde Soğuk Savaş dönemindeki Bağlantısızlar Hareketi ile kıyaslanıyor, fakat şahit olduğumuz şey bundan çok daha büyük ve güçlü.

Başta Çin ve Hindistan olmak üzere bağımsız kutupların ortaya çıktığını görüyoruz, ancak İran ve Brezilya gibi diğerleri de ABD ve Avrupa’nın oluşturduğu oyunun kuralları tarafından oldukça kısıtlanmışlardı, gelgelelim şu anda çok daha az kısıtlanmış durumdalar ve sadece koordine etmekle kalmayıp daha önce görmediğimiz şekillerde hareket edebiliyorlar. İran’ın İsrail ve ABD’ye karşı kendini bu şekilde ortaya koyabilmesi birkaç yıl önce imkansızdı.

Fakat şimdi ABD aktif bir şekilde yeni bir savaşı önlemeye çalışıyor, zira güç yansıtma kapasitesinin sınırlarına ulaştı ve bu durum, ABD ve AB’nin yürüttüğü politikanın artık daha fazla yaptırım [diğerlerini zorlamaktan ziyade geri tepen] ve taleplerini uygulamak için sahici yöntemlerden yoksun oldukları için diğer devletlere yalvarmak ve tehdit etmekle sınırlı olduğu iktisadi alanda da geçerli.

Bunu yakın zamanda Janet Yellen’ın Çin’e giderek ABD’nin rekabet etmek istediği üçüncü pazarlara daha az ihracat yapmaları için yalvarmasında ve ardından Tony Blinken’ın da aynı şeyi talep etmek üzere Çin’e gitmesi ama bunu daha fazla yaptırım tehdidiyle desteklemesinde görmüştük.

Ve elbette şimdi yaptırımlar geliyor ama hedeflerine ulaşamayacaklar çünkü asıl mesele Çin’in ABD’ye araç ihracatı değil, ABD araçlarının üçüncü pazarlarda rekabet edememesi ve bu da ABD’nin yaptırım alanının dışında kalan bir şey. Dolayısıyla Amerikan yaptırım sisteminin parçalandığına şahit oluyoruz. Hala ağırlığı var ama küresel Güney’de giderek daha az ağırlık taşıyor ve bu ülkeler, ilk kez alternatif yollara yönelmek için özgürleşiyor. Bu epey yeni bir durum ve hem ABD hem de AB buna hiç hazırlıklı değil ve 500 yıllık Batı dominasyonu sona ermek üzere.

Arjantin’deki Javier Milei fenomeninden de bahsetmek isterim. Dünya genelinde sağ popülist ve hatta düpedüz faşist hareketlerin yükselişinin küresel ekonominin finansallaşmasıyla ne ilgisi var? Bu yükseliş bir anomali mi yoksa egemen sınıflar tarafından kasıtlı olarak tertip edilen bir sürecin parçası mı?

Milei, Arjantin’deki ekonomik sorunlarından istifade etmeyi başardı ki bu sorunlar haddinden fazlaydı. “Faşist” kelimesi konusunda dikkatli olurum zira bu tür bir devlet örgütlenmesini hedeflediği bana pek açık gelmiyor. Bana göre Milei, ekonominin ne olduğuna dair çılgınca bir söylemle —ki bu da benim gördüğüm kadarıyla iktisadi gerçekliğe dair tamamen çarpıtılmış bir görüş— insanların gönlünü kazanan Margret Thatcher’ın aşırıya kaçmış bir biçimi.

Arjantin açısından yeterince ironik bir şekilde, politikaları büyük ihtimalle vaat ettiklerinin tam tersini üretecek ve ülkeyi sadece ABD’nin kurtarabileceği [Arjantin’in dış borcunun çoğu Amerikan doları cinsinden olduğu için] mali krizin daha da derinlerine sürükleyecek ve bu da Arjantin ekonomisini ABD’ye [eskisinden daha da fazla] teslim edecektir. Bu 1990’dan sonra Rusya’da yaşananları bir hayli andırıyor.

Ancak adil olmak gerekirse, durumun böyle olup olmayacağını bekleyip görmemiz gerekiyor. Arjantin’in egemen para biriminden vazgeçip “dolarizasyona” [ya da bunun daha yumuşak bir biçimine] gitmesinin Arjantin açısından faydalı olacağı bir senaryo göremiyorum. Ekonominiz üzerinde herhangi bir etkiye sahip olmak için egemen ve işleyen bir para birimine ihtiyacınız var, bu nedenle Milei’nin politikaları bence Arjantin’in politik ekonomisi için intihar niteliğinde.

Fakat haklısınız, bu süreç Arjantin’de zaten Amerikan şirketlerine sıkı sıkıya bağlı olan ve ülkenin kalan milli varlıklarını satan ya da onları kontrol etmek için aracı olarak işlev gören nispeten dar bir elite fayda sağlayacaktır. Bunu Guatemala ve hatta Haiti’deki örneklerde de görüyoruz; çok çok küçük elitler Florida’da yaşıyor, çalışıyor ve çocuk sahibi oluyorlar ama yine de kendi ülkelerindeki zenginliğin büyük bir kısmını kontrol ediyorlar ve en tepede daha fazla kar sağlayabilecekleri sürece ülkelerine karşı her türlü ekonomik zorlamayı ilk alkışlayanlar onlar oluyor. Bu kapitalizmin en çirkin hali ama yine de zayıf Batı ekonomilerinde bu şekilde işliyor.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

“Ukrayna’ya 1 trilyon dolar gönderin, yine de savaşın sonucunu değiştirmeyecek!”

Yayınlanma

Emekli CIA analisti Larry C. Johnson, Filistin-İsrail savaşından ABD’nin Ukrayna’ya yardım paketine ve Batı’nın Rusya’ya karşı tutumuna kadar diplomasiyi meşgul eden konularda açıklamalarda bulundu.

Emekli CIA analisti olan Larry C. Johnson, ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesindeki terörle mücadele ofisi başkan yardımcılığı da yaptı. Terör, uçuş güvenliği kriz ve risk yönetimi konularında uzmanlığı olan Johnson, CIA’de çalıştığı dönemde iki üstün hizmet madalyası kazandı. Temmuz 1996’da Viyana’daki terörle mücadele konferansında ABD’yi temsil etti. 1988 Pan am 103 uçağına yapılan terör saldırısının soruşturmasında yer aldı. Hükümetlere ve şirketlere kara para aklama ve terör tehditleri konusunda danışmanlık sağlayan Berg Associates isimli bir şirket kurdu.

Nisan 2024’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne Kuzey Akımı 2 boru hattına yapılan saldırıyla ilgili bir konuşma yapan Johnson, ABC, NBC, Fox News ve CNN gibi büyük medya kuruluşlarında terör olaylarıyla ilgili yorumlar da yaptı.

Emekli CIA analisti Larry C. Johnson, Filistin-İsrail savaşı, İsrail’in geleceği, ABD’nin Ukrayna’ya yardım paketi ve Batı’nın Rusya’ya karşı tutumlarına dair Harici’nin sorularını yanıtladı.

‘İsrail akıl dışı davranan aşırı Siyonistlerin eline geçmiş durumda’

  • Uluslararası toplumda ciddi bir baskı oluştu, özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi İsrail’e Gazze’de ateşkes yapması için baskı yapıyor. Hamas ateşkes anlaşmasını kabul etti ama hemen ardından, hatta belki birkaç saat sonra İsrail, Refah’a saldırmaya başladı. Peki İsrail’in ne tür sonuçlarla karşılaşacağını düşünüyorsunuz?

Özellikle Orta Doğu’daki Arap ve Müslüman ülkeler bir araya gelerek bu artık duracak demedikçe herhangi bir şeyle karşılaşacaklarını sanmıyorum. Biliyorsunuz, Türkiye sonunda İsrail’le ticareti askıya aldı… Buna petrol de dahil mi bilmiyorum. Eğer petrol hâlâ Türkiye üzerinden İsrail’e akıyorsa, Türkiye bu anlamda Filistinlilerin öldürülmesine olanak sağlıyor demektir. İsrailliler kadar bu da suça ortaklık. Aynı şey Ürdün’le, Suudi Arabistan’la, Mısır’la da geçerli. Arkanıza yaslanıp öfkenizi dile getirmek başka bir şey ama etkili bir şekilde bir araya gelerek “bakın buna izin verilemez” demek ve Suriye’yi ve Lübnan’ı da işin içine katmamak başka.

Gerçekte, bu noktaya kadar, Filistin halkı adına ayağa kalkıp savaşan tek ülke Yemen ve Husiler’dir. Herkes iyi bir mücadeleden bahsediyor ama pek bir şey yapmıyor. Bilirsiniz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nihayet öne çıkıp bir şeyler yapması için Türkiye’de bir seçimi kaybetmesi gerekti, üstelik o konuşmakta çok iyidir. Peki icraata ne dersiniz?

Bence insanların İsrail’in müzakere yoluyla bir çözüm aramadığını anlaması gerekiyor. Müzakere yoluyla bir çözüme ulaşmanın tek yolu, İsrail’in mevcut direnişinin tehdit altında olmasıdır. Çünkü İsrail’in Filistinlileri Gazze’den yok etme niyeti var. Onları zorla dışarı atacaklar. Batı Şeria’da da durum aynı. BM’nin tüm kararlarına rağmen, yasadışı işgal olduğu yönündeki tüm suçlamalara rağmen İsrail, akıl dışı olan bu aşırı Siyonistlerin eline geçmiş durumda. Tarih boyunca acımasız otoriterlerde gördüğümüz zihniyetin aynısı bunlar. Bu yüzden müzakere edilmiş bir çıkış yolu aramıyorlar. Yani Hamas askeri olarak galip gelemediği sürece ki bunu yapabileceklerini sanmıyorum çünkü hava güçleri ve hava savunma sistemleri yok, sahip oldukları tek şey küçük silahlar ve bazı tanksavar güdümlü füzeler, belki de birkaç roket daha ateşlenebilecek füzeler var ama bunlar aslında önemli değil. Dışarıdan müdahale gerekecek. Şimdi Biden yönetiminin güya İsrail’e silah sevkiyatını askıya aldığına dair bir rapor var ama bunu bir ceza olarak ya da İsrail’in yaptıklarından duyulan hoşnutsuzluğu ifade etmenin bir yolu olarak gösteriyorlar. Bu doğru olabilir ya da Amerika Birleşik Devletleri’nin gönderecek silahı da kalmamış olabilir. Sonra da bu silah yokluğunu İsrail’e baskı yapmak için bir şeyler yaptıkları izlenimini yaratmak için kullanıyorlar.

‘ABD’nin Ukrayna ve İsrail için mühimmat sıkıntısı var’

  • ABD’nin İsrail’e yönelik cephanesinin tükendiğini söylüyorsunuz, ancak şu anda Ukrayna’da farklı türde bir savaşın yürütüldüğü göz önüne alındığında, ABD’nin Ukrayna’da İsrail’e faydalı olabilecek aynı türde mühimmat kullandığını düşünüyor musunuz?

Evet. Demek istediğim, bir Patriot füze bataryasından bahsediyorsanız, elinizde gerçek araçlar ve bu araçların üzerinde bulunan fırlatıcılar var, aynı zamanda bunların içinde bulunan füzeler de var. Ukrayna’ya gönderilen Patriotların büyük kısmı yok edildi. Dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri’nden Ukrayna’ya gönderilebilecek yeni Patriot bataryaları mevcut değil çünkü bunları biz yapmadık ve kimse de yapmayacak. Oturup bir fabrikaya şunu yapmaya başla diyemezsiniz. İki hafta içinde onları almayı bekleyemezsiniz. Kullanılan füzeler veya roketler için de aynı şey geçerli, o Patriot füze bataryaları fırlatıcılardan ateşleniyor. Şu anda bunların da eksikliği var.

Amerika Birleşik Devletleri’nin geçmişte Patriot sistemlerini satın alan diğer ülkelere onları alıp Ukrayna’ya göndermeleri için yalvardığını gördünüz. Tabii artık Patriot İsraillileri rahatsız etmiyor. Demir Kubbeleri var ama Demir Kubbe’de de aynı sorunu yaşıyorlar. İran’ın yeni bir saldırısı durumunda konuşlandırabilecekleri sınırsız sayıda önleme füzesi veya roketleri yok. 155 milimetrelik top mermileri, bunların ciddi bir sıkıntısı var. ABD, Ukrayna’nın ihtiyaç duyduğu şeye ayak uyduramadı ve bu, 7 Ekim’de savaşın başlamasından önceydi. Yani bu tür mühimmat sıkıntısı var. İsraillilerin bir noktada ABD’den savaş tüfekleri, otomatik tüfekler satmalarını talep ettiklerini fark ettim; bu bana mantıklı gelmiyordu çünkü İsrail silah endüstrisi oldukça iyi ve çok sayıda savaş tüfeği üretiyor. Yani, neden bunları kendinizden almıyorsunuz? Neden bir ABD ürünü almak istiyorsunuz? Bu, Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri’ne gelip bize pompalı tüfek sat demesi gibi bir şey olur. Demek istediğim, sizin yaptığınız pompalı tüfekler Amerika’nın her yerinde satılıyor.

‘Siyonist devletin varlığını sürdürmeyi hak ettiğinden emin değilim’

  • ABD’nin İsrail’i nasıl desteklediğine ve İsrail’in Refah’taki operasyonuna gelince, Hamas’ın İsrail tarafından tamamen yenilgiye uğratılabileceğini düşünüyor musunuz? Çünkü biz en az yedi ay, sekiz ay süren bir çatışma gördük. Pek çok Amerikalı uzmanın Hamas’ın İsrail tarafından mağlup edilemeyeceğine dair endişeleri var.

Evet, İsrail her Filistinliyi tamamen yok etmeye kendini adamadığı sürece askerî açıdan Hamas’ı yenilgiye uğratamaz. Nazilerin Yahudilere yaptıkları açısından İsrail’in zaten Nazilerle eşit tutulabileceğini düşünüyorum. Ve şimdi burada aynı şeyleri Filistinlilere yapan Yahudiler var ki, dürüst olalım, Tevrat’a inanıyorsanız, Kuran’a inanıyorsanız, İncil’in Eski Ahit’ine inanıyorsanız, Filistinliler ve Yahudiler uzak akrabadır… Aynı soydan geliyorlar. İbrahim’den geliyorlar. Ve işte buradalar, kardeş kardeşi öldürüyor. Bu ölümcül bir günahtır. Ama yine de İsrail bunda ısrar ediyor. Böylece bu durumdan öldürerek kurtulabileceklerini düşünüyorlar. Yapamazlar. Ve diyelim ki, bir şekilde Hamas’ın tüm gerilla saldırılarını ve isyancı saldırılarını tamamen durdurmayı başarmış olsalar bile, bu ülkelerini daha güvenli hale getirmeyecek çünkü hala Hizbullah var. İsrail’in askerî açıdan Hizbullah’ı yenebilecek kadar güçlü olduğunu düşünmüyorum. Hamas başka bir mesele çünkü Hamas, her ne kadar eğitimli savaşçıları olsa da aslında bir ordu olarak organize değil. Ve şunu da kabul edelim ki, Hamas’ın ilk başlangıç ​​tarihi olan 1979’a kadar uzanan tüm tarihi boyunca, herhangi bir çatışmada bu kadar çok Filistinlinin öldürüldüğünü hiç duymamışlardı. İsrail, Filistinlileri benzeri görülmemiş bir düzeyde katlediyor. Biliyorsunuz sayı 40.000’e yaklaşıyor. Özellikle mide bulandırıcı olan ise yakılan, parçalara ayrılan ve vurulan çocuklar. İsrail’in bu tavrını tamamen iğrenç buluyorum. Biliyorsunuz, eğer bana iki yıl önce sormuş olsaydınız, muhtemelen İsrail’i desteklediğimi söylerdim.

Geldikleri noktanın insanlık adına bir utanç olduğunu düşünüyorum. Siyonist devletin insan hayatını hiçe sayarak hareket etmesi nedeniyle varlığını sürdürmeyi hak ettiğinden bile emin değilim. Ve onlar Hamas’ın berbat, korkunç bir terörist grup olduğunu söylediklerinde aslında gidip rakamlara baktım. Rakamlar çok üzücü bir hikâye anlatıyor. 2000’den Nisan 2024’e kadar Hamas’ın terörist saldırıları en fazla 1455 İsrailliyi öldürdü; bunların çoğunluğu Filistinlilere saldıran askerler, polisler ve yerleşimcilerdi. Tabii bunlar silahsız insanlar değildi. 24 yıl boyunca yılda 60 kişi demek bu. İsrail’in şimdi yaptığına bakın, 40.000 ölü erkek, kadın ve çocuğa yaklaşıyoruz. Ölen çocukların sayısı ise 15.000’i aştı. Bu bir dehşettir ve buna izin verilmemelidir.

Ama yine de görüyoruz, gördük, bunu daha önce de gördük. Ruanda’da Hutular ve Tutsiler birbirlerini öldürürken dünya sessiz kaldı. Yahudiler Naziler tarafından katledildiğinde dünya yine sessiz kaldı. Ve şimdi bu durum Filistinlilere de yapılıyor ve orada burada bazı protestolar oluyor. Belki de tek umut, dünya çapında yeterince öğrenci protestosunun olması ve bunların hükümetler üzerinde, sonunda onları aksi yönde hareket etmeye zorlayacak kadar baskı oluşturmasıdır. İsrail’in Filistinlileri öldürmeye devam edeceğini düşünüyorum.

‘Hamas, bir ulusal kurtuluş örgütüdür’

  • İki yıl önce size İsrail’in durumunu sorsaydım. Ülkenin destekçisi olacağınızı söylüyorsunuz. Peki bu İsrail’in Gazze’de ilk katliamı mı? Yani bunu zaten pek çok kez yapmadılar mı?

Bu ölçekte değil. Bu aslında her üç ayda bir dışarı çıkıp iki veya üç silahsız insanı vurmak demek. Yani bu çok çirkin. Normalleştirmek istemiyorum ama bu katlanılabilir hale gelir. Böyle durumları belki sadece bir sapkınlık olarak açıklayabilirsiniz. Kontrolden çıkan birkaç asker ya da belirli bir birlikti. Ama şimdi son yedi aydır görüyoruz ki, farklı bir şey var. Bu İsrailliler açısından bir hastalıktır, psikolojik bir hastalıktır. Başlangıç ​​olarak Filistinlileri insan olarak görmüyorlar. Onları, üzerine basılması gereken, öldürülmesi, yok edilmesi gereken insanlık dışı varlıklar, hamam böcekleri olarak görüyorlar. Ve birçok İsraillinin hem hükümet içindeki hem de hükümet dışı yetkililerin, her Filistinlinin bir Hamas savaşçısı olduğunu söylediğini duydunuz. Üç aylık bebekler Hamas savaşçılarıdır.

Ve baktığınızda bu dilimiz hakkında ilginç şeylerden biri: IŞİD ya da El Kaide gibi davrandıklarını ima ederek, onların bir terörist grup olduğunu söyleriz. IŞİD ve El Kaide, uluslararası terör örgütü olarak adlandıracağım iki örgüt; bu da onların belirli bir coğrafi bölgenin dışında operasyonlar yürütmeyi arzuladıkları anlamına geliyordu ve saldırı gerçekleştirebilecek kadar uluslararası bir örgütlenmeye sahiptiler. Ama Hamas öyle değil. Hamas ulusal bir kurtuluş örgütüdür. Müslüman Kardeşler’e bağlı değiller, her ne kadar İslam’a bağlı olsalar da hatırladığım kadarıyla, Filistin’de yaşamak için İslam’a geçmeniz gerektiği konusunda ısrar eden İslamcı radikaller değiller. Dolayısıyla Hamas, medyanın popüler uluslararası İslamcı terörist tasvirinden farklı bir meseledir. Ve son dönemde gördüğümüz gibi, neredeyse 20 yıla yaklaşırken IŞİD Şii Müslümanlara saldırıyor. Ve biliyorsunuz, IŞİD’in en büyük hedeflerinden biri İran’dı ve bu da kısmen Batı’nın neden IŞİD’in destekçisi olarak görülebileceğini açıklıyor çünkü Batılılar IŞİD’i İran’a saldırmak için bir araç olarak görüyorlar. Ve IŞİD’in motivasyonu tamamen İslam’ı bozmak, yani İslam’ın ilkelerini ve ilkelerini ihlal etmektir.

‘ABD’nin Ukrayna yardım paketi savaşın sonucunu değiştirmeyecek’

  • Savaşın başladığı 2022’den bu yana Batılı analistlerin Rusya’nın cephanesinin çok yakında tükeneceği yönünde yorumlarını gördük ve duyduk. Mermileri bitecek, mekanize araçları bitecek ve çöküş çok yakında ifadeleri sıkça kullanılmıştı. Öte yandan Rus analistlerde de benzer bir düşünce hakimdi. Ukrayna’nın şimdiye kadar gösterdiği direnişi göstermesini beklemiyorlardı. Şimdi ABD Kongresi’nden 60 milyar dolarlık bir paket geçti., CIA direktörü Bay Burns, bunun Ukrayna’nın 2025’e kadar hayatta kalmasına yardımcı olacağını söyledi. Peki Ukrayna’daki savaş alanındaki durumu nasıl analiz ediyorsunuz?

Hayır, Burns yanılıyor. Ukrayna’nın yaz sonundan ağustos ayına kadar hayatta kalabileceği için şanslı olacağını düşünüyorum. 60 milyar dolar gönder. Lanet olsun, onlara 300 milyar gönder. Onlara bir trilyon dolar gönderin. Bu savaşın sonucunu değiştirmeyecek çünkü biliyor musun? Bir trilyon dolarla yeni bir asker satın alamazsınız. Ya da belki bir yerden bir paralı asker satın alabilirsin, tamam, askere yazılacağım, bana 2 milyon dolar söz ver, gelip senin için savaşacağım diyecek kadar aptal birini. Ve sonra da cephede harcanıp gidecekler. Rusya sonuçta hala Rusya. Yaptıklarında hata yapmadılar. Bunu, başlangıçta Ukrayna’yı müzakere masasına getirmeye yetecek bir kuvvet oluşturacağımız ve müzakere yoluyla bir anlaşmaya varacağımız varsayımıyla ilerlediklerini düşünüyorum.

Aslında bu strateji işe yaradı çünkü hatırlayacağınız gibi Türkiye’deki barış müzakereleri, sanırım Ankara’da gerçekleşti ve başarılı oldu. Ruslar ve Ukraynalılar ilk anlaşmaya vardılar. Ana hatların hâlâ üzerinde çalışılması gerekiyordu. Ayrıntıların üzerinde çalışılması gerekiyordu ama ilk başta bir anlaşmaya varacaklardı. Ama sonra Lloyd Austin, Savunma Bakanı Anthony Blinken, Joe Biden ve sonra da Boris Johnson bu karışıma dahil oldu ve Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’yi anlaşmadan çekilmeye ikna etti. Tam o gün, sanırım 31 Mart’tı, Başkan Putin Rus ordusuna geri çekilme emri verdi.

Unutmayın, yaklaşık 40 kilometrelik tank konvoyları, zırhlı konvoyları vardı. Aslında Kiev’in kuzey kısmını işgal ettiler. Putin iyi niyetin bir işareti olarak geri çekilmelerini emretti. Bu müzakerelerin doğru yönde ilerlediğini göstermek için iki gün sonra 1 Nisan’da geri çekildiler. 2 Nisan’da Bucha’da bir grup Ukraynalı sivilin öldürüldüğü ve cesetlerin sokaklara atıldığı zulmü gördük. Batı ise aceleyle Rusya’yı suçladı. Bu bir Rus savaş suçuydu dediler. Aslında bu bir yalandı. Bu koca bir yalandı çünkü Rus kuvvetleri günler önce çekilmişti. O insanlar öldü. Ukrayna güçleri tarafından öldürüldüler. Bu, Rusya’yı karalamak ve Ukrayna’nın gücünü artırmak için tasarlanmış, Batı destekli bir istihbarat operasyonuydu. Ruslar daha sonra yıpratma savaşı dediğimiz şeye geçtiler. Onların stratejisi yıpratma stratejisiydi, bu da bölgeyi korumak için savaşmadığınız anlamına geliyor. Diğer tarafta mümkün olduğu kadar çok kayıp vermek için savaşıyorsunuz.

Taktiksel olarak çekilmeniz gerekiyorsa taktiksel olarak çekilirsiniz. Orada oturup kuma bir çizgi çekmeyeceksiniz. “Ne pahasına olursa olsun bu bölgeyi elimizde tutmalı ve mümkün olduğunca çok adam kaybetmeliyiz” dememelisiniz. İşte bu yüzden çekildiler, önce Kharkiv’den çekildiler, sonra da Kherson’da Dinyeper nehrinin batı kıyısında oturan birlikler ve o sırada General Surovikin onların geri çekilmesini emretti. Tabii ki, Shoigu veya Gerasimov’la genelkurmay başkanının izniyle geri çekilme emrini verdi. Bunun üzerine Ruslar nehrin doğu yakasına gelip mevzilerini alıyorlar. Bu arada üç savunma hattı inşa ediyorlar. Sanırım ne olacağına dair oldukça iyi bir fikirleri var. İşte tam bu noktada Batı, tüm bu süreç boyunca Rusya’nın askeri kabiliyetine dair hiçbir anlayışa sahip değildi. Batı, 1990’lı yıllara dayanan, yanlış varsayımlara dayalı bir anlatının içine hapsolmuştu. Ve bazı durumlarda, sanırım Rusları hala Sovyet komünistleri olarak nitelendirdiler ki bu tamamen saçmalık. İşte her şey burada. Ah, Rusların füzeleri bitiyordu.

Görünüşe Batı’daki hiç kimse dünyadaki tüm ülkeler arasında uranyum, alüminyum, domuz demiri, demir cevheri, gaz, petrol gibi doğal kaynaklar bakımından bir numaralı ülkenin Rusya olduğunu fark edemedi. Nikel, nadir mineraller, bilirsiniz, listeyi aşağıya doğru inersiniz. Rusya’nın hayatta kalabilmesi, sanayiyi sürdürebilmesi için kendi madenleri yeterli, ihtiyaç duyduğu şeyleri üretmek için başka bir yere gitmesine gerek yok. Batı, Rusya’nın Batı gibi endüstriyel kapasitesini yok etmediğini gördü. Batı ihtiyaçlarının çoğunu Asya’ya, Güney Amerika ve Meksika’ya gönderdi. Ve böylece Rusya birdenbire bir düğmeye basıp sanayisini harekete geçirebildi ve birdenbire füzeler, roketler, top namluları, toplar, tanklar, uçaklar üretmeye başladılar. Bilirsiniz, insanlar Çin’in çok büyük bir sanayi devi olduğundan bahsediyor. Evet doğru. Ancak Çin kendi ticari uçağını üretemiyor, Rusya üretiyor. Rusya, Rusya’nın etrafında uçacak ve %100 Rus parçalarıyla inşa edilmiş ticari uçak üretebilir ve üretti. Yani Batı Rusya’nın zayıf bir taraf olmadığını anlamada başarısız oldu. Eski senatör John McCain, Rusya’yı bir ülke ya da ülke görünümüne bürünmüş bir benzin istasyonu olarak tanımlamıştı. Sadece aptal. Aptal ve kibirli. Ama o öyleydi, aptal ve kibirli.

‘Almanya ABD ona ne yapmasını söylerse onu yapacak’

  • Geçen günlerde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde bir konuşma yaptınız. Kuzey Akımı boru hattına yapılan saldırıdan bahsettiniz ve durum açıkça tüm dünyada tartışılan bir konuydu. Gördüğümüz kadarıyla, ABD ne kadar Ukrayna’yı parmakla gösterse de bu konuyla ilgili küresel fikir birliği, ABD’nin sorumlu olduğu yönünde. Ancak operasyonun kapsamı göz önüne alındığında Ukrayna’nın bunu başarması beklenmiyor. Yani Almanya bu tartışmanın merkezinde ama aslında konuyu halının altına süpürüyorlar. Konu hakkında konuşmaktan hiç keyif almıyorlar. Ancak kapalı kapılar ardında Alman karar vericilerin konuyu ABD ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmek için bir neden olarak gördüğünü düşünüyor musunuz?

Hayır, talihsiz olan da bu. Amerika Birleşik Devletleri’nin kurbanı oldular ve bu konuda hiçbir şey yapmıyorlar. Birine benim için Olaf Scholz’u boynunda bir tasma ve Joe Biden’ın elinde bir köpek tasması ile gösteren siyasi bir karikatür yaptırmaya çalışıyordum, çünkü öyleydi. Onlar tasmanın ucundaki bir köpek ve sahibi ABD onları nereye sürüklemek isterse oraya gidecekler. ABD onlara ne yapmalarını söylerse onu yapacaklar. Biz onlara yemelerini söylediğimiz şeyleri yiyecekler. Biliyorsunuz bu bir ülke için aşağılanmadır. Bunda onur yok. Ama bunun kendilerine yapılmasına izin veriyorlar. Hangi sebeple bilmiyorum. Çünkü Almanya’ya yapılan bu saldırının ekonomik sonuçları derin oldu. Almanya sözde uluslararası kurallara dayalı düzeni koruma konusunda ısrarcı değil. Mesela Türkiye’den kaç tane boru hattı geçiyor biliyor musunuz? En az üç, belki daha fazla olduğunu düşünüyorum. Birisi boru hatlarınızdan birini havaya uçurursa, arkanıza yaslanıp “Bunu kimin yaptığını bilmiyorum dostum” mu diyeceksiniz. Bu korkunç. Siz de haklı olarak öfkelenirsiniz ve bunu kimin yaptığını bulmak ve bunu yapanlardan hesap sormak istersiniz.

Nord Stream’de göremediğimiz şey de bu. Yani batıdaki çılgınlar bununla Rusya’ya zarar vereceğimizi sandılar. Boru hattını havaya uçuruyorlar. Yani boru hattının tamamı Rusya’nın Avrupa’ya ucuz gaz sağlayabileceği bir dağıtım mekanizmasıdır. Boru hattı artık orada değil. Rusya gazı hâlâ topraktan üretiyor. Sadece farklı şekillerde göndermeleri gerekiyor. Bu da nakliyeyi yapan kişilerin daha fazla para kazandıkları için zenginleşecekleri anlamına geliyor. Ve hattın sonundaki tüketiciler, ulaşım maliyetleri arttığı için daha fazla ödeyecekler. Bu ileri düzey matematik yapmak zorunda kalmaya benzemiyor. Bu basit toplama ve çıkarma işleminin bir parçasıdır. Ve bu anlamda, Rusya’ya ekonomik olarak zarar vermedi ama sadece Almanya’ya değil, tüm Avrupa’ya zarar verdi çünkü gaza daha fazla para ödüyorlar. Ve fiyatlar yükseldiğinde, bu durum tedarik hattını etkiliyor, işleri etkiliyor. Almanya’da kapanan ve ülke dışına taşınan çok sayıda fabrikanız oldu. Asıl şok edici olan Almanların bunu kabul etmeye bu kadar istekli olmaları. Biliyor musun, bu gerçekten utanç verici.

‘Herkes aklını mı kaçırdı? Tayvan bir ülke değil, Çin’in parçasıdır!’

  • Avrupa’nın ABD ne isterse yaptığını söylediniz. Çin devlet başkanı Bay Xi Jinping Avrupa’ya bir gezi düzenledi. Çin’in Tayvan meselesiyle ilgili de beklentileri var. ABD’nin Çin’den ekonomik olarak kopmak istediğini biliyoruz. Kendi çıkarları da göz önünde bulundurulduğunda Avrupa’nın bu kopuşta ABD’yi takip edeceğini düşünüyor musunuz?

Herkes aklını mı kaçırdı? Alzheimer hastalarının hafızası mı kalmadı? Tayvan Çin’in bir parçasıdır. ABD’nin 1972’de desteklemeyi kabul ettiği tek Çin politikası buydu. Bunun sonucunda Tayvan artık Birleşmiş Milletler’de masaya oturabilecek bir ülke olarak tanınmıyordu. Tayvan bir ülke değil Çin’in bir parçasıdır. Bunu kabul etmek zorundalar. Ya da Batı hayır demek isterse “artık bunu kabul etmeyeceğiz.” “Çin’le savaşa girmek istiyoruz” mu diyorsunuz? Tamam, devam edin. Gerçek şu ki Çin, dünyayı fethetmeye hevesli emperyal bir güç olarak gösterilmeye devam ediliyor. Son 45 yılda kendi sınırları dışında yürüttükleri tek askeri operasyon Vietnam’a saldırıydı o zaman da Vietnam Kamboçya’ya saldırıyordu. Yani Çin, Fransızlar gibi, Amerikalılar gibi, İngilizler gibi Afrika’da, Sahel’de Çin askeri üsleri kurarak dünyayı dolaşan saldırgan bir seferi askeri güç olmadı, yani sömürgeci sorunu olan Batı’dır Çin değil.

Çin’in Avrupa ziyareti, birincisi, Macron’la konuşmak, Macron’u tekrar gemiye alıp Avrupalıları Rusya ile ciddi bir müzakere başlatmaya ikna edecek bir şeyler yapıp yapamayacağımızı görmek amacıyla gerçekleşiyor. Ama sonra Macarlar ve Hırvatlarla buluştu. Temelde Rusların yanında yer aldılar. Sanırım bir nevi bu devletlere, Rusya’nın tutumuna verdikleri destek nedeniyle Avrupa kıtası içinde kendinizi izole edilmiş hissedebilecekleri için güvence sağlıyor. Sanırım gönderdiği mesajlardan biri bu. Bence Tayvan’la ilgili ortaya çıkan bu histerinin çoğu, Batı’nın bir düşman yaratma ihtiyacından kaynaklanıyor; böylece ABD’nin yılda bir trilyon dolara yaklaşan savunma bütçesini haklı gösterebilirler. Bence geriye dönüp gerçeklerle yüzleşelim. Biz anlaştık, ulusumuzun liderleri 52 yıl önce Tayvan’ın Çin’in bir parçası olduğu konusunda hemfikirdi. Dolayısıyla tek Çin politikası. Anlaşmalara uyalım.

‘Birleşik Krallık solan bir güç.’

  • Bildiğimiz gibi Süveyş krizinden bu yana küresel sahnede nüfuz açısından Birleşik Krallık’ın ABD’nin ardından ikinci sırada yer aldığını görüyoruz. Ancak Birleşik Krallık’ın küresel siyaseti etkileme konusunda göründüğünden çok daha güçlü olduğu iddiası hep dile getiriliyor. Suriye iç savaşıyla birlikte Rusya ile İngiltere arasında ciddi bir istihbarat savaşı gördük. Ve şimdi Ukrayna’da, Ukrayna operasyonlarının istihbarat alanında CIA’den çok MI6 ile bağlantılı olduğuna dair raporlar bile var. Peki Londra’daki ekonomik gücü ve MI6 nüfuzu ile Birleşik Krallık’ın dünya çapında düşündüğümüzden çok daha fazla etkiye sahip olduğu fikirlerine katılıyor musunuz?

Benim görüşüme göre İngilizler, pis, küçük bir Chihuahua’ya, küçük minnacık bir köpeğe benziyor. Gerçekten huysuz, kimseyle anlaşamıyor ve konu söz konusu olduğunda gerçekten ilgisiz, bilirsiniz, bazı kargaşaları yaratma yeteneğine sahip. İngilizler hâlâ kendilerini küresel sömürgeci güç olarak görüyorlar. Artık değiller. Bir şakadan ibaretler. Donanmaları uçak gemilerini bile çalıştıramıyor. Mayın tarama gemilerinden biri başka bir mayın tarama gemisine çarptı. Biliyor musun, araba kullanmayı bile bilmiyorlar. Artık teknelerini, gemilerini nasıl satacaklarını bilmiyorlar. Zamanında kendisini küresel bir deniz gücü olarak kabul ettiren ülke. Burada Rusya’ya saldırmak ve onu kışkırtmak için ellerinden geleni yapıyorlar ve bunu hiçbir kontrol duygusu olmadan yapıyorlar. Ama çok fazla güçleri yok. Ekonomik bir güç değiller. Son baktığımda GSYH açısından dünyada ilk 10’da bile değillerdi. Birleşik Krallık solan bir güç. Ve solan tüm güçler gibi onlar da debeleniyorlar. Birilerini yakalayıp yanlarına çekebilirler ama Britanya durumu tersine çeviremeyecek. 70.000 kişilik bir orduları var. Bu hiçbir şey değil. Tankları, sanırım askeri güçlerinin en iyi göstergesi, rakip tanklarından biri çamura batmıştı, bilirsiniz, dışarı çıktı, çamura battı. Çıkaramadılar. Bu Britanya’yı anlatıyor. Bu yüzden Ukraynalılara karşı çok agresif olacaklarından şüphem yok ama biliyorsunuz, çeklerin çoğunu onlar yazmıyorlar. Her zaman prensibe inanın. Para konuşur, biliyorsun veya altın kural altına sahip olanlar kuralları koyar. Ve bu durumda ABD altın kuralın kralıdır. Paranın büyük kısmını biz sağlıyoruz. Ukraynalılar İngilizleri dinlemeden önce bizi dinleyecekler, çünkü biz daha iyi para ödüyoruz.

‘MI6’in ve CIA’in devrinin geçtiğini düşünüyorum’

  • Evet ama onların istihbaratı ne olacak? Etki açısından onların istihbaratının CIA ile aynı seviyede olduğunu düşünüyor musunuz?

MI6 ve CIA genellikle açık kaynak istihbaratı kullanır. İnsan kaynağı istihbaratı genellikle saçmalıktır. Yapmıyorlar. Her iki tarafın da Rus hükümeti ve Rus ordusu içinde iyi bir nüfuzu veya varlığı yok. Ve bunun nedeni oldukça basit. Rusya’da aklı başında kim İngilizler ya da Amerikalılar adına casusluk yapmak için hayatını riske atmak ister ki? Hiç mantıklı değil. Her iki ülke de pek çok açıdan Rusya’dan daha az özgürlüğe sahip. Her iki taraf da siyasi muhaliflere yönelik siyasi zulümle meşgul; Rusya’yı sık sık bunu yapmakla suçluyorlar. Yani biliyorsunuz, Britanya gibi. Britanya da bir nevi polis devletidir. Kürtaj kliniğinin önünde dua ettiğiniz için tutuklanabilirsiniz. Dua etmek, yüksek sesle bile konuşmamak, sessizce dua etmek. Düşünce suçundan tutuklanıyorsun. Üst düzey Rus yetkililer bu şekilde kendilerini riske atacaklar. Yani istihbarat açısından bakıldığında, CIA ve MI6’in büyük ölçüde önemsizler. Kötü niyetle etkili oldukları nokta, Ukraynalıların Rusya içindeki hedeflerine karşı saldırılar düzenledikleri gizli eylemler planlamasına yardımcı olmaktır. Bunlar yine savaşı değiştirmiyor. Yaptıkları tek şey Rusları fena halde kızdırmak ve Rusların Ukraynalıları yok etme konusunda daha kararlı olmalarını sağlamak. Ama MI6’in ve CIA’in devrinin geçtiğini düşünüyorum.

‘Trump gelirse Ukrayna savaşını bitirir.’

  • Amerika Birleşik Devletleri’nde yaklaşan seçimlerle ilgili. Gazze’de savaş devam ederken Biden yönetiminin anketlerinin her zamankinden daha düşük gittiğini gördük. Dolayısıyla dünyada Donald Trump’ın Kasım seçimlerinde geri dönüş yapacağı yönünde genel bir beklenti var. Peki olası yeni bir Trump yönetiminde ABD’nin dış politikası için ne öngörüyorsunuz? İsrail’le ilişkilerinin değişeceğini, güçleneceğini düşünüyor musunuz? Sizce Trump Ukrayna’daki savaşı bir günde bitirmek için söz verdiği şeyi yapacak mı?

Evet, Ukrayna’daki savaşı bitireceğini düşünüyorum. NATO’nun çok güçlü bir şekilde yeniden değerlendirilmesi için baskı yapacağını düşünüyorum. Ancak İsrail politikasının pek değişeceğini düşünmüyorum. Belki farklı bir bakış açısı getirecektir. Mesela Türkiye’yle, Ürdün’le, Suudi Arabistan’la, Mısır’la müzakereler yapmaya daha istekli olacak ve nasıl bir çözüm bulunabileceğini görmeye çalışacak. Netanyahu’nun hayranı değil, bu da Netanyahu’nun muhtemelen o noktada terk edilip gideceği anlamına geliyor. Ancak İsraillilerin çoğunluğu hâlâ Netanyahu’nun izlediği temel politikaları destekliyor. Dolayısıyla Trump gelse bile ABD’nin İsrail politikasında pek bir değişiklik olacağını görmüyorum. Aksine, Cumhuriyetçiler İsrail’in, Siyonist hareketin Demokratlara göre daha cesur destekçileridir. İsrail’i Cumhuriyetçilerle aynı coşkuyla desteklemekte tereddüt eden Demokratların sayısı daha fazla. Çin’e yönelik politikada bir değişiklik göreceğinizi düşünüyorum. Daha az hakaret edici olacaktır. ABD’nin şu anda yaptığı şey Çinlilere hakaret etmek. Çin bundan bıktı ve yoruldu. “Bize bu şekilde davranılmayacak” diyorlar.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Xi’nin ziyareti sağlam dostluğun kanıtı’

Yayınlanma

Sırbistan Hükümeti Çalışma, İstihdam, Gazi ve Sosyal Politika Bakanı Nemanja Starović Harici’ye konuştu. Xi Jinping ve Aleksandar Vucic’in görüşmelerinin odak noktasının ekonomik işbirliği olduğunu vurgulayan Starović, Xi’nin görev sürecinin başlangıcından bu yana Sırbistan’a yaptığı ikinci ziyaretin “sağlam dostluğun kanıtı” olduğunu söyledi.

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ticaret, yatırımlar ve Ukrayna savaşı üzerine görüşmeler yaptığı Fransa, Sırbistan ve Macaristan ziyaretlerinin ardından beş günlük Avrupa turunu tamamladı.

Fransa’da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Xi’yi Pirene dağlarında çocukluğunu geçirdiği bölgeye bir gezi ile karşılarken, Sırbistan’da Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, “dostluk” sloganları atan ve Sırbistan başkanlık sarayının önünde Çin bayrakları sallayan on binlerce kişiyi bir araya getirerek büyük bir karşılama düzenledi. Macaristan’da da Cumhurbaşkanı Tamas Sulyok ve Başbakan Viktor Orban Xi için kırmızı halı sererek, kendisini Macaristan Cumhurbaşkanlığı sarayında askeri törenle karşıladı.

Xi’nin özellikle Avrupa Birliği (AB) aday ülkesi Sırbistan ve AB üyesi Macaristan’a yaptığı ziyaretlere siyasi bağları derinleştirme ve Doğu ve Orta Avrupa’daki yatırımları genişletme vaatleri damgasını vurdu. Sırbistan Cumhurbaşkanı Vucic, Belgrad’da Xi’nin “ortak geleceğin küresel topluluğu” vizyonunu onayladı ve iki lider “sağlam bir ortaklığı” selamlarken, geçen yıl iki ülke arasında imzalanan serbest ticaret anlaşmasının 1 Temmuz’da yürürlüğe gireceğini duyurdu.

Sırbistan Hükümeti Çalışma, İstihdam, Gazi ve Sosyal Politika Bakanı olarak yeni atanan Nemanja Starović Harici adına gazeteci Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı. Xi’nin gezisi, Sırbistan-Çin ilişkileri ve Sırbistan-AB-NATO ilişkileri üzerine değerlendirmelerde bulunan Starović, daha önce de Sırbistan Savunma Bakanı Devlet Sekreteri olarak görev yaptığı dönemde Harici’nin sorularını yanıtlamıştı.

‘AB üyeliği uzak olduğundan Rusya ve Çin’i ihmal etmemeye çalışıyoruz’  

‘Sağlam dostluğun kanıtı oldu’

Çin ile Sırbistan arasındaki mevcut ikili ilişkiyi nasıl yorumluyorsunuz? İkili ilişkilerin son yıllarda gelişme gösterdiği süreçte en çok neler öne çıkıyor? Sırbistan ve Çin liderlerinin bu kez tartışma gündeminde hangi politika konularına öncelik verildi? Xi Jinping’in ziyaretinden ne gibi yeni sonuçlar çıkmasını bekliyorsunuz?

Her şeyden önce, Başkan Xi’nin görev süresinin başlangıcından bu yana ikinci olan Sırbistan ziyareti, iki ulusumuzun geçtiğimiz on yılda kurduğu sağlam dostluğun kanıtı oldu. 29 farklı anlaşmanın imzalanması, aynı zamanda çeşitli alanlardaki işbirliğimizi daha da geliştirmek için bir sıçrama tahtası oldu. Bunların arasında, yeni dönemde Ortak Gelecek için Topluluğa, yani Çin tarafından başlatılan ve Sırbistan’ın ilk onayladığı yeni platforma verdiğimiz desteğin de yer almasıyla özellikle gurur duyuyoruz. İki deneyimli liderin bir araya gelmesinde gerekli olan, küresel ölçekte öne çıkan tüm konuların tartışılmasının yanı sıra, doğal olarak görüşmelerin odak noktası ikili ekonomik işbirliği oldu.

‘Çin elektrikli araçlarının Sırbistan’da üretilmesiyle yakından ilgileniyoruz’

 Çin ve Sırbistan, stadyumlardan köprülere, otoyollardan demiryollarına kadar altyapı projelerinde güçlü ve derin bir işbirliğine sahip. Ancak Sırp hükümetinin ikili işbirliğinin iyileştirilmesi için bunların ötesinde işbirliği beklediği herhangi bir alan var mı?

Stratejik ortaklığımız son on yılda önemli ölçüde büyüdü ve bu en çok ekonomi alanında görülüyor. Daha 12 yıl önce Çin’e toplam ihracatımız 10 milyon doların altındayken, bu arada 1,2 milyar doların üzerine çıktı. Bu, ihracatımızı yaklaşık on yıl içinde 140 katına çıkarmayı başardığımız anlamına geliyor. Bugün toplam ticaret dövizimiz 6 milyar doları aşıyor ama Sırbistan ile Çin arasında yeni imzalanan Serbest Ticaret Anlaşması 1 Temmuz’da yürürlüğe girdiğinde bunu çok kısa sürede 10 milyar dolara çıkaracağız. Sırbistan büyüklüğündeki bir ülke için bu rakamlar gerçekten önemli. Çin Halk Cumhuriyeti, ortaklaşa geliştirdiğimiz çeşitli altyapı projelerinin yanı sıra 5 milyar doları aşan doğrudan yatırımlarıyla Sırbistan’daki tek en büyük yabancı yatırımcıdır. Çinli sermayeli şirketler ülkemizin en büyük ihracatçıları arasında yer alıyor. Geleceğe baktığımızda, yapay zekayı da kapsayan, Çin elektrikli araçlarının ülkemizde üretilmesine ve hatta uçan taksilerin üretilmesine yol açan yeni, gelişmiş teknolojilerin Sırbistan’da uygulanmasıyla çok ilgileniyoruz.

‘Çin’e asla sırtımızı dönmeyeceğiz’

Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) ve 16+1 çerçevesi ve “Çin ile Orta ve Doğu Avrupa Ülkeleri Arasındaki İşbirliğine (Çin-CEE) ilişkin AB’nin yaklaşımı nedir? Bu görüşlerde herhangi bir gelişme var mı? Genel olarak Avrupa’da ve özel olarak Orta ve Doğu Avrupa’da Kuşak ve Yol Girişimi ve 16+1’in karşılaştığı en büyük zorluklar nelerdir?

Geçmişten bu yana Küçük Asya’yı Orta Avrupa’ya bağlayan doğal bir “otoyol” görevi gören Balkan yarımadasının ortasındaki coğrafi konumumuz göz önüne alındığında, Avrasya genelinde bağlantının artırılması için Kuşak ve Yol Girişimine katılmamız hem doğal hem de rasyoneldir. Bu büyük girişimin bir kısmı, Sırbistan ve Kuzey Makedonya üzerinden Ege ve Panoniyen havzasındaki limanlar arasındaki bağlantıları güçlendiren altyapıdır. Bu tür projeler insanlarımıza çok büyük faydalar sağlıyor. Size sadece bir örnek vermek gerekirse; Belgrad ile Budapeşte arasında yeni bir demiryolu inşa ederek, en kalabalık iki şehrimiz olan Belgrad ve Novi Sad’ı yüksek hızlı demiryolu ile birbirine bağladık ve iki şehir arasındaki yolculuğu 35 dakikalık keyifli bir seyahate dönüştürdük. Bazı ülkelerin çoğunlukla dışarıdan gelen baskılar nedeniyle Çin-CEE çerçevesinden ayrıldığının farkındayız ancak böyle bir adım atma niyetimiz yok. İki liderden alıntı yapacak olursak: “Çin’e asla sırtımızı dönmeyeceğiz” diyen Başkan Vučić ve “Çin için Sırbistan’ın Orta ve Doğu Avrupa’daki ilk stratejik ortak olduğunu” belirten Başkan Xi var.

‘NATO üyesi olmayacağız, askeri tarafsızlıktan yanayız’

Bu gezide Başkan Xi’nin Sırbistan’a geldiği gün, NATO’nun Belgrad’daki Çin Büyükelçiliğini bombalamasının 25. yıl dönümüydü. Sırbistan bugünkü NATO’yu nasıl görüyor? Peki ABD ve müttefikleri hâlâ Sırbistan veya Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri üzerinde bölgesel olarak nüfuz sahibi olmaya çalışıyor mu?

NATO’nun Sırbistan’a yönelik saldırısı sırasında 7 Mayıs 1999’da NATO bombaları tarafından öldürülen masum kurbanlar olan üç Çinli gazeteciyi andığımız bir tarihte Başkan Xi’nin Sırbistan’a gelmeye karar vermesi tesadüf değildi. Ortak anılarımız bizi daha da güçlü bir şekilde bağlıyor. Başkan Xi, “dostluğumuzun kanla ve canla örüldüğüne” vurgu yaptı. O karanlık günleri asla unutmayacağız ama affetmeliyiz. Bugün NATO ittifakı hemen yanı başımızdaki komşumuzu temsil ediyor. 8 farklı ülkeyle sınırımız var ve Bosna Hersek dışında hepsi NATO üyesi. NATO Barış için Ortaklık programı kapsamında aktif bir rolümüz var ama bizim asıl tavrımız NATO üyesi bir ülke olmayacağımızdır. Askeri tarafsızlık, dış politikamızın siyasi bağımsızlığın yanı sıra iki temel dayanağından biridir ve ikisiyle de gurur duyuyoruz. Pek çok Batılı ülkenin dış politikadaki egemenlik yolumuzdan memnun olmadığı ve biri ayrılıkçı eyaletimiz Kosova ve Metohija meselesi, diğeri ise ülkemizle ilgili olmak üzere bazı baskı noktalarının sürekli olarak devreye sokulduğu bilinen bir gerçektir. Rusya Federasyonu’na yaptırım uygulamayı reddediyoruz ama yine de halkımızın büyük çoğunluğunun desteklediği yolda kalmayı başarıyoruz.

Sırp perspektifinden Çin ile Sırbistan arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz? Sırbistan, Çin’in Sırbistan ziyaretini nasıl değerlendiriyor? Sırbistan için ne anlama geliyor?

Başkan Xi’nin Sırbistan ziyaretiyle ilgili güçlü gurur ve sevinç duyguları var. Sırbistan küresel ölçekte Çin kadar büyük ve önemli olmasa da Çinli dostlarımız ülkemize her zaman büyük saygı gösteriyorlar. Bu, Başkan Xi’nin Sırbistan’a ikinci ziyareti olurken, bazı Batılı ülkelerin başkanları on yıllardır Belgrad’ı ziyaret etmiyor.

‘Ekonomik işbirliği, siyasi işbirliğiyle katalize ediliyor’

Çin-Sırbistan ilişkileri ve sonrası için politika tavsiyelerinizden bazıları nelerdir?

Sadece Çin ile ilişkilerimizde doğru bir yaklaşım sergilediğimizi ve şu ana kadar elde ettiğimiz sonuçların muazzam olduğunu söyleyebilirim. Yeni Serbest Ticaret Anlaşması ile işbirliğimizi mutlaka daha da ileri taşıyacağız. Ancak ekonomik işbirliğindeki tüm bu başarılar, mükemmel siyasi işbirliğiyle katalize ediliyor. Hem Çin hem de Sırbistan, uluslararası alanda egemen eşitlik, barış içinde bir arada yaşama ve iç işlerine karışmama gibi aynı ilkelere rehberlik ediyor. Tek Çin politikasını güçlü bir şekilde destekliyoruz ve Pekin, toprak bütünlüğümüzü korumaya yönelik siyasi mücadelemizi güçlü bir şekilde destekliyor.

‘Çetrefilli AB üyeliği sürecinde geleneksel dostlarımızdan vazgeçmeye hazır değiliz’

Sırbistan’ın bir Avrupa ülkesi olması bakımından Çin’le en üst düzey ilişkilere sahip ülkelerden biri olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunun AB de dahil olmak üzere Batı ile olası ortaklıkları nasıl etkileyebileceğini düşünüyorsunuz? Sırbistan’ın kendisini Doğu İttifakı’na yerleştirdiğini söyleyebilir misiniz?

Çin’le olan işbirliğimiz ve sağlam dostluğumuz kimseye ve kesinlikle Avrupa Birliği’ne karşı değildir. Stratejik hedefimiz Avrupa Birliği’ne katılmaktır ve üyelik müzakerelerinde ileri aşamadayız. Ancak bu sürecin sonu henüz görünmüyor ve hedef hâlâ hareketli bir hedefi andırıyor. AB üyesi olduğumuzda, AB’nin ortak dış ve güvenlik politikasına uyum sağlamamız gerektiğini tamamen anlıyoruz, ancak bu uzun ve çetrefilli yol boyunca geleneksel dostlarımızdan vazgeçmeye hazır değiliz.

‘Hem Çin hem de Fransa Sırbistan’daki yatırımlarını artırdı’

Fransa’nın AB, NATO ve Batı’daki konumu ve rolü karşısında Çin’in ortak çabaları neler olabilir ve neler yapılabilir? Sırbistan ve Fransa, iklim değişikliğinden çatışma çözümüne kadar bazı ortak zorlukları ele alıyor mu? ABD’nin ilişkilere etkisi ve müdahalesi nasıl azaltılabilir?

Daha önce de belirttiğim gibi Çin’i sarsılmaz bir dost olarak görüyoruz. Fransa aynı zamanda Sırbistan’ın AB içinde sahip olduğu en önemli ortaklardan biri. İki ülke arasındaki işbirliğinin arttığını görmekten her zaman memnuniyet duyuyoruz ancak ilişkilerine müdahale etmiyoruz. Hem Çin hem de Fransa, geçtiğimiz yıllarda Sırbistan’daki yatırımlarını önemli ölçüde artırmıştı. Buna iyi bir örnek, hem Çinli hem de Fransız şirketlerinin yer aldığı, uzun zamandır beklenen Belgrad metrosunun inşaatına ilişkin mega projemizdir.

‘Ukrayna’daki trajik savaşın bir parçası olmayı reddediyoruz’

Rusya-Ukrayna çatışmasına nasıl bakıyorsunuz? Sona ermesi için hangi olası senaryoları bekliyorsunuz? Ne tür çatışma çözümleri olabilir?

Tarih bize bir şey öğrettiyse o da, tüm savaşların ya bir barış anlaşmasıyla ya da savaşan bir tarafın tamamen yok edilmesiyle sona erdiğidir. Ukrayna’daki bu trajik savaş eninde sonunda bir tür barış anlaşmasıyla sona erecek ve bunun ne kadar erken olursa o kadar iyi olacağına inanıyoruz. Hem Rusları hem de Ukraynalıları kardeş halklar olarak görüyor ve başta sivil kayıplar olmak üzere savaş alanlarındaki her türlü can kaybından büyük acı duyuyoruz. Sırbistan, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün ihlalini kınadı, ancak biz bu trajik savaşın herhangi bir parçası olmayı reddediyoruz. Her iki tarafın da desteklediği barış çabalarında bize de bir rol düşerse, elimizden geleni yapmaktan her zaman memnuniyet duyarız.

‘İsrail’le silah ticaretimizin hacmi, bazı ülkelerin yaptığı ticaret hacmiyle kıyaslanamaz bile’

İsrail’in Gazze’deki katliamına karşı tavrınız nedir? Sırbistan’ın İsrail’e gizlice silah gönderebileceğine dair birçok haber var. Bu iddiaları teyit etmeniz veya reddetmeniz mümkün mü? Ve genel olarak Sırbistan neden İsrail-Hamas çatışması konusunda sessizsiniz?

Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrailli sivillere yönelik barbar saldırısını şiddetle kınadık, ancak aynı zamanda Gazze Şeridi’nde sivillerin çektiği acılara ilişkin kaygıları da paylaşıyoruz. Bu da katılmayı düşünmediğimiz ancak istendiği takdirde barış çabalarına yardım etmeye her zaman hazır olduğumuz başka bir savaş. Silah konusunda hiçbir zaman kimseye gizli bir ihracat yapmadık. Öncelikle kendi ihtiyaçlarımız için, aynı zamanda ihracat için de silah ve mühimmat üretme konusunda köklü bir geleneğe sahibiz. Ancak bu alandaki uluslararası düzenlemelere sıkı bir şekilde uyuyoruz ve her zaman son derece şeffaf olma eğilimindeyiz. İsrail’le bu alanda uzun süredir devam eden bir işbirliğimiz var ama İsrail’le yaptığımız silah ve mühimmat ticaretimizin genel hacmi, bazı ülkelerin yaptığı ticaret hacmiyle kıyaslanamaz bile.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English