Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

“Ateşkes, İsrail’in Gazze’deki başarısızlığının sonucu”

Yayınlanma

İsrail’in 7 Ekim’de Hamas’ı yok etme hedefiyle başlattığı Gazze’ye yönelik saldırılarda ana hedefine ulaşamasa da Gazze’yi yok etme yolunda önemli adımlar attı. 7 Ekim’den bu yana devam eden savaştaki ilk geçici ateşkesin yarın yürürlüğe girmesi bekleniyor. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale rehine takası anlaşmasına giden süreci açıklıyor. Her ne kadar zor olsa da ateşkesin kalıcı olma potansiyeli olduğuna dikkat çekiyor: “Mahkumların ailelerine teslim edildiği görüntülerin eşlik ettiği bir ateşkes, katliama müzakere yoluyla bir son verilmesi için hem İsrail içinde hem de uluslararası kamuoyunda bir ivme yaratabilir.”

***

Bu Ateşkes İsrail’in Gazze’ye Açtığı Savaşın Başarısızlığını Yansıtıyor

İsrail binlerce kişiyi katletti ama Hamas’ı yok etme hedefi her zamanki gibi uzak bir ihtimal olarak duruyor. Gerçeklerle yüzleşmeli ve bu ateşkesi kalıcı bir barışa doğru ilerlemek için kullanmalı.

MOHAMMAD ALSAAFIN

İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşının 46. gününde bir umut ışığı belirdi. Çarşamba günü erken saatlerde İsrail hükümeti Hamas ile geçici ateşkes ve rehine takası anlaşmasını resmen onayladı. İsrail hapishanelerinde tutulan 150 Filistinli kadın ve çocuğa karşılık 50 İsrailli kadın ve çocuk serbest bırakılacak. Bu serbest bırakmalar sırasında dört günlük bir ateşkes uygulanacak ve daha fazla kişinin serbest bırakılması halinde ateşkes uzatılabilecek. Bu süre zarfında yardım, ilaç, gıda ve yakıt taşıyan yüzlerce kamyon Gazze’ye girecek ve haftalardır ulaşılamayan bölgeler de dahil Gazze Şeridi’nin her yerine mallarını dağıtmalarına izin verilecek.

Anlaşma, hem İsrail hem de Gazze’deki yüzlerce İsrailli ve Filistinli esiri ailelerine kavuşturacak. Her şeyden önemlisi, Gazze halkına, dünyanın on yıllardır gördüğü en yoğun ve ayrım gözetmeyen bombardımanlara karşı en azından birkaç gün nefes aldıracak.

Kısa bir süre önce ABD ve İsrail’in Gazze’ye yönelik çeşitli savaş sonrası planlarının, her iki hükümetin de bizi bu noktaya neyin getirdiğini anlamadaki başarısızlığını yansıttığını yazmıştım. Şimdi de bu yeni anlaşma tüm bu savaşın başarısızlığını yansıtıyor.

Bu kâbus gibi savaşta ölenlerin sayısı şu anda tam olarak bilinmiyor. İsrail 7 Ekim’de öldürüldüğünü söylediği insan sayısını bin 400’den bin 200’e indirirken, Gazze’deki Filistin Sağlık Bakanlığı, İsrail ordusunun başta sayımın büyük kısmının yapıldığı Şifa Hastanesi olmak üzere Gazze’deki hastanelere yönelik saldırılarını artırmasından bu yana sayılarını güncelleyemedi. (Associated Press’e göre, Batı Şeria’daki sağlık yetkilileri Gazze’deki ölümlerle ilgili kendi listelerini yayınlıyorlar, ancak sayılarının ne kadar doğru olduğu belli değil). Listelerin güncellenmesi durdurulduğunda Gazze’de her 200 kişiden 1’inin öldüğü tahmin ediliyordu. Bu sayının şu anda çok daha yüksek olduğu ve binlerce kişinin enkaz altında kayıp olduğu düşünülüyor.

Bu binlerce kişi ölmek zorunda değildi, sadece İsrail sivilleri hedef almaktan kaçınabileceği için değil, ki bunu yapmayı açıkça reddetti, aynı zamanda çarşamba günü açıklanan anlaşmanın ana hatları haftalardır masada olduğu için. Washington Post 26 Ekim’de Hamas lideri Ali Baraka’nın Hamas’ın teklifini açıklarken söylediklerini aktardı: Beş günlük ateşkes karşılığında yabancı rehinelerin serbest bırakılması, ardından İsrail hapishanelerinde tutulan Filistinli kadın ve çocuklara karşılık İsrailli kadın ve çocukların serbest bırakılması ve Gazze’ye yardım akışı. Baraka Post’a yaptığı açıklamada “Hepsinin gitmesine izin vermeye hazırız” dedi.

Aynı gün, İsrail ve Hamas arasındaki müzakereleri yürüten Katarlı yetkili, Gazze’deki durumun daha da kötüleşmesi halinde yakın zamanda varılması muhtemel bir anlaşmanın raydan çıkabileceği uyarısında bulundu. Bundan 24 saat sonra İsrail Gazze’de telekomünikasyonu kesti ve hava saldırılarını yoğunlaştırdı; önümüzdeki birkaç hafta içinde İsrail’in tırmandırdığı bu gerilim, filizlenmekte olan bir anlaşmayı sekteye uğratacak tek olay olmayacaktı.

İsrail hükümeti Filistinlilerin hayatlarını hiçe saydığını açıkça ortaya koydu, ancak uzlaşmazlığı bu süre zarfında öldürülen düzinelerce İsrail askerinin yanı sıra İsrail bombaları altında öldüğüne inanılan bilinmeyen sayıda rehinenin hayatına da mal oldu.

Bu arada Başkan Biden anlaşmanın açıklanmasının ardından yaptığı açıklamada, Hamas’ın elindeki Amerikan vatandaşlarının geri dönmesinden daha ‘yüksek bir önceliği’ olmadığını iddia etti. Ancak ABD Başkanı, İsrail üzerindeki benzersiz nüfuzunu kullanarak Amerikalı rehineleri evlerine döndürecek bir anlaşmaya öncelik vermek yerine, İsrail’e Gazze’deki yıkımını genişletmesi için zaman kazandırmakla daha çok ilgileniyor gibi görünüyordu.

Bu savaşın mutlak başarısızlığını özetleyen bir şey varsa o da budur. Gazze’yi dümdüz etmeye yönelik soykırımcı çağrılar ve İsrail ordusunun Hamas’ı yok edene kadar durmayacağına dair kibirli iddialar arasında, intikam ve yıkımdan başka bir strateji ve plan olmadığı açıktı. Son 6 hafta içinde çok şey söylendi ve yazıldı; çok az şey İsrail ordu sözcüsünün “isabete değil hasara önem verildiği” itirafı ya da yedek tümgeneral Giora Eiland’ın “Gazze hiçbir insanın var olamayacağı bir yere dönüşecek” sözü kadar anlamlı oldu.

Bu ifadelerin doğasında var olan vahşet gerçekleşmiştir. Bir zamanlar bir milyondan fazla insana ev sahipliği yapan kuzey Gazze’nin tüm bölgeleri bombalanarak yerle bir edildi. Orada sadece tek bir işleyen hastane kaldı. Gazze’deki üniversitelerin neredeyse tamamı yok edildi. Bölgede 200’den fazla tıp uzmanı ve gazeteci öldürülmüşken, doktor ve muhabir kadrosu nasıl doldurulacak? Gazze’deki öğrenciler eğitimlerine ne zaman devam edebilecek? MRI veya kemoterapiye ihtiyaç duyan hastalar nasıl tedavi görebilecek? Evlerinden bombalanarak çıkarılan on binlerce insan şimdi nerede yaşayacak?

Bu acil sorular bile erken görünüyor. Çünkü ateşkesin Gazze’deki insanlar için anlamı çok daha temel. Altı haftadır ilk kez Filistinliler sıradakinin kim olacağı endişesine kapılmadan ölülerinin yasını tutabilecekler. Haftalardır sokaklarda çürümekte olan cesetler toplanabilir, nihayet bir cenaze töreninin saygınlığı verilebilir. İnsanlar aileleri için yiyecek ve su bulabilir. Yıkılan evlerin altında kaybolan tahmini 6 bin kişi kurtarılabilir. Sevdikleri, aralarında kimin hâlâ hayatta olduğunu nihayet teyit edebilir. Ve İsrail’in kuzey Gazze’den çıkan yollara yönelik sürekli bombardımanını geçici olarak durdurmasıyla, daha fazla aile en azından şimdilik savaş bölgesinin kalbi olan yerden uzaklaşabilir.

Buna karşılık Gazze’yi yaşanmaz hale getirmeye odaklanmak İsrail’i Hamas’ı yok etme hedefine yaklaştırmadı. Siyasi analist Muin Rabbani savaş alanındaki gerçekliği şöyle ifade ediyor “Sahadaki duruma bakılırsa Hamas askeri bir güç olarak önemli ölçüde geriletilmiş değil. Komuta ve kontrol sağlam, İsrail’in kayıpları artıyor, roket saldırıları, pusular ve benzerleri her gün devam ediyor ve Gazze Şeridi’nin askeri savunmasında yer almayan parlamento başkanı Ahmed Bahr dışında hiçbir üst düzey lider suikasta kurban gitmedi” diyor.

İsrail’in (ve ABD’nin) bunca zamandır Hamas’la müzakere ediyor olması, Hamas’ın bir örgüt olarak hâlâ sağlam olduğunu gösteriyor. Rabbani’nin de belirttiği gibi, yardım girişini anlaşmanın bir hükmü haline getirmekle “Hamas bir hamlede insani yardım konusunda, ABD’nin geçen ay boyunca yaptığı çok övülen “müzakerelerden” kat be kat daha fazlasını elde etti.”

Dahası, bu anlaşmanın Hamas’ın en değerli gördüğü rehinelerden İsrail askerlerinin ya da erkeklerin serbest bırakılmasını kapsamadığı görülüyor. Hamas’ın elinde hâlâ çok sayıda koz var ve savaşı ve Gazze’ye yönelik 17 yıllık kuşatmayı sona erdirmek ve İsrail hapishanelerindeki binlerce Filistinli mahkûmu evlerine döndürmek için bu kozu kullanmaya çalışacaktır.

İsrail ve ABD Hamas’ı önemli ölçüde geriletmiş gibi görünmese de Batılı liberal değerler kavramnı önemli ölçüde geriletmekten fazlasını yaptılar. Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsü John Kirby’nin ABD’nin İsrail için “kırmızı çizgiler çizmediğini” söylemesi ile İsrail’in, uluslararası hukuku hiçe sayan hastanelere ve sığınak olarak kullanılan BM okullarına yönelik sürekli saldırıları arasında doğrudan bir ilişki var. Biden’ın Vladimir Putin ile Hamas arasında paralellik kurmaya yönelik tuhaf girişimleri, dünyanın geri kalanının gördüğü ikiyüzlülüğü ayyuka çıkarmaktan başka bir işe yaramadı; işgal sadece ABD’nin rakipleri tarafından yapıldığında kötü bir şeymiş gibi duruyor.

Bir G7 diplomatının bu savaşın ilk günlerinde Financial Times’a söylediği gibi, “[Ukrayna konusunda] Küresel Güney ile yaptığımız tüm çalışmalar kayboldu… Kuralları unutun, dünya düzenini unutun. Bizi bir daha asla dinlemeyecekler.”

Bu noktada, İsrail ile Hamas arasındaki ateşkesin geçici olduğunu hatırlamakta fayda var. Ancak ateşkesin kalıcı olma potansiyeli İsrail’in bu anlaşmayı haftalarca sürüncemede bırakmasının nedeni olabilir. Mahkumların ailelerine teslim edildiği görüntülerin eşlik ettiği bir ateşkes, katliama müzakere yoluyla bir son verilmesi için hem İsrail içinde hem de uluslararası kamuoyunda bir ivme yaratabilir. Bu muhtemelen İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın mümkün olduğunca geciktirmek istediği bir şey çünkü 7 Ekim Hamas saldırısı onların gözetiminde gerçekleşti. Çatışmalarda uzun süreli bir durgunluk, hesap vermek zorunda kalma olasılıklarını artıracaktır.

Savaşın duraksaması aynı zamanda İsrail’in uluslararası destekçilerinin, birçoğu ateşkesten yana olan halklarının arzularını yansıtacak iradeyi bulabilecekleri anlamına da gelecektir. Kamuoyu yoklamaları ABD’de bile durumun böyle olduğunu gösteriyor. Politico’nun haberine göre Biden yönetimi ateşkesin gazetecilere “Gazze’ye daha geniş erişim ve oradaki yıkımı daha fazla aydınlatma ve kamuoyunu İsrail’e yöneltme fırsatı” vereceğinden endişe ediyor. İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze’de 46 Filistinli gazeteciyi öldürdüğü düşünüldüğünde bu endişe özellikle zalimce geliyor.

Elbette kamuoyu tek başına özellikle de ABD silahları onu desteklemeye devam ettikçe İsrail savaş makinesini durdurmaya yetmeyecek. Netanyahu ve Gallant daha şimdiden çatışmaların yeniden başlayacağı sözünü veriyor. Bombardıman yeniden başlarsa, bu Gazze’nin sivil nüfusunu yok edecek, Hamas’ı dağıtmayacak ve İsrailli rehinelerin serbest bırakılmasıyla sonuçlanmayacak tutarsız bir politikanın devamı olacak.

Hamas 7 Ekim saldırısını gerçekleştirdiğinde kuşatma ve çevreleme statükosunu kırmaya çalıştı. İsrail’in üstün askeri gücü Gazze’de her mahalleyi harabeye çevirmeye devam edebilir ama daha iyi bir gelecek için umut varsa düşmanlar arasında bile siyasi angajman olmalı. Ateşkes ve rehine takası sadece bir başlangıç, ancak bize bunun mümkün olduğunu gösteriyor.

ORTADOĞU

Suudi Arabistan’da ‘ahlaka aykırı eylemlere’ karşı sert önlemler alınıyor

Yayınlanma

Financial Times’ta (FT) yer alan habere göre Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın talimatıyla ülkede “ahlaka aykırı eylemler”le mücadele etmek amacıyla özel bir birim kuruldu; fuhuş ve dilencilik suçlamalarıyla 50’den fazla kişi gözaltına alındı.

İçişleri Bakanlığı bünyesinde “toplumsal güvenlik ve insan kaçakçılığı” ile mücadele amacıyla kurulan birim, 11 kadını fuhuş suçlamasıyla tutukladı. Bunun yanı sıra, masaj salonlarında “ahlaka aykırı eylemlerde” bulunduğu öne sürülen ve kadınlar ile çocukları sokaklarda dilenmeye zorlayan onlarca yabancı da gözaltına alındı.

Bu adım, geçmişte Suudi Arabistan’da katı ahlaki kuralları ve cinsiyet ayrımını sert bir şekilde uygulayan “Erdemi Teşvik ve Ahlaksızlığı Önleme Komitesi” ile karşılaştırılıyor. Prens Selman, 2016’da bu dini polis teşkilatının birçok yetkisini elinden almıştı.

Veliaht Prens Selman, son yıllarda ekonomiyi çeşitlendirme politikaları çerçevesinde sosyal ve dini kısıtlamaları gevşetmeye yönelik radikal adımlar attı. Konser ve sinema yasaklarını kaldıran reformlar yaptı. 2019’da “genel ahlak yasası” duyurulmuş olsa da bu yasa sıkı bir şekilde uygulanmadı.

Analistler, Suudi yetkililerin neden şimdi böyle bir baskı sürecine döndüğünün belirsiz olduğunu ifade ediyor. Ancak yarı resmi nitelikteki Okaz gazetesinin köşe yazarlarından Halid el-Süleyman, yeni kurulan toplumsal güvenlik biriminin, sosyal medyada ahlaki ve cinsel içerikli yasadışı faaliyetlerin reklamının yapılması da dahil, “ahlaka aykırı eylemlerde önemli bir artış” gözlemlenmesi nedeniyle kurulduğunu yazdı.

Süleyman, geçen ay kaleme aldığı yazıda “İslam’ın doğduğu yer olan ülkemizin özel bir dini ve sosyal kimliği var. Hiç kimse yüksek ahlaki ve sosyal değerlerin hâkim olduğu Suudi toplumunun imajını bozmamalı” diye yazdı.

Bazı Suudi sosyal medya kullanıcıları, toplumsal güvenlik biriminin, uzun sakallı memurların yer almadığı yeni bir dini polis gücü gibi hareket ettiğini öne sürerken, kamuoyunun bir kısmı ise kararı destekledi.

Suudi Arabistan’da turizm gibi yeni ekonomik faaliyetlerin artışı, toplumsal değişimler ve daha fazla yabancı işçinin ülkeye gelişiyle birlikte, uyuşturucu kullanımı ve fuhuş gibi suçların arttığına dair iddialar var.

İçişleri Bakanlığı geçen ay yaptığı açıklamada, yeni kurulan birimin “şeriat hukuku ve Suudi Arabistan’ın yasal sisteminin garanti altına aldığı temel hak ve özgürlükleri ihlal eden veya bireylerin onurunu zedeleyen suçlarla” mücadele edeceğini duyurdu.

Bazı uzmanlar, bu girişimin insan hakları kuruluşları ve Batılı güçlerden gelebilecek eleştirileri önlemek amacıyla bireylerin haklarını koruma çabası olarak sunulmuş olabileceğini belirtiyor.

Washington merkezli New Lines Institute’ta kıdemli araştırmacı olan Sultan Alamer, “Genellikle bu tür duyurular güvenlik çerçevesinde yapılırdı, ancak burada insan hakları söylemi ön plana çıkarılıyor” dedi.

Önümüzdeki yıllarda Suudi Arabistan, 2034 FIFA Dünya Kupası gibi büyük uluslararası etkinliklere ev sahipliği yapmaya hazırlanırken, yabancı yatırımcıları çekme çabalarını da sürdürecek. Ancak ülkenin aldığı bu yeni kararlar, Suudi Arabistan’daki reform süreçlerine yönelik şüpheler uyandırabilir.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Reuters: ABD, Lübnan Merkez Bankası başkanlığı için adaylarla görüşüyor

Yayınlanma

ABD, Hizbullah’ın mali kaynaklarını engelleme gerekçesiyle Lübnan Merkez Bankası başkanının seçimi sürecine müdahil oldu. Washington yönetiminin, Lübnan Merkez Bankası başkanlığı için bazı adaylarla görüştüğü iddia ediliyor.

Lübnan, beş yılı aşkın süredir devam eden ekonomik kriz nedeniyle büyük bir mali çöküş yaşarken, ABD’nin bölgedeki etkisini artırmaya yönelik hamleleri dikkat çekiyor. Üç Lübnanlı kaynak, bir Batılı diplomat ve Trump’ın ilk döneminde görev almış bir yetkiliye göre, Washington yönetimi, Lübnan Merkez Bankası başkanlığı için bazı adaylarla görüşüyor. Kaynaklar ABD’li yetkililerin adaylarla Washington’da ve Lübnan’daki ABD Büyükelçiliği’nde görüşmeler yaptığını söylüyor.

Lübnanlı kaynaklara göre ABD’li yetkililer, adaylara Lübnan bankacılık sistemi üzerinden “terörün finansmanıyla” nasıl mücadele edeceklerini ve Hizbullah’a karşı durup duramayacaklarını soruyor.

ABD’nin Hizbullah’ın Lübnan bankacılık sistemi üzerinden yasadışı finansmanını engellemeyi amaçladığı değerlendiriliyor. İsrail’in geçen yılki saldırılarında büyük kayıplar veren Hizbullah’ın Lübnan hükümeti üzerindeki etkisi azalmış durumda. Bu süreçte, ABD’nin desteklediği Joseph Avn, Lübnan Cumhurbaşkanı olarak seçilirken, Hizbullah’a doğrudan yer verilmeyen yeni bir hükümet göreve geldi. Yeni yönetimin şimdi ise aralarında Merkez Bankası başkanlığı da bulunan kritik atamaları yapması gerekiyor.

Trump yönetimi yetkilisi, bu görüşmelerin “olağan diplomatik temasların” bir parçası olduğunu iddia etti. Yetkili, ABD’nin Lübnan hükümetine adayların niteliklerine ilişkin net mesajlar verdiğini belirterek, “Kriterlerimiz net: Hizbullah bağlantısı olmayan ve yolsuzluğa bulaşmamış bir isim olmalı. Bu, ekonomik açıdan kritik bir konu” dedi.

Lübnanlı kaynaklara göre, Merkez Bankası başkanlığı için ciddi şekilde değerlendirilen isimler arasında eski bakan Kamil Ebu Süleyman, yatırım şirketi yöneticisi Firas Ebu Nasif, varlık yönetim firmalarının başındaki Filip Cabir ve Kerim Suveyd bulunuyor.

Yeni merkez bankası başkanı, Cumhurbaşkanı Joseph Avn ve Başbakan Nawaf Salam’ın öncelik olarak belirlediği ekonomik ve mali reformların yürütülmesinde kritik bir rol oynayacak.

Yeni hükümet, ülkeyi yeniden yapılandırmak amacıyla Uluslararası Para Fonu (IMF) ile müzakereleri sürdürmeyi hedefliyor. Ancak reformlar, IMF’den finansman sağlanması için temel şart olarak görülüyor. Batılı ülkeler ve Arap liderler de geçen yıl İsrail saldırılarıyla harap olan Lübnan’ın yeniden inşasına destek vermek için reformların gerçekleştirilmesini bir ön koşul olarak belirtiyor. Bu bağlamda, ABD’li yetkililerin merkez bankası başkanlığına aday isimler konusunda Suudi Arabistan ile görüşmeler yaptığı belirtiliyor.

Göreve gelecek yeni merkez bankası başkanı, Temmuz 2023’ten bu yana geçici olarak bankayı yöneten Vesim Mansuri’nin yerine geçecek. Mansuri, 30 yıl boyunca görevde kalan ve 2023’te skandallarla görevden ayrılan eski başkan Riyad Selame’nin yerine atanmıştı.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Netanyahu’nun kovacağını açıkladığı Şin-Bet Direktörü’ne Başsavcı kalkanı

Yayınlanma

ronen bar

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı görevden alacağını duyurdu. Muhalefetin tepki gösterdiği kararla ilgili İsrail Başsavcısı Gali Baharav-Miara, Netanyahu’nun, Bar’ı keyfi olarak görevden alamayacağını söyledi.

İsrail Başbakanlık Ofisinden yapılan açıklamaya göre, Başbakan Netanyahu, Bar ile görüştü ve görevine son verilmesi için bu hafta hükümete bir karar taslağı sunacağını söyledi. Bar’ın görevden alınmasının oylanacağı kabine toplantısının çarşamba yapılacağı kaydedildi.

Netanyahu yayımladığı video mesajda ise “Yedi cephede süren bir savaşın ortasındayız. Her zaman, ama özellikle de böylesine varoluşsal bir savaşta, Başbakan, Şin-Bet şefine tam güven duymalıdır” ifadelerini kullandı. Bar’a güvenmediğini dile getiren Netanyahu, görevden alma kararını süregelen ve zaman içinde büyüyen güvensizlikle gerekçelendirdi. Netanyahu, Şin-Bet’e güvense de Bar’ın görevden alınması kararının gerekli olduğunu savundu.

Ronen Bar, kendisini görevden alacağını bildiren Netanyahu’yu “kişisel” davranmakla suçladı.

İsrail devlet televizyonu Kan’ın haberine göre Bar, “Görevden alınmamın 7 Ekim’e dayanmadığı açıktır” dedi. Bar, “Kamu yararıyla çelişen kişisel bir güven görevi beklentisi yanlıştır” diyerek Netanyahu’yu “kişisel” davranmakla suçladı.

Şin-Bet’in başında 7 Ekim’de kendisinin bulunduğunu hatırlatan Bar, üzerine düşen sorumluluğu üstlendiğini ve bu sorumluluğu yerine getirme niyetinde olduğunu açıkça ifade ettiğini kaydetti. Bar, “Beni görevden almaktaki sebebin 7 Ekim olmadığı açıktır. Başbakan, kararın aramızda süregelen bir güven eksikliği olduğu iddiasından kaynaklandığını açıkladı” ifadelerini kullandı.

Netanyahu’nun “kişisel” güven beklentisinin kamu yararıyla çeliştiğini söyleyen Bar, Şin-Bet’in 7 Ekim’e ilişkin istihbarat hatalarına ve iç süreçlere işaret eden kapsamlı bir soruşturma yürüttüğünü aktardı. Bar, “Soruşturma, örgütün uyarılarının siyasi kademe tarafından uzun süre ve kasıtlı olarak göz ardı edildiğini ortaya koymaktadır” dedi. Sadece ordu ve iç istihbarat teşkilatının değil, hükümet ve Netanyahu’nun da bu konuda sorgulanması gerektiğinin altını çizen Bar, bu konuda ısrarcı olduğunu dile getirdi.

Bar, yerine gelmesi muhtemel iki adayın en iyi şekilde hazırlanması için yükümlülüğünü yerine getireceğini kaydetti.

İsrail Başsavcısı Gali Baharav-Miara da Netanyahu’nun, Bar’ı keyfi olarak görevden alamayacağını açıkladı. Yedioth Ahronoth gazetesinin haberine göre, Başsavcı, Netanyahu’ya resmi bir mektup göndererek Bar’ın görevden alınmasının altında yatan gerekçeler ile yasal dayanakların hukuk müşavirinin dikkatine sunulması gerektiğini aktardı. Miara, Netanyahu’nun bu kararı alıp alamayacağına ilişkin yeterliliğinin soruşturulması gerektiğini vurguladı. Netanyahu’nun “kişisel güvensizlik” gerekçesine işaret eden Miara, konunun “olağanüstü hassasiyetine” ve “çıkar çatışmasına dönüşmesine” dikkati çekti.

Netanyahu, Bar’ı uzun süredir açık bir şekilde eleştiriyordu. İsrail basını ve muhalifler ise Netanyahu’nun 7 Ekim’in sorumluluğunu güvenlik birimlerine yıkmak istediğini söylüyor. 7 Ekim başarısızlığında hükümetin rolünün soruşturulmaması eski Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi’nin de istifa gerekçelerinden biriydi.

Son olarak Netanyahu, Bar’ı 7 Ekim 2023’teki başarısızlığının ardından kurumda reform yapmak için gerekli kararların alınmasını engellemek için bir kampanya yürütmekle suçlamış, Şin-Bet ise suçlamaları “tehlikeli” olarak nitelendirmişti.

Öte yandan, bazı gizli dosyalar basına sızdırılmıştı ve Netanyahu’nun danışmanlarının sanık sandalyesinde olduğu ve Katar’dan para alınması gibi bazı suçlamalara ilişkin soruşturmaları Şin-Bet yürütüyordu.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English