Avusturya’nın sağcı Özgürlük Partisi (FPÖ) çarşamba günü yaptığı açıklamada muhafazakâr Avusturya Halk Partisi (ÖVP) ile yürüttükleri koalisyon görüşmelerinin çöktüğünü duyurdu.
Görüşmelerin kesilmesi, FPÖ’nün, ÖVP’nin de kendisi için talep ettiği bir pozisyon olan içişleri bakanlığının kontrolünü ele geçirme konusundaki ısrarıyla bağlantılı görünüyor.
Öte yandan iki parti arasındaki daha derin ayrılıklar koalisyon görüşmelerinin tıkanmasına neden olmuş olabilir. Tarafların Rusya ile ilişkiler, AB ve iç güvenlik konularındaki görüş ayrılıkları bu hafta sonu müzakerelerin durumuna ilişkin 223 sayfalık bir belgenin araştırma dergisi Profil’e sızdırılmasıyla kamuoyuna yansıdı.
Belgeye göre FPÖ, Ukrayna’nın AB’ye katılım müzakerelerinin ve Avrupa Barış Fonu aracılığıyla Kiev’e askeri destek verilmesinin durdurulmasını talep ediyor.
Ayrıca Rusya’ya yönelik yaptırımların geri çekilmesini ve Avusturya hükümet binalarından AB bayraklarının kaldırılmasını talep ediyor.
Partinin yurt içindeki talepleri arasında, FPÖ’nün “önyargılı” olduğunu söylediği, çağdaş “aşırı sağcılığı” takip eden çalışmaları nedeniyle Avusturya’nın holokostla ilgili ana tarihi araştırma enstitüsünün fonunun kesilmesi de yer alıyor.
Bu arada ÖVP, Avusturya istihbarat teşkilatı ve polis güçlerinin kontrolünü elinde tutmakta ısrar etti fakat FPÖ bunu reddetti ve bu anlaşmazlık müzakerelerin çökmesine neden olan belirleyici konu haline geldi.
FPÖ, ÖVP’yi halkın iradesini engellemeye çalışmakla suçluyor ve güçlü bakanlıklar üzerinde talepte bulunmayı hak etmediğini söylüyor.
Yerel basında çıkan haberlere göre FPÖ, ÖVP’ye çarşamba günü saat 11:00’e kadar süre tanıyan bir ültimatom verdi. Tavizler karşılığında ÖVP dışişleri, ekonomi, altyapı ve savunma gibi kilit bakanlıkları alacaktı.
Avusturya gazetesi Der Standard’ın çarşamba günü öğleden sonra aktardığına göre FPÖ lideri Herbert Kickl, “Federal Cumhurbaşkanı Alexander Van der Bellen’e ÖVP ile koalisyon görüşmelerinin başarısız olduğunu ve bunun sonucunda hükümet kurma görevini iade ettiğini” bildirdi.
Viyana, geçtiğimiz eylül ayında yapılan parlamento seçimlerinden bu yana siyasi çıkmaz içinde. Seçimlerin galibi olarak ortaya çıkan Kickl’in FPÖ’sü, uzun süredir bir cordon sanitaire’e (güvenlik kordonu) tabi tutulmuştu.
FPÖ ile görüşmeden önce ÖVP, merkez sol SPÖ ve liberal NEOS ilk olarak siyasi merkezden bir koalisyon kurma girişiminde bulunmuştu. Bu girişim başarısız olmuş, dönemin Şansölyesi Karl Nehammer istifa etmiş ve ÖVP dikkatini sağa çevirerek FPÖ’yü ilk kez bir hükümete liderlik etmenin eşiğine getirmişti.
Özellikle ÖVP içerisindeki “iş dünyası yanlısı” kanadın, vergi indirimleri ve bürokrasinin azaltılması gibi konularda FPÖ ile ortak bir zeminde buluşabileceğini savunduğu bildiriliyordu.
Çarşamba günkü çöküşün ardından geriye iki seçenek kalmış gibi görünüyor: FPÖ’yü daha da güçlendirecek yeni seçimler ya da ÖVP, SPÖ ve NEOS’un dahil olduğu merkezden koalisyon görüşmeleri için yeni bir girişim.
FPÖ Genel Başkanı Christian Hafenecker çarşamba günü düzenlediği basın toplantısında “Şu anda tek dürüst çözüm yeni seçimlerdir. FPÖ artık sahte müzakerelerde yer almayacaktır,” diyerek erken seçim çağrısı yaptı.
Avrupa Birliği (AB) içerisinde devlet borcu en yüksek ülkelerin başını geçen Fransa, İtalya ve İspanya, Avrupa Komisyonu’nun borçlanma yoluyla silahlanma planına karşı çıkıyor.
Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen, içinde 150 milyar avroluk ucuz kredi ve AB mali kurallarının gevşetilmesinin de bulunduğu savunma paketini geçen haftalarda açıklamıştı.
POLITICO’ya konuşan bir AB yetkilisi, bazı ülkelerin, devlet borcunu çok daha yukarı seviyeye çekecek planının “uygulanabilirliğini, hatta ihtimalini dahi sorguladığını” aktardı.
Avrupa’nın güneyindeki ağır borçlu ülkeler bunun yerine savunma tahvili (Eurobond) olarak adlandırılan ve AB’nin sermaye piyasalarındaki ortak borçlanması yoluyla finanse edilen ve bloğun 27 ülkesi tarafından oybirliğiyle onaylanması gereken hibeler için taleplerini yükseltiyor.
Güneyli olmayan bir AB diplomatı da “savunma tahvillerinin önünü açabilecek bir fiyasko riski olduğunu” söyledi.
Fakat Leyen’in, mali yönden “muhafazakâr” olarak bilinen ve Almanya ile Hollanda’nın başını çektiği kuzey ülkelerinin itirazları nedeniyle bu fikri şimdiye kadar pek zorlamadığı belirtiliyor.
Hollanda Başbakanı Dick Schoof geçen hafta AB liderlerinin bir araya geldiği bir toplantının ardından, “Eurobond yok” demişti.
Üçüncü bir AB diplomatı ise güney ülkelerinin kredileri geri çevirmesinin mali açıdan muhafazakâr ülkeler arasında savunma tahvillerine olan desteği zayıflatacağının sinyalini verdi.
Mali açıdan muhafazakar bloktan gelen diplomat, “Eğer savunmanın ortak borçlanmayı haklı çıkaran varoluşsal bir sorun olduğunu iddia ediyorlarsa, o zaman önce borç almaları gerekir,” dedi.
Özellikle İtalya ve İspanya, AB mali kurallarından muaf tutulabilecek savunma harcamalarının tanımını genişletmek için bastırıyor. Madrid sınır kontrolü, siber güvenlik ve altyapı esnekliğinin de dahil edilmesini önerdi.
Fakat şu ana kadar ne Roma ne de Madrid acil durum maddesine başvurup başvurmayacaklarını teyit etmiş değil.
Bazı AB yetkilileri, Leyen’in haziran ayında yapılacak bir sonraki liderler zirvesi öncesinde savunma tahvilleri konusundaki tutumunu yumuşatması umuduyla oyalandıklarını düşünüyor.
Meloni geçen hafta gazetecilere verdiği demeçte, “[Karar vermek için] daha fazla zamanımız olmalı” dedi ve mekanizmayı harekete geçirmek için önerilen nisan ayının “biraz fazla yakın” olduğunu sözlerine ekledi.
Bu arada iki AB diplomatına göre Fransa bu maddeyi aktif hale getirmeyi planlamadığını belirtti. Borç/GSYİH oranı yüzde 110’un üzerinde olan Paris, piyasaları ürkütmekten ya da kredi notunu tehlikeye atmaktan çekiniyor.
Buna karşılık Almanya’nın 500 milyar avroluk devasa savunma harcamasını finanse etmek için bu maddeyi devreye sokması bekleniyor.
Fakat Danimarka ve Hollanda gibi üç A kredi notuna sahip diğer ülkeler gibi Berlin’in de kendi başına daha ucuza toplayabileceği Komisyon kredilerini kabul etmesi pek olası değil.
Üst düzey bir AB diplomatı, AB’nin 27 ülkesi arasındaki bölünmüşlüğün “piyasa algısı üzerinde olumsuz olabilecek bir fark yarattığını” söyledi.
Kaynak, “Eğer herkes aynı anda [talepte bulunmazsa], ne kadar harcayabileceğinize dair sınırı piyasa belirleyecektir” diye ekledi.
Fakat mali açıdan muhafazakâr devletler bu argümana inanmıyor ve üçüncü AB diplomatı güney devletlerini “siyaset yapmakla” suçluyor.
Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde ABD’nin F-35 savaş uçağı programından olası bir çekilme tartışması gitgide ısınıyor.
Bunun arka planında jetin sadece ABD hükümetinin onayıyla kullanılabilmesi ve örneğin yedek parça ve yazılımla ilgili engelleyici hükümlerin F-35 ile askeri operasyonlarda ABD’ye bağımlılıktan kurtulmayı imkansız hale getirmesi yatıyor.
Berlin’de, özellikle eski ‘transatlantikçiler’, askeri bağımsızlık elde etmek için F-35 tedarik programından çekilmek için baskı yapıyorlar.
F-35 alım sözleşmesi Alman medyasına sızdırıldı
Geçtiğimiz hafta, Berlin’in Mart 2022’de tedarik etmeye karar verdiği 35 adet F-35 savaş uçağı için satın alma sözleşmesinin bir kopyası Alman Stern dergisine sızdırıldı.
8,3 milyar avroya mal olacak satın alma için çerçeve koşullarının ayrıntıları da böylece ortaya çıktı. Bu alım, katı kurallara tabi olan Yabancı Askeri Satışlar (FMS) sürecinin bir parçası olarak ele alınıyor. F-35 alım sözleşmesi Washington’a “ABD’nin ulusal çıkarlarının gerektirmesi halinde” başka bir bildirimde bulunmaksızın “ifayı tamamen ya da kısmen feshetme ya da askıya alma” yetkisi veriyor.
Bu da ABD’nin teslimat süresini ve teslimat miktarını istediği zaman tek taraflı olarak değiştirebileceği anlamına geliyor. FMS prosedüründe sözleşmeye dayalı cezalar genellikle öngörülmüyor; yasal başvuru yolu hariç tutuluyor.
Bir F-35 savaş uçağı teslim edildikten sonra, üzerinde başka değişiklik yapılmasına izin verilmiyor; yedek parçalar ve düzenli olarak gerekli yazılım güncellemeleri yalnızca ABD’li üretici Lockheed Martin’den temin ediliyor.
Satın alma sözleşmesinde ifadelere göre, “Müşteri, birlik bakım seviyesinin ötesinde onarım ve bakım çalışmaları yapma yetkisine sahip değildir.” Bu da Alman Hava Kuvvetleri’nin F-35’lerinin sadece ABD yönetimi istediği zaman uçacağını şimdiden garanti ediyor.
Yazılım gizliliği: ABD her zaman gözetliyor
Ayrıca F-35’in temel yazılımı da gizli tutuluyor. Bu nedenle jetin dışarıdan etkilenip etkilenemeyeceğini kontrol etmek imkansız fakat birçok kişi bunun mümkün olduğunu varsayıyor.
Operasyon sırasında ve özellikle de herhangi bir görev sırasında üretilen veriler toplanıyor ve daha sonra Amazon Web Services’de saklanıyor, böylece ABD yetkilileri tarafından kolayca erişilebilir hale geliyor.
Son olarak, ABD Dış Yardım Yasası, ABD’nin F-35’in “son kullanımını istediği zaman izlemesine” izin veriyor. Stern dergisine konuşan “iyi bilgilendirilmiş” bir kaynak, “Hedefler, rotalar, dolaylı olarak taktikler… ABD’li teknisyenler her zaman uçaktalar,” iddiasında bulunuyor.
İçeriden ‘istihbarat servisi bilgisi olan’ bir kişi de bunu dergiye açıkça doğrulayarak, “tüm görev planlamasının ABD’de izlendiğini” belirtiyor.
Bir güvenlik riski olarak ABD silahları
Geçen haftadan bu yana Avrupa’da, mümkünse F-35 jetlerinin tedarikinden kaçınılması ya da halihazırda bir sözleşme imzalanmışsa anlaşmadan çekilmesi yönündeki çağrılar giderek artıyor.
Bir yandan Trump yönetiminin Ukrayna’nın ABD uydu verilerini kullanmasını yasaklama kararı, diğer yandan Washington’un Danimarka’ya ait özerk Grönland bölgesini ele geçirme çabalarını sürdürmesi bu durumu tetikledi.
Örneğin Danimarkalı muhafazakâr milletvekili Rasmus Jarlov, X’te yaptığı açıklamada Danimarka’nın hava kuvvetleri için 27 adet F-35 jeti satın alma kararını desteklediği için şimdi pişman olduğunu belirtti.
Jarlov, “ABD’nin Danimarka’dan Grönland’ı talep ettiği ve silahlarımızı devre dışı bırakmakla tehdit ettiği bir durumu hayal edebiliyorum,” dedi.
O zaman Kopenhag artık kendini savunacak durumda olmayacağını, bu nedenle ABD silahlarını satın almanın “alamayacağımız bir güvenlik riski” olacağını savunan Jarlov, Danimarka’nın önümüzdeki yıllarda silahlanmaya büyük miktarlarda yatırım yapacağını ve mümkün olan her yerde Amerikan silahlarından kaçınması gerektiğini savundu.
F-35 programından çıkmayı hedefleyen NATO ülkeleri
Bazı NATO ülkeleri şimdi F-35’ten vazgeçmeyi düşünüyor. Örneğin Kanada, F-35 alımından çekilmeyi planlıyor, fakat önümüzdeki yılın başında teslim edilecek 16 savaş uçağı için şimdiden ödeme yaptı.
Savunma Bakanı Nuno Melo’ya göre, daha önce ABD savaş uçağını satın almayı planlayan Portekiz de fikrini değiştiriyor. Fransız Dassault Aviation şirketi şimdi Portekiz hükümetine Rafale jetleri tedarik etmeyi teklif etti.
Rafale, F-35 gibi beşinci nesil değil dördüncü nesil bir savaş uçağı; fakat daha ucuz ve herhangi bir ABD bileşeni gerektirmiyor, dolayısıyla ABD’den bağımsızlık sunuyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron 16 Mart’ta Avrupa ülkelerinin prensip olarak F-35’ten Rafale’e geçmesi gerektiğini savunmuştu; ayrıca yeni Fransız-İtalyan SAMP/T hava savunma sistemi, ABD Patriot hava savunma sisteminin yerine kullanılabilir.
Bir zorluk, Birleşik Krallık, Norveç, Hollanda, Belçika ve İtalya gibi bir dizi Avrupa NATO ülkesinin halihazırda F-35 jetlerine sahip olmasından kaynaklanıyor. Resmi olarak tarafsız olan İsviçre de dahil olmak üzere diğer pek çok ülke uçaklar için bağlayıcı siparişler vermiş durumda.
Almanya’da çatlak sesler artıyor
Almanya’da da çelişkili sesler yükseliyor. Özellikle de eski ‘transatlantikçiler’ F-35 tedarikine mesafeli yaklaşıyor.
Eski Airbus CEO’su ve şu anda etkili düşünce kuruluşu Alman Dış İlişkiler Konseyi (DGAP) Başkanı Thomas Enders geçen hafta “Kimsenin F-35’e ihtiyacı yok” dedi; Enders “bu yeni jeopolitik koşullar altında bunu iptal eden ilk kişi olacağını” da belirtti.
CDU dış politika uzmanı Roderich Kiesewetter de F-35 alım sözleşmesi gibi “ABD ile mevcut sözleşmelerin gözden geçirilmesi” çağrısında bulundu ve “Şimdi alternatifler aramak kesinlikle zorunludur,” dedi.
Savunma Bakanı Boris Pistorius ise F-35 alımına devam edilmesinden yana. Bunun için öne sürdüğü gerekçelerden biri, Alman Hava Kuvvetleri savaş uçaklarının savaş durumunda ABD nükleer bombalarını atabileceği nükleer paylaşım.
Gözlemciler, ABD nükleer bombalarının atılmasının zaten sadece Washington’dan gelen emirle mümkün olduğunu ve bu nedenle F-35’lerin sadece nükleer paylaşım için mevcut oldukları sürece ABD tarafından felç edilip edilemeyeceklerinin önemsiz olduğunu belirtiyor. Fakat nükleer paylaşımın da artık güvenli olmadığı düşünülüyor.
Berlin, F-35 için Washington’a yaklaşık 2,42 milyar dolar aktarmış ve ABD savaş uçaklarının konuşlandırılacağı Büchel Hava Üssünde maliyetli modifikasyonlara başlamıştı.
Pirelli’nin yönetim kurulu, Trump yönetiminin Pekin’in Amerikan varlıklarının mülkiyeti konusundaki ‘şahin’ tutumunun İtalyan lastik üreticisinin ABD’deki genişlemesini engelleyeceği endişesiyle en büyük yatırımcısı olan Çinli Sinochem’e hisselerini azaltması için baskı yapıyor.
Planlar hakkında bilgi sahibi kişilerin Financial Times’a (FT) aktardığına göre, Pirelli yönetimi çarşamba günü yapılacak bir yönetim kurulu toplantısında Çinli yatırımcıdan yüzde 37’lik hissesini derhal İtalyan hissedar Camfin’in yüzde 26,4’lük hissesinin altına indirmesini talep edecek.
Bu hamle, ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin politikalarına uyum sağlayan şirketlerin attığı sert adımları gösteriyor.
Pazartesi günü Koreli otomobil grubu Hyundai, ABD’de büyük yatırımlarını açıklayan en son uluslararası şirket oldu ve Trump’ın yerli üretimi artırmaya çalışırken ticaret politikalarının “çok güçlü bir şekilde işe yaradığının” kanıtı olduğunu söylediği 21 milyar dolarlık bir paketi açıkladı.
Planlar hakkında bilgi sahibi olan kişiler, Pirelli’nin önerdiği seçeneklerden birinin, Sinochem’in hisse geri alımı yoluyla hisselerini yüzde 25’in altına düşürmesi ve bazı hisselerin derhal piyasada yeniden satılması olduğunu söyledi.
Toplantıda Pirelli’nin de başkanı olan Jiao Jian tarafından temsil edilecek olan Sinochem’in öneriyi kabul edip etmeyeceği belli değil. Söz konusu kişiler, tarafların yönetim kurulu toplantısı öncesindeki hazırlık görüşmelerinde bir anlaşmaya varamadıklarını da sözlerine ekledi.
Pirelli’nin ABD’nin Georgia eyaletinde bir fabrikası bulunuyor fakat Kuzey Amerika pazarı için ürettiği lastiklerin çoğunu Meksika ve Güney Amerika’da üretiyor.
Şirket Trump’ın ticaret politikalarına ve ithal otomobillere yönelik yaklaşan gümrük vergisi tehdidine yanıt olarak, küresel gelirlerinin dörtte birini elde ettiği ABD’deki faaliyetlerini genişletmeye çalıştı.
Fakat konu hakkında bilgi sahibi olan kişilere göre lastik üreticisi, ABD’de genişleme planlarıyla ilgili son görüşmelerde dirençle karşılaştı. Bu kişiler, şirketin bu durumun en büyük hissedarının Çin devletine ait bir şirket olmasından kaynaklandığını düşündüğünü de sözlerine ekledi.
Formula 1 araçlarının kullandığı lastikleri tedarik eden Pirelli, lastik sensörleri tarafından toplanan bilgileri araçların sürüş komutlarına bağlayabilen tescilli bir teknolojiye de sahip. Söz konusu teknoloji ABD’de büyük talep görüyor ama Pirelli, Sinochem’in gruptaki hissesi nedeniyle potansiyel olarak kazançlı bir pazardan mahrum kalmaktan korkuyor.
ABD ocak ayında Çin’in otomatik sürüş sistemlerinin yanı sıra Bluetooth, WiFi ve uydu gibi araçlarla etkileşime giren donanım ve yazılımlara yönelik yasağı kesinleştirdi. Daha sonra Sinochem ile birleşen devlete ait ChemChina, ilk olarak 2015 yılında 7,7 milyar dolarlık bir anlaşmayla Pirelli’nin çoğunluk hissesini satın almıştı. İlk anlaşma kapsamında Çinli yatırımcı, İtalyan grubun günlük yönetimine, stratejisine veya atamalarına müdahale etmeyeceğini kabul etmişti.