Görüş
Afrika ile Çin’in kalıcı dostluğunun ve işbirliğinin sırrı

Üç gün süren 2024 Çin-Afrika İşbirliği Forumu Zirvesi 6 Eylül’de Pekin’de sona erdi. Çin ve 53 Afrika ülkesi ile Afrika Birliği liderleri, “Yeni Çağda Çin-Afrika Kader Ortaklığı’nın Pekin Bildirgesi” ve “Çin-Afrika İşbirliği – Pekin Eylem Planı (2025-2027)” başlıklı iki önemli belgeyi birlikte yayımladılar. Bu iki belge, “Ortak Modernleşmeyi Teşvik Etme ve Yüksek Seviye Çin-Afrika Kader Ortaklığı İnşası” temalı zirveye mükemmel bir son verdi.
Bu zirve, Çin tarafından son yıllarda düzenlenen ve en fazla sayıda yabancı liderin katıldığı en büyük ana diplomatik etkinlik olması, Çin-Afrika İşbirliği Forumu’nun (FOCAC) kuruluşundan bu yana geçen 24 yıldaki dördüncü zirve ve Pekin’de düzenlenen üçüncü zirve olması ve ayrıca 50’den fazla Çin-Afrika liderinin ve 400 Çin-Afrika girişimcisinin altı yıl sonra ilk kez Pekin’de bir araya gelmesi nedeniyle büyük önem taşımakta ve dünyanın dikkatini çekmektedir. Bu zirve aynı zamanda FOCAC’ın 24 yıl önce kurulmasından bu yana düzenlenen dördüncü ve Pekin’de gerçekleştirilen üçüncü zirve.
Zirve aynı zamanda Çin’in Barış İçinde Bir Arada Yaşamanın Beş İlkesini ortaya koymasının 70. yıldönümüne, Çin Başbakanı Zhou Enlai’nin Afrika’ya ilk ziyaretinin ve Dış Yardımın Sekiz İlkesini önermesinin 60. yıldönümüne, Başkan Mao Zedong’un “Üç Dünya” teorisini formüle etmesinin 50. yıldönümüne ve dünya manzarasındaki ciddi değişikliklerin, Rusya-Ukrayna çatışmasındaki çıkmazın, Çin-ABD oyununun uzamasının, küresel ekonominin genel bunalımının ve Küresel Güney’in toplu uyanışının ve yükselişinin kritik aşamasına denk gelen önemli bir tarihi kavşakta düzenlendi. Bu nedenle, dünyanın en büyük gelişmekte olan ülkesi olan Çin ile gelişmekte olan ülkelerin en yoğun olduğu kıta olan Afrika’nın ikili liderlerinin bir kez daha yüz yüze gelerek Çin ve Afrika’daki 2.8 milyar insanın ve dünya nüfusunun üçte birinin kalkınma ve ilerlemesini birlikte ele almaları elbette önemli bir küresel olay ve bir dönüm noktasıdır.
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping zirve sırasında, Çin’in tüm Afrika ülkeleriyle diplomatik ilişkilerini stratejik ilişki düzeyine yükselttiğini ve Çin-Afrika ilişkilerinin genel tanımını “Yeni Çağda Çin-Afrika Kader Ortaklığı” olarak yükselttiğini duyurdu. Xi Jinping, Çin ve Afrika’nın “adil ve makul, açık ve kazançlı, insan odaklı, çok kültürlü, ekoloji dostu ve barışçıl” olmak üzere altı temel özelliğe sahip modernleşmeyi birlikte inşa edeceğini vurguladı ve “On Büyük Ortaklık Eylemi”ni duyurdu. Bu eylemler, medeniyet alışverişi, ticaretin gelişmesi, sanayi zinciri işbirliği, bağlantılılık, gelişim işbirliği, sağlık, tarım ve refah, kültürel değişim, yeşil gelişim ve güvenlik alanlarında işbirliği yapmayı kapsıyor.
Xi Jinping, önümüzdeki üç yıl içinde Çin’in “On Büyük Ortaklık Eylemi”ni desteklemek için 360 milyar RMB (yaklaşık 50 milyar ABD Doları) sağlayacağını ve Afrika ülkelerine gıda yardımı ve sıfır vergi uygulaması sunacağını, 30 altyapı bağlantı projesi, 1000 küçük ama etkili yaşam projeleri ve 500 kamu yararına projeyi uygulayacağını açıkladı. Ayrıca, Afrika’ya 2000 sağlık personeli ve 500 tarım uzmanı göndereceğini, Afrikalı kadınlar ve gençler için 60.000 kişiye Çin’de eğitim fırsatı yaratacağını ve Afrika’da 1 milyon istihdam yaratacağını taahhüt etti.
Zirve sırasında, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres, Afrika Birliği’nin dönem başkanı Moritanya Cumhurbaşkanı Ghazouani ve Çin-Afrika İşbirliği Forumu’nun ortak başkanı Senegal Cumhurbaşkanı Macky Sall gibi isimler, Çin-Afrika ilişkilerinin gelişimini yüksek takdirle değerlendirdi ve Çin’in “Kuşak ve Yol” girişiminin Afrika’da yarattığı büyük değişiklikleri vurguladılar. Ayrıca, Çin-Afrika ilişkilerinin yeni tanımı ve “On Büyük Ortaklık Eylemi”nin Çin-Afrika İşbirliği Forumu’nu yeni bir aşamaya taşıyacağına inandılar.
Çin-Afrika İşbirliği Forumu’nun 24 yıllık sürecinde elde edilen başarılar, karşılıklı saygı, karşılıklı yarar ve işbirliğiyle kazan-kazan ilişkilerini örnek alarak uluslararası ilişkilerde bir model oluşturdu. Bu 24 yıl, Afrika’nın “umutsuzluk” dönemlerinden ve “Uzak Doğu hasta adamı” olmasından bağımsız olarak kendini geliştirdiği ve el birliğiyle ilerlediği bir çeyrek yüzyılı içeriyor ve Çin-Afrika İşbirliği Forumu’nun “sokak çetesi toplantısı” olmaktan çıkıp Küresel Güney’in temel taşlarından biri haline geldiği bir tarihsel süreci gösteriyor.
Resmi verilere göre, 24 yıl içinde Çin-Afrika ticareti yaklaşık 26 kat artarak 282,1 milyar dolara ulaştı. Çin’in Afrika’ya yaptığı yatırım 80 kat artarak 40 milyar doları geçti. Çin, 15 yıldır Afrika’nın bir numaralı ticaret ortağı konumunda bulunuyor ve Afrika ülkelerinin neredeyse yarısıyla olan ticaret hacmi yıllık yüzde 10’dan fazla artış gösterdi, ticaret hacmi sürekli olarak rekor kırdı. Son 10 yılda Çinli şirketler Afrika’da 700 milyar RMB değerinde taahhütlü proje imzaladı, 400 milyar RMB ciro elde etti ve yatırım işbirlikleri tarım, işleme, üretim, ticaret ve lojistik gibi birçok alana yayıldı, projeler ulaşım, enerji, elektrik, konut ve sosyal hizmetler gibi çeşitli alanları kapsayarak Afrika’nın ekonomik ve sosyal gelişimini destekledi. Çin’in Afrika’nın borçları içindeki payı ise sadece onda biri oranındadır.
Yarım yüzyıldan fazla süredir devam eden Çin-Afrika ilişkileri, oldukça zorlu bir yolculuk olmasına rağmen olağanüstü başarılar elde etti ve deneyimlerin gözden geçirilmesi ve özetlenmesi gerekmektedir. Çünkü bu, Çin’in büyük bir kıta ile dostane ilişkiler kurduğu büyük bir hikaye, başarılı bir öykü ve eşsiz bir örnektir. Afrika Birliği’nin 54 üye ülkesi, sadece Esvatini hariç, diğer tüm Afrika ülkeleri Çin ile diplomatik ilişkilere sahiptir ve dostane ilişkiler sürdürmektedir. Neredeyse tüm Afrika ülke liderleri düzenli ya da düzensiz olarak Pekin’i ziyaret etmektedir, bu da uluslararası ilişkiler tarihinde büyük bir olaydır. Çin Dışişleri Bakanı’nın her yıl ilk ziyaretini Afrika ülkelerine yapması standart bir model haline gelmiştir ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in Afrika’yı beş kez ziyaret etmesi, Çin’in Afrika’ya duyduğu derin ilgiyi göstermektedir.
Çin-Afrika ilişkilerinin başarılı gelişimi ve istikrarı, dört genel ülke ilişkisi kuralını doğrulamaktadır ve hatta Batılı ülkelerin geleneksel uluslararası ilişkiler teorilerini, deneyimlerini ve uygulamalarını düzeltmek, tamamlamak veya devirmek için yeni bir ders kitabı niteliğinde ülke ilişkileri modeli olarak kabul edilebilir.
Birincisi, benzer veya aynı tarihi deneyimler empati ve bağlılık oluşturur. Çin ve Afrika ülkeleri, Batılı güçler tarafından sömürgeleştirilmiş ve işgal edilmiştir ve “geri kalmak, dövülmek demektir” dersini yaşamışlardır, dış müdahaleye karşı nettirler.
İkincisi, benzer veya aynı siyasi hedefler uyum ve destek sağlar. Çin ve Afrika ülkeleri, bağımsızlık, özerklik ve güçlenme arayışı içindedir ve kalkınma, refah ve kapsamlı modernleşme hedefleri doğrultusunda çalışmaktadırlar.
Üçüncüsü, benzer veya aynı ilişkiler anlayışı ortak değerleri güçlendirir. Çin ve Afrika ülkeleri, dostluğa ve güvenilirliğe değer verir, “tek başına hızlı, birlikte uzun yol alınır” ilkesine inanır ve karşılıklı yardımlaşma ve kazanç sağlama ilkelerine bağlıdır.
Dördüncüsü, benzer veya aynı gelişim koşulları ortak bir geleceği ve uzun vadeli bağlılığı getirir. Çin ve Afrika ülkeleri, eskiden ekonomik olarak geri kalmış, temel altyapı açısından zayıf ve eğitim-öğretim alanında geri kalmıştı. Ancak her ikisi de “kalkınmanın zor bir yol olduğu” ve “insanların refahının en büyük insan hakkı olduğu” konusunda hemfikir ve seçtikleri kalkınma yollarına saygı duyuyorlar.
Çin-Afrika ilişkilerinin başarılı ve olağanüstü gelişimi, diplomatik fikir ve kavramlardan diplomatik ilke ve uygulamalara, bu ilke ve uygulamalardan da uluslararası ilişkiler teori ve paradigmasında yeniliklere dönüşen bir Çin deneyimi ve katkısı olan çağdaş Çin diplomasisinin eşsiz cazibesini ve örnek teşkil eden önemini de bünyesinde barındırmaktadır.
Her şeyden önce, farklı medeniyetler ve kültürler tamamen bir arada var olabilir ve birlikte gelişebilir. Çin ve Afrika farklı medeniyetlere aittir, ancak Çin hiçbir zaman medeniyetler arasındaki farklılıkları dost ve düşmanı yargılamak ya da mesafe ve yakınlığı belirlemek için bir temel olarak kullanmamış ve “Her biri kendi tarzında güzeldir, tüm insanlar güzeldir; insanların güzelliği kendi tarzında güzeldir, tüm dünya aynıdır” ve “Yaşasın tüm dünya insanlarının birliği” ilkelerini vurgulamıştır. Medeniyetler çatışması teorisine ya da medeniyetlerin üstünlüğü teorisine kararlılıkla karşı çıkıyoruz.
İkinci olarak, birbirimizden binlerce kilometre uzakta olsak bile komşu kadar yakın olabiliriz. Mesafe sadece güzellik değil, aynı zamanda dostluk ve sevgi de üretir. Çin’in geleneksel dostluk kavramları olan “uzaklardan dostlar edinmek her zaman bir zevktir” ve “dört denizdeki tüm kardeşler” Çin-Afrika dostluğunun coğrafyayı ve mekânı aşmasını ve sabit kalmasını sağlamıştır.
Üçüncüsü, birbirleriyle eşit düzeyde anlaşabilen büyük ve küçük ülkeler vardır. Nesnel olarak konuşmak gerekirse, Çin’in nüfusu, yüzölçümü ve ekonomik hacmi gerçekten de herhangi bir Afrika ülkesinin çok ötesindedir ve hatta tüm Afrika kıtasıyla karşılaştırılabilir, ancak Çin hiçbir zaman orman kanunu ve zorbalık politikaları uygulamadı, sözde “güç statüyü belirler” çarpıtmasını vurgulamaktan bahsetmiyorum bile, aksine, büyüklükleri, güçleri ve zayıflıkları, zenginlikleri ve yoksullukları ne olursa olsun ülkeler arasında eşitlik ilkesi doğrultusunda, çok sayıda “büyük ve küçük” Afrika ülkesi de dahil olmak üzere dünyanın her yerinde dostlar edindik. Aksine, büyüklüklerine, güçlerine, zayıflıklarına, zenginliklerine ve yoksulluklarına bakılmaksızın ülkeler arasında eşitlik ilkesine dayanarak, “doğal dostlar” olan çok sayıda Afrika ülkesi de dahil olmak üzere dünyanın her yerinde dostlar edindik.
Dördüncü olarak, zengin ve fakirin birlikte ilerleme kaydetmesi tamamen mümkündür. Çin-Afrika ilişkilerinin yarım yüzyılında, özellikle de Çin-Afrika İşbirliği Forumu’nun (FOCAC) kurulmasından bu yana geçen çeyrek yüzyılda, dünya ve Afrika, Çin’in ayakta durmaktan zenginleşmeye ve ardından güçlenmeye doğru hızlı dönüşümüne ve Çin’in diğer gelişmekte olan ülkelere ilerleme kaydetmelerinde yardımcı olmasına tam anlamıyla tanıklık etmiştir. Dahası Çin, her zaman gelişmekte olan ülkelere ait olacağını ve Afrika ülkeleri de dahil olmak üzere gelişmekte olan ülkelerle ve küresel Güney ülkeleriyle her zaman aynı kaderi paylaşacağını ve el ele ilerleme kaydedeceğini vurgulamaktadır.
Çin-Afrika Zirvesi Pekin’de bir kez daha zaferle sonuçlandı, ancak bu sadece bir zirve ama doruk değil. Çünkü Çin-Afrika dostluğu ve işbirliği bir yolculuk sürecidir ve bu görünürde sonu olmayan uzun bir yürüyüştür. Sonuç en iyisi değil, sadece daha iyi ve daha iyi olma yolunda ilerlemektedir.
*Prof. Ma, Zhejiang Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi (Hangzhou) Akdeniz Çalışmaları Enstitüsü (ISMR ) Dekanıdır. Uluslararası politika, özellikle de İslam ve Orta Doğu siyaseti üzerine yoğunlaşmaktadır. Uzun yıllar Kuveyt, Filistin ve Irak’ta kıdemli Xinhua muhabiri olarak çalışmıştır.
Görüş
Çekya’da komünizme hapis cezası: Yeni düzenlemede neler var?

Çekya Temsilciler Meclisi, Ceza Kanunu’nda yaptığı bir değişiklikle Nazizm ve Komünizmi ‘insan haklarını ve özgürlükleri bastırmayı amaçlayan ideolojiler’ arasında sayarak, bu ideolojilerin ‘teşvik edilmesini’ suç kapsamına aldı.
30 Mayıs’ta kabul edilen yasa değişikliği, mecliste bulunan 160 milletvekilinden 86’sının oyuyla geçti; karşı oy ise kullanılmadı.
Yasa, Senato ve Cumhurbaşkanı’nın onayını alması halinde 2026 yılında yürürlüğe girecek.
Yasa tam olarak ne diyor?
Ceza Kanunu’ndaki değişikliklere göre, ‘İnsan hak ve özgürlüklerini bastırmaya yönelik bir hareketin kurulması, desteklenmesi ve propagandası’ için bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası öngörülürken, bu ‘suçun’ basın, film, televizyon, internet üzerinden, organize bir grubun üyesi olarak işlenmesi ve devletin tehdit altında veya savaş halinde olduğu bir zamanda işlenmesi halinde ceza üç yıldan on yıla kadar hapis cezasına çıkacak.
Suç tanımlamasında ‘organize bir şekilde’ ifadelerinin geçmesi siyasi parti organizasyonunu, ‘devletin tehdit altında olması’ ise Rusya-Ukrayna savaşını akıllara getiriyor.
Yasa ayrıca, ‘logolar, bayraklar, rozetler, üniformalar ve bunların parçaları, sloganlar, ifadeler, açıklamalar, selamlaşma şekilleri, liderler veya bu hareketin liderlerinin konuşmalarını tasvir eden semboller’ yoluyla ‘İnsan hak ve özgürlüklerini bastırmaya yönelik bir hareketi propagandaya yönelik eserlerin yayılmasını’ veya satılmasını da üç yıla kadar hapis, para cezası veya malın müsaderesi (el konması) ile cezalandıracak.
Yasanın doğrudan komünizmle ilgili kısmı ise şu ifadelerle aktarılmış:
“Kim Nazizm, Komünizm veya başka bir insanlığa karşı işlenen suçu, savaş suçunu veya barışa karşı suçu alenen inkar eder, şüpheye düşürür, onaylar ya da haklı göstermeye çalışırsa, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Yasadaki tek ‘cezasızlık’ şartı ise, bu simgelerin eğitim, araştırma, sanat, güncel veya tarihî olaylar hakkında haber verme amacı taşıması. Yasa metninde bulanık ifadelerle aktarılsa da, komünizm sembollerinin propaganda mı yoksa haber verme amacı mı taşıdığına, muhtemelen o simgeleri kimin kullandığına göre karar verilecek.
Yasanın söz konusu ‘bulanık’ ifadeleri, ülke genelinde bir hukuk tartışması başlatmış durumda. Zira, ülkede komünist semboller yasaklanırken, tam olarak bu simgeleri kullanan dikkat çekici bir siyasi parti bulunuyor: Bohemya ve Moravya Komünist Partisi (KSČM).
Çekya’da aktif bir komünist partinin bulunması ise, “Tasarı partinin kapatılmasıyla” sonuçlanabilir mi?” sorusunu gündeme getirdi. Komünistler ise, söz konusu tasarının tam olarak KSCM’yi engelleme amacı taşıdığı görüşünde.
Komünistler ve ‘Yeter!’ hareketi
Çekya’da komünistler, Ekim ayında düzenlenecek 2025 Çekya parlamento seçimlerine “Stačilo!” (Yeter!) adlı yeni bir siyasi oluşum çatısı altında katılmayı planlıyor. ‘Yeter’ hareketi, komünist partinin yanı sıra Birleşik Demokratlar – Bağımsızlar Birliği (SD-SN) ve Çek Ulusal Sosyalist Partisi (CSNS) gibi diğer sol eğilimli partilerin üyelerini de içeren bir çatı örgütü.
2024 Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde bir seçim koalisyonu olarak kurulan bu yapı, 10 Ekim 2024’te resmi olarak siyasi parti statüsüne kavuşmuştur. Hareketin tek bir siyasi parti formuna bürünmesinin nedeni ise, seçimlerde koalisyonlara uygulanan yüzde 11’lik seçim barajı yerine, partilere uygulanan yüzde 5’lik barajdan yararlanabilmek.
Komünist Parti kapatılabilir mi?
Anayasa hukuku uzmanı Ondřej Preuss, Çek medyasına yaptığı açıklamada, tasarının tek başına komünist partinin kapatılmasına yetmeyeceği görüşünde.
“Bir yanda komünist hareketlerin propagandası yasaklanıyor, öte yandan bu ismi taşıyan bir parti hâlâ faaliyet gösteriyor ve hatta Avrupa Parlamentosu’nda temsil ediliyor.” Preuss, bir siyasi partinin kapatılması için Ceza Kanunu’ndaki değişikliğin yeterli olmadığını, bunun için hükümetin girişimiyle Yüksek İdare Mahkemesi’nin kararının gerekli olduğunu ifade ediyor.
Komünistler ise, yasa değişikliğine sert tepki gösterdi. KSČM sözcüsü ve “Yeter!” hareketinin adayı Roman Roun, bunun tamamen seçim öncesi bilinçli bir saldırı olduğunu belirterek, “Bize karşı yoğun bir baskı var. Her şey seçimden hemen önce bir araya geldi. Amaç bizi itibarsızlaştırmak” ifadelerini kullandı.
Tasarıyla birlikte yasaklanan ‘orak çekiç’, KSČM’nin resmi logosunda bulunmasa da, çeşitli etkinliklerde sıkça kullanılan bir simge.
Partinin önde gelen isimlerinden ve Sovyet devriminin öncüsü Vladimir Lenin’e yazdığı şiir nedeniyle gündeme gelen Petra Prokšanová ise, tasarıya “Bizi susturmaya çalışanlar, bunu en son Naziler döneminde denedi. Ancak o zaman da komünistler direndi ve Nazizm yenilgiye uğradı” ifadeleriyle tepki gösterdi.
Yasa ne anlama geliyor?
Çekya’da komünist sembollerin yasaklanması, yalnızca iç hukuk düzenlemesinden daha fazlası. Bu yasa aynı zamanda, Avrupa’nın kökleşmiş ideolojik antikomünist reflekslerinin güncel bir yansıması olarak kabul edilebilir.
Avrupa’da uzun yıllardır komünizm, tıpkı nazizm gibi otoriter ve totaliter bir tehdit olarak görüldü. Rusya-Ukrayna Savaşı ise bu refleksleri daha da güçlendirdi. Avrupa ülkeleri, Putin yönetimini Sovyetler’in devamı gibi algılamaya başladı. Hatta, Rusya lideri Vladimir Putin’in ‘Sovyetler’i yeniden kurmaya çalıştığı’ gibi iddialar dahi gündeme geldi.
Bu algı, yalnızca Rusya’ya karşı değil, Rusya’yla tarihsel ve politik düzlemde benzerlik taşıdığı düşünülen akımlara karşı da bir savunma hattı örülmesine yol açtı. Çekya yasasında yer alan ‘tehdit altındaki durum’ ya da ‘savaş hali’ gibi muğlak ifadeler de, bu refleksin hukuki dile yansımasından ibaret.
Her ne kadar yasa doğrudan Komünist Partinin kapatılmasını hedeflemese de, bu tür yasaklar komünist/sosyalist hareketlerin faaliyetlerini büyük ölçüde kısıtlayacak.
Özellikle de Ukrayna savaşına karşı çıkan ve NATO politikalarını eleştiren bir çizgide duran komünist hareketler için, bu düzenleme doğrudan bir susturma girişimi niteliğinde. Açıktan komünizm propagandası yapan KSČM’nin, Ukrayna’da savaşın temel nedenlerinden birinin NATO’nun doğuya doğru genişlemesi ve ABD’nin müdahaleci politikaları olduğunu savunması, kendini ‘Rus tehdidi altında’ hisseden sağ hükümet tarafından bir ‘bilgilendirme’ olarak mı, yoksa ‘komünist propaganda’ olarak mı tanımlanacak?
Dolayısıyla, Avrupa’da komünist sembollere yönelik yasaklar, komünizmin temsil ettiği değerler kadar, güncel siyasete de müdahale edilmeye çalışıldığını gösteriyor.
Görüş
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 3

Hindistan-Pakistan çatışmasının sonuçlarını ele alan yazı dizisinin üçüncü ve son bölümü:
Kazanımlar şablonu çizmeden önce, iki anahtar sorunun açıklığa kavuşturulması gerekiyor:
- Acımasızca öldürmeleriyle her şeyi başlatan Pahalgam teröristleri nerede?
- İlk kez test edilen Genelkurmay Başkanlığı sisteminin reklamı yapıldığı gibi çalışıp çalışmadığı konusunda netlik gerekiyor.
Görevleri kim planlıyor ve ‘savaşı’ kim yürütüyordu? Entegre savunma personeli miydi yoksa Kara Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri bölgesel komuta karargahlarının Başkomutanları mı sinerji yaratıyorlardı? Çatışmaların kapsamı hava sahasıyla sınırlı olsa da bu sorunun yanıtı daha yüksek savunma örgüt yapısının reklam edildiği gibi gücü ve devam eden revizyonu için paha biçilmez bir girdi olurdu. Bir savaş zamanı potasından daha iyi bir deneyimi tekrar bulmak imkansız gibi.
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 2
Hindistan’ın Kazanımları
- Hindistan tek ses olarak birleşti, muhalefet hükümet ile birlikteydi. Özellikle Jammu ve Kaşmir yöneticileri ile Tüm Hindistan Müslüman Meclisi Birliği (AIMIM) Başkanı Asaduddin Owaisi’nin, Birlik hükümeti ile tek yumruk olması burada ayrıca önemli.
- Pakistan’ın bunu bir “savaş eylemi” olarak adlandırmasına karşın Indus Su Anlaşması hala askıda ve Hindistan, Pakistan’ın davranışına bağlı olarak yalnızca yeniden müzakere edecektir. Bu nedenle anlaşmanın uzun süre askıda kalması büyük olasılık. “Kan ve su bir arada akmaz” dedi Başbakan Modi, silahların susmasının ardından yaptığı ulusa seslenişteki zafer konuşmasında. Hindistan, Indus Su Anlaşması’nda hareket etme fırsatını kullandı ve bunu Pakistan’ın davranışına bağlı tuttu. Bu gerçekte Hindistan için politik bir hedefti —Sınır ötesi terörizmle bağlantılı Indus Su Anlaşması— terör sınır ötesinden durana kadar askıya alınacaktır. Hindistan bu fırsatı kendi büyüyen ihtiyaçları doğrultusunda projelerini tamamlamak ve yenilerini yapmak için kullanacaktır. Ki aslında zaten öncesinden de Pakistan’daki su baskısı sessizce arttı. Hindistan’ın 2016’dan beri İndus kollarına barajlar inşa ederek aşağı akıştaki akışı etkileme yeteneğini artırdığının farkında olan çok az kişi var. Bu yalnızca tarımı değil, aynı zamanda elektriği ve gıda güvenliğini de etkiliyor. Indus Nehri Pakistan’ı besliyor, ancak kaynakları ve kolları Hindistan’da bulunuyor. Pakistan’ın ekonomik ve politik açıdan en önemli iki eyaleti olan Sindh ve Punjab’dan geçiyor. 1960 yılında Hindistan ve Pakistan, her iki tarafın ne kadar su alacağını düzenleyen İndus Suları Anlaşması’nı imzaladılar. 1960 yılında Dünya Bankası’nın arabuluculuğunda imzalanan anlaşmaya göre Pakistan’ın bundan sonra Dünya Bankası da dahil olmak üzere dünya örgütlerinde protesto gösterisi yapması muhtemel. Ancak nihayetinde Hindistan’ın anlaşmayı askıya almasını ve yeni barajlar inşa etmesini yasal olarak engelleyemezler. İndus ve Jhelum önemli değil çünkü Pakistan topraklarına çok erken giriyorlar. İndus’un diğer dört kolu önemli çünkü Hindistan’ın akışlarını düzenlemesi mümkün.
- Bir terör saldırısına nasıl yanıt vereceği konusunda yeni bir normal belirledi: “Terör eylemlerini bir savaş eylemi olarak değerlendireceğini ve buna göre yanıt verileceğini” duyurdu. Bu, büyük askeri önlemlerin olacağı ve nükleer caydırıcılığa karşın Hindistan’ın tırmanma merdivenini tırmanacağı anlamına geliyor.
- İki ülke de bu çatışmada birbirlerinin ne durumda olduklarının nabzını yokladılar, ancak Pakistan’ın henüz çok yoğun olmayan bir çatışmanın üçüncü gününde nükleer sinyal vermesi, Hindistan açısından onun eksikliğinin ve savunmasızlığının bir göstergesi olarak algılandı.
- Hindistan aynı zamanda Pakistan’ın çatışmada kullandığı Çin silahlarını deneyimledi. Birincil rakibi Çin olduğu için bu noktada Hindistan’ın bir şeyler öğrenmesi onun için bir kazanım oldu.
- Bununla birlikte kendi yerel üretim savunma teçhizatının ekipmanlarının da denemesini yaptı. Çok başarılı olarak yansıtsa da mutlaka eksikliklerini tespit etmiştir. Ancak bu arada tanıtımını da yapması açısından önemli bir fırsat oluşturdu. Reklamın iyisi kötüsü olmaz neticede.
- Hindistan, savunma hazırlığının yetersizliğini, mevcut finansman düzeyinin yetersizliğini ve özellikle özel sektör olmak üzere yerel kapasiteyi inşa etmesi gerektiğini anladı. Maddi açıdan görece ucuz bir çatışmada operasyonel koşullarda değerli dersler öğrendi. Bu daha büyük bir çatışmaya hazırlanmasına yardımcı olacaktır.
- Uluslararası imaj olarak da bir kazanım söz konusu: Artık güç kullanmaya ve durumun gerektirdiği şekilde tırmanmaya istekli olduğunu gösterdi. Bu, Hindistan’ın güvenlik ortaklarına olumlu bir mesaj gönderebilir.
Son çatışmalar Pakistan’ı da Hindistan’ın siyasi liderliğinin kavrayamayacağı birçok yönden açıkça cesaretlendirdi.
Pakistan’ın Kazanımları
- Tüm bu olay Pakistan ulusunu, halkını ve siyasi partilerini genel olarak bir araya getirdi. Son birkaç yıldır siyasi olarak çok zor bir dönemden geçen Pakistan, Hindistan’ın saldırısı karşısında dikkate değer bir birlik gösterdi. Bu birlik ve daha büyük bir dış tehdit karşısında direnmeye dönük yeni keşfedilen istek, belki de Pakistan liderliğini yönetimde daha iyi kararlar almaya itecek ve ülkenin savunma kararlılığını daha da güçlendirecek bir şeydir.
- Pakistan ordusu her zamankinden daha popüler hale geldi. Son birkaç yıldır Pakistan’ın iç siyaseti, güçlü ordusunda kutuplaştırıcı bir imaj yarattı. Ancak, artık durum böyle değil. İnsanlar ve siyasi liderlikler, ülkenin egemenliğine yönelik gerçek tehditin Pakistan’ın doğu komşusu Hindistan’dan gelmesi nedeniyle silahlı kuvvetlerini güçlendirmeleri gerektiğini her zamankinden daha fazla fark ediyor. Pakistan’ın Hindistan’ın şehirlerine yönelik saldırılarına karşılık vermesi kolay değildi. Askeri liderlik olası tepkisini değerlendirirken Hindistan ülkeyi hata yapmaya zorlamak için Pakistan’ın hava sahasını insansız hava araçları ve füzelerle dolduruyordu. Pakistan’ın Hindistan’a karşı misillemesini engellemesi için bir uluslararası baskı da vardı. Pakistan bunlara karşın karşılık verdi.
- Pakistan Hindistan’ın yeni normaline kendi büyük misillemesi veya kendi yeni normali ile karşılık verdi ve Jammu ve Keşmir’deki Hint şehirlerini, hava üslerini, komuta merkezlerini, lojistik sahalarını ve birçok askeri sahayı hedef aldı. En önemlisi de Hindistan’ın yeni normali çerçevesinde, Hindistan’ın Keşmir’deki her terör saldırısının bundan sonra bir “savaş eylemi” olarak görüleceği duyurusu tehlikeli bir politika. Hindistan bu politikayı izleyerek dünyaya Pakistan ile sık sık savaşta olabileceğini ve ordusunun her zaman savaşa hazır olması gerektiğini söylüyor. Hindistan’ın orantılı bir misillemeyle karşılaşmadan Pakistan’a periyodik olarak saldırma modeli oluşturabileceği fikri yalnızca hatalı değil, aynı zamanda tehlikeli derecede yanıltıcı.
- Pakistan’ın Hindistan ile yaşadığı bu son askeri çatışmada bir diplomatik zafer elde ettiği söylenebilir. Pakistan’da, Pahalgam saldırısına ilişkin tarafsız bir soruşturma talep etmek, Hindistan’ın kışkırtmalarına karşı ölçülü olmak ve yalnızca kendini savunmak için hareket etmek gibi olgun bir şekilde olaylarla başa çıkma yaklaşımının uluslararası toplumun saygısını kazandığına dair bir his var. Daha da önemlisi, Amerika’nın bu krizdeki rolünün Hindistan’dan çok Pakistan’ı kayırdığı algısı oluştu. Örneğin, Trump, Keşmir krizini çözmek için Hindistan ve Pakistan arasında arabuluculuk yapma teklifini yineleyerek, konuyu uzun yıllar sonra küresel sahneye taşıdı. Bu, Keşmir krizinde her zaman üçüncü taraf arabuluculuğundan kaçınmaya çalışan Hindistan’ı kesinlikle zor bir duruma soktu. Trump’ın teklifi, Hindistan ile Keşmir anlaşmazlığının çözümünde üçüncü tarafların yer almasını her zaman isteyen Pakistan’ı memnun ederken Hindistan bundan hiç hoşlanmadı. Ayrıca, Trump hem Hindistan hem de Pakistan ile ticareti artırma sözü verdi. Bu, Pakistan’ın ticaret ve ekonomik durumu için rahatlama sağlayabilir. Dahası, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Hindistan ve Pakistan hükümetlerinin “tarafsız bir yerde geniş bir dizi konu hakkında görüşmelere başlamayı kabul ettiğini” duyurdu. Bu, esasen iki tarafın önümüzdeki haftalarda İndus Su Anlaşması, terörizm ve Keşmir gibi konular da dahil olmak üzere bir dizi konu hakkında diyaloğa başlayabilmesi için bir fırsat doğuruyor. Ve en önemlisi, Pakistan’ın bakış açısından, Amerika bir kez daha Pakistan’ı Hindistan ile eş tuttu. Hindistan bu statüden kurtulmak için çok çabalarken Pakistan, dünyanın kendisini bölgesel bir güç olarak görmesini ve ona uygun ağırlık vermesini istediği için Hindistan ile eşitliğe sahip olmaktan rahatsızlık duymaz.
- Hindistan bu kriz sırasında yalnızca Pakistan’la değil, Pakistan ve Çin’le birlikte karşı karşıya olduğunu anladı. Pakistan Hava Kuvvetleri’nin, Çin savaş uçakları ve platformlarını kullanarak Hindistan Hava Kuvvetleri’ne yaptığı misilleme, Hindistan için korkunç bir uyarı niteliği taşıdı. Pakistan’ın hava performansının küresel çapta ilgiyi üzerine çekmesi, Pakistan ve Çin ordularını birbirine daha da yakınlaştırabilir ve Pakistan’ın boşlukları doldurmasına yardımcı olabilir. Dahası, Hindistan ve Pakistan’ın periyodik çatışmaları Çin’in çok umursayacağı bir şey olmasa da Çin’in Hindistan ile doğrudan bir çatışmaya girmeden Hindistan askeri ve karar alma kapasitelerini görmesini ve öğrenmesini sağlar. Hindistan için bu bir aksilikten başka bir şey değil. Ve en önemlisi, Hindistan-Pakistan gerginliği belirli bir eşiğin altında kaldığı ve ikisinin eş tutulması veya aynı bağlamda tutulması devam ettiği sürece Çin’in nüfuzu ve fırsatı var. Bunun nedeni, Pakistan’dan gelen güvenlik tehdidiyle başa çıkmakla ilgilenen veya kaynaklarını ve sermayesini Batı sınırına yönlendiren bir Hindistan’ın Çin tehdidinden uzaklaşmış bir Hindistan olmasıdır. Hindistan için bu tehdit yalnızca kuzey ve doğu sınırlarında değil, aynı zamanda Hint Okyanusu bölgesinde de bulunuyor ve Hindistan’ın odak noktasını kıtasal sahnede sınırlayıp deniz alanından uzaklaştırır. Bu nedenle düşük düzeyde yerel bir çatışma Çin’in bakış açısından olumsuz bir sonuç değil. Çin için zorluk, ekonomik ve güvenlik çıkarlarını etkileyen tam ölçekli bir savaşa tırmanmadır. Sonuç olarak Çin’deki kamuoyunun Hindistan üzerindeki baskıyı canlı tutmak için eşiğin altındaki yöntemleri desteklediğini gördük. Ve bu yöntemlerin çoğu büyük ölçüde anlatısal değer taşıyor ve Çin’in Hindistan-Pakistan ilişkilerine derinlemesine dahil olma konusundaki isteksizliğini gösteriyordu. Zaten Çin gerçekten BRICS, alternatif ödeme sistemleri veya dolar dışı rezerv stratejisi aracılığıyla ABD öncülüğündeki finansal ve ticari mimariye bir alternatif inşa etmek istiyorsa Hindistan’a ihtiyacı var. Hindistan olmadan, küresel ticareti Amerikan hegemonyasından kurtarmaya veya para düzenini yeniden yönlendirmeye yönelik herhangi bir girişim güvenilirlik ve ölçekten yoksun kalacaktır. Rusya bunu anlıyor. Çin de anlıyor. Bu yüzden tam bir kopuşu göze alamaz. Ama Hindistan’ın yükselişinin itirazsız ilerlemesine de izin veremez. Saldıramaz da benimseyemez de görmezden gelemez de… Yani Çin için bir şeyler yapmak da risklidir, hiçbir şey yapmamak da risklidir… Ancak Çin, Hindistan-Pakistan ihtilafları konusunda yaptığı çok temkinli açıklamalarla Pakistan’a verdiği gerçek askeri desteği genellikle örtbas ediyor. Yaptığı açıklamalar genellikle kısa, genel ve tarafsız. Hindistan’ı zayıflatmak ve Hindistan’ın güçlerini Pakistan cephesine yoğunlaştırmak her zaman Çin’in işine gelir.
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 1
Çin faktörü
Bugün Hindistan’ın hem doğu sınırı yani Çin sınırı Fiili Kontrol Hattı hem de batı sınırı yani Pakistan sınırı Kontrol Hattı aktif sıcak noktalardır; Hindistan silahlı kuvvetlerinin uzun zamandır tanık olmadığı vahim bir güvenlik durumu. Hindistan’a, her iki alanda da yanıt verme kabiliyetini tehlikeye atacak şekilde asker ve silah sistemleri konuşlandırmasını optimize etme stratejik zorunluluğunu dayatıyor. Bu arada belirtelim: Pakistan ile Çin arasındaki ilişki bir ittifak değil, bir ortaklıktır; çok güçlü, geniş ve derin bir ortaklık, Pakistan’ın Çin’e tek taraflı bağımlılığına dayanan bir ortaklık ama yine de bir ortaklıktır, bir ittifak değildir. Çin henüz NATO’nun eşdeğerini kurmadı; bu, savaş zamanlarında birbirlerine yardım garantisi veren ve güvenlik konularında yerleşik, resmi yapılar içinde işbirliği yapan bir devletler grubudur. Ne Şanghay İşbirliği Örgütü ne de BRICS gibi gevşek bir yapılanma böyle bir ittifaktır. Her iki sistemin de Hindistan’ı kapsadığını hatırlayalım. Hiçbir şekilde Hindistan’a yöneltilemez. Elbette bu, böyle bir yapının -bir tür Çin NATO’sunun- bir gün ortaya çıkmayacağı anlamına gelmiyor; ancak şimdilik Çin’in, Pakistan’ın Hindistan güçleriyle çatışmasına yardım etme zorunluluğu yok.
Bugün için bu bir kaygı kaynağı olmasa dahi Hindistan’ın Çin ve Pakistan ile paralel bir savaşa girmesi senaryosu kesinlikle dikkate alınması gereken bir durum ancak aynı zamanda Hindistan’ın en az hazırlıklı olduğu senaryo; örneğin, savaş uçaklarının sayısı açısından. Bu arada Çin de zaten buna hazır değil. Üç ülkenin de nükleer silahları var. Ve Çin üçü arasında (ekonomik, askeri ve teknolojik olarak) en güçlüsü olmasına karşın, Çin’in diğer cephelerde de zorlukları var. Bunların başında Amerika ile artan rekabet ve Tayvan meselesine odaklanılması geliyor. Çin’in Pakistan’a silah satması gibi, ABD de Hindistan’a giderek daha fazla silah satıyor. Birkaç yıldır Amerikan istihbaratının, Çin güçlerinin Himalayalar’daki hareketlerine ilişkin istihbarat bilgilerini Hindistan ile paylaştığı yönünde spekülasyonlar var. Çin’in herhangi bir Hindistan-Pakistan çatışmasına doğrudan müdahil olması, Amerika’dan bir tepki gelmesine ve küresel çapta bir domino etkisi yaratmasına neden olabilir. Çin’in de aynı şekilde düşünüp düşünmediğini elbette bilmiyoruz ancak kesinlikle ihtiyatlı davranıyor. Son aylarda, en azından geçen yıl ekimden bu yana, Çin, Hindistan ile ilişkileri yatıştırmak isteyen taraf olarak görülüyor. Dolayısıyla şimdilik Hindistan için en kötü senaryo olan çifte savaş ihtimali, tamamen gerçek dışı olmasa da pek olası görünmüyor. Ama Pakistan’ı yıllardır silahlandırıyor. Herhangi bir Hindistan-Pakistan çatışmasında en azından Pakistan’a silah ve yedek parça gönderebilir, yeni silahları yıldırım hızıyla satabilir veya hediye edebilir, yeni bir kredi verebilir, hatta belki Pakistan güçleriyle bilgi (istihbarat, uydu, vb.) paylaşabilir. Çin’in bundan elde edeceği kazanç ise çok açık: Hindistan ile çatışma riski olmadan Hindistan’ı zayıflatmak…
Hindistan, 1,4 milyon askeri, uçak gemileri ve ekonomik gücüyle üstün gelirken Pakistan ise 650 binlik ordu gücü, modernize hava kuvvetleri ve Çin ve Türk jetleri gibi desteklerle dirençli. Hindistan’da 160, Pakistan’da 170 savaş başlığı var ve iki tarafın nükleer cephaneliği topyekun savaşı imkansızlaştırıyor olabilir AMA BU, görece küçük büyük çatışmalara veya vekalet savaşlarına engel değil…
Görüş
Küresel enerji ve ticarette Orta Asya’nın yükselen rolü

Orta Asya’nın stratejik rolüne odaklanan Astana Uluslararası Forumu aralarında Kazakistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Roman Vassilenko ve Afganistan’ın Kazakistan’a atadığı Maslahatgüzar Muhammed Rehman Rahmani Harici’ye açıklamalarda bulundu.
Nikola Mikovic, gazeteci-yazar
Orta Asya’nın zengin enerji kaynakları ve stratejik olarak önemli konumu, onu büyük dünya güçleri için ilgi odağı haline getiriyor. Geleneksel olarak Rusya’nın jeopolitik etkisi altındaki bu bölgede, Çin, Avrupa Birliği ve kısmen de Amerika Birleşik Devletleri varlıklarını artırmaya çalışırken, dünyanın dört bir yanındaki küçük ve orta ölçekli ülkeler de Orta Asya devletleriyle daha yakın ilişkiler geliştirmeyi hedefliyor.
Moskova’nın Ukrayna’daki savaşla meşgul olması, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan ve Kırgızistan’da diğer aktörlerin nüfuzlarını artırmaları için bir kapı araladı. Sonuç olarak, 2024 yılında Çin’in Orta Asya ile toplam ticaret hacmi 94,8 milyar dolara ulaştı. Aynı zamanda, bölgenin en büyük ülkesi olan Kazakistan’ın ana ticaret ortağı olarak Rusya’yı geride bıraktı.
Öte yandan Avrupa Birliği, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’nin (BRI) AB versiyonu olan Global Gateway projesi ve Orta Asya devletleriyle düzenli zirveler aracılığıyla, bu enerji zengini bölgede varlığını güvence altına almaya çalışıyor. Trump yönetiminin bu medya kuruluşuna verdiği hibeleri durdurmasının ardından Radio Free Europe’u (Orta Asya’da yaygın olarak Radio Azattyq olarak bilinir) ayakta tutmak için acil fon sağlama kararı, Brüksel’in yerel halkın gönlünü ve aklını kazanma konusunda ciddi olduğunu açıkça gösteriyor.
Bireysel AB üyeleri de bölgeyle daha güçlü ilişkiler kurma konusundaki isteklerini ortaya koyuyor. En iyi örnek, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin 30 Mayıs’ta Kazak başkentinde düzenlenen Astana Uluslararası Forumu’na (AIF) katılmasıdır. Bu iki günlük etkinlikte, iklim değişikliği, enerji güvenliği ve sürdürülebilirlik gibi genişletilmiş bir gündem çerçevesinde dünyanın dört bir yanından siyasi ve iş dünyası liderleri bir araya geldi. Meloni ayrıca, Özbekistan’dan gelerek Başkan Şevket Mirziyoyev ile görüştükten sonra Astana’da düzenlenen ilk Orta Asya–İtalya zirvesine de katıldı.
Meloni, AIF’te yaptığı konuşmada, İngiliz siyasal coğrafyacı Halford Mackinder’ı alıntılayarak, Orta Asya’nın dünyanın kaderinin döndüğü “kilit noktalar”dan biri olduğunu söyledi. Mackinder, Orta Asya’yı temel parça olarak içeren Heartland Teorisi ile bilinir; bu teoriye göre Heartland’ın kontrolü, tüm Avrasya kıtasının kontrolünü sağlar. Bu nedenle, İtalya ve diğer AB üyelerinin enerji zengini bu bölgede kendilerine bir dayanak noktası oluşturmaya çalışmaları sürpriz değildir.
Ancak Avrupa Birliği ve Çin dışında, diğer aktörler de Orta Asya’da pay sahibi olmaya çalışıyor. Türkiye gibi büyük oyuncular bölgede en azından bazı jeopolitik hedeflerine ulaşmayı amaçlarken, Afganistan gibi ülkeler Orta Asya devletlerini ekonomik zorluklarını aşmada potansiyel ortaklar olarak görüyor.
Afganistan İslam Emirliği’nin Kazakistan’a atadığı Maslahatgüzar Muhammed Rehman Rahmani, Harici’ye verdiği demeçte, “Son birkaç yılda, bölgenin en büyük ekonomisi olan Kazakistan’la iyi ilişkiler kurmayı başardık ve şimdi iki ülke arasındaki ekonomik bağları güçlendirmeyi umuyoruz,” dedi.
Taliban’ın Sanayi ve Ticaret Bakan Vekili Nuruddin Azizi ise Astana Uluslararası Forumu’nun oturumlarından birinde yaptığı konuşmada, savaş yorgunu Afganistan’da yol ve demiryolu altyapısının inşası konusunda Kazakistan’ın yardımını beklediklerini ifade etti. Astana’nın, Afganistan’ı Güney Asya pazarlarına ihracat için önemli bir geçiş ülkesi olarak gördüğü sır değil; bu nedenle genellikle “İmparatorluklar Mezarlığı” olarak anılan ülkede konumunu güçlendirmeyi hedefliyor.
Kazakistan’ın 2024 yılında Taliban’ı terör örgütleri listesinden çıkarması, Astana’nın savaş sonrası Afganistan’ın yeniden inşasında potansiyel rol oynamasının önünü açtı. Taliban yönetimindeki ülkedeki varlığı, Kazakistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Roman Vassilenko’nun “dengeli, yapıcı ve pragmatik dış politika” olarak tanımladığı çizgiyle de örtüşmektedir.
Vassilenko, Harici’ye verdiği demeçte, “Dünyada hiçbir ülkeyle gergin ilişkimiz yok ve uluslararası barışa, güvenliğe ve istikrara katkı sağlamayı amaçlıyoruz,” dedi ve Kazakistan’a yapılan doğrudan yabancı yatırımın ülkenin dış politika önceliklerini yansıttığını vurguladı.
Ancak Astana, Afganistan ile ticaret hacmini 3 milyar dolara çıkarma hedefini başarırsa, Taliban yönetimindeki ülkenin Orta Asya’daki ana ekonomik ortağı haline gelebilir. Bu yaklaşım, büyük küresel güçlerin Kazakistan’da nüfuzlarını genişletme yarışında, Astana’nın Afganistan’la ilişkilerini jeoekonomik hedeflerinin en azından bir kısmını ilerletmek için kullanabileceğini gösteriyor.
Eş zamanlı olarak, yaklaşık 20 milyon nüfusa sahip petrol zengini ülke, şu anda Kazak petrol gelirlerinin yüzde 98’ini kontrol eden yabancı enerji şirketlerine karşı kendi konumunu güçlendirmeyi de şüphesiz hedefleyecek. Orta Asya’da faaliyet gösteren büyük yabancı güçlerin, bu bölgedeki diğer devletlerle benzer düzenlemeler yapmayı hedefledikleri açık; zira bu, onların bölgenin kritik minerallerinden, petrol, gaz ve su kaynaklarından tam anlamıyla faydalanmalarını sağlayacaktır.
Ancak Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan ve Kırgızistan, Arap petrol zengini devletlerin yaptığı gibi, yabancı enerji şirketleriyle devletin gelirlerin çoğunu kontrol ettiği enerji ortaklıkları kurma gücüne sahip olacak mı? Orta Asya ülkeleri açısından, böyle bir hedef enerji politikalarının en öncelikli konularından biri olmalıdır.
-
Dünya Basını2 hafta önce
Çin’de üretilen güneş panelleri ve bataryalar neden bu kadar ucuz?
-
Diplomasi2 hafta önce
Lavrov’un ziyareti ve Ermenistan’da son durum: Denge mi, savrulma mı?
-
Görüş2 hafta önce
Rusya ile müzakerelerde aklıselimin galip gelme ihtimali
-
Söyleşi2 hafta önce
Eski AP Türkiye Raportörü Kati Piri Harici’ye konuştu: AB’nin tutarlı bir Türkiye stratejisi yok
-
Görüş2 hafta önce
Trump’ın Rusya-Ukrayna barışını teşvik girişimi stratejik açmaza dönüştü
-
Dünya Basını2 hafta önce
Tantura katliamı: İsrail’in örtbas ettiği savaş suçu
-
Avrupa6 gün önce
Max Otte: Alman ekonomisinde bir gerileme değil, çöküş yaşanıyor
-
Görüş2 hafta önce
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 1