Diplomasi
Edi Rama’dan İngiltere’ye sığınmacı tepkisi

Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, Brexit’in ardından ülkenin “çok karanlık bir dönemde” olduğunu savunarak İngiliz sığınmacı politikasını sert bir şekilde eleştirdi.
The Guardian gazetesine konuşan Rama, şu anda İşçi Partisi lideri Keir Starmer’ın yönettiği İngiltere’yi, tüm yasal yolları tüketen sığınma talebi reddedilenleri barındıracak üçüncü ülke “geri dönüş merkezleri” kurma çabasıyla “sığınmacıları atacak yerler” aradığı için suçladı.
Starmer geçen ay, İngiltere’nin bu planla ilgili diğer ülkelerle görüşmelerde olduğunu doğruladı fakat hangi ülkelerle görüştüğünü açıklamadı. İngiliz başbakanı, bu politikayı Arnavutluk’a yaptığı ilk resmi ziyaretinde duyurdu.
Ne var ki Rama, o sırada Arnavutluk’un “İtalya ile olan evliliğimize sadık olduğu” için bu plana katılmayacağını söylemişti. Tiran, Roma ile benzer bir plana sahip fakat bu plan defalarca yasal engellere takıldı.
Rama, The Guardian gazetesine verdiği demeçte, “Bugün bunun sadece hayal edilebilir değil, gerçekten gerçekleşiyor olması, Keir Starmer veya [eski Başbakan Rishi] Sunak’ın aşırı bir şey yapmasından kaynaklanmıyor; ülkenin çok karanlık bir dönemde olmasından kaynaklanıyor,” dedi.
Arnavutluk Başbakanı, Starmer’ın önerilerinin “bugünün Britanya’sında söylenen, yazılan veya söylemlerin normal bir parçası olarak kabul edilen şeylerin yüzde sekseni” olduğunu ve Brexit öncesinde bunların “tamamen kabul edilemez, tamamen saçma, tamamen utanç verici” olacağını savundu.
Birleşik Krallık’ın önceki Muhafazakâr hükümeti döneminde Londra ve Tiran, ortak bir bildiri imzaladı ve bir görev gücü kurarak 1.000’den fazla Arnavut vatandaşının İngiltere’den geri gönderilmesini sağladı.
Ne var ki, Arnavut sığınmacıların İngiltere’yi “istila ettiği” yönündeki politikacıların söylemleri nedeniyle iki ülke arasındaki ilişkiler sık sık gerildi.
Rama, Starmer’ın “çok saygın [ve] hoş bir kişi” olduğunu söyledi ve İngiliz başbakanının Arnavutluk’tan programa katılmasını talep etmediğini açıkça belirtti.
Temmuz ayında 60 yaşına basacak olan Rama, seçim kampanyasını AB üyeliği için çabalarını sürdüreceği vaadiyle yürüttü. Rama, müzakerelerin 2027 yılına kadar tamamlanacağını ve “2030 yılına kadar AB üyesi olacağımızı” düşünüyor. 2009 yılında NATO’ya katılan Arnavutluk, on yıldan fazla bir süredir AB üyeliği adayı.
Rama, “Sürece yaklaşım tamamen değişti. Şimdi [AB] ilerlemek için çok istekli… Rusya’nın saldırganlığıyla her şey değişti, bir şekilde Vladimir Putin de bunu yaptı, Avrupa’nın birleşmeye daha fazla ilgi duymasını sağladı,” dedi.
Rama, Beyaz Saray’ın yeni sakiniyle AB üzerinde benzer bir etki olduğunu düşünüyor ve “Donald Trump’ın seçilmesinin Avrupa için iyi bir şey olduğuna %100 ikna” olduğunu söylüyor.
Rama, Trump’ın zaferinin Avrupa’yı uyuşukluğundan uyandırdığını ve dünyanın ihtiyaç duyduğu “rahatsız edici bir ruh” getirdiğini öne sürdü.
Arnavut lider, “Trump, Tanrı’nın onu Amerika için bir planı olduğu için kurtardığını söylediğinde, bence gerçeğin sadece yarısını söylüyor. Tanrı onu kurtardı çünkü Avrupa için de bir planı vardı, Avrupa’yı uyandırmak için,” dedi.
Diplomasi
Schiller Enstitüsü, yeni bir güvenlik mimarisini masaya yatırdı

Schiller Enstitüsü tarafından Berlin’de düzenlenen konferansta, dünyanın topyekûn bir nükleer savaş tehlikesiyle karşı karşıya olduğu uyarısı yapıldı. Konuşmacılar, tek kutuplu düzenin çöküşüne ve BRICS öncülüğündeki çok kutuplu dünyanın yükselişine dikkat çekerek, tek çıkış yolunun tüm ülkelerin güvenlik ve kalkınma çıkarlarını gözeten yeni bir küresel mimari olduğunu vurguladı. Konferansta, Afrika’nın kalkınması için ‘Vaha Planı’ ve ‘Gündem 2063’ gibi projelerde BRICS ile Avrupa arasında işbirliği yapılması çağrısında bulunuldu.
Schiller Enstitüsü tarafından Berlin’de düzenlenen uluslararası konferansta, dünyanın topyekûn bir nükleer savaşın eşiğinde olduğu ve tarihin geri dönülemez bir noktaya yaklaştığı uyarısı yapıldı.
“BRICS ve Avrupa Arasında Afrika İçin Vaha Planı ve Gündem 2063’ü Uygulamak Üzere İşbirliği” başlığıyla düzenlenen etkinlikte, tek kutuplu dünya düzeninin çöküşü ve BRICS ülkelerinin öncülük ettiği çok kutuplu bir dünyanın yükselişi ele alındı.
Konferansta konuşan siyasetçiler, akademisyenler ve eski istihbarat yetkilileri, mevcut jeopolitik gerilimlerden çıkışın tek yolunun, tüm ülkelerin güvenlik ve kalkınma çıkarlarını gözeten yeni bir küresel mimari inşa etmekten geçtiğini vurguladı.
Schiller Enstitüsü’nün kurucusu ve başkanı Helga Zepp-LaRouche, açılış konuşmasında dünyanın, küresel bir nükleer savaş felaketinin kaçınılmaz hale gelebileceği bir “punctum saliens” yani “dönüm noktasına” hiç bu kadar yakın olmadığını belirtti.
Mevcut krizin kökenlerinin, 1971’de ABD Başkanı Nixon’ın Bretton Woods sistemini yıkarak kuralsız para politikalarına geçmesine dayandığını ifade eden Zepp-LaRouche, bu sürecin yeni bir depresyon, faşizm ve dünya savaşına yol açacağı yönündeki öngörülerin bugün gerçekleştiğini söyledi.
Zepp-LaRouche, “Tarihe müdahale etmek, iyi bir plana sahip olmak ve onu uygulamak için yeterli gücü seferber etmekle mümkündür,” diyerek karamsarlığa karşı eylem çağrısında bulundu.
‘Rus-Alman uzlaşısı paramparça oldu’
Konferansın en çarpıcı konuşmalarından birini yapan Moskova Ekonomi Yüksek Okulu Dünya Askeri Ekonomi ve Strateji Enstitüsü’nden analist Dmitriy Trenin, Avrupa’nın Ukrayna’daki vekalet savaşında Rusya için “ana düşman” konumuna geldiğini belirtti.
Bu durumun, Rusya’nın Ukrayna’da kazanmaya başlaması ve ABD’nin olası bir Trump yönetimi altında odağını Asya’ya kaydırmasıyla ortaya çıktığını savunan Trenin, “Avrupa, Rusya’yı kapıdaki düşman rolüne sokarak kendisini bir güç merkezi olarak konsolide etmeye çalışıyor,” ifadelerini kullandı.
Rusya’nın Avrupa’ya saldıracağı yönündeki varsayımın “saçma” olduğunu söyleyen Trenin, mevcut durumun 1962 Küba Füze Krizi’nden çok daha tehlikeli olduğunu vurguladı.
Trenin, “Rus-Alman uzlaşısı artık yok, paramparça oldu ve bu bir trajedi. Bu kriz, NATO’nun Ukrayna’ya doğru genişlemesi, Minsk Anlaşması’nın hiçe sayılması ve İstanbul’daki barış taslağının sabote edilmesi gibi önlenebilecek adımlar nedeniyle yaşandı. Eğer 11. saatte ortak bir çaba göstermezsek, bu kriz uçuruma bakana kadar durmayacak,” diye konuştu.
Çin’in yükselişi ve yeni dünya düzeni
Çinli akademisyen Profesör Zhang Weiwei ise dünyanın halihazırda çok kutuplu olduğunu ve BRICS ülkelerinin satın alma gücü paritesine göre GSYİH’sinin G7’yi geçtiğini belirtti.
Avrupa’yı ABD’ye bağımlı olmakla ve Çin’e karşı “derin bir güvensizlik” beslemekle eleştiren Zhang, “Avrupa konuşuyor, Çin yapıyor,” dedi.
Çin’in yoksullukla mücadele, Afrika’daki altyapı projeleri ve Taklamakan Çölü’nün yeşillendirilmesi gibi alanlardaki başarılarına dikkat çeken Zhang, Çin felsefesinin Batı’nın “böl ve yönet” anlayışının aksine “birleş ve kalkın” ilkesine dayandığını söyledi.
Zhang, “Batı felsefesi ‘dost ya da düşman’ der, Çin felsefesi ise ‘dost ya da potansiyel dost’ der. Bütün farkı yaratan da budur,” ifadelerini kullandı.
‘Afrika için yeni bir kapışma yaşanıyor’
Konferansa video mesajla katılan Afrikalı konuşmacılar, kıtanın geleceğine dair hem umutları hem de kaygıları dile getirdi.
Nelson Mandela Vakfı Başkanı Dr. Naledi Pandor, bu konferansın, sömürgeciliği onaylayan tarihi “Berlin Konferansı”nın aksine, Berlin’e özgürlük, adalet ve barış sesini getirdiğini söyledi.
Afrika’nın çok kutuplu bir dünyaya ve reforme edilmiş bir Birleşmiş Milletler’e inandığını belirten Pandor, kıtanın kalkınma planı olan “Gündem 2063” ile Schiller Enstitüsü’nün “Vaha Planı”nın birbirini tamamladığını ve küresel toplumun çatışma odaklı gündemden kalkınma odaklı bir gündeme geçmesi gerektiğini vurguladı.
Kenyalı akademisyen Patrick Lumumba ise daha eleştirel bir tutum sergileyerek, Afrika’da ABD, Çin, Rusya, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi pek çok aktörün dahil olduğu “yeni bir kapışma” yaşandığını söyledi.
Lumumba, “Bu durum, 1884’teki Berlin Konferansı’nı andırıyor. Tek fark, dilin daha şekerli olması. Afrika, kendi içindeki bölünmüşlük ve zayıf kurumlar nedeniyle manipülasyona açık,” değerlendirmesini yaptı.
Çok kutupluluğun eski hegemonların yerine yenilerini koymak anlamına gelip gelmeyeceğini sorgulayan Lumumba, “BRICS içinde hegemon kim olacak? Çin mi, Hindistan mı? Afrika ülkeleri yine piyon mu olacak?” diye sordu.
Savaş lobisi ve eylem çağrısı
Öte yandan eski CIA analisti Ray McGovern, ABD’de savaşı körükleyen yapıları “Askeri-Endüstriyel-Kongre-İstihbarat-Medya-Akademi-Düşünce Kuruluşu Kompleksi (MICIMATT)” olarak tanımladı.
Bu yapının temel taşının medya olduğunu belirten McGovern, savaştan kâr eden şirketlerin medyayı kontrol ettiğini ve bu nedenle alternatif medya ağlarının hayati önem taşıdığını söyledi.
McGovern, “Nuh prensibini hatırlamalıyız: Yağmur yağacağını tahmin edenlere artık ödül yok. Ödüller sadece gemi inşa edenler için,” diyerek bilgi sahibi olmanın yetmediğini, harekete geçmek gerektiğini vurguladı.
Konferansın genelinde, mevcut tehlikelere rağmen umudun yitirilmemesi ve barış için aktif çaba gösterilmesi gerektiği mesajı öne çıktı.
Helga Zepp-LaRouche, konuşmasını Alman şair Friedrich Schiller’in “Deutsche Größe” adlı parçasından alıntılarla sonlandırarak, “Gerçek zafer, kılıçla fethetmek değil, hakikatin şimşeğini kullanarak akılları özgürleştirmektir,” dedi ve tüm halklar için adalet ve akıl özgürlüğü mücadelesi çağrısında bulundu.
Diplomasi
Trump, AB ve Meksika’ya yeni tarifeler getireceğini açıkladı

ABD Başkanı Donald Trump, AB ve Meksika’ya yönelik gümrük vergisi tehditlerini yeniledi ve artırdı.
Nisan başında AB’den gelen tüm ithalata yüzde 20 gümrük vergisi uyguladıktan sonra, bu vergileri geçici olarak yüzde 10’a indiren Trump, şimdi 1 Ağustos’tan itibaren yüzde 30 gümrük vergisi uygulamak istiyor.
Neredeyse tüm mallar bu vergiden etkilenecek. İstisnalar, otomobiller ve otomobil parçaları ile çelik ve alüminyum. Otomobiller halihazırda yüzde 27,5 gümrük vergisine tabi.
Çelik ve alüminyum da bir süredir Trump tarafından uygulanan yüzde 50’lik gümrük vergisine tabi ve her ikisi de yürürlükte kalacak.
Öte yandan Meksika’dan ABD’ye yapılan ithalata uygulanan gümrük vergileri –otomobiller ve otomobil parçaları için halihazırda yüzde 25 olan ve 1 Ağustos’tan itibaren diğer tüm mallara yüzde 30’a yükselecek olan– başta Alman şirketleri olmak üzere Avrupalı şirketleri de etkileyecek.
Bunun nedeni, özellikle otomotiv sektöründe olmak üzere çok sayıda Alman şirketinin Meksika’daki düşük ücretlerden yararlanarak ABD pazarına buradan tedarik sağlaması.
ABD şirketleri arasında da çok yaygın olan bu uygulama, Trump’ın Meksika’dan ithalata uyguladığı gümrük vergileriyle uzun vadede tehlikeye girmiş gibi görünüyor.
AB şimdilik misilleme yapmayacak
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in dün açıkladığı gibi, AB gümrük vergisi saldırısına karşı önlemlerle yanıt vermeyecek ve böylece mevcut politikasını sürdürecek.
Nisan ayında AB üye ülkeleri, ABD’den yapılan ithalata 21 milyar avro tutarında karşı gümrük vergisi uygulamaya karar vermişti fakat Komisyon daha sonra bu önlemi erteledi ve 15 Temmuz’a kadar askıya aldı.
Şu anda AB’nin ABD’ye ihracatı yüzde 10 gümrük vergisine tabi iken, ABD şirketleri geleneksel koşullar altında AB’ye tedariklerine devam edebiliyor ve AB’nin misilleme gümrük vergileriyle karşı karşıya kalmıyor.
Trump’ın 1 Ağustos’tan itibaren AB’den ithalata yüzde 30 gümrük vergisi uygulayacağını açıklamasına yanıt olarak von der Leyen, bunun “önemli transatlantik tedarik zincirlerini bozacağını” ve dolayısıyla “Atlantik’in her iki yakasındaki şirketlere, tüketicilere ve hastalara zarar vereceğini” belirtti.
Avrupa Komisyonu, ABD ile gümrük vergisi anlaşmazlığının müzakere yoluyla çözülmesini hâlâ umut ediyor. Von der Leyen pazar günü yaptığı açıklamada, “Bu nedenle, karşı önlemlerimizin askıya alınmasını ağustos ayı başına kadar uzatacağız,” dedi.
Müzakere talebi Berlin’den; Paris misilleme istiyor
Brüksel böylece Alman hükümetinin taleplerini dikkate alıyor ve diğer AB ülkelerinin taleplerini göz ardı ediyor.
Örneğin Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron cumartesi günü yeni yüzde 30’luk gümrük vergilerine “çok güçlü bir şekilde karşı olduğunu” ifade etti ve “Avrupa çıkarlarının kararlı bir şekilde savunulması” çağrısında bulundu ve bunun için “inandırıcı karşı önlemler” alınması ve “mevcut tüm araçların” kullanılması gerektiğini savundu.
Paris’in yanı sıra Madrid de, ABD’nin gümrük vergilerine karşı aktif adımlar atılması için büyük baskı yapmıştı.
Dahası Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Alman üyeleri bile artık seslerini yükseltmeye başladılar. AP’deki CDU/CSU grubunun başkanı Daniel Caspary cumartesi günü, Avrupa Komisyonu’nun “şimdi yavaş yavaş uygun karşı önlemleri almaya başlamasını” istediğini söylerken, AP Ticaret Komitesi Başkanı Bernd Lange (SPD) “ilk telafi tedbirleri listesinin… artık nihayet yürürlüğe konması gerektiğini” belirtti.
Öte yandan Alman hükümeti fren yapmaya devam ediyor. Federal Ekonomi Bakanı Katherina Reiche, “ABD ile pragmatik bir çözümün müzakere edilmesi” talebinde bulundu.
Brüksel’in tavizleri sürüyor
Son haftalarda ve aylarda Avrupa Komisyonu Başkanı, Brüksel’in ABD’ye misilleme yapma fırsatlarını geri çeviren bir dizi karar aldı.
Örneğin Politico’nun haberine göre, von der Leyen, AB dijital vergisi getirme ve Apple ve Google gibi ABD’li internet devlerinden vergi alma planlarını rafa kaldırdı.
Dijital vergi, teknoloji şirketlerinin aşırı kârlarının en azından bir kısmını geri kazanmanın yanı sıra, Covid-19 pandemisinin sonuçlarıyla mücadele için borçlanarak oluşan devasa borcu azaltmaya da yardımcı olacaktı.
Politico, von der Leyen’in planı sessizce geri çekmesinin “Trump’ın zaferi” olduğunu yorumluyor. Bunun yerine Brüksel, gelecekte elektronik atık ve tütüne yeni vergiler getirmeyi ve cirosu 50 milyon avroyu aşan şirketlerden vergi almayı planlıyor.
Von der Leyen, Çin ile ilişkileri de geriyor
Buna ek olarak von der Leyen, nisan ayında başlatılan ve Çin Halk Cumhuriyeti ile ticareti genişleterek ABD ile yaşanması muhtemel ticari kayıpları telafi etmeyi amaçlayan Pekin ile yakınlaşma girişimini de torpilledi.
Haziran ortasında Kanada’nın Kananaskis kentinde düzenlenen G7 zirvesi sırasında Pekin hakkında sert açıklamalar yapan Komisyon Başkanı, Çin hükümetini “baskıcı davranış” ve “şantaj” ile suçlamıştı.
Von der Leyen aynı zamanda Trump’a, AB’den ithalata uygulanan gümrük vergilerini kaldırmasını ve Çin’e karşı Brüksel ile güçlerini birleştirmesini önermişti.
AB dışişleri şefi Kaja Kallas da, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin Brüksel ziyareti sırasında da benzer bir yaklaşım sergilemişti.
Von der Leyen, geçen hafta salı günü Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada suçlamalarını daha da sertleştirdi. Pekin’in bu suçlamalara yanıt olarak, iki gün (24-25 Temmuz) olarak planlanan AB-Çin zirvesini bir güne kısalttığı, zirve öncesinde genellikle yapılan Avrupa-Çin ticaretinin genişletilmesine ilişkin diyaloğun da yapılmayacağını duyurduğu belirtiliyor.
Von der Leyen ve AB Konseyi Başkanı António Costa, muhtemelen planlandığı gibi Cumhurbaşkanı Xi Jinping tarafından kabul edilmeyecek. Brüksel’de zirvenin tamamen iptal edilmesi yönündeki çağrılar artıyor.
AB, Asya ile anlaşma yapmayı değerlendirecek
Öte yandan AB rekabet komiseri Teresa Ribera bugün (14 Temmuz) Bloomberg’e verdiği demeçte, “Pasifik bölgesinde diğer ülkelerle ne kadar ileri gidebileceğimizi, ne kadar derinlemesine ilerleyebileceğimizi araştırmamız gerekiyor,” dedi.
Ribera, Hindistan ile devam eden görüşmelerin oldukça önemli olduğunu söyledi. Bu görüşmelerin yıl sonuna kadar tamamlanması bekleniyor.
Bloomberg’in haberine göre, AB, Trump’ın bloğa ve diğer ABD ticaret ortaklarına yönelik bir dizi yeni tehdidin ardından, ABD’nin gümrük vergilerinden etkilenen diğer ülkelerle ilişkilerini güçlendirmeye hazırlanıyor.
Konuya yakın kaynaklara göre, AB, Donald Trump’ın gümrük vergileriyle vurulan diğer ülkelerle ilişkilerini güçlendirmeye hazırlanıyor. Bu karar, AB ve diğer ABD ticaret ortaklarına yönelik bir dizi yeni tehdidin ardından alındı.
Anonim kalmak koşuluyla konuşan kaynaklar, Kanada ve Japonya gibi ülkelerle yapılacak görüşmelerin koordinasyon olasılığını da içerebileceğini belirtti.
Bu adım, AB ile ABD arasındaki görüşmelerin uzaması ve otomobil ve tarım ürünlerine uygulanan gümrük vergileri gibi birçok konuda çıkmaza girmesinin ardından geldi.
Üye ülkelere Pazar günü görüşmelerin durumu hakkında bilgi verildi.
Diplomasi
Almanya, ABD’den daha fazla F-35 savaş uçağı satın almayı planlıyor

Alman hükümeti 15 adet F-35 savaş uçağı daha satın almayı ve böylece Amerikan yapımı jetlerin planlanan filosunun 35’ten 50’ye çıkarmayı planlıyor.
POLITICO’ya göre Almanya ve ABD arasında kamuoyuna açıklanmayan görüşmeler, Avrupa savunma işbirliği açısından hassas bir dönemde gerçekleşiyor.
Sadece birkaç gün önce, Fransız sanayi temsilcilerinin uçağın merkezi bileşenlerinin yüzde 80’inin kendi ülkelerinde üretilmesini talep etmesiyle, Avrupa’nın amiral gemisi niteliğindeki yeni nesil savaş uçağı programı Geleceğin Savaş Hava Sistemi (FCAS) konusunda Berlin ve Paris arasında gerginlik tırmandı.
Almanya Şansölyesi Friedrich Merz, Berlin’de NATO Genel Sekreteri Mark Rutte ile yaptığı görüşmede, “Bu konuyu önümüzdeki birkaç ay içinde kesin olarak netleştirmeye karar verdik. Bu konsorsiyumun yapısı konusunda farklı görüşler henüz çözüme kavuşmadı,” demişti.
Yeni F-35 anlaşmasıyla ilgili görüşmeler, Avrupa’nın egemenliğinin temel direği olarak FCAS’ı açıkça destekleyen Berlin için önemli bir dönüşüm anlamına geliyor.
Alman hükümeti, Ukrayna savaşının ardından 2022’de ABD yapımı 35 adet F-35 satın almaya karar verdi. Konuya yakın sektör ve hükümet kaynaklarına göre, bir yıl önce yapılan sekiz adet jet daha satın alınması konusundaki iç görüşmeler somut bir sonuç vermedi.
Şimdi, FCAS’ın giderek zorlanmaya başladığı ve Almanya’nın yaklaşan uçak sıkıntısını gidermesi gerektiği bir ortamda, 15 adet F-35 daha satın alma seçeneği, geçmişteki tekliflerden daha ciddi bir şekilde değerlendiriliyor.
F-35, Almanya’ya NATO’nun caydırıcılık stratejisi kapsamında Almanya’da depolanan ABD nükleer bombalarını taşıyabilecek, kanıtlanmış, nükleer kabiliyete sahip bir platform sunuyor ve 2027 yılına kadar operasyonel hale gelebilir.
Buna karşılık, FCAS hâlâ erken geliştirme aşamasında ve 2028 veya 2029’dan önce bir gösteri uçuşu yapılması beklenmiyor.
Merz, daha önce Avrupa’nın ABD’ye olan bağımlılığını azaltması gerektiğini savunarak savunma harcamalarının artırılması ve Avrupa’nın askeri kapasitesinin güçlendirilmesi için baskı yapmıştı.
Haziran ayında yaptığı konuşmada, “Biz Avrupalılar kendi başımıza daha güçlü olmalıyız” diyen Merz, “ABD’nin Avrupa’nın düşük savunma harcamalarına tolerans göstermeye devam etmeyeceği” uyarısında bulunmuştu.
Bu yılın başlarında televizyonda yaptığı bir konuşmada, “mutlak önceliği”nin Avrupa’yı güçlendirerek “ABD’den adım adım bağımsızlığını kazanması” olduğunu belirtmişti.
Merz ile Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un bu ayın sonunda Berlin’de yapacağı ikili görüşmede, FCAS’ın çıkmaza girmesi ve Avrupa savunma işbirliğinin genel yönü ele alınması bekleniyor.
Bu arada, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius, önümüzdeki hafta ABD’li mevkidaşı Pete Hegseth ile görüşecek. F-35 görüşmelerinin o zaman sonuçlanıp sonuçlanmayacağı henüz belli değil.
-
Görüş2 hafta önce
Altı Gün Savaşı’ndan ‘On İki Gün Savaşı’na
-
Ortadoğu2 hafta önce
Reuters: Suriye’de Şara’ya bağlı güçler 1.500 Alevi’yi katletti
-
Dünya Basını2 hafta önce
Kimler faşist olabilir? Önce Mussolini’nin İtalya’sına, sonra İsrail’e bakalım
-
Görüş2 hafta önce
Kazananı Olmayan Kontrol Edilebilir Bir Çatışma
-
Amerika2 hafta önce
Trump’ın gümrük vergilerini erteleme süresi 9 Temmuz’da doluyor, şimdi ne olacak?
-
Avrupa2 hafta önce
Trump’ın gümrük vergileri nedeniyle Avrupa limanları ‘taşıyor’
-
Ortadoğu4 gün önce
Trump’ın Ankara ve Şam’daki jokeri: Thomas Barrack kimdir?
-
Görüş1 hafta önce
Küresel savaş ekonomisinin aleni beyanı: Lahey’deki NATO Zirvesi Sonuç Bildirgesi