Diplomasi
Çin’den yeni AUKUS planına ‘saatli bomba’ yorumu

ABD, İngiltere ve Avustralya, Çin’in Hint-Pasifik bölgesindeki etkisine karşı koymayı amaçlayan yeni bir nükleer enerjili denizaltı filosu oluşturma planlarının ayrıntılarını açıkladı.
ABD Başkanı Joe Biden, İngiltere Başbakanı Rishi Sunak ve Avustralya Başbakanı Anthony Albanese California eyaletinin San Diego kentinde bir araya geldi. Avustralya’nın nükleer denizaltıya sahip olması ve bu alanda teknoloji paylaşımı yapılmasını içeren AUKUS anlaşmasının detaylarının masaya yatırıldığı görüşme sonrasında liderler tarafından ortak bir yazılı açıklama yapıldı.
Açıklamada, AUKUS güvenlik diyaloğu kapsamında Avustralya’nın konvansiyonel silahlı, nükleer enerjiyle çalışan denizaltılar (SSN) edinmesi için benimsenen yol haritası duyuruldu. Bu kapsamda üç ülkenin ortak teknoloji kapasiteleriyle yeni nesil denizaltı olan SSN-AUKUS’un üretileceği kaydedilen açıklamada, Avustralya ve İngiltere’nin “geleceğin denizaltıları” olarak SSN-AUKUS’u kullanacakları belirtildi.
AUKUS paktı uyarınca Avustralya’nın, ilk nükleer enerjili denizaltılarını – en az üçünü – ABD’den alacağı kaydedildi. Müttefikler ayrıca İngiltere yapımı Rolls-Royce reaktörleri de dahil olmak üzere en son teknolojiyi kullanarak yeni bir filo oluşturmak için çalışacaklarını açıkladı.
ABD Başkanı Joe Biden, anlaşmanın bölgede barışı güçlendirmeyi amaçladığını ve Avustralya’nın nükleerden arındırılmış bir ülke olma taahhüdünü tehlikeye atmayacağını iddia etti ve denizaltıların “nükleer silahlı değil, nükleer enerjili” olacağını vurguladı.
‘Uzun menzilli saldırı özelliği’
Avustralya, Birleşik Krallık’tan sonra Washington’ın nükleer tahrik teknolojisini alan ikinci ülke oldu.
Yeni denizaltılar, ülkenin mevcut dizel motorlu filosundan daha uzak ve daha hızlı hareket edebilecek ve böylece Avustralya ilk kez “düşmanlara karşı” uzun menzilli saldırılar gerçekleştirebilecek.
Anlaşmaya göre, Avustralya donanması denizcileri, nükleer enerjiyle çalışan denizaltıların nasıl kullanılacağını öğrenmek için bu yıldan itibaren ABD ve İngiltere denizaltı üslerine gönderilecek.
ABD ve İngiltere’nin, 2027’de Avustralya donanma personelinin iş gücü, altyapısı ve düzenleyici sistemlerinin geliştirilmesini hızlandırmak için SSN’lerin Avustralya’ya ileriye dönük rotasyon planına başlanacağı vurgulanan açıklamada, 2030’ların başlarında, Kongre’nin onay vermesi halinde ABD’nin, Avustralya’ya 3 adet “Virginia” sınıfı denizaltı satmayı planladığı kaydedildi.
Joe Biden, ABD’nin denizaltı inşaat kapasitesini genişletmek ve mevcut nükleer enerjiyle çalışan Virginia sınıfı denizaltılarının bakımını iyileştirmek için 4,6 milyar dolar (3,7 milyar sterlin) sözü verdi.
ABD nükleer denizaltıları bu yıl Batı Avustralya’yı daha sık ziyaret ederken, İngiliz denizaltıları da 2026’dan itibaren liman ziyaretleri yapacak.
2027’den itibaren Perth üssü HMAS Stirling, Avustralya’nın deneyimini geliştirmek için İngiliz ve ABD nükleer enerjili denizaltılarının rotasyonel varlığına ev sahipliği yapacak.
AUKUS’un ardından Avustralya, “nükleer güce” ulaşmadan önce nükleer denizaltılara kavuşacak ilk ülke olarak kayıtlara geçecek.
245 milyar dolarlık maliyet
Avustralya Başbakanı Albanese ise, Canberra’ya 30 yılda 368 milyar A$’a (245 milyar $) mal olacak planın “Avustralya’nın savunma kabiliyetine tüm tarihindeki en büyük tek yatırım” olduğunu savundu.
Bu oran, Avustralya’nın savunma harcamalarını GSYİH’nın yüzde 2,5’ine çıkaracak.
Maliyetle ilgili Avustralya Hazine Bakanı Jim Chalmers, gazetecilere verdiği demeçte, “Avustralya bunu yapmamayı göze alamaz … konu ulusal güvenliğimiz ve ulusal ekonomimiz olduğunda her kuruşa değecek” dedi.
2021’de AUKUS ilan edildiğinde savunma bakanı olan muhalefet lideri Peter Dutton da, denizaltı anlaşmasını “ne olursa olsun” destekleyeceğini söyledi.
Sunak’tan ‘Çin’ vurgusu
Anlaşmayla ilgili konuşan Rishi Sunak, AUKUS ittifakının açıklanmasından bu yana geçen 18 ayda küresel istikrara yönelik zorlukların “yalnızca büyüdüğünü” söyledi.
Sunak, “Rusya’nın Ukrayna’yı yasa dışı işgali, Çin’in artan iddialılığı, İran ve Kuzey Kore’nin istikrarı bozan davranışları – hepsi tehlike, düzensizlik ve bölünme ile birlikte tanımlanmış bir dünya yaratma tehdidi oluşturuyor” dedi.
“Çin, bizimkilerden çok daha farklı değerleri olan bir ülke ve dünya düzenine meydan okuyor” diyen Sunak, “bu yüzden buna karşı tetikte olma; kendimizi, değerlerimizi ve çıkarlarımızı koruma hakkımız var” ifadelerini kullandı.
Sunak, ABD ziyaretinin bir parçası olarak, “düşman devletlerden gelen tehditlere karşı koymak” iddiasıyla önümüzdeki iki yıl içinde savunma harcamalarını yaklaşık 5 milyar sterlin (6 milyar dolar) artırma sözü verdi.
Çin: Barış ve istikrarı zedeleyen bariz bir eylem
Çin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliği bugün yaptığı açıklamada, nükleer denizaltı işbirliği planı ile ilgili, “ciddi nükleer silahlanma riskleri oluşturan, uluslararası silahların yayılmasını önleme sistemini baltalayan, silahlanma yarışını körükleyen ve bölgede barış ve istikrarı zedeleyen bariz bir eylem” ifadelerini kullandı.
“AUKUS’un ironisi, en yüksek nükleer silahların yayılmasını önleme standardını desteklediğini iddia eden iki nükleer silah devletinin, tonlarca silah seviyesinde zenginleştirilmiş uranyumu, nükleer silah olmayan bir devlete aktarması ve NPT’nin (Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması) hedefini ve amacını açıkça ihlal etmesidir” denilen açıklamada, üç ülke, NPT üyeleri olarak “yükümlülüklerini yerine getirmeye ve uluslararası toplumun taleplerine yanıt vermeye” çağırıldı.
‘Avustralya’nın egemenliğine zarar verir’
Konuyla ilgili Global Times’a konuşan Çinli uzmanlar, Avustralya’nın kendi barışı ve bölgenin barışına karşı “saatli bomba yerleştirdiğini” söyleyerek, Canberra’nın ABD’yi takip etmenin “pahalı hatasının” bedelini ödeyeceği konusunda uyardı.
Çinli askeri uzman Song Zhongping’e göre, anlaşma ile birlikte, “Avustralya’nın nükleer denizaltıları, ABD’nin küresel stratejik çıkarlarına hizmet eden ABD nükleer denizaltı filosunun fiili bir dalı olacak.”
Song, “Genel olarak ABD, Avustralya’yı Hint-Pasifik bölgesindeki cephe hattı askeri üssü haline getirmek ve faturayı müttefiklerinin ödemesine izin vermek istiyor, bu da en başta Avustralya’nın egemenliğine ve bağımsızlığına karşı bir kötülük” yorumunu yaptı ve Avustralya için en büyük güvenliğin “Çin ile ABD arasında taraf tutmamak” olduğuna dikkat çekti.
Doğu Çin Normal Üniversitesi Avustralya Çalışmaları Merkezi direktörü Chen Hong da, Global Times’a, ABD’nin Avustralya’ya nükleer enerjiyle çalışan denizaltılar sağlamasının olası amacının Avustralya’yı uzun menzilli saldırı kabiliyeti ile donatmak olduğunu söyledi.
Chen, “Bölgede barış ve istikrar için bir saatli bomba olur. Avustralya, sırf ABD baskısı yüzünden bölgesel güvenliği sabote eden kategoriye girmemeli” dedi.
Paris’ten Pekin hattına AUKUS tartışması
ABD ve İngiltere’nin teknoloji transferiyle Avustralya’nın nükleer enerjiyle çalışan denizaltı filosu oluşturmasını sağlamayı hedefleyen anlaşma, 16 Eylül 2021’de imzalanmıştı.
Avustralya, anlaşmanın bir parçası olarak Fransız gemi yapımcısı Naval Group ile 90 milyar dolarlık denizaltı programını resmen iptal etmişti. Fransa büyük tepki göstermiş ve ABD ve Avustralya’daki büyükelçilerini ‘istişare amaçlı’ geri çekmişti.
Diğer yandan anlaşmada Çin’in adı anılmasa da üç ülkenin “artan bölgesel güvenlik endişelerine” yaptıkları vurgu, işbirliğinin Pekin’in bölgedeki askeri gücünü dengelemeye yönelik bir pakt olduğu şeklinde yorumlanmıştı.
Çin, anlaşmaya tepki göstermiş, ittifakın bölgesel barış ve istikrara olduğu kadar nükleer silahların yayılmasına yönelik uluslararası çabalara zarar vereceğini vurgulamıştı.
ABD, Çin’i çevreleme politikasını hızlandırdıktan sonra, üç yönlü anlaşma yeniden odak noktasına geldi. Avustralya’ya ABD nükleer enerjili denizaltı teknolojisi sunacak olan anlaşma, Çin’e karşı savunma işbirliğini güçlendirmeyi amaçlıyor.
AUKUs yüzünden Paris ile siyasi sürtüşme yaşayan Avustralya, en büyük ticaret ortağı olan Çin ile de hassas bir diplomatik durumla karşı karşıya. Canberra’nın Pekin ile ticari bağlarını geliştirirken ABD ile askeri bağlarını güçlendirmeye devam edip edemeyeceği tartışma konusu.
Diplomasi
Eski CIA analisti Johnson: İsrail, ateşkes görüşmesini pusu kurmak için kullandı

Eski CIA yetkilisi Larry Johnson, ABD’nin İsrail’in İran’a yönelik saldırısından tamamen haberdar olduğunu ve bu konuda “hiçbir şey bilmiyorduk” şeklindeki açıklamaların “saçmalık” olduğunu belirtti. Johnson, İsrail’in ateşkes teklifi görüşmelerini üst düzey yetkililere pusu kurmak için kullandığını iddia ederek, ne İsrail’e ne de ABD’ye müzakerelerde güvenilemeyeceğini vurguladı.
Eski CIA yetkilisi Larry Johnson, İsrail’in İran’a yönelik saldırısının ABD’nin tam bilgisi ve iştirakiyle gerçekleştirildiğini belirterek, Washington’un saldırıdan haberi olmadığı yönündeki iddiaları “saçmalık” olarak nitelendirdi. Johnson, İsrail’in büyük bir başarıya ulaştığına dair çıkan haberlerin de gerçeği yansıtmadığını ifade etti.
Schiller Enstitüsü tarafından düzenlenen “Nükleer Savaşa Giden Yolu Reddetmeliyiz” başlıklı çevrim içi panelde değerlendirmelerde bulunan Johnson, İran’ın hava savunma sistemlerinin başarısız olduğu ve İsrail’in büyük bir zafer kazandığı yönündeki haberlerin doğru olmadığını kaydetti.
Bu durumu, Ukrayna’nın Rusya’ya yönelik saldırılarında ilk başta büyük hasar verildiği yönünde çıkan ancak daha sonra hasarın sınırlı olduğunun anlaşıldığı olaylara benzeten Johnson, “Bu yüzden başlangıçta görünen kadar kötü değildi,” değerlendirmesinde bulundu.
‘Trump, İranlı yetkililerin ölümünü kutluyor’
Saldırının ABD’nin tam bilgisi ve katılımıyla yapıldığını vurgulayan Johnson, Donald Trump’ın New York Post‘a verdiği demeçlere dikkat çekti. Johnson, Trump’ın, “İsrail’in saldıracağını biliyordum. Her şeyi biliyordum,” dediğini aktardı. Johnson ayrıca Trump’ın, “Son zamanlarda muhatap olduğumuz İran hükümet yetkililerinin çoğu artık öldü,” diyerek bu durumu kutladığını belirtti.
Johnson, ABD’nin saldırıdan haberi olmadığı yönündeki açıklamaları eleştirerek, “Amerika şu an bu oyunu oynuyor: ‘Bu konuda hiçbir şey bilmiyorduk.’ Trump aynı şeyi Putin’e de yaptı. Bu saçmalık,” ifadelerini kullandı.
‘İsrail, ateşkes görüşmesini pusu için kullandı’
Johnson, İsrail’in güvenilmez bir aktör olduğunu ve müzakereleri kötüye kullandığını iddia ederek şok edici bir suçlamada bulundu. Johnson, “Hassan Nasrallah öldü. Diğer üst düzey Hizbullahçılarla bir ateşkes teklifini görüşmek üzere bir aradaydı. Ve bu ateşkes teklifini, onları pusuya düşürmek için kullandılar. Burada ortaya çıkan bir davranış kalıbı var. İsrail’e hiçbir tür müzakerede güvenilemez. Ayrıca, ABD’ye de,” dedi.
‘ABD, ‘herkesi her yerde vurabiliriz’ mesajı verdi’
Çatışmanın hâlen devam ettiğini, füzelerin uçuştuğunu ve en az 10 farklı şehir ile nükleer tesislerin hedef alındığını belirten Johnson, medyanın yer altındaki nükleer ve füze tesislerinden bahsetmediğini söyledi.
Johnson, bu saldırıyla ABD’nin dünyaya bir mesaj verdiğini ifade ederek, “Amerika şimdi başarılı bir ilke oluşturdu: ‘Herkesi, her yerde, sahip olduğumuz her şeyle vurabiliriz.’ Bu ilke ve mesaj gönderilmiştir,” diye konuştu. Johnson, sözlerini şöyle tamamladı:
“Özellikle Arap ve Müslüman dünyası bir araya gelip bununla yüzleşmez ve bir strateji çizmeye başlamazsa, bu durum devam edecektir.”
Diplomasi
Bhadrakumar: Asıl sorun İran’ın nükleer programı değil, İsrail’in bölgedeki hakimiyeti

Eski Hint diplomat M.K. Bhadrakumar, İran ile yaşanan krizin nükleer silahlanma meselesi olmadığını, asıl sorunun İsrail’in ABD ve Avrupa destekli bölgesel hakimiyetini sürdürme çabası olduğunu belirtti. Bhadrakumar, İran’ın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’ndan (NPT) ayrılmaya zorlanmasının en büyük tehlike olacağını vurgulayarak, diplomasi için hâlâ bir yol olduğuna inandığını söyledi.
Hindistan’ın eski diplomatlarından M.K. Bhadrakumar, İran ile İsrail arasında yaşanan gerilimin temelinde, Tahran’ın nükleer silah geliştirme ihtimalinin değil, İsrail’in bölgesel hakimiyetini sürdürme arzusunun yattığını ifade etti.
30 yıllık diplomatik kariyeri boyunca İran ile yakın temaslarda bulunduğunu belirten Bhadrakumar, en büyük korkusunun, İran’ın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nı (NPT) terk etmeye zorlanması olduğunu dile getirdi.
‘Asıl sorun İsrail’in bölgedeki hakimiyeti’
Schiller Enstitüsü tarafından düzenlenen “Nükleer Savaşa Giden Yolu Reddetmeliyiz” başlıklı çevrim içi panelde konuşan Bhadrakumar, mevcut durumun İran’ın nükleer programından kaynaklandığına inanmadığını belirterek, “Bu bütün sorun burada. Aslında bu, İran’ın nükleer silahlar yarattığına inanmadım. Sonuç olarak, bugün biz neredeyiz? İsrail’in güvenliği hakkında. İsrail dünyanın büyük bir silah kuvvetidir. Dünyanın en büyük silah devletidir ve bu pozisyon, ABD ve Avrupa hükümetlerinin birleşikliğiyle sağlanmıştır,” değerlendirmesinde bulundu.
İran’ın NPT’ye taraf olduğunu ve uluslararası denetimlere açık olduğunu hatırlatan Bhadrakumar, sorunun jeopolitik olduğunu vurguladı. Bhadrakumar, “Sorun, jeopolitik olarak İsrail’in Orta Doğu bölgesinin sürekli domine edilmesi yolunu açmasıdır. Bence bu kriz için ayrıca şiddetli bir sorumluluk var,” dedi.
‘İran’ı NPT’den çıkmaya zorlamak en büyük tehlike’
2015 yılında imzalanan ve Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak bilinen nükleer anlaşmaya dikkat çeken Bhadrakumar, İran’ın bu anlaşma kapsamında nükleer programını ciddi şekilde sınırlandırdığını ve kapsamlı denetimlere izin verdiğini söyledi.
Bhadrakumar, “Benim büyük korkum, İran’ın NPT’yi bırakmak için bir adım atabileceğidir. Bu benim en büyük sorunumdur,” ifadelerini kullandı.
30 yıl boyunca İranlı siyasi elitlerle iletişimde olduğunu aktaran Bhadrakumar, “İran’ın nükleer yetenekleri hakkında haklarından vazgeçeceğine dair çok az olasılık görüyorum. Bu şanssızlık bugünlerde bile tekrar edilmiştir,” diye konuştu.
‘Bölgedeki hareketler İran’ın icadı değil’
Bhadrakumar, Hamas ve Hizbullah gibi hareketlerin İran tarafından yaratılmadığını, bu yapıların bölgedeki çözülmemiş sorunların, özellikle de Filistin meselesinin doğal bir tezahürü olduğunu savundu. Bhadrakumar, konuyla ilgili şunları söyledi:
“Hamas, Hizbullah, bunların hepsi, bölgedeki doğal haklardan ve bölgenin sahip olduğu bir durumdan oluşan manifestasyonlardır. İran, paradoksal olarak bu grupların kendilerini ılımlılaştırması için etki edebilecek bir konumdadır ve eğer bir çözüm mümkün olacaksa tüm sorunlar için bir taraf olmalıdır.”
‘Diplomasi için hâlâ umut var’
Tüm olumsuzluklara rağmen diploması için hâlâ bir yol olduğuna inandığını belirten Bhadrakumar, Rusya’nın bölgedeki etkisine dikkat çekti. Rusya, Çin ve İran arasında Batı’ya karşı katı bir blok olduğu fikrini reddeden eski diplomat, bu ülkelerin kendi stratejik özerkliklerini koruduğunu belirtti.
Bhadrakumar, “Rusya’nın İran’da büyük bir nüfuzu var. Bu ülkeler kendi yollarındalar, stratejik otoritelerini kutladılar. Bu yüzden buna inanmıyorum. Ama aynı zamanda Rusya ve İran arasında bir birleşiklik var,” değerlendirmesini yaptı.
Son olarak Bhadrakumar, Rusya’nın geçmişte İran’ın uranyum zenginleştirme fazlasının kendi topraklarında depolanmasını içeren bir konsorsiyum önerdiğini hatırlatarak, bu tür çözümlerin hâlâ mümkün olabileceğini sözlerine ekledi.
Diplomasi
Çin arabuluculuk çabalarına devam ediyor: İsrail-İran krizinde “yapıcı rol” oynama talebi

Pekin, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarının olası sonuçları konusunda “ciddi endişelerini” dile getirdi ve tüm tarafları daha fazla tırmanmayı önlemeye çağırdı. Çinli analistler de Pekin’in taraflar arasında koordinasyon ve ateşkes arabuluculuğu konusunda potansiyelini vurguladı. Krizin çözümünde “yapıcı rol” oynayabileceğini söyleyen Çin arabuluculuk çabalarına devam ediyor.
Cuma günü düzenli basın brifinginde, Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Lin Jian, Çin’in İran’ın egemenliği, güvenliği ve toprak bütünlüğüne yönelik her türlü ihlale ve “gerginliği tırmandıran” eylemlere kararlılıkla karşı olduğunu söyledi.
Lin, “Bölgedeki ani gerginlik artışı kimseye fayda sağlamaz” dedi. “Çin, tüm tarafları, durumun daha da kötüleşmesini önlerken, bölgesel barış ve istikrarı teşvik edecek önlemler almaya çağırıyor” diye ekledi.
Lin, Çin’in krizi yatıştırmada “yapıcı bir rol” oynamaya hazır olduğunu da vurguladı.
İsrail, İran’ın nükleer programına ve ülke genelindeki diğer askeri hedeflere önleyici bir saldırı düzenlediğini ve saldırıların birkaç gün süreceğini açıkladı.
Saldırılar, iki ülke arasındaki uzun süredir devam eden gerginliğin, Orta Doğu’nun diğer güçlerinin de dahil olduğu bölgesel bir savaşa dönüşebileceği yönündeki endişeleri artırdı.
Çinli analistler, gelişmelerin gidişatının kısmen Washington’un atacağı adımlara bağlı olacağını, Pekin’in ise arabulucu rolünü üstlenme potansiyeli olduğunu belirtti. Çin arabuluculuk çabalarını daha önceki bölgesel krizlerde de dile getirmişti.
Lanzhou Üniversitesi Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Fakültesi profesörü Zhu Yongbiao, olayların nasıl gelişeceğini İran’ın itidalinin derecesine ve ABD’nin süreçteki rolüne bağlı olacağını söyledi.
South China Morning Post’a konuşan Zhu, “Özellikle, ABD’nin İsrail’e baskı yapmak için önlemler alıp almayacağı önemli. Şu anda ABD’nin durumun daha da tırmanmasını istemediği görülüyor” dedi.
Zhu, Pekin’in Washington ve Orta Doğu ülkeleriyle koordinasyon içinde veya Birleşmiş Milletler çatısı altında yapıcı bir rol oynayabileceğine inandığını söyledi.
Saldırı, Washington ve Tahran’ın pazar günü Umman’da İran’ın nükleer faaliyetleri konusunda altıncı tur müzakerelere başlaması planlanırken gerçekleşti.
Bir anlaşmaya varılması halinde, Washington’un İran’a uyguladığı bazı ağır ekonomik yaptırımları hafifletmesi ve Tahran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini önemli ölçüde azaltması söz konusuydu.
Geçen aydan bu yana Washington, İran ile nükleer müzakerelerde sıfırın üzerindeki her türlü zenginleştirmenin kabul edilemez olduğu yönünde daha sert bir tutum sergiledi, ancak Tahran sivil nükleer enerji programını sürdürme hakkını ısrarla savundu.
Şanghay Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nün Batı Asya ve Afrika Çalışmaları Merkezi’nde kıdemli araştırma görevlisi olan Li Weijian, mart ayında Pekin’de düzenlenen üçlü toplantıda vurgulanan Çin ve Rusya’nın İran’ın barışçıl nükleer enerji kullanımına verdiği desteğin, Tahran’ın ABD’nin taleplerini reddetme konusunda güvenini artırdığını kaydetti.
“Bu noktada, Çin’in bu sorunun çözümünde oynayacağı rol gelecekte daha da önemli hale gelecektir” diye ekledi.
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, ABD’nin İsrail’in İran’a yönelik saldırılarına karışmadığını savundu. Cuma günü yayınlanan bir açıklamada, “İsrail, bu eylemin kendini savunmak için gerekli olduğuna inandığını bize bildirdi” dedi.
Ancak İran Dışişleri Bakanlığı, İsrail saldırılarının “ABD ile koordinasyon ve onay olmadan gerçekleştirilemeyeceğini” belirterek Washington’u suçladı.
Quincy Institute for Responsible Statecraft’ın başkan yardımcısı Trita Parsi, İsrail saldırılarının Washington-Tahran görüşmelerini rayından çıkarabileceğini söyledi.
“Bu saldırıların etkisi şu ki, müzakereleri rayından çıkaracak, çok önemli zaman kaybedilecek ve İran’ın pozisyonu sertleşecek – tabii bu noktada diplomasi yeniden canlanabilirse. Bu muhtemelen İsrail’in istediği sonuçtur” dedi.
Parsi, “Trump’ın İran ile diplomasisi de en az İran’ın nükleer programı kadar hedefteydi” diye ekledi.
Şanghay’daki Li, bölgedeki mevcut gelişmelerin İsrail için “kriz hissini artırdığını” da sözlerine ekledi.
“Washington’un İsrail’e geçmişte güvendiği koşulsuz desteği artık sağlamaması ve hatta başlıca rakibi İran ile müzakereler yoluyla gerilimi azaltmaya çalışması, İsrail için olumsuz bir gelişme olacaktır” dedi.
Saldırıdan bir gün önce, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın yönetim kurulu, İran’ın nükleer güvenlik önlemlerine uymadığını ilan eden bir kararı kabul etti. Bu karar, yaklaşık 20 yıldır ilk kez alındı. Çin, Rusya ve Burkina Faso karar aleyhinde oy kullandı.
Çin’in Kuzeybatı Üniversitesi Ülke ve Bölge Çalışmaları Fakültesi Dekan Yardımcısı Yan Wei, bunun doğrudan bir çatışmaya dönüşme olasılığı olduğunu, ancak sonucun uluslararası toplumun, özellikle ABD ve Çin gibi ülkelerin arabuluculuğu ve müdahalesine bağlı olacağını söyledi.
Yan, “ABD, İran ile İsrail arasında daha büyük çaplı bir çatışma istemiyorsa, mevcut gelişmeler Trump’ın Orta Doğu’dan stratejik çekilme politikasıyla tam olarak uyumlu olmayabilir” dedi.
“Bu koşullar altında, iki ülke arasında yakın vadede büyük çaplı bir savaşın çıkması olasılığını düşük görüyorum, ancak belirli bir kapsamda İsrail ile İran arasında karşılıklı saldırılar olasılığı var” diye ekledi. Çinli akademisyene göre, Çin arabuluculuk çabaları ile krizin çözümünde rol üstlenebilir.
Saldırının ardından, Çin’in İsrail ve İran büyükelçilikleri vatandaşlarına gelişmeleri yakından takip etmeleri ve olası saldırılara karşı güvenlik önlemleri almaları çağrısında bulundu.
Exeter Üniversitesi öğretim üyesi ve Torino Üniversitesi’nde Çin-Akdeniz (ChinaMed) projesinin araştırma başkanı Andrea Ghiselli, mevcut gelişmelerin, özellikle Suriye iç savaşı ve eski Suriye lideri Beşar Esad’ın hükümetinin zayıflamasının ardından, Çin siyasi çevrelerinde İran hükümetinin istikrarına ilişkin endişeleri yoğunlaştırabileceğini söyledi.
“İran rejimi düşmeye çok yaklaşırsa, [Çinli yetkililer] zor seçimlerle karşı karşıya kalabilir: kaybı kabul etmek veya örneğin askeri yardım şeklinde önemli destek sağlamaya başlamak,” dedi.
“Şu an için Çin’in bekleyip durumu izleyeceği ve durumun daha da kötüye gitmemesini umacağı çok muhtemel” diye ekledi.
İsrail İran’ın nükleer ve balistik programına saldırdı: İran’dan misilleme
-
Görüş2 hafta önce
ABD Dışişleri’nin Avrupa eleştirisi ne anlama geliyor?
-
Asya4 gün önce
Huawei kurucusu: Çiplerimiz ABD’nin bir nesil gerisinde
-
Dünya Basını6 gün önce
Trumpizmin gerici ideoloğu: Curtis Yarvin
-
Avrupa2 hafta önce
Max Otte: Alman ekonomisinde bir gerileme değil, çöküş yaşanıyor
-
Rusya2 hafta önce
Ukrayna’dan Rus stratejik bombardıman üslerine kamyonlardan kalkan İHA’larla saldırı
-
Görüş2 hafta önce
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 2
-
Dünya Basını2 hafta önce
Rusya ve Ukrayna heyetleri tekrar İstanbul’da: Masada neler var?
-
Dünya Basını2 hafta önce
Savaş sonrası Suriye’yi dönüştüren ‘Sünni popülizm’