Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Grönland gerilimi büyüyor

Yayınlanma

Üst düzey Avrupalı yetkililerin Financial Times’a (FT) aktardığına göre ABD Başkanı Donald Trump, Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen ile yaptığı “hararetli” telefon görüşmesinde Grönland’ı ele geçirme kararlılığında ciddi olduğunu vurguladı.

ABD Başkanı geçen hafta Frederiksen ile 45 dakika telefonda görüşmüştü. Beyaz Saray görüşme hakkında yorum yapmadı ama Frederiksen, Danimarka krallığının özerk bir parçası olan Arktik adasının satılık olmadığını vurguladığını ve Amerika’nın buraya “büyük ilgi” duyduğunu belirttiğini söylemişti.

Görüşme hakkında bilgilendirilen beş mevcut ve eski üst düzey Avrupalı yetkili görüşmenin “çok kötü geçtiğini” söyledi.

Danimarka başbakanının askeri üsler ve madenlerin işletilmesi konusunda daha fazla işbirliği teklifine rağmen adanın satılık olmadığı yönündeki yorumlarının ardından Trump’ın “agresif ve çatışmacı” bir tutum sergilediğini de sözlerine eklediler.

Bu kişilerden biri görüşmeyi “korkunç” olarak nitelendirirken, bir diğeri ise, “Çok sertti. Soğuk bir duş gibiydi. Önceleri bunu ciddiye almak zordu. Ama artık ciddi ve potansiyel olarak çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum,” dedi.

NATO müttefikleri arasındaki kriz derinleşiyor

Pek çok Avrupalı yetkili, Trump’ın Grönland’ı “ulusal güvenlik” gerekçesiyle kontrol etmek istediğine dair yorumlarının, NATO toprakları üzerinde daha fazla nüfuz kazanmak için bir pazarlık manevrası olduğunu ummuştu.

Fakat Frederiksen ile yapılan görüşme bu umutları yıktı ve NATO müttefikleri arasındaki dış politika krizini derinleştirdi.

Görüşme hakkında bilgi sahibi bir kişi, “Niyet çok açıktı. Bunu istiyorlar. Danimarkalılar şimdi kriz modundalar,” dedi. Bir başkası da Danimarkalıların bu durum karşısında “tamamen çılgına dönmüş durumda” olduğunu söyledi.

Eski bir Danimarkalı yetkili, “Çok sert bir konuşmaydı. Danimarka’ya karşı hedefli gümrük vergileri gibi özel önlemler almakla tehdit etti,” dedi.

Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsü, “Çin ve Rusya Arktik bölgesinde önemli yatırımlar yaparken Başkan Trump Grönland’ın emniyet ve güvenliğinin ABD için önemli olduğunu açıkça ifade etmiştir. Başkan sadece ABD’nin Kuzey Kutbundaki çıkarlarını korumakla kalmayıp aynı zamanda her iki ulusun da karşılıklı refahını sağlamak için Grönland ile birlikte çalışmaya kararlıdır,” ifadelerini kullandı.

Frederiksen geçtiğimiz hafta Novo Nordisk ve Carlsberg gibi büyük Danimarka şirketlerinin üst düzey yöneticileriyle bir toplantı yaparak Trump’ın ülkesine yönelik potansiyel gümrük vergileri de dahil olmak üzere tehditlerini görüştü.

Trump görüşmesinin yapıldığı gün Danimarka’nın TV2 kanalına verdiği demeçte, “Grönland ve çevresinde büyük bir ilgi olduğuna şüphe yok. Bugün yaptığım görüşmeye dayanarak, kamuoyundaki tartışmalarda duyduğumuzdan daha az olması gerektiğine inanmak için hiçbir neden yok,” demişti.

Trump, Danimarka’nın savunma adımıyla alay etti

Öte yandan Trump, Danimarka’nın Grönland’ı iki ekstra köpekli kızak da dahil olmak üzere ek devriyelerle savunma girişimleriyle alay ederken, Amerika’nın stratejik açıdan kritik öneme sahip Arktik adasının kontrolünü ele geçireceği konusunda bir kez daha ısrar etti.

Danimarka Savunma Bakanı, Grönland’ı korumak için yeterince çaba sarf etmediklerini kabul ederek iki yeni denetim gemisi, iki insansız hava aracı ve iki köpekli kızak devriyesi için 1,5 milyar dolar harcamayı planladığını açıklamıştı.

Trump bu hafta sonu Air Force One’da gazetecilere yaptığı açıklamada, Grönland’ı alacaklarına inandığını söylerken, bunun “dünyanın özgürlüğü ile ilgili” olduğunu savundu.

“Bunun Amerika Birleşik Devletleri ile bir ilgisi yok, sadece özgürlüğü sağlayabilecek olan biziz,” diyen Trump, Danimarka’nın adaya koruma sağlayamadığını, iki hafta önce bölgeye iki köpekli kızak koyup “bunun koruma olduğunu düşündüklerini” savundu.

Danimarka’nın Grönland’daki askeri varlığı şu anda sadece 75 kişiden oluşan bir Arktik Komutanlığı ve dört gemi, bir gözetleme uçağı ve birkaç köpekli kızak devriyesinden oluşan ekipmanla sınırlı.

Trump, ABD’nin adayı kontrol etme çabaları hakkında ise, “Danimarka’nın bu konuda ne gibi bir iddiası olduğunu gerçekten bilmiyorum, fakat bunun gerçekleşmesine izin vermemeleri çok düşmanca bir hareket olur,” dedi.

AB, Grönland’a Avrupalı askerlerin konuşlandırılmasından yana

Bütün bunlara ek olarak AB’den de Grönland gerilimine dair ilk ciddi açıklama geldi.

AB Askeri Komitesi Başkanı Grönland’da AB üyesi ülkelerden askerlerin konuşlandırılmasından yana olduğunu söyledi.

Avusturyalı General Robert Brieger, Trump yönetiminin Danimarka’ya ait olan adanın kontrolünü ele geçirme çabalarına cevaben hafta sonunda yaptığı açıklamada böyle bir önlemin “güçlü bir sinyal olacağını” söyledi.

Avusturyalı generale göre, Grönlan’da AB askerlerinin konuşlandırılmasını düşünmek “çok mantıklı”.

Brieger, “Bu güçlü bir sinyal gönderir ve bölgede istikrara katkıda bulunabilir,” iddiasında bulundu.

AB’nin Grönland’daki ilgisi henüz somut sonuçlar doğurmadı

Esas olarak adanın güneyindeki Narsaq köyü yakınlarında bulunan devasa nadir toprak rezervlerinin şu anda olağanüstü öneme sahip olduğu düşünülüyor. Kringlerne yatağının yılda yaklaşık 3.000 ton nadir toprak ürettiği söyleniyor ki bu da Avrupa’daki yıllık talebin yaklaşık yüzde 60’ına tekabül ediyor.

Narsaq yakınlarında bulunan ikinci yatak Kvanefjeld ise daha da yüksek verim vaat ediyor. “Açık ocak madenciliğinde” yıllık 3 milyon tonluk bir üretimden bahsediliyor.

Güncel haberlerin de doğruladığı üzere, Çinli şirketlerin Grönland’da hammadde çıkarma ve altyapı inşasına yatırım yapma girişimleri son yıllarda Danimarka ve ABD tarafından engellenmiş durumda.

AB bir süredir bölgede kaynak çıkarma işine girmeye çalışıyor. Kasım 2023’te Grönland ile bir hammadde ortaklığı başlatıldı. Aslında Çin’in Yeni İpek Yoluna rakip bir proje olarak başlatılan Global Gateway, gerekli ve pahalı altyapıyı inşa etmek için kullanılacaktı.

Fakat AB planlarının somutlaştırılması gecikiyor. Özellikle Kvanefjeld bölgesindeki yataklar söz konusu olduğunda, burada büyük miktarlarda uranyum da tespit edilmiş olması engel teşkil ediyor.

Sömürgecilik döneminden kalma öfke

ABD’nin hamlesinin bir yandan da adadaki Danimarka karşıtı öfkeyi serbest bırakmayı hedeflediği de görülüyor. Grönlandılar, Danimarka’dan gelen yerleşimcilerin yarattığı yıkıma dair anılarını anlatmaya devam ediyorlar.

Örneğin bir zamanlar yoğun bir Arktik balıkçı köyü olan Qoornoq, 1950-70’lerde “modernleşme” hamlesi olarak nitelendirilen süreçte, sakinleri Danimarkalı sömürge yöneticileri tarafından zorla büyük şehirlerdeki apartman bloklarına yerleştirilen Grönland’daki düzinelerce geleneksel İnuit yerleşiminden biri.

Şimdi pek çok Grönlandlı için bu ahşap hayalet kasabalar, sömürgeciliğin acı deneyimlerinin bir kanıtı ve bir gün bağımsızlığa kavuşma hedefinin hatırlatıcısı olarak duruyor.

Babası Grönland’ın kuzeyindeki bir köyden zorla göç ettirilen eski bakan Vittus Qujaukitsoq Financial Times‘a (FT) verdiği demeçte, “Bu bizim için hâlâ acı verici bir geçmiş ve belki de Danimarka’ya karşı bu kadar güçlü bir antipati duymamızın nedenlerinden biri,” dedi.

Qujaukitsoq’un babasının ve ailesinin 1953 yılında yaşadıkları Uummannaq köyünden tehcir edilmesi, o dönemde bölgede büyük bir ABD hava üssünün kurulmasıyla da tetiklenmişti. Babası evini kaybettiği için Danimarka’ya dava açmıştı.

Qujaukitsoq, Grönlandlıların “kibir ve insanlara yapılan muamele nedeniyle” Danimarka’ya hala kızgın olduklarını söyledi. Şimdi Grönland’ın sömürgeci geçmişinden sıyrılması ve kendi yoluna gitmesi gerektiğini de sözlerine ekledi.

ABD Başkanı Donald Trump’ın oğlu Donald Trump Jr, bu ay adayı ziyaret etmişti. Genç Trump Grönlandlıların “ırkçılığa” maruz kaldığından bahsettiğinde Qujaukitsoq bunun kendisinde yankı bulduğunu söyledi.

Buna rağmen, 1950’lerde on binlerce ABD askeri Pituffik Uzay Üssünü inşa etmek üzere Grönland’ın kuzeydoğusuna geldiğinde, 300 nüfuslu uzak Uummannaq köyü için bir şok olmuştu.

Köylüler daha sonra 150 km kuzeye, daha da acımasız bir iklime taşınmak zorunda kaldılar ve burada sıfırdan yeni bir yerleşim kurmak zorunda kaldılar.

ABD’nin en kuzeydeki askeri tesisi olan ve yılın dörtte üçünde buzla kapalı kalan üs, füze uyarı sistemleri ve uzay gözetimi için kritik önemini korumakta ve Grönland’ın ABD güvenliği için stratejik önemini ortaya koyuyor.

Büyürken atalarının yaşadıklarını dinleyen Qujaukitsoq, İkinci Dünya Savaşı sırasında Grönland’daki 30 kadar ABD askeri tesisinin çevreye verdiği zararı gidermek üzere fon sağlamak için de hükümette kampanya yürüttü.

Ama Naleraq partisinin lideri Pele Broberg, bundan ABD’nin değil Danimarka’nın sorumlu olduğunu ve Grönlandlıların ABD varlığının genişlediğini görmekten mutlu olacaklarını söyledi.

Broberg, “Eğer doğu sahilimizde 30 yeni üs inşa etmek istiyorlarsa, buyursunlar etsinler,” dedi. Qujaukitsoq da, ABD’nin “tıpkı son 83 yıldır yaptığı gibi” Grönlandlıları koruduğunun bir gerçek olduğunu ileri sürdü ve “Öyleyse bu ABD karşıtı hissiyatın anlamı ne?” diye sordu.

Grönland, Çin’e bağımlılığın ilacı mı?

Öte yandan bazı uzmanlar, Grönland’ın kaynaklarının kapsamlı bir şekilde işletilmesinin bile AB ve ABD’yi Çin’e olan bağımlılıklarından kurtarmayacağına dikkat çekiyor.

Berlin merkezli Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü (SWP) tarafından ekim ayında yayınlanan bir çalışmaya göre Avustralya, Kanada, Brezilya, Hindistan ve hatta ABD’de büyük nadir toprak yatakları bulunuyor.

SWP’ye göre NATO ülkelerinin şu anda nadir topraklar için Çin’den gelen tedariklere bağımlı olması, “yatakların eksikliğinden” değil, Çin’in “işleme konusundaki hakimiyetinden” kaynaklanıyor.

SWP, Batılı şirketlerin bugüne kadar “pahalı ve çevreye zarar veren işlemlerden” kaçındıklarını ve hammaddeleri işlenmek üzere Çin’e teslim ettiklerini belirtiyor.

Pekin’in nadir toprak arzı üzerindeki etkisi “teknolojiler, üretim kapasiteleri, değer zincirleri, ihracat kotaları ve fiyatlar üzerindeki kontrole” dayanıyor.

Arktik’te Çin-Rusya ortaklığı endişesi

Hammadde sorunlarının yanı sıra, Kuzey Kutbundaki buzların erimesi, her zaman donmuş ve bu nedenle geçit vermeyen yeni deniz yollarını açtığı için büyük jeostratejik öneme sahip.

Bu durum gelecekte muhtemelen Atlantik’ten Grönland’ın batısına ve Kanada’nın kuzeyinden ve Bering Boğazı üzerinden Pasifik’e uzanan Kuzeybatı Geçidi ve Arktik Okyanusu boyunca uzanan deniz yolları için geçerli olacak.

Pasifik’ten Bering Boğazı yoluyla Rusya’nın kuzeyinden Norveç Denizine ve Atlantik’e açılan Kuzeydoğu Geçidi halihazırda en azından bazı zamanlarda kullanılıyor.

Çin’in stratejik planlamasında Kutup İpek Yolu olarak adlandırılan Kuzeydoğu Geçidi, Güney Çin Denizi ve Hint Okyanusu üzerinden Akdeniz’e uzanan Deniz İpek Yolundan daha kısa olmakla kalmıyor, aynı zamanda bu yolun aksine, sadece ABD tarafından güçlükle engellenebiliyor. Örneğin Deniz İpek Yolundaki Malakka Boğazı, Çin açısından dış engellemelere daha açık bulunuyor.

Önemi nedeniyle Moskova ve Pekin, Nisan 2023’te Rusya’nın kuzeyindeki güzergah boyunca Rus Sınır Muhafızları ile Çin Sahil Güvenliği arasında işbirliği yapılması konusunda anlaşmıştı.

Grönland, Kuzey Atlantik’e giden tüm bu deniz yollarının ağzının kontrolünde önemli bir rol oynamaktadır. Bu durum özellikle Rus Kuzey Filosuna ait savaş gemilerinin Atlantik’e girebilmeleri için geçmeleri gereken GIUK boşluğu (Grönland, İzlanda, Birleşik Krallık) olarak adlandırılan bölge için geçerli.

Almanya’nın Arktik’teki faaliyetleri artıyor

Kuzey Kutbunun artan jeostratejik önemi karşısında yine SWP, geçtiğimiz ekim ayında, Trident Juncture, Nordic Response ve Rapid Viking gibi büyük ölçekli manevralar da dahil olmak üzere halihazırda uzak kuzeyde tatbikatlara katılan Alman Silahlı Kuvvetlerinin (Bundeswehr) “hırs düzeyini Kuzey Kutbuna doğru genişletmesi” tavsiyesinde bulundu.

Bundeswehr, Ağustos 2020’de yedi mayın avlama botundaki 400 denizcinin Kuzey Kutup Dairesinin ötesindeki Kiel’den Norveç kıyısındaki Narvik’e gittiği bir tatbikatla ulusal düzeyde halihazırda yapmıştı.

SWP’ye göre Almanya, “müttefik donanmalarla birlikte Arktik bölgesinde daha aktif olmalı”; “mevcudiyet ve tatbikatlar istikrarlı hale getirilmeli ve genişletilmeli.”

DİPLOMASİ

ABD-Britanya kavgası: ABD’nin sınır dışı etmek istediği ‘Filistin yanlısı’, İngiliz devleti bağlantılı

Yayınlanma

Hafta sonu Columbia Üniversitesi mezunu Mahmoud Khalil, ABD’li göçmenlik yetkilileri tarafından gözaltına alınmış ve Khalil hakkında “Hamas destekçiliği” iddiasıyla sınır dışı prosedürü başlatılmıştı.

ABD’de daimi ikamet eden Khalil, cumartesi gecesi Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza (ICE) ajanları tarafından gözaltına alındıktan sonra federal bir yargıç sınır dışı edilmesini geçici olarak engelledi ve Khalil şu anda Louisiana’daki federal bir hapishanede yargılamayı bekliyor.

Pazartesi günü Donald Trump, Truth Social platformunda yaptığı bir paylaşımda Khalil’i “Hamas Yanlısı Radikal Yabancı Öğrenci” olarak tanımladı ve tutuklanmasının “gelecek birçok tutuklamanın ilki” olduğunu duyurdu.

Trump, “Columbia’da ve Ülke genelindeki diğer Üniversitelerde terör yanlısı, antisemitik, Amerikan karşıtı faaliyetlerde bulunan daha fazla öğrenci olduğunu biliyoruz ve Trump Yönetimi buna müsamaha göstermeyecektir,” dedi.

Beyaz Saray pazartesi günü Trump’ın açıklamasını ve Khalil’in bir resmini “ŞALOM, MAHMUD” ifadeleri ve “Hamas’a bağlı faaliyetlere öncülük ettiği” suçlamasıyla birlikte X’te yayınladı.

Khalil aralık ayında Columbia Uluslararası İlişkiler ve Kamu İşleri Okulundan yüksek lisans derecesiyle mezun oldu. Khalil, 2024 baharında Filistin yanlısı kampüs kampı sırasında öğrencilerin “ana müzakerecilerinden” biriydi.

Ne var ki, Khalil hakkındaki iddialar burada bitmiyor. Middle East Eye (MEE), Khalil’in daha önce 2018-2022 yılları arasında Beyrut’taki İngiliz Büyükelçiliği Suriye Ofisi’nde program yöneticisi olarak çalıştığını tespit etti.

MEE tarafından incelenen çevrimiçi kayıtlar, Khalil’in Birleşik Krallık hükümetinin prestijli bir uluslararası burs programı olan Suriye Chevening Programı ve Çatışma, İstikrar ve Güvenlik Fonu için yerel yönetici olarak çalıştığını gösteriyor.

Khalil’in çalıştığı dönemde Suriye Ofisi’nde politika danışmanı olan eski İngiliz diplomat Andrew Waller MEE’ye verdiği demeçte ABD hükümetinin Khalil hakkındaki tasvirinin “yanlış ve karalayıcı” olduğunu öne sürdü.

Waller, “İşe girmek için bir inceleme sürecinden geçti ve İngiliz hükümeti için hassas konularda çalışmasına izin verildi. Trump’ın yaptığı düpedüz iftiradır. Mahmoud son derece nazik ve vicdanlı bir insandı ve Suriye Ofisi’ndeki meslektaşları tarafından seviliyordu. Onun hakkında kötü bir söz söyleyecek kimseyi bulamazsınız, işinde çok iyiydi,” diye konuştu.

Dışişleri, Milletler Topluluğu ve Kalkınma Ofisi (FCDO) tarafından finanse edilen Chevening bursu, misyonunu “geleceğin liderleri, etkileyicileri ve karar vericileri ile kalıcı olumlu ilişkiler kurarak Birleşik Krallık dış politika önceliklerini desteklemek ve FCDO hedeflerine ulaşmak” olarak tanımlıyor.

Waller bu bursu “Birleşik Krallık’ın yumuşak güç politikasının amiral gemisi” olarak tanımlıyor.

İngiliz diplomat, “Dünyanın dört bir yanından en parlak öğrencileri Birleşik Krallık üniversitelerine getiriyor. Mahmoud Suriye programını yürüttü ve İngiliz hükümeti adına yüzlerce, hatta binlerce başvuru sahibiyle mülakat yaptı,” diyor.

Waller, Khalil’in aynı zamanda “toplantıları tercüme etmek için bağlamsal anlayış ve dil becerileri” sağlamaktan sorumlu bir “yerel personel siyasi görevlisi” olduğunu hatırlıyor.

Siyonizme karşı tutumuyla bilinen Free Palestine TV de Khalil hakkında önemli iddialarda bulundu. X’te bir açıklama yapan yayın, “Mahmoud Khalil vakası, Liberalizmin sınırlarına ve güç yapılarında bir miktar eşitlik ya da değişiklik elde etme umuduyla Siyonist İmparatorlukla işbirliğine mükemmel bir örnektir,” dedi.

Khalil’in “anavatanına karşı emperyalist komplo” ile işbirliği yapan ve Lübnan’daki İngiltere Büyükelçiliği için “istikrarsızlaştırma programlarını” koordine eden bir Suriye vatandaşı olduğunu söyleyen Free Palestine TV, “Ayrıca ABD’de Suriyeli diaspora gençliğini dekolonizasyondan saptırmak ve Vahhabi ve İhvancı işbirlikçi yönetimin kucağına itmek üzere tasarlanmış STK’larda da çalışmıştır,” dedi.

Khalil’in Columbia Üniversitesindeki eylemlerdeki rolüne de değinen yayın, “Siyonist Yönetim ile Filistin kurtuluş taraftarları arasında anlaşmaya varılan bir arabulucuydu; yani hareketin bir üyesi değil, sadece bir elçiydi. Hind Hall hareketine ve eylemlerine de karşıydı,” iddiasında bulundu.

Free Palestine TV, “İşte Mahmoud Khalil, ülkesini birkaç dolar için kurtlara satan, Columbia’da Filistinlilere Siyonist gücün makul bir elçisi gibi davranan ve karşılığında aldığı tek şey Beyaz Saray’daki Siyonist Efendi tarafından ortadan kaldırılmak olan bir adam,” dedi.

Açıklamada, Khalil’in sağ salim evine, ailesinin yanına dönmesi talep edilirken, “(…) çünkü bir maşa, aptal ve hatta ajan olmasına rağmen ortadan kaybolması, ABD’deki tüm Arap ve Müslümanlara daha da kötü davranılabileceğinin işaretidir,” denildi.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Lukaşenko ve Putin, ABD’nin 30 günlük ateşkes önerisinden sonra bir araya geldi

Yayınlanma

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Belaruslu mevkidaşı Aleksandr Lukaşenko, Kremlin’de bir araya geldi. Görüşmelerde ikili ilişkilerin yanı sıra, ABD’nin Ukrayna’da 30 günlük ateşkes önerisi de gündemdeydi. Lukaşenko, ABD’nin önerisini bir ‘hile’ olarak görmediğini belirtirken, Putin’in danışmanı Yuriy Uşakov, bu öneriyi ‘uzun vadeli barışa faydası olmayan aceleci bir eylem’ olarak nitelendirdi.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Belaruslu mevkidaşı Aleksandr Lukaşenko, Kremlin’de bir araya gelerek görüşmelere başladı.

Belarus lideri, bugün, iki günlük resmi bir ziyaret için Moskova’ya geldi. Lukaşenko, 14 Mart’ta Federasyon Konseyi’nde bir konuşma yapacak.

Kremlin’deki görüşmeler TSİ 14.00’te, yaklaşık bir saatlik bir gecikmeyle başladı.

Lukaşenko’nun ziyareti, Rusya’nın, Suudi Arabistan’daki görüşmelerin ardından ABD ve Ukrayna’nın 30 günlük ateşkes önerisine vereceği yanıt ve ABD Başkanı Donald Trump’ın özel temsilcisi Steve Witkoff’un Moskova ziyaretiyle aynı zamana denk geldi.

Witkoff, Lukaşenko’dan yaklaşık bir saat sonra Moskova’ya ulaştı ve konvoyu kısa süre sonra başkentin merkezinde görüldü.

Putin, açılış konuşmasında Rusya ve Belarus arasındaki ilişkileri kelimenin tam anlamıyla “kardeşçe” olarak nitelendirdi.

Lukaşenko, 9 Mayıs’ta Moskova’da düzenlenecek olan İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesini anma törenlerine ve öncesinde Volgograd’da yapılacak, ülke liderlerinin katılacağı büyük bir foruma davet edildi.

Rusya Devlet Başkanı, iki ülke arasındaki ticaret hacminin 2024’te rekor seviyeye ulaşarak yaklaşık 50 milyar dolara (yüzde 5,7 artış) yükseldiğini belirtti.

Bu ziyaret, Lukaşenko’nun ocak ayındaki yedinci resmi yeniden seçilmesinden (ancak yemin töreninden önce) sonraki ilk yurt dışı ziyareti oldu.

Lukaşenko, seçim sonuçlarını Belarus halkının Rusya’ya yönelik tutumunun bir göstergesi olarak değerlendirdi.

Lukaşenko, “Yüzde 87’den fazlası mevcut başkana oy verdi. Ve bu bir oylamaydı, biz Rusya ile birlikteyiz, doğu vektörümüz, beşiğimiz burada ya da öyle bir şey. İşte yanıt, halk yanıt verdi,” dedi.

Belarus lideri, Moskova ile Minsk arasındaki ilişkilerde daha hızlı ilerleme kaydedilmesi gereken konular olduğuna işaret etti.

Putin ve Lukaşenko’nun önce dar kapsamlı bir görüşme yapması, ardından genişletilmiş formatta bir çalışma yemeği yemesi ve sonrasında Rus ve Belaruslu gazetecilere üçer soru sorma imkanı verilecek bir basın toplantısı düzenlemesi planlanıyor.

Putin’in Ukrayna’da 30 günlük ateşkes olasılığına ilişkin tutumunu bu basın toplantısında açıklaması bekleniyor.

Şu ana kadar, Putin’in danışmanı ve ABD ile müzakere grubunun üyesi Yuriy Uşakov, bu fikri “uzun vadeli barışa faydası olmayan aceleci bir eylem” olarak nitelendirdi.

Ancak Uşakov, Rossiya-1 kanalına yaptığı açıklamada bunun kendi kişisel görüşü olduğunu da belirtti. Uşakov’un açıklamasına göre, Witkoff Moskova’da Rusya-ABD ilişkilerinin tüm yönlerini ele alacak.

Belarus’ın devlete ait ajansı BelTA‘nın haberine göre, Lukaşenko, Ukrayna’da geçici ateşkes önerisini bir hile olarak görmediğini açıkladı.

Fakat Lukaşenko, ABD’nin Ukrayna’da çözüm için bir planı olmadığını ve şimdilik nabız yokladığı ve Washington’ın Ukrayna’ya yaptığı gibi Rusya’ya baskı yapamayacağını belirtti.

Rus heyetinde, Uşakov’un yanı sıra Maliye Bakanı Anton Siluanov, Devlet Başkanlığı İdaresi Başkan Yardımcısı Maksim Oreşkin, Rusya Halk Sağlığı ve Tüketiciyi Koruma Kurumu (Rospotrebnadzor) Başkanı Anna Popova, Rosatom Başkanı Aleksey Lihaçov ve diğer isimler yer aldı.

Putin ve Lukaşenko arasındaki görüşmelerin resmi duyurusunda, ikili ilişkilerin ve Birlik Devleti çerçevesinde daha fazla entegrasyonun geleceğinin ele alınacağı belirtildi.

“Güncel uluslararası konular” ayrı bir başlık olarak yer aldı. Tarafların ortak belgelere de imza atması planlanıyor.

İki lider son olarak 6 Aralık 2024’te Putin’in Birlik Devleti’nin 25. yıldönümü vesilesiyle Minsk’e yaptığı ziyaret sırasında görüşmüştü.

O görüşmede Lukaşenko, Putin’den ülkesine en yeni Oreşnik sistemini göndermesini istemiş ve olumlu yanıt almıştı. Ancak Lukaşenko, bunun henüz gerçekleşmediğini ifade etti.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Zaharova: Hmeymim üssüne 8 binden fazla Suriyeli sığındı

Yayınlanma

Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, Hmeymim üssünün şiddetten kaçan Suriyelilere kapılarını açtığını ve 8 binden fazla sivilin üsse sığındığını açıkladı. Zaharova, çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan Suriyelilerin hayatlarını kurtarmak için üsse sığındıklarını ve bunun Rusya’nın Suriye halkına yönelik gerçek katkısının bir göstergesi olduğunu belirtti.

Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, TASS haber ajansına yaptığı açıklamada, Hmeymim üssünün kapılarının, katliamlardan kaçan Suriyelilere açıldığını ve 8 binden fazla sivilin üsse sığındığını duyurdu.

Zaharova, “Hmeymim’deki Rus hava üssü, katliamlardan kaçan yerel halka kapılarını açtı. Hayat memat meselesi olduğunu anlayan insanlar, kurtuluş arayışındaydı. Askerlerimiz, dün itibarıyla 8 binden fazla, belki de 9 bine yakın Suriyeliye barınma sağladı. Bunların çoğunluğu kadın ve çocuk. Bence bu, Suriyelilerin kaderine yönelik gerçek katkımıza dair sorunun en iyi cevabı,” ifadelerini kullandı.

Sözcü, Moskova’nın Suriye’deki olaylar karşısında şoke olduğunu ve şiddet olaylarının sorumlularının cezalandırılmasını umduklarını belirtti.

Zaharova, Moskova’nın, Suriye’deki askeri ve siyasi durumun gerginleşmesi nedeniyle bu ülkedeki Rusya vatandaşlarının ve Rus tesislerinin güvenliğini sağlamak için elinden geleni yaptığını da sözlerine ekledi.

Zaharova, “Bu ülkedeki askeri ve siyasi durumun gerginleşmesi ışığında, Rusya vatandaşlarının ve Rus tesislerinin güvenliğinin sağlanması koşulsuz önceliğimizdir. Bu amaçla mevcut Suriye makamlarıyla gerekli temasları sürdürüyoruz. Şu aşamada, Suriye’deki Rusya vatandaşları arasında can kaybı olup olmadığına dair somut bir bilgim yok,” diye ekledi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English