DÜNYA BASINI
Doğu Almanya’da neofaşizmin yükselişine Batı Almanya’nın katkısı
Yayınlanma
Yazar
Harici.com.tr
Çevirmenin notu: Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin (DDR) ilhakı, yalnızca Almanya’nın siyasal coğrafyasını yeniden şekillendirmekle kalmadı; aynı zamanda Doğu’daki kurumsal antifaşizmi tasfiye ederek radikal sağ ve faşist hareketler için elverişli bir zemin de oluşturdu. Zira DDR’de antifaşizm, salt ideolojik bir doktrin değil, faşist unsurların sistematik olarak cezalandırılmasını ve kamusal alanda örgütlenmelerinin önüne geçilmesini sağlayan bir devlet politikasıydı. Buna karşılık, Batı Almanya savaş sonrası dönemde eskinin Nazi artıklarını devlet kurumlarına entegre etti ve onlarla hesaplaşmayı “hukuk” ile sınırlandırarak, faşist hareketin zaman içinde meşruiyet kazanmasına kapı araladı. 1989 sonrası süreçte DDR’nin siyasal ve toplumsal yapısının ortadan kaldırılması, antifaşist bilincin kurumsal olarak korunmasını imkânsız hale getirirken, Batı Almanya’nın ideolojik ve ekonomik tahakkümü altında şekillenen yeni düzende, Doğu’daki toplumsal çöküş, faşist örgütlenmelerin taban bulmasını kolaylaştırdı.
Bugün Almanya’da “aşırı sağ”ın gözle görülür yükselişi, tam da bu tarihsel sürekliliğin bir sonucu olarak okunmalı. Geçtiğimiz pazar günü gerçekleşen seçimlerde, faşist parti Almanya için Alternatif’in (AfD) özellikle eski DDR topraklarında güç kazanması, duvarın yıkılmasının yalnızca fiziksel bir sınırın ortadan kalkması olmaktan öte, antifaşist bir siyasal geleneğin çöktüğünü de teyitliyor. Faşizmin günümüzdeki yükselişini yalnızca aktüel siyasal konjonktüre bağlamak, Federal Almanya’nın savaş sonrası izlediği politikalarla faşizmin sürekliliğini nasıl mümkün kıldığını perdelemek ve bu tarihsel sorumluluğu bilinçli olarak aklamak anlamına geliyor. DDR’nin antifaşist mirasını nostaljik bir saplantı olarak niteleyenler, bu mirasın tasfiyesinin nasıl bir siyasal boşluk yarattığını ve bu boşluğun faşistler tarafından nasıl doldurulduğunu gözden kaçırıyorlar. Dolayısıyla, DDR’yi salt Doğu Bloku geçmişinin nostaljik bir hatırası olarak değerlendirmek yerine, günümüz antifaşist mücadelesinin tarihsel bağlamına dair kritik bir referans noktası olarak ele almak gerek.
Son olarak metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.
Jacob Yasko
Peoples Dispatch
22 Şubat 2025
Çev. Leman Meral Ünal
9 Kasım 1989’da Alman Demokratik Cumhuriyeti (DDR) sınır güvenliğini Federal Almanya Cumhuriyeti’ne (FRG) bıraktı. Dünya, Batı Berlin’e akın eden coşkulu Almanların görüntülerini izlerken, o anın siyasi gerçekliği göründüğünden çok daha acıklıydı: Sınırın açılması Almanya’da sosyalizmin geleceğini mühürledi. Bunu, ekonomik tasfiye, kitlesel işsizlik ve tüm Doğu Almanya nüfusunun yeni bir düzene boyun eğdirilmesinin eşlik ettiği bir ilhak süreci izledi.
Federal Almanya, her şeyden önce sosyalizme karşı bir cephe devleti olarak tasarlanmıştı, nitekim uzun süredir aşırı sağcı unsurları kendi kurumlarına entegre etmekle meşguldü. Bu bağlamda “Berlin Duvarı” yalnızca bir sınır değil, aynı zamanda faşizme karşı bir koruma kalkanıydı. 1989’dan sonra neofaşist grupların hızla Doğu Almanya’ya doğru yayılması, duvarın gerici güçlere karşı bir savunma işlevi gördüğü tezini güçlendirdi. John F. Kennedy gibi isimler dahi duvar olmadığı taktirde çatışmanın kaçınılmaz olduğunu anlamıştı. Aynı iddia sonraları [Eski Doğu Almanya Millî Savunma Bakanı] Heinz Kessler ve [Eski Doğu Almanya Millî Savunma Bakan Yardımcısı] Fritz Streletz tarafından da desteklendi ve Duvar Olmasaydı Savaş Çıkardı (Without the Wall, There Would Have Been War) gibi çalışmalarda bu konuda kapsamlı kanıtlar sunuldu.
Ne var ki bugün dahi burjuva yazarlar ve siyasetçiler, Doğu Almanya’daki neofaşist hareketlerin yükselişinin suçunu Alman Demokratik Cumhuriyeti’ne atmaya çalışıyorlar. Bunu yaparken çok önemli bir gerçeği görmezden geliyorlar: İlhaktan sonra, komünist ve antifaşist bilince dönük son derece sistematik bir siyasi kampanya yürütüldü. Bunda en az Batı Alman yetkililer kadar, bölgenin ideolojik manzarasını yeniden şekillendirmek üzere bölgeye gelen faşist akımların da etkisi oldu.
Koruyucu duvar
Batı Alman medyası göçmenlere dönük düşmanlığı körüklerken, Federal Almanya, Doğu’nun ekonomik kaynaklarını yağmalıyor, sanayisizleştiriyor ve yüz binlerce insanın yaşamının bağlı olduğu geçim kaynaklarını yok ediyordu. Bir yandan da neo-faşist aktörlerin doğrudan rol aldığı, Demokratik Almanya tarihinin sözde “yeniden değerlendirilmesi” süreci devam ediyordu. Eski Marksist profesörler üniversitelerden tasfiye edilirken, antifaşist anıtlar yıkıldı ve Nazi dönemine ait figürler aklandı; böylece Doğu Almanya’nın köklü antifaşist kültürü sistematik olarak silindi. Şimdi, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından 35 yıl sonra, bu sınır tahkimatlarının ortadan kaldırılmasının neofaşist grupların Doğu Almanya’ya eşi benzeri görülmemiş akınına nasıl yol açtığını anlamaya çalışmak hayati bir önem taşıyor.
Sınır açılmadan önce bile Batı Alman neofaşistleri, müzik ve propaganda materyallerini gizlice Doğu Almanya’ya sokarak dazlak ve holigan gruplarının içine sızıyordu. Bu eğilim zamanla daha da güçlendi ve bunda, neo-Nazi Michael Kühnen tarafından kurulan Yeni Cephe’nin Fikirdaşları Topluluğu (Gesinnungsgemeinschaften der Neuen Front, GdNF) da önemli bir rol oynadı. Örgüt, aralarında daha önce Doğu Almanya’da hapis cezasına çarptırılmış ve sonra Federal Almanya tarafından affedilmiş kişilerin de bulunduğu çok sayıda faşisti bir araya getirerek antikomünizm ve ırkçılık zehrini yaymaya devam etti.
1980’lerde, Kühnen’in ağı sadece Doğu Almanya ile sınırlı kalmayıp, diğer ülkelerde de bağlantıları olan büyük bir şemsiye örgüt haline geldi. GdNF’nin düzinelerce paravan örgütlenmesi vardı ve çok sayıda siyasal partiyle yakın temas halindeydi; lider kadroları ise Alman iç istihbarat teşkilatından (Verfassungsschutz) aldıkları cömert maaşları aşırı sağcı siyasi çalışmalara yatıran muhbirlerle doluydu.
Kühnen’in bizatihi kendisi istihbarat servisleriyle güçlü bağlantılara sahipti. Aşağı Saksonya Verfassungsschutz, bu faaliyetlere dair tüm dosyaları kaybettiğini iddia etse de, Doğu Almanya Devlet Güvenlik Bakanlığı’ndan gelen bir dosya bu bağlantıları açığa çıkarmıştı. Demokratik Almanya kurumları Kühnen’i 1970’ten beri mercek altına almış, 1982’de hapisten çıktıktan sonra Verfassungsschutz’a bağlı bir araç tarafından alındığını belgelemişlerdi. DDR soruşturmalarının vardığı sonuç, Kühnen’in hapiste geçen yıllarının muhtemelen onu bir muhbir olarak işe almak veya başka türden iş birliklerine zorlamak için kullanıldığı yönündeydi.
Birkaç yıl sonra Kühnen, Doğu Çalışma Planı (Arbeitsplan Ost) adlı bir strateji belgesi kaleme alarak ağın Doğu Almanya’ya doğru genişlemesi için bir yol haritası hazırladı. Bu plan çeşitli neofaşist örgütlere ve paravan gruplara rehberlik etti; Berlin Duvarı’nın yıkılması ise onların harekete geçmesi için bir işaret fişeği oldu. Kühnen, “yerli yoldaşların yardımıyla” Doğu’ya geçebildiğini söylüyordu; işte böylece bölgeye aşırı sağcı kadroların akışı başladı. Takip eden aylarda, Kühnen’in ağından birçok faşist ve Yeni Sağ [Neue Rechte] üyeleri onun örneğini takip edecekti.
Neofaşist bir hareket inşa etmek
Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından neofaşist gruplar hızla eski Doğu Almanya’ya akın ederek mülkleri işgal etti, birçok mahallede faşist kaleler kurdu. Kısa süre içinde antifaşistleri ve yabancıları hedef alan şiddet eylemleri ve pogromlar başladı, bu eylemlerle özellikle gençleri yakalamak hedefleniyordu. Michael Kühnen ve GdNF’nin himayesi altında, Özgür Alman İşçi Partisi (Freiheitliche Deutsche Arbeiterpartei) ve Almanya Ulusal Demokratik Partisi’nin (NPD) uzantılarının yanı sıra Lichtenberger Cephesi ve Deutsche Alternative gibi düzinelerce yeni faşizan örgüt ortaya çıktı. Mart 1990’a gelindiğinde ise, neofaşistler açıkça Doğu Almanya karşıtı gösterilere katılıyor ve görünürlük kazanmak için antikomünist manipülasyona başvuruyorlardı.
Batı Almanya tarafından marjinalleştirilmelerine rağmen antifaşist direniş devam etti. Toplama kamplarının yeniden modellenmesine, anıtların yıkılmasına ve Batılı aşırı sağcı grupların üniversitelere sızmasına karşı mücadele sürdürülmeye çalışıldı. Doğu Almanya Tarihinin Yeniden Değerlendirilmesi Komisyonu Başkanı Rainer Eppelmann bile Doğu Almanya’nın antifaşist mirasının korunmasına yönelik yaygın bir halk desteği olduğunu belirtmekteydi.
Aralık 1990’da siyasi mahkumlar için çıkarılan af, Doğu Almanya’daki neofaşist safları daha da sıklaştırdı. Salıverilenler arasında Zionskirche saldırısının failleri ve sonraları “Berlin’in Führeri” olarak anılacak Ingo Hasselbach gibi önde gelen faşist figürler dahi vardı. Hapisten çıkan ya da Batı Almanya’dan gelen bu kadroların çoğu faşist yapıların kurulmasında bizatihi görev aldı, üye toplama ve propaganda etkinlikleri düzenlediler ve yurtdışındaki faşistleri düzenledikleri etkinliklere davet ettiler. Örneğin, İngiliz Holokost inkârcısı David Irving, Deutsche Volksunion tarafından Dresden’e getirilerek “Müttefiklerin Almanya’ya yönelik hava saldırılarının soykırıma eşdeğer olduğu” iddiasını yaymaya çalıştı.¹ Masrafları ise Batı Alman milyoner ve neofaşist finansör Gerhard Frey tarafından karşılandı.
Doğu Almanya’nın ilhakına doğru giden süreçte, neofaşist şiddet dramatik bir şekilde tırmandı. 2-3 Ekim 1990 gecesi birçok şehirde 30 ayrı şiddet olayı kaydedildi:1500’den fazla silahlı neo-Nazi, Doğu Almanya genelinde antifaşistlere, işgal evlerine ve göçmenlere karşı koordineli saldırılar başlatmıştı. Bu saldırılar aşırı sağcı faaliyetlerdeki genel yükseliş trendinin önemli bir göstergesiydi. O yılın başlarında Ingo Hasselbach, Michael Kühnen ile irtibatlı olarak Berlin’de Ulusal Alternatif’i kurmuş, silah depolamış ve paramiliter çetelerin eğitimlerini organize etmişti. Protestolarda “Rotfront Verrecke” (“Kızıl Cephe Geber”)² ve “Kanaken Raus” (“Yabancılar Dışarı”) gibi bariz Nazi sloganları atılırken, Yahudi ve Kızıl Ordu mezarları ve Treptower Park’taki Sovyet savaş anıtı tahrip ediliyordu. Ama bu tür provokasyonlar karşılıksız kalmadı. 3 Ocak 1990’da 250,000 Doğu Almanya vatandaşı kitlesel bir antifaşist protesto için harekete geçti.
Devlet eliyle destek ve himaye
1990’ların başındaki bu aşırı sağcı şiddet dalgası artarak devam etti ve 1992 yılı, 1949’dan bu yana en fazla şiddet içeren aşırı sağcı suçun işlendiği yıl oldu. Bu artış, Alman makamlarının ve istihbarat servislerinin kasıtlı kayıtsızlığı ve ırkçı karalama kampanyalarını ve faşist anlatıları teşvik eden bir medya ortamı sayesinde mümkün olabilmişti. Dresden, Leipzig, Halle, Jena ve Weimar gibi kentlerde sağcı çeteler neredeyse hiçbir engelle karşılaşmadan saldırılar ve kundaklamalar gerçekleştirebiliyorlardı. Hoyerswerda ve Rostock’taki pogromlara sadece göz yumulmakla kalmadı, bunlar, sözde “sığınmacı sorunu” üzerine yapılan medya yayınları eşliğinde gerçekleşirken, polis ise rutin olarak müdahalede bulunmamayı tercih ediyordu.
CDU/FDP federal hükümeti, ırkçı şiddet dalgasını sözde iltica tartışmasını daha da alevlendirmek için kullanmış, Sosyal Demokratlar da kısa süre içinde benzer bir çizgiye gelmişti. Nitekim 1993 yılında anayasal sığınma hakkı kaldırıldı. Siyasetçiler yabancı düşmanlığını teşvik ederek bu sonucun ortaya çıkmasını sağlamışlardı: Rostock-Lichtenhagen’deki çete saldırılarının hemen ardından Schwerin’deki CDU lideri Eckhardt Rehberg şu açıklamayı yapmıştı: “Yabancıların bizim adet ve geleneklerimizi bilmemesi, hatta belki de bilmek istememesi, vatandaşlarımızın hassasiyetlerine dokunuyor.”
Doğu Almanya’nın yeniden faşistleştirilmesi
Medyanın “beyzbol sopalı yıllar” olarak adlandırdığı dönem, neofaşist çetelerin sokak şiddetinden çok daha fazlasını ifade ediyordu. Sınırların açılması, Doğu Almanya’nın hedefli bir şekilde yeniden faşistleştirilmesini hızlandırdı; bu süreç, kurumsal siyaset ve medya tarafından da kolaylaştırıldı. Nitekim kısa bir süre içinde antifaşist ve komünist pozisyonlar marjinalleştirilirken, neofaşist hareketler muhalifleri sindirmek ve hayal kırıklığına uğramış gençleri kendilerine çekebilmek için çeşitli şiddet mekanizmaları geliştirdi.
Aynı zamanda, Yeni Sağ’ın ideolojik saldırısı da siyaset kurumu içinde daha fazla yer edinmeye başladı. Tarih yeniden yazıldı ve anti-faşist örgütler yasaklandı, anıtlar, okullar ve caddeler Doğu Almanya dönemindeki isimlerinden arındırıldı. Tüm bunlar birdenbire ortaya çıkmadı: Doğu Almanya’nın faşistlere ve savaş suçlularına yönelik sistematik cezalandırma pratiklerinin aksine, Batı Almanya Nazi artıklarını çoktan devlet yönetimine ve bürokrasiye yeniden entegre etmişti. Demokratik Almanya’da toplama kampına atılanlar görev yaparken, Federal Almanya’da eskinin Nazi işkencecileri iktidar pozisyonlarına geri dönmüşlerdi.
Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde antifaşizminin tasfiyesi ve Doğu Almanya’da neofaşist hareketin yükselişi aynı madalyonun iki yüzüydü ; duvarın yıkılmasından 35 yıl sonra bugün hâlâ devam eden bir süreç. Bugünkü aşırı sağ yükselişinin köklerini arayanlar, 1945’ten sonra faşizmin hiçbir zaman gerçekten tasfiye edilmediği Federal Almanya yöneticilerine bakmalılar.
¹ Irving ve diğer aşırı sağcı tarihçiler, Dresden Bombardımanı gibi Müttefiklerin II. Dünya Savaşı sırasında Almanya’ya yönelik hava saldırılarını, Nazilerin işlediği soykırımla eşdeğer gösterme çabası içindeydi. Bu söylem, Alman mağduriyet mitini besleyerek neo-faşist hareketler için ideolojik bir araç hâline geldi. (ç.n.)
² “Rotfront Verrecke” (Kızıl Cephe Geber) sloganı, Weimar Cumhuriyeti döneminde Alman faşistleri tarafından komünistlere karşı kullanılan, Nazilerle özdeşleşmiş bir slogandır. “Rotfront”, 1924’te Almanya Komünist Partisi’nin (KPD) yarı askeri silahlı örgütü olarak kurulan “Roter Frontkämpferbund”un (Kızıl Cephe Savaşçılar Birliği) kısaltmasıdır. Nazi Partisi’nin SA (Sturmabteilung) güçleri, KPD ve işçi hareketine yönelik saldırılarında bu sloganı sıkça kullanmıştır. 1933’te Naziler iktidara geldikten sonra Kızıl Cephe Savaşçılar Birliği yasaklanmış, üyeleri hapsedilmiş veya öldürülmüştür. 1990’larda Doğu Almanya’da yeniden yükselen neo-Nazi grupların bu sloganı kullanmaları, geçmişteki faşist hareketleri sahiplendiklerini gösteren sembolik bir örnektir. (ç.n.)
İlginizi Çekebilir
-
Merkel: Rusya’nın çıkarları tartışılmalı
-
Sahra Wagenknecht, Alman seçimlerinin hukuki geçerliliğini sorguladı
-
Seçimlerle birlikte bölünmüş Almanya bir kez daha tescillendi
-
İtalya’da tarihsel revizyonizm tam gaz: “Foibe katliamları” anmasına üst düzey katılım
-
Putin: Rusya, tarihin tahrif edilmesi ve neo-Nazizmle mücadeleye devam edecek
-
Krizdeki kapitalizmin aracı faşizm ve Trump
DÜNYA BASINI
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
Yayınlanma
5 gün önce10/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”
Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:
Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.
Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.
6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.
Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.
Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz değerlendirme yazısı, Birleşik Krallık’ın küresel güvenlik stratejileri üzerine çalışan ve Batı sermayesini merkeze alan analizler üreten düşünce kuruluşu RUSI’den. Yazı, ABD’nin Ukrayna’nın maden kaynaklarını Batı tedarik zincirine entegre etme girişiminde karşılaştığı düşük emtia fiyatları, yatırım riskleri ve Çin’in piyasa hâkimiyeti gibi stratejik engellere odaklanıyor. Ancak ABD’nin Ukrayna’da madencilik sektörünü yönlendirme ve buradan jeopolitik kazanç sağlama hamlesi, yalnızca Çin’in bölgedeki etkisini kırmaya yönelik değil; aynı zamanda Amerikan sermayesinin jeopolitik çıkarlarını pekiştirmek ve krizleri fırsata çevirerek bölge ekonomisini küresel tekellerin denetimine açmak gibi daha derin bir dönüşümün parçası. Bu da Ukrayna’yı bir kez daha küresel güç mücadelesinde kendi kaderini tayin etme yetisini yitirerek, emperyal hesapların taşeron aktörlerinden biri olma rolüne mahkûm ediyor.
Ukrayna’nın maden zenginliğini ortaya çıkarmak, bir Trump anlaşmasından daha fazlasını gerektiriyor
Henry Sanderson
RUSI
28 Şubat 2025
Çev. Leman Meral Ünal
ABD, Çin etkisini sınırlandırmak amacıyla Ukrayna’nın maden gelirlerinden pay almaya hazırlanıyor; ancak piyasa koşulları, yatırım ve uygulama süreçlerini zora sokacağa benziyor.
İki ülke arasında yakın zamanda imzalanması beklenen anlaşma ile ABD, Ukrayna’nın maden kaynaklarından elde edilecek gelirlerden pay almayı garantilemiş görünüyor.
Bu hafta yayımlanan anlaşma metnine göre, nihai detaylar kesinleştikten sonra Ukrayna, doğal kaynaklarından elde edilecek olası gelirlerin yüzde 50’sini ABD-Ukrayna ortak yönetimli bir fona aktarabilecek.
Muhtemel ki her iki taraf da bu anlaşmadan stratejik faydalar sağlayacaktır. Ukrayna, madencilik endüstrisini geliştirme şansı elde ederken ABD, Çin’in, olası bir Rusya-Ukrayna barış anlaşması sonrası cevher kazancı elde etmesini engelleyecektir. Öte yandan, Çin yerine Batı tedarik zincirlerine entegre edilmiş bir Ukrayna’nın, Batılı karar alıcılar için önemli stratejik hedeflerden biri olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.
Nitekim, Trump’ın ilk döneminde görev yapmış olan Cumhuriyetçi bir isim, ABD yönetiminin, kaynakları geliştirme amacından bağımsız olarak, yalnızca Çin’in bunları ele geçirmesini önlemek için bile böyle bir strateji izleyebileceğini belirtiyor. Anlaşmaya dair müzakereler ise, belirsiz yetkilerle donatılmış birden fazla ekibin kimi zaman aşırı taleplerde bulundukları, kimi zamansa agresif taktikler uyguladıkları haberlerinin gölgesinde geçiyor.
Çin’in pazar hakimiyetine karşı koymak
Ukrayna için bu sürecin başarılı olabilmesi, özel sektör yatırımlarını ülkeye ne denli çekebileceğine bağlı. Bu da Ukrayna’nın güvenliğinin ve diğer finansal desteklerin sağlanmasını gerektiriyor. Ancak maden projeleri her durumda, halihazırda fiyatların çok düşük olduğu Çin pazarlarıyla rekabet etmek durumunda kalacaktır. Tam da bu nedenle, Trump’ın öne sürdüğü gibi milyarlarca dolarlık gelir elde edilmesi pek de olası görünmüyor.
Ukrayna Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) eski başkanı Roman Opimakh’a göre Ukrayna, titanyum, grafit, lityum ve bazı başka nadir toprak cevherlerinin yanı sıra potansiyel olarak germanyumda da dünya pazarıyla rekabet edebilir bir pozisyonda.
Ancak bu cevherler, mevcut piyasa zorlukları düşünüldüğünde, önemli yatırımları gerektiriyor.
Elektrikli araba akülerinde kullanılan lityumu ele alalım. Ukrayna, ikisi cephe hattından uzakta olmak üzere üç potansiyel sert kaya lityum yatağına sahip: Dobra ve Polohivske yatakları.
Polohivske, Ukrayna’nın orta kesiminde, Kiev’in 200 mil [320 km] güneydoğusunda yer alıyor. Ruhsat sahibi ULM şirketi, 2028 yılında petalit cevherinden lityum konsantresi üretmeyi planlıyor. Ancak bataryada kullanılabilmesi için bu cevherin önce lityum karbonata, ardından ise batarya kalitesinde bir malzemeye dönüştürülmesi gerekecek.
Ukrayna aynı zamanda lityum-iyon bataryalar için gerekli olan grafit yataklarına da sahip. Avustralyalı Volt Resources şirketi, ülkede 1934’ten bu yana işletildiği belirtilen Zavalievsky madeninden grafit üretiyor. Ancak bu materyalin bataryalarda kullanılabilmesi için daha fazla işlenmesi gerekiyor. Şirket, bunu yapmak için ABD’de bir tesis kurmayı düşündüğünü, ancak bunun için ek sermaye gerektiğini kaydediyor.
Opimakh’ın tahminlerine göre sadece halihazırda keşfedilmiş lityum ve grafit yataklarını geliştirmek için dahi yaklaşık 1 milyar dolarlık yatırım gerekiyor.
Ancak lityum fiyatları 2022’den bu yana yüzde 80 oranında düştü; yatırımcılar bugün Avustralya gibi güvenli bölgelerde dahi yeni lityum arzına duyulan ihtiyacı sorguluyorlar. Bu durumda Ukrayna’ya yatırım yapmayı cazip kılacak ne gibi teşvikler sunulacak?
Trump’ın elektrikli araçlara karşı sabırsız tutumu
Politika yapıcıların, tasarılarını hayata geçirmeden önce önemli bir hazırlık süreci geçirmek zorunda oldukları görülüyor. ABD ve Avrupa, bu cevherlerin herhangi bir jeopolitik fayda sağlamasından önce, onları satın alacak sanayileri inşa etmeli; aksi takdirde bu kaynakların Çin’e yönelmesi riski ortaya çıkacak.
Fakat ABD’nin yenilenebilir enerji konusundaki mevcut yönelimi bu durumu biraz sekteye uğratıyor. Trump, Biden’ın elektrikli araçlara ve temiz enerjiye yönelik sübvansiyonlarını kaldırma taahhüdünde bulunmuştu; oysa bu sübvansiyonlar, Batı’da batarya fabrikaları ve temiz enerji tedarik zincirlerini oluşturmak için gerekli olan talep desteğini sağlıyordu.
Sonuç olarak Çin, arz ve talep üzerindeki hakimiyeti sayesinde bu madenlerin birçoğunun fiyatlarını hala etkin bir şekilde kontrol edebiliyor. En büyük maden tüketicisi olarak, Çin’in iç politikaları fiyatları doğrudan etkileyebilir. Ayrıca işlenmiş cevherlerin büyük bir tedarikçisi olarak piyasaları arz fazlası ile doldurma kapasitesine de sahip.
Elbette Pekin’in arkasına yaslanıp Batı dünyasını sessizce izlemesi beklenemez; zira yüksek teknoloji ürünleri üretiminde dünyaya liderlik etmek, Çin’in temel küresel stratejilerinden biri.
Trump’ın madenlere yönelik yaklaşımı, Çin’in uzun süredir dünyayı nasıl gördüğünü de yansıtıyor: Pekin, 2000’lerin başından ortalarına kadar, kaynak karşılığında kredi anlaşmaları yapma stratejisini öncülüğünü yaparak dirençli tedarik zincirleri oluşturmayı hedeflemişti.
Ancak ortada duran en büyük soru, ABD’nin jeopolitik hedeflerine ulaşmada özel sermayeyi nasıl dahil edeceğidir: Ukrayna’ya yatırım yapmaları için özel şirketlerin çok daha fazla desteklenmesi gerekecek.
Mevcut anlaşmada yer alan ve ABD’nin “istikrarlı ve ekonomik olarak müreffeh bir Ukrayna’nın geliştirilmesine yönelik uzun vadeli mali taahhüdü”nü sürdürdüğüne dair ifadeler yeterli olmayacaktır.
Örneğin, ABD Uluslararası Kalkınma Finans Kurumu’nun bahsi geçen projelere yatırım desteği sağlaması gerekecektir.
Avrupa da madencilik projelerinin finansmanına katkıda bulunmalıdır. Temmuz 2021’de Ukrayna ve AB, Hammaddelerde Stratejik Ortaklık Memorandumu’nu imzaladı. Fakat Avrupa, ABD’nin bu hafta imzaladığı anlaşmaya dahil edilmedi.
Ancak, Ukrayna’nın gelecekteki cevher gelirlerinden pay almak için bir anlaşma imzalamak, ABD’yi veya şirketlerini bu cevherlerin küresel piyasalardaki dalgalanmalarından korumaz ve yine Çin ile rekabet konusunda zafer garantisi vermez.
Trump’ın şekillendirdiği bu yeni dönemde, ABD’nin, bu hafta imzalanacak anlaşmanın mürekkebi kurumadan, stratejisini kararlılıkla hayata geçirebilecek direnç ve sürekliliği sağlaması gerekiyor.

Çevirmenin notu: İktisatçı Michael Roberts’ın aşağıda çevirisini verdiğimiz makalesi, Donald Trump’ın gümrük tarifelerinin ABD ekonomisine vereceği zararı inceliyor. Nitekim, Trump Kanada ve Meksika’ya getirdiği gümrük vergilerinin önemli bir kısmından geri adım atmak zorunda kaldı. ABD Başkanının Kongre konuşmasında bu vergilerin tüketicilerde “küçük bir rahatsızlık” yaratacağı iddiası, gerçeğin bambaşka oluşuyla birlikte boşa düşüyor.
Trump’ın ‘küçük rahatsızlığı’
Michael Roberts
The Next Recession
5 Mart 2025
Görevdeki 100 günün ardından dün ABD Kongresinde konuşan Başkan Donald Trump, ABD’nin en büyük ticaret ortaklarından ithalata getirilen yeni gümrük vergilerinin “biraz rahatsızlık” yaratacağını iddia etti. Fakat yakında bunun sona ereceğini ve “gümrük vergilerinin Amerika’yı yeniden zenginleştirmek ve Amerika’yı yeniden büyük yapmakla ilgili olduğunu ” söyledi: “Bu gerçekleşiyor ve oldukça hızlı bir şekilde gerçekleşecek.”
Gerçekten de çok hızlı bir şekilde. Trump dün Kanada ve Meksika’dan ABD’ye ithal edilen mallara %25, Çin’den ithal edilen mallara ise %10 ek gümrük vergisi getirerek Amerika’nın en büyük üç ticaret ortağını önemli ölçüde daha yüksek bariyerlerle karşı karşıya bıraktı. Bu hamleler Pekin’in hemen tepkisini çekti ve Pekin 10 Mart’tan itibaren soya fasulyesi ve sığır etinden mısır ve buğdaya kadar ABD tarım ürünlerine %10-15 gümrük vergisi uygulayacağını açıkladı. Kanada da 107 milyar dolarlık ABD ithalatına, 21 milyar dolarlık ithalattan başlamak üzere, derhal gümrük vergisi getireceğini açıkladı. Başbakan Justin Trudeau, “Kanada bu haksız kararın cevapsız kalmasına izin vermeyecektir,” dedi. Ottawa’ya karşı uygulanan vergiler, %10’luk bir tarifeyle karşı karşıya olan Kanada petrol ve enerji ürünleri hariç %25 olarak belirlendi. Kanada, ABD’nin ham petrol ithalatının yaklaşık %60’ını gerçekleştiriyor.
Çin ayrıca ABD şirketlerini de hedef alarak on şirketi ulusal güvenlik kara listesine aldı ve diğer 15 şirkete ihracat kontrolü getirdi. Ayrıca ABD’li biyoteknoloji şirketi Illumina’nın gen dizileme ekipmanlarını Çin’e ihraç etmesini yasakladı. Pekin, Trump’ın ilk gümrük vergileri saldırısına yanıt olarak Illumina’yı geçen ay “güvenilmez kuruluşlar” listesine eklemişti.
Planlanan tüm gümrük vergileri ABD’nin gümrük vergisi oranını birkaç hafta içinde %20’nin üzerine çıkaracak ve bu oran Birinci Dünya Savaşı öncesinden bu yana görülen en yüksek oran olacak. Joseph Politano’nun da belirttiği gibi, ABD’nin 1,3 trilyon dolarlık ithalatını ya da ABD’ye getirilen tüm malların yaklaşık %42’sini kapsayan bu eylemlerin maliyeti muazzam ya da yaklaşık bir asır önceki meşhur Smoot-Hawley Yasası’ndan bu yana tek başına en büyük tarife artışı.
Gümrük vergileri ABD’de benzin, gübre, çelik, alüminyum, ahşap, plastik ve dahası gibi temel hammaddelerin fiyatlarını artıracak. Özellikle Meksika’dan gelen taze meyve ve sebzeler olmak üzere, bakkaliye ürünlerini bulmak zorlaşacak. Karmaşık entegre Kuzey Amerika tedarik zincirlerine –araçlar, bilgisayarlar, kimyasallar, uçaklar ve daha fazlası– dayanan imalat sektörleri, bu bağlantıların zorla koparılması halinde durma noktasına gelebilir. Üretimin özellikle Çin ve Meksika’da yoğunlaştığı telefonlar, dizüstü bilgisayarlar ve beyaz eşyalar için maliyetler artabilir. İhracatçılar artan hammadde maliyetleri, para biriminin değer kazanması ve yaklaşan misilleme gümrük vergileri nedeniyle zarar görecek ve bunların hepsi ABD iktisadi faaliyetlerini azaltacaktır.
Bu tarifelerin toplam maliyeti, ABD’li tüketicilerin ve işletmelerin ithal mal alımları için daha fazla ödeme yapmalarıyla 160 milyar doları bulacak ve daha fazlası da gelecek. Trump’ın salı günü aldığı önlemler, önerdiği önlemlerin yalnızca %40’ını oluşturuyor. Bir sonraki parti uygulamaya konulursa, ithalat maliyetini 600 milyar doların üzerine ya da GSYİH’nin %1,6’sına çıkaracak.
İthal mallara gümrük vergisi koymanın iktisadi argümanlarından biri yerli şirketleri yabancı rekabetten korumak. İthalatın vergilendirilmesiyle yurtiçi fiyatlar nispeten ucuzlar ve vatandaşlar harcamalarını yabancı mallardan yerli mallara kaydırarak yerli sanayiyi genişletir. Fakat bu argümanın çok az ampirik dayanağı vardır. New York Fed yakın zamanda artan gümrük vergilerinin yerli firmalar üzerindeki etkisini analiz etti. Çalışmada şu sonuca varıldı: “Küresel tedarik zincirlerinin karmaşık olması ve yabancı ülkelerin misilleme yapması nedeniyle gümrük tarifelerinin uygulanmasından kazanç elde etmek zordur. Ticaret savaşının açıklandığı günlerde borsa getirilerini kullanarak elde ettiğimiz sonuçlar, firmaların beklenen nakit akışlarında ve reel sonuçlarda büyük kayıplar yaşadığını gösteriyor. Bu kayıplar geniş tabanlı olup, Çin’e maruz kalan firmalar en büyük kayıpları yaşadı.”
Dahası, Danimarkalı iktisatçı Jesper Rangvid’in de gösterdiği gibi, Trump sadece iki taraflı mal ticaretine bakıyor; hizmet ticaretini ve sermaye ile emekten elde edilen kazançları göz ardı ediyor. Öyle ki, ABD’nin en azından Avro bölgesine yaptığı hizmet ihracatından elde ettiği gelir ve bu bölgeye ihraç ettiği sermaye ve işgücü ücretlerinden elde ettiği getiri, mal ticaretindeki iki taraflı açığını telafi etmektedir. Avro bölgesinin ABD ile olan toplam ikili cari işlemler dengesi sıfıra yakındır.
Trump’ın gümrük vergisi yaylım ateşi ‘Amerika’yı yeniden büyük yapmak’ bir yana, ABD ekonomisini ve onunla birlikte diğer büyük ekonomileri resesyona sürükleme ihtimaline sahip. Kiel Enstitüsü, AB’nin ABD’ye ihracatının %15-17 oranında düşeceğini, bunun da AB ekonomisinde %0,4 oranında “önemli” bir daralmaya yol açacağını, ABD GSYİH’sinin ise %0,17 oranında küçüleceğini hesaplıyor. AB’nin misilleme gümrük vergileri uygulaması halinde, bu ekonomik zararı iki katına çıkaracak ve enflasyonu 1,5 puan artıracak. Almanya’nın ABD’ye mamul mal ihracatı neredeyse %20 oranında düşerek en kötü darbeyi alacak. Zaman içinde kaybedilen ihracatın tam büyüklüğü belirsiz olsa da (tedarik zincirlerinin yeniden kurulması zaman alacağından), bu vergilerin devam etmesi halinde ABD ile ticaret yapan büyük ekonomilerin GSYİH’lerinde önemli bir düşüş yaratması muhtemel.
ABD imalatı üzerindeki genel etki, ihracat kaybında GSYİH’nin yaklaşık %1’ini bulabilir.
Bu tahminlerden biri. Yale Üniversitesi iktisatçıları daha da ileri gidiyor. Planlanan %25’lik Kanada ve Meksika tarifeleri ile %10’luk Çin tarifelerinin yanı sıra halihazırda yürürlükte olan %10’luk Çin tarifelerinin etkisini modellediler. Bu tarifelerin, efektif ortalama tarife oranını 1943’ten bu yana en yüksek seviyeye çıkaracağını hesapladılar. Yurtiçi fiyatlar mevcut enflasyon oranına göre %1’in üzerinde artacak ki bu da 2024 yılında hane başına ortalama 1.600-2.000 dolar tüketici kaybına eşdeğerdir. ABD’nin reel GSYİH büyümesini bu yıl %0,6 puan düşürecek ve gelecekteki yıllık büyüme oranlarından %0,3-0,4 puan azaltarak yapay zeka infüzyonundan beklenen verimlilik kazanımlarını silecek.
ABD’deki Uluslararası Ticaret Odası [ICC] o kadar endişeli ki, Trump planlarından geri adım atmazsa dünya ekonomisinin 1930’lardaki Büyük Buhran’a benzer bir çöküşle karşı karşıya kalabileceğini düşünüyor. ICC Genel Sekreter Yardımcısı Andrew Wilson, “Derin endişemiz, bunun bizi 1930’ların ticaret savaşı bölgesine sokan aşağı doğru bir sarmalın başlangıcı olabileceği,” diyor. Dolayısıyla Trump’ın önlemleri “küçük bir rahatsızlığın” çok ötesine geçebilir .
Yeni gümrük tarifelerinin açıklanmasından önce bile ABD ekonomisinin bir miktar yavaşladığına dair önemli işaretler vardı. Artan ithalat tarifelerinin etkisi resesyon için bir kırılma noktası olabilir. Wall Street de böyle düşünüyordu. Trump gümrük vergisi önlemlerini açıkladığında, Trump’ın seçim zaferinden bu yana ABD borsasında elde edilen tüm kazançlar silindi.
Birkaç hafta içinde ABD ekonomisine ilişkin söylem, ABD ekonomisinin “istisnailiğinden” büyümede ani bir gerilemeye ilişkin endişeye dönüştü. Perakende satışlar, imalat, reel tüketici harcamaları, konut satışları ve tüketici güveni göstergelerinin hepsi son bir iki ay içinde düşüş gösterdi. 2025’in ilk çeyreği için reel GSYİH büyümesine ilişkin konsensüs tahminleri artık sadece yıllık %1,2.
Atlanta Fed’in yakından takip edilen mevcut GSYİH ŞİMDİ izleyicisi ise tam bir daralma öngörüyor.
ABD imalatı bir yıl ya da daha uzun bir süredir durgunluk içinde fakat imalat faaliyetlerine ilişkin son göstergelerde endişe verici olan bir diğer husus da maliyetlerdeki önemli artış. ISM Başkanı Timothy Fiore, “Şirketler yeni yönetimin tarife politikasının ilk operasyonel şokunu yaşarken talep azaldı, üretim dengelendi ve personel çıkarma devam etti. Tarifeler nedeniyle hızlanan fiyat artışı, yeni siparişlerin birikmesine, tedarikçi teslimatlarının durmasına ve imalat envanterinin etkilenmesine neden oldu,” diyor. Yeni siparişler Mart 2022’den bu yana en büyük düşüşü göstererek daralma bölgesine girdi ve üretim keskin bir şekilde yavaşladı. Buna ek olarak, fiyat baskıları Haziran 2022’den bu yana en yüksek seviyeye çıktı.
Fakat pandeminin sona ermesinden bu yana ABD ekonomisinin sözümona istisnailiği her zaman istatistiksel bir yanılsamaydı. Bir çalışma, birçok Amerikan hanesi için istihdam, ücretler ve enflasyonla ilgili gerçek hikayeyi ortaya koyuyor. İlk olarak, resmi rakamlara göre neredeyse rekor düzeyde düşük olan işsizlik oranı sadece %4,2. Fakat bu rakam, ara sıra iş yapan evsiz insanları da istihdam edilmiş olarak kabul ediyor. İşsizlere yarı zamanlı iş dışında bir iş bulamayanlar ya da yoksulluk ücreti (kabaca 25.000 dolar) alanlar da dahil edilirse, bu oran aslında %23,7. Başka bir deyişle, bugün Amerika’da neredeyse her dört çalışandan biri işlevsel olarak işsizdir. Resmi medyan ücret 61.900 dolar. Fakat işgücündeki herkesi takip ederseniz, yani yarı zamanlı çalışanları ve işsiz iş arayanları dahil ederseniz, medyan ücret aslında yılda 52.300 dolardan biraz fazla. “Medyan ücretle çalışan Amerikalı işçiler, geçerli istatistiklerin gösterdiğinden %16 daha az kazanıyor.” 2023 yılında resmi enflasyon oranı %4,1 idi. Fakat gerçek yaşam maliyeti bunun iki katından daha fazla arttı: tam %9,4. Bu da 2023 yılında satın alma gücünün medyan olarak %4,3 düştüğü anlamına geliyor.
Avrupalı liderlerin Trump’ın gümrük vergisi hamlelerine ve Rusya’ya karşı savaşında Ukrayna’yı desteklemekten açıkça geri çekilmesine cevabı, daha fazla savaş hazırlığı gibi görünüyor. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsüne göre, küresel savunma harcamaları geçen yıl 2,2 milyar dolara ulaşarak rekor kırarken, Avrupa’da ise 388 milyar dolara yükselerek ‘soğuk savaş’tan bu yana görülmemiş seviyelere ulaştı. Financial Times’ın liberal Keynesyen iktisat gurusu Martin Wolf, “Savunma harcamalarının önemli ölçüde artması gerekecek,” diyor. “Bu harcamanın 1970’lerde ve 1980’lerde Birleşik Krallık GSYİH’sinin %5’i ya da daha fazlası olduğunu unutmayın. Uzun vadede bu seviyelerde olması gerekmeyebilir: modern Rusya Sovyetler Birliği değil. Yine de, özellikle ABD’nin çekilmesi durumunda, inşa sırasında bu kadar yüksek olması gerekebilir.”
Bunun bedeli nasıl ödenecek? “Eğer savunma harcamaları kalıcı olarak artırılacaksa, hükümet yeterli harcama kesintisi bulamazsa, ki bu da şüpheli, vergilerin arttırılması gerekir.” Fakat endişelenmeyin, tanklara, askerlere ve füzelere yapılan harcamalar aslında bir ekonomi için faydalıdır, diyor Wolf. “Birleşik Krallık gerçekçi bir şekilde savunma yatırımlarının ekonomik getirilerini de bekleyebilir. Tarihsel olarak savaşlar inovasyonun anası olmuştur.” Wolf daha sonra İsrail ve Ukrayna’nın savaştan elde ettiği kazanımlara ilişkin harika örneklerden bahsediyor: “İsrail’in “startup ekonomisi’ ordusunda başladı. Ukraynalılar şimdi dron savaşında devrim yarattılar.” Savaşın getirdiği yeniliklerin insani maliyetinden bahsetmiyor Wolf: ”Ancak asıl önemli olan nokta, savunmaya önemli ölçüde daha fazla harcama yapma ihtiyacının, her ikisi de doğru olsa da, sadece bir gereklilikten ve sadece bir maliyetten daha fazlası olarak görülmesi gerektiği. Eğer doğru şekilde yapılırsa, bu aynı zamanda iktisadi bir fırsattır.” Yani savaş iktisadi durgunluktan çıkış yolu.
Almanya’nın müstakbel Şansölyesi Friedrich Merz de (son seçimleri kazandıktan sonra) aynı hikayeyi benimsedi. Hükümetin hesaplarını ‘dengelemek’ için herhangi bir ekstra mali harcamaya karşı çıktığı seçim kampanyasından tam bir dönüş yaparak, şimdi Avrupa’nın en büyük ekonomisini canlandırmak ve yeniden silahlandırmak için Almanya’nın ordusuna ve altyapısına yüz milyarlarca dolarlık ekstra fon enjekte etme planını destekliyor. Yeni bir düzenleme ile GSYİH’nin %1’inin üzerindeki savunma harcamaları, hükümetin borçlanmasını sınırlayan “borç freninden” muaf tutularak Almanya’nın silahlı kuvvetlerini finanse etmek ve Ukrayna’ya askeri yardım sağlamak için sınırsız miktarda borçlanmasına izin verilecek. Ayrıca, altyapı için on yıl boyunca sürecek 500 milyar avroluk bir fon oluşturmak üzere bir anayasa değişikliği yapmayı planlıyor. Birdenbire silahlanma ve askeri girişimler için bol miktarda nakit ve borçlanma imkanı ortaya çıktı.
İngiltere’nin planı, dünyanın yoksul ülkelerine yönelik yardım programını keserek ‘savunma’ harcamalarını iki katına çıkarmak. Trump ayrıca ABD’nin dış yardımlarını da dondurdu. Küresel borç 2024 yılında 7 trilyon dolar artışla 318 trilyon dolara ulaştı. Küresel borcun küresel GSYİH’ye oranı son dört yılda ilk kez yükseldi; yani borç nominal GSYİH’den daha hızlı artarak GSYİH’nin %328’ine ulaştı. Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF), borç yükleri artmaya devam eden yoksul ülkelerin büyük bir baskı altında olduğu uyarısında bulundu. Bu ekonomilerdeki toplam borç 2024 yılında 4,5 trilyon dolar artarak, gelişmekte olan piyasaların toplam borcunu tüm zamanların en yüksek seviyesi olan GSYİH’nin %245’ine çıkardı. Bu yoksul ekonomilerin birçoğu bu yıl 8,2 trilyon dolarlık rekor bir borcu çevirmek zorunda ve bunun yaklaşık %10’u yabancı para cinsinden; bu da finansmanın kesilmesi halinde hızla tehlikeli bir hal alabilecek bir durum. Yani önümüzde daha fazla savaş ve daha fazla yoksulluk var.

Avrupa’nın ABD ile ilişkileri stratejik bağımlılıktan stratejik özerkliğe dönüşüyor

Lukaşenko: Ukrayna, Putin ile gizli görüşmelere başladı

Merkel: Rusya’nın çıkarları tartışılmalı

Alman partilerinin ‘savaş’ anlaşması borsayı uçurdu

Almanya’da Siemens yöneticileri Kırım’a türbin sevkiyatı nedeniyle yargılanacak
Çok Okunanlar
-
AVRUPA3 gün önce
Volkswagen’e ‘sosisli’ müjdesi: Şirketin en popüler ürünü oldu
-
AMERİKA2 hafta önce
Palantir CEO’su Karp’tan Silikon Vadisi’ne: Silah başına!
-
DÜNYA BASINI5 gün önce
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Gazze’de tatil hayali mi, kriz tarifi mi?
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Trump’ın Silikon Vadisi’ndeki adamı Thiel’in antidemokratik distopyası
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Hint toplumunda Hindu-Müslüman ayrışması – 4
-
GÖRÜŞ7 gün önce
ABD-Rusya ilişkilerindeki büyük tersine dönüş ve Çin’in diplomatik seçimi
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
AB’de silahlanma çılgınlığı