DÜNYA BASINI
Giorgia Meloni radikal filan değil
Yayınlanma
Yazar
Harici.com.tr
Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale 27 Eylül 2022 tarihinde Unherd’de yayımlanmıştır. 2017 yılında kurulan Unherd, İngiltere’de muhafazakârlara yakın ama genel olarak “antiküreselci” eğilimleri bir araya getiren bir yayın olarak göze çarpıyor. İtalyan seçimlerinde sağcı Giorgia Meloni’nin iktidara gelmesi, Avrupa’daki liberal çevrelerde endişe yaratmış görünürken, yazar Thomas Fazi, Meloni’nin programının Avro-Atlantik çerçevesinden pek de dışarı çıkmadığına dikkat çekiyor ve mealen “Boşuna endişelenmeyin,” diyor. Yazar, İtalyan halkındaki düzen karşıtı eğilimleri şu anda herhangi bir siyasi partinin taşımadığını da ekliyor.
Giorgia Meloni radikal filan değil
Thomas Fazi
27 Eylül 2022
Giorgia Meloni’nin pazar günkü İtalyan seçimlerindeki[1] (fazlasıyla tahmin edilmiş) zaferine uluslararası tepki iki kampa ayrılabilir: liberal Solda olanlar Meloni’nin liderliğindeki merkez sağ hükümetin İtalya’yı Macaristan stili bir ‘illiberal demokrasi’ye saplayacağından korkarken, Sağdakiler onun iktidara yükselişini AB’nin “küreselci” rejimine ölümcül bir tehdit olarak selamlıyor. Her iki taraf da bir diğeri kadar yanlış.
Seçimlere belki de en çarpıcı tepki finans piyasalarından geldi: kayıtsızlık. Milano Menkul Kıymetler Borsası aslında pazartesi sabahı yükseliyordu, İtalyan ve Alman 10 yıllık devlet tahvili arasındaki fark, daha öncekinden daha yüksek olmayan, küçük bir artış yaşadı. Piyasalar, Meloni’nin, bırakın AB’yi bir bütün olarak kuşatmayı, Brüksel ve Frankfurt’taki teknokratlar tarafından ülke için çizilen ve Mario Draghi tarafından güvence altına alınan makroekonomik yoldan pek fazla sapmasını açıkçası beklemiyor.
Ve haklılar da. Meloni, Avrupa Birliği’ne, Avro-Atlantik ortaklığına ve NATO’ya, Ukrayna’ya silah gönderilmesine yönelik oylama da dahil olmak üzere, yürekten desteğini ifade etmek için elinden geleni yaptı. Piyasalar, Meloni’nin günümüzün tüm önemli meselelerinde müesses nizamın çizgisine ayak uyduracağına inanmakta haklılar. Bu nedenle – o zamanlar hâlâ Avrupa’ya karşı şüpheci görüşlere sahip olan (AB müesses nizamı tarafından boyun eğdirilmeden önce) Beş Yıldız Hareketi’ni[2] ve Lega’yı[3] iktidara getiren 2018 seçimlerini takip eden çalkantının aksine – nispeten sakinler.
Meloni’nin iktisat politikasında müesses nizam yanlısı yaklaşımı, konu hakkında her zaman oldukça ana akım görüşlere sahip olmasına rağmen, sadece onun kendi hesabına hayal gücü eksikliğinden kaynaklanmıyor. Bunun sebebi, her şeyden önce Meloni’nin, İtalya’nın tek para birimine bağlılığı nedeniyle artık egemen bir ülke olmadığının ve bu nedenle iktidarda kalmak için AB müesses nizamının desteğine ihtiyacı olduğunun tamamen farkında olmasıdır. Aslında, o (Meloni) Avrupa makamlarının statükodan sapma girişimlerini ezmek için mali ve siyasi baskı da dahil olmak üzere çok çeşitli araçlara başvurduğu 2018 ‘popülist’ Beş Yıldız-Lega hükümetinden dersini aldı.
AB Komisyonu başkanı Ursula von der Leyen, Princeton Üniversitesi’nde yakın zamanda yaptığı bir konuşmada bu konsepti dile getirdi. Yaklaşan İtalya seçimleri hakkında endişeli olup olmadığı sorulduğunda şu cevabı verdi: “İşler ‘zorlu bir yöne’ giderse, (durumla baş etmek için) elimizde araçlar var.” Bunu yaparken, AB’nin yönetici elitlerinin üye devletleri nasıl gördüğünü ortaya koydu: egemen ülkeler olarak değil, protektoralar[4] olarak.
Meloni bunu anlıyor. Fakat çok sayıda İtalyan da bunu anlıyor ve finansal piyasaların değerlendirmesini paylaşıyor: İtalyan demokrasisi o kadar sınırlı hale geldi ki, artık seçimleri kimin kazandığı önemli değil. Feryat eden manşetlerden farklı olarak, seçimin aslında en çarpıcı yönü düşük katılım oranıydı: %64, İtalya tarihinin en düşük oranı. Bunun anlamı İtalyanların üçte birinin seçime katılmadığıdır; demokrasiden vazgeçtiler. Bu sayı, kesinlikle büyüyecektir, AB’nin İtalyan demokrasisinin içini nasıl boşalttığına dair yıkıcı bir suç duyurusu.
Bu bakımdan Meloni’nin zaferi abartılmamalıdır. %26 oyla (2018’daki %4,4’ün ilerisinde) İtalya’nın Kardeşleri’nin açık ara ülkenin en büyük partisi olduğu doğrudur –Demokratik Parti (%19) ve Beş Yıldız Hareketi (%15,6) tarafından takip ediliyor– ama aynı zamanda Beş Yıldız’ın 2018 seçimlerinde elde ettiği %32,6’dan da çok uzaktır. Ayrıca, genel rakamlara bakacak olursak, merkez sağ koalisyonun üç partisi –İtalya’nın Kardeşleri, Lega ve Berlusconi’nin Forza Italia’sı[5]– toplu olarak 2018’deki ile hemen hemen aynı sayıda oy aldı: 12 milyonun biraz üstü. Dolayısıyla, birçok analistin ima ettiği gibi, İtalyan seçmenlerinde büyük bir “sağa kayma” olmadı; aslında tanık olduğumuz şey daha çok merkez sağ partiler arasında oyların yeniden dağıtılması.
Aynı şey 2018’de aldığı 7,5 milyon oydan sadece biraz daha az, 7,2 milyon oy alan merkez sol koalisyon –Demokratik Parti[6] artı bir grup küçük parti– için de geçerli. Genel olarak bakıldığında, iki koalisyonun, son dört yılda büyük ölçüde değişmeden kalan oldukça konsolide bir tabana sahip olduğu görülüyor.
Esas sapma, şaşırtıcı bir şekilde, 2018’deki 10,7 milyon oydan 4,2 milyona çekilen Beş Yıldız Hareketi’dir – sersemletici bir şekilde 6,5 milyon düşüş. İlginç bir şekilde, 2018’e kıyasla bu sefer oy kullanmayanların sayısı da 6 milyon. Çıkarımlar oldukça açıktır: Beş Yıldız Hareketi’nde statükodan radikal bir kopuş umudunu –sonradan partinin tüm vaatlerine ihanet ettiğini ve sadece bir yıllık bir süreç boyunca müesses nizam ile ittifak kurduğunu öğrenmek pahasına– besleyen milyonlarca marjinal, işsiz, güvencesiz ve düşük gelirli seçmen için mevcut partilerin hiçbirinin, hatta İtalya’nın Kardeşleri’nin bile sunabileceği bir şey yok gibi görünüyor.
Bu nedenle, son haftalarda Beş Yıldız lideri Giuseppe Conte, büyük ölçüde Beş Yıldız’ın gelir destek programını daha sert bir şekilde savunarak ve İtalya’nın Ukrayna’ya verdiği askeri desteği eleştirerek, seçmenlerinin oylarından birkaçını geri kazanmayı başarsa da çoğu seçmen için iş işten geçmişti. İtalyan toplumundaki müesses nizam karşıtı duyguların çoğu fazlasıyla canlı kalmayı sürdürüyor; sadece kendini ifade edeceği bir siyasi kanal yok.
Bu nedenle Meloni’nin zaferini açıklayabilecek derin sosyolojik çıkarımlar aramak zaman kaybıdır. Ona oy verenlerin çoğu aslında ona oy vermedi; en azından, onun ülkeyi anlamlı bir şekilde değiştirmesini beklemiyorlar. Meloni’yi destekleyen gerçek bir tabandan gelen halk hareketi veya toplumsal taban yok. Basitçe söylemek gerekirse, çoğu merkez sağ seçmen için “sıra onda” idi.
Bunun için ne göstermesi gerekecek? Meloni’nin AB’nin iktisadi çerçevesine meydan okuma olasılığının düşük olduğu ve Brüksel’in nedimesi İtalyan cumhurbaşkanı ile birlikte “hukukun üstünlüğü” konularını çok yakından takip edeceği gerçeği göz önüne alındığında, pek fazla bir şey değil. Bazıları bunu rahatlatıcı bulabilir. Fakat İtalya (ve bir bütün olarak Avrupa), Meloni’nin sahip olmadığı iktisadi müdahale araçlarını gerektirecek çok çalkantılı bir kışa yaklaşırken, birçokları kendilerini Avrupa’nın “kısıtlı demokrasisi”nin erdemlerini yeniden düşünürken bulabilir. Ve unutmayalım: İtalya’da yeni bir teknokratik hükümet sadece uzaktaki bir başka krizdir…
Çeviren: Erman Çete
Dipnotlar
[1] İtalyan erken genel seçimleri, Mario Draghi’nin teknokrat hükümetinin düşmesi üzerine 25 Eylül 2022 tarihinde yapıldı. (ç.n.)
[2] Beş Yıldız Hareketi: Komedyen Beppe Grillo tarafından 2009 yılında kurulan ve 2018-2021 yılları arasında iktidar olan popülist parti. Karmakarışık bir ideolojik pozisyona sahip olan parti, çevrecilikten dijital ütopyacılığa kadar bir dizi uyumsuz görüşü bünyesinde barındırıyor ve zaman zaman bölünüyor. (ç.n.)
[3] Lega: Eski Kuzey Ligi’nin devamcısı sağcı parti. İtalyan ulusal birliğinin sağlanmasından bu yana ülke siyasetinde hayli belirgin olan kuzey-güney ayrımında, sanayileşmiş ve zengin kuzey bölgelerini daha yoksul ve kırsal güney aleyhine savunan, bazı örneklerde Kuzey İtalya’nın ayrılmasını savunan akımın günümüzdeki temsilcisi. Matteo Salvini liderliğindeki parti, 2021 yılında Mario Draghi’nin “ulusal birlik” hükümetine katılmıştı. Bölgeselci ve federalist bir anlayışa sahip olan Lega, mülteci karşıtı tutumunun yanı sıra Rusya’ya yönelik yaptırımların kaldırılmasını savunmasıyla da biliniyor. (ç.n.)
[4] Protektora: Bir devletin başka bir devleti tek taraflı olarak koruma altına alması, himaye. (ç.n.)
[5] Forza Italia: Eski Başbakan Silvio Berlusconi’nin sağcı partisi. (ç.n.)
[6] Demokratik Parti: İtalya’nın sosyal demokrat-merkez sol partisi. (ç.n.)
İlginizi Çekebilir
-
Meloni, Trump ile Avrupa arasında seçim yapmayı ‘çocukça’ buluyor
-
Güney Avrupa ülkelerinden Leyen’in borçlanma planına itiraz
-
Netanyahu hükümeti, Başsavcı’nın azil sürecini başlattı
-
On binlerce İsrailli Netanyahu hükümetine karşı yürüyor
-
Putin’den Batılı şirketlere uyarı: Geri dönüşler kolay olmayacak
-
Netanyahu’nun asıl hedefi

İsrail’in en yüksek mahkemesi Netanyahu’yu durdurabilir mi?
Bibi’nin iki üst düzey yetkiliyi görevden alma hamlesinin ardından büyük hesaplaşma kapıda.
David E. Rosenberg / FP
Önümüzdeki haftalarda, İsrail demokrasisinin geleceğiyle ilgili büyük bir mücadele yaşanacak. Demokratik normları ve hukukun üstünlüğünü temsil eden tarafın bu mücadeleyi kazanacağının hiçbir garantisi yok.
Bir tarafta, devletin diğer organları zayıflatma ve sadık isimleri öne çıkarma hedefiyle geçen hafta iki kilit İsrailli yetkiliyi görevden almaya çalışan Başbakan Binyamin Netanyahu var. Diğer tarafta ise Yüksek Mahkeme yer alıyor. Teorik olarak Netanyahu’nun gündeminin bazı bölümlerini engelleme gücüne sahip olan mahkeme, pratikte ise kararlarını tanımamaya kararlı ve yetkilerini aşındırmaya çalışan bir hükümetle karşı karşıya.
Bu anayasal bir çıkmaza dönüşürse, Netanyahu’nun iktidara dönüşünden bu yana İsrail’i sarsan sokak protestoları yeniden alevlenebilir. Ülkeye dair genellikle temkinli açıklamalarda bulunan bazı etkili İsrailliler bile olası bir iç savaş konusunda uyarıyor.
Bu krizi tetikleyen olaylar, hükümetin son günlerde peş peşe aldığı iki karar oldu: İç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ın görevden alınması ve Başsavcı Gali Baharav-Miara’nın görevden alınma sürecinin başlatılması. Netanyahu, Bar’a olan güvenini kaybettiğini ve onu görev için “fazla yumuşak” bulduğunu belirterek kararı savundu. Adalet Bakanı Yariv Levin ise uzun süredir görevden almak istediği Baharav-Miara’yı “uygunsuz davranış” ve hükümetle “önemli ve uzun süredir devam eden görüş ayrılıkları” nedeniyle hedef aldı.
Hem Şin-Bet Direktörü hem de Başsavcı, hükümet tarafından atanan isimler olsa da onları görevden almak basit ve kolay bir prosedür değil.
Normal koşullarda, Şin-Bet Direktörü’nün görevden alınması idari hukuk çerçevesinde ele alınır; kararın gerekçelendirilmesi ve “makul” bulunması gerekir. Başsavcı ise ancak bir danışma komitesi kararıyla görevden alınabilir.
Ancak şu anda koşullar normal değil. Yasal düzenlemeler, hükümetin hem hukuki hem de ahlaki kurallara bağlı kalacağı varsayımıyla hazırlanmıştı. Netanyahu’nun geçmişteki hükümetleri de dahil önceki hükümetler de bu yetkililerle anlaşmazlıklar yaşanmıştı, fakat hiçbir zaman görevden alma yoluna gidilmemişti.
Ancak Netanyahu, tıpkı ABD Başkanı Donald Trump gibi, gücüne sınır koyan bu mekanizmalardan rahatsızlık duyuyor ve siyasi rakiplerini hedef almaktan geri durmuyor. Ve yine Trump gibi Netanyahu da liderlerinin iktidar hırsını kendi toplumlarını yeniden şekillendirmek için kullanan ideologların yardım ve desteğini alıyor.
Baharav-Miara, Yüksek Mahkeme’yi ve yargı organının diğer kurumlarını zayıflatacak “yargı reformu” projesi dahil hükümetin anayasaya aykırı olduğunu düşündüğü eylemlerini ısrarla reddettiği için bir engel olarak görülüyor.
Bar ise normalde hükümetin hedefi olmayacak bir güvenlik bürokratıydı. Ancak Şin-Bet’in görevleri arasında İsrail demokrasisini korumak ve ulusal güvenliğe yönelik tehditleri araştırmak da bulunuyor. Bu görevler onu hükümetle karşı karşıya getirdi.
İsrail’de “devlete sızma” tartışması: “Dün vatan haini ilan ettiniz yarın idam edersiniz”
Netanyahu hükümetinin demokratik normlara karşı açtığı savaş, Baharav-Miara ve Bar’ı görevden alma girişiminden çok önce başlamıştı. İlk adım, 2022 sonunda hükümetin kurulmasının hemen ardından Levin’in yargıyı siyasetin kontrolüne almayı hedefleyen kapsamlı “yargı reformu” planını açıklamasıyla atıldı. Bu reform girişimi, geniş çaplı sokak protestoları, Yüksek Mahkeme’nin iptal kararları ve 2023 Ekim’inde yaşanan Hamas saldırısıyla birlikte rafa kalktı.
Ancak hükümetin yargı reformunu yeniden gündeme getirmeyi beklediği açıktı. Levin uzun süredir yargıyı “yozlaşmış ve solcu” olmakla suçluyor. Hükümetin aşırı sağcı ve dindar ortakları ise Yüksek Mahkeme’yi, İsrail’i daha dindar ve muhafazakâr bir topluma dönüştürme çabalarının önündeki en büyük engel olarak görüyor.
Netanyahu bu görüşleri paylaşmasa da yargı reformu sayesinde hakkında devam eden yolsuzluk davalarından sıyrılma ihtimali vardı. Protestolar, davalar ve savaşın baskısıyla, zamanla o da aşırı sağın bürokratları düşman olarak gören önermesini yavaş yavaş kabul etmeye başladı. Netanyahu eskiden “derin devletin” kendisini yıkmaya çalıştığına dair iddiaları sosyal medyadaki destekçilerine bırakırdı şimdi artık bu ifadeleri bizzat kendisi de kullanıyor.
Netanyahu, Trump’ın izinde: Yargıya ‘derin devlet’ suçlaması
Yargı reformunu yeniden başlatmak için uygun zaman geçen sonbaharda geldi. Hamas, Hizbullah ve İran’a karşı savaşlarda İsrail üstün görünse de savaş atmosferi sokak protestolarını bastırmak için yeterince yoğun bir ortam sağladı. Ayrıca Trump’ın yeniden iktidara gelişiyle birlikte, Beyaz Saray artık demokratik olmayan adımlara ses çıkarmayacaktı.
Ancak bu kez hükümet, yeni protestolara yol açma olasılığı daha düşük olan kademeli bir yaklaşımı tercih etti. Bu ay başında, Meclis yargıçları disiplin altına alan kurulun kontrolünü koalisyon milletvekillerine devreden bir yasayı onayladı. Yargıç atamalarını siyasallaştıracak bir başka yasa tasarısı da şu an Meclis’te. Son adımlar ise Şin-Bet Direktörü ve Başsavcının görevden alınması oldu.
Bu siyasi mücadele, Yüksek Mahkeme’de görülecek görevden alma davalarının arka planını oluşturacak. Ancak davaların içeriği, teknik olarak “çıkar çatışması” olup olmadığı sorusu etrafında şekillenecek.
Bar yönetimindeki Şin-Bet, Netanyahu’nun ofisinden sızdırıldığı iddia edilen gizli belgeler ile Katar’dan Netanyahu’ya yakın kişilere yapılan ödemeleri araştırıyordu. Ayrıca polis teşkilatına aşırı sağcı örgütlerin sızmasını da araştırdığı ortaya çıktı. Muhalifler, Netanyahu’nun Bar’ı görevden almasının yasal açıdan gerekçelendirilebilir görünse de asıl amacının bu soruşturmaları durduracak bir ismi atamak olduğunu savunuyor. Bu nedenle yargı müdahale etmeli.
Aynı durum başsavcı Baharav-Miara için de geçerli. Kendisi, Netanyahu’nun yolsuzluk, rüşvet ve güveni kötüye kullanma suçlamalarıyla yargılandığı davanın başsavcısı. Şu sıralar Netanyahu haftada iki kez Tel Aviv’deki mahkemede ifade veriyor. En azından teoride, sadık bir kişinin bu pozisyonda olması İsrail liderinin mahkumiyetten kaçmasını kolaylaştırabilir.
Yüksek Mahkeme, şimdiden Bar’ın görevden alınmasını durduran geçici bir tedbir kararı aldı ve konuyla ilgili temyiz başvurularını 8 Nisan’da dinleyecek. Mahkeme dört farklı karar verebilir: Temyiz başvurularını tamamen reddedebilir, hükümete kararını yasal çerçeveye uygun şekilde yeniden düzenlemesini emredebilir, Bar’ın birkaç ay içinde istifa etmesini öngören bir uzlaşma önerebilir ya da görevden alma kararını tamamen iptal edebilir. Sonuncusu olursa, büyük bir çatışma başlayacak demektir.
Yüksek Mahkeme Baharav-Miara’nın görevden alınmasına müdahale etmese bile süreç normalde aylar sürecek. Önce hükümetin oluşturduğu bir komitenin karar vermesi gerekiyor. Ancak hükümet, bu süreci hızlandırmak istiyor. Levin, Baharav-Miara’ya istifa etmesi yönünde baskı yapıyor ve son iki yıldır ona yönelik yıpratma kampanyasını sürdürüyor.
Yüksek Mahkeme harekete geçecek mi? Mahkeme Başkanı Isaac Amit kararlı bir isim ve Bar davasına bakan üç kişilik heyet hükümet aleyhine karar verme ihtimali yüksek olan daha liberal yargıçlardan oluşuyor. Öte yandan, Netanyahu, Levin ve hükümet üyeleri uzun süredir mahkemeyi itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Onlara göre mahkeme tarafsız olmadığı gibi hükümeti yargılama hakkına da sahip değil. Levin, Amit’in ocak ayında mahkeme başkanı olarak atanmasına karşı çıktı ve o zamandan beri onu boykot ediyor.
Normal şartlarda, Yüksek Mahkeme’nin kararı, ne kadar tatsız olsa da hükümet için bağlayıcı. Ancak bu kez hükümet kararları tanımama sinyalleri veriyor. Geçici tedbir kararının ardından bazı bakanlar, nihai kararın da tanınmayabileceğini açıkladı. Mahkemeyi ya geri adım atmaya zorlayacaklar ya da müdahil olmaktan caydıracaklar.
Bu durumda, hükümet ile yargı arasındaki güç dengesi İsrail halkı tarafından belirlenecek. Eğer anketler doğruysa, halk “derin devlet” argümanına inanmıyor. Yüksek Mahkeme’ye hükümetten daha fazla güveniyor. Geçen hafta sonu ülke genelinde 100 binden fazla kişi Bar’ın görevden alınmasına karşı protesto gösterileri düzenledi.
Ancak bu protestoların etkili olması için çok daha büyük ve uzun süreli olması gerekiyor. Bu da garanti değil. Gazze’deki savaşın yeniden alevlenmesi, aşırı sağcı Itamar Ben-Gvir’in hükümete dönüşü ve protestolara karşı sert polis müdahaleleri, 2023’teki gibi kitlesel protestoların tekrarını zorlaştırabilir. Aylar süren savaşlar ve krizlerin ardından, halk artık yorgun olabilir. Netanyahu’nun umudu da tam olarak bu.
DÜNYA BASINI
Batı medyası ve siyasetinden temkinli İmamoğlu değerlendirmeleri
Yayınlanma
4 gün önce24/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Batı medyası ve siyasetinden ardı ardına değerlendirmeler geliyor.
Medyadaki değerlendirmeler, büyük oranda “jeopolitik dönüşümlerin” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a açtığı fırsat pencereleri ile ilgili.
Örneğin Politico’da ‘Erdoğan demokratik muhalefeti bastırmak için jeopolitik bir fırsat yakaladı’ başlıklı haberde, “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yıllarını demokrasiyi aşındırmak, muhalefeti bastırmak ve ülkenin ordu ve kamu hizmetlerini tasfiye etmekle geçirdi. Şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’nin laik kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasını gömmek için bu jeopolitik anı seçmiş gibi görünüyor,” deniyor.
Analizde, Donald Trump’ın özel temsilcisi Steve Witkoff’un Tucker Carlson’a verdiği mülakatta söylediklerine referans veriliyor. Witkoff, geçen hafta Carlson’a verdiği beyanda, iki lider arasında kısa süre önce gerçekleşen telefon görüşmesini “harika” ve “dönüm noktası niteliğinde” olarak nitelendirmişti.
Bloomberg: Erdoğan, NATO’nun Türkiye’ye olan ihtiyacı nedeniyle tutuklamaya ses çıkmayacağına güveniyor
Bloomberg’de yer alan ‘Erdoğan dünyanın Türkiye’deki kargaşayı görmezden geleceğine güveniyor’ başlıklı değerlendirmede ise, İmamoğlu’nun hapse atılmasının ardından Erdoğan’ın, “NATO müttefiklerinin Türkiye’ye, demokrasi kavgasından daha fazla ihtiyaç duyduklarına güvendiğini” öne sürüyor.
Analizde, “Türkiye Cumhurbaşkanı ve NATO’nun en büyük ikinci ordusunun komutanı, dünyanın kendisine, ülkenin demokrasisi için verilen mücadeleye katılma ihtiyacından daha fazla ihtiyaç duyduğuna güveniyor. ABD ve Avrupa güvenlik sorunlarıyla meşgulken, Erdoğan kendisini Ukrayna’dan Orta Doğu ve Afrika’daki çatışma bölgelerine kadar kilit bir güç simsarı olarak konumlandırdı,” deniyor.
Bloomberg, Avrupa başkentlerinden gelen birkaç itiraz dışında, İmamoğlu’nun tutuklamasının ardından uluslararası tepkinin yokluğunun dikkat çekici olduğuna işaret ediyor.
Yazıda, “Erdoğan muhtemelen Türkiye’nin artan stratejik öneminin demokratik eksikliklerinden daha ağır bastığını hesapladı. Yatırımcılar Türk varlıklarını terk ederken ve yabancı parayı ülkeye geri getirme yolunda son dönemde kaydedilen ilerlemeyi geri alma riskini taşırken bile, bu şimdiye kadar siyasi olarak karşılığını veren bir bahis,” ifadeleri kullanıldı.
Ekonomi yayını, özellikle Ukrayna’daki savaşın Avrupa’yı, Türkiye’ye giderek daha fazla bağımlı hale getirdiğini ileri sürüyor.
Economist: Geriye otokrasiye yakın bir yönetim kaldı
Ünlü ekonomi dergisi Economist ise İmamoğlu’nun tutuklanmasını ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan rakibini hapse attı ve Türkiye’nin demokrasisini tehlikeye attı’ başlığıyla verdi.
“Türkiye geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşıyor,” iddiasında bulunan dergi, her şeye rağmen Türkiye’deki seçimlerin ‘çoğunlukla serbest’ kaldığını, ama İmamoğlu’nun tutuklanması ile birlikte “geriye çıplak otokrasiye yakın bir yönetim kaldığını” öne sürdü.
Tutuklamaların Türkiye’nin on yılı aşkın bir süredir gördüğü en büyük protestolara yol açtığına işaret eden Economist, protestolardaki gözaltıları ve polis şiddetini de sayfalarına taşıdı.
Euractiv: Erdoğan jeopolitik değişimi değerlendirerek zamanını iyi seçti
Euractiv’de yer alan değerlendirmede de, “İç siyasi çalkantılara rağmen, Ankara’nın AB ile daha yakın ilişkiler kurması ve bloğun savunma fonlarına erişim kazanması için daha iyi bir zamanlama olamazdı,” deniyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘zamanını iyi seçtiğini’ savunan Euractiv, ‘içeride demokratik muhalefeti bastırmak ve dışarıda jeopolitik puan toplamak için jeopolitik değişimi değerlendirdiğini’ yazıyor.
Bir süredir AB-Türkiye ilişkilerinin gergin seyrettiğini hatırlatan Euractiv, ABD’nin Kıta’dan çekilme işaretleri vermesi ve Rusya ile ilişkileri düzeltmek istemesi birlikte büyük bir silahlanma hamlesi başlatan Avrupa’da Türkiye’ye bakışın değişmeye başladığına işaret ediyor.
Bazı AB diplomatlarına göre ABD Başkanı Donald Trump’ın dönüşü ve jeopolitik değişimler Kıta’da Ankara ile daha yakın ilişkilere bakış açısını değiştirdi.
‘Brüksel’de Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu söyleniyor’
Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin, Avrupa’daki güvenlik zirvelerine giderek daha fazla katılmaya başladığını ve üst düzey yetkililerin de bu konuya ilgi duyduklarını açıkça ifade ettiğini vurgulayan Euractiv, “Brüksel’deki iktidar koridorlarında tekrarlanan bir söylem, Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu ve uzun vadeli güvenlik çıkarlarının birkaç kişinin kısa vadeli çıkarlarının önüne geçmesi gerektiği yönünde,” diye yazıyor.
Ankara’nın, Avrupa’nın savunma planları için kendisine ihtiyaç olduğunu çok iyi anladığını savunan yayın, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin de Erdoğan ile daha yakın işbirliği için AB nezdinde lobi yaptığını aktarıyor.
Yazıda şunlar söyleniyor:
“Türkiye’nin stratejik coğrafi konumu, Karadeniz’den Akdeniz’e ulaşımı sağlayan önemli bir nakliye ve ticaret yolu olan ve savaşın ilk günlerinde Rus savaş gemilerine kapatmakta tereddüt etmediği İstanbul Boğazı’nın kontrolünde kilit rol oynuyor. Gelecekte Avrupa savaş gemilerinin Karadeniz’e erişimine ihtiyaç duyulması halinde, anahtar Ankara’nın elinde olacak. Yerli Kırım Tatarlarının Osmanlı İmparatorluğu ile bir dizi tarihi bağı olan Kırım Yarımadası’nda kalıcı bir Rus varlığı Ankara’nın çıkarına olmayabilir.”
Euractiv’e konuşan AB yetkililerine göre Türk askeri teçhizatı, blok dışından temin edilebilecek en ucuz seçenekler arasında yer alıyor ve Ukrayna ve Azerbaycan da dahil olmak üzere savaş bölgelerinde sahada test edildi.
‘AB, Türk askerine Ukrayna’da güveniyor’
Yine habere göre, Gelecekte Ukrayna’da yapılacak bir barış anlaşmasında Avrupalı barış gücü askerlerinin ateşkesi sağlaması halinde Türkiye’nin askeri gücü de işe yarayabilir.
AB savunma fonlarına erişim konusunda, giderek artan sayıda AB diplomatı, Avrupa’nın ‘gerçekleri görmesi’ ve ABD’ye bağımlılığının yerini alacak ortak tabanını genişletmesinin sadece bir zaman meselesi olduğuna inanıyor.
Bir AB diplomatı, AB’nin “bir noktada, hızlı bir şekilde yeniden silahlanma konusunda ciddiysek bu ülkelere ve endüstrilerine ihtiyacımız olduğu konusunda pragmatik bir durum değerlendirmesine varması gerektiğini” söyledi. Euractiv’e göre bu görüşler Brüksel’de giderek daha fazla yankı buluyor.
Bir AB yetkilisi, Fransa’nın savunma konusundaki ‘Avrupalı Satın Al’ rağmen, savunma konusunda Türkiye gibi tüm bu ülkelere yaklaştıklarını söyledi.
Avrupa’nın yeni silahlanma fonuna AB dışından katılım için, üçüncü ülkelerin AB ile savunma anlaşması imzalaması gerekiyor. Öte yandan böyle bir savunma anlaşması için ‘nitelikli çoğunluk’ yeterli olduğundan, Kıbrıs ve Yunanistan’ın itirazlarına rağmen Brüksel ile Ankara arasında böyle bir anlaşmanın imzalanmasının önünde engel yok.
Bu hafta başında masaya yatırılan ve üye devletler tarafından şartları daha da sıkılaştırmak ya da gevşetmek üzere değiştirilebilecek olan taslak metne göre, ikinci anlaşma doğrudan üçüncü ülke ile Avrupa Komisyonu arasında imzalanacak.
Bazı AB diplomatlarına göre, Türkiye’de dengeler değişirse, Polonya’nın AB dönem başkanlığı daha hızlı bir anlaşma için oybirliği arayışından vazgeçebilir.
Yine Euractiv’e göre, Türkiye’nin Rusya’ya karşı Batı’yla aynı safta yer almak arasında ince bir ipte yürümesi ikinci derecede önemli bir mesele gibi görünüyor.
Scholz’un İmamoğlu tepkisine rağmen Berlin, Ankara ile yakın savunma işbirliği istiyor
Dolayısıyla, özellikle Almanya’dan gelen bazı tepkilere rağmen, İmamoğlu’nun tutuklanmasına yönelik Kıta’dan gelecek tepkilerin genellikle “görmezden gelmek” olacağına vurgu yapılıyor.
Dahası, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un sert eleştirilerine rağmen, Alman yetkililer Berlin’in daha yakın bir savunma işbirliğinin önünde durmayacağını vurgulamakta gecikmedi. Fransız Elysee yetkilileri ise kamuoyu önünde yorum yapmaktan kaçındı.
Üst düzey AB yetkilileri Türk yetkilileri demokratik standartlara uymaya çağırırken, “temel haklara saygı ve hukukun üstünlüğünün AB’ye katılım süreci için elzem” olduğunu belirttiler fakat AB liderlerinin çoğunluğu sessiz kaldı.
Bazı AB diplomatları, stratejik gereklilikler lehine konuyu görmezden gelebileceğine inanıyor. Fakat diğer alanlarda AB-Türkiye ilişkilerinin yakınlaşması konusunda yaşanan siyasi tıkanıklık farklı görünüyor.
Görüşmeler hakkında bilgi sahibi olan kişiler, Ankara’nın yıllardır iki temel talebi olan AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin modernizasyonu ve vize serbestisinin, ‘reform eksikliği’ nedeniyle ilerleme ihtimalinin çok düşük olduğunu söylüyor.
DÜNYA BASINI
İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında yankı buldu
Yayınlanma
5 gün önce23/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında geniş yankı buldu. Pek çok Batılı yayın kuruluşu, tutuklamanın Türkiye’deki ‘demokrasi ilkeleri üzerindeki endişeleri artırdığını’ ve siyasi motivasyon taşıdığını ileri sürdü. Batı basını, Türkiye genelinde İmamoğlu’na destek gösterilerini ve uluslararası kuruluşların tepkisini de haberleştirdi.
Batı basını, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına geniş yer ayırarak, Türkiye’nin “demokratik ilkelerine dair endişeleri ve tutuklamanın potansiyel siyasi nedenlerini” ele aldı
The Times (Birleşik Krallık): Gazetenin bir köşe yazısında, İmamoğlu’nun tutuklanması ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1999’daki hapis cezası alması arasında paralellikler kuruldu. Yazıda, Erdoğan’ın önde gelen siyasi rakibi İmamoğlu’na karşı mevcut eylemlerinin, Erdoğan’ın daha önceki demokratik vaatlerinden uzaklaşmayı yansıttığı öne sürüldü.
The Guardian (Birleşik Krallık): The Guardian, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Türkiye genelinde yayılan geniş çaplı protestoları haberleştirdi. Gösterilerin “demokrasi, hukuk devleti ve eşit haklar için daha geniş bir harekete dönüştüğünü” yazdı. Makale, Birleşmiş Milletler (BM) ve ABD gibi kuruluşlardan gelen cılız tepkilerle uluslararası yanıtın sınırlı kaldığına da dikkat çekti.
Associated Press (ABD): Associated Press, İmamoğlu’nun yolsuzluk suçlamalarıyla tutuklanmasına yol açan hukuki süreci ele aldı. Tutuklamanın yaklaşan seçimler öncesinde gerçekleştiği zamanlamasına ve Türkiye’nin siyasi ortamı üzerindeki potansiyel etkisine dikkat çekti. Haber, muhalefet figürlerinden ve uluslararası kuruluşlardan gelen tutuklamanın siyasi çıkarımlarını eleştiren yorumlara da yer verdi.
Euronews (Avrupa): Euronews, İstanbul ve diğer şehirlerdeki kitlesel protestoları detaylı bir şekilde aktardı. Protestocuların gösteri yasaklarına ve yol kapatmalara karşı gelmesini vurguladı. Haber, “protestocular arasında tutuklamanın Erdoğan’ın ana rakibini saf dışı bırakmak için siyasi amaçlı olduğu” algısının yaygın olduğunu belirtti.
El País (İspanya): El País, İmamoğlu’nun geçici tutukluluğuna yol açan yargı sürecini haberleştirdi. Muhalefetin tutuklamayı 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bir rakibi ortadan kaldırma amaçlı siyasi bir girişim olarak gördüğünü kaydetti.
Die Welt (Almanya): Die Welt, mahkemenin İmamoğlu’nu tutuklama kararını ve ardından başlayan kitlesel protestoları haberleştirdi. İmamoğlu’nun asılsız ve iftira niteliğinde olduğunu ifade ederek reddettiği teröre destek iddialarına da değindi.
Diğer yandan Avrupa Komisyonu: Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İmamoğlu’nun tutuklanmasından derin endişe duyduğunu ifade etti.
Von der Leyen, Ankara’ya özellikle seçilmiş yetkililerin hakları olmak üzere “demokratik değerleri koruma yükümlülüğünü” hatırlattı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) ise kararı “adaletin trajedisi” ve demokratik sürece yönelik bir saldırı olarak kınadı.
Kuruluş, tutuklamanın “İstanbul seçmenlerinin seçtikleri temsilciden mahrum bırakılarak haklarının ihlal edildiğini” savundu.

Fransa, savunma sanayisi için 450 milyon avroluk fon kuruyor

Tutuklanmasına rağmen Filipinler’deki ara seçimlerde yarışacak olan Duterte’ye destek artıyor

Güney Koreli şirketler Rusya’ya dönmek istiyor

İsveç’ten Soğuk Savaş sonrası en büyük savunma harcaması artışı

İsrail, ateşkesten sonra ilk kez Beyrut’u vurdu
Çok Okunanlar
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 1
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Suriye federasyona mı gidiyor?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Avrupa’nın ABD ile ilişkileri stratejik bağımlılıktan stratejik özerkliğe dönüşüyor
-
DİPLOMASİ2 hafta önce
İngiltere, Ukrayna’ya binlerce asker göndermeye hazırlanıyor
-
AVRUPA2 hafta önce
Alman partilerinin ‘savaş’ anlaşması borsayı uçurdu
-
ORTADOĞU2 hafta önce
Witkoff’un yeni ateşkes önerisine Hamas’tan itiraz
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Ekrem İmamoğlu’na gözaltı dünya medyasının gündeminde
-
AMERİKA2 hafta önce
BlackRock Avrupalı şirketlerin hisselerini topluyor