Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Amerikan basını: Nükleer savaş kapıda, Ukrayna’da ateşkese gidilmeli

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Rusya’nın Ukrayna’ya dönük askeri müdahalesi birinci yılını doldurdu. Moskova’nın Kiev’deki hedeflerinde kayda değer bir sapma meydana gelmedi ve Batı da aynı şekilde Ukrayna’yı silahlandırmaya devam ediyor. The Nation dergisinde yer bulan editoryal görüş yazısında, ABD ve müttefiklerine nükleer savaşın tehlikesinin ciddiye alınması ve bir an evvel ateşkese gidilmesi gerektiği uyarısı yapılıyor.


Ukrayna’yı kurtarmak için savaşı bitirin

The Nation — 16 Şubat 2023

Çatışmalar kaygı verici bir hal almaya başlarken şimdi ateşkesi zorlamanın tam vakti.

24 Şubat, Rusya’nın Ukrayna’yı yasa dışı ve gaddar bir şekilde işgalinin birinci yıldönümü. Ukrayna halkının olağanüstü cesaretini ve direnişini selamlarken savaşın sürdüğü, can kayıplarının arttığı, insanların sakat kaldığı, kentlerin ve köylerin yakılıp yıkıldığı, ailelerin yerlerinden edildiği acı bir tablo yaşıyoruz.

Bu aynı zamanda felaketi önlemeye dönük fırsatları olan ama bunları değerlendirmemeyi tercih eden Biden yönetimi için de aklını başına alma vakti olmalı.

Amerikan istihbaratının tahminleri, Rusya ve Ukrayna’nın asker kayıplarının toplamda 200 bini aştığını gösterirken, Birleşmiş Milletler en az 7 bin 10 Ukraynal sivilin hayatını kaybettiğini tahmin ediyor. Ukrayna içinde yerinden edilmiş insanların sayısı yaklaşık 6 milyon. Buna ek olarak 8 milyon Ukraynalı sığınmacı da Avrupa’daki diğer ülkelere kaçtı ki bu, İkinci Dünya Savaşının sona ermesinden bu yana kıtadaki en büyük göç dalgası.

Ukrayna’nın sahadaki ilk başarılarının yarattığı coşku hem Washington’da hem de Brüksel’de mutlak askeri zaferin ve hatta belki de Moskova’da rejim değişikliğinin gerçekçi hedefler olduğu hissini besledi.

Fakat savaşın ikinci yılına girerken çatışmalar kaygı verici bir hal almaya müsait görünüyor. Rusya, şu anda sahaya 24 Şubat 2022’de konuşlandırdığının neredeyse üç katı büyüklüğünde bir işgal gücü sürüyor. Ukrayna sınırına 300 bin ila 500 bin arasında asker yığılmış durumda. Binlerce yedek askerin de Belarus’ta cepheye gitmek üzere beklediği bildiriliyor.

Döneminin belki de en önde gelen diplomatı olan George F. Kennan, ABD’nin Birinci Dünya Savaşına girişini değerlendirirken şunları yazmıştı: “O dönem savaştan en büyük menfaatimizin savaşın mümkün olan en kısa sürede sona erdirilmesi olduğunu fark etmemiştik”. Amerika, tekrar bu hataya düşmekten kaçınmalı.

Bugüne dek Biden yönetimi, iki nükleer güç arasında savaş çıkmasından korkarak Amerikan kuvvetlerinin doğrudan müdahalesine karşı durdu. Ancak maliyetler ve taahhüdümüzün kapsamı arttıkça ABD’nin kaybetmeyi alamayacağını savunan bir koro da ses yükseltecek. Eğer Seymour Hersh’in son haberine öne sürüldüğü gibi Kuzey Akım boru hatlarının imha edilmesinde ABD’nin parmağı varsa Biden yönetimi, Ukrayna’yı Rusya’nın başlıca askeri düşmanı haline getirme yolunda vahim adımlara çoktan başvurmuş demektir. Geçen hafta Pentagon’un ABD komandolarını Ukrayna’ya gönderdiği programı yeniden hayata geçirmek istediği ortaya çıktı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mark Milley’in Ukrayna’nın artık siyasi çözüm araması gerektiği yönündeki sağduyulu görüşlerinin göz ardı edilmemesini bekleyebiliriz.

Fakat Biden şu ana dek Kiev’in daha fazla silah ve ABD’nin askeri angajmanını arttırma çağrılarını büyük ölçüde kabul etti. Çoğu Amerikalı, Ukraynalı askerlerin, Amerikan ordusunun Oklahoma’daki bir üssünde eğitim görmekte olduğunu öğrendiğinde şaşıracaktır. Romanya’da Ukrayna sınırı yakınlarına konuşlanmış olan 101. Hava İndirme Tümeni birlikleri de dahil Avrupa’da savaşa hazır 100 bin asker olduğunu öğrendiklerinde de aynı derecede şaşıracaklardır. Şirketlerin yönetim kurulu odalarında ve Beltway’deki yeşil odalarda bu savaşın genişletilmesine dair duyulan heyecan Amerikan halkı tarafından paylaşılmıyor.

Diplomatik çözüme ulaşmak kolay olmayacak. Her iki taraf da taviz vermek zorunda kalacak. Ukrayna’nın güvenlik garantilerine, yeniden inşa için kaynaklara ve Avrupa içinde bir geleceği ihtiyacı olacak. Fakat 2014’ten bu yana kaybettiği tüm toprakları geri alma umudundan da cayması gerekecek. Rusya’nın da ilhak ettiğini iddia ettiği toprakların çoğundan vazgeçmesi gerekecek. Nihayetinde uluslararası yaptırımlardan kurtulması gerekecek.

Şimdi ateşkesi zorlama vakti, bunu müzakereler izleyecektir.

Son Ukraynalıya kadar savaşma niyetinde olanların yalvarışlarını reddetmeliyiz. Yaşadıkları acılar göz önüne alındığında Ukraynalılar, makul görülebilir bir şekilde anlaşmayı kabul etmekte isteksiz olabilirler. Ancak ABD ve NATO’daki ortakları, rüzgârın Ukrayna’dan yana esmediğini çok iyi biliyor. Ukrayna’nın korunması için hayati önem taşıyan Batı birliği şimdiden çatlamaya başladı.

Rusya da —ve Putin— saldırganlığının bedelini ağır ödedi. Ukrayna korkunç kayıplar verdi ama ulusal bütünlük ve özgüven kazandı. Ukrayna’yı kurtarmak ve muhtemelen nükleer bir büyük güçlerin yer alacağı ve hakikaten de yıkıcı olacak bir çatışma riskinden kaçınmak için savaşa son vermenin zamanı geldi. Bunun gerçekleşmesi için ABD ve müttefikleri, şimdi barış çabalarına öncülük etmeli.

DÜNYA BASINI

Gantz’ın misyonu

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, İsrail koalisyonuna 7 Ekim’den sonra katılan Ulusal Birlik Partisi lideri Benny Gantz’ın aşırı sağcı koalisyonu dizginleme misyonunu yerine getirmekte başarısız olduğunu anlatıyor. Makalenin yazarı deneyimli gazeteci Zvi Bar’el, Gantz’a yönelik tüm siyasi eleştirilerine rağmen artık onun İsrail koalisyonundan ayrılarak en azından alternatif yaratma umudunu yerine getirebileceği görüşünde.

***

Benny Gantz, Netanyahu’nun Koalisyonunu ve İsrail’in Gazze’deki Amaçsız Savaşını Desteklemeyi Bırakın

Zvi Bar’el

Kamuoyu yoklamaları gerçek rakamları göstermekten çok eğilimlere işaret ediyor. İsrail’in Kanal 13 televizyonunda Hamursuz Bayramı arifesinde yayınlanan böyle bir anket, Başbakan Binyamin Netanyahu liderliğindeki felaket koalisyonun, üç hafta önce yapılan bir önceki ankete kıyasla Knesset’te üç sandalye arttığını gösteriyor.

Elbette rahatça arkamıza yaslanıp felaketin çok uzakta olduğunu ve koalisyonun “caydırıldığını” mırıldanabiliriz. Benny Gantz’ın Ulusal Birlik Partisi hala Knesset’te 30 sandalye kazanmış durumda, neredeyse bir önceki anketteki kadar ve hala en büyük parti konumunda.

Ancak İsrail’de tek bir parti hükümet kurmuyor ve muhalefetin irtifa kaybettiğini gösteren trend, muhtemelen ülkenin gittiği yönün aşağı yukarı aynı olduğunu gösteriyor. Alternatif olması, umut aşılaması ve yeni bir siyasi gerçeklik inşa etmesi beklenen Benny Gantz’ın yönettiği Knesset koltuklarının park yeri boşalmaya başladı.

Naftali Bennett, eski Mossad şefi Yossi Cohen ve Gideon Sa’ar liderliğindeki birleşik bir partinin, bazıları Ulusal Birlik Partisi’nin aleyhine olmak üzere 32 sandalye kazanabileceği gerçeği daha az tehdit edici değil. Seçimler yapıldığında ikinci parti kime katılacak?

Gantz’ın zayıflamasından duyulan endişenin önemli ölçüde ikiyüzlülük içerdiği doğru. Ne de olsa Gantz, İsrail ordusunun Gazze ve Lübnan’daki harekât tarzını frenleme, yumuşatma ya da daha esnek hale getirme kabiliyetini pazarlıyor ve Amerikan yönetiminin kulağına daha hoş geliyor.

Ancak Gantz, savaşı sona erdirecek bir stratejinin yokluğunda tam bir suç ortağı. O da Netanyahu gibi Filistin Yönetimi’ni savaş bittiğinde Gazze Şeridi’ni devralabilecek ya da yönetmeye layık bir varlık olarak görmüyor. İki devletli bir çözüm onun repertuarında yok.

Haredilerin askerlikten muaf tutulmasına ilişkin yasa tasarısı konusunda hükümetin masasına dolu bir silah koyduğu söyleniyor, ancak bu konuda son sözü henüz duymadık ve her zamanki gibi hükümeti kurtaracak bir esneklik önerebilir.

Gantz rehinelerin serbest bırakılması için her şeyin yapılması gerektiğini söylüyor ama Refah’ın ele geçirilmesini desteklerken ve hatta bunun için bastırırken rehinelerin serbest bırakılmasını sağlayabilecek tek hamleyi yani savaşın durdurulmasını reddediyor.

Gantz kabinede çalışmaya devam ettiği sürece, Netanyahu hükümeti için sadece bir meşruiyet kılıfı olmakla kalmıyor, Netanyahu’yu iktidardan uzaklaştırma şansını geciktiriyor ve buna zarar veriyor; Netanyahu artık onu dikkate almıyor.

Paradoksal bir şekilde, bu utanç verici, yıkıcı koalisyona güvenli ve mutlu bir gelecek garanti ederek, bu hükümetin varlığının devamını sağlamlaştırıyor.

Bu, başlangıcından itibaren toksik bir ortaklıktı. Görünüşte, “birlikte” sloganına yaslanan bir ulusal kurtuluş hükümeti olarak hizmet etmesi gerekiyordu. Amacı rasyonel hedefleri olan bir savaş yürütmek ve bunu uzun vadeli bir diplomatik planın takip etmesiydi.

Ancak Netanyahu’nun rehberliği ve Gantz’ın koruyucu kanatları altında, haftalar içinde tüm amacı yıkmak, öldürmek ve intikam almak olan amaçsız, kâbus gibi bir savaşa dönüştü. Gazze harabeye döndü ama İsrail Devleti de paramparça oldu.

Gantz’ın bu hükümetteki ortaklığı sadece rehinelere yardım etmekte başarısız olmakla kalmıyor, aynı zamanda kuzey sınırında yaşayan ve hayatlarını otellerde sürdüren on binlerce İsrailli ya da hayatlarını nasıl ve ne zaman yeniden inşa edebileceklerini bilmeyen Gazze sınırındaki insanlar için de hiçbir umut ışığı bırakmıyor. Aynı zamanda Batı Şeria’da yasal statüye kavuşmak üzere olan onlarca yasa dışı karakolun ve devasa bütçelerinin olduğunu da görüyorlar.

Tüm suçu, başarısızlığın destansı bir sembolü olan Maliye Bakanı Bezalel Smotrich’e ya da ulusal güvenlik bakanı gibi davranan palyaço Itamar Ben-Gvir’e yüklemek oldukça pratik. Onların gücü hükümeti dağıtma tehditlerinde yatıyor ama Ulusal Birlik Partisi bu çetenin ortağı olduğu sürece Gantz’ın sorumluluğu onlarınkinden daha az değil.

Gantz’ın misyonu artık bu hükümeti ‘iyileştirmek’ değil, çünkü bunu yapma yeteneğini tamamen kaybetti. Gantz’ın amacı, yakılıp yıkılanları rehabilite edebilecek bir alternatif oluşturma umudunu yerine getirmektir. Bu alternatiften uzaklaşan mevkiler sağır edici bir alarm zili gibidir. Gantz’ın tek yapması gereken kulak tıkaçlarını çıkarmak.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Netanyahu’nun İran’la gerilime ihtiyacı var”

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, İsrail’i İran’la savaşın eşiğine getiren sürecin neden yaşandığına ve yeniden yaşanma olasılığının neden yüksek olduğuna mercek tutuyor. Böyle bir gerilimin, ABD’yi kolayca istemediği bir savaşın içine çekebileceğini hatırlatan makale, Washington’un İsrail’i sorumsuz davranışları nedeniyle ödüllenmekten vazgeçmesi ve baskıyı artırması gerektiği görüşünde.

***

İsrail hâlâ ABD’yi İran ile savaşa sürükleyebilir

Kısasa kısas şimdilik sona erdi, ancak Binyamin Netanyahu’nun Tahran’ı sıkıştırmaya devam etmek için pek çok teşviki var.

Ivan Eland

Biden yönetimi, İsrail ve İran arasında daha geniş çaplı bir bölgesel savaştan şu ana kadar kaçındığı için rahat bir nefes alıyor. Ancak bu rahatlama, bunun kıl payı atlatıldığının ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile şahin iktidar koalisyonunun bir savaşı kışkırtmaya yönelik teşviklerinin hala mevcut olduğunun farkına varılmasıyla dengelenmeli.

Biden yönetiminin, İran’ın İsrail topraklarına yönelik önceden bildirilmiş ve koreografisi iyi yapılmış sembolik füze ve insansız hava aracı saldırılarına yönelik retorik öfkesi saçmaydı. Tıpkı İsrail’in ABD ve müttefiklerinin yardımıyla neredeyse tüm roketleri düşürerek zaten “kazandığı”yla övünmesi gibi. Amerikan politikası uzun zamandır, davranışları ne olursa olsun, İsrailli müttefiki için o kadar “çantada keklik” ki, bu tür aptalca bir oyun normalleştirildi.

New York Times’a göre, ABD’nin İsrail’i İran saldırısına karşı gerilimi tırmandırıcı güçlü bir tepkiden caydırmak için tasarlanmış zafer ilanına rağmen, İsrail lideri, İsraillilerin gerçekleştirdiği sınırlı saldırıdan çok daha büyük bir “misilleme” saldırısı emri vermeye çok yaklaştı.

Gazze’deki çatışmayı İsrail’e yönelik menfur terör saldırısıyla Hamas başlatmış olsa da İsrail’in 1 Nisan 2024’te İran’ın Suriye’deki büyükelçilik yerleşkesine kasıtlı olarak pervasızca düzenlediği ve aralarında üç üst düzey İranlı generalin de bulunduğu yedi İranlı askeri personelin ölümüne neden olan saldırı, çatışmayı genişletme ve ABD’yi de içine çekebilecek doğrudan bir İsrail-İran savaşına dönüştürme riski taşıyordu.

Uluslararası alanda yabancı ülkelerdeki elçilikler, kendi ülkelerinin toprağı olarak kabul edilir; dolayısıyla İsrail’in Suriye’deki İran elçiliğine saldırması İran’ın kendisine saldırmasıyla aynı anlama geliyordu. Sonuç olarak İran, İsrail topraklarına yönelik sembolik füze ve insansız hava aracı saldırısıyla misilleme yaptı.

Netanyahu ve iktidardaki şahin koalisyonu, bölgedeki çatışmaları azaltacak ve İsrail’in uzun vadeli güvenliğini artıracak iki devletli bir çözümü açıkça reddetti. Bu hırçın hükümet göreve gelmeden önce bile İsrail, uzun zamandır ABD’yi İranlı rakibiyle bir savaşa itmek ve İran’ın askeri kapasitesini ciddi şekilde azaltarak İsrail’in bölgesel hakimiyetini sağlamak istiyordu.

Bu gizli gündem, İsrail hükümetinin ABD öncülüğünde İran’la yapılan ve İran’ın nükleer silah üretmesinin önünü tıkayacak olan nükleer anlaşmaya şiddetli muhalefetiyle açıkça ortaya çıkmıştı. İsrail’in, İran’ın programını ciddi şekilde kısıtlayacak bir anlaşmadan büyük heyecan duyacağı düşünülebilirdi. Ancak İsrail, İran ve ABD arasındaki gerilimin azalmasının, anlaşmanın tam olarak uygulanması halinde, İran’ın konvansiyonel askeri yeteneklerine ve nükleer programına yönelik herhangi bir ciddi ABD askeri saldırısını derin dondurucuya koyacağını biliyordu.

Neyse ki İsrail’deki şahinler için Başkan Donald Trump başkan olduğunda nükleer anlaşmayı tek taraflı olarak feshetti ve böylece ABD’nin İsrail’in ana rakibiyle askeri olarak uğraşma olasılığını yeniden gündeme getirdi.

Netanyahu’nun aptalca bir şekilde Trump ve Cumhuriyetçileri tercih ettiği düşünüldüğünde, Başkan Biden’ı öyle görünmese de İran’la savaşa sürüklemek zor oldu.

Ancak şimdi Netanyahu’nun eline altın bir fırsat geçmiş olabilir. ABD’nin İran’la doğrudan askeri çatışmasını da içeren daha geniş çaplı bir savaş, kendisini hapisten uzak tutmak ve dikkatleri Gazze’deki çılgınca orantısız askeri tepkisi ve potansiyel bataklığından başka yöne çekmek için iktidarda kalmaya ihtiyaç duyan, sevilmeyen ve suçlanan bir başbakana yardımcı olacaktır.

Amerika’nın diğer ülkelerle olan ittifakları ve ortaklıkları, yalnızca nihai hedef olması gereken şeyi yani ABD’nin güvenliğini artırmayı ilerlettikleri takdirde değerlidir. Baskın gücün (her zaman ABD) daha büyük maliyet yükünü taşıdığı asalak sorununa ek bir sorun da İsrail gibi daha küçük ülkelerin daha büyük bir gücün koruyucu şemsiyesi altındayken komşularına karşı daha saldırgan olmaya teşvik edilebilmesidir.

Her ne kadar ABD ve müttefiklerinin İsrail’e İran’a yönelik “misilleme” saldırısını sınırlandırması yönündeki yoğun baskısı şimdilik daha geniş çaplı bir bölgesel savaşı önlemiş olsa da Netanyahu’nun siyasi olarak hayatta kalması bu tür bir tırmanışa bağlı olabilir, özellikle de İsrail kamuoyunun dikkatini kötü planlanmış Gazze sonrasının getireceği muhtemel bataklıktan uzaklaştırması gerekiyorsa. Ki bu bataklık ABD’nin Irak’taki ilk “zaferinden” sonra devam eden kontrgerilla mücadelesine benzeyebilir.

Netanyahu, İran elçiliğine pervasızca saldırmasının ardından İran’la yaşadığı sürtüşme sırasında düşük olan oy oranlarının yükseldiğini zaten gördü. Öyleyse neden İsrail’in kuzey sınırındaki İran destekli Hizbullah’ı vurarak gerilimi tırmandırmasın? New York Times köşe yazarı Nicholas Kristof, “son zamanlarda İsrailli bir yetkiliyle yaptığı en korkutucu tartışmalardan birinin Hizbullah’a yönelik ilk saldırıyı savunması olduğunu ve yapılan bir ankete göre İsrailli Yahudilerin yüzde 53’ünün Hizbullah’a yönelik böyle bir saldırıyı desteklediğini” bildirdi.

Amerika’nın kurucu kuşağı tarafından öğrenilen ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Pax Americana’yı elde etme telaşındaki ABD’li politika yapıcılar tarafından unutulan bir tarih dersi: kalıcı ve karmaşık ittifaklar, bir ülkeyi gereksiz ve maliyetli uzak savaşlara sürükleyebilir- özellikle de ABD gibi dünyanın çatışma merkezlerinden uzakta olmanın kendine özgü güvenlik avantajına sahip bir ülkeyi. Avrupa’nın büyük güçleri de ittifakların olumsuz yanlarını, bu anlaşmalar onları hiçbirinin istemediği dehşet verici bir savaşa, Birinci Dünya Savaşı’na sürüklediğini unuttular.

Orta Doğu’da daha geniş çaplı bir savaşa sürüklenmekten kaçınmak için Biden, Gazze’de aşırıya kaçan eylemlerini ve savaşı İran’ı da kapsayacak şekilde genişletmeye yönelik bariz girişimlerini durdurmaması halinde İsrail’i, yıllık milyarlarca dolarlık ABD askeri yardımını kesmekle ya da azaltmakla tehdit etmeli.  Bunun yerine ABD, İsrail’i sorumsuz davranışı nedeniyle daha da ödüllendirerek bu yardımın miktarını büyük ölçüde artırma sürecinde.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Foreign Affairs: İran-İsrail açık savaşı kaçınılmaz

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, İran ve İsrail arasında Tahran’ın ilk kez İran topraklarına doğrudan saldırı düzenlemesiyle sonuçlanan gerilimin gelecekte neye evirilebileceğine dair bazı öngörülülerde bulunuyor. İran’ın neden İsrail’e doğrudan yanıt verdiğine yanıt arayan makalede İsrail’in yanıt olarak İran’a düzenlediği küçük çaplı saldırıdan sonra bir süreliğine gerilimin azalabileceğine dikkat çekiliyor. Ancak İki ülke arasındaki çatışmayı kesin bir şekilde sona erdirecek herhangi bir seçeneğin olmadığını belirten makalede “Gerçekte ister bir hafta ister bir yıl, isterse on yıl sonra olsun, İran ve İsrail arasında bir şekilde açık bir savaş kaçınılmazdır” değerlendirmesi yapılıyor.

***

İran ve İsrail’in Savaşı Gölgelerden Çıkıyor

Tahran’ın Şahinleri Neden Gerilimi Tırmandırmayı Seçti?

Afshon Ostovar

İsrail geçen gece İran’ın İsfahan kenti yakınlarındaki bir askeri hava üssünü vurdu. İranlı yetkililer ayrıca kuzeydeki Tebriz kenti yakınlarında küçük insansız hava araçlarının düşürüldüğünü iddia etti. Bu saldırılar İran topraklarına doğrudan ve aleni bir saldırı teşkil etse de İsrail’in saldırısı şu ana kadar sınırlı görünüyor. İranlı liderler topraklarına yönelik “en küçük bir saldırganlık eylemine” dahi misilleme sözü vermiş olsalar da şimdilik tepkileri sessiz görünüyor. Bombalama haberleri ve bunların küçük çaplı olması, her iki tarafın da sarmal halindeki çatışmadan çıkmaya çalışıyor olabileceğine dair değerlendirmelere yol açtı.

Yine de bu bombala ve cevap ver döngüsündeki son olaylar, Orta Doğu’da devam eden çatışmada yeni ve daha rahatsız edici bir aşamayı temsil ediyor. Geçen hafta İran’ın silahlı kuvvetlerinin en önemli kolu ve iktidar rejiminin temel direği olan Devrim Muhafızları (DMO), İsrail’in savunmasını aşmak ve ülkedeki askeri hedeflere ciddi zarar vermek amacıyla 300’den fazla alçaktan uçan insansız hava aracı, seyir füzesi ve yüksek irtifa balistik füzeden oluşan bir saldırı düzenledi. Saldırı İran’ın artan gücünü ve düşmanlarını vurma konusundaki istekliliğini gözler önüne serdi. Aynı zamanda İran’ın güvenlik kurumları içindeki şahin politikacıların hakimiyetinin de bir kanıtı oldu. Hem Devrim Muhafızları’nın üst kademelerini kontrol eden hem de genç, gelecek vaat eden subaylar arasında hâkim olan bu grup, İran’ın dış politikasında on yıllardır büyük bir etkiye sahipti ve Devrim Muhafızları’nın dış operasyonlar kanadının komutanı Kasım Süleymani’nin 2020’de ABD tarafından öldürülmesinden bu yana özellikle etkili hale geldi. Batı ile ilişkilerde pragmatizmi reddeden, İslam Devrimi’nin kurucu ideolojik ilkelerine derinden bağlı kalan ve özellikle de İsrail’i bir Yahudi devleti olarak yok etmek ve ABD’nin Orta Doğu’daki nüfuzunu sona erdirmek gibi uzun vadeli hedeflerini ilerletmek için İran’ın askeri gücünü ve vekil ağını kullanmaya yatırım yapan bir grup.

Bu saldırılar İran’ın İsrail topraklarına doğrudan saldırdığı ilk saldırı oldu. Yine de pek çok dış gözlemci İran’ın saldırısında bir derece ihtiyatlılık gördü. Onlara göre bu salvo bir itidal eylemiydi ve zarar vermekten ziyade kararlılık sinyali vermeyi amaçlıyordu. Ne de olsa Tahran günler öncesinden komşularını İsrail’e askeri güçle karşılık vereceği konusunda uyararak niyetini belli etmişti. İran’ın silahlarının yüzde 99’u hedeflerini vuramadığı için -çoğunlukla İsrail ve Batılı ortakları tarafından durduruldular ve İran’ın İsrail’e ateşlediği 110 balistik füzenin önemli bir kısmı (belki de yarısı) düzgün bir şekilde fırlatılmadı ya da yolda başarısız oldu- bazı dış gözlemciler İran’ın saldırısının hiçbir zaman herhangi bir zarar verme niyetinde olmadığı sonucuna vardılar. Bu görüşe göre, İran’ın eylemleri öncelikle İsrail’i mevcut çatışmayı genişletmekten caydırmayı amaçlıyordu. Tahran hem gücünü hem de iradesini sergiliyordu.

Ancak bu düşünce, İran’ın tepkisinin daha önemli bir boyutunu göz ardı ediyor: İran’ın açık bir şekilde ve bu kadar büyük ölçekte tepki vermesi. İranlı karar vericiler İsrail ile çatışmalarını gizli eylemler ya da vekiller gibi mevcut araç ve uygulamalarla ya da daha gizli bir füze saldırısıyla sürdürmeyi seçebilirdi. Sınırlı bir saldırı, İran’ın kararlılığının sinyalini verirken Devrim Muhafızları’nın kabiliyetlerini zorlamaz ve -şimdiye kadar olduğu gibi- sınırlarını ifşa etmezdi. İran ise tam tersini yaparak eşi benzeri görülmemiş bir saldırı başlattı ve İsrail’e ulaşabileceği düşünülen neredeyse her türlü silahı kullandı. Böyle bir eylem hesaplanmış bir itidal gösterisi olamaz. Aksine, operasyon Tahran’daki Devrim Muhafızları’nın şahinlerinin yükselişini ve İsrail’i doğrudan meydan okuma isteklerinin derinliğini gözler önüne serdi.

GÖLGE SAVAŞ

İran’ın yaylım ateşi görünüşte misillemeydi. İsrail’in iki hafta önce Şam’da İran konsolosluğuna ait bir binaya düzenlediği ve aralarında sekiz Devrim Muhafızları subayının da bulunduğu 16 kişinin ölümüne neden olan saldırının ardından gelmişti. Tahran, İsrail saldırısını küstahça bir tırmanma eylemi olarak değerlendirdi ancak gerçekte İsrail daha önce de yüzlerce kez Suriye’deki DMO mevzilerini vurmuştu. İsrail’in 2013’ten beri yürüttüğü bu harekâtın amacı DMO’nun ülkedeki askeri varlığını güçlendirmesini engellemek ve Hizbullah ile Levant’taki diğer İsrail karşıtı militan gruplara silah sevkiyatını sekteye uğratmaktı. Dolayısıyla Suriye uzun zamandır İran ve İsrail arasındaki ilan edilmemiş savaşın ön cephelerinden biriydi. 1979 devriminin ardından İran dış politikasının radikalleşmesiyle başlayan bu çatışma, 2003’te ABD’nin Irak’ı işgali ve yaklaşık on yıl sonra Arap Baharı’nın yol açtığı kargaşa sonrasında İran’ın etkisinin bölgeye yayılmasıyla ivme kazandı.

İran-İsrail çatışması çoğunlukla Orta Doğu’daki daha büyük savaşların gölgesinde kaldı. İran’ın bu mücadeleyi yürütmek için kullandığı başlıca yöntem, Gazze Şeridi ile Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen’deki İsrail düşmanı militan gruplara gelişmiş silahlar, özellikle de füzeler ve insansız hava araçları tedarik etmek oldu. İran ayrıca Batı Şeria’daki militanlara otomatik tüfekler ve el bombaları gibi daha hafif silahlar sağlamaya çalıştı. Tahran, İsrail’i sürekli bir çatışmanın içine çekerek ve askeri harekatla kolayca yenemeyeceği düşmanlarla çevreleyerek istikrarsızlaştırmak istiyor. İran Devrim Muhafızları’nın Filistinli militan grup Hamas’a verdiği destek bu büyük stratejinin temel taşlarından biri oldu. Bu destek Hamas’ın askeri yeteneklerini geliştirmesine yardımcı oldu ve ona geniş bir roket ve füze cephaneliği üretmesi ve bu silahları taktik ve stratejik olarak kullanması için teknoloji ve üretim yeteneği sağladı. Hamas’ın 7 Ekim’deki ölümcül ayaklanması birçok açıdan Devrim Muhafızları’nın örtülü kampanyasının meyvesiydi. Bunu takip eden savaş, İsrail’in karşı karşıya olduğu neredeyse aşılmaz zorluğun altını çizdi. İsrail’in acımasız saldırıları Hamas’ı yok etmekte başarısız olurken on binlerce Filistinlinin öldürülmesi İsrail’in dünya çapında kınanmasına neden oldu.

İsrail, İran’ın bölgesel oyun planına karşı koymak için rejime hem dışarıda hem de içeride maliyetler yüklemeye çalıştı. Bu kampanyanın odak noktası İsrail’in İran’daki gizli faaliyetleri oldu. Muhtemelen İsrail istihbarat teşkilatı Mossad tarafından yürütülen saldırılar arasında İran’ın en iyi korunan nükleer ve askeri tesislerinin bombalanması ve üst düzey yetkililere, subaylara ve bilim adamlarına yönelik suikastlar yer aldı. Bu operasyonların belki de en cüretkarı, 2020 yılında tatilden Tahran’a dönerken uzaktan kumandalı bir makineli tüfekle öldürülen İran Devrim Muhafızları’nın en üst düzey nükleer yetkilisi Muhsin Fahrizade suikastıydı. İsrail’in böylesine hassas ve yıkıcı operasyonlar düzenleyebilmesi İran’ın iç güvenliğinin kırılganlığını defalarca gözler önüne serdi. Her saldırı bir öncekinden daha aşağılayıcı oldu, özellikle de İran bunları önleyemediği ve İsrail’e aynı şekilde karşılık veremediği için.

İran, yurtdışında önde gelen İsraillilere suikast girişimleri ve İsrail gemilerine saldırı gibi kendi kısasa kısas saldırılarıyla İsrail’i cezalandırmaya çalışsa da İsrail’e doğrudan saldırmaktan kaçındı. Bunun nedeni kısmen İsrail ve ABD ile daha geniş çaplı bir savaşa yol açabileceği endişesiydi. Devrim Muhafızları içindeki pek çok kişi böyle bir savaşı memnuniyetle karşılardı ancak rejim içindeki hâkim görüş uzun zamandır böyle bir çatışmadan sağ çıksa bile kazanamayacağı yönündeydi. Rejim içindeki daha pragmatik unsurlar da İsrail’in İran içindeki saldırılarının önemini küçümsemeye çalıştı. İsrail’in gölge savaşının başarıları İran için utanç verici olsa da İsrail’in operasyonları sınırlıydı, İran’ın stratejik programlarına anlamlı bir şekilde zarar vermedi ve İran’ın bölgesel davranışına temelden meydan okuyamadı. Uzun vadeli oyunu vurgulayan ve İran’ın düşmanlarına karşı zaferinin kaçınılmaz olduğunu düşünen dini lider Ali Hamaney’in temkinliliğinin rehberliğinde, bu göreceli pragmatistler statükonun İsrail’den çok İran’ın lehine olduğunu düşünüyorlardı.  7 Ekim’den önce İran’ın bölgesel kampanyası iyi ilerliyordu: Bölgedeki müttefikleri yükselişteydi, ABD’nin Orta Doğu üzerindeki hakimiyeti zayıflıyordu ve İsrail’in siyasi bölünmeleri ülkeyi sürekli olarak krize doğru itiyordu. İran’ın İsrail’le çatışması gevşek bir şekilde karşılıklı olarak oluşturulan parametreler dahilinde kaldı ve yönetilebilirdi. İran oyunun maliyetine katlanmaya istekli olduğu sürece rakiplerine karşı avantajını elinde tutmaya devam edecekti.

7 Ekim saldırıları ve Gazze’deki savaş, İran’ın elini güçlendirdi. İsrail eşi benzeri görülmemiş ve aşağılayıcı bir yenilgiye uğradı, çok övündüğü savunmasının herkesin tahmin ettiğinden daha zayıf olduğu ortaya çıkmıştı. Ardından Gazze’de giriştiği kanlı kampanya hem bölgede hem de dünya genelinde Filistin davasına olan desteği yeniden canlandırdı. İsrail’e duyulan sempati, özellikle İsrail’in savaşının ve Filistinlilere yönelik muamelesinin kınandığı Batı’da giderek azaldı. İranlı yetkililer, Filistinlilere daha fazla askeri yardım sağlayarak ya da İsrail’le doğrudan karşı karşıya gelerek Gazze’deki savaşın sona ermesine yardımcı olmak için acele etmediler. Aslında savaş İran’ın gündemine uygundu. Hamas’ı tehlikeye atsa da İsrail’in savaşı ülkenin imajına sürekli zarar veriyor, Batılı destekçilerinin ikiyüzlülüğünü ortaya çıkarıyor ve Filistin meselesini popüler bir dava olarak yeniden canlandırıyordu. Dahası, İran’ın müdahale etmesine gerek yoktu çünkü bunun yerine vekillerini kendi adına çoğunlukla sembolik saldırılar düzenlemek üzere görevlendirebilirdi. Bu amaçla Hizbullah düzenli olarak kuzey İsrail’i bombaladı ve Yemen’deki Husiler İsrail’e karşı çok sayıda başarısız füze ve insansız hava aracı saldırısı düzenledi. Her ne kadar Husiler Yemen açıklarında tekrarladıkları saldırılarla küresel deniz taşımacılığını sekteye uğratmayı başarmış olsalar da İsrail’in savaş çabalarına hiçbir zarar vermediler.

İsrail’in Nisan ayında Şam’daki Devrim Muhafızları’na yönelik saldırısı İranlı yetkilileri daha zor bir seçim yapmaya zorladı. Saldırının bir İran konsolosluk binasını vurduğu düşünüldüğünden, İranlı liderler saldırıyı gerilimi artırıcı olarak değerlendirdi. Rejimin vermesi gereken bir karar vardı: ya açık bir misillemeden kaçınacak ve mevcut durumdan faydalanmaya devam edecek ya da İsrail’e güç kullanarak karşılık verecek ve potansiyel bir tuzağa düşecekti. İtidal, İran’ın İsrail’i eleştirenlerin sempatisini kazanmasına, Gazze’deki vahşete dikkat çekmeye devam etmesine ve İsrail hükümetinin daha da bataklığa saplanmasını izlemesine olanak tanıyacaktı. Açıkça ve güç kullanarak misilleme yapmak ise İsrail’i gölge savaşında iki tarafın oluşturduğu zımni parametrelerden bir kez daha sapmaktan caydırarak İran’ın daha elverişli bir statükoyu yeniden tesis etmesine yardımcı olacaktı.

Her iki yol da risk taşıyordu. İtidal, İsrail’i daha da ileri gitmeye teşvik ederek İran’ı daha sonraki bir tarihte zorlayabilir. Misilleme de riskli olabilirdi. Açık bir İran saldırısı İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile ABD Başkanı Joe Biden arasındaki uçurumu kapatabilir. İran’ın askeri eylemi aynı zamanda dünyanın dikkatini İsrail’in Gazze’deki tutumundan uzaklaştırabilir, suçu İsrail’den uzaklaştırabilir ve daha geniş çaplı bir çatışmayı tetikleyebilir. İsrail ile İran arasında çıkacak bir savaş ABD’yi de kolaylıkla yanına çekebilir ve böyle bir durumda İran’ın başarı şansı ciddi ölçüde azalır.

DOKUNMAK YASAK

Rejimin açıktan ve muazzam bir güç gösterisiyle misilleme yapma hamlesi, karar alıcıların artık itidal mantığına ikna olmadıklarının sinyalini verdi. Devrim Muhafızları Ordusu’ndaki şahinler uzun süredir İsrail’e sert bir karşılık verilmesini savunuyorlardı ve sonunda Hamaney’i ciddi bir askeri harekata yeşil ışık yakmaya ikna ettiler. İran’ın kasıtlı olarak zayıf bir saldırı başlattığı düşüncesi incelemeye dayanmıyor. İran İsrail’e karşı etkileyici bir darbe indirmeyi umuyordu. İsrail’in güçlü yanlarının altını çizerken kendi zayıflıklarını ortaya çıkararak hiçbir şey kazanamaz. İran sadece bir mesaj vermek isteseydi, bunu çok daha az mühimmatla ve çok daha az maliyetle yapabilirdi. Süleymani suikastı sonrasında yaşananlar dahil son dönemde tüm askeri saldırı eylemlerinde olduğu gibi İran açık eylemin cüretkârlığını, misillemeyi önlemeye ya da sınırlamaya yönelik diplomasiyle birleştirdi, hem karnım doysun hem pastam dursun istiyor. ABD’nin Ortadoğu’da bir savaşa sürüklenmekten kaçınmak istediğini ve İsrail’in de İran’a karşı tek başına kolay kolay bir savaş yürütemeyeceğini bilen Tahran, her iki rakibine de bir çıkış yolu sağlamaya çalıştı. Niyetlerini belli ederek, saldırılarını nüfus merkezleri yerine sadece belirli askeri hedeflere yönlendirerek ve daha sonra bu saldırıların misilleme eylemlerini sona erdireceğini duyurarak İran, İsrail’in askeri bir karşılık vermesini engellemeyi umdu.

Ancak İsrail son sözü İran’a vermek istemeyebilir. İran’ın saldırısından kısa bir süre sonra İsrail de kendi askeri eylemleriyle karşılık vereceğini açıkladı. Bu ani misillemenin ilk ve belki de tek yaylım ateşi 19 Nisan’da İsfahan yakınlarındaki bir İran askeri üssünü hedef alan şafak öncesi bir operasyonla geldi. Sınırlı sayıda füze ya da insansız hava aracının kullanıldığı bu küçük çaplı saldırı İran’ın hava savunmasını delmeyi başardı ama aynı zamanda gerilimi tırmandırma döngüsüne bir son verme arzusunun da mesajını veriyor gibiydi. Yine de Tahran’ın, İsrail’in İran topraklarını vurması halinde daha büyük bir güçle misilleme yapma tehdidini yerine getirip getirmeyeceğine karar vermesi gerekecek. Ancak saldırının ardından İran devletine bağlı medya mensupları sosyal medyaya çıkarak eylemi önemsiz olarak nitelendirdi ve bazıları da ciddi silahların değil, mikro helikopterlerin kullanıldığını, yani telaşlanacak bir şey olmadığını öne sürdü.

İsrail’in küçük çaplı misillemesi, en azından bir süreliğine, başka bir karşılıklı açık düşmanlık eylemlerini engellemeyi başarabilir. Ancak burada eksik olan şey, iki ülke arasındaki çatışmayı kesin bir şekilde sona erdirecek herhangi bir seçenektir. Çünkü bu çatışma, büyük ölçüde İran tarafından İsrail’e ve bölgeye dayatılan bir seçim savaşıdır. Sadece iki kesin çıkış yolu var: İsrail İran’a boyun eğebilir ve Yahudi devleti projesini sona erdirebilir ya da İran İsrail’e yönelik politikalarını tersine çevirebilir. Filistin meselesinin iki devletli çözüm gibi bir yolla çözülmesi de İran’ın kampanyasını baltalayabilir ve yavaş yavaş rotasını değiştirmesini teşvik edebilir. Bunların hiçbiri yakın zamanda gerçekleşecek gibi görünmüyor, bu da çatışmanın devam edeceğini gösteriyor.

İran, İsrail’i kuşatma stratejisini sürdürmeye ve İsrail nüfus merkezlerini tehdit eden militan vekillerine gelişmiş silahlar göndermeye devam ettiği sürece, İsrail İran’a karşı mücadelesini sürdürmek zorunda kalacak. Bu dinamik ne kadar uzun sürerse, iki ülke arasında açık bir savaş olasılığı da o kadar artacak. Böyle bir savaş İran ve İsrail tarafından tek başına yürütülemez. Her zaman ABD’yi, İran’ın bölgesel vekillerini ve hatta belki de komşu devletleri de içine çekecektir. Bölgenin geniş bir bölümünü kapsayacak ve çok sayıda aktörün dahil olması nedeniyle muhtemelen kısa sürmeyecektir. Gerçekte ister bir hafta ister bir yıl, isterse on yıl sonra olsun, İran ve İsrail arasında bir şekilde açık bir savaş kaçınılmazdır. Aslına bakılırsa, bölge halihazırda uçurumun kenarında, düşmeyi bekliyor olabilir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English