Bizi Takip Edin

Amerika

Palantir CEO’su Karp’tan Silikon Vadisi’ne: Silah başına!

Yayınlanma

Donald Trump ve Elon Musk’ın federal devlete attığı kesiklerin bir sonraki hedefinin Savunma Bakanlığı (Pentagon) olması bekleniyor. Amerikan ordusunun müdahaleci bir dış politika yönelimi ile dünyanın dört bir yanındaki varlığı ve Pentagon ihalelerinde büyük yer kaplayan silah şirketlerinin hantallığı, “Trumpizmin” ve Trump’ın yanında yer alan Silikon Vadisi çetesinin birincil önceliği haline gelmiş durumda.

Pentagon’a yönelik Musk-Trump-Hegseth planlarına daha sonra geleceğiz ama, öncesinde Silikon Vadisi’ne bir bakış atmamız gerekiyor. Gerekiyor, çünkü tam da Trump’lı ikinci dönemin başlangıcında, Vadi’nin en karanlık şirketlerinden Palantir’in reklam faaliyeti olarak görebileceğimiz bir kitap piyasaya sürülüyor ve hem kitabın yazarı, hem de şirketin CEO’su Alex Karp, teknoloji destekli Yeni Sağ’ın ABD, Pentagon ve dünyaya ilişkin vizyonunu ortaya koyuyor.

Alex Karp ve Nicholas W. Zamiska imzalı The Technological Republic: Hard Power, Soft Belief, and the Future of the West [Teknolojik Cumhuriyet: Sert Güç, Yumuşak İnanç ve Batı’nın Geleceği] başlıklı iddialı kitap henüz elimize geçmedi; fakat hem Karp’ın kitabın tanıtımı için verdiği mülakatlar, hem kitap üzerine yazılan yazılar, hem de teknoloji meftunu Yeni Sağcı-liberteryen düşüncenin geçmişine dair bildiklerimiz (örneğin Palantir’in kurucularından Peter Thiel’in fikirleri) yorum yapmayı mümkün kılıyor.

Örneğin Wall Street Journal’dan (WSJ) Erich Schwartzel, Karp’la mülakatını, milyarderin Heidegger’in ünlü kulübesini andıran “mağara benzeri” bir kulübede yapıyordu.

Schwartzel, sahneyi şöyle betimliyor: “Kulübenin özellikleri, Batı’yı kurtarma arayışındaki bir milyarderin ilgi alanlarını çok iyi yansıtıyordu. Pencereler Amerikan bayrağı motifli perdelerle süslenmişti. Tamamlanmış ve yarı tamamlanmış Rubik Küpleri sehpaların üzerine dağılmıştı.”

Karp, “Silahlarımı görmek ister misiniz?” diye soruyor. Schwartzel’in aktardığına göre Karp’ın hobilerinden biri, hedefleri bir ateşli silahın normal parametrelerinin dışında kalan uzun menzilli atışlar. “Mükemmel atış için bir araya gelen pratik ve içgüdünün karışımını göstermek için bir duruş sergiledi,” diye anlatıyor muhabir.

Karşımızda dört dörtlük bir zengin Yeni Sağcı profili var. ABD ordusu ve istihbarat kurumlarıyla çalışmasıyla tanınan veri analiz firması Palantir’i yirmi yılı aşkın süredir yöneten Karp, milyarlarını Amerikan devletine borçlu. Piyasa değeri 260 milyar dolardan fazla olan Palantir’in gizli faaliyetleri hakkında bildiklerimiz, bilmediklerimize göre devede kulak.

Palantir ne işe yarıyor? 2003 yılında Stanford Hukuk’tan sınıf arkadaşı Thiel ile birlikte Palantir’i kuran Karp, temel olarak Thiel’in diğer şirketlerinden biri olan PayPal’un, görünüşte ilgisiz nakit ödemeleri tespit ederek Rus kara para aklamasını belirlemek için kullandığı bir programı kullandı.

Adını Yüzüklerin Efendisi serisindeki “görme taşı”ndan alan Palantir, kuruluşundan itibaren devlete ve özel şirketlere verileri elemek ve bilinmeyen kalıpları ortaya çıkarmak için tasarlandı.

Şirketin ilk çalışmaları bir Irak köyüne yapılan bir dizi saldırının izini sürmüş ve Dalai Lama’ya karşı yürütülen bir siber ağa sızma kampanyasını tespit etmişti. Palantir yazılımı sayesinde ABD ordusu Afganistan’da yol kenarına yerleştirilen bombaların nasıl yerleştirildiklerine dair kalıpları keşfederek bunları bulup ortadan kaldırabildi.

Karp, ne iş yaptıkları sorusuna genellikle “bunun gizli bilgi olduğu” şeklinde cevap veriyor. WSJ’ye verdiği demeçte, “Çoğu insan için çok seksi değildik ve az sayıda insan için kontrol edilemez derecede seksiydik,” diyor.

Şirketin müşterileri arasında Pentagon’un, İç Güvenlik Bakanlığının, CIA’in, Deniz Piyadeleri’nin, Hava Kuvvetleri’nin yanı sıra Amazon, Airbus ve Merck gibi “sivil” şirketlerin de bulunduğunu hatırlatalım.

WSJ muhabiri de son yıllarda Silikon Vadisi’nden pek çok “filozof-kral” çıktığına işaret ediyor; Elon Musk, Mark Zockerberg, Thiel bunlardan yalnızca bazıları. Karp bunlar arasında kameraların ışıklarından uzak durması ile tanınan birisi.

Ama bu, belki de “gizemin” bir parçası. Palantir’in para basan sözleşmelerine başkanlık eden Karp, bir yandan da Silikon Vadisi’ni, “Batı’nın medeniyetler çatışmasını kazanmasına” yardım etmeye çağırıyor.

Karp’ın kitabı, teknoloji endüstrisini “Amerika ve müttefiklerine yardım etme” geçmişini terk ettiği için hedef alıyor. Musk’ın, Hegseth’in ve Trump’ın fikirlerini tekrar eder şekilde, sektördeki son yirmi yılın “devasa bir israf” anlamına geldiğini ileri sürüyor.

WSJ muhabiri kitaptan aktarıyor: Kendisi ve Palantir’deki arkadaşları, Kandahar’da yol kenarındaki bombaları tespit ederek Amerikan askerlerinin hayatlarını kurtarmaya çalışırken, Kuzey Kaliforniya’daki akranları, onlarca yıllık barışın etkisiyle üniversite eğitimi almış akıllı telefon kullanıcılarının yamaç paraşütü dersleri için kupon alabilmelerini ve FarmVille oynayabilmelerini sağlıyor. Karp, isyan ediyor.

Bloomberg’de kitabı değerlendiren John Ganz da benzer bir temaya işaret ediyor. Kitap özetle, “Bir noktada Silikon Vadisi yolunu kaybetti,” diyor. ABD hükümeti ve özel sektör arasında “yenilikçi yeni teknolojiler geliştirmek için cesur bir ortaklık” olarak başlayan süreç, son 50 yılda tüketicilere ve pazara hitap etmek için yozlaşmış durumdadır. Vadi, sosyal medya platformları, e-ticaret siteleri ve yemek dağıtım programları inşa etti, fakat ya ilke ya da çıkar nedeniyle, babası ABD Savunma Bakanlığının düzgün yeni silahlar inşa etmesine yardımcı olmadı.

Karp’ın yeni kitabı tek bir cümleyle özetlenebilecekse, diyor Schwartzel, o cümle şu olabilir: “Silikon Vadisi’nin harika çocukları; onların servetleri, iş imparatorlukları ve daha da temelde tüm benlik duyguları, çoğu durumda yükselişlerini mümkün kılan ulus sayesinde var oldu.”

Karp, sektörün bu borcu ödeme zamanının geldiğine inanıyor. Silikon Vadisi’ni Amerikan devleti ile birleşmeye çağırıyor.

Yazarlar bize artık “mirasyedi çocuğun eve dönme zamanının geldiğini” söylüyor. Tüketimcilik, barış dönemi ve kolay yaşama adanmışlıkları ile “yumuşayan” Silikon Vadisi çalışanları, artık kendilerini Amerikan milliyetçiliğinin “kolektif projesine” ve Batı adı verilen “medeniyet projesinin” savunmasına yeniden adamalıdırlar.

Bloomberg yazarı bu noktada kitaptan bir alıntı yapıyor. Yeni Sağ tekno-liberteryen milyarderlerin zihin dünyası özetleniyor. Onlara göre “otoriter” rejimlerde zenginlerin kaderi devlet ve toplumla iç içe geçtiği için, “ülkelerin geleceğinde söz sahibi olan bir sahip gibi” davranırlar, insanların ihtiyaç ve taleplerine “daha duyarlı” davranabilirler. Yazarlar, bunu tipik bir mülk sahibi refleksiyle açıklama eğilimindeler: “İş dünyasında ve siyasette hepimiz, her zaman, isyan tehdidine karşı pazarlık yapıyoruz.”

Peki Batı değerlerinin savunulması neyi gerektiriyor? Silikon Vadisi’ne şu rol düşüyor: “Bir sahiplik toplumu, teknolojiden gelen fakat hükümeti yeniden şekillendirme potansiyeline sahip bir kurucu kültürü, kendi başarısında payı olmayan hiç kimseye liderlik emanet edilmemesi.”

Kitap, “Silikon Vadisinin temel anlayışı sadece en iyi ve en parlak olanları işe almak değil, onlara bu şekilde davranmak, yaratmaları için esneklik, özgürlük ve alan sağlamaktır,” diyor. Kar taneleri, biricik mühendisler, liberteryen düşünce sayesinde devlete egemen oluyorlar. En azından murat edilen bu.

Sadece bu da değil. Karp ve Zamiska’nın anlatımına göre, bu özel azınlık ulusal konulara ve sorunlara “acımasızca pragmatik” bir mühendislik zihniyeti uygulayacak. Peki ulusal sorun ve projelerin neler olduğuna kim karar verecek? Elbette bunların farkında olan Silikon Vadisi’nin biricik mühendisleri.

Bloomberg’in aktardığına göre yazarların tasavvurundaki “cumhuriyetin” sadece iki organı var gibi görünüyor: “yurttaşlık ritüelleri” ve “ortak mitoloji” ile desteklenen bir “kolektif kimlik” ile birbirine bağlanacak olan elitler ve kitle.

Bugün ifade edildiği şekliyle kamuoyu ve demokratik iradeye duyulan endişe “sembolizm”, “konformizm”, “performans” ve “sosyal hesaplama” olarak reddediliyor. Bunun yerine, teknolojik cumhuriyetin lider kadrosu “ilerlemelerin ve sonuçların gayretli takibine” dayanıyor.

Argümanlar, Peter Thiel’in demokrasi hakkındaki fikirleriyle uyumlu görünüyor. Thiel 2009 yılında yazdığı “Bir Liberteryenin Eğitimi” başlıklı makalesinde, “Artık özgürlük ve demokrasinin uyumlu olduğuna inanmıyorum,” diye yazmıştı. Demokratik bir prosedür olarak seçimler, Thiel için bir anlam ifade etmiyordu. Thiel ve arkadaşları, bu memnuniyetsizliklerini, “düzenleyici devlet” fikrine düşmanlıkla birleştiriyor ve “siyasetin her türlüsüne”, adeta Schmittyen bir tiksintiyle, meydan okuyorlardı.

Dolayısıyla, kitabın çelişkilerle dolu olması şaşırtıcı değil. Hesap vermeyen “teknokratlardan” yakınıyor ama halkın ya da politikacıların müdahalesinden korunan Silikon Vadisi mühendisleri tarafından yönetilmeyi öneriyor. Federal bürokrasinin abartısını eleştiriyor, fakat ondan daha az hesap verir olmayan bir yönetim biçimini savunuyor. 20. yüzyılvari faşizmlere benzer şekilde sanatsal-estetik özgürlüğün hizmete koşulmasını savunuyor ama bunu tek bir amaca, ulus-devletin askeri hakimiyetine bağlıyor. Bloomberg yazarının deyişiyle, “politikacıların ve memurların yerini STEM asker-şairlerinin almasını” öneriyor.

Bloomberg yazarı bunu Weimar dönemindeki “gerici modernizm”e benzetiyor ve benzerlikleri sıralıyor: Kaybedilen ulusal büyüklüğe duyulan nostalji, devlet yönetimi ve endüstriyel üretim lehine piyasaların ve süfli tüketiciliğin küçümsenmesi, teknolojik olarak gelişmiş silahlara duyulan romantik saplantı, mühendisin bu karanlık Ütopya’nın ruhani lider sınıfı olarak neredeyse tanrılaştırılması…

Palantir CEO’sunun kitabına tanıtım yazan isimlerden, bu fikirlerin marjinal Yeni Sağcı manyaklardan ibaret olmadığını da anlıyoruz: Eski NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, General James N. Mattis ve JPMorgan CEO’su Jamie Dimon gibi kişiler.

Yazarların görmek istedikleri devlet ve şirket gücü ile “mühendislik dehasının” işbirliği ve en sevdikleri benzetme de atom bombasını üreten “Manhattan Projesi.” Karp, ABD’nin yapay zeka için de buna benzer bir proje yapması gerektiğini ve bunun da büyük bir sermaye yatırımı gerektirdiğini düşünüyor.

Ve Palantir CEO’su, Trump ve Musk’ın federal devlete yönelik saldırılarından memnun, bunları birkaç yıl öncesinden “tahmin ettiklerini” söylüyor.

“Tahmin” demek pek mütevazı kaçıyor. Palantir, Trump yönetimi ile birlikte gücüne güç katması beklenen, hatta katmaya başlayan şirketlerden biri. Şirketin hisse fiyatı Trump’ın seçilmesinden önceki günden bu yana %180’den fazla arttı. Palantir’in yapay zeka işindeki büyüme ve yeni yönetimin Lockheed Martin gibi eski savaş grupları yerine Palantir gibi yeni firmaları tercih edeceği beklentisi, rüzgarı kuvvetlendiriyor.

Karp, belki de Yeni Sağ-liberteryen Silikon Vadisi çetesinin, kendisinden öncekilerden farkını özetliyor: Bu ayın başlarında yatırımcılarla yaptığı bir görüşmesinde, Palantir’in ABD silahlı kuvvetleri ve müttefikleri için veri yığınlarını analiz ederek “Amerika’yı daha ölümcül hale getirdiğini” ve düşmanlarının hareketlerini tahmin etmelerine, koordinatlarını belirlemelerine “ve bazen onları öldürmelerine” yardımcı olduğunu söylüyor. Karp, yaptıklarından gurur duyuyor, eski savaş ağaları gibi perde arkasından yönetmeye değil, doğrudan devlet olmaya talip oluyor. En azından açık sözlü.

Nitekim birkaç Palantir eski çalışanı, yakın zamanda Trump yönetiminde görev alarak şirketin devletle bağlarını daha da derinleştirdi. Şirket de tersine, 2023-2024 yılları arasında Temsilciler Meclisi Çin Komünist Partisi Komitesine başkanlık eden ve Amerika’daki Çin etkisine karşı daha sert tepkiler verilmesi çağrısında bulunan eski Wisconsin Kongre Üyesi Mike Gallagher gibi isimleri işe aldı. Gallagher şimdi Palantir’in savunma işlerinin başında.

Karp, potansiyel yatırımcılara Palantir’den hisse almanın, “Batı liberal demokrasisini ve stratejik müttefiklerini desteklemeyi” misyon edinen bir şirketi desteklemek anlamına geldiğini söylüyordu. Silikon Vadisi’nin görece küçük ama teknoloji ile semirmiş şirketlerinin “know-how”ını başta ABD olmak üzere, Batılı devletlere sunma garantisi veriyordu.

2022 yılında Rus tankları Ukrayna’ya girerken, savaşta nükleer tırmanmaya karşı uyarıda bulunuyor ama “kötü zamanların Palantir için iyi olduğunu” kabul ediyordu.

WSJ’nin aktardığına göre Karp, kitabın ana temalarının çoğunu yıllardır savunuyordu, fakat birkaç gelişme onu hepsini bir araya getirmeye itti:  Hamas öncülüğünde başlatılan Aksa Tufanı operasyonu, kendisini daha yüksek sesle konuşmaya itmişti. Saldırı haberinin yayılmasından sonraki saatlerde Karp, “ülkenin tepkisini koordine etmeye yardımcı olmak” için Palantir çalışanlarını İsrail’de görevlendirmişti.

Dünyada yeni bir döneme girdiğimizi savunan Karp, yatırımcıların Palantir’e olan ilgisini artıran yapay zeka sistemlerinin, yeteneklerin seviyesini yükselteceğini ve herkesi “benzersiz, yaratıcı bir şeyler yapmaya” zorlayacağını ileri sürüyor.

Bu da bizi, Trump-Musk-Hegseth üçlüsünün Pentagon planlarına getiriyor. Bu konuyu dizinin daha sonraki bölümlerinde ele alacağız.

Amerika

Trumpizmin iktisadi aklı – 3: Amerikan sanayisi ve Elon Musk’ın robotsu insanları

Yayınlanma

Yazar

“Doların hakim ‘güvenli’ para birimi olarak rolünü sürdürmesi, ABD ekonomisinin, iktisatçı Dani Rodrik’in küresel entegrasyon ve milli egemenlik arasındaki içsel çelişki olarak nitelendirdiği duruma uyum sağlamasını gerektiriyor. Rodrik, daha fazla küresel entegrasyonu tercih eden ülkelerin yerel ekonomileri üzerindeki kontrollerinden vazgeçmeleri gerektiğini, buna karşın yerel kontrolü elinde tutmayı tercih eden ülkelerin ise ekonomilerinin ticarete ve sermaye akışına ne ölçüde açık olduğunu sınırlamaları gerektiğini belirtiyor.

(…)

Çünkü her ülkede iç ve dış ekonomik dengesizlikler her zaman uyumlu olmak zorunda. Bazı ülkeler dış dengesizliklerini kontrol altına alarak elverişli iç koşulları korumak için sermaye ve ticaret akışlarını kısıtladıklarında, ticaret ve sermaye hesapları üzerinde daha az kontrol sahibi olan ticaret ortaklarına kendi iç dengesizliklerini empoze edebilirler. İngiliz ekonomist Joan Robinson bu ticaret politikalarını ‘komşumu dilendirme’ olarak adlandırmış ve sonuçta küresel ticaret çatışmalarında artışa yol açacağını söylemiştir.

(…)

Doların küresel ticaret ve finanstaki hakimiyetinin uzun zamandır Amerikan ekonomisi için net bir fayda sağladığı varsayılıyordu, ama bu varsayım giderek daha fazla sorgulanıyor. Wall Street’e ve küresel taşınabilir sermaye sahiplerine fayda sağlarken, bu faydaların Amerikalı üreticiler ve çiftçiler için bir maliyeti var.

Bazı ülkelerin dış dengesizliklerini aktif bir şekilde yönetirken diğerlerinin yönetmediği bir dünyada, ABD dolarının birincil güvenli para birimi olarak oynadığı rol, Amerika’yı küresel ekonomik çarpıklıkların başlıca sorumlusu haline getirdi. Bu dengesizliklerin giderilmesi, küresel ticaret ve sermaye akışını düzenleyen kuralların temelden yeniden değerlendirilmesini gerektiriyor.”

Bu satırlar, Financial Times’ta Michael Pettis imzasıyla yayınlandı. Pettis, ünlü Amerikan düşünce kuruluşu Carnegie’de uzman olarak görev yapıyor. Bu denli uzun bir alıntıyla giriş yapmamın nedeni, ilk iki bölümde Stephen Miran ve Scott Bessent’te cisimleşen fikirlerin, “ana akımda” bile zannedildiğinden çok daha yaygın bir şekilde tartışıldığına vurgu yapmak. Zaten yazının başlığının da anlattığı gibi, Pettis’e göre, “ABD küresel dolar olmadan daha iyi durumda olacaktır.”

Danışman Miran ve Bakan Bessent, buna küresel ticaretin/ekonominin yeniden dengelenmesi adını veriyor. Daha önce benzer örnekler görmüş müydük?

Bazı iktisatçılar gördüğümüzü düşünüyor ve Richard Nixon-Ronald Reagan dönemlerindeki büyük dönüşüme işaret ediyorlar. Örneğin Yanis Varoufakis, “Kurtuluş Günü” tariflerinin ertesinde Unherd’de yazdığı bir makalede, 1971’de Nixon’ın Hazine Bakanı olarak görev yapan John Connaly’nin sözlerini alıntılıyor. Başkanı “Nixon şokuna” ikna etmek için Connaly, “Benim felsefem, Sayın Başkan, tüm yabancıların bizi mahvetmek için orada beklediği ve bizim işimizin de önce onları mahvetmek olduğudur,” diyor ve amacının “dünya ekonomisinin kontrollü bir şekilde çözülmesini” [disintegration] tetiklemek olduğunun altını çiziyordu.

Varoufakis, Nixon şokunun, özellikle Avrupalılar için Trump şokundan çok daha ağır olduğunu ve uzun erimli sonuçları açısından düşünüldüğünde hedeflerine çok daha eksiksiz ulaştığını düşünüyor. Bu sonuç şuydu: Amerikan hegemonyasını sürdürmek ve genişletmek için ABD’nin ticaret ve bütçe açıklarını büyütmek.

Bu noktada, milli güvenlik siyaseti ile ekonomi arasındaki bağın “neoliberal” dönemde bile sıkı sıkıya bağlı olduğunu yazdığımızı hatırlatıyorum. Nitekim yine Varoufakis, Nixon’ın danışmanlarından birinin, Connaly’yi “şok”a ikna eden kötü şöhretli Paul Volcker’in sözlerini de aktarıyor:

“Piyasaya tarafsız bir hakem olarak bakmak caziptir. Fakat istikrarlı bir uluslararası sistemin gereklilikleri ile milli politikalar için hareket özgürlüğünü muhafaza etme arzusu arasında denge kuran ABD de dahil olmak üzere bir dizi ülke ikincisini tercih etti.”

Batı Avrupa ve Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası yarattıkları “iktisadi mucizeler”in üstüne bir bardak soğuk su içmelerinin zamanı gelmişti. Dünya ekonomisindeki “kontrollü bir şekilde çözülmesi”, ABD için meşru hedefti.

Fed Başkanlığı makamına geçen kötü şöhretli Volcker, tarihe “Volcker şoku” olarak geçecek bir hamleyle, sabit kur rejimini dağıtıyor ve faizleri tek seferde gökyüzüne fırlatıyordu.

Trumpizmin iktisadi aklı – 1: Stephen Miran ve doların devalüasyonu planı

***

“Dolayısıyla Trump,” diyor Varoufakis, “yıkıcı bir darbe yoluyla dünya ekonomisinin kontrollü bir şekilde parçalanmasını isteyen ilk Başkan değildir.”

Yunanistan’ın eski maliye bakanı önemli bir gözlemde bulunuyor: ABD hegemonyasını yenilemek ve uzatmak için ABD’nin müttefiklerine kasıtlı olarak zarar vermek; uzun vadede ABD’deki sermaye birikimini güçlendirmek için Wall Street’e kısa vadeli zarar vermeye hazır olmak… Bunlarla da ilk kez karşılaşmıyorduk. Nixon bunu yapmıştı; ondan önce Başkan Hoover’ın Hazine Bakanı Andrew Mellon bunu yapmıştı. “Sıçramak için geri çekilmek” sermaye birikimini garanti altına almanın yollarından biriyidi.

Demek oluyor ki Trump ve ekibi, Nixon şoku ile başlayan ve sonrasında Carter ve Reagen yönetimleri ile garanti altına alınan Amerikan hegemonyasını bir kez daha kurtarmanın yollarını arıyor. Yine hedefte doların devalüasyonu, Wall Street’e küçük bir çelme ve “yabancı kapitalistlerin” bedel ödemesini talep etme var.

Peki başarılı olursa bu dünya neye benzeyecek? Varoufakis’in bir cevabı var, uzun bir alıntı da olsa okumaya değer:

“Belki bunu söylemek için henüz çok erken ama neoliberalizm, Peter Thiel gibi neoreaksiyonerlerin teknofeodal inancı tarafından şimdiden tartışmaya açılmıştır. Bulut sermayesi finansal sermayenin yerini alıyor ve piyasanın ilahi rolünün yerine insan-ötesi [transhuman] durumunun (bulut sermayesi, yapay zeka ve biyolojik bireyin birleşmesi) kutsal kasesini koyuyor. Finansallaşma da yakında benzer bir baskı altında kalacak. Yapay zeka geliştikçe, Wall Street, Elon Musk’ın X’i bir “her şey uygulaması” haline getirme hırsında görüldüğü gibi, bulut sermayesi ve finansın birleşmesine direnmeye devam edemeyecektir. Bu tür gelişmeler, internetin faks makinelerine yaptığını ödemelere yapacak ve Federal Rezerv’in gelecekteki herhangi bir rolü de dahil olmak üzere finansal istikrar için ciddi yansımaları olacaktır. Ve Küresel Köy hayali yerine, Duvarlarla Çevrili Ulus’a sahip olacağız. Bununla birlikte, küreselleşmenin gerilemesi otarşinin mümkün olduğu anlamına gelmiyor. Trump Şoku bizi ikiye bölünmüş bir gezegene doğru itiyor; bu gezegenin bir kısmı Trump Planına boyun eğen vasal ülkelerden, diğer kısmı ise BRICS deneyinin kendi seyrinde devam etmesine izin verilen ülkelerden oluşuyor.”

***

Varoufakis’in çizdiği tablo iyimser mi, kötümser mi pek anlaşılmıyor. Ama doların değerine odaklanan bir “yeniden dengeleme”nin sorunları, Trump’ın uyguladığı her tarifede (ve tarifeleri geri alışında!) su yüzüne çıkıyor.

Beyaz Saray, tarifeleri üretimi ABD’ye geri getirmek için (reshoring) yaptığını söylüyor. Peki bu araç, yeniden dengeleme amacına hizmet ediyor mu? Cevap büyük ihtimalle hayır.

Örneğin, imalatın temel ara girdileri olan alüminyum ve çeliğe yönelik gümrük vergilerinin ABD ekonomisini daha fazla imalat yönünde yeniden dengelemesi olası görünmüyor.

Şirketlerin tarife maliyetlerinin bir kısmını absorbe etmesi ve geri kalanını tüketicilere yansıtması bekleniyor. Bazı tahminlere göre, sadece otomobil tarifelerinin ek maliyeti araç başına 5.000 ila 10.000 dolarlık bir fiyat artışı anlamına gelebilir. Eski Hazine Bakanı Larry Summers, tarifelerin genel net etkisinin dört kişilik bir aileye yaklaşık 300.000 dolara mal olacağını hesaplıyor.

Üstelik kesinliğin olmayışı, bir uygulanıp bir duraklatılan tarifelerin ekonomiye etkisinin görülmemesi, ayrıca bütün bu “reshoring” hedefinin uygun bir devlet teşvik stratejisi ile birleştirilmemesi Amerikan ekonomisini resesyona doğru götürüyor. Örneğin “Kurtuluş Günü” tarifeleri ile birlikte, Trump ve DOGE Amerikan imalat sektörünü on yıllardır destekleyen İmalat Genişletme Ortaklığı (MEP) programını sonlandırdı. MEP, 1980’lerde ABD’nin Japonya ile ticaret savaşının doruk noktasında Kongre tarafından, küçük Amerikan üreticilerine tavsiyelerde bulunmak üzere kurulmuştu.

MEP 50 eyaletin tamamında fırın, yazıcı, tortilla ve köpek maması üreticileri de dahil olmak üzere binlerce işletmeye vergi mükellefleri tarafından sübvanse edilen danışmanlık hizmeti veriyordu.

Dahası sadece finansal piyasalarda değil, “reel” ekonomide de bu sarsıntı hissediliyor. Mart ayında satın alma yöneticileri endeksi (PMI) 50’nin altındaydı (49). Washington Post’un aktardığına göre imalat ticaret grupları, iptal edilen siparişler ve yavaşlayan büyüme konusunda endişe duyan üyelerinden gelen telefonlarla dolup taştıklarını söylüyor.

İmalat sektöründeki grupların neredeyse hepsi temel malzeme veya makinelerde daha yüksek maliyetlerle karşı karşıya kaldıklarını ve birkaçı tarifeyle ilgili belirsizlik nedeniyle talebin zaten “kuruduğunu” gördüklerini söylüyor.

ABD ekonomisinde imalatın payının da, fabrikalarda çalışan Amerikan işçilerinin oranının da dibe vurduğu bir gerçek. Bununla birlikte, bu gerçek kimi başka gerçeklerin de üzerini örtüyor: İmalatta çalışan işçi sayısı yerinde saysa da, imalat çıktısı artmaya devam ediyor; yani verimlilik artıyor. Otomasyondaki gelişmeler, sermaye birikiminin genel yasaları ile paralel ilerliyor.

Dahası, “yeniden sanayileşme” boyutlarında olmasa da, 2008 krizinden sonra kısmi bir imalat canlanması yaşandığını istatistiklerden takip edebiliyoruz: 1990’dan 2010’a kadar geçen 20 yılda imalat sektörünün istihdamdaki payı yüzde 16’dan yüzde 9’a düşmüştü. Fakat 1953’ten beri süregelen bu istikrarlı düşüş 2010 yılından itibaren hayli yavaşladı.

2010’dan bu yana geçen 15 yılda imalatın toplam istihdamdaki payı sadece bir puan düşerek yüzde 9’dan yüzde 8’e geriledi. Bunun nedeni, Covid yılları hariç, ABD’deki imalat işlerinin sayısının 2010’dan 2022’ye kadar artmış olması.

Örneğin Dan McLaughlin gibi bazı yazarlar, imalatın Orta Batı’dan bölgesel olarak kaydığını ve aslında yurtdışına gitmeyip Güney’e göç ettiğine; fabrikaların bugün daha az işçiyle daha fazla üretim yapabileceği anlamına gelen otomasyondaki büyük gelişmelere işaret ediyor.

McLaughlin şöyle yazıyor:

“Tıpkı fabrika işlerinden nefret eden önceki nesillerin çiftçiliği romantikleştirmesi gibi, imalat işini romantikleştirme eğilimi var. Kapanan fabrikaların gerçek insani maliyetini kabul edebiliriz ve yine de her imalat işinin alternatiflerine kıyasla eşit derecede cazip olmadığını fark edebiliriz: birçok mavi yakalı erkek muhtemelen bir tekstil fabrikasında çalışmaktansa bir Amazon teslimat kamyonu sürmeyi veya bir şantiyede çalışmayı tercih eder. Ayrıca, iktisadi popülistler imalat işleri ile imalat kapasitesini karıştırma eğilimindeler. Artık bir şeyler üretemiyorsak bunun ulusal güvenliğimiz için tehlikeli olduğunu söylüyorlar.”

Üstelik nispeten az sayıda Amerikalı aslında bir fabrikada çalışmak istiyor. Financial Times’a göre son kamuoyu yoklamaları, Amerikalıların %80’inin daha fazla imalat işi ile ülkenin daha iyi durumda olacağını düşündüğünü, fakat yalnızca %25’inin kişisel olarak bu tür işlerde daha iyi durumda olacağını düşündüğünü gösteriyor.

Trumpizmin iktisadi aklı – 2: Scott Bessent, Amerikan rüyası ve özel güzeldir

***

Öte yandan gümrük tarifeleri, özel üretim hizmetleri alıcılarını, ürünlerini oluşturmak için Amerikalı tedarikçilere yönelmek de dahil olmak üzere tedarik zincirlerini hızla yeniden düzenlemeye itiyor.

“KOBİ” stratejisi burada kritik bir hal alıyor. ABD’nin küçük ve orta ölçekli üreticileri de bu dönemden faydalanmak ve müşteri tabanlarını hem burada hem de yurt dışında büyütmek istiyor.

ABD, özellikle CNC işleme ve enjeksiyon kalıplamadan sac-metal imalatına, 3D baskıya ve daha fazlasına kadar her konuda uzmanlaşmış 500.000’den fazla KOBİ’ye ev sahipliği yapıyor.

Son birkaç yıldır alıcılar, COVID-19’un tetiklediği, Altyapı Yatırım ve İstihdam Yasası, CHIPS ve Bilim Yasası gibi federal mevzuat ve şimdi de küresel ticaret ortamı tarafından desteklenen yeniden tedarik çabalarını hızlandırdı.

Özel üretim için “dijital pazar yeri” olarak hizmet veren Xometry, Zogby Strategies ile üç ayda bir gerçekleştirdiği “Amerikan Üretiminin Yeniden Dirilişi” anketleri aracılığıyla iki yıldan uzun bir süredir yeniden üretim trendini takip ediyor.

Verilere göre birinci çeyrekte, imalat sektöründeki CEO’ların neredeyse yarısı (%42) tesisleri başarılı bir şekilde yeniden “reshore” ettiklerini söylerken, %19’u da tarifelerin bir sonucu olarak bunu yapmayı planladıklarını belirtiyor.

Tam bu noktada, “Silikon Vadisileşme” eğiliminin tüm ekonomiyi ahtapot gibi sarmaya başladığı görülüyor: İmalat CEO’larının %70’i, planlama ve operasyonlarda verimlilik elde etmek için yapay zeka gibi gelişmekte olan teknolojileri benimsiyor ve bunu otomasyon yakından takip ediyor.

Yapay zekaya yatırım yapan bu şirketlerin çoğu önemli bir yatırım getirisi elde etti ve neredeyse üçte ikisi (%63) yapay zeka ve diğer teknolojilerin operasyonları için “dönüşümsel” olacağına inanıyor.

Teknolojiye ek olarak, Amerika’nın endüstriyel çekirdeği daha yüksek teknolojili hale geldikçe imalat CEO’ları da “yeteneklere” yatırım yapıyor.

Öte yandan Ulusal Bağımsız İşletmeler Federasyonu (NFIB) tarafından yapılan bir anket, mart ayında, Trump’ın gümrük tarifesi ilan ettiği “Kurtuluş Günü”nden önce bile, küçük işletmelerin iyimserliğinin 2020’den bu yana en keskin düşüşünü yaşadığını ortaya koyuyor; elbette Cumhuriyetçilerin Demokratlardan daha iyimser olduğunu not etmek koşuluyla.

Varoufakis’in “teknofeodaller” dediği yeni teknoloji simsarları, yapay zeka, otomasyon ve dijitalleşme ile ekonomiyi dönüştürmek için Trump yönetimini bir alet olarak kullanıyor.

***

“Başkan Trump onlarca yılını verimli ve başarılı şirketler kurarak geçirmiş başarılı bir iş adamıdır. Gerçek patronun Amerikalı vergi mükellefleri olduğunu biliyor ve tüm hükümet çalışanlarından Amerikan halkının hak ettiği yüksek düzeyde özveri ve mükemmellik talep etmeye devam edecek.”

Beyaz Saray sözcüsü Anna Kelly böyle diyor. Aynı Trump, ABD CEO’su olarak, federal devletteki personel kıyımı için, “herkesin yeri doldurulabilir” diyor.

Trump’ın en büyük destekçisi milyarder Musk, “Haftada 40 saatlik çalışmayla dünyayı değiştiremezsiniz,” diyor. “Size ne kadar lazım?” diye sorulduğunda tereddüt etmiyor: “Kişiye göre değişir, ama yaklaşık 80 [saat] sürekli, zaman zaman 100’ün üzerine çıkar. Ağrı seviyesi 80’in üzerinde katlanarak artar.”

Haftada 7 gün çalışsanız, günde 14 saate tekabül ediyor. Musk ve Trump’ın “üretimin ABD’ye taşınması” derken kastettiği, 19. yüzyılda İngiliz işçilerinin ölümüne çalıştırıldığı “fabrika sistemi” gibi görünüyor.

“İnsan-ötesi” robot fantezisi, üretimin insansı robotlar tarafından yapıldığı değil, insanların robotsu hale getirildiği bir düzene işaret ediyor.

Okumaya Devam Et

Amerika

ABD yargısı, Google’ın çevrimiçi reklam pazarını kasten tekelleştirdiğine hükmetti

Yayınlanma

ABD’li bir federal yargıç, Google’ın dijital reklamcılık alanında yasadışı bir şekilde tekel oluşturduğuna ve bu tekeli sürdürdüğüne hükmederek, teknoloji devinin işinin bir kısmını elden çıkarmak zorunda kalmasına neden olabilecek yolu açtı.

Virginia’daki davaya başkanlık eden bölge yargıcı Leonie Brinkema perşembe günü yaptığı açıklamada Google’ın dijital reklam pazarının iki bölümünü “kasıtlı olarak” tekeline aldığını söyledi.

Bu, çevrimiçi yayıncıların reklam alanı satmak için kullandıkları teknoloji ve işletmelerin reklamlar için teklif verdikleri en büyük alan. 

Fakat Brinkema, davayı açan ABD Adalet Bakanlığı’nın, Google’ın pazarın üçüncü bileşeni olan reklamveren reklam ağlarına haksız bir şekilde hakim olduğunu kanıtlayamadığına karar verdi.

ABD, Google’ı reklam teknolojisi pazarında tekelcilikle suçluyor

Karar, geçen yıl ayrı bir antitröst davasında federal bir yargıcın, şirketin arama alanında yasadışı tekelini sürdürmek için özel anlaşmalara milyarlarca dolar harcadığını tespit etmesinin ardından geldi.

Mahkemenin Google’ı işinin bir bölümünü satmaya zorlamayı da içerebilecek çözümleri belirleyeceği bu davanın ikinci aşaması önümüzdeki hafta başlıyor.

Adalet Bakanlığı bu davasında Google’dan Chrome tarayıcısını satmasını, Apple’a varsayılan arama motoru olması için her yıl yaptığı 20 milyar dolarlık ödemeyi durdurmasını ve rakipleriyle daha fazla veri paylaşmasını istedi.

Brinkema perşembe günkü kararında, “On yılı aşkın bir süredir Google, yayıncı reklam sunucusunu ve reklam borsasını sözleşme politikaları ve teknolojik entegrasyon yoluyla birbirine bağladı ve bu da şirketin bu iki pazardaki tekel gücünü oluşturmasını ve korumasını sağladı. Google, müşterilerine rekabet karşıtı politikalar dayatarak ve arzu edilen ürün özelliklerini ortadan kaldırarak tekel gücünü daha da sağlamlaştırdı,” diye yazdı.

Fakat bakanlığın pazarın üçüncü kısmını tanımlama şeklini reddederek, “reklamveren reklam ağı” teriminin sektörde yaygın olmadığını ve yayıncıları “haksız yere dışladığını” söyledi.

Google ise yaptığı açıklamada, davanın “yarısını kazandıklarını” ve diğer yarısını da temyize götüreceklerini vurguladı. Açıklamada, “Mahkemenin yayıncı araçlarımızla ilgili kararına katılmıyoruz. Yayıncıların pek çok seçeneği var ve reklam teknolojisi araçlarımız basit, uygun fiyatlı ve etkili olduğu için Google’ı seçiyorlar,” denildi.

Yargıçtan tarihi karar: Google, yasadışı anlaşmalarla aramalarda tekel kurdu

Karar, eski başkan Joe Biden tarafından atanan ve Donald Trump Beyaz Saray’a dönmeden önce davayı açan eski antitröst yetkililerinin kazandığı son zafer oldu.

Adalet Bakanlığı’nın antitröst biriminin eski başkanı Jonathan Kanter perşembe günü X’te yaptığı bir paylaşımda, “Bugün antitröst uygulaması, medya endüstrisi ve özgür ve açık internet için büyük bir zafer. Google artık iki kat daha fazla yasadışı bir tekelci,” dedi.

Trump tarafından atanan antitröst yetkilileri, özellikle Büyük Teknoloji’ye karşı yaptırım konusunda sert bir tutum benimseme niyetinde olduklarının güçlü sinyallerini verdiler.

ABD Federal Ticaret Komisyonu (FTC) bu hafta Washington federal mahkemesinde Meta’ya karşı tekel davasına başladı. ABD Başsavcısı Pam Bondi yaptığı açıklamada, “Bu, Google’ın dijital kamusal alanı tekeline almasını engellemek için devam eden mücadelede dönüm noktası niteliğinde bir zafer. Adalet Bakanlığı, Amerikan halkını teknoloji şirketlerinin ifade özgürlüğüne ve serbest piyasalara yönelik tecavüzlerinden korumak için cesur yasal adımlar atmaya devam edecek,” dedi.

AB’nin rekabet şefi Teresa Ribera ise, kararı not ettiklerini ve “ilgiyle inceleyeceklerini söyledi.

Avrupa Komisyonu Google’ı kendi reklam hizmetlerini kayırdığı gerekçesiyle ayrıca soruşturuyor.

Okumaya Devam Et

Amerika

TSMC ABD’de ‘bağımsız’ çip merkezi kuracağını açıkladı

Yayınlanma

Taiwan Semiconductor Manufacturing Co. (TSMC) ABD’nin “bağımsız” bir çip kümesi oluşturmasına yardımcı olmak için dünyanın en ileri yarı iletkenlerinin %30’unu Arizona’da üretmeyi planlıyor, ancak diğer çip üreticileriyle ortak girişimler kurmak veya teknoloji paylaşmak için görüşmelerde bulunmadığını söyledi.

TSMC Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su C.C. Wei perşembe günü yaptığı açıklamada şirketinin “diğer şirketlerle herhangi bir ortak girişim, teknoloji lisansı veya teknoloji transferi ve paylaşımı konusunda herhangi bir görüşme yapmadığını” belirterek, ABD’li çip üreticisinin üretimini artırmak için Intel ile ortaklık söylentilerine ilişkin piyasa endişelerini ele aldı.

Wei, TSMC’nin Arizona’daki ikinci ve üçüncü çip tesislerinin inşasını hızlandıracağını söyleyerek, ikinci tesisin üretim zaman çizelgesinin orijinal 2028 hedefinden “en az birkaç çeyrek” yukarı çekilebileceğini de sözlerine ekledi. Üçüncü tesisin inşaatına bu yıl içinde başlanması planlanıyor, ancak işgücü sıkıntısı ve izin alma ihtiyacı nedeniyle genel zaman çizelgesi belirsizliğini koruyor.

Wei, TSMC’nin şu anda piyasada bulunan en gelişmiş 2 nanometre çiplerinin yaklaşık %30’unu ABD’de üreteceğini ve Arizona tesisinin müşterilerin talepleri doğrultusunda bir ABD yarı iletken kümesi olarak “bağımsız bir şekilde faaliyet göstermesine” yardımcı olmak için daha fazla mühendis tahsis etmeyi hedeflediğini de sözlerine ekledi.

Bu arada Wei, Trump yönetiminin “karşılıklı” gümrük tarifeleri konusundaki son belirsizlikler nedeniyle müşterilerin davranışlarında “herhangi bir değişiklik” olmadığını söyledi, ancak önümüzdeki potansiyel belirsizlik ve riskler konusunda uyardı. Çip üreticisinin piyasa talebini yakından izleyip değerlendireceğini ve ihtiyatlı davranacağını söyledi.

Yapay zeka bilişim çiplerine olan talebin çok güçlü olmaya devam ettiğini söyledi: “Çin dışında, özellikle ABD’de yapay zeka [çiplerine] olan talep hala çok güçlü, bu nedenle bu yıl yapay zeka gelirimizi iki katına çıkaracağımıza eminiz.”

TSMC 2025 yılı için sermaye harcama bütçesini değiştirmeyerek 38 milyar ila 42 milyar dolar arasında tuttu ve sektörün ortalama büyüme tahminlerinden daha iyi olan bu yıl dolar bazında %20 aralığında gelir artışı tahminini korudu.

Ocak-Mart çeyreğinde şirketin net kârı bir önceki yıla göre %60,3 artarak 361,56 milyar Yeni Tayvan dolarına (10,9 milyar $) ulaşırken, gelirleri %41,6 artışla 839,25 milyar NT$’a yükseldi.

Pazar bazında Çin, 2019’daki %20’lik zirve seviyesinden bu çeyrekte gelirinin sadece %7’sini oluşturdu. 2024 yılı için bu rakam %11’di.

TSMC, mevcut çeyrek için gelirinin yıllık %38 artışla 28,4 milyar NT$ ile 29,2 milyar NT$ arasında, orta noktada ve piyasanın konsensüs tahmininin üzerinde gerçekleşeceğini tahmin ediyor.

TSMC’nin en büyük müşterilerinden ikisi olan Nvidia ve AMD, Washington’ın Çin’e indirgenmiş yapay zeka çipleri gönderme kurallarını sıkılaştırmasının ardından sırasıyla yaklaşık 5,5 milyar dolar ve 800 milyon dolar gelir kaybı yaşadı. TSMC’nin önemli bir ekipman tedarikçisi olan ASML, Trump’ın gümrük vergilerinin çip endüstrisini daha da rahatsız edebileceği konusunda uyardı.

Nikkei Asia‘nın haberine göre TSMC, ABD ihracat kontrollerine uyma konusunda son derece dikkatli davranarak Çin’in çip endüstrisinde beklenenden daha büyük aksaklıklara yol açtı. Şirket ayrıca, Trump yönetiminin yüksek gümrük vergileri tehdidinin ortasında, en büyük denizaşırı taahhüdü olan Arizona’da 100 milyar dolarlık ek yatırım sözü verdi.

Bu arada analistler, teknoloji sektörünün son iki yıldır en önemli büyüme motoru olan yapay zeka bilişim talebinin, daha sıkı ihracat kontrolleri, rekabet baskısı ve yüksek gümrük vergileri nedeniyle tüketici elektroniği talebindeki potansiyel yavaşlama nedeniyle duraksayabileceği uyarısında bulunuyor.

JPMorgan Chase genel müdürü Gokul Hariharan bir araştırma notunda, “Yavaşlayan ABD ve Çin tüketim talebinden kaynaklanan talep etkisi, 2025 ve 2026’nın ikinci yarısında muhtemelen hala bir risk” dedi.

Nvidia, ABD’nin Çin’e çip satışını kısıtlaması nedeniyle 5,5 milyar dolarlık darbe alacak

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English