DÜNYA BASINI
Jeffrey Sachs Ukrayna’nın Afganistan’dan öğrenmesi gerekenleri yazdı
Yayınlanma
Yazar
Emre Köse
Çevirmenin notu: Rusya’nın Ukrayna’ya dönük askeri müdahalesi birinci yılını doldurdu ve savaş, tüm şiddetiyle devam ediyor. Moskova ile Kiev arasına bahar aylarında girişilen uzlaşı çabaları Washington ve Londra’nın sabotajlarıyla boşa çıktı. Şu an ise Rusya’nın talepleri Batı tarafından kabul edilmeden ihtilafın yakın vadede sonra ermesi pek mümkün görünmüyor. Meşhur şok terapisi ekonomisti Jeffrey D. Sachs, Kiev yönetimine savaşın nasıl sona erebileceğine dair bir dizi nasihatte bulunuyor.
Ukrayna’nın Afganistan’dan öğrenmesi gerekenler
Jeffrey D. Sachs — New World Economy
13 Şubat 2023
İktisadi kalkınmanın en büyük düşmanı savaştır. Eğer dünya küresel bir savaşa sürüklenirse ekonomiye dair umutlarımız ve hayatta kalma mücadelemiz alevler arasında kalabilir. Bulletin of the Atomic Scientists, kıyamet günü saatinin ibrelerini gece yarısına sadece 90 saniye kalaya getirmişti.
Uluslararası Para Fonu’na göre 2022 yılında iktisadi anlamda dünyanın en çok kaybedeni, ekonomisi yüzde 35 oranında çöken Ukrayna oldu. Ukrayna’daki savaş yakında sona erebilir ve ekonomik toparlanma başlayabilir, fakat bu Ukrayna’nın 2014’te patlak veren Amerikan-Rus vekalet savaşının kurbanı olarak içinde bulunduğu çıkmazı anlayıp anlamamasına bağlı.
ABD, NATO’yu genişletmek ve Rusya’yı zayıflatmak amacıyla 2014’ten bu yana Ukrayna’yı yoğun bir şekilde silahlandırıp finanse ediyor. Amerika’nın vekalet savaşları genelde yıllarca ve hatta on yıllarca sürmekte ve Ukrayna gibi savaş alanı haline gelen ülkeleri enkaza dönüştürmekte.
Bu vekalet savaşı yakın vadede sona ermezse Ukrayna’yı korkunç bir gelecek bekliyor. Ukrayna’nın uzun vadede felakete sürüklenmemesi için Afganistan’daki korkunç tecrübeden ders çıkarması gerekiyor. Ayrıca ABD’nin Vietnam, Kamboçya, Laos, Irak, Suriye ve Libya’daki vekalet savaşlarına da bakabilir.
1979’dan itibaren ABD, Afganistan’da Sovyet destekli hükümeti taciz etmek üzere mücahitleri [İslamcı militanlar] silahlandırdı. Başkan Jimmy Carter’ın ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski’nin daha sonra açıkladığı üzere ABD’nin maksadı, Sovyetler Birliği’ni müdahaleye sürükleyerek maliyetli bir savaşla tuzağa düşürmekti. İkinci zarar görenin Afganistan olacağı gerçeği ABD liderlerini hiç ilgilendirmiyordu.
Sovyet ordusu, ABD’nin umduğu gibi 1989’da Afganistan’a girdi ve 1980’li yılların tümünde savaştı. Bu arada ABD destekli militanlar, 1980’lerde El Kaide’yi, 1990’ların başında da Taliban’ı kurdu. ABD’nin Sovyetler Birliği üzerindeki “oyunu” bumerang gibi dönmüştü.
2001 yılında ABD, El Kaide ve Taliban ile savaşmak için Afganistan’ı işgal etti. ABD’nin savaşı, ülkeden nihayet 2021’de ayrılana kadar 20 yıl daha sürdü. ABD’nin Afganistan’daki askeri harekatları ara ara devam ediyor.
Afganistan harabeye dönmüş halde. ABD, boş boşuna 2 trilyon dolardan fazla askeri harcama yaparken Afganistan yoksullaştı ve 2021 GSYH’si kişi başına 400 doların altında kaldı! ABD yönetimi, 2021 yılında Afganistan’a bir veda “hediyesi” olarak, ülkenin ufak döviz varlıklarına el koydu ve bankacılık sistemini felç etti.
Ukrayna’daki vekalet savaşı dokuz yıl önce ABD yönetiminin Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in devrilmesini desteklemesiyle başladı. ABD’ye göre Yanukoviç’in günahı, ABD’nin NATO’yu Ukrayna’yı [ve Gürcistan’ı] kapsayacak şekilde genişletme arzusuna rağmen ülkesinin tarafsızlığını muhafaza etmeye çalışmasıydı. Amerika’nın hedefi NATO ülkelerinin Karadeniz bölgesinde Rusya’yı çevrelemesiydi. Bu hedefe ulaşmak için ABD, 2014’ten beri Ukrayna’yı büyük ölçekli olarak silahlandırıyor ve finanse ediyor.
ABD’nin o zamanki ve şimdiki baş aktörleri aynı. ABD yönetiminin 2014’te Ukrayna konusundaki yetkili kişisi, bugün Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı olan Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland’dı. Nuland, 2014’te Başkan Joe Biden’ın ulusal güvenlik danışmanı Jake Sullivan ile yakın çalışıyordu. 2014’te Başkan Yardımcısı Biden adına da aynı rolü üstlenmişti.
ABD, Ukrayna’daki iki acı siyasi gerçeği gözden kaçırdı. Bunlardan ilki, Ukrayna’nın etnik ve siyasi olarak Batı Ukrayna’daki Rusya düşmanı milliyetçiler ile doğu Ukrayna ve Kırım’daki etnik Ruslar arasındaki derin ayrışmasıydı.
İkincisi ise, NATO’nu Ukrayna’ya genişlemesinin Rusya’nın kırmızı çizgisini aşmak olduğuydu. Rusya, ABD’nin Ukrayna’yı NATO’ya dahil etmesine engel olmak için sonuna kadar mücadele edecek ve gerektiğinde gerilimi tırmandıracak.
ABD, sürekli olarak NATO’nun savunma ittifakı olduğunu iddia ediyor. Oysa NATO, 1999 yılında Kosova’yı Sırbistan’dan koparmak için Rusya’nın müttefiki Sırbistan’ı 78 gün boyunca bombalamış, ardından ABD de Kosova’da devasa bir askeri üs kurmuştu. NATO kuvvetleri, benzer şekilde Rusya’nın müttefiki Muammer Kaddafi’yi devirerek Libya’da on yıl süren bir kaosun başlamasına neden olmuştu. Rusya, NATO’nun Ukrayna’ya girmesini hiçbir şekilde kabul etmeyecektir.
2021 yılının sonunda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ABD’ye üç talepte bulundu: Ukrayna tarafsız kalmalı ve NATO’nun dışında tutulmalı, Kırım Rusya’nın parçası olarak kalmalı ve Donbass, Minsk II anlaşması uyarınca özerk olmalı.
Biden, Sullivan ve Nuland ekibi, aynı grubun Yanukoviç’in devrilmesini desteklemesinden sekiz yıl sonra NATO’nun genişlemesine ilişkin müzakereleri reddetti. Putin’in müzakere talepleri ABD tarafından kesin bir dille reddedilince Rusya, 2022’nin şubat ayında Ukrayna’yı işgal etti.
2022’nin mart ayında Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, Amerikan-Rus vekalet savaşının kurbanı olan Ukrayna’nın içinde bulunduğu vahim durumu anlamış görünüyordu. Ukrayna’nın tarafsız bir ülke olacağını açıkça ilan etti ve güvenlik garantileri talep etti. Ayrıca Kırım ve Donbass’ın bir tür özel muameleye ihtiyaç duyacağını da açıkça kabul etti.
İsrail’in o dönemdeki başbakanı Naftali Bennett, Türkiye ile birlikte arabulucu olarak devreye girdi. Rusya ile Ukrayna, anlaşmaya varmaya çok yaklaşmıştı. Ancak Bennett’in yakın zaman evvel açıkladığı üzere ABD, barış sürecine “engel oldu”.
Savaşın ivmesi o zamandan beri artıyor. ABD’li araştırmacı gazeteci Seymour Hersh’e göre eylül ayında Kuzey Akım boru hatlarını havaya uçuranlar Amerikan casuslarıydı ve bu iddia, Beyaz Saray tarafından yalanlandı. Yakın zamanda ABD ve müttefikleri Ukrayna’ya tanklar, daha uzun menzilli füzeler ve muhtemelen savaş uçakları göndermeyi taahhüt ettiler.
Barış zeminin ne olduğu açık. Ukrayna, NATO üyesi olmayan tarafsız bir ülke olacak. Kırım, 1783’ten beri olduğu gibi Rusya’nın Karadeniz Filosuna ev sahipliği yapmaya devam edecek. Donbass için toprak paylaşımı, özerklik ya da ateşkes hattı gibi pratik bir çözüm bulunacak.
En önemlisi de çatışmalar duracak, Rus birlikleri Ukrayna’yı terk edecek ve Ukrayna’nın egemenliği, BM Güvenlik Konseyi ve diğer ülkeler tarafından garanti altına alınacak. Böyle bir anlaşmaya 2021’in aralık ayında ya da 2022’nin mart ayında varılabilirdi.
Hepsinden önemlisi, Ukrayna hükümeti ve halkı, Rusya ve ABD’ye Ukrayna’nın artık vekalet savaşına muharebe alanı yapılmayı reddettiğini söyleyecek. İçerideki derin ayrışmalara rağmen etnik ayrışmanın her iki tarafındaki Ukraynalılar da dışarıdan bir gücün kendilerini uzlaşma ihtiyacından kurtaracağına inanmak yerine barış için çabalayacaklar.
İlginizi Çekebilir
-
Katar’ın lobicisi damat
-
İran’ın Gazze savaşına doğrudan dahil olmamasının 7 nedeni
-
Çin, ABD savaş gemisinin Güney Çin Denizi’ne ‘yasadışı’ olarak girdiğini söyledi
-
Kiev’de seferberlik kapsamında silah altına alınanların terhis edilmesi talebiyle miting
-
FT: AB’nin Ukrayna’ya 50 milyar avroluk yardımı bütçe anlaşmazlıkları nedeniyle tehlikeye girdi
-
Kiev Belediye Başkanı Kliçko: Zelenskiy ülkeyi otoriterliğe sürüklüyor
DÜNYA BASINI
Bir Filistinlinin gözünden Gazze’nin tünelleri ve rehineler
Yayınlanma
13 saat önce04/12/2023
Yazar
Harici.com.tr
Aşağıda çevirisini okuyacağınız Amerika’da yaşayan Filistin asıllı bir foto muhabirinin kaleme aldığı makale, Gazze’deki tüneller ve rehinelere odaklanıyor. Gazze’de doğup büyüyen gazeteci Eman Muhammed, tünellerin sıradan bir Filistinli için ne anlama geldiğini kendi deneyimleri üzerinden açıklamaya çalışıyor:
‘Tüneller’ ve ‘rehineler’ Gazze’de ne anlama geliyor?
Eman Muhammed
İsrail’in yasakladığı temel ihtiyaçların tünellerle sağlandığı ve haksız yere hapsettiği Filistinlilerin rehine olduğu Gazze’de büyüdüm.
Hayatımın çoğunu devasa jiletli bir tel örgüyle çevrili Manhattan’dan daha büyük olmayan bir toprak şeridinde geçirdim. Çoğu zaman, açık hava hapishanesinde yaşadığımızı fark eden tek insanlar biz Gazze sakinleriymişiz gibi hissediyordum.
Gazze’deki yaşamı belgelemek ve dünyanın geri kalanının Gazze’nin kötü durumunu ve dirençli insanlarını anlamasını sağlamak için foto muhabiri olarak kariyer yapmaya başladım. Görece sakin zamanlarda ilham verici ve moral verici hikâyelere odaklandım. Şiddet ve ölüm zamanlarında ise, sonrasını yani bombalar düşmeyi bıraktıktan ve dünya ilgisini yine kaybettikten sonra kalan acı ve yaraları belgelemeye çalıştım.
Artık Gazze’de değilim ama yine de bu küçük, çitlerle çevrili şeritten gelen bir Filistinli olarak son birkaç haftadır suçlayıcı mesaj yağmurundan kurtulamadım. Gelen kutum Hamas hakkında sorular soran mesajlarla dolup taştı. Bu mesajların amacı Hamas’ı ya da 7 Ekim’i neden yaptıklarını anlamak değil. Aksine, benden eylemleri için cevap vermemi istiyorlar.
Altı hafta içinde 50 iş arkadaşımı kaybetmiş olmam ya da komşularımın ve ailelerinin İsrail’in yönlendirdiği güneye kaçtıktan sonra bir İsrail hava saldırısında öldürülmüş olmaları önemli değil.
Her gün Gazze’de kalan ailemin hayatından endişe etmem ve onları her aramaya çalıştığımda cevap alamayınca küçük bir panik atak geçirmem de önemli değil.
İlk soru her zaman Hamas’ı kınayıp kınamadığım oluyor. Sanki sempati kazanmak için seçmelere katılmam isteniyormuş gibi hissediyorum.
Her gün medyada çıkan haberlerde ya da “terör örgütünü” kınayan konuşmalarda “tüneller” ve “rehineler” kelimelerinin geçtiğini duyuyorum.
Ancak bu kelimelerin benim için çok farklı bir çağrışımı var.
Benim ve Gazze’deki Filistinliler için tüneller vazgeçilmez bir altyapı haline geldi. 2007 yılında Gazze’ye yıkıcı bir kuşatma uygulayan İsrail, işgalci bir güç olarak Refah’taki Mısır sınır kapısı da dahil sınır kapılarından nelerin geçebileceğini kontrol etmeye başladı.
Geçen 16 yıl boyunca İsrail makamları, halka yönelik toplu cezalandırmanın bir başka biçimi olarak keyfi bir şekilde bazı malların Gazze Şeridi’ne girişini yasaklamaya karar verdi. Örneğin 2009’da Gazze’ye hiçbir makarnanın giremeyeceğine karar verdiler. Evet, makarna.
Bunun üzerine Filistinliler tüneller kazarak makarna ve İsrail’in rastgele yasaklayacağı diğer temel maddeleri kaçırmaya çalıştı.
Gıda, ilaç ve yakıt, “Metro” olarak bilinen ve muhtemelen Washington DC’nin metro sisteminden daha fazla durağı olan ve biraz daha güvenli olduğunu zannettiğim yerden akmaya başladı.
2011’de ilk kızım doğduğunda, 0-3 ay arası için kolik bebek mamasına ihtiyacım vardı ve bu mama yerel mağazalarda bulunmuyordu. “Metro” sayesinde birkaç kutu bulabildiğim için çok rahatlamıştım.
Tüneller hayatımızın o kadar değişmez bir parçası haline gelmişti ki bazen tünellerden Kentucky Fried Chicken sipariş etmekle ilgili şakalar yapardık, çünkü bu Gazze’de sahip olmadığımız bir “lüks”tü.
Ancak ablukanın bizi mahrum bıraktığı ve tünellerin sağlayamadığı şeyler de vardı.
İçilebilir suyun düzgün bir şekilde sağlanması bunlardan biriydi. Su karneye bağlandığı için istediğimiz zaman duş alamıyorduk. Sonuç olarak, su kesildiğinde deniz suyu kullanmak zorunda kalmamak için küveti dolu tutmaya çalışırdık.
Elektrik de sık sık mahrum kaldığımız bir başka lükstü. Günde ortalama sadece 4-6 saat elektriğe erişimimiz vardı.
Hareket özgürlüğü, tünellerin yardımcı olamayacağı bir başka “ayrıcalıktı”. Hamas var olmadan çok önce bile Gazze’ye gidip gelmek çoğu insan için mümkün değildi.
Ben 17 yaşındayken annemin Mısır’daki ailesini ziyaret etmeyi planlamıştık. Ayrılmamıza izin verilmeden önce Refah sınır kapısında üç gün bekledik. Taksi şoförümüz kapıdan geçerken İsrail askerleri aniden ateş açtı. Şoför dehşet içinde arkasını döndü ve durmaları için bağırdı.
Sonradan öğrendik ki öğle yemeği molasıymış ve geçmemize izin verilmesi gerektiği halde rahatsız edilmek istememişler. Böylece yaz planlarımız bir anda iptal oldu.
“Rehineler” benim zihnimde farklı bir anlamla çınlayan bir başka kelime.
Birçok kişi ateşkes düşünülmeden önce tüm İsrailli rehinelerin serbest bırakılmasını talep ediyor. Gerçekten de buna yürekten katılıyorum: Tüm sivil rehineler koşulsuz olarak ülkelerine geri gönderilmeli. Ancak buna Filistinli rehineler de dahil edilmeli.
Şu anda İsrail hapishanelerinde herhangi bir suçlama olmaksızın süresiz olarak “idari gözaltında” tutulan 2 binden fazla Filistinli var. Bunların çoğu çocuk, bazıları 12 yaşından küçük.
Gerçekten suçlananlar, mahkûmiyet oranının genellikle yüzde 95’i aştığı bir askeri mahkeme tarafından yargılanıyor; bu da mahkumların muhtemelen yasal sürece temel erişimden veya haklarındaki “gizli kanıtları” inceleme olanağından bile yoksun olduklarını gösteriyor.
İsrail, dünyada çocukları düzenli olarak askeri mahkemede yargılayan tek ülke. En yaygın suç? Taş atmak. Bu “mahkumlar”, onları aniden ve acımasızca ailelerinden koparan işgalci bir ordu tarafından esir tutulan çocuklar.
Ne yazık ki kimse onların isimlerini ve yüzlerini New York ya da Londra’daki posterlerde görmüyor. İnsanlar herhangi bir suçlama olmaksızın hapsedildiklerinde ve yargı sürecine erişimleri olmadığında, işte tam olarak bu durumdalar: rehineler.
Gazze’de foto muhabiri oldum çünkü oradaki yaşamın gerçekliğini, çoğunluğun görmediği gerçekliği belgelemenin önemli olduğuna inandım.
Ve artık orada yaşamıyor olsam da Filistinlilerin 7 Ekim’de tel örgüleri aşmasından çok daha önce bizim gerçekliğimizin ne olduğunu size anlatmaya çalışmazsam, bırakın bir Filistinli olmayı, bir gazeteci olarak bile görevimi yerine getirmemiş olurum.
DÜNYA BASINI
İran’ın Gazze savaşına doğrudan dahil olmamasının 7 nedeni
Yayınlanma
14 saat önce04/12/2023
Yazar
Harici.com.tr
Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, İran’ın Hamas’ın yanında İsrail’e karşı neden savaşa doğrudan dahil olmadığının nedenlerine odaklanıyor. Yazar, İran’ın gerekçelerini madde madde açıkladıktan sonra analizini, “Tahran boş durmaktansa, çatışmayı tam ölçekli bir bölgesel savaşa dönüştürmeden, Hizbullah ve Irak ve Suriye’deki Şii vekilleri aracılığıyla hem İsrail hem de ABD üzerinde baskı uygulamaya devam edecek” diye bitiriyor:
İran’ın Hamas İçin Savaşmamasının 7 Nedeni
Tahran’ın Gazze’deki savaşı tırmandırma konusundaki düşüncelerine yakından bir bakış.
Arash Reisinezhad
Başlangıcından bu yana Gazze’deki savaşın İran ile İsrail arasında doğrudan bir çatışmanın habercisi olabileceği düşünülüyor. Hizbullah savaşta yeni bir cephe açma tehdidini sürdürürken İranlı şahinler de ülkelerinin doğrudan müdahalesini memnuniyetle karşılıyor. Geçen ay İran’ın eski Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, şahin yetkililer tarafından İran’ın dini liderine yazılan ve onu Hamas adına İsrail’le çatışmaya girmeye ikna etmeye çalışan bir mektuptan bahsetti.
Ancak geniş çaplı bölgesel bir savaş olasılığı düşük. İranlı şahinler tarafından yinelenen sloganlara rağmen, İran’ın stratejik düşüncesinin gerçekliği daha ihtiyatlı. Tahran’ın Hamas adına İsrail ile bir savaş başlatmaktan kaçınmasının en az yedi nedeni var.
Birincisi, İran İslam Cumhuriyeti 1980’lerde Irak’la savaş sırasında yaptığı gibi toplumu yeni bir savaş için bir araya getiremez. Irak ordusuna direnen ve Bağdat’ı İran topraklarından çekilmeye zorlayan, diğer faktörlerin yanı sıra insan dalgalarının durmaksızın harekete geçirilmesiydi. Ancak onlarca yıl sonra toplumun siyasi sisteme verdiği destek önemli ölçüde azaldı. Geçen yılki protestoların ardından, kısmen ABD öncülüğündeki yaptırımların neden olduğu ekonomik krizle birlikte, gençler ve kentli orta sınıf arasındaki hoşnutsuzluk arttı.
İkinci olarak, İran hükümetindeki ılımlı grup, İran’ın savaşa doğrudan müdahalesine karşı uyarılarda bulunuyor. Gerçekten de Gazze’deki savaş Tahran’daki siyasi ayrılıkları derinleştirdi. İranlı şahinlerin tehdit değerlendirmesinde Hamas’ın yok edilmesi otomatik olarak Hizbullah’ın çöküşü ve nihayetinde İran’a yönelik askeri bir saldırı ile ilişkilendiriliyor. Bu nedenle İran’ın Şii vekillerinin Irak ve Suriye’deki Amerikan üslerini hedef almasını destekliyorlar. Bu görüş, İran’ın ABD ile olası bir savaşa girmesinin yıkıcı sonuçları konusunda sürekli uyarılarda bulunan Zarif başta olmak üzere ılımlı yetkililerin görüşleriyle tam bir tezat oluşturuyor. Zarif’e göre İran Gazze konusunda daha radikal bir tutum takınırsa ABD ile ölümcül bir çatışmayı tetikleyebilir ve bu da İsrail’in hoşuna gider. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi hükümeti tarafından kenara itilmesine rağmen Zarif, İslam Cumhuriyeti’nin siyasi elitleri ve hatta toplumu üzerinde hâlâ etkili bir isim.
Üçüncüsü, İsrail’in Hamas’ın 7 Ekim saldırısını caydırmadaki başarısızlığı Tahran’ın İsrail’e yönelik stratejik hesaplarını değiştirmiyor. Demir Kubbe füze savunma sistemi gibi yüksek teknolojili savunma sistemlerine güvenen İsrail’e karşı Hamas, önemli bir askeri ve istihbarat darbesi indirerek İsrail’in caydırıcılık politikasını yerle bir etti. Ancak bu durum İran’ın İsrail’e bakış açısını ya da bölgedeki güç dinamiklerini değiştirmedi. Hamas operasyonu İsrail’in uzun süredir devam eden inandırıcı caydırıcılık stratejisini sarsmış olsa da İran’a füze gücünü kullanarak İsrail’e meydan okuma fırsatı vermedi. Tersine İran, İsrail’in caydırıcılığı yeniden tesis etmenin olağanüstü askeri veya siyasi riskler almaya değecek varoluşsal bir öncelik olduğunu düşündüğüne inanıyor olabilir.
Dördüncü olarak, genel kanının aksine ne Hamas ne de Hizbullah İran’ın vekili; onları İran’ın devlet dışı müttefikleri olarak düşünmek daha doğru olacaktır. Tahran ile Hamas arasında yukarıdan aşağıya bir ilişki yok. Hamas eylemlerini İran’la uyumlu hale getirse bile yaklaşımları farklılaşabilir, tıpkı Suriye iç savaşında Hamas’ın Sünni Esad karşıtı isyancıları desteklediği dönemde olduğu gibi. Amerikan ve İsrail istihbaratı İran’ın üst düzey yetkililerinin Hamas operasyonundan haberdar olmadığını öne sürdü. Kasım ayı ortasında Reuters, İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in Hamas lideri İsmail Haniye’ye İsrail’e yönelik saldırı konusunda İran hükümetinin uyarılmadığı için Filistinli grup adına savaşa girmeyeceğini söylediğini iddia etti.
Beşinci olarak, İran’ın Moskova ve Pekin’deki stratejik ortakları Hamas’a tam desteklerini açıklamadılar. İran, “Doğu’ya Bakış” politikası kapsamında Çin ve Rusya ile yakınlaşmaya çalışıyor ve bu ülkelerle ilişkilerini bozmak istemeyecektir. Aslında Tahran, iki yıl önce Kabil’in Taliban tarafından ele geçirilmesinde Çin-Rusya’nın bekle-gör yaklaşımını gözlemledikten sonra benimsediği politikanın bir benzerini Gazze’de izliyor. İran’ın amacı büyük uluslararası krizlerde izole edilmekten kaçınmak.
Altıncı olarak, İran’daki etkili karar alıcılar arasında Basra Körfezi’ndeki Arap şeyhliklerinin İran ve İsrail arasında büyük çaplı bir savaşı memnuniyetle karşılayacağına dair derin bir inanç var. İran, Arap ülkelerinin daha geniş çaplı bir savaş sonucunda İsrail ile bağlarını koparacağını umabilir ancak bu pek olası değil. Arap kamuoyu, ülkelerinin dış politikaları üzerinde çok etkili değil. Ve Arap liderler uzun zamandır Hamas’ı İsrail’in tamamen ortadan kaldırdığını görmekten mutlu olacakları yıkıcı bir İran vekili olarak algılıyorlar.
İran’ın savaşa girme konusundaki görünürdeki isteksizliğini etkileyen son ve en önemli faktör ise Hamaney’in bölgesel çatışmalara yönelik özel bakış açısı. Batı’daki ana akım görüşün aksine, İran’ın dini lideri bölgesel çatışmalara ideolojik değil realist bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Irak’la yaşanan yıkıcı savaş sırasında İslam Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı olarak görev yapmış olan Dini Lider, savaşın, özellikle de ABD ile yaşanan savaşın sonuçlarının son derece farkında. Bu farkındalık, Devrim Muhafızları Kudüs Gücü’nün eski lideri General Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesinin ardından İran’ın nispeten ölçülü bir tepki vermesine yol açtı. Bu tür bir davranış, bölgesel krizleri ele alma konusundaki genel stratejisiyle uyumlu. Yirmi yıldan daha uzun bir süre önce, Afganistan’ın kuzeyindeki İranlı diplomatlar ilk Taliban emirliği tarafından öldürüldüğünde ve İran’da kamuoyu büyük bir müdahaleye meylettiğinde, Hamaney ve dönemin Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Başkanı Hasan Ruhani gerilimin tırmanmasını önlemeye yardımcı oldular.
Birbiriyle bağlantılı bu yedi neden, İslam Cumhuriyeti’nin Hamas adına savaşa müdahil olma konusundaki isteksizliğini açıklıyor. Ancak Gazze’deki savaş, İran’ın nükleer programını hızlandırabilir. İran’da, ağırlıklı olarak şahin kampta yer alan güçlü sesler, ülkenin Hamas’ın yok edilmesini önleyecek en önemli aracının nükleer yeteneklerini tam olarak geliştirme kararına bağlı olduğunu savunuyor. İran’ın elindeki kozun nükleer silah geliştirme tehdidinde yattığına ve bu sayede müttefiklerine hayati bir destek sunabileceğine inanıyorlar- tıpkı geçmişte Suriye’deki Esad hükümetine verdiği desteğe benzer şekilde. Bu mantık, İsrailli aşırı milliyetçi Miras Bakanı Amichai Eliyahu’nun Gazze Şeridi’ne “herkesi öldürmek için bir tür atom bombası” atılmasını “bir seçenek” olarak savunmasıyla büyük bir ivme kazandı.
Bunların hiçbiri İran’ın Gazze’deki stratejik varlığı olan Hamas’ı terk etmeye istekli olduğu anlamına gelmiyor. Tahran boş durmaktansa, çatışmayı tam ölçekli bir bölgesel savaşa dönüştürmeden, Hizbullah ve Irak ve Suriye’deki Şii vekilleri aracılığıyla hem İsrail hem de ABD üzerinde baskı uygulamaya devam edecektir.
DÜNYA BASINI
‘Almanya’da AfD İslamı ve Erdoğancıları keşfediyor’
Yayınlanma
18 saat önce04/12/2023
Yazar
Harici.com.tr
Çevirmenin notu: İslam eleştirmeni Ali Utlu’nun Almanya için Alternatif’e (AfD) katılma talebi henüz parti tarafından kabul edilmedi ve bu isteğin kabul edilip edilmeyeceği merak konusu. Till-Reimer Stoldt’un Welt am Sonntag‘da kaleme aldığı yazıda AfD’nin son zamanlarda İslam’a karşı ılımlaşan stratejisi ve hatta AfD’nin bazı kesimleri tarafından Türklerin ve Müslümanların oylarını almak için yaptıkları anlatılıyor. Stoldt, Ali Utlu’nun normalde AfD’yle birçok ortak noktası varken partinin Utlu’yu kabul etmeme ihtimalinin nedenlerini açıklıyor.
Çeviri: Gülçin Akkoç
AfD’nin giderek İslamlaşması
AfD’nin bir kısmı, seçmen olarak Müslümanları ve Erdoğancıları keşfetti. Ve şimdi eleştirel parti üyelerinin şikayet ettiği gibi, Alman milliyetçisi ‘İslam kucaklayıcılarına’ dönüşüyorlar. Ve İslam eleştirmeni Ali Utlu’yu kabul etmede tereddüt yaşıyorlar. AfD’nin İslamlaşması ilerliyor. Kuşkusuz, bu kulağa abartılı geliyor ama kesin olan bir şey var: Partinin bir kısmı Türk ve Müslüman kökenli muhafazakâr seçmenleri cezbetme eğilimlerini giderek daha fazla gösteriyorlar. Bunu yaparken de uzun zamandır kutsal kabul edilen pozisyonları veya en azından kutsal kabul edilen tonları terk ediyorlar ve bu, Almanya’nın bugüne kadarki İslam’ı en çok eleştiren partisi için biraz şaşırtıcı.
Bu durum AfD’ye üye olmak isteyen tanınmış bir blog yazarı hakkındaki tartışmalarla örnekleniyor: Köln’den eşcinsel İslam eleştirmeni Ali Utlu. AfD’nin bu istekten memnun olacağı düşünülebilir. Ne de olsa Utlu, partinin uzun süredir devam eden ‘geleneksel İslam’ın yayılmasının liberal toplumumuzun kazanımlarını tehlikeye attığı’ yönündeki söylemlerine mükemmel şekilde uyuyor, ister hukukun üstünlüğü, ister kadınlar için eşit haklar isterse de eşcinsel olma özgürlüğü konusunda olsun.
Mücadeleci İslam eleştirmenlerine yer yok mu?
AfD kendisini her zaman Batı’nın özgürlüğüne yönelik İslami tehdide karşı bir kale olarak gösterdiğinden, Utlu bu açıdan gerçek bir destekleyici güç olacaktır: Türk kökenli Alman, İslam’a tövbe etti. Utlu, Müslüman çevrelerin maçoluğuna ve homofobisine karşı düzenli olarak uyarılarda bulunuyor, Erdoğancı cami organizasyonu DİTİB’in yasaklanması konusunda çağrılarda bulunuyor. Ayrıca eşcinsel olduğunu ama kuir olmadığını vurguluyor. Bu da demek oluyor ki hissedilen cinsiyetler ve akışkan cinsiyet kimlikleri hakkında fazla düşünmüyor. Bu da onu partiyle aynı çizgiye getiriyor, çünkü AfD başkanı Alice Weidel gibi AfD’li eşcinseller de eşcinsel olduklarını ama kuir olmadıklarını vurgulamaktan hoşlanıyorlar.
Ancak Kuzey Ren-Vestfalya (NRW) eyaletindeki AfD’nin tepkisi şaşırtıcı derecede ölçülüydü. Eyalet meclis grubu ‘militan özgürlük savaşçısını’ (takipçileri bazen Utlu’ya böyle hitap ediyor) önümüzdeki hafta için davet etti. Parlamento grubu ve eyalet başkanı Martin Vincentz ise WELT‘e verdiği demeçte değişimi merak ettiğini ve Utlu’nun çok ilginç bir internet kişiliği olduğunu söyledi. Bu sıcak bir karşılama değildi, sevinç gösterisi hiç değildi. Buna ne sebep oldu?
Alman milliyetçisi ‘İslam Kucaklayıcıları’
Bunun sebebi üstte bahsedilen ve biraz abartılı olarak AfD’nin İslamlaşması olarak adlandırılabilecek süreçtir. AfD’nin daha radikal kesimleri (en başta doğu Almanya) son zamanlarda Müslümanlara ve Türklere gösterişli şekilde yakınlaşmaktadır. Ve bu eğilim o kadar etkili ki, daha ılımlı olan Kuzey Ren-Vestfalya eyaletindeki (NRW) AfD üyeleri bile onları dikkate almak zorunda kalıyor. ‘İslam kucaklayıcıları’ olarak adlandırılan grubun parti içinde ne kadar güçlü olduğunu tahmin etmek zor. Partiden ayrılan eski NRW eyalet başkanı Marcus Pretzell, ülke çapındaki üyelerin yaklaşık %60’ının bu gruba mensup olduğunu tahmin ederken öte yandan NRW parlamento grubu ‘kucaklayıcıların’ ülke çapında yalnızca bir azınlık olduğunu iddia ediyor.
Ancak AfD’nin Avrupa seçimlerindeki baş adayı ve Björn Höcke’nin yardımcısı Maximilian Krah’ın sürekli olarak ‘Türklerin AfD’ye oy vermesi gerektiğini’ söylemesi dikkat çekiyor. Krah aynı zamanda Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı da övüyor: “Erdoğan düşman değil, sicili etkileyici.” Ve İslam’ı eleştirip İslamcılar tarafından zulmedilen yazar Salman Rüşdi’nin kısa süre önce Alman Kitap Yayımcıları Birliği tarafından Barış Ödülü ile onurlandırılmasına karşı çıkıyor. ‘Sol-liberal sosyetenin, İslam dünyasını aşağılamak istediğini’ iddia ediyor.
‘Diğer Ali’ler’ hoş karşılanıyor
Saksonya-Anhalt eyaleti parlamento grubunun başkan yardımcısı Hans-Thomas Tillschneider, İslamcı bir YouTube programına bile konuk oldu. Tillschneider, AfD’nin önceki yıllardaki İslam’a yönelik eleştirilerini reddetti, bazı Müslümanların AfD’ye yakınlık duyduğunu vurguladı ve ‘Alman İslamı’nın mümkün olduğunu ilan etti.
AfD gençlik örgütünün başkan yardımcısı Nils Hartwig ve eski lideri Marvin Neumann gibi ruhen aynı fikirde olanlar, bu İslam dostu rotayı doğrudan Utlu’dan yola çıkarak yorumluyorlar. Hartwig X’te, ‘AfD’nin kuir bir Türk’ün evi olmadığını’ yazdı. Neumann ise ‘AfD’ye zaten oy veren Ali’ler olduğunu ve onların Utlu’nun her gün karşı çıktığı insanlar olduğunu’ ifade etti. Görünüşe göre bunun arkasında, İslam’ı ve Erdoğan’ı eleştiren ve Batılı değerler için mücadele eden bir eşcinselin Türk milliyetçisi ve geleneksel Müslüman seçmenleri korkutabileceği endişesi yatıyor. Şimdiye kadar İslam’ı bu kadar eleştiren bir partiden böyle bir kaygıyı kim beklerdi?
Batı aşıklarından direniş
Ancak NRW ya da Hamburg gibi eyaletlerde AfD içinde Enxhi Seli-Zacharias gibi Batılı özgürlük aşığı gelenekçiler de var. NRW Eyalet Parlamentosu’nun Arnavut kökenli grup başkanvekili, Krah ile açıkça ters düşerek ‘Rüşdi’nin onlarca yıldır İslamcılar tarafından zulüm ve saldırıya uğradığını ve ifade özgürlüğü için verdiği mücadeleden dolayı onurlandırılmayı hak ettiğini’ vurgulamış, hatta “AfD İslam’ı eleştirmeyi bırakırsa ben de istifa ederim,” tehdidinde bulunmuştu. Ancak Seli-Zacharias yalnız değil, NRW eyalet başkanı Vincentz tarafından destekleniyor ve o da federal başkan Alice Weidel tarafından destekleniyor. Müslüman seçmenlerle nasıl başa çıkılacağı konusunda parti içinde tartışmalar hala sürüyor.
Sonuç olarak tam bir rota değişikliği söz konusu değildir. Bunu başka bir olgu daha kanıtlamaktadır: Partinin özellikle daha radikal kesimleri, Almanya’daki Müslümanların sayısını önemli ölçüde azaltma planlarına sadık kalmaya devam ediyor ve bu genellikle ‘milyonlarca yeniden göç’ olarak adlandırılıyor. Bu geniş çapta belgelenen hedeften vazgeçtiklerini gösteren şimdiye kadar hiçbir şey yok.
Almanya’da ‘Bozkurtlar ve Erdoğan destekçileriyle’ omuz omuza olmak mı?
İslam eleştirmeni, AfD destekçisi, Alman-Yezidi ve blog yazarı Ronai Chaker’in korktuğu gibi pratikte gerçekten ‘Erdoğan destekçileri ve Bozkurtlarla güçlerini birleştirmeye çalıştıkları’ da henüz kanıtlanmadı. Bu, AfD’nin İslam ve Türkiye yanlısı duruşunun şimdilik daha çok seçimlerde birkaç oy daha kazanmak için bir sahne olarak sınıflandırılması gerektiği anlamına geliyor.
Ancak akılda kalıcı ‘Batı ve geleneksel İslam’ ikileminin terk edilmesi, var olan seçmenin oylarına mal olabilir. AfD’nin önemli bir kısmının söylemini Müslüman-Türk azınlık seçmenlere bu kadar güçlü bir şekilde uyarlaması gerçek AfD terminolojisinde, en azından partinin halkla ilişkilerinde kademeli bir İslamlaşma olarak tanımlanabilir.
Ali Utlu’nun üyelik başvurusu reddedilirse, pek çok kişi Erdoğan’ın beşinci kolunun etkili olup olmadığını sorgulayacak. Höcke’ler, Krah’lar ve Hartwig’ler bunu gerçekten istiyor mu?

Katar’ın lobicisi damat

Alman hükümeti bütçe açığının nasıl kapatılacağı konusunda anlaşamıyor

FT: Sosyal medya platformu X, KOBİ’lerin ilgisini çekmeyi amaçlıyor

Hindistan’da Modi’nin partisi üç eyalette zafer kazandı: Ulusal seçimlere nasıl yansıyacak?

Bir Filistinlinin gözünden Gazze’nin tünelleri ve rehineler
Çok Okunanlar
-
AMERİKA5 gün önce
Kısa Kissinger portresi: Akıllı, gerçekçi, gaddar
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Batı aklının ‘büyülü kurbanı’ Ukrayna
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Filistin’in geleceği – 1
-
GÖRÜŞ6 gün önce
Filistin’in geleceği – 2
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Foreign Affairs Ukrayna konusunda ne diyor, neden diyor?
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
John Mearsheimer yazdı: Yeni bir savaş, yeni bir yenilgi
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Ekonomi ve hükümet: Arjantin’in yeni devlet başkanı Javier Milei ne öneriyor?
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Napoléon Efsanesi