Bizi Takip Edin

AMERİKA

Dünya ekonomisi nereye – 1: Davos’taki beyaz karanlık

Yayınlanma

Zenginler kulübü Davos’ta, bu yıl karamsar bir hava hakimdi. Et yememeyi ve toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan milyarderlerin önemli bir kısmı özel jetleri ile İsviçre’ye geldi, ‘seks turizmi’nin Davos günlerinde patlaması nedeniyle kadınlara ‘kendinize dikkat edin’ uyarıları yapıldı.

Yine de atmosfer karanlıktı. Her yıl Davos zirvesi ile aynı zamanda yayımlanan Dünya Ekonomik Forumu (WEF) Küresel Risk Raporu, okurlarını sarsacak tespitler yapıyordu. Önümüzdeki on yıl toplumsal ve çevresel krizlere şahit olacaktık, hayat pahalılığı en ağır küresel risk olarak görünüyordu, biyoçeşitlilik kaybı ve ekosistemin çöküşü önümüzdeki en hızlı kötüleşecek küresel riskti…

Enflasyon, stagflasyona yol açabilirdi, kamu borçlarının tarihsel seviyelerde olduğu düşünüldüğünde bunun sosyo-ekonomik sonuçları ağır olabilirdi. Bunlara küresel ekonomik parçalanmayı ve jeopolitik gerilimleri de eklediğimizde borçluluk yaygınlaşacaktı.

Rapor okuyanların canını yakmaya devam ediyordu: Teknoloji, eşitsizliği artıracaktı; gıda ve yakıt krizleri toplumsal kırılganlığı azdıracaktı; insani gelişime yönelik yatırımların azalması direnci azaltacaktı.

Peki bu karamsar tabloda hiç umut ışığı yok mu? WEF için var.

‘Paydaşlar kapitalizmi’

 WEF’in kurucularından Klaus Schwab, 2019 yılında yaptığı Davos konuşmasında “Ne tür bir kapitalizm istiyoruz?” diye sormuş ve bu meseleye değinmişti. 

Schwab, krize üç alternatif/üç cevap olduğunu düşünüyor.

Birincisi, batılı şirketlerin halihazırda uygulamakta olduğu ‘hissedarlar kapitalizmi.’ Bu seçenekte şirketlerin temel hedefi kârlarını maksimize etmek.

İkincisi, Çin’den ibaret olmayan, gelişmekte olan piyasaların da çoğunlukla başvurduğu, devletin ekonomiyi yönlendirdiği ‘devlet kapitalizmi’ yolu. 

Üçüncüsü, elbette, Schwab’ın da önerdiği yol, ‘paydaşlar kapitalizmi’ (stakeholder capitalism). Yarım yüzyıl önce yine kendisinin önerdiği bu model, Schwab’ın kendi sözleriyle, özel şirketleri toplumun ‘kayyum’u, ‘yeddiemin’i olarak konumlandırıyor.

WEF kurucusuna göre, kârlara aşırı odaklanmak, kapitalizmin ‘reel ekonomi’ ile olan bağlantısını gitgide koparıyor. Kapitalizmin bu biçimi sürdürülemez. Bunun yerine, büyük şirketler, devletler ve çok taraflı örgütlerle birlikte ‘paydaşlar kapitalizmi’ni geliştirmeli.

Schwab, hissedarlar kapitalizminden paydaşlar kapitalizmine geçişte ‘Greta Thunberg etkisi’nin öneminden bahsediyordu. Ona göre İsveçli ‘iklim aktivisti’, mevcut iktisadi sisteme bağlı kalmanın, gelecek nesillere ihanet olacağını bize gösteriyordu. Üstüne üstlük ‘Z kuşağı’ da ‘hissedar değerleri’nden başka değer tanımayan şirketler için çalışmak, onlardan ürün satın almak veya onlara yatırım yapmak istemiyorlardı.

Biraz da gerçekler

WEF’in karamsar tablosu ve ‘sürdürülebilir’ kapitalizm çağrılarında gerçeğe yakın bir şeyler olduğunu kabul etmek gerekiyor.

Credit Suisse’in yayımladığı 2022 Küresel Servet Raporuna göre, 2021 yılının sonunda toplam küresel servet 463,6 trilyon dolara ulaştı. Bu rakam, toplam küresel çıktının neredeyse 4,5 katı.

Üstelik 2021’de küresel servet, bu yüzyılın başından beri görülen ortalama yüzde 6,8’lik artışı epey bir geride bırakarak yüzde 9,8 arttı.

Bu büyük artışın gerisinde yükselen emlak fiyatları ve kredi genişlemesiyle beslenen borsa büyümesi yatıyor. Yani zenginlikteki artışın çok önemli bir kısmını dünyadaki zenginlerin daha da zenginleşmesiyle açıklamak mümkün.

Gerçekten de, rapora göre, 2020’de dünyadaki yüzde 1’lik bir kesim (56 milyon kişi), tüm zenginliğin yüzde 45,8’ine, 2,9 milyar kişi ise bu enginliğin yalnızca yüzde 1,3’üne sahipti. Bu oran, 2021 yılında şöyle değişti: Tepedeki yüzde 1’in elde ettiği zenginliğin oranı yüzde 47,8’e yükseldi. En tepedeki yüzde 13, tüm zenginliğin yüzde 86’sına sahip.

Eşitsizlikler raporu hazırlayan Oxfam da, dünyada alınan her 1 dolarlık verginin yalnızca 4 sentinin zenginlerden geldiğine dikkat çekiyor.

OECD ülkeleri söz konusu olduğunda, 1980 yılında zenginlerden alınan gelir vergisinin toplama oranı yüzde 58 iken şimdi yüzde 42’ye kadar gerilemiş durumda.

Örneklem kümesi 100 ülkeye doğru genişletildiğinde bu oran daha da azalıyor (yüzde 31). Aynı örneklemde, yüzde 1’lik zengin kesimin en büyük zenginlik kalemlerinden olan sermaye gelirlerine yönelik vergi de ortalama olarak yalnızca yüzde 18. Yalnızca üç ülkede, sermaye gelirlerinden alınan vergi, ücret gelirlerinden alınan vergiden daha yüksek.

Uluslararası kurumlar da karamsar

IMF Başkanı Kristalina Georgieva’nın Davos öncesi uyarıları hatırlanacaktır. Georgieva, 2023’te dünyanın üçte birinin resesyonla yüzleşeceğini söylemişti.

IMF, küresel GSYİH’nin yüzde 2,7 büyüyeceğini tahmin etse de OECD, bu rakamı yüzde 2,2’ye çekmişti. Büyümenin ‘momentum kaybettiğini’ savunan OECD, risklerin de aşağı yönlü olduğunu kaydetmişti.

Dünya Bankası ise daha da ileri giderek, küresel büyümenin yüzde 1,7’de kalacağını, dünyanın tüm bölgelerinde kişi başına düşen gelir büyümesinin COVID-19 pandemisinden önceki düzeye göre daha düşük olacağını yazdı.

Dünya Bankasına göre, 2024 yılının sonunda gelişmekte olan ekonomilerin GSYİH seviyesi, pandeminin hemen öncesindeki tahminlerin yüzde 6 aşağısında olacak.

WEF’in anket yaptığı iktisatçılar daha da karamsar görünüyor. Ankete katılan dünyanın kamu ve özel kuruluşlarında çalışan baş ekonomistlerin yüzde 18’i, dünyanın bu sene resesyona girmesinin ‘kuvvetle muhtemel’ olduğunu düşünüyor.

Küresel ekonomideki resesyon ihtimalini görenler, ankete katılanların üçte ikisini oluştururken, ABD ve Avrupa’daki sıkı para politikalarının devam etmesini bekliyorlar.

Tüm baş ekonomistler, Avrupa için 2023 yılında ‘zayıf veya çok zayıf büyüme’ beklerken, ankete katılanların yüzde 91’i ABD için de ‘zayıf veya çok zayıf büyüme’ öngördü.

Geçen seneki ankette bu oranlar yüzde 86 (Avrupa için) ve yüzde 64 (ABD için) idi.

Ankete yanıt veren 10 kişiden 9’u, zayıf talep ve yüksek borçlanma maliyetlerinin şirketlerin üzerine yük bindireceğini, 10 kişiden 6’sı da daha yüksek girdi maliyetlerini vurguladı. Birçok baş ekonomist, bu nedenlerle çok uluslu şirketlerin maliyetleri kısmak için operasyonel masrafları kısmasını bekliyor.

Teknoloji devlerinde işçi kıyımı

WEF anketine yanıt veren iktisatçıların çok uluslu şirketler için söyledikleri aslında bir süredir yapılıyor.

Özellikle pandemi dönemi fahiş hisse yükselişleri yaşayan ve devasa kârlar açıklayan teknoloji tekelleri, geçen seneki ciddi düşüşlerle birlikte bilançodan kaynaklı operasyonal masraflarını da ‘güncellemeye’ başladılar.

Pandemi döneminde artan çevrimiçi faaliyetlerle birlikte istihdamı da artıran Alphabet (Google), Meta, Amazon, Microsoft gibi Amerikan çok uluslu tekelleri, daralmaya başlayan endüstri karşısında ilk önlem olarak işçi çıkarmaya başladı.

Teknoloji sektöründeki işten çıkarmaları takip eden layoffs.fyi isimli internet sitesinin verilerine göre, 2022 yılının başından bu yana bu sektörde işten çıkarılan işçi sayısı 200 bini buldu.

Bu sektörde yalnızca 2023 yılında işinden olan işçi sayısı ise 67 bin 268. Yalnızca Meta, Amazon, Microsoft ve Google’ın geçen haftalarda işten çıkardığı işçi sayısı 51 bin civarında. Şu ana kadar işten çıkarma açıklamayan tek endüstri devi Apple.

Bununla birlikte, teknoloji tekelleri nakit içinde yüzmeye devam ediyor. Son olarak Microsoft’un açıkladığı 2022’nin üçüncü çeyreği kârı 16 milyar dolar. Aynı Microsoft, geçen sene federal regülatörler devreye girip anlaşmayı engellemeseydi, oyun üreticisi Activision Blizzard’ı 69 milyar nakit ile satın alacaktı.

Meta ise, geçen yıla göre kârının yüzde 52 azaldığını söylese de, 2022’nin üçüncü çeyreğinde 4,4 milyar dolar kâr açıkladı.

Amazon da kârlılıkta düşüş ilan etse de son çeyrekte elde ettiği kâr 3 milyar dolar civarında.

İşten çıkarmalar tüm sektörlere yayılıyor

Ama işten çıkarmalar yalnızca Silikon Vadisi devlerinden ibaret değil.

Almanya merkezli yazılım devi SAP, 3 bin 500 işçiyi işten çıkaracağını duyururken, kimyasal tekeli Dow 2 bin çalışanını kovacağını açıkladı. Dow yöneticileri, bu sene maliyetlerde 1 milyar dolarlık bir kesinti yapacaklarını söylüyorlar.

Bir başka çok uluslu ABD menşeli şirket, 3M, zayıflayan tüketici talebini gerekçe göstererek imalatta çalışan 2 bin 500 işçiyi işten çıkaracağını açıkladı.

Oyuncak markası Hasbro ise, işgücünün yüzde 15’ine tekabül edecek şekilde, 1.000 kişiyi işten çıkaracak.

Salesforce işçilerinin yüzde 10’unu, Spotify yüzde 6’sını, Vimeo yüzde 11’ini, BlackRock yüzde 3’ünü, Goldman Sachs yüzde 7’sini işte çıkaracak.

ABD ve Avrupa’nın durumuna bir sonraki yazılarda daha fazla odaklanacağız.

AMERİKA

Trump’tan ithal otomobillere yüzde 25 gümrük tarifesi

Yayınlanma

ABD Başkanı Donald Trump, ABD’ye ithal edilen otomobillere yüzde 25 gümrük tarifesi uygulayacaklarını açıkladı.

2 Nisan’dan itibaren geçerli olacak vergilere ABD’de üretilmeyen otomobil parçaları da dahil.

Tarifelerin “kalıcı” olacağını söyleyen Başkan, ithalat vergilerinin kaldırılmasını gerektirecek hiçbir şey olmadığını söyledi.

Trump gazetecilere verdiği demeçte “Yüzde 25’lik bir gümrük vergisi uygulayacağız, ama arabanızı ABD’de üretirseniz gümrük vergisi yok. Bunun anlamı, birçok yabancı otomobil şirketinin çok iyi durumda olacağıdır çünkü tesislerini zaten ABD’de kurmuşlardır,” diye ekledi.

Trump’ın Oval Ofis’teki açıklamalarının ardından yayınlanan bir bilgi notunda Beyaz Saray, ABD-Meksika-Kanada (USMCA) ticaret anlaşmasıyla uyumlu otomobil parçalarının, Gümrük ve Sınır Koruma “ABD dışındaki içeriklerine gümrük vergisi uygulamak için bir süreç oluşturana kadar” gümrük vergisinden muaf kalacağını söyledi.

ABD Uluslararası Ticaret Komisyonu, 2024 yılının başlarında, hükümetin kapsamlı otomobil tarifeleri uygulaması halinde ne olacağını incelemişti. Rapora göre, ABD’nin tüm otomobil ithalatına uygulanacak yüzde 25’lik bir gümrük vergisi, ithalatı yaklaşık yüzde 74 oranında azaltacak ve ortalama otomobil fiyatlarını yüzde 5 oranında artıracak.

Başkan Trump’ın ithal araçlara yönelik gümrük vergilerini artırması en çok yabancı otomobil üreticilerini etkileyecek olsa da, yerli otomobil üreticileri General Motors ve Ford da önemli bir etkiyle karşı karşıya kalacak.

Wards Automotive ve Barclays araştırmasına göre Volvo (yüzde 13), Mazda (yüzde 19) ve Volkswagen (yüzde 21) ABD’de satılan araçlarının en düşük payını bu ülkede üretiyor.

Hyundai-Kia (yüzde 33), Mercedes (yüzde 43), BMW (yüzde 48) ve Toyota (yüzde 48) da ABD’de satılan araçlarının yarısından azını burada üretiyor.

Ulaştırma Bakanlığına göre, ABD’ye ithal edilen önemli 2025 modellerine örnek olarak Ford Maverick pikap, Chevrolet Blazer crossover, Hyundai Venue crossover, Nissan Sentra kompakt otomobil, Porsche 911 spor otomobil ve Toyota Prius hibrid verilebilir.

ABD’de satılan araçların yaklaşık yüzde 45’i ithal ediliyor ve en büyük oran Meksika ve Kanada’dan geliyor.

Amerikan Otomobil Etiketleme Yasası verilerine göre, her 2025 model yılı aracı, içeriğinin en az yüzde 20’sini ABD ve Kanada dışındaki ülkelerden alıyor.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Gizli CIA dosyalarında ‘Ahit Sandığı’nın bulunduğu iddia ediliyor

Yayınlanma

On Emir’i içerdiğine inanılan bir sandığın yeri uzun zamandır gizemini koruyordu, fakat CIA belgeleri Ahit Sandığı’nın bulunduğunu iddia ediyor.

İncil’e göre Ahit Sandığı, İsrailliler tarafından MÖ 13. yüzyılda Mısır’dan kaçtıktan kısa bir süre sonra yapılmıştı. Musa daha sonra On Emir’i bunun içine yerleştirmişti.

CIA 1980’lerde uzaktaki nesneler, olaylar ya da diğer insanlar hakkında bilgi algılayabildiklerini iddia eden kişilerle deneyler yapmıştı.

Gizemli ‘Project Sun Streak’in bir kalıntısı olan bu CIA belgesi, ABD hükümetinin Sandık’ın nerede olduğunu yıllardır bildiğine işaret ediyor. 1970’lerde ve 1980’lerde Savunma İstihbarat Teşkilatı (DIA) ve CIA de dahil olmak üzere diğer bazı istihbarat teşkilatları ‘uzak olaylar’ hakkında istihbarat elde etmek için ‘paranormal yeteneklere sahip olduğu iddia edilen’ kişileri kullandı.

Sun Streak Projesi, sadece koordinatları kullanarak hedefler hakkında istihbarat toplamak için ‘uzaktan görüntüleyiciler’ olarak bilinen medyumları kullanıyordu. Uzaktan izleyicilerin uzaktaki bir yeri gözlemlemek için bilinçlerini bedenlerinin ötesine yansıtabildikleri varsayılıyor.

Raporda, ‘032 numaralı Uzaktan Görüntüleyiciye’ bir hedefin yerini belirlemesi için koordinatların verildiği ve bu koordinatların Orta Doğu’da saklanan Ahit Sandığı’nı tarif ettiği bu testlerden birinin ayrıntıları yer alıyor.

Medyum, yakındaki cami kubbelerine benzeyen binaları ve ‘neredeyse tamamen beyaz giyinmiş’, ‘siyah saçlı ve koyu renk gözlü’ kişileri tarif etmiş.

Medyum, “Hedef varlıklar tarafından korunuyor ve (şimdi) yalnızca bunu yapmaya yetkili olanlar tarafından açılabilir; bu kap, zamanın doğru olduğuna karar verilene kadar açılmayacak/açılamayacak,” demiş.

Medyum, o zaman geldiğinde ‘kilit sisteminin mekaniğinin oldukça basit olduğunun görüleceğini’ ve kabı merak ederek ya da vurarak açmaya çalışan herkesin ‘kabın koruyucuları tarafından bizim bilmediğimiz bir güç kullanılarak yok edileceğini’ söylemeye devam ediyor.

Bazı tarihçiler Ahit Sandığı’nın M.Ö. 586’da Babil’in Kudüs’ü yağmalaması sırasında kaybolmadan önce antik Kudüs Tapınağı’nın en iç odası olan ‘Kutsalların Kutsalı’nda saklandığına inanıyor.

Eserin Etiyopya’ya götürüldüğüne ve şimdi yerel bir kilisede bulunduğuna dair bir efsane de var.

Sandığın var olduğuna dair kanıtlar henüz bulunamadı, fakat 2000 yılında gizliliği kaldırılan CIA belgesinde 1988 yılında keşfedildiği iddia ediliyor.

Belgede, “Hedef bir konteyner. Bu konteynerin içinde başka bir konteyner var. Hedef ahşap…. altın ve gümüşten yapılmış…. ve altı kanatlı bir melekle süslenmiştir,” deniyor.

‘Uzaktan izleyici’ tabut şeklindeki nesnenin ‘Orta Doğu’da bir yerde bulunduğunu’ ve bölgede Arapça konuşan insanlar gördüğünü söylemeye devam etmiş fakat uzaktan izleyiciye deney başlamadan önce kayıp sandığı aradıkları söylenmemiş.

İncil tarihine göre, bu kutsal, altın kaplı ahşap sandık MÖ 1445 civarında yapılmıştı.

CIA bu medyumlardan ‘İslamcı terörist gruplar tarafından kaçırılan rehinelerin yerlerinin tespit edilmesinden ABD içindeki kaçak suçluların izlerinin sürülmesine’ kadar geniş bir yelpazede operasyonlar için yararlandı.

Sun Streak olarak bilinen proje, ‘Ninjas are Butterflies’ podcast’inin son bölümünde yer aldıktan sonra kamuoyunun dikkatini çekti. Program sunucusu Josh Hooper, CIA.gov web sitesine girip belgeyi bulana kadar Sun Streak Projesi’nin ‘sahte’ olduğunu düşündüğünü söyledi.

Hooper, “Şöyle düşündüm… ‘Neye bakıyorum ben?” diye sordu.

Belgede 5 Aralık 1988’de yapılan bir eğitim tatbikatı da anlatılıyor. Medyum, kutsal eseri aramak için bilincini bedeninin ötesine yansıtmış ve ilerledikçe gözlemlerini yazmış.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

ABD’de ‘Signalgate’ skandalı büyüyor

Yayınlanma

ABD’li üst düzey yetkililerin Signal mesajlaşma programındaki ortak gruplarına The Atlantic muhabiri Jeffrey Goldberg’i “yanlışlıkla” eklemeleri ile ortaya çıkan yazışmaların yarattığı sarsıntı sürüyor.

Yemen direnişine ve Husilere yönelik saldırının tartışıldığı grupta Başkan Yardımcısı JD Vance, Pentagon şefi Pete Hegseth, Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz gibi üst düzey isimler bulunuyordu.

The Atlantic genel yayın yönetmeni Goldberg, ilk haberin ardından ikinci bir haber daha yaparak, daha önce yayınlamadığı mesajları da yayınladı. Yeni mesajlarda, Trump yönetiminin Signal’deki grup sohbetinden Yemen’deki askeri saldırıların zamanlaması detaylandırılıyor.

Dergi, başlangıçta bazı metinlerde bulunan silahlar ve saldırıların zamanlamasıyla ilgili belirli bilgileri saklamaya karar verdiğini ve “ABD personelinin hayatını tehlikeye atabilecek” askeri operasyonlarla ilgili bilgileri kural olarak yayınlamadığını söyledi. 

The Atlantic tüm mesajları yayınladı

Fakat Beyaz Saray yetkililerinin iddialarının insanların kendi sonuçlarına varmak için metinleri görmeleri gerektiğine inanmalarına yol açtığını savunan dergi, “Trump danışmanlarının güvenli olmayan iletişim kanallarına dahil ettikleri türden bilgilerin ifşa edilmesinde açık bir kamu yararı vardır, özellikle de üst düzey yönetim figürleri paylaşılan mesajların önemini küçümsemeye çalıştıkları için,” diye yazdı.

Goldberg The Atlantic’teki yeni makalesinde Husilere yönelik saldırılarla ilgili bilgiyi mevzilerin bombalanmaya başlamasından iki saat önce aldığını yazdı.

15 Mart Cumartesi günü Savunma Bakanı Pete Hegseth’ten gelen bir mesajda, “Az önce CENTCOM [ABD Merkez Komutanlığı] ile göreve hazır olduğumuzu teyit ettik. 1215et [TSİ 19:15]: F-18’ler FIRLATILDI (1. saldırı paketi),” diyor.

The Atlantic tarafından yayınlanan Hegseth mesajları, uçakların ABD uçak gemilerinden kalkacağı ve füzelerini fırlatacağı kesin zamanları detaylandırıyor gibi görünüyor ki bunlar genellikle gizli kabul edilen bilgilerdir. Fakat metinlerde saldırıların asıl hedefleri belirtilmiyor, sadece Husi “Hedef Terörist” gibi kelimeler kullanılıyor.

The Atlantic’in yeni makalesine cevaben Waltz sosyal medya platformu X’te yaptığı açıklamada, “Yer yok. Kaynak ve yöntem yok. SAVAŞ PLANI YOK,” iddiasında bulundu ve yabancı ortakların saldırıların yakın olduğu konusunda zaten bilgilendirildiğini söyledi.

Waltz, “SONUÇ OLARAK: Başkan Trump Amerika’yı ve çıkarlarımızı koruyor,” diye ekledi.

Beyaz Saray da son ifşaatları küçümsedi ve yönetimin bunlar karşısında ‘tamamen şeffaf’ olduğunda ısrar etti.

Beyaz Saray basın sözcüsü Karoline Leavitt çarşamba günü gazetecilere yaptığı açıklamada, “Bu yönetim her gün Amerikan halkı adına çok çalışıyor, ama ana akım medya, başarısız Atlantic Magazine’in her geçen saat dağılan sansasyonel bir hikayesine odaklanmaya devam ediyor. Başından beri bu mesaj dizisinde hiçbir gizli materyalin gönderilmediğini, hiçbir konumun, kaynağın ya da yöntemin ifşa edilmediğini ve kesinlikle hiçbir savaş planının tartışılmadığını söyledik. Buradaki asıl hikâye Başkan Trump’ın Husi teröristlere karşı yürüttüğü kararlı askeri harekâtın ezici başarısıdır,” dedi.

Dışişleri Bakanı Marco Rubio skandal konusunda Beyaz Saray’dan biraz farklı bir açıklama yaparak, “birilerinin büyük bir hata yaparak sohbete bir gazeteci eklediğinin” açık olduğunu kabul etti ve “Gazetecilere karşı değilim ama o şeyde olmamanız gerekirdi,” dedi.

Eleştirmenler, üst düzey yetkililerin ABD’nin hayati ulusal güvenlik çıkarlarına değinen böylesine hassas bilgileri resmi olmayan, ticari olarak kullanılabilen bir mesajlaşma platformunda tartışmasının ‘neredeyse eşi benzeri görülmemiş bir durum’ olduğunu söylüyor.

Demokratlar Hegseth’in ‘içki problemini’ gündeme getiriyor

Demokrat Partili üst düzey Kongre üyeleri, Trump yönetiminin en üst kademelerinde ‘beceriksizlik’ olarak gördükleri bu olayı eleştirmek için kullandılar.

Örneğin Demokrat Temsilci Jimmy Gomez, Hegseth’in ‘içki alışkanlıklarıyla’ ilgili soruları çarşamba günü Temsilciler Meclisi komitesinde yapılan bir oturumda gündeme getirdi.

Temsilciler Meclisi İstihbarat Komitesi’nin yıllık dünya çapındaki tehditleri değerlendirme oturumunda Gomez, “Onay duruşmasında içki alışkanlıklarıyla ilgili pek çok soru gündeme geldi. Bildiğiniz kadarıyla Pete Hegseth’in gizli bilgileri sızdırmadan önce içki içip içmediğini biliyor musunuz?” diye sorunca CIA Başkanı John Ratcliffe ve Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard sinirlendi.

Gabbard, Hegseth’in içki alışkanlıkları sorulduğunda “Bakan Hegseth’in kişisel alışkanlıkları hakkında herhangi bir bilgim yok,” dedi.

Aynı soru CIA Direktörü John Ratcliffe’e sorulduğunda, “Hayır, bilirsiniz, hayır. Buna cevap vermeyeceğim. Bunun saldırgan bir soru olduğunu düşünüyorum,” diye cevap verdi.

Gomez, sorunun kamuoyu için “akılda kalıcı” olduğunu savundu.

The Atlantic de, aralarında Ratcliffe ve Gabbard’ın da bulunduğu Trump yönetimindeki üst düzey yetkililerin salı günü Senato’da Signal sohbetinde ‘hiçbir gizli materyalin paylaşılmadığına’ dair ifade vermelerinin ardından metnin tamamını yayınlamaya karar verdi.

Trump önce Waltz’a sahip çıktı, sonra eleştirdi

Başkan Donald Trump skandalın ortaya çıkmasının ardından ulusal güvenlik danışmanı Waltz’a sahip çıkmıştı.

Trump çarşamba akşamı imzaladığı başkanlık emri sırasında yaptığı açıklamada, Signalgate skandalından Mike Waltz’ı sorumlu tuttu.

Trump, “Mike Waltz, sanırım sorumluluğu üstlendiğini söyledi. Bunun başka biriyle ilgisi olmadığını tahmin ediyorum. Mike’tı sanırım, bilmiyorum. Ben her zaman Mike olduğunu düşünmüşümdür,” diye konuştu.

Öte yandan Trump, Savunma Bakanı’nın füze fırlatma zamanları da dahil olmak üzere operasyonla ilgili hassas ayrıntıları paylaşmasına rağmen Hegseth’e neden yüklenildiğini sorguladı.

Başkan, “Hegseth’i bu işin içine nasıl sokuyorsunuz? Onun hiçbir ilgisi yok; bakın, bunların hepsi bir cadı avı,” dedi.

Trump salı günü yaptığı açıklamada Waltz’ı kovmayı planlamadığını söylemiş ve bir televizyon röportajında ulusal güvenlik danışmanının “dersini aldığını ve iyi bir adam olduğunu” söyleyerek onu savunmuştu.

POLITICO’ya bilgi veren kaynaklara göre ise, Trump, Waltz’ın telefonunda The Atlantic genel yayın yönetmeni Jeffrey Goldberg’in numarasının kayıtlı olmasına hem kızmış hem de şüphelenmişti. 

Bir başka kaynak ise, Başkan’ın olayın ‘utanç verici doğasından’ özellikle tedirgin olduğunu söyledi. Söz konusu kişi, “Başkan, Waltz’ın bu kadar aptal olabilmesine çok kızdı,” dedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English