DÜNYA BASINI
Güney Amerika’nın “ortak para birimi” ve de-dolarizasyon
Yayınlanma
Yazar
Emre Köse
Çevirmenin notu: Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva, geçen ay ilk resmi yurt dışı ziyaretini Arjantin’e yaparak Devlet Başkanı Alberto Fernandez ile bir araya geldi. Lula, başkent Buenos Aires’e ziyareti kapsamında Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğunun (CELAC) yedinci liderler zirvesine de katıldı. Zirvede, Brezilya’nın teklif ettiği ve Arjantin’in de yeşil ışık yaktığı “sur” adındaki yeni ortak para birimi planı gündeme getirildi. Washington DC merkezli think tank kuruluşu Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezindeki Rusya ve Avrasya Programında konuk araştırmacı ve Kraliyet Elcano Enstitüsünde kıdemli analist olan Federico Steinberg ve yine Kraliyet Elcano Enstitüsünün kıdemli analistlerinden Miguel Otero-Iglesias yorumlamış.
Güney Amerika’nın “ortak para birimi” aslında de-dolarizasyonla ilgili
Federico Steinberg/Miguel Otero-Iglesias — CSIS
14 Şubat 2023
Brezilya ve Arjantin “sur” [güney] adı verilen bir para birimi ortaklığı kurmayı planladıklarını duyurdular. Ekonomistler, iki ülkenin optimal bir para birimi bölgesi olmaktan çok uzak olduğunu belirtmekte gecikmedi. Arjantinli ve Brezilyalı yetkililer, projenin asıl amacının Amerikan dolarına alternatif olarak ikili ticaret ve finansal akışları ifade edecek yeni bir hesap birimi [Uluslararası Para Fonu’nun özel çekme hakları gibi yapay bir para birimi] yaratmak olduğunu açıkladılar. Önerinin neredeyse tüm dünyada reddedilmesine, en azından en azından orta vadede gerçekleşme olasılığının çok düşük olmasına rağmen altında yatan maksadın —Amerikan dolarına olan bağımlılığın azaltılması— dikkate alınması ilginç. Güney Amerika’da daha derin bir ekonomik entegrasyona gidilmesi, her halükârda ihtiyaç duyulan daha hızlı ekonomik büyümeye önayak olabileceği için memnuniyetle karşılanacak bir gelişme.
Teşebbüsün söz konusu iki ülke açısından siyasi cazibesi olduğuna kuşku yok ve teoride, bazı temel makroekonomik, hukuki ve siyasi koşulların yerine getirilmesi halinde parasal birlik potansiyel olarak ekonomik bir anlam ifade edebilir. Güney Amerika’nın kalkınmasını hızlandırmak için daha derin bir ekonomik entegrasyona ihtiyacı var. Dahası küreselleşen dünyada —ve Güney Amerika’nın giderek daha içe dönük olan ABD ve daha iddialı Çin’den özerklik elde etmek istemesiyle— Brezilya ve Arjantin, ABD karşısında bir miktar parasal özerklik elde etmek için parasal egemenliklerini bir araya getirmeyi cazip bulabilir [ABD’nin Kapsamlı Ortak Eylem Planından (KOEP) çekilme kararı ve Trump yönetimi döneminde İran ile iş yapan şirketlere ikincil yaptırımlar uygulama muamelesinin ardından Avrupa’da da bu yönde girişimler olmuştu]. Aslında Amerikan Üniversitesi profesörlerinden C. Randall Henning’in de belirttiği üzere euro, Avrupa’yı kısmen ABD’nin para politikasının olumsuz dışsallıklarından korumak için oluşturulmuştu. Ve küresel rezerv para birimi olarak dolarla anlamlı bir şekilde rekabet etme potansiyelini henüz gerçekleştirememiş olsa da bu açıdan faydalı olduğu yaygın kanı.
İktisadi açıdan bakıldığında Brezilya ve Arjantin’in güçlü ticari bağları, benzer üretim yapıları [Brezilya’nınki daha güçlü olsa da] ve önemli emtia ihracatçıları olduğu görülüyor.
Fakat Arjantin’de enflasyon çok yüksek —2022’de neredeyse yüzde 100’dü— Brezilya’da ise yüzde 5,8 ile kontrol altında. Bu türden bir eşitsizlik ortak para politikasıyla bağdaşmaz zira her iki ülkenin ekonomilerinin aynı faiz oranı seviyesiyle istikrarlı olması mümkün değil. Ek olarak bu farklılık oldukça farklı maliye politikası ayarlarını yansıtıyor, bu da parasal birlik ve bunu destekleyen politikalar [yani mali ortaklıklar ve bankacılık ortaklıkları] için siyasi satın alma ihtiyacına işaret ediyor. Son olarak otuz yıl evvel Arjantin, Brezilya, Paraguay ve Uruguay arasında serbest ticaret için tasarlanan Mercosur anlaşması, proje için kurumsal bir temel sağlıyor. Ancak bu anlaşma kâğıt üzerinde pratikte olduğundan daha fazla işliyor.
Her halükârda proje nihayet başlatılırsa önlerinde zorlu bir yol olacak. Ortak para birimini paylaşmak, ulusal düzeyde makroekonomik istikrar araçları olarak para ve döviz kuru politikasını kaybetmek anlamına gelir. Euro Bölgesi ülkelerinin son on yılda öğrendiği gibi bu acı verici olabilir ve bu nedenle arkasında çoğu yurttaşın çatlak olmaksızın desteklediği bir siyasi proje olduğu açık olmalı. Siyasi ve iktisadi entegrasyon girişimlerinin Avrupa’daki kadar ileri gitmediği ve milliyetçiliğin yerleşik olduğu Brezilya ve Arjantin örneğinde bu durum net olmaktan uzak. İki ülke ilk aşamada real ve pesoyu birbirine bağlamış olsa bile Arjantin devalüasyon yaparsa ne olacak? Bu durum projenin güvenilirliğini nasıl etkileyecek? Avrupalılar da 1980’lerde ECU’yu (Avrupa Para Birimi) uygulamaya koydular ama Avrupa para sisteminin çıpası her zaman Alman markı oldu. Ve Avrupa ülkelerinin hala üzerinde çalıştıkları euroyu hayata geçirmeleri otuz yıldan fazla zaman aldı.
Euronun yaratılması, şimdilik başka bir yerde tekrarlanması neredeyse imkansız olan, nevi şahsına münhasır bir eylemdi. Avrupa’nın tarihsel yörüngesi İkinci Dünya Savaşından sonra siyasi entegrasyonu kolaylaştırdı. Ayrıca Batı Avrupa’daki güç dengesi de şahsına münhasır. Avrupa para birliği, nispeten eşit ve birbirini tamamlayan iki güçten oluşan Fransız-Alman lokomotifine yaslanıyor. Fransız ekonomisi, Almanya’nın GSYİH’sinin yüzde 70’ini temsil ediyor ancak Fransa, BM Güvenlik Konseyinde daimi bir koltuğa sahip askeri güçlerden biri.
Bu denge öbür bölgelerde mevcut değil, bu da küçük ekonomilerin politikalarını çok daha büyük komşularının himayesine teslim etmek zorunda kalacakları anlamına geliyor. Örneğin Çin, Doğu Asya’da oldukça baskın, Suudi Arabistan da Arap Körfezi’nde [ve Körfez İşbirliği Konseyi’ndeki parasal birlik projesi durdu] ve aynı şey Güney Amerika’da Brezilya için de söylenebilir. Arjantin ekonomisi, Brezilya ekonomisinin sadece yüzde 30’una karşılık geliyor ve köklü ekonomik sorunları bir yana, askeri açıdan Fransa’nın Almanya’ya karşı sahip olduğu dengeleyici güce de sahip değil. Dahası Brezilya’nın ekonomik ve parasal gücü Almanya’nınkiyle kıyaslanamaz. Euro ve Avrupa Merkez Bankası (ECB), kendisini destekleyecek mali ve siyasi bir birliğin yokluğunda Alman markının ve Deutsche Bundesbank’ın güvenilirliği temelinde oluşturuldu. Brezilya Merkez Bankası ve real bu güvenilirlikten yoksun. Sonuç olarak istikrarlı bir ortam para birimi yaratmak için nispeten bağımsız, uluslarüstü bir para otoritesi kurmak şart ve üyeler arasındaki güç dengesi bu kadar asimetrikken bunu başarmak kolay olmaz.
Nihayetinde işin bir de jeopolitik boyut var. Büyük güçler arasındaki rekabetin giderek arttığı bir dünyada Washington, özellikle de Çin’in bölgeye artan ilgisi göz önüne alındığında Güney Amerika’da Amerikan doları kullanımının azalmasını hoş karşılamayabilir. Bunun ciddi sonuçları olabilir. Son krizler, hem 2008 mali krizi hem de 2020’deki Kovid-19 krizi, ABD Merkez Bankasının hala dünyanın merkez bankası olduğunu bir kez daha gösterdi. İkinci küresel rezerv para birimini çıkaran ECB bile finansal sistemini istikrara kavuşturmak için gereken doları elde etmek amacıyla Fed ile takas hatlarını devreye sokmak zorunda kaldı. Fed’in tek başına beş merkez bankasıyla kalıcı likidite hattı bulunuyor: Kanada, Britanya, Japonya, İsviçre ve ECB ile krizler sırasında Brezilya Merkez Bankası da dahil olmak üzere dokuz bankaya daha geçici hatlar açtı [Arjantin ise Çin Merkez Bankasından benzer bir likidite hattı edindi]. “Sur” tedavüle konulursa Fed’in finansal stres durumlarında bu takas hatlarını genişletmeye istekli olup olmayacağı, özellikle de bu girişimin hakiki amacı Amerikan dolarının bölgedeki kullanımını azaltmaksa ve Brezilya Merkez Bankası, Arjantin’dekine bağlandığında prestij ve güvenilirliğini kaybederse görülecek.
Planın gizli [ve genellikle yetkili] aktörlerin dolar cinsinden işlem yapmayı tercih etmelerindeki gerekçeyi kabul etmediğinden bahsetmiyorum bile: Hukuki ve düzenleyici kesinliğe dayanan Amerikan finans piyasalarının derinliği, döviz kuru riskinden gerektiği şekilde korunma anlamına geliyor. Sözleşmelerin sadece üçüncü bir para birimiyle ifade edilmesi döviz kuru riskinin yönetilmesine veya ticaretin teşvik edilmesine yardımcı olmayacak. Bilhassa burası doğru zira Arjantin ve Brezilya sadece kapalı, iki ülkeli bir sistemde değil, ekonomik aktörlerin dünyanın geri kalanıyla işlem yaptığı küresel bir ekonomide varlık gösterecek.
Kısacası Arjantin ile Brezilya arasındaki parasal entegrasyon önerisi, operasyonel maliyetleri azaltmayı ve ekonomilerini ABD’nin para politikasından kaynaklanan şoklardan korumayı amaçlayan, mali ve ticari açıdan yapay bir hesap birimi oluşturulması gibi görünüyor. Başarılı olması halinde bu proje, özellikle Arjantin için akut hale gelen, bölgedeki yoğun dolarizasyonu azaltabilecek ortak bir para birimine doğru atılmış bir adım olabilir. Dahası Luiz Inácio Lula da Silva’nın Brezilya devlet başkanlığına gelmesinin Güney Amerika’da daha derin bir ekonomik entegrasyonu tetikleme potansiyeline sahip olduğunu gösteriyor. Fakat bu projenin başarısız olması muhtemel. Avrupa’daki uzun ve karmaşık tecrübenin gösterdiği üzere ortaklığın farklı bileşenlerini etkileyebilecek asimetrik şokları hafifletebilecek asgari düzeyde bir mali birlik olmadan parasal birlik sürdürülemez. Eğer nihai hedef buysa bu, ilerlemesi on yıllar boyunca ve şu anda görevde olan politikacıların dönemlerinin çok ötesinde olacak bir proje.
İlginizi Çekebilir
-
Küresel kahve sektörü şokta: Fiyatlar yüzde 70 arttı, alımlar durma noktasına geldi
-
Brezilya: BRICS’in genişlemesi kurumsal sorunlara yol açtı
-
Milei, Senato’yu atlayarak Yüksek Mahkeme yargıçlarını kararname ile atayacak
-
Musk’ın Starlink’i uydu internetine hakim olmak için Çinli rakipleriyle yarışıyor
-
Brezilya’nın eski lideri Bolsonaro, Lula’yı zehirleme planını da içeren darbe iddiasıyla suçlanıyor
-
Bloomberg: Ukrayna’nın maden zenginliği abartılıyor
DÜNYA BASINI
Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?
Yayınlanma
1 gün önce17/03/2025

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.
***
Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası
Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.
Yossi Melman
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.
Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.
Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.
Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.
Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.
Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.
Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.
Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.
Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.
Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.
Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.
Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.
Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.
7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.
DÜNYA BASINI
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
Yayınlanma
1 hafta önce10/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”
Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:
Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.
Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.
6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.
Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.
Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz değerlendirme yazısı, Birleşik Krallık’ın küresel güvenlik stratejileri üzerine çalışan ve Batı sermayesini merkeze alan analizler üreten düşünce kuruluşu RUSI’den. Yazı, ABD’nin Ukrayna’nın maden kaynaklarını Batı tedarik zincirine entegre etme girişiminde karşılaştığı düşük emtia fiyatları, yatırım riskleri ve Çin’in piyasa hâkimiyeti gibi stratejik engellere odaklanıyor. Ancak ABD’nin Ukrayna’da madencilik sektörünü yönlendirme ve buradan jeopolitik kazanç sağlama hamlesi, yalnızca Çin’in bölgedeki etkisini kırmaya yönelik değil; aynı zamanda Amerikan sermayesinin jeopolitik çıkarlarını pekiştirmek ve krizleri fırsata çevirerek bölge ekonomisini küresel tekellerin denetimine açmak gibi daha derin bir dönüşümün parçası. Bu da Ukrayna’yı bir kez daha küresel güç mücadelesinde kendi kaderini tayin etme yetisini yitirerek, emperyal hesapların taşeron aktörlerinden biri olma rolüne mahkûm ediyor.
Ukrayna’nın maden zenginliğini ortaya çıkarmak, bir Trump anlaşmasından daha fazlasını gerektiriyor
Henry Sanderson
RUSI
28 Şubat 2025
Çev. Leman Meral Ünal
ABD, Çin etkisini sınırlandırmak amacıyla Ukrayna’nın maden gelirlerinden pay almaya hazırlanıyor; ancak piyasa koşulları, yatırım ve uygulama süreçlerini zora sokacağa benziyor.
İki ülke arasında yakın zamanda imzalanması beklenen anlaşma ile ABD, Ukrayna’nın maden kaynaklarından elde edilecek gelirlerden pay almayı garantilemiş görünüyor.
Bu hafta yayımlanan anlaşma metnine göre, nihai detaylar kesinleştikten sonra Ukrayna, doğal kaynaklarından elde edilecek olası gelirlerin yüzde 50’sini ABD-Ukrayna ortak yönetimli bir fona aktarabilecek.
Muhtemel ki her iki taraf da bu anlaşmadan stratejik faydalar sağlayacaktır. Ukrayna, madencilik endüstrisini geliştirme şansı elde ederken ABD, Çin’in, olası bir Rusya-Ukrayna barış anlaşması sonrası cevher kazancı elde etmesini engelleyecektir. Öte yandan, Çin yerine Batı tedarik zincirlerine entegre edilmiş bir Ukrayna’nın, Batılı karar alıcılar için önemli stratejik hedeflerden biri olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.
Nitekim, Trump’ın ilk döneminde görev yapmış olan Cumhuriyetçi bir isim, ABD yönetiminin, kaynakları geliştirme amacından bağımsız olarak, yalnızca Çin’in bunları ele geçirmesini önlemek için bile böyle bir strateji izleyebileceğini belirtiyor. Anlaşmaya dair müzakereler ise, belirsiz yetkilerle donatılmış birden fazla ekibin kimi zaman aşırı taleplerde bulundukları, kimi zamansa agresif taktikler uyguladıkları haberlerinin gölgesinde geçiyor.
Çin’in pazar hakimiyetine karşı koymak
Ukrayna için bu sürecin başarılı olabilmesi, özel sektör yatırımlarını ülkeye ne denli çekebileceğine bağlı. Bu da Ukrayna’nın güvenliğinin ve diğer finansal desteklerin sağlanmasını gerektiriyor. Ancak maden projeleri her durumda, halihazırda fiyatların çok düşük olduğu Çin pazarlarıyla rekabet etmek durumunda kalacaktır. Tam da bu nedenle, Trump’ın öne sürdüğü gibi milyarlarca dolarlık gelir elde edilmesi pek de olası görünmüyor.
Ukrayna Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) eski başkanı Roman Opimakh’a göre Ukrayna, titanyum, grafit, lityum ve bazı başka nadir toprak cevherlerinin yanı sıra potansiyel olarak germanyumda da dünya pazarıyla rekabet edebilir bir pozisyonda.
Ancak bu cevherler, mevcut piyasa zorlukları düşünüldüğünde, önemli yatırımları gerektiriyor.
Elektrikli araba akülerinde kullanılan lityumu ele alalım. Ukrayna, ikisi cephe hattından uzakta olmak üzere üç potansiyel sert kaya lityum yatağına sahip: Dobra ve Polohivske yatakları.
Polohivske, Ukrayna’nın orta kesiminde, Kiev’in 200 mil [320 km] güneydoğusunda yer alıyor. Ruhsat sahibi ULM şirketi, 2028 yılında petalit cevherinden lityum konsantresi üretmeyi planlıyor. Ancak bataryada kullanılabilmesi için bu cevherin önce lityum karbonata, ardından ise batarya kalitesinde bir malzemeye dönüştürülmesi gerekecek.
Ukrayna aynı zamanda lityum-iyon bataryalar için gerekli olan grafit yataklarına da sahip. Avustralyalı Volt Resources şirketi, ülkede 1934’ten bu yana işletildiği belirtilen Zavalievsky madeninden grafit üretiyor. Ancak bu materyalin bataryalarda kullanılabilmesi için daha fazla işlenmesi gerekiyor. Şirket, bunu yapmak için ABD’de bir tesis kurmayı düşündüğünü, ancak bunun için ek sermaye gerektiğini kaydediyor.
Opimakh’ın tahminlerine göre sadece halihazırda keşfedilmiş lityum ve grafit yataklarını geliştirmek için dahi yaklaşık 1 milyar dolarlık yatırım gerekiyor.
Ancak lityum fiyatları 2022’den bu yana yüzde 80 oranında düştü; yatırımcılar bugün Avustralya gibi güvenli bölgelerde dahi yeni lityum arzına duyulan ihtiyacı sorguluyorlar. Bu durumda Ukrayna’ya yatırım yapmayı cazip kılacak ne gibi teşvikler sunulacak?
Trump’ın elektrikli araçlara karşı sabırsız tutumu
Politika yapıcıların, tasarılarını hayata geçirmeden önce önemli bir hazırlık süreci geçirmek zorunda oldukları görülüyor. ABD ve Avrupa, bu cevherlerin herhangi bir jeopolitik fayda sağlamasından önce, onları satın alacak sanayileri inşa etmeli; aksi takdirde bu kaynakların Çin’e yönelmesi riski ortaya çıkacak.
Fakat ABD’nin yenilenebilir enerji konusundaki mevcut yönelimi bu durumu biraz sekteye uğratıyor. Trump, Biden’ın elektrikli araçlara ve temiz enerjiye yönelik sübvansiyonlarını kaldırma taahhüdünde bulunmuştu; oysa bu sübvansiyonlar, Batı’da batarya fabrikaları ve temiz enerji tedarik zincirlerini oluşturmak için gerekli olan talep desteğini sağlıyordu.
Sonuç olarak Çin, arz ve talep üzerindeki hakimiyeti sayesinde bu madenlerin birçoğunun fiyatlarını hala etkin bir şekilde kontrol edebiliyor. En büyük maden tüketicisi olarak, Çin’in iç politikaları fiyatları doğrudan etkileyebilir. Ayrıca işlenmiş cevherlerin büyük bir tedarikçisi olarak piyasaları arz fazlası ile doldurma kapasitesine de sahip.
Elbette Pekin’in arkasına yaslanıp Batı dünyasını sessizce izlemesi beklenemez; zira yüksek teknoloji ürünleri üretiminde dünyaya liderlik etmek, Çin’in temel küresel stratejilerinden biri.
Trump’ın madenlere yönelik yaklaşımı, Çin’in uzun süredir dünyayı nasıl gördüğünü de yansıtıyor: Pekin, 2000’lerin başından ortalarına kadar, kaynak karşılığında kredi anlaşmaları yapma stratejisini öncülüğünü yaparak dirençli tedarik zincirleri oluşturmayı hedeflemişti.
Ancak ortada duran en büyük soru, ABD’nin jeopolitik hedeflerine ulaşmada özel sermayeyi nasıl dahil edeceğidir: Ukrayna’ya yatırım yapmaları için özel şirketlerin çok daha fazla desteklenmesi gerekecek.
Mevcut anlaşmada yer alan ve ABD’nin “istikrarlı ve ekonomik olarak müreffeh bir Ukrayna’nın geliştirilmesine yönelik uzun vadeli mali taahhüdü”nü sürdürdüğüne dair ifadeler yeterli olmayacaktır.
Örneğin, ABD Uluslararası Kalkınma Finans Kurumu’nun bahsi geçen projelere yatırım desteği sağlaması gerekecektir.
Avrupa da madencilik projelerinin finansmanına katkıda bulunmalıdır. Temmuz 2021’de Ukrayna ve AB, Hammaddelerde Stratejik Ortaklık Memorandumu’nu imzaladı. Fakat Avrupa, ABD’nin bu hafta imzaladığı anlaşmaya dahil edilmedi.
Ancak, Ukrayna’nın gelecekteki cevher gelirlerinden pay almak için bir anlaşma imzalamak, ABD’yi veya şirketlerini bu cevherlerin küresel piyasalardaki dalgalanmalarından korumaz ve yine Çin ile rekabet konusunda zafer garantisi vermez.
Trump’ın şekillendirdiği bu yeni dönemde, ABD’nin, bu hafta imzalanacak anlaşmanın mürekkebi kurumadan, stratejisini kararlılıkla hayata geçirebilecek direnç ve sürekliliği sağlaması gerekiyor.

ABD: Özgürlük Heykeli’ni Fransa’ya iade etmeyeceğiz

Trump ile Putin arasındaki telefon görüşmesinin ana başlıkları neler?

Polonya ve Baltık ülkeleri Ottawa antlaşmasından ayrılmaya hazırlanıyor

Hindistan ve Yeni Zelanda 2 ay içinde serbest ticaret anlaşması imzalamayı hedefliyor

Çin’den dış ticaret firmalarının iç pazara açılmasına yardımcı olacak tedbirler
Çok Okunanlar
-
AVRUPA6 gün önce
Volkswagen’e ‘sosisli’ müjdesi: Şirketin en popüler ürünü oldu
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
ABD-Rusya ilişkilerindeki büyük tersine dönüş ve Çin’in diplomatik seçimi
-
GÖRÜŞ2 gün önce
Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 1
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
AB’de silahlanma çılgınlığı
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Trump yoktan para yaratabilir mi?
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Trump gümrük vergilerini uygulayamıyor
-
ASYA1 hafta önce
Çinli yatırımcılar Elon Musk’ın şirketlerinden özel olarak hisse alıyor