Bizi Takip Edin

GÖRÜŞ

Çok kutupluluğun Amerikası

Yayınlanma

2024 seçim yılı, birçok açıdan küresel dengelerin kaderini belirleyecek varoluşsal bir yarışa sahne oldu. Amerikan seçimlerinin bir tarafı kaybetmeleri durumunda ABD’ye faşizmin geleceğini, diğeriyse doğrudan 3. Dünya Savaşı’nın fitilinin ateşleneceğini söylüyordu. Dünyanın her yerinden seçimi takip eden şüpheciler ise klasik Amerikan seçimi yorumunu tekrarladı;

“Kim kazanırsa kazansın, Amerika’nın dış politikası değişmez!”

Adam önce yargılandı, sonra vuruldu ama bir şekilde hayatta kaldı. Kısmen rahat bir galibiyetle Amerikan yasama organlarının tamamını kontrol altına aldı.

Donald Trump… Başına onca şey gelmişken sorumlu tuttuğu müesses nizamla yine barış yapamazdı değil mi? Bu kadar gücü elinde bulduğuna göre artık hesap soracaktı!

Kabine üyeleri açıklandıkça şüphecilerin yorumları sertleşti. “Bakın! Neo-conları yine dolduruyor! Hani savaşlar bitecekti?”

Marco Rubio ve Mike Hegseth gibi kabine üyelerinin eski şahin yorumları birer birer paylaşıldı. Üstüne bir de Trump’ın daha koltuğa oturmadan agresif çıkışları geldi; “51 Kanada, 52 Grönland, 53 Meksika…”

Amerika için aynı tas aynı hamam… Müesses nizam maviyi kırmızıya boyayıp savaş planlarına devam edecek. Sistemde en ufak bir değişim olmayacak! Değil mi?

Pek sayılmaz.

Liberal Projenin Sonu

Amerikan dış politikasında bir değişimin olup olmayacağını anlamak için Demokratların yenilgisini iyi anlamak gerekiyor. Birçokları yenilginin gerekçesini tek bir cümleyle açıklamak istiyor. “Ekonomi yeğenim” ile “LGBT işini fazla zorladı bu Demokratlar!” baş başa güreşen iki argüman. Tabii ki Demokratların yenilgisinin arkasında bu meselelerin başını çektiği birçok irili ufaklı gerekçe var. Ancak bu seferki yenilgi pek 2016’dakine benzemedi. Trump, 2016’da kazanarak sermayeyi, bürokrasiyi ve hatta yarışın parçası olan siyasetçileri bile derin bir şoka sokmuştu. O dönemde koltuğa oturduğunda yeni bir projenin veya akımın öncüsü olamadı. Ekibi, kabinesi büyük oranda “eski tip” Cumhuriyetçilerden oluşurken sermaye ile kavgası hiç dinmedi. Amerikan müesses nizamı onu kabullenmedi. Özellikle Suriye gibi meselelerde istediği politikaları hayata geçiremedi. 2020 yılında büyük şirketler varını yoğunu ortaya koyup bir şekilde Biden’ı kazandırmayı başardılar.

Ancak 2024’te işler aynı gitmedi. Jeff Bezos’dan tutun Mark Zuckerberg’e… 2020’de Biden için ölümüne çalışan birçok şirket ve kişi, bu sefer ya tarafsız kalıyor ya da Trump’a destek açıklıyordu. Peki neden? Trump’ı anlaşmak zorunda oldukları kaçınılmaz bir figür olarak mı görüyorlardı? Yoksa parçası oldukları planın sürdürülebilirliği hakkında şüpheleri mi vardı? Burada kaybeden sadece Kamala Harris değil… Demokratlar da değil… 2024 yılında ABD seçimlerini Barack Obama’nın Cumhuriyetçilerden devraldığı bir proje kaybetti.

Geçtiğimiz yıl bugünlerde 2023 yılını ABD açısından değerlendirdiğim aynı bunun gibi bir yazı yazmıştım. Orada 2023’ü “İmparatorluğun en zor yılı” olarak niteledim. Bunun sebebi ABD’nin küresel hegemonya arzusunu sürdürerek fazla genişleme sorunu yaşamasıydı. Sahip olduğu kaynak bolluğuna rağmen dünyanın dört bir yanında patlak veren krizlere yetişmekte zorlanıyordu. Bu sorunu çözemediği sürece geçen her yıl imparatorluklarının en zor yılı olacaktı.

1 yıl sonra baktığımda Trump, bu krizi ya çözecek ya da en azından hafifletecek bir değişim senaryosu vadediyor.

Öncelikle “her yerde olmaya çalışmak” cümlesini biraz açmak lazım. Soğuk Savaş sonrası ABD küresel çapta kendini bir polis ilan etti. Liberalizmi savunmakla kalmayacak, tüm dünyaya yayacaktı. Diktatörleri devirecekti. Diplomasi yapabileceğini düşündüğü ülkelerin gardını ekonomik bağlarla düşürecekti. Kendisi gibi gördüğü liberal yönetimleri kayıtsız şartsız destekleyecekti. Meşhur McDonalds teorisini hatırlayın. Mcdonalds’ın restoran açtığı iki ülke savaşmaz idi! Kapitalizm ve Liberalizm el ele dünya barışını getirecekti.

Yani aslında tek kutuplu düzenin ABD dış politikası tamamen ideoloji üzerine kuruluydu. Bu plan birçoklarının da katılacağı üzere partiler üstü bir plandı. George W. Bush da bu planı devam ettirdi, Barack Obama da…

Ancak Biden dönemi Amerikan dünya hegemonyasının sürdürülemeyeceğinin ispatı oldu. Trump’a göre ABD, dost olabileceği ülkeleri ideolojik sebeplerle itiyor, kendisine bir faydası olmayan ülkelere ise sadece liberal oldukları için destek sağlıyordu. Mesela, Suudi Arabistan… Cemal Kaşıkçı olayı sonrası Biden’ın “Parya devleti haline getireceğim” dediği Suudlar soluğu Çin’in yanında aldılar. Parya devleti olmadıkları gibi, bölgesel önemini arttırdılar.

Biden, Suudi Arabistan’la ABD’nin ilişkisinin hep tekrarlanan “Demokrasi ve İnsan Hakları” sloganına zarar verdiğini biliyordu. Tam da bu sebepten ötürü normal şartlarda müttefiki olacak bir ülkeyi kendinden uzaklaştırdı. Afganistan’da “kadın hakları” korumak adına defalarca başarısız olmuş bir “ulus inşası” modeline milyarlarca dolar para harcanıyordu. Suriye’de terör örgütü PKK üzerinden başka bir ulus inşası için NATO’nun en güçlü ordularından birine sahip Türkiye düşmanlaştırılıyordu.

Tabii bu ideolojik temelli projelerin sömürülecek yeraltı kaynağı, elde edilecek bölgesel nüfuz ve askeri üsler gibi bir takım kazanımları da vardı. Ancak eksileri ve artılarıyla hesaplandığında ABD’nin kaynaklarının pek iyi harcandığı söylenemezdi. Son dört yılda Afganistan projesi çöktü. Terör örgütü PKK hem Irak’ta hem Suriye’de toprak kaybetmeye devam ediyor. Ukrayna’ya harcanan milyarlarca doların ardından Rusya, yara bere içinde olsa da ilerlemeye devam ediyor.

Trump’ın çözümü Realpolitik

Tüm bu başarısız politikalar, ABD’yi tek kutuplu düzene uygun hazırladığı dış politikasını terk etmeye zorluyor. Tam da bu yüzden Amerikan müesses nizamının en azından bir kısmı kendini yeniden konumlandırmayı seçti. Tabii ki Ukrayna gibi projelerin doğrudan mimarı olan Soros gibi kimseler veya şirketler şimdilik bu konumlandırmanın dışında kalacak. Yeni Amerikan dış politikası dünyaya “Amerikan karakteristiğiyle Çok kutupluluk” vadediyor.

ABD’nin çok kutuplu düzene uyum sağladığı bir dünyayı “herkesin el ele tutuşup bayırdan aşağı koştuğu” bir barış ortamı olarak düşünmek gerçekçi olmaz. Nasıl ejderha ya da ayı bir kafese konulamaz ise kartalın da kafese sığmayacağı aşikardır. ABD, insan gücü, endüstrisi, teknolojileri ve benzersiz jeopolitik konumu ile hala dünyanın en güçlü ülkesi. Böylesi bir ülkenin tamamen sınırlarına çekilmesi mümkün değildir. Çok kutupluluğa uyum sağlamış bir ABD, Çin’le ya da Rusya’yla otomatik olarak iyi geçinecek diye de bir kaide yok. Çok kutupluluğun yanında getirdiği bir kaos var. Bunu klasik Soğuk Savaş denkleminden ayıran, kaosun sadece devler değil, bölgesel güçler arasında da çıkabiliyor oluşudur. Suriye gibi meseleleri böyle okumak gerekir. Tüm jeopolitik hesaplaşmaları ABD veya Rusya’nın çıkarı üzerinden okumak, bir Soğuk Savaş geleneğidir. Çok kutupluluğun bölgesel güçlere kendi çıkarlarını koruyabilmek adına bir manevra alanı yaratması kaçınılmazdır. Aynı Türkiye ya da Hindistan gibi…

İşte ABD, böylesi bir düzene uyumlu bir yönetim inşa etme arayışında. Bunun yolu da Realpolitik’ten geçiyor. Realpolitik, 19. Yüzyıl Almanya’sında ortaya atılan ve Almanya’yı birleştiren büyük lider Otto Von Bismarck tarafından hayata geçirilen bir politik felsefedir. İdeolojinin üzerinde pragmatizmi önceler ve doğru güç dengeleri oluşturarak devlet çıkarlarının korunmasını amaçlar. ABD’de Realpolitik’in karşılığı figürlerden belki de en önemlileri Theodore Roosevelt ve Henry Kissinger’dı.

Kissinger, ABD için en büyük tehdidin “ejder-ayı” dostluğu olduğuna inanıyordu. Çin’de insan gücü ve endüstri, Sovyetler Birliği’nde ise bunu besleyecek bir enerji vardı. İkisinin dostluğu Amerikan hegemonyasının başlamadan bitmesi anlamına gelebilirdi. ABD, Soğuk Savaş’ta bir “Demokrasi’ye karşı tiranlık” argümanı inşa etse de en hareketli yıllarını Kissinger’ın Realpolitik hamleleriyle geçirdi. Bugün hala devam eden Tayvan’la ilgili “Tek Çin” politikası da bu felsefenin ürünüydü.

ABD başkanı Theodore Roosevelt ise Realpolitik’i şöyle özetledi;

“Yumuşak konuş, yanında büyük bir sopa taşı”

Roosevelt’in “Büyük Sopa Diplomasisi”, ABD’nin 20. Yüzyılın başındaki dış politikasına yön vermişti. Roosevelt, ABD’yi dünya polisi olarak görmüyordu ancak kendi arka bahçesinin kendi nüfuzuna ait olması gerektiği inancındaydı. Monroe Doktrini’ni daha da ileri taşıdı. Güney Amerika devletlerinin siyasetlerine müdahil oldu. Dahası, meşhur Panama Kanalı bu dönemde Roosevelt’in çabalarıyla inşa edildi. 1903’te Panama’nın kontrolünü elinde bulunduran Kolombiya, ABD ile anlaşmaya yanaşmadı. ABD, Panama bölgesindeki isyanları körükledi ve donanmasını göndererek Kolombiya’nın isyanı bastırmasının önüne geçti. Panama’nın bağımsızlığı hemen tanındı ve 1904’te kanalın inşası başladı.

İşte yeni Trump döneminin dış politika hamleleri muhtemelen benzer bir yol izleyecek. Amaç, ABD’nin ulusal güvenlik çıkarlarını “liberalizmi yayma” görevinden önde tutmak. Bunu da Realpolitik’in önceden çizdiği yolla yapacak. Artık ABD dış politikası ideolojik dayatmalardan ziyade çıkar odaklı hamleler yapacak.

Bu açıdan bakınca Trump’ın daha koltuğa oturmadan başlattığı retorikler biraz daha anlam kazanıyor.

Trump Ukrayna Savaşı’nı bitirmek istiyor çünkü “ejder-ayı” dostluğunun önüne geçmek zorunda.

Trump Grönland’ı istiyor çünkü küresel ısınmayla eriyecek buzullar sonrası ortaya çıkması beklenen ticaret yollarını kontrol etme arzusunda.

Trump Meksika’ya saldırmayı planlıyor çünkü karteller yoluyla Çin’in ABD’ye uyuşturucu üzerinden bir saldırı yaptığını düşünüyor.

Trump Panama’yı istiyor çünkü Çin’in nüfuzunu pekiştirdiği Güney Amerika’ya en stratejik noktada bir set çekme arayışında.

Yanlış anlamayın. Trump bir Roosevelt değil. Roosevelt ABD’de çok sevilen bir başkandı. Birçokları hala ABD tarihinin en iyisi olarak bile gösterir. Trump’ın iç siyasette yapacağı kavgalar daha koltuğa oturmadan başladı bile. Hatta Trump’ın yanında Kissinger gibi bir figürün ortaya çıkması da düşük bir ihtimal.

Ancak ABD bürokrasisi kendini Kissinger benzeri politikalara hazırladı bile. Bunun en büyük ispatı Trump’ın gümrük vergisi vurgusudur. Sadece Çin’e değil, Kanada gibi “müttefik” devletlere uygulanacak bu vergiler, muhtemelen ABD’nin zaten iyi durumda olmayan enflasyon sorununu daha da kontrolden çıkaracak. Trump vergileri söylediği gibi uygulayabilirse bunun seçim, ya da kamuoyu tepkisi umursanmadan alınan bir karar olduğu anlaşılacak. ABD, Çin’le bir mücadele içine giriyorsa bunu endüstrisini oraya kaptırmışken yapamaz. Mikroçipler başta olmak üzere endüstrinin tekrardan ABD’ye dönmesi ülke adına siyasetçilerin kariyerinden veya toplayacağı oydan çok daha önemli.

Tam da bu yüzden “ABD dış politikası değişmez” yorumlarına katılmıyorum. ABD, Soğuk Savaş’ın sonundan bu yana ilk kez kendisi dışında gelişen çok kutuplu dünyaya uyum sağlayacak birtakım politikalar yürütmeye hazırlanıyor. Bunların saldırgan olması yeni oluşan dünya düzenine uyumlu olduğu gerçeğini değiştirmez. ABD’yle olumlu veya olumsuz ilişki kuracak tüm devletler Amerikan dış politikasındaki sert değişime hazır olmalılar. Bu yeni plan, başarısız olabilir. 2028’de Demokratların gelişiyle eski yöntemlere dönülebilir. Ancak önümüzdeki dört yılı bizi Trump’ın Realpolitik’i bekliyor. Herkes Amerikan karakteristiğiyle çok kutupluluğa hazır olsun!

GÖRÜŞ

2024 Çin için nasıl geçti?

Yayınlanma

Yazar

2024’te Çin’in ekonomik toparlanması hala yavaş görünüyordu ve birçok gözlemcinin beklentilerini karşılamadı. Ancak, küresel açıdan bakıldığında, Çin dünyanın en büyük büyüme motoru olmaya devam ediyor.

Daha da önemlisi, Çin nihayet uzun süredir beklenen bazı kararlar aldı veya belirli koşullarda değişimler yaşadı. Bu adımlar gecikmiş gibi görünebilir, ancak kesinlikle çok geç sayılmaz.

  1. Ekonomik ve Mali Politikalarda Zamanında Düzenlemeler

2024’te Çin, zorunlu karşılık oranlarının düşürülmesi, altyapı yatırımlarının artırılması ve küçük ve orta ölçekli işletmelerin gelişiminin desteklenmesi gibi bir dizi destekleyici ekonomik ve mali politika açıkladı.

Borsa hızla toparlandı, büyük şehirlerde gayrimenkul piyasası istikrara kavuştu, imalat PMI yeniden büyüme alanına girdi ve tüketici pazarı kademeli olarak toparlandı.

Sermaye piyasalarına olan güvenin tamamen geri kazanılıp kazanılmadığı belirsizliğini koruyor. Ancak yıl sonunda hükümet, 14 yıl aradan sonra ilk kez “ılımlı gevşek para politikası” kavramını yeniden gündeme getirdiğinden, 2025 yılı umut verici görünüyor.

Bu politikalar pandeminin hemen ardından uygulansaydı, etkileri daha büyük olabilirdi. Yine de, Batı’da finans politikalarındaki aşırı parasal genişlemenin olumsuz sonuçları Çin’de sıklıkla “susuzluğu gidermek için zehir içmek” deyimiyle tanımlandı.

Bu bağlamda, Çin Komünist Partisi’nin tereddütü anlaşılabilir. Neyse ki, değişim çok geç gelmedi.

  1. Emeklilik Yaşının Kademeli Olarak Ertelenmesi

Uzak vadeli etkileri olan bir diğer konu ise Çin’in emeklilik yaşını geciktirme yaklaşımı oldu. Çin’i uzun süredir takip edenler, 1,4 milyar nüfusu yaşlanan bir topluma dönüştürmenin büyük bir zorluk olduğunu bilirler.

Doğum oranlarının düşmeye devam etmesiyle, sözde demografik fırsat penceresi kayboluyor ve emeklilik sistemi üzerindeki baskı artıyor.

Son yıllarda emeklilik yaşının ertelenmesi Çin toplumunda geniş çapta tartışıldı. Diğer ülkelerde olduğu gibi, çoğu Çinli daha uzun süre çalışmaya hevesli olmasa da, bu uygulama kaçınılmaz hale geldi.

Kapsamlı kamu tartışmaları ve Çin Komünist Partisi’nin çeşitli görüşleri dikkate alması sayesinde, kademeli reformlar geniş çapta kabul gördü ve bazı gelişmiş ülkelerde görülen siyasi çıkmazlar veya sokak protestoları önlendi.

Çin Komünist Partisi bu reformu daha erken ve daha kararlı bir şekilde uygulayabilirdi, ancak yaygın tartışmalar kamuoyunun kabulünü artırdı. Bu gecikmenin de kendi içinde bir değeri var.

  1. Bölgesel Diplomaside Stratejik Atılımlar

Çin, bölgesel diplomatik dinamiklerde uzun süredir beklenen değişimlere tanık oldu.

Karmaşık bir jeopolitik ortamda, Çin esas olarak Japonya, Hindistan ve Avustralya ile ilişkileri yumuşatmaya çalıştı. Böylece iç meselelere ve ABD ile rekabete odaklanabilecekti. Ancak, ilk iki alandan farklı olarak, bu durum diğer ülkelerin “iş birliğini” gerektirdi.

Bir yandan, bu yıl yaşanan değişiklikler Çin’in yumuşak ve sert politikalarla yürüttüğü tutarlı çabaların bir sonucudur; diğer yandan, Donald Trump’ın ABD başkanı olarak seçilmesi de rol oynadı. Sonunda bu ülkeler, Çin’e yönelik tutumlarını fark edilir şekilde değiştirdiler.

Sino-Hint sınır sorunu bir kez daha etkili bir şekilde yönetildi, Japonya Dışişleri Bakanı Çin’e yönelik olumlu açıklamalarda bulundu ve Çin-Avustralya ilişkileri bazı dalgalanmaların ardından normale döndü, bu da her iki ekonomiye fayda sağladı. Bu diplomatik atılımlar, Çin için daha elverişli bir bölgesel ortam yarattı.

Bu değişikliklerin daha erken olması daha iyi olurdu, ancak mevcut sonuçlar yine de oldukça tatmin edici.

Özellikle 2024 yılı sonunda Mao Zedong’un doğum yıldönümünde Çin, dünyanın ilk iki altıncı nesil savaş uçağı olduğuna inanılan iki yeni savaş uçağını test uçuşuna soktu. Bu çığır açan olay, Çin’in ileri savaş uçağı teknolojisinde Batı’nın önüne geçtiğini gösterdi.

Aynı gün, yapay zeka şirketi DeepSeek, DeepSeek-V3 adlı yeni model serisinin ilk versiyonunu resmen tanıttı ve aynı anda açık kaynak olarak yayınladı. Açık kaynak modeller arasında test performansı birinci sırada yer aldı ve birçok açıdan kapalı kaynaklı büyük modellerle eşleşti. Hesaplama maliyetinin ise “GPT-4’ün sadece 1/100’ü” olduğu bildirildi.

Bu başarılar daha erken ortaya çıksaydı, ABD’yi Çin ile eşit diyalog ve “sağlıklı rekabet” konusunda daha ciddiye almaya teşvik edebilirdi.

Ancak şu anda bile çok geç değil – özellikle yeni ABD başkanı göreve başlamadan önce. Belki de durumu anlayacaktır.

Okumaya Devam Et

ASYA

Kopuşun yılı: 2024’te KDHC’de neler oldu?

Yayınlanma

Yazar

Geride bıraktığımız 2024 yılı, dünya genelinde siyasi ve ekonomik dengelerin hızla değiştiği ve uluslararası ilişkilerde gerilimlerin tırmandığı bir yıl oldu. Bu dalgalanmalardan en çok etkilenen bölgelerden biri de Kore Yarımadası oldu. 

Kore Yarımadası’ndaki gelişmelerden bahsedildiğindeyse, basında çoğunlukla Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (KDHC) ve lideri Kim Jong-un’la ilgili kimi yanlış kimi abartı, kimiyse politik motivasyonlu manipülatif içerikler öne çıkıyor. 

1950-1953 yılları arasında yaşanan savaş, imzalanan ateşkes anlaşması ve teknik olarak 74 yıldır devam eden bir savaş hali… Kuzey Kore’de yaşananları ve Pyongyang yönetiminin adımlarını gerçekten anlamak için, konuya bu savaş hali zemininden bakmak şart. Yarımada’da yaşanan ve Yarımada’yı ilgilendiren her güncel gelişmenin kökeni, bir türlü imzalanamayan bir barış anlaşmasında bulunuyor.

Ancak, Kuzey Kore’yle ilgili yayınlanan ve çoğunluğu bir magazin haber dilini çağrıştıran bu aktarımlar, bölgenin dünyayı da etkileme potansiyeli bulunan en büyük gerçekliğini arka plana itiyor: Savaş.

2024 yılı ise, sürekli hatırlanan bu savaş ihtimaline en çok yaklaşılan yıllardan biri oldu.

Peki, 2024’te KDHC’de neler yaşandı? İşte Kuzey cephesinde, geride bıraktığımız yılın öne çıkan olayları:


Ocak – Çin ile dostluk, Güney’e ‘baş düşman’ tanımlaması

Çin lideri Şi Cinping ve Kuzey Kore lideri Kim Jong-un, birbirlerine gönderdikleri yeni yıl tebrik mesajlarında, 2024’ü iki ülke arasında ‘dostluk yılı’ ilan ettiklerini duyurdu.

Aynı ay içerisinde Kim Jong-un, komutanlarına, askeri çatışmayı seçmeleri halinde “ABD ve Güney Kore’yi yok etmek için en güçlü araçların seferber edilmesi” talimatı verdi. Kore İşçi Partisi genel merkezinde üst düzey askeri liderlerle düzenlenen toplantıda konuşan Kim, ülkenin kendisini korumak için ‘kılıcını keskinleştirmesini gerektirdiğini’ kaydetti.

2024’ü ‘kopuş yılına’ çeviren bir diğer önemli olay ise, Kim’in Yüksek Halk Meclisi (SPA) toplantısında Güney Kore’nin ‘değişmez baş düşman’ olarak tanımlanması için anayasanın yeniden yazılması çağrısında bulunması oldu. Pyongyang, Kore’de iki tarafın da yararına olacak bir barışa dair umutlarının kalmadığını, Kim’in Ocak ayındaki bu çağrısıyla ilk defa en yüksek perdeden duyurmuş oldu.

Şubat – Rusya’ya mühimmat iddiaları, milli marş değişikliği

Kim Jong-un, ülkesinin savunma bakanlığına yaptığı ziyarette, Güney kore ile ‘Diyalog ve diplomatik ilişki kurmanın anlamsız olduğunu’ ve ‘ülkesinin çöküşünü isteyen Güney Koreli kuklalarla gerçekçi olmayan diyalog ve işbirliğinden kurtulduklarını’ açıkladı. 

Kopmakta olan ilişkileri gösteren bir diğer olay ise, Kore milli marşında yapılan değişiklik oldu. Marşta Kore Yarımadası’nın tamamını ifade eden “Üç bin ri’lik güzel vatanım” ifadesi, “Dünyadaki güzel vatanım” ifadeleriyle değiştirildi.

Şubat ayı ayrıca, daha sonra ‘Kuzey Koreli askerler Rus ordusunda savaşıyor’ tartışmalarının zeminini oluşturacak ilk iddialardan birinin ortaya atıldığı ay oldu. Güney Kore Savunma Bakanı Shin Won-sik, gazetecilere yaptığı açıklamada Kuzey Kore’nin temmuz ayından bu yana Rusya’ya 6 bin 700 konteyner dolusu mühimmat gönderdiğini iddia etti.

Mart – ABD ve Güney Kore tatbikatına sert yanıt, Japonya’ya ret

Pyongyan, ABD ile Güney Kore’nin 4 Mart’ta başlattığı ‘Özgürlük Kalkanı’ tatbikatına ‘savaş hazırlıkları’ ile yanıt verdi. Kim Jong-un, ülkedeki bir askeri eğitim üssüne yaptığı ziyarette ‘düşmanların savaşın fitilini ateşlemeye yönelik en ufak girişimlerini kontrol altına almak için’ tatbikatları artırma talimatı verdi, Güney Kore ile ABD’nin ‘ağır bir bedel ödeyeceklerini’ söyledi.

Kim Jong-un’un kız kardeşi, Kore İşçi Partisi Merkez Komitesi başkan yardımcısı Kim Yo-jong ise, Japonya Başbakanı Fumio Kişida’nın Kuzey Kore lideri Kim ile görüşme talep ettiğini duyurarak, “Japonya gerçekten ikili ilişkileri geliştirmek ve Kuzey Kore’nin yakın komşusu olarak bölgesel barış ve istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmak istiyorsa, genel çıkarlarına uygun stratejik seçenek için siyasi bir karar vermesi gerekir” açıklamasında bulundu.

Nisan – Karşı saldırı tatbikatı, diplomasi atağı, Rus heyetle görüşme

Silah denemelerine ve atış tatbikatlarına sürekli devam eden Pyongyang, bu sefer bir ilk olarak, süper büyük çoklu roketatarların kullanıldığı bir nükleer karşı saldırı tatbikatı gerçekleştirdiğini duyurdu. ‘Nükleer tetik sistemi’ denen bu sistemle ilgili konuşan Kim, kullanılan çoklu roketatarların ‘keskin nişancı tüfeği’ kadar isabetli olduğunu söyledi.

Nisan ayında ayrıca, üst düzey bir ekonomik heyet, 2020 yılından bu yana bilinen ilk görüşmeler için İran’a gönderildi. 

Öte yandan, Rusya Dış İstihbarat Teşkilatı Direktörü Sergeiy Narışkin liderliğindeki bir Rus heyetin Mart ayında başlayan ziyareti, Nisanda sona erdi. Narışkin liderliğindeki heyet, Kuzey Kore Devlet Güvenlik Bakanı Lee Chang-de ile görüştü, taraflar Rusya ve Çin’i çevreleyen tehditleri ele aldı.

Mayıs – Güney propagandasına karşı çöp balonları

Mayıs ayının en büyük gündemi ise, Pyongyang’ın Güney’e gönderdiği içi çöp dolu balonlar oldu. Kuzey Kore yönetimi, bu hamleyi, Güney’in Kuzey’e yönelik dev hoparlörler de dahil olmak üzere uzun süreli propaganda çalışmalarına karşılık olarak yaptığını açıkladı.

Haziran – Rusya ile ilişkilerde yeni adım: Putin Kore’de

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Haziran ayında, 24 yıl sonra ilk kez Kuzey Kore’nin başkenti Pyongyang’ı ziyaret etti. Ziyarette iki ülke arasında imzalanan Kapsamlı Stratejik Ortalık Anlaşması’nda, Rusya ve Kuzey Kore’nin savaş durumunda acil askeri yardım sağlamak için mevcut tüm araçları kullanacağı teyit edildi.

Temmuz – ‘Rusya’ya heyet gitti’ iddiası, sel felaketinde yetkililere eleştiri

Reuters, Rusya ile imzalanan ‘Kapsamlı Stratejik Ortaklık’ anlaşması kapsamında, Kuzey Kore’nin Kim II Sung Askeri Üniversitesi Başkanı Kim Geum-chol başkanlığındaki bir askerî eğitim heyetinin Rusya’ya gittiğini iddia etti. 

Temmuz ayında ülkenin kuzeybatısında yaşanan sel felaketinde, Kore lideri Kim, kurtarma çalışmalarına bizzat katıldı, üst düzey yetkilileri sorumsuz davranmakla eleştirdi.

Ağustos – Turizm ayı, viral olan selfie

Ağustos ayının en dikkat çeken gelişmesi, Kore’nin Kovid-19 salgını nedeniyle 5 yıldır turizme kapalı tuttuğu sınır kapılarını bir şehir için yeniden açtığını duyurması oldu. Çin merkezli en az 2 tur şirketi, turistlerin yakında Samjiyon kentini ziyaret edebileceklerini duyurdu.

Öte yandan, Güney Koreli masa tenisi karma çiftler oyuncuları Lim Jong-hoon ve Shin Yu-bin ile Kuzey Koreli Kim Kum-yong ve Ri Jong-sik’in Paris’te düzenlenen Yaz Olimpiyatları’nda bronz ve gümüş madalyalarını aldıktan sonra birlikte selfie çektirmeleri dünya gündemine oturdu. Batı medyası daha sonra, Kuzey Koreli oyuncuların ‘soruşturulduğunu’ söylese de, bu konuda herhangi bir kanıt hiçbir zaman sunulmadı.

Bu ayın askeri gelişmesi ise, Kore ordusunun Güney sınırına yeni ek balistik füze sistemleri yerleştirmesi oldu.

Eylül – Uranyum zenginleştirme tesisi

Eylül ayında ise, gündem, Kuzey Kore tarafından ilk kez servis edilen uranyum zenginleştirme tesisinin fotoğraflarıydı. Kore medyası, bu ziyaretle ilgili olarak, Kim’in ülkesinin nükleer alandaki ‘mükemmel teknik gücü’ ile ilgili sürekli olarak ‘büyük memnuniyet duyduğuna yönelik ifadelerini’ aktardı.

Ekim – Savaş hazırlıkları

Ekim ayı, Kore ilişkilerinde gerilimin arttığı bir ay oldu. Pentagon, Kuzey Kore’nin, Rusya’ya takviye olarak yaklaşık 10 bin asker gönderdiğine inandıklarını açıklayarak, Ukrayna’da Kore askerleri tartışmasını en üst düzeyden yeniden gündeme soktu. 

Kore Dışişleri Bakanlığı, 11 Ekim’de yayınladığı bir bildiride Seul yönetiminin ‘kışkırtmalarda kırmızı çizgiyi aştığını’, 3 ve 9 Ekim tarihlerinde insansız hava araçlarıyla sızma yaparak başkent Pyongyang’ın orta kesimine çok sayıda ‘karalama bildirisi’ dağıttığını açıkladı.

Ayın 17’sinde ise, Kore Savunma Bakanlığı Sözcüsü, Kore İşçi Partisi Merkez Askeri Komisyonu’nun talimatıyla, ülkenin Güneyinde bulunan iki bölgede yolların patlatılarak Güney Kore arasındaki bağlantı yollarının tamamen kesildiğini açıkladı.

Kasım – Rusya ile ekonomik anlaşma

Kuzey Kore askerlerinin Rusya’da savaştığı iddiası Ukrayna tarafından da dile getirilirken, ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), Kuzey Kore askerlerinin Rusya’nın Kursk bölgesinde ilk çatışmalarına girdiklerine dair haberleri “doğrulayamayacağını” bildirdi. Rusya’da Kuzey Kore askerlerinin olup olmadığı konusu hala belirsizliğini koruyor. 

Güney Kore ordusu ise, Kuzey Kore’nin ABD anakarasını vurmak üzere tasarlanmış yeni bir kıtalararası balistik füze denemesine karşılık olarak ABD’nin Pazar günü Japonya ile gerçekleştirilen üçlü bir tatbikatta uzun menzilli bir bombardıman uçağı uçurduğunu açıkladı. Bu adım, Pyongyang’ın sert tepkisiyle karşılandı.

Pyongyang’ın Kremlin’le imzaladığı askeri anlaşmayı ise, iki ülke arasında imzalanan ve turizmi artırmak da dahil olmak üzere ekonomik işbirliğini geliştirmeyi hedefleyen yeni bir ekonomik anlaşma takip etti.

Aralık – Rusya’yla anlaşma yürürlüğe girdi

20024’ün son ayındaysa, Rusya Dışişleri Bakanlığı, Rusya ve Kuzey Kore arasında haziranda imzalanan kapsamlı stratejik ortaklık anlaşmasının yürürlüğe girdiğini açıkladı.

Öte yandan, Batı medyası, Ukrayna’daki Kuzey Kore askerlerine ilişkin ‘Fırtına Kolordusu’ ve benzeri yayınlarını artırdı. Rusya da Kuzey Kore de, Ukrayna’daki Kuzey Kore askerleri konusunda henüz resmi bir açıklama yapmadı. 

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Yıl Sonu Değerlendirmesi: Çalkantılı ve Heyecan Dolu Bir 2024

Yayınlanma

Yazar

2024 yılı tarihe karışmak üzere ve bu yıl kesinlikle çalkantılarla, heyecan verici olaylarla ve beklenmedik gelişmelerle dolu bir dönem olarak öne çıkacak. Çin burçlarının Ejderha Yılı’na uygun olarak, bu yıl, hareketli ve sarsıcı bir yıl oldu. Çin kültüründe, Ejderha, 12 burçtan biri olup, imparatoru simgeleyen, iyi şans getiren ve denizleri ile gökleri sarsan bir süper yaratık olarak görülür. Batı kültüründe ise ejderha, uğursuz güçlerin bir temsili olup, büyük bir güce sahip olsa da yıkıcı ve potansiyel olarak felaket getirici bir varlık olarak algılanır. Ejderha Yılı’nın doğasına uygun olarak, 2024 yılı Amerika, Avrupa, Afrika ve Asya’da siyasi manevralar ve çatışmalarla geçti. Bu da dünyayı kan ve karanlık gölgelerle boyayarak, gelecek yıl daha fazla huzursuzluk ve belirsizlik olacağının habercisi oldu.

Trump’ın Zaferle Dönüşü Küresel Kaygılara Yol Açtı

2024 yılının en büyük sürprizi ve riski, ABD başkanlık seçimleri ve eski Başkan Donald Trump’ın beklenmedik, güçlü geri dönüşü oldu. Sadece dört yıl iktidarda kalan Demokrat Parti, Başkan Joe Biden’ı yarıştan çekip yerine Başkan Yardımcısı Kamala Harris’i aday gösterdi. Ancak bu, Trump ve Cumhuriyetçi Parti’nin ezici momentumunu durdurmaya yetmedi. Bir suikast girişiminden sağ kurtulan Trump, Beyaz Saray’ı ezici bir zaferle geri aldı. Cumhuriyetçi Parti, nadir bir şekilde Senato ve Temsilciler Meclisi’nin yanı sıra Yüksek Mahkeme’nin de kontrolünü ele geçirdi.

Trump’ın daha önceki “sert” yönetim tarzını deneyimlemiş olan dünya, şimdi daha da iddialı ve kendinden emin bir “Trump 2.0” ile karşı karşıya. ABD, tek bir partinin elinde toplanan güçle, Trump’ın etkisi altında şekilleniyor. Trump’ın yeniden iktidara gelmesiyle ABD’nin, Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Paris İklim Anlaşması ve UNESCO gibi uluslararası çok taraflı kuruluşlardan ve anlaşmalardan çekilmesi bekleniyor. Bu durum küresel yönetim sistemini ciddi şekilde bozabilir. Trump’ın “Önce Amerika” ve “Amerika Her Şeyin Üstünde” politikaları, ticaret ortaklarına yüksek tarifeler uygulamasına ve güvenlik müttefiklerini askeri harcamalarını büyük ölçüde artırmaya zorlamasına neden olacak. Trump, İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD’nin titizlikle inşa ettiği transatlantik ve transpasifik ittifaklarını zayıflatabilir, bu da “Amerikan Barışı” olarak bilinen dönemi tehlikeye atabilir. Trump’ın Kanada’yı ABD’nin 51. eyaleti yapma, Danimarka’dan Grönland’ı satın alma ve Panama Kanalı’nı yeniden ele geçirme gibi sözleri, bu ülkeleri rahatsız etti ve endişelendirdi.

Rusya-Ukrayna Savaşı Rusya’nın Lehine Dönüyor

Neredeyse üç yıldır süren Rusya-Ukrayna savaşı, artık belirgin bir şekilde Rusya lehine dönmüş durumda. Üçüncü yılına giren savaşta Rusya, stratejik savunmadan tam ölçekli bir saldırıya geçti ve güneydeki kontrolünü sağlamlaştırarak Donbas bölgesinde hâkimiyetini genişletti. Bu da Ukrayna ordusunun geri çekilmesine yol açtı. Rusya, Ukrayna’nın altyapısını hedef alarak hem Ukrayna ordusunun hem de halkın moralini bozmayı amaçlıyor. ABD ve Avrupa’dan gelen yardımlara rağmen, Ukrayna ağır kayıplar veriyor, özellikle insan gücü konusunda zorlanıyor ve uzun süreli bir savaşı sürdüremiyor.

Trump’ın savaşı uzatmaya karşı çıkması ve yeniden iktidara gelmesiyle birlikte ABD’nin Ukrayna’ya yönelik destek politikası zayıflıyor. Ukrayna hükümeti, ABD’nin desteğini kaybetme ihtimaliyle karşı karşıya. Başkan Volodimir Zelenski ve diğer üst düzey yetkililer, kaybedilen toprakları geri alma konusunda zorluk yaşadıklarını açıkça dile getiriyor. Barış görüşmelerine, hatta toprak tavizleri vererek savaşı sona erdirmeye daha sıcak bakıyorlar. Batılı liderlerin çoğu, savaşın 2025 yılına kadar ateşkesle sonuçlanabileceğini öngörüyor.

Almanya ve Fransa’daki Siyasi Krizler Avrupa Birliği’ni Zorluyor

Bu yılın sürprizlerinden biri de Avrupa Birliği’nin iki motoru olan Almanya ve Fransa’daki iç siyasi krizler oldu. Almanya’da Şansölye Olaf Scholz’un Hür Demokratik Parti’den (FDP) Maliye Bakanı Christian Lindner’i görevden alması, koalisyon içinde iç çatışmaya yol açtı. Bu da Bundestag’da güven oylamasının başarısız olmasına ve Şubat 2025’te erken parlamento seçimlerine gidilmesine sebep oldu. Almanya’daki siyasi krizin temelinde ekonomik ve sosyal sorunlar yatıyor. Scholz hükümetinin Rusya-Ukrayna savaşında ön saflarda yer alması, savunma harcamalarını artırması ve ABD’yi takip ederek değerler odaklı bir diplomasi yürütmesi, göçmen ve mülteci sorunlarını çözememesi, sanayi gerilemesini önleyememesi ve refahı artırmada başarısız olması halkın desteğini kaybetmesine neden oldu. Aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin yükselişi, bir sonraki hükümetin oluşumunda önemli bir rol oynayabilir.

Fransa’da ise Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 2024 ortasında erken seçim kararı alması, aşırı sağın oylarını artırmasına yol açtı. Bu durum, parlamentonun üçe bölünmesine ve siyasi istikrarsızlığa neden oldu. 4 Aralık’ta, sadece üç aydır görevde olan Başbakan Michel Bayeni parlamentodan güvenoyu alamadı. On gün sonra, François Bayrou başbakan olarak göreve geldi. Bayrou, Macron’un altıncı başbakanı ve bu yıl içinde atanan dördüncü başbakan oldu. Ancak Bayrou’nun görev süresi belirsizliğini koruyor ve halk desteği yüzde 34 gibi tarihi bir düşük seviyeye gerilemiş durumda.

Brexit sonrası AB’nin geleneksel “üçlü motoru” (Almanya, Fransa, Birleşik Krallık) “Fransız-Alman ikilisine” dönüşürken, her iki ülkedeki siyasi istikrarsızlık ve hükümet değişiklikleri Avrupa bütünleşmesini ve birliğini ciddi şekilde etkiliyor. Bu durum, bu iki temel taş ülkenin uluslararası alandaki etkisini zayıflatıyor. Aşırı sağ güçlerin koalisyonlara dahil olması halinde, Almanya ve Fransa’nın geleneksel politikaları sarsılacak, hatta AB’nin “parçalanmasına” ve birleşme sürecinde tarihi bir gerilemeye yol açabilecektir.

Orta Doğu’daki Savaş Eşi Benzeri Görülmemiş Şiddetteydi, Kazanan Bir, Kaybeden Çok Oldu 

“Altıncı Orta Doğu Savaşı,” İsrail-Filistin çatışmasının tetiklemesiyle patlak verdi. Savaş hızla Doğu Akdeniz boyunca dikey olarak yayılırken, yatay olarak da Basra Körfezi’ne sıçradı. Bu durum, İsrail’in ABD liderliğinde bir kamp oluşturduğu, İran ve Suriye’nin ise Filistin, Lübnan, Yemen ve Irak’taki milis güçlerle birleşerek karşı cepheyi oluşturduğu bir “sekiz cepheli” savaş yarattı. Gazze’deki acımasız kuşatma savaşı ve Lübnan’daki yoğun hava saldırılarıyla geçen savaş, yıl sonunda Suriye’de dört yıldır süren ateşkesin aniden bozulmasına ve Suriye rejiminin büyük bir savaş yaşanmadan hızla çökmesine yol açtı.

Düzenli savaş, gerilla savaşı, gölge savaşı, vekalet savaşı ve yüksek teknoloji savaşlarının iç içe geçtiği bu hibrit savaş, modern insan uygarlığını utandırdı. Türkiye, kaosu fırsata çevirerek Beşar Esad rejiminin devrilmesine yardımcı olan tek kazanan ülke olarak öne çıktı. Ancak, İsrail ve Filistin de dahil olmak üzere diğer tüm taraflar kaybeden oldu. En büyük stratejik kayıpları, Suriye üzerinde derin etkisi olan Rusya ve İran yaşadı. Rusya, Orta Doğu’daki küresel güç statüsünü kaybederken, İran’ın titizlikle inşa ettiği “Direniş Ekseni” ve “Şii Hilali” ağır darbe aldı.

Filistin, Lübnan ve Suriye, İsrail’in topraklarını işgal etmesi nedeniyle belli bir askeri meşruiyete sahipken, diğer taraflar kendilerini savunma veya Filistin’i kurtarma bahanesiyle hareket ederek kendi çıkarlarını gözetti. Soğuk Savaş sonrası Orta Doğu’daki en büyük savaş, ahlaki açıdan zayıf ve çıkar odaklı bir “haksız savaş” olarak tarihe geçti.

Eski Sömürgeler Bağımsızlıklarını Vurguluyor, Fransız Ordusu Afrika’dan Tamamen Çekiliyor

20 Aralık’ta Fransa, Orta Afrika ülkesi Çad’dan askerlerini çekmeye başladı. Her ne kadar çekilen asker sayısı sadece 120 olsa da bu adım, Fransa’nın Afrika’daki siyasi ve askeri etkisinin azalmasında tarihi bir dönüm noktası oldu. Çad, Fransa’nın Afrika’da askeri varlığını sürdürdüğü son bölgeydi. Mali, Burkina Faso ve Nijer gibi ülkelerdeki darbe sonrası yönetimler, Fransız birliklerini ülkelerinden kovarak Rusya ve ABD gibi yeni müttefiklere kucak açtı.

Fransa, Afrika ülkelerinin eski sömürgeci gücü olarak, bu ülkeler bağımsızlık kazansa da askeri varlığını korudu. Bu varlık, genellikle terörle mücadele ve Fransız çıkarlarını koruma bahanesiyle sürdürüldü. Fransa’nın Çad’daki askeri müdahaleleri kesintili olarak yaklaşık 64 yıl sürdü ve en yoğun dönemde 1000 askere ulaştı. 2014’ten itibaren Fransa, Sahel bölgesinde “Barkhane Operasyonu” adı altında terörle mücadele operasyonları yürüttü ve bu süreçte 5100 asker sahaya sürüldü. Ancak, Fransa’nın genel gücünün azalması ve Cumhurbaşkanı Macron’un yurtdışı asker konuşlandırmalarını azaltma isteği, Afrika ülkelerinin artan bağımsızlık bilinciyle birleşince Fransa, Afrika’dan adım adım çekilmeyi tercih etti.

Güney Kore’de Darbe Girişimi Başarısız Oldu: “Mavi Saray Laneti” Yine Hortladı 

2024 yılı, Doğu Asya’da da hareketli geçti. Başlangıçta, Kuzey Kore’nin insansız hava araçlarının Pyongyang’a sızması Güney-Kuzey ilişkilerini hızla kötüleştirdi. Ardından, Kuzey Kore ve Rusya ortak savunma niteliğinde bir ittifak anlaşması imzaladı. Kuzey Kore’nin Rusya-Ukrayna savaşına asker gönderdiği yönündeki haberler, Doğu ve Batı’da iki sıcak nokta yarattı.

Dünya kamuoyu, Kuzey Kore-Rusya ilişkilerindeki bu gelişmeleri izlerken, Güney Kore’de bir gece ansızın siyasi çalkantı yaşandı. Siyasi krizle boğuşan Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk-yeol, müttefiklerinin kehanetlerine kapılarak anayasaya aykırı bir şekilde sıkıyönetim ilan etti. Bu, 1987’deki “Haziran Ayaklanması”ndan bu yana Güney Kore’de yaşanan en ciddi anayasal kriz oldu.

Muhalefet milletvekilleri, sıkıyönetim kuvvetlerinin barikatını aşarak parlamentoya girdi ve üçte iki çoğunlukla sıkıyönetim kararını iptal etti. Bu durum, Yoon Suk-yeol’ü geri adım atmaya ve kamuoyundan özür dilemeye zorladı. Yoon, uğursuz olduğuna inandığı için birçok başkanın başına kötü olaylar geldiği Mavi Saray’a taşınmayı reddetti. Ancak, “Mavi Saray Laneti”nden kaçamadı ve görevdeki ikinci azledilen başkan olarak tarihe geçti. Bu darbe girişimi kan dökülmeden atlatılmış olsa da Güney Kore’deki parti kavgaları ve siyasi sistemin felç olması nedeniyle büyük bir kriz olarak değerlendirildi.

BRICS ve ŞİÖ Büyüyor, Küresel Güney Yükselmeye Devam Ediyor

23 Aralık’ta, 2024 BRICS Zirvesi’ne ev sahipliği yapan Rusya, 1 Ocak 2025’ten itibaren Belarus, Bolivya, Endonezya, Kazakistan, Tayland, Küba, Uganda, Malezya ve Özbekistan’ın BRICS’e resmi olarak ortak ülke statüsüyle katılacağını açıkladı. Bu, geçen yıl gerçekleşen tarihi genişlemenin ardından gelen bir başka büyük genişleme dalgası oldu. Asya, Afrika, Latin Amerika ve Avrupa’dan ülkelerin katılımıyla BRICS daha kapsayıcı hale geldi.

Benzer şekilde, 2024 Haziran’ında Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Zirvesi’nde Belarus’un tam üyeliği onaylandı ve toplam üye sayısı 10’a yükseldi. Buna ek olarak, iki gözlemci ülke ve 14 diyalog ortağı bulunmaktadır.

BRICS ve ŞİÖ, yeni gelişen ve yükselen ülkeler tarafından başlatılan bölgesel çok taraflı mekanizmalardır. Bu yapılar sürekli olarak büyüyüp güçlenerek, Batı’nın G7 grubunun küçülmeye ve zayıflamaya devam ettiğini ortaya koymaktadır. Bu durum, siyasi, ekonomik ve ticari güçlerin yeniden dağılımını ve yeniden yapılanmasını temsil etmektedir. Doğunun yükselişi ve batının gerilemesi, güneyin yükselmesi ve kuzeyin gerilemesi dünya düzenindeki değişimi yansıtmaktadır. Ayrıca, Küresel Güney ülkeleri bir araya gelerek işbirliği yapma, barış ve kalkınmayı teşvik etme konusunda daha kararlı bir duruş sergilemektedir. Bu yeni perspektif ve vizyon, 2024’ün genel gri tonlarına nadir bir parlaklık katmaktadır.

Prof. Ma, Zhejiang Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi (Hangzhou) Akdeniz Çalışmaları Enstitüsü (ISMR ) Dekanıdır. Uluslararası politika, özellikle de İslam ve Orta Doğu siyaseti üzerine yoğunlaşmaktadır. Uzun yıllar Kuveyt, Filistin ve Irak’ta kıdemli Xinhua muhabiri olarak çalışmıştır.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English