Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Alman devleti 120 yıl sonra Namibya’daki soykırımı kabul etti

Yayınlanma

Alman hükümeti 120 yıl sonra ilk kez, 60.000’den fazla Nama ve Herero’nun öldürüldüğü 1904-1908 katliamının soykırım olarak sınıflandırılması gerektiğini kabul etti. Kayzer Wilhelm döneminde diğer sömürgeci rakipleriyle yarışmak için harekete geçen Alman emperyalizmi, Batı Afrika’yı gözüne kestirmiş ve başta Namibya olmak üzere bir dizi bölgeye koloniler göndermişti.

İki hükümet ortak bir deklarasyonla, katliamların “bugünün standartlarına göre” soykırım olarak sınıflandırılacağını kabul etti. Etkilenen toplulukların torunları ise, Almanya’nın müzakereler sırasında bunu soykırım olarak adlandırması gerektiğini söylüyor.

2021 yılında Ovaherero Geleneksel Yönetimi genel sekreteri Mutjinde Katjiua ve Nama Geleneksel Liderler Derneği genel sekreteri Deodat Dirkse, Almanya’nın soykırımı “bugünün bakış açısıyla” tanıdığını belirtmesi nedeniyle, bunun mevcut uzlaşma anlaşmasında herhangi bir tazminat yükümlülüğü tanımadıkları anlamına geldiğini söyledi.

Liderler, “Bu kabul, sırasıyla 1904 ve 1905 yıllarında Ovaherero ve Nama halklarına karşı işlenen bir suç olduğunun inkarını yansıtmaktadı,” dediler.

Alman Büyükelçiliği Sözcüsü Gundula Perry dün The Namibian’a yaptığı açıklamada Almanya’nın yaşananların bir soykırım olduğunu kabul ettiğini doğruladı.

Perry, “Alman hükümeti, Alman birlikleri tarafından Ovaherero ve Namalara karşı işlenen zulmü bir soykırım olarak nitelendirmekte ve ahlaki ve tarihi sorumluluğunu kabul etmektedir,” dedi.

Berlin’den U dönüşü

Bu, Almanya’nın “bugünün perspektifinde” soykırım olarak niteleme kararından bir U dönüşü olarak nitelendiriliyor. Almanya bu konuda eleştirilmiş ve yaptığı zulümlerin hesabını tam olarak vermek istemediğini söylemişti.

Perry The Namibian’a yaptığı açıklamada, Alman Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in Almanya’nın kayıtsız şartsız özür dilemesi gerektiğini ileri sürmesi ve eski cumhurbaşkanı Hage Geingob’un cenazesinde yaptığı konuşmada bundan bahsetmesiyle pozisyonlarının sağlamlaştığını söyledi.

Perry, “Federal Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, Namibya Cumhuriyeti’nin merhum Cumhurbaşkanı Hage Geingob’un cenaze töreninde yaptığı konuşmada, ortak deklarasyonda mutabık kalındığı üzere, Namibya halkından özür dilenmesinin ‘tam zamanı’ olduğunu ve bu amaçla çok yakında Namibya’ya dönebileceğini umduğunu açıkça ifade etti,” dedi.

Alman zigzagları Namibya’da eleştiri konusu

Demokratik Halk Hareketi (PDM) lideri McHenry Venaani, Almanya’nın terminoloji konusunda “takla attığını”, oysa bunun bir soykırım olduğunu söyledi.

Venaani, “İnsanlar jeopolitik koşullar bizim lehimize işlemiyor diye bu işin peşini bırakmamızı istememeli. Bu işe başladığımızda, soykırım yoluna öncülük ettiğimizde, bunun soykırım olduğunu biliyorduk ve şimdi de soykırım olduğunu biliyoruz,” dedi.

Venaani, aynı Almanya’nın bugün Yahudi toplumuna tazminat ödediğini ve büyük miktarlarda para taahhüt ettiğini vurguladı.

ODM lideri, “Aynı şekilde soykırım olmadığını inkâr ediyorlardı. Bugün bunun soykırım olduğunu söylüyorlar. Saygın bir nicelik belirlemeleri gerekiyor. Şu anda yaptıkları düzeltme saygıdeğer değil,” dedi.

Tazminat mümkün mü?

Soykırım tazminatları teknik komitesi üyesi Freddy Nguvauva, mevcut Alman hükümetinin bir tazminat anlaşmasını kabul etmeye daha açık olduğunu söyledi.

Nguvauva, bu nedenle Namibya hükümetinin anlaşmanın imzalanmasının hızlandırılması için bastırdığını, çünkü Almanya’da sağcıların hükümetin kontrolünü ele geçirmesi durumunda müzakerelerin ilerlemesinin mümkün olmadığını belirterek, “Çünkü bu insanlar, atalarının soykırımını tamamen inkar eden insanlar,” dedi.

Nguvauva, Almanların odak noktalarını enerji krizine ve Almanların desteklediği çatışmalara kaydırdıklarını söyledi.

Berlin, anlaşmayı kendi kamuoyundan saklıyor

Alman kökenli bir tarihçi olan Jürgen Zimmerer, Almanya ile Namibya arasındaki anlaşmanın ayrıntılarının Namibya’nın başkenti Windhoek’ta tartışılmasının ve Alman sivil toplumunun bundan haberdar olmamasının dikkat çekici olduğunu söyledi.

Zimmerer, “uzlaşma ve kefaretin tüm toplumu ilgilendiren bir konu” olması gerektiğini vurguladı.

Tarihçi, “(Almanya’nın) çekincelerini kaldırması iyi bir şey, ama hâlâ tazminat ödeme yükümlülüğünü kabul etmiş değiller. Her ne olursa olsun, fonların adı ne olursa olsun, yeni miktarın belirlendiği prosedürü kamuoyuna açıklamadıkları için endişeliyim. Tüm paydaşlarla yapılandırılmış bir istişare sürecini kabul etmeleri gerekir,” dedi.

Zimmerer, Alman hükümetinin elde edilen değişikliklerle ilgili herhangi bir açıklama yapmadığını söylerken, kendi bakış açısına göre soykırımın herhangi bir niteleme yapılmaksızın tanınmasına ilişkin anlaşmanın önemli bir adım olduğunu belirtiyor.

“Eğer bir anlaşmaya varıldıysa, neden bunu duyurmuyorsunuz?” diye soran tarihçi, “Değilse, Herero ve Nama halkı Alman hükümetinin insafına kalmış demektir,” ifadelerini kullandı.

Almanların soykırımı tanımasının arkasında “yeşil enerji” var

Namibya, ulaşım için amonyağa dönüştürülen hidrojen üretiminden bununla bağlantılı “yeşil” ürünlere kadar, kendisini gelişmekte olan “temiz teknolojinin” ön saflarına yerleştirecek bir tedarik zincirinin şekillenmesi için çeşitli işbirliklerine başlamış durumda.

Avrupa ise Rusya’dan aldığı doğalgazı kaybettikten sonra yeşil dönüşümü ilerletmenin ve enerji güvenliğini güçlendirmenin yollarını arıyor ve Namibya ile Afrika da burada önemli bir hedef olarak görünüyor.

Örneğin Avrupa Yatırım Bankası (EIB) Namibya’da yeşil hidrojen geliştirilmesi için 500 milyon avro kredi sözü verirken, Hollanda’nın Invest International şirketi de planlanan 1 milyar dolarlık Namibya hidrojen fonuna katkıda bulundu.

Antwerp merkezli denizcilik şirketi Compagnie Maritime Belge SA (CMB) ile yerel firma Ohlthaver & List Group arasında bir girişim olan Cleanergy, Namibya’nın ilk ticari yeşil hidrojen tesisi olacak.

Kısmen Alman hükümetinden alınan 10 milyon dolarlık kredi ile finanse edilen 30 milyon dolarlık bir maliyetle inşa edilen bu tesis sadece bir başlangıç: CMB, Antwerp-Bruges Limanı tarafından planlanan yeni bir depolama ve ihracat tesisine bağlanacak bir amonyak tesisi inşa etmek için 3,5 milyar dolar toplamayı planlıyor.

Dünya Bankası’nın bir araştırmasına göre güneybatı Afrika ülkesi dünyanın en iyi güneş enerjisi potansiyeline sahip ve geniş arazileri de büyük ölçüde sektörün gelişimini destekleyen devlete ait.

Namibya’daki Alman yatırımları artıyor

Güney Batı Afrika Halk Örgütü’nün 1990 yılında Güney Afrika’dan bağımsızlığını kazanmasından bu yana ülkeyi yönetmesi yatırımcılara siyasi istikrar güvencesi veriyor.

Soykırım görüşmelerine, Alman Enertrag SE’nin yatırım yaptığı 10 milyar dolarlık Hyphen projesi de eşlik ediyor. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock bu projeyi “geleceğin yakıtı olan hidrojen konusundaki işbirliğimize daha da ivme kazandıracak” diye selamlamıştı.

Mart ayında hükümet, Hyphen’e “stratejik açıdan önemli” statüsü vermeyi planladığını ve böylece daha fazla devlet desteğinin önünü açacağını söyledi.

Hyphen tesisi ilk aşamada 3,5 gigawatt rüzgar ve güneş enerjisi projelerinden güç alacak, ki bu da kıtanın en sanayileşmiş ülkesi olan Güney Afrika’da inşa edilen büyük yenilenebilir enerji santrallerinin kapasitesinin yarısından fazlasına eşit.

Berlin’in “hidrojen pazarı”nın hedefi Batı Afrika

Almanya, çelik üreticilerini “yeşillendirmek” için 3 milyar avro doğrudan sübvansiyon ödeyerek ve Avrupa’nın en büyük ekonomisinde talebi teşvik etmek için büyük bir finansman programı başlatarak dünyaya bir hidrojen pazarı getirmek için çalışıyor.

29 Mayıs’ta kabine, Ekonomi Bakanı Robert Habeck’in himayesinde, ithalat ve depolama için altyapı kurulmasını kolaylaştırmak da dahil olmak üzere hidrojen projelerini hızlandırmak için bir yasa tasarısını kabul etti.

Alman hükümeti ve Avrupa, Avrupa Birliği’nin Antwerp çevresindeki kimya sektörü ve Almanya’nın Ruhr bölgesi gibi endüstrilere güç veren fosil yakıtların kullanımına ilişkin daha katı kurallar getirmesiyle aynı zamanda hidrojen üretim maliyetlerinin de düşecek olması için Namibya’yı önemsiyor.

DİPLOMASİ

Altı Avrupa ülkesi Ukrayna’ya desteğini yineledi

Yayınlanma

Avrupa’nın önde gelen altı ülkesinin dışişleri bakanlarından oluşan bir grup, 19 Kasım Salı günü Varşova’da bir araya gelerek ABD yardımının azalma ihtimaline karşın Ukrayna ile dayanışma içinde olduklarını teyit etti, barış çözümlerini reddetti ve savunma finansmanı için eurobond kullanımını araştırma sözü verdi.

Almanya, Fransa, Polonya, İtalya, İspanya ve Birleşik Krallık dışişleri bakanlarının bir araya geldiği toplantının ardından gazetecilere konuşan Polonya Dışişleri Bakanı Radoslaw Sikorski, özellikle seçilmiş başkan Donald Trump yönetiminde ABD’nin müdahalesinin azalabileceğine ilişkin endişeler ışığında bu birlikteliğin öneminin altını çizdi.

Sikorski, “Bu toplantı, bağımsızlığını acımasız işgalcilere karşı kararlılık ve cesaretle savunan Ukrayna halkıyla dayanışma ve birliğimizin açık bir sembolü olmayı amaçlamaktadır,” dedi.

Sikorski’nin yanı sıra Almanya’dan Annalena Baerbock, Fransa’dan Jean-Noël Barrot ve İtalya’dan Antonio Tajani de AB’nin yeni baş diplomatı Kaja Kallas ile birlikte toplantıya bizzat katıldılar.

İspanya’dan José Manuel Albares Bueno ve Birleşik Krallık’tan David Lammy ise görüşmelere çevrimiçi katıldı.

Trump yönetiminin savaşı sona erdirmeye yönelik olası planlarına ilişkin haberleri yorumlayan bakanlar, Sikorski’ye göre “Ukrayna’ya çıkarlarına aykırı ya da toplumsal kabulden yoksun barışçıl çözümler dayatmanın ülkenin istikrarını olumsuz etkileyeceği” konusunda mutabık kaldılar.

ANSA’nın aktardığına göre Tajani, “Bugünün mesajı açık: Ukrayna’yı askeri, iktisadi ve siyasi açıdan desteklemeye devam edeceğiz,” dedi.

Weimar Üçgeni (Almanya-Fransa-Polonya) ülkeleri ve seçilmiş diğer Avrupalı ortaklar arasındaki toplantı formatının, “Avrupa’nın büyümesi, demokrasinin savunulması, ABD ile sağlam ilişkiler ve uluslararası hukukun daha fazla ihlal edilmesini önlemek için” gelecekte daha fazla işbirliği için bir forum haline geleceğini de sözlerine ekledi.

“Barış sadece Ukrayna ile müzakere edilebilir”

Altı bakan, “Avrupa güvenliğine yönelik artan tehditlerin” altını çizdikleri ortak bir deklarasyon kabul ederek Avrupa savunmasını güçlendirme ve transatlantik işbirliğini derinleştirme konusundaki kararlılıklarını bir kez daha teyit ettiler.

Bakanlar, “Rusya’nın pervasız revizyonizmi ve saldırganlığı durdurmayı ve anlamlı görüşmelere katılmayı sürekli reddetmesi, Avrupa kıtasında ve transatlantik bölgede barış, özgürlük ve refaha meydan okumaktadır,” dediler.

Güçlü ve birleşik bir NATO’nun “Avrupa savunma ve güvenliğinin temel taşı” olarak rolünü bir kez daha teyit eden bakanlar, Avrupa ülkelerinin savunma harcamalarını NATO’nun GSYİH’nin %2’si hedefinin de ötesinde artırmaları gerektiğine işaret ettiler.

Bakanlar ayrıca Ukrayna’ya yönelik askeri, iktisadi ve mali desteğin daha da artırılması konusunda ısrarcı oldular ve kalıcı bir barışın “sadece Ukrayna’nın yanında Avrupalı, Amerikalı ve G7 ortaklarıyla birlikte müzakere edilebileceğini” yinelediler.

Ayrıca, “Putin’in saldırganlık savaşını sürdürme kabiliyetini engelleyerek” Rusya’yı caydırmaya devam etme sözü verdiler.

Savunma eurobondları

AB’nin en büyük beş ülkesi de Avrupa savunmasını finanse etmek için eurobondları desteklediklerini açıkladı.

Avrupa savunma tahvillerinin oluşturulması, AB liderleri tarafından AB savunma sektörünü güçlendirmek için düşünülen seçenekler arasında yer alıyor.

Bu, AB’nin kuş gribi salgınının ardından kurtarma programını finanse etmesini sağlayan programa benzer bir ortak borçlanma programı gerektirecek.

Sikorski, ”Avrupa Birliği’nin en büyük beş ülkesi ilk kez burada, Varşova’da, Avrupa savunma yükümlülükleri lehinde bir araya geliyor,” derken, Tajani de bir strateji belirlediklerini ve artık ilerlemek gerektiğini savundu.

Haziran ayında Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen, AB’nin savunmasını güçlendirmek için önümüzdeki on yıl içinde 500 milyar avro (535 milyar dolar) yatırım yapması gerektiğini belirtmişti.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Olaf Scholz, G20 bildirisinden memnun kalmadı

Yayınlanma

Almanya Şansölyesi Olaf Scholz salı günü Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde düzenlenen G20 zirvesinin sonuç bildirgesini eleştirdi.

Scholz, “G20’nin [Ukrayna’daki savaştan] Rusya’nın sorumlu olduğunu açıkça ifade edecek kelimeleri bulamaması çok yavan. Bu benim istediğim bir şey değil,” dedi.

G20 liderlerinden Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e de yüklenen Şansölye, “İnsanların onun kör megalomanisi, topraklarını sadece şiddet yoluyla genişletme planı yüzünden acı çekmek zorunda kaldığı 1000 gün,” diyerek Ukrayna savaşının 1000. gününe atıf yaptı.

Alman lider, “İsrail’in kendini savunma hakkını” savundu

G20’nin Gazze’de ateşkes çağrısını takdir etmekle birlikte Scholz, Orta Doğu’daki çatışma yayılmaya devam ederken bildirinin “Hamas, Hizbullah ve İran’dan gelen tehditler” karşısında “İsrail’in kendini savunma hakkına” değinmemesinden “üzüntü duyduğunu” söyledi.

Ayrıca bildiride çatışmanın yayılmasından Hamas’ın sorumlu tutulmamasından da hoşnut olmadığını kaydeden Scholz, “Uzlaşı sağlanamamış olmasından büyük üzüntü duyuyorum. Her şeyin İsrail’e yönelik korkunç ve acımasız bir terör saldırısıyla başladığını söyleseydik durum daha iyi olurdu,” iddiasında bulundu.

Şansölye, “[sonuç olarak] jeopolitik gerilimlerin G20 üzerinde de ne kadar etkili olduğu anlaşılıyor… Uluslararası ilişkilerde esen rüzgar giderek sertleşiyor,” dedi.

Scholz, Taurus füzelerini vermeme kararının arkasında duruyor

Öte yandan Almanya Şansölyesi Scholz, nihai bildirinin Ukrayna’ya ilişkin yorumlarından duyduğu memnuniyetsizliğe rağmen, Kiev’e uzun menzilli füzelerin teslimatını engelleme kararını savunarak bunun doğru bir seçim olduğunu söyledi.

Scholz ülkesinin Ukrayna’nın Avrupa’daki en büyük destekçisi olduğunu ve olmaya devam edeceğini belirtti ama aynı zamanda “sağduyulu davranmanın” önemini de vurguladı.

Scholz, uzun menzilli füzelerin erken teslim edilmesine karşı çıktığını ve bunda haklı olduğunu çünkü bunun Alman birliklerini Rusya’nın derinliklerinde hedef seçimine dahil olmaya zorlayacağını söyledi ve “Çatışmaya bu şekilde katılmanın doğru olacağını düşünmüyorum,” dedi.

Macron Çin’i ‘nüfuzunu kullanmaya’ çağırdı

Bu arada Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Rusya’yı temsil ettiği zirvede Putin’i “mantığa kulak vermeye” çağırdı.

Fransız lider, “Rusya’ya burada gerçekten aklıselime kulak vermesi çağrısında bulunmak istiyorum. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olarak sorumlulukları var,” dedi ve Rusya’yı “küresel istikrarsızlığa neden olan bir güç” olmakla suçladı.

Macron, Rusya’nın müttefiki Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile yaptığı ikili görüşme sırasında gazetecilere yaptığı açıklamada Çinli mevkidaşını Rusları gerilimi azaltmaya zorlamak için “tüm nüfuzunu kullanmaya” çağırdığını söyledi.

Macron, Xi’nin Ukrayna’ya yönelik saldırılarını durdurması ve yeni nükleer tutumunu yeniden gözden geçirmesi için Putin ile müzakere etme kapasitesine sahip olduğunu savundu.

Fransa Cumhurbaşkanı Xi ile görüşmesinde Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin (KDHC) Ukrayna savaşına Rusya’nın yanında katılma kararını da gündeme getirdiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Çin, Suudi Arabistan ve İran, İsrail’in operasyonlarına son verilmesi çağrısı yaptı

Yayınlanma

Çin, Pekin’in arabuluculuğuyla sağlanan yumuşamayı ilerletmeye yönelik görüşmeler sırasında Suudi Arabistan ve İran arasındaki ilişkileri “çeşitli alanlarda” geliştirme taahhüdünü yineledi.

Çin Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan ortak açıklamaya göre, salı günü Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da bir araya gelen üç ülkenin üst düzey diplomatları, İsrail’in Gazze ve Lübnan’daki askeri operasyonlarına “derhal son verilmesi” çağrısında bulundu.

Ayrıca İsrail’in İran’ın “egemenliğine ve toprak bütünlüğüne yönelik saldırılarını ve ihlallerini” de kınadılar.

Açıklama, İsrail’in geçen ay İran’a düzenlediği hava saldırısında Tahran’ın nükleer programının bir bölümünü vurduğunu, savunma ve füze üretim kapasitesini zayıflattığını teyit etmesinden bir gün sonra geldi.

Ortak açıklamada “Üç taraf, devam eden şiddet ve tırmanma döngüsünün bölge ve dünya güvenliğinin yanı sıra deniz güvenliği için de ciddi bir tehdit oluşturduğuna inanmaktadır” denildi.

Bu toplantı, yedi yıllık düşmanlığın ardından diplomatik bağların yeniden kurulması için Mart 2023 ‘te Pekin’de bir anlaşmaya varılmasının ardından Riyad ve Tahran arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi sürecini desteklemek üzere kurulan Çin-Suudi Arabistan-İran üçlü komitesinin ikinci toplantısıydı.

Çin’in arabuluculuk ettiği anlaşma, kendisini küresel bir barış yapıcı olarak konumlandırmaya ve Washington’un Orta Doğu’daki geleneksel hakimiyetine meydan okumaya çalışan Pekin için diplomatik bir zafer olarak görüldü.

Resmi Suudi Basın Ajansı’nın ortak açıklamaya dayandırdığı haberine göre Riyad ve Tahran salı günü ayrıca “Pekin Anlaşması’nı tüm hükümleriyle uygulama kararlılıklarını ve ülkeleri arasındaki komşuluk ilişkilerini pekiştirme yönündeki çabalarını teyit ettiler”.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English