Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

The Economist: Yeni bir makroekonomik dönem beliriyor

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini yaptığımız makale 6 Ekim 2022 tarihinde The Economist’te yayımlandı. The Economist’in yayın çizgisini ve önemini hatırlatmaya gerek bile yok; Marx, “mali aristokrasinin yayın organı” olarak tarif etmiş, Lenin ise “İngiliz milyarderleri adına konuşan dergi” demişti. Dolayısıyla, bu yayında dile getirilen görüşlerin uluslararası sermayenin orta ve uzun vadeli yönelimlerine işaret etmesini beklemek doğal. Çevirdiğimiz makalede de, aslında uzun zamandır dile getirilen “neoliberalizmin ölümü” tespitinin bir sağlamasının yapıldığını görüyoruz: yeni dönemde, hem iktisadi hem de jeopolitik nedenlerle, neoliberalizmin tu kaka ilan ettiği büyük devlet, yeniden hayatımıza girecektir. Stagnasyondan ve hatta resesyondan kurtuluş adresi olarak devlet ve devlet yatırımları gösterilmektedir; hele hele Rusya-Ukrayna savaşı sonrası artan enerji maliyetleri ve iklim krizi gerekçe gösterilerek, devletin enerji yatırımlarının öneminin altı çizilmektedir. Görünen o ki, 2000’li ve 2010’lu yıllarda beklenmedik bir güce kavuşan merkez bankalarının yetkilerine ilişkin de bir yeniden düzenleme önerilmektedir: Enflasyon hedeflerindeki yukarı yönlü “minik” bir revizyon ve aynı zamanda düşük faiz politikalarının devamı, yeni düzenin alametifarikalarındandır. Türkiye’de de son zamanlarda hararetle tartışılan politika faizi meselesinde, iktidarı “iktisadi ortodoksi” cephesinden eleştiren muhalefetin tezlerinin uluslararası planda, hatta emperyalist merkezlerde de sorgulandığı açıktır. Son olarak, metindeki köşeli parantezler bana aittir.

Yeni bir makroekonomik dönem beliriyor. Bu dönem neye benzeyecek?

The Economist
6 Ekim 2022

Hükümetler ve merkez bankaları arasında büyük bir yeniden dengeleme yolda

Aylardır, finansal piyasalarda kargaşa ve dünya ekonomisinde artan stres belirtileri var. Bunların sadece ayı piyasasının ve yaklaşan durgunluğun normal işaretleri olduğunu düşünebilirsiniz. Fakat, bu haftaki özel raporumuzun ortaya koyduğu gibi, aynı zamanda dünya ekonomisinde yeni bir rejimin acı verici ortaya çıkışına da işaret ediyorlar – İkinci Dünya Savaşından sonra Keynesçiliğin yükselişi ve 1990’larda serbest piyasalara ve küreselleşmeye yöneliş kadar önemli olabilecek bir değişim. Bu yeni dönem, zengin dünyanın 2010’ların düşük büyüme tuzağından kurtulabileceği ve yaşlanma ve iklim değişikliği gibi büyük sorunlarla başa çıkabileceği vaadine dayanıyor. Fakat finansal kaostan, çökmüş merkez bankalarına ve kontrol dışı kamu harcamalarına kadar şiddetli tehlikeleri de beraberinde getiriyor.

Piyasalardaki patırtılar bir nesildir görülmeyen büyüklükte. Küresel enflasyon yaklaşık 40 yıldır ilk kez çift haneli rakamlara ulaştı. Yanıt vermekte yavaş davranan [Amerikan Merkez Bankası] Fed, faiz oranlarını 1980’lerden beridir en hızlı şekilde artırırken, dolar yirmi yılın en güçlü seviyesinde ve Amerika dışında kaosa neden oluyor. Bir yatırım portföyünüz veya emekli aylığınız varsa, bu yıl korkunçtu. Küresel hisseler dolar bazında yüzde 25 düştü, en azından 1980’lerden bu yana en kötü yıl ve devlet tahvilleri 1949’dan bu yana en kötü yılına doğru ilerliyor. Yaklaşık 40 trilyon dolarlık kayıpların yanı sıra, küreselleşme geri çekilirken ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra enerji sistemi parçalanırken, dünya düzeninin alt üst olduğuna dair rahatsız edici bir his var.

Bütün bunlar, 2010’lardaki ekonomik durgunluk çağının kesin olarak sona erdiğini gösteriyor. 2007-09 küresel mali krizinden sonra zengin ekonomilerin performansı zayıf bir seyir izledi. Devasa kârlar elde eden özel şirketlerin bile yatırımları azalırken, boşluğu hükümetler doldurmadı: Kamu sermayesinin GSYİH’deki payı, Lehman Brothers’ın çöküşünden sonraki on yılda dünya çapında küçüldü. Ekonomik büyüme yavaş, enflasyon düşüktü. Özel ve kamu sektörlerinin daha fazla faaliyeti teşvik etmek için çok az şey yapmasıyla, merkez bankaları rakipsiz hale geldi. Faiz oranlarını en düşük seviyelerde tuttular ve herhangi bir sorun belirtisinde büyük miktarlarda tahvil satın alarak ekonomiye erişimlerini daha da artırdılar. Pandemi arefesinde Amerika, Avrupa ve Japonya merkez bankaları 15 trilyon dolarlık şaşırtıcı bir finansal varlığa sahipti.

Pandeminin olağanüstü zorluğu, günümüzün enflasyonunu serbest bırakmaya neden olan olağanüstü eylemlere yol açtı: çılgın hükümet teşvikleri ve şirket kurtarmaları, geçici süreliğine çarpık tüketici talebi örüntüleri ve kapanma kaynaklı tedarik zinciri karışıklıkları. Suudi Arabistan ile birlikte en büyük fosil yakıt ihracatçılarından Rusya, kendisini Batı’daki pazarlarından izole ettiğinden, bu enflasyonist dürtü o zamandan beri enerji krizi tarafından kuvvetlendirildi. Ciddi bir enflasyon sorunuyla karşı karşıya kalan Fed, faiz oranlarını şimdiden maksimum yüzde 0,25’ten yüzde 3,25’e yükseltti ve 2023’ün başında %4,5’e çıkarması bekleniyor. Küresel olarak da para politikası otoritelerinin çoğu [parasal olarak] sıkılaşıyor.

Sırada ne var? Şimdiki korku, düşük faiz oranlarına alışmış bir finansal sistem artan borçlanma maliyetine gözünü açtığı için, infilak etmektir. Orta ölçekli kredi veren Credit Suisse baskı altında olsa da, bankaların büyük bir sorun haline gelmesi pek olası değil: çoğu geçmişe göre daha büyük güvenlik tamponlarına sahiptir. Bilakis, tehlikeler başka yerde, bankalara daha az, akışkan piyasalara ve teknolojiye ise daha çok dayanan yeni bir görünüme sahip finansal sistemde yatıyor. İyi haber şu ki, mevduatlarınız yanıp kül olmak üzere değil. Kötü haberse, şirketleri ve tüketicileri finanse etmeye yönelik bu sistem şeffaf değil ve kayıplara karşı aşırı duyarlı.

Bunu halihazırda kredi piyasalarında görebilirsiniz. Borç satın alan şirketler riskten kaçındıkça, ipotek ve ıskarta tahvil faiz oranı yükseliyor. Kurumsal satın alımları finanse etmek için kullanılan “kaldıraçlı krediler” piyasası bozuldu. Elon Musk Twitter’ı satın alırsa ortaya çıkan borçlar büyük bir sorun haline gelebilir. Bu arada, emeklilik programları da dahil olmak üzere yatırım fonları, biriktirdikleri likit olmayan varlıkların portföylerinde kayıplarla karşı karşıya. Tesisatın bir kısmı çalışmayı durdurabilir. Avrupa enerji şirketleri, hedge’lerinde ezici ek teminat çağrıları ile karşı karşıya kalırken, Hazine piyasası daha düzensiz hale geldi (bkz. Buttonwood). İngiltere’nin tahvil piyasası, emeklilik fonları tarafından yapılan gizli türev bahisleri tarafından kaosa sürüklendi.

Piyasalar sorunsuz çalışmayı bırakırsa, kredi akışını engellerse veya [krizin] yayılma tehdidi olursa, merkez bankaları devreye girebilir: İngiltere Merkez Bankası şimdiden bir U dönüşü yaptı ve eşzamanlı faiz artırma taahhüdünü yarıda keserek yeniden tahvil almaya başladı. Diğer büyük korkunun arkasında, merkez bankalarının sert konuşmalarını takip etme kararlılığına sahip olmayacağına dair inanç var: dünyanın, yüksek enflasyonla 1970’lere döneceğine inanç. Bu, bir anlamda yaygaracı ve abartılı. Çoğu tahminci, enerji fiyatlarındaki artışın çekilmesi ve yüksek faizin acıtmasıyla birlikte Amerika’daki enflasyonun 2023’te mevcut durumdaki yüzde 8’den yüzde 4’e düşeceğini düşünüyor. Yine de, enflasyonun yüzde 20’ye çıkma ihtimali çok küçük olsa da, hükümetlerin ve merkez bankalarının enflasyonu yüzde 2’ye geri getirip getirmeyecekleri hakkında göze batan bir soru var.

Hareketli bir hedef

Nedenini anlamak için, hırgürün ötesine, uzun vadeli temellere bakın. 2010’lardaki büyük değişimle, hükümet harcamalarında ve yatırımlarında yapısal bir artış yaşanıyor. Yaşlanan yurttaşlar daha fazla sağlık hizmetine ihtiyaç duyacak. Avrupa ve Japonya, Rusya ve Çin kaynaklı tehditlere karşı koymak için savunmaya daha fazla harcayacak. İklim değişikliği ve güvenlik arayışı, yenilenebilir altyapıdan gaz terminallerine kadar devletin enerjiye yaptığı yatırımı artıracak. Ve jeopolitik gerilimler hükümetleri sanayi politikasına daha fazla yatırım yapmaya sevk ediyor. Fakat yatırımlar artsa bile, demografi zengin ekonomilere daha da yük olacak. İnsanlar yaşlandıkça daha fazla tasarruf ederler ve bu tasarruf fazlası, temeldeki reel faiz oranını düşürmeye devam edecektir.

Sonuç olarak, 2020’ler ve 2030’lardaki temel eğilimler, daha büyük hükümetlere fakat yine de düşük reel faiz oranlarına yöneliktir. Merkez bankaları için bu keskin bir ikilem yaratıyor. Enflasyonu kabaca yüzde 2’lik hedeflerine indirmek için, resesyona neden olacak kadar [parasal] sıkılaştırma gerekebilir. Bu, iş kayıpları şeklinde yüksek bir insan maliyetine neden olacak ve şiddetli bir siyasi tepkiyi tetikleyecektir. Ayrıca, ekonomi deflasyona uğrarsa ve 2010’ların düşük büyüme, düşük faiz tuzağına geri dönerse, merkez bankaları bir kez daha gerekli teşvik araçlarından yoksun kalabilir. Şimdi cezbedici olan şey başka bir çıkış yolu bulmaktır: son yılların yüzde 2’lik enflasyon hedeflerinden vazgeçmek ve onları mütevazı bir şekilde, diyelim ki, yüzde 4’e çıkarmak. Fed, 2024’te bir sonraki strateji değerlendirmesine başladığında menüde bunun olması muhtemel.

Biraz daha yüksek hükümet harcamaları ve biraz daha yüksek enflasyon içeren bu cesur yeni dünyanın avantajları olacaktır. Kısa vadede bu, daha az şiddetli bir resesyon veya hiç resesyon olmaması anlamına gelir. Uzun vadede ise, merkez bankalarının bir [ekonomik] gerileme döneminde faiz oranlarını düşürmek için daha fazla alana sahip olacağı, bir şeyler ters gittiğinde, ekonominin giderek daha fazla bozulmasına neden olan tahvil satın alma ve [şirket] kurtarma ihtiyacını azaltacağı anlamına gelir.

Ama aynı zamanda büyük tehlikeleri de beraberinde getiriyor. Merkez bankalarının güvenilirliği zarar görecek: eğer kale direkleri bir kez yerinden oynatılırsa, neden bir daha olmasın? Yüzde 2 enflasyon vaadi üzerine yapılan milyonlarca sözleşme ve yatırım bozulurken, biraz daha yüksek enflasyon, serveti alacaklılardan borçlulara yeniden dağıtır. Bu arada, eğer popülist politikacılar pervasız harcama taahhütlerinde bulunursa veya enerji ve sanayi politikasına yapılan devlet yatırımları kötü bir şekilde yürütülürse ve üretkenliği aşağı çeken şişirilmiş gösteriş projelerine dönüşürse, orta derecede daha büyük bir hükümet vaadi kolayca kontrolden çıkabilir.

Fırsatlar ve tehlikeler ürkütücü. Fakat bunları ve vatandaşlar ile şirketler üzerindeki etkilerini tartmaya başlamanın zamanı geldi. Ekonomideki en büyük hatalar, günümüzdeki rejimin sonsuza kadar süreceği varsayımını yansıtan hayal gücü eksiklikleridir. Asla sonsuza kadar sürmez. Değişim geliyor. Hazırlanın.

DÜNYA BASINI

Mahmud Abbas birliği korumak için olası baskılara direnecek mi?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız uzman görüşlerine yer verilen haber Filistinli grupların Pekin’de imzaladığı uzlaşı anlaşmasının sürdürülebilir olup olmadığına yanıt bulmaya çalışıyor. İsrail ve muhtemelen ABD tarafından baltalanacağı düşünülen uzlaşının yumuşak karnı ise Filistin Yönetimi:

****

‘Başarılı olması için baskı var’: Fetih-Hamas birlik anlaşması sürdürülebilir mi?

Analistlere göre Fetih Hareketi’nin siyasi iradesinin olup olmadığı görülecek, İsrail ise anlaşmayı bozmaya çalışabilir.

Mat Nashed

Analistler, Filistinli grupların salı günü bir “ulusal birlik” anlaşması imzalayarak, ideolojik farklılıklarını ve acı dolu geçmişlerini bir kenara bırakıp İsrail’in işgaline son vermek için lobi yapabileceklerine dair hem umut yarattığını ancak bazı şüpheler olduğunu söylüyor.

Çin’in başkenti Pekin’de üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından imzalanan anlaşma, geçici bir “ulusal uzlaşı” hükümetinin savaş sonrası Gazze’nin kontrolünü üstlenmesi ve ortak kendi kaderini tayin etme arayışını ilerletmesi için zemin hazırladı. Ancak Fetih Hareketi ve Hamas arasında daha önce yapılan birçok uzlaşma girişiminin başarısız olması nedeniyle bu atılım kuşkuyla karşılandı.

Katar’ın başkenti Doha’daki Middle East Council on Global Affairs adlı düşünce kuruluşunda İsrail-Filistin uzmanı olarak çalışan Ömer Rahman, “Biraz şüphe olması doğal, ancak bu anlaşmanın kalıcı olacağından umutluyum” dedi.

“Gazze ve Batı Şeria’daki durum göz önüne alındığında bunun başarılı olması için baskı var. Bence tüm taraflar bunun gerçekleşmesi gerektiğini biliyor” diyen Rahman, Gazze’deki savaşın ve işgal altındaki Batı Şeria’da artan yerleşimci şiddeti ve toprak gaspının getirdiği aciliyete atıfta bulundu.

BM uzmanlarına göre, 7 Ekim’de Hamas öncülüğünde İsrail topluluklarına ve askeri karakollarına düzenlenen ve bin 139 kişinin öldürüldüğü ve 251 kişinin esir alındığı saldırıdan bu yana İsrail, Gazze’de soykırıma varabilecek yıkıcı bir saldırıyla karşılık verdi.

İsrail son dokuz ayda 39 binden fazla Filistinliyi öldürdü ve iki milyon 300 binlik Gazze nüfusunun neredeyse tamamını yerinden etti. Gazze’deki savaş uluslararası manşetleri belirlerken, İsrail’in 2024 yılında işgal altındaki Batı Şeria’da son 30 yılda herhangi bir yılda olduğundan daha fazla Filistin toprağını sessizce ele geçirmesine yol açtı.

İsrail işgalini derinleştirirken, Filistinli iki büyük grup Fetih Hareketi ve Hamas bölünmüş durumda kaldı. Fetih Hareketi, Batı Şeria’nın büyük bir bölümünü 1993 Oslo Anlaşmalarından doğan ve Fetih’e şiddetten vazgeçmesi ve İsrail’i tanıması karşılığında Filistin devletinin kurulacağının vaat edildiği Filistin Yönetimi aracılığıyla kontrol ediyor.

Buna karşılık Hamas silahlı mücadeleye bağlı kaldı ve 2007’de iki taraf arasında yaşanan kısa bir iç savaşta Fetih Hareketi’ni kovduğundan beri Gazze’yi kontrol ediyor.

Kanlı geçmişe rağmen, her iki taraf da 12 daha küçük grupla beraber Pekin anlaşmasını imzaladı. El Cezire’nin elde ettiği bir anlaşma kopyasına göre bu anlaşma, nihai olarak İsrail işgali altındaki Doğu Kudüs, geniş Batı Şeria ve Gazze’de (İsrail’in 1967 Arap-İsrail savaşında ele geçirdiği topraklar) bir Filistin devleti kurmayı hedefliyor.

Anlaşma kalıcı olacak mı?

Uluslararası Kriz Grubu (ICG) Filistin uzmanı Tahani Mustafa, Fetih Hareketi ve Ebu Mazen olarak da bilinen Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın Hamas’la daha önce yapılan uzlaşma anlaşmalarını baltaladığını söyledi.

El Cezire’ye konuşan Mustafa, Abbas’ın ve yakın sırdaşlarının İsrail işgaline karşı Filistin yönetimini birleştirmek için gerçek bir siyasi irade göstermediğini söyledi.

Mustafa’ya göre Fetih Hareketi, teoride Filistinlileri uluslararası alanda temsil eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üzerinde tek kontrol sahibi olduğunu ve Hamas ve diğer fraksiyonlar bu yapıda temsil edilirse çoğunluğunu kaybetmekten korkuyor.

Mustafa, “Hamas’ı ve İslami Cihad’ı da eklerseniz, Fetih Hareketi’nin tekeli sona erer” dedi.

İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri de uzlaşma anlaşmasını baltalamaya çalışabilirler.

İsrail, savaş sonrası senaryoda Filistin Yönetimi’nin ya da Hamas’ın Gazze’nin kontrolünü ele geçirmesine izin vermeyi reddederken, ABD de uzun süredir Hamas’ın İsrail’i tanımasını ve Filistin hükümetinin bir parçası olmadan önce şiddetten vazgeçmesini istiyor.

2017’de Hamas, 1967 sınırlarına göre bir Filistin devleti kurulmasını kabul eden yeni bir tüzük sundu. Hamas tarafından daha önce yapılan açıklamalar ve hareketlerle uyumlu olan bu hamle, İsrail’in fiilen tanınması anlamına geliyordu.

Mustafa, “Hamas, İsrail’in var olma hakkını hiçbir zaman [açıkça] tanımadı çünkü İsrail’e aynı şeyi Filistinliler için de yapması yönünde hiçbir zaman baskı yapılmadı” dedi.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin İsrail-Filistin uzmanı Hugh Lovatt, İsrail’in bu anlaşmayı rayından çıkarmak için Batılı müttefiklerine Filistin Yönetimi’ne verdikleri fonları kesmeleri için baskı yapmasının oldukça olası olduğunu söyledi.

El Cezire’ye konuşan uzman, “Filistin Yönetimi mevcut haliyle ancak ABD ve Avrupa’nın yakın işbirliği ve finansman desteğiyle ayakta kalabilir” dedi.

Lovatt, “Ancak bu sadece Filistin Yönetimi’nin hayatta kalmasıyla ilgili bir mesele değil, aynı zamanda Filistin Yönetimi’nin kilit isimlerinin kişisel hayatta kalma meselesi… kendi kişisel konumlarını zayıflatabilecek herhangi bir anlaşmaya çok ilgi duymuyorlar” diye ekledi.

El Cezire yorum için Filistin Yönetimi Başkanlığı sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne ve Filistin Yönetimi’nin Birleşik Krallık misyonunun başındaki Husam Zomlot’a ulaştı. Her iki isim de haber yayınlanmadan önce yorum taleplerine yanıt vermedi.

Ancak Lovatt, Filistin Yönetimi’nin, İsrail’i resmen tanımak ve şiddetten vazgeçmek gibi Oslo Anlaşmaları’nın şartlarına uymayı reddetmesi nedeniyle önceki birlik anlaşmalarının çökmesinden Hamas’ı sorumlu tuttuğunu söyledi.

“Abbas’ın söylediğini gördüğümüz şey… bir anlaşma istiyoruz ama uluslararası meşruiyete dayanan bir anlaşma” diye ekledi.

Bu anlaşma neden önemli?

Daha önceki uzlaşma anlaşmaları başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Rahman bu anlaşmanın başarıya ulaşmasının hayati olduğunu söyledi.

Rahman’a göre İsrail-Filistin konusunda uluslararası kamuoyunda rüzgarlar değişiyor ve bu da birleşik bir Filistin liderliğinin Gazze’deki “soykırıma” ve İsrail’in Batı Şeria’daki “ilhakçı baskısına” son vermesi için bir fırsat yaratıyor.

Dünya Mahkemesi olarak da bilinen Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) “tavsiye niteliğindeki görüşü”, İsrail’in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’deki 57 yıllık işgalini kısa bir süre önce “yasadışı” olarak sınıflandırdı. Mahkeme, yerleşim yerlerinin inşası ve genişletilmesi de dâhil İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında varlığını sürdürmesinin “uluslararası hukuku ihlal ettiğini” söyledi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu kararı “saçma” olarak nitelendirdi ve İsraillilerin “atalarının yurdundaki kendi topluluklarında yaşamalarının” yasadışı olamayacağını söyledi.

Rahman, “Durum açıkça vahim ve Filistinlilerin uluslararası toplumu Filistinlileri savunmak için bir araya getirecek bir tür birleşik liderliğe ihtiyacı var” dedi.

Ancak bu birlik -en azından şimdilik- savaşın gidişatını şekillendirmede en etkili küresel aktör olan ABD tarafından desteklenmiyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller salı günü düzenlediği basın brifinginde anlaşmayı yorumlarken “Bir terör örgütünün rolü olamaz” dedi.

Hamas ABD, İsrail ve Avrupa Birliği tarafından “terörist” olarak tanımlanan bir grup ancak pek çok Filistinli, Hamas’ı meşru bir direniş grubu olarak görüyor.

Lovatt, Filistin Yönetimi karar alma sürecinde Hamas ve diğer gruplara danışarak anlaşmayı uygulamaya kararlı olsa bile ABD baskısının Filistin birliğini sabote edebileceğini söyledi.

Lovatt şunu ekledi: “Bu gerçekten de belirleyici faktör olabilir. Asıl soru şu: [Abbas] kararlılığını sürdürecek mi, yoksa uluslararası baskı karşısında geri adım mı atacak?”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı artık küresel ilişkilerin merkezi değil

Yayınlanma

Samir Puri, Nikkei Asia
25.07.2024

Dünya meselelerinde bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Batılı ülkelerin küresel meselelerin nihai hakemleri olarak hareket etme gücü ve birliği çökmüyor, ancak açık bir düşüş içinde.

Çoğumuz bu noktada hemfikiriz, ancak bu geçiş dönemini Batı’nın içinden mi yoksa dışından mı izlemek daha doğru olur? Perspektif her şeydir. Atlantik’in her iki yakasındaki Batılı ülkelerde yaşayan bizler için popülizm siyaseti, değişen dünyayı izlerken kaçınılmaz olarak önemli bir tartışma konusu haline geliyor.

Daha “ulus öncelikli” liderler ve partiler güç kazandıkça, Batı’nın siyasi karakterinin hızla değişmekte olduğu açıktır. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın olası zaferi ya da Macaristan Cumhurbaşkanı Viktor Orban’ın ülkesinin Avrupa Birliği dönem başkanlığını kullanarak geleneksel Batılı dış politika elitlerine çelişkili mesajlar vermesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu durum zamanla Batı’nın küresel kişiliğini değiştirecektir.

2020’den bu yana Batı’daki evimden ziyade, Asya’da gelişen bu olayları Singapur’daki görüş noktamdan izliyorum. “Batısızlık: Büyük Küresel Yeniden Dengelenme” adlı yeni kitabımda yazdığım gibi, Batı’nın küresel varlığının yeniden şekillenmesini uzaktan izlemek kendi perspektiflerini sunuyor.

Asya’da, dünyanın değişen ekonomik dengesi Çin ve Hindistan’ın yükselişinde açıkça görülüyor ve Endonezya gibi ülkeler de gelecekte önemli bir büyüme göstermeye hazırlanıyor.

Dünyanın yeniden dengelenmesi sadece “Asya’nın yükselişi” ile sınırlı değildir. Suudi Arabistan, Türkiye ve hatta Güney Afrika gibi ülkelerin küresel meselelerde kendi yollarını çizmek için gösterdikleri stratejik özerklik her geçen ay artıyor.

Batılı olmayan ülkeler için stratejik özerklik ekonomik büyümeden kaynaklansa da bundan çok daha fazlasıyla ilgilidir. BRICS gibi Batılı olmayan kulüplerin genişlemesini de içeriyor. Güney Afrika’nın Batı destekli İsrail’e karşı Hamas’a karşı yürüttüğü savaş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava gibi gelişmeler de bunu kanıtlamaktadır. Batılı olmayan ülkeler küresel görüşün değişmesine yardımcı oldukça, Batılı ülkeler tarafından 7 Ekim’den sonra İsrail’i desteklemek için alınan ilk tutumlar artık “kurallara dayalı uluslararası düzen” kullanılarak inandırıcı bir şekilde sorgulanabilir.

Batılı olmayan dünyanın yükselen başlıca güç merkezleri hızla kendi momentumlarını geliştiriyor. Yüzyıllardır ilk kez Batı her zaman öncü bir rol oynamıyor. Avrupa liderliğindeki deniz sömürge imparatorluğunun önceki dönemleri ve ardından ABD liderliğindeki küreselleşme dönemi düşünüldüğünde, dünya meselelerinde ortaya çıkan dönemin gerçekten de çok farklı olacağı görülecektir.

Batı çökmeyeceği ve ABD ekonomisi canlılığını koruduğu için yanlış sonuçlara varmak kolaydır. Tüm bunları gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğüne göre bir analize indirgemek ve yalnızca ABD ile Çin arasında iki atlı bir yarış olarak görmek çok basite indirgemek olacaktır.

Kişi başına düşen GSYH’ye bakıp, önde gelen Batılı ülkelerin modernleşmenin standart taşıyıcıları olarak diğerlerinin fersah fersah önünde olduğu sonucuna varılabilir. Ya da güçlü ABD dolarının kalıcı gücüne odaklanılabilir.

Bunlar indirgemeci sonuçlara varmaktır. Evet, ekonomik performans, yaşam standartları ve para biriminin gücü büyük önem taşımaktadır. Ancak diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında Batı’nın düşüşte olduğu görülmektedir.

Demografi gibi bazı eğilimler ölçülebilir niteliktedir. Diğer eğilimler ise küresel anlaşmazlıkları çözme gücü ve ahlaki güçle ilgilidir. Küresel yeniden dengelenme yalnızca sert güç ve ekonomiyi değil, aynı zamanda standartları belirleme, dikkati yönetme ve krizleri çözme becerisini de içermektedir.

Manşetlerimize hakim olan ve küresel görüşleri derinden ikiye bölen diğer savaştan işlerin ne kadar hızlı değiştiğine dair net bir örnek alalım.

G7 aracılığıyla çalışan Batı, Rusya’nın Şubat 2022’de başlayan barbarca tam ölçekli işgaline karşı Ukrayna’yı övgüye değer bir şekilde destekledi. Ancak milyarlarca dolar harcayarak silahlandırdığı Ukrayna, hala Rus işgalcileri kovacak kadar güçlü değil. Şimdi, küresel yeniden dengelenmeyle ilgili iki gelişme Ukrayna’daki durumu daha net bir şekilde etkiliyor.

Birincisi, Rus ekonomisi Batı ve G7 liderliğindeki yaptırımlardan ve enerji ihracatına getirilen fiyat sınırlamalarından zarar gördü. Ancak ekonomik ceza tehdidi Putin’i 2022 başlarında Ukrayna’yı işgal etmekten caydırmaya yetmedi. Yaptırımların gerçekliği de Putin’i işgalden vazgeçmeye zorlamak için yeterli değil. Dünya ekonomisindeki yapısal değişiklikler, Rusya’nın Çin, Hindistan ve diğer BRICS ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Körfez ülkeleri, Endonezya ve diğerleriyle ticaret yapmaya devam ettiği ve savaş ekonomisini sürdürdüğü anlamına geliyor.

İkinci olarak, Batılı olmayan bu ülkeler bir şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesini savunmuşlardır. Batı ve G7 ise tam tersini savunmuştur. Mükemmel bir ahlaki netlikle, Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi ve saldırganlığı için asla ödüllendirilmemesi gerektiğini savundular. Ancak Trump Beyaz Saray’a dönerse, ABD politikasının bir barış anlaşması lehine Ukrayna’yı terk etmeye kayması bekleniyor.

İronik bir şekilde, Trump’ın dayatacağı böyle bir anlaşma ABD’yi dünyanın geri kalanında genel olarak aynı şeyi savunan kesimlerle daha uyumlu hale getirecektir. Eğer bu gerçekleşirse, Batı’nın küresel haçlı enkarnasyonu bir darbe alacaktır. Onun yerine, otokratik liderlerle anlaşma yapmaktan kaçınmayan, işlevsel yaklaşımları tercih eden popülist bir Batı enkarnasyonu ufukta görünmektedir. Böyle bir dünyadan korkmak başka bir şey, bunun pek çok etmenini anlamak başka bir şeydir.

Sadece Soğuk Savaş sonrası zafer kazanmış Batı’nın sonunu gözlemlemiyoruz, aynı zamanda daha az Batı egemenliğinde bir dünyanın başlangıcını da gözlemliyoruz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Okulu kıran” çocukların ailelerini hapse atmayı öneren başkan adayı: Kamala Harris

Yayınlanma

Editörün notu: Joe Biden’ın çekilmesi ile birlikte Demokratların kasım ayındaki başkan adayı olarak öne çıkan Başkan Yardımcısı Kamala Harris, siyaseten “silik” bir profil olsa da daha önce San Fransisco ve California’daki savcılık deneyimleri karanlık bir geçmişe işaret ediyor. “Beyaz olmayan” ve “ilerici” sayılan bir siyasetçi olmasına rağmen savcılığı döneminde siyahlara yönelik polis şiddeti konusunda tavır almayı reddetmişti. Harris’in en tartışmalı hamlesi ise, “okul asma programı” olarak bilinen 2011 tarihli yasaydı. Bu yasa bölge savcılarının, çocuklarının geçerli bir neden olmaksızın okul yılının yüzde 10’unu kaçırmaları halinde ebeveynleri kabahat işlemekle suçlamalarına ve hapsetmelerine izin veriyordu. Daha sonra sonlandırılan programın, yine en fazla beyaz olmayan toplulukların ebeveynlerine yönelik işlediği yönünde yoğun eleştiriler gelmişti.


“Kamala the Cop”: Biden’ın Olası Halefi Harris’in Karanlık Yüzü

Raphael Schmeller
Berliner Zeitung
23 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç

Sevilmiyor, hata yapmaya meyilli ve kendi partisi içinde tartışmalı durumda. Demokratların başkan adayı olarak yarışa girmesi beklenen Kamala Harris kimdir?

Joe Biden’ın başkanlık yarışından çekilmesinin ardından birçok demokrat coşkuyla Kamala Harris’i desteklemeye başladı. Partinin seçim kampanyası bağışları platformu ActBlue, Biden’ın yerine Demokratların favorisi olan başkan yardımcısı için şimdiden “bağış seli” yaşandığını bildirdi.

Liberal Amerikan medyası Pazar akşamından beri Harris’in seçimi kazanması durumunda ABD’nin en yüksek siyasi makamına gelen ilk kadın, ilk Asya kökenli ve Barack Obama’dan sonra ilk siyahi olacağını tekrarlayıp duruyor. Ancak Harris’in ülkedeki çok sayıda kişi tarafından sevilmediği ve kendi partisinin içinde de tartışmalı olduğu gerçeği söylenmiyor.

2011 ve 2013 yıllarında bağışlarla Harris’i destekleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, çoğu ankette Demokratlardan oldukça önde yer alıyor. Bakıldığında Harris ve Biden arasında rağbet görme açısından önemli farklar yok ve hatta Harris’in durumu kısa bir yükselişten sonra daha kötüye bile gidebilir. Harris son anketlerde Demokratlar için çok önemli olan Michigan, Arizona ve Nevada gibi salıncak eyaletlerde Biden’dan daha kötü performans gösteriyor.

Harris, okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için hapis cezası istemişti

Harris, örnek vermek gerekirse iç politikadaki sert tutumu sebebiyle eleştiriliyor. 2011 yılından itibaren Kaliforniya Başsavcısı olarak kendisini Günışığı Eyaleti’nin(*) ‘’ilk polisi’’ olarak sundu ve sıkı baskısıyla adından söz ettirdi. Aynı zamanda kolluk kuvvetlerindeki yolsuzluklara karşı yeterince kararlı adımlar atmaması konusunda da eleştirildi. Ve hepsinden önce okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için uygulanmasını savunduğu yüksek para cezaları ve olası hapis cezaları sistemiyle hatırlanıyor.

Bu dönemde Harris, siyahlara yönelik polis şiddeti gibi birçok konuda tavır almayı reddetti ve bu durum birçok Demokrat tarafından yadırgandı. 2014 yılında marihuanayı yasallaştırma girişimine gülmüş, ancak beş yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunda “kesinlikle desteklediğini” vurgulamıştır. Başsavcılık yaptığı dönem ona ‘’Kamala the Cop’’ (Polis Kamala) lakabını kazandırmıştır.

Harris 2017 yılında Senato’ya seçildi ve 2019 yılında Demokratların başkan adayı olarak yarışa girdi. Başta Biden’ı ırkçılıkla suçlasa da sonrasında korkunç anket oranları sebebiyle yarıştan çekildi ve sonrasında kendisini başkan yardımcısı adayı yapan Biden’ı destekledi.

Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı son 4 yılda pek çok kez kendi siyasi profilini geliştirmemekle suçlandı. Biden, göçü sınırlandırmak için menşe ülkelerdeki göçün nedenleriyle mücadele etme görevini 2021 yılında Harris’e verdi. Ancak Harris’in çabalarına ve Latin Amerika hükümet başkanlarıyla yaptığı görüşmelere rağmen düzensiz sınır geçişlerinin sayısı arttı. ABD Yüksek Mahkemesi 2022 yılında dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade kararını bozarak ülkenin çoğu yerinde kürtajı fiilen imkansız hale getirdiğinde ise Harris, kürtaj haklarını şiddetle savundu.

Harris pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük olarak görülüyor

Harris, Beyaz Saray’da geçirdiği süre boyunca çoğunlukla kendi yolundan gitti. Röportajlarında ve kamuoyu önünde yaptığı diğer konuşmalarında çeşitli hatalar yaptı ve her zaman kendine güvenen biri olarak görünmedi. Pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük ve bazı demokratlar tarafından da bir yük olarak görülüyordu. Hatta 2022 yılının başında yapılan anketlerin sonucuna göre Harris, bugüne kadarki en sevilmeyen Başkan Yardımcısı. Yakın çalışma arkadaşları birçok kez istifa etti ve kaotik çalışma koşulları olduğuna dair söylentiler hep devam etti.

Harris de Biden gibi hatalar yapmaya ve anlaşılması zor konuşmalar yapmaya meyilli. Şu anda sosyal medyada Mayıs 2023’te yaptığı bir konuşma dolaşıyor, Harris dinleyicilere şu açıklamaları yapıyor: “Siz, içinde yaşadıklarınızın ve sizden önce gelenlerin bağlamından oluşuyorsunuz.’’ Sonrasında bu anlattıklarını annesinden bir alıntı yaparak destekledi, ‘’Hindistan cevizi ağacından düştüğünüzü mü sanıyorsunuz?’’ Harris sonrasında saniyelerce kendi şakasına güldü.

Eğer beklendiği gibi Kamala Harris Demokratların adayı olarak gösterilirse yalnızca bu imajını düzeltme zorluğuyla karşılaşmayacak, aynı zamanda seçmenleri Biden-Harris hükümetinin sevilmeyen sonuçlarından kendisini sorumlu tutmamaları için ikna etmeye çalışmak zorunda kalacak. Bu sebeplerle Trump, Harris’i yenmenin Biden’ın kendisini yenmekten daha kolay olacağını iddia ediyor. Bu konuda haklı olabilir.


(*) Yazar Florida ile Kalifornia’yı karıştırıyor olmalı çünkü “Günışığı Eyaleti” (Sunshine State) takma adı Florida’ya ait. Kaliforniya’nınki ise “Altın Eyalet” (Golden State). (editörün notu)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English