Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

İsrail’in İran’ın Şam’daki diplomatik misyonuna saldırısı bir dönüm noktası mı?

Yayınlanma

İsrail’in Şam’daki İran konsolosluğuna saldırısına İran’ın ne yapacağı sorusunun cevabını bulmaya çalışırken, perşembe günü Ankara’daki İran Büyükelçiliği’nin kapısını çaldım. İran İslam Cumhuriyeti’nin Türkiye Büyükelçisi Muhammed Hasan Habibullahzade İsrail’in kırmızı çizgileri aştığını vurgulayarak, “İran’ın bu saldırıya orantılı karşılık verme hakkı var” dedi. 

Geçen hafta İsrail, Suriye’nin Şam kentindeki İran konsolosluğunu vurmuştu ve İran, yedi askeri danışmanının öldürüldüğünü açıklamıştı. Bunların arasında üç üst düzey komutanın da yer alması, İsrail’in bölgesel düşmanlarıyla savaşında büyük bir ivmeye işaret ediyordu. Saldırıda General Zahedi, General Hossein Aminollahi ve General Mohammad Hadi Haj Rahimi öldürüldü. Bu saldırı, İran’ın Suriye’deki çıkarlarına karşı hedeflenen eylemlerde büyük bir sertleşmeyi temsil ediyor ve Gazze çatışmasının Orta Doğu’daki daha geniş yankıları arasında İsrail’in İran ve müttefiklerine karşı devam eden askeri eylemlerini yoğunlaştırıyor.

Bu, İsrail’in İran’ın Suriye’deki askeri unsurlarını ve vekil güçlerini hedef aldığı ilk saldırı değildi; fakat 1 Nisan’da, İsrail, ilk kez bir büyükelçilik yerleşkesini vurdu.

İsrail, 2010’dan bu yana İran topraklarında suikastlar da dahil olmak üzere birçok saldırı düzenledi. Hedeflerin önemli bir kısmı, İsrail’e göre varoluşsal bir tehdit olan Tahran’ın tartışmalı nükleer programıyla bağlantılıydı. Başta fizikçiler ve nükleer fizikçiler olmak üzere birçok bilim insanı suikasta kurban gitti ve İran, İsrail’i sorumlu tuttu. Bunların bazıları Tel Aviv tarafından reddedilen ancak Washington tarafından teyit edilen cinayetlerdi.

2021’den 2023 yılına kadar İran’ın nükleer, endüstriyel ve savunma üretim tesislerini çok sayıda saldırı hedef aldı. Haziran 2021’de İsrail’e ait bir drone, Kerec’de nükleer program için santrifüj üreten bir tesisi vurdu ve yangın çıktı. Altı İsrail insansız hava aracı, Kirmanşah yakınlarındaki bir üste yüzlerce insansız hava aracını imha etti. Tesis, İran’ın askeri insansız hava araçlarının üretimi ve depolanması için ana merkez olarak hizmet ediyordu. Mayıs 2022’de, İran içinden konuşlandırıldığı iddia edilen patlayıcı donanımlı helikopter, Tahran’ın 60 kilometre güneydoğusunda bulunan Perçin askeri tesisini vurdu. Ertesi ay patlayıcı taşıyan insansız hava araçları İsfahan’daki merkezi bir askeri tesisi hedef aldı. Ayrıca İslam Devrim Muhafızları’na bağlı çok sayıda üst düzey asker de hedef alındı. Bazıları kaçırıldı, bazıları vuruldu.

Bunlar İsrail’in İran topraklarında gerçekleştirdiği saldırılardan bazıları. Ancak saldırılar bununla sınırlı değildi. İran’ın İran dışındaki, özellikle Suriye’deki askeri üsleri veya vekilleri, Suriye’de birkaç kez vuruldu. Ancak gerilimi en çok tırmandıran saldırı, General Kasım Süleymani’nin öldürülmesi oldu. 2020’de ABD, Irak’ta, İran’ın Orta Doğu’daki askeri stratejilerini yönlendirmede son derece etkili olan İran’ın Kudüs Gücü liderinin ölümüyle sonuçlanan bir hava saldırısı düzenledi. Bu saldırı teknik olarak İsrail’in sicilinde yer almıyor ancak suikast emri, İran açısından İsrail’le eşdeğer tutulabilecek eski ABD Başkanı Donald Trump tarafından verilmişti. Süleymani, 3 Ocak 2020’de Irak’ta ABD’nin insansız hava aracı saldırısında suikasta kurban gitmeden önce, İran’ın dini liderden sonra en güçlü figürü olarak görülüyordu.

İsrail’i genellikle sert tepkilerle tehdit etmeye devam eden ancak aynı zamanda başka bir bölgesel savaştan kaçınmaya çalışan İran, 8 Ocak 2020’de Şehit Süleymani Operasyonu olarak bilinen askeri girişim sırasında El Anbar’daki El Esad Hava Üssü’ne bir düzineden fazla balistik füze ateşledi. Batı Irak Valiliği ve Erbil’deki başka bir hava üssünü vurdu. Bunun dışında İran’ın birçok eylemi sembolik veya “orantılı tepki” düzeyindeydi.

Peki İsrail’in İran’ın Şam’daki diplomatik misyonuna saldırısı bir dönüm noktası mı? İran bu saldırıya sert bir cevap mı verecek, yoksa bunu İran’ı savaşa sürüklemeye yönelik bir provokasyon olarak mı algılayacak? Bunlar herkesin cevabını bulmaya çalıştığı sorular.

Saldırının ardından devlet işlerinde en üst otoriteye sahip olan İran’ın Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney, “Onları suç ve benzeri eylemlerden dolayı pişman edeceğiz” diyerek İsrail’e karşı intikam sözü verdi. BM Genel Sekreteri António Guterres saldırıyı kınadı ve “ilgili herkese azami itidal göstermeleri ve gerilimi daha fazla artırmamaları” çağrısında bulundu. İsrail, İran’ın misillemesine hazırlanıyor. İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in askeri danışmanı General Rahim Safavi, yarı resmi Tasnim ajansına “İsrail rejiminin büyükelçiliklerinin hiçbiri artık güvende değil” diye konuştu. Ayrıca Lübnan’daki Hizbullah grubunun lideri, Şam’daki İran konsolosluğuna yapılan son hava saldırısını bir dönüm noktası olarak nitelendirdi ve İran’ın cevabının kaçınılmaz olduğu sözünü verdi.

Perşembe günü, İsrail dışişleri bakanlığı ile iç istihbarat ve güvenlik ofisi Shin Bet, Şam’da yedi İranlı subayın ölümünün ardından güvenlik endişeleri ve İran’dan gelebilecek potansiyel misilleme tehdidine yanıt olarak dünya çapındaki çok sayıda İsrail büyükelçiliğini geçici olarak kapatma kararı aldı. Elçiliklerin kapatılmasının ardından İsrail büyükelçilerine, büyükelçilik ofislerine rapor vermekten kaçınmaları talimatı verildi.

ABD, İran’ın İsrail’in saldırısına misilleme yapma niyetini açıklamasının ardından alarm durumunu artırdı. Üst düzey bir ABD’li yetkili Reuters’e, Amerika’nın, konsolosluğa yapılan saldırıya misilleme olarak İran’ın bölgedeki İsrail veya Amerikan üslerini hedef alabilecek potansiyel bir saldırı beklentisiyle ihtiyati tedbirler aldığını belirtti.

İran Büyükelçisi: Saldırıya orantılı karşılık verme hakkımız var

İsrail’in Şam’daki İran konsolosluğuna saldırısına İran’ın ne yapacağı sorusunun cevabını bulmaya çalışırken, perşembe günü Ankara’daki İran Büyükelçiliği’nin kapısını çaldım. İran İslam Cumhuriyeti’nin Türkiye Büyükelçisi Muhammed Hasan Habibullahzade İsrail’in müzakereden değil sadece kaba kuvvetten anladığını söyledi. Bir saatten fazla süren sohbetimizde Büyükelçi Habibullahzade, Batılıların kendilerine karşı yaptıkları katliamları durdurmak için kurdukları uluslararası sistemin işlemediğini uzun uzun anlattı. Sohbet, Vestfalya Antlaşması’na yol açan koşullardan ve İkinci Dünya Savaşı’na kadar devam eden kitlesel ölümlerin yaşandığı tarihe kadar uzandı.

Büyükelçi Habibullahzade, “Batılılar tarih boyunca büyük savaşlar yürüttüler. 20. yüzyılda milyonlarca insan öldü. Birleşmiş Milletler’in kuruluşu ancak bu büyük katliamlardan sonra gerçekleşti. Birleşmiş Milletler sistemi barışı korumak, savaşı ve masum insanların öldürülmesini önlemek için kuruldu. Ancak kuruluş amacından sapan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, veto hakkı tanıyarak adeta dünya çapında kendi çıkarlarını koruyan, galip ülkelerin kulübü haline geldi. Dünyada barışı korumak da onların siyasi arzularının bir işlevi haline geldi” diye konuştu.

7 Ekim’den sonra BM Güvenlik Konseyi’nde İsrail saldırılarının durdurulması, ateşkes sağlanması veya insani yardım sağlanmasına ilişkin bazı kararları yalnızca ABD’nin veto ettiğini hatırlatan İranlı Büyükelçi, en son “25 Mart’ta kamuoyunun baskısı altında karar çıktı; bunun bağlayıcı olmadığını söylediler. Yani uygulanmadı” dedi.

Büyükelçi Habibullahzade’ye göre Filistin halkı 70 yılı aşkın süredir işgale ve öldürmeye direniyor. Birleşmiş Milletler’in kararları tasarlandı. Birçoğu büyük güçler tarafından veto edildi. Ancak soru şu ki, bunca yıldan ve tüm bu kararlardan sonra Filistin halkının haklarını güvence altına alabildiler mi? Pek çok kişi artık Filistinlilerin kendilerini uluslararası hukuk ihlallerine ve 1948’den bu yana devam eden İsrail işgallerine karşı savunma hakkına sahip olduğu aşamaya ulaştı.

Filistinli direniş gruplarının yaptığının İsrail’in anlayacağı bir dil konuşmak olduğunu ifade eden Büyükelçi Habibullahzade, İsrail’in İran’ın Şam’daki diplomatik misyonuna saldırısı söz konusu olduğunda aynı sözleri tekrarlayarak, “İsrail uluslararası hukuku tanımıyor ve uygun bir karşılığı hak ediyor. İsrail bir dönüm noktasına geldi ve orantısız ve temelsiz saldırılarla birçok kırmızı çizgiyi aştı. Hastanelere, okullara, yerleşim yerlerine, uluslararası yardım görevlilerine, açlıktan ölen insanlara saldırıyor ve şimdi de Şam’daki İran konsolosluğuna saldırıyor. Diplomatik misyonlar uluslararası koruma altındadır ve 1961 Viyana Anlaşması çerçevesinde dokunulmazlığa sahiptir” dedi.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin bu konuda bir toplantı yaptığını ancak diplomatik bir konuma saldırının uluslararası hukukun ve 1961 Viyana Sözleşmesi’nin açık bir ihlali olmasına rağmen, ne yazık ki uluslararası kuruluşlara uygulanan adil olmayan sistem nedeniyle Batılı güçlerin, basit bir suçluluk beyanının düzenlenmesinin engellediğini hatırlatan İran Büyükelçisi, “İran İslam Cumhuriyeti’nin bu saldırıya orantılı bir karşılık verme hakkı vardır” dedi.

Peki, İsrail diplomatik misyon saldırısıyla ne amaçladı? İran, diplomatik misyon saldırısına aynen cevap verebilir mi?

Uluslararası hukuk profesörü aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu üyesi Mesut Hakkı Caşın’a sordum. İsrail’in savaşta bir şekilde cepheyi genişletmek istediğini ve İran’ı da savaşa çekmeyi amaçladığını söyleyen Caşın, “İsrail, İran’da nükleer silah olduğu hipotezini kanıtlamak istiyor. Bunun için de tek yol kışkırtıcı hareketlerine devam etmek” dedi. Viyana Anlaşması’na göre bir devletin diplomatik misyonuna yapılan saldırı, o devlete yapılmış sayılır. “Hukuken İran’ın mukabele etme hakkı doğar. Ancak bu devletler hukukunda tartışmalı bir konu” diyen Profesör Caşın, İran’ın İsrail’in başka bir devletteki diplomatik misyonuna saldırıda bulup bulunmayacağının belirsiz olduğunu söyledi. Caşın, “İran dini liderinin cuma namazında verdiği mesajın stratejik sabır olarak nitelendirildiğini görüyoruz. Yani İran’ın doğrudan İsrail topraklarına doğrudan bir füze saldırısı yapacağını düşünmüyorum. Ancak İran’ın hiç karşılık vermeyeceğini de söylemek mümkün değil” dedi. İran’ın kendi kamuoyunu ve özellikle Devrim Muhafızlarını yatıştırmak için bir eylem yapmasının mümkün olduğunu söyleyen Caşın, önümüzdeki bir haftanın çok kritik olduğunu belirtti.

İran araştırmacısı Adem Yılmaz da benzer bir değerlendirme yaparak İran için savaş tamtamlarını sınırdan uzak tutmanın en temel mesele olduğunu ifade etti. “Bilindiği gibi İslam’ın en temel ibadeti namazdır, devrimin kurucu lideri Ayetullah Humeyni, devrimi korumanın namazdan bile daha önemli olduğunu söylemiştir. Bu noktada İranlı yetkililer için en hayati konu mevcut düzenin devamlılığını sağlamak ve rejimi zayıflatacak bir savaştan uzak durmaktır” diyen Yılmaz, şunları ekledi: “İran’ın Şam’daki diplomatik misyonuna yönelik saldırısı doğrudan İran topraklarına yapılmış bir saldırıdır. Dahası bu saldırıda Kudüs komutanları yaşamını yitirdi. Tüm bu meydan okumalara rağmen İran’ın güçlü bir yanıt vermeyeceğini düşünüyorum. Süleymani intikamı için Ayn el Esad üssüne önceden bilgi vererek yapılan saldırının benzeri bir hamle olabilir. Bu hem iç kamuoyundaki beklentileri geçici de olsa karşılayacak hem de tansiyonun yükselmesini önleyecektir.”

Ayetullah Hamaney’in muhtelif şehirlerindeki temsilcilerinin bu hafta okudukları cuma hutbeleri de sert bir yanıt verilmeyeceğine işaret ediyor diyen Adem Yılmaz, “Bu hutbeler Hamaney’in belli bir konu hakkındaki tutumuna dair ipuçları verir. Hutbelerin ortak mesajı İsrail’e misilleme yapılırken sabırlı olunması, fevri hareket edilmemesi şeklindeydi. Keza İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın bu saldırı sonrası yaptığı ilk yurt dışı ziyareti Umman’a oldu. Umman İran’ın kriz anlarında batıyla haberleştiği posta kutusudur” ifadelerini kullandı.

ABD’de yaşayan uluslararası gazeteci Serra Karaçam, ABD’deki iç atmosferin Biden’ın yeniden seçilmesi gerektiğine odaklandığını ve İran’ın nükleer kapasitesini artırma çabaları olduğuna dair uyarılarda bulunduğunu söyledi. Washington D.C.’deki İsrail lobisi, Biden’ın İran’a yönelik yaptırımların kaldırılması ve onlarca milyar varil petrolün Çin’e satılması gibi eylemlerini diline dolamaya devam ediyor. Gazze’de World Central Kitchen’da çalışan işçilerin öldürülmesinin ardından ABD’nin artık İsrail’i sivil kayıplarını en aza indirecek bir anlaşmaya ikna etmesi gerektiğine dikkat çeken Karaçam, “İran’daki cuma hutbesindeki ‘sabır’ mesajı, ABD’yi İsrail’i yeni taktiklere ikna etmeye mecbur kılmak için bir zaman tanıma niteliğinde okundu. İsrail, Hamas’ın Gazze şeridi lideri Yahya Sinwari’yi ele geçirmeden yumuşamak, yavaşlamak veya geri çekilmek istemiyor. Bu İsrail için zayıflık anlamına gelecek. Ancak İran, İsrail Gazze’den çekilir ve Gazze’de yeniden inşa süreci başlarsa Şam’daki diplomatik misyon saldırısına karşılık misilleme yapmayabilir. Bu denklemin gerçekleşmemesi halinde İran, daha önce olduğu gibi Irak’ın Kürt bölgelerindeki Mossad üslerini hedef alabilir. Kızıldeniz’de Husiler ABD ticaretini hedef almaya devam edebilir. Saldırı cevapsız kalırsa İran’ın da imajı zedelenecek. Bu tüm taraflar için bir imaj savaşı” dedi. Karaçam, “İran’in, konsolosluk saldırısına cevabını Hizbullah üzerinden vermesi bölgeyi daha da karıştırır. Fakat ABD bu ihtimali her zaman aklında tutuyor ve Hizbullah’a karşı her zaman İsrail’in arkasında olmaya, savunmaya ve desteklemeye devam etmek durumunda. İran’ın ne zaman ve ne şekilde yanıt vereceği bilinmiyor. Siber saldırıyla da cevap verebilir, üçüncü bir ülkedeki diplomatik misyonu hedef alarak da” şeklinde değerlendirmede bulundu.

SÖYLEŞİ

Pekin’deki Filistin uzlaşı anlaşması nasıl hayata geçirilecek?

Yayınlanma

Şanghay Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Enstitüsü’nde Yardımcı Doçent olan Shu Meng, Pekin’de varılan Filistin uzlaşını Harici’ye değerlendirdi: “İsrail’in Gazze’deki operasyonları devam ederken, Filistinli gruplar bölünmüşlüğün ulusal kurtuluşun önünde büyük bir engel olduğunun farkına vardı. Bu uzlaşma Filistin için daha büyük bir iç ivme taşımaktadır.”

Hamas ve Fetih Hareketi başta olmak üzere Filistinli grupların üst düzey temsilcilerinin, Çin’in arabuluculuğunda aralarındaki bölünmüşlüğe son vermeyi ve birlik oluşturmayı amaçlayan “Pekin Diyaloğu”nu imzalamasının yankıları devam ediyor. Tüm Filistin topraklarında (Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs) tek bir geçici hükümet kurulmasını öngören bildiriye, Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’den destek gelirken, ABD ise Filistin yönetiminde “Hamas için bir rol öngörmüyoruz” diyerek karşı çıktı. Öte yandan Batı basını Çin’in başarısını görmezden gelerek, girişimin “gerçekçi olmadığını ve uygulanamayacağını” öne sürüyor.

Tüm bu tartışmaları, 1949’da kurulan Şanghay Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Enstitüsü’nde Yardımcı Doçent olan Shu Meng ile konuştuk. Aynı zamanda ‘Asian Journal of Middle Eastern and Islamic Studies’in yazı işleri müdürü olan Shu Meng, Filistin uzlaşısı, Çin’in Filistin ve Orta Doğu politikası ve ABD’nin bölgedeki rolü üzerine sorularımızı yanıtladı.

Pekin’de üç gün süren toplantıların ardından aralarında Hamas ve El Fetih hareketinin de bulunduğu 14 Filistinli grup, Filistin birliğini inşa etmeyi amaçlayan ortak bir bildiri imzaladı. Bildiriye göre Filistin anayasası temelinde bir ‘geçici ulusal birlik hükümeti’ kurulacak. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu ilerlemenin son derece önemli olduğuna inanıyorum. Çin her zaman Filistin meselesinin temelinde uzun zamandır beklenen bağımsız bir Filistin devleti arzusunun gerçekleştirilmesinin yattığını savunmuştur. Filistinlilerin ulusal haklarına saygı gösterilmesi ve devlet olmalarının desteklenmesi, ulusal uzlaşı ve iç birliğin sağlanmasına bağlıdır. Kendi adıma, Filistin-İsrail barış görüşmelerinde iki taraf arasındaki güç eşitsizliği, kısmen Filistin içindeki bölünmüşlükten de kaynaklanarak, büyük bir engel teşkil etmiştir. Çin’in çabaları müzakere masasında her iki tarafın nispeten daha eşit bir zeminde yer almasına katkıda bulunmuştur.

Filistinli örgütler daha önce de ulusal uzlaşı belgesi imzalamış ancak bu belge uygulanmamıştı. Sizce bu kez birliktelik gerçekleşecek mi? Bu anlaşmayı diğerlerinden farklı kılan nedir?

İç uzlaşmanın tam olarak sağlanması belirli bir zorluk derecesiyle karşı karşıyadır, ancak yine de tüm tarafların bir araya gelerek bir barış anlaşması imzalaması çok önemli bir ilk adımdır.

Üstelik şu anki zamanlama önceki örneklerden farklı. İsrail Gazze’deki askeri operasyonlarını henüz durdurmadı ve çeşitli Filistinli gruplar bölünmüşlüğün ulusal kurtuluşa ulaşmada önemli bir engel teşkil ettiğinin giderek daha fazla farkına varıyor. Gazze’nin siyasi geleceğinin şekillendirilmesine herhangi bir katılım için birleşik bir Filistin zorunludur. Bu nedenle, bu uzlaşma Filistin için daha büyük bir iç ivme taşımaktadır.

Gelecekte uzlaşıya giden yolda, İsrail’le yüzleşme yöntemlerindeki farklılıklar ve parti içi rekabet gibi çok sayıda zorluk bulunmaktadır. Bununla birlikte, iç uzlaşma ve siyasi birlik, Filistin meselesinin çözümünü ilerletmek için doğru yön olmaya devam etmektedir.

Tel Aviv anlaşmaya tepki gösterdi. İsrail’i ikna etmeden böyle bir anlaşmayı uygulamak mümkün mü?

Kendi içinde birleşmiş bir Filistin’in İsrail’in çıkarına olmadığına inanıyorum. Ancak, barış anlaşmasının imzalanmasıyla birlikte, Filistin’de gelecekteki iç uzlaşı İsrail’in engelleriyle karşılaşabilirken, kilit nokta Filistinli grupların farklılıklarını gerçekten bir kenara bırakıp Filistin’in genel çıkarlarına öncelik verip veremeyeceğinde yatıyor.

İki devletli çözüme bu kadar açık bir şekilde karşı çıkan bir İsrail hükümeti varken iki devletli çözümü gerçekçi ve uygulanabilir görüyor musunuz?

Sadece Filistin’in gücüne güvenecek olursak, geçtiğimiz on yıllarda yaşanan tecrübelerin de gösterdiği üzere, iki devletli çözümün gerçekleşmesinin zor olduğu aşikârdır. Bu çözümün hayata geçirilmesi büyük ölçüde uluslararası toplumun itici gücüne bağlıdır. Uluslararası toplum tarafından somut adımlar atılmalı ve bu konuda daha fazla birliktelik sağlanmalıdır.

Çin bu anlaşmayı uygulamak için ne gibi somut adımlar atabilir ve atacak? Pekin bu konuyu İran, Suudi Arabistan, Mısır, Türkiye gibi bölge ülkeleriyle görüştü mü?

Çin “üç adımlı” bir inisiyatif ortaya koymuştur: ilk adım Gazze Şeridi’nde kapsamlı, kalıcı ve sürdürülebilir ateşkesin mümkün olan en kısa sürede teşvik edilmesi ve insani yardım ve diğer yardımların erişiminin sağlanmasıdır. İkinci adım, “Filistin’i Filistinliler yönetir” ilkesini desteklemek ve Gazze’de savaş sonrası yönetimi ortaklaşa teşvik etmektir. Üçüncü adım ise Filistin’in Birleşmiş Milletler’e tam üye olmasını teşvik etmek ve “iki devletli çözümün” uygulanması için çalışmaktır.

Çin, Filistin konusunda Arap ülkeleriyle defalarca iletişim kurmuş ve bu yıl Filistin konusunda Çin ve Arap ülkeleri arasında ortak bir bildiri yayınlamıştır. Ayrıca Çin uzun zamandır ikili ve çok taraflı forumlarda Filistin meselesinin adil bir şekilde çözülmesini teşvik etmektedir.

Çin’in yumuşak güç, diplomasi ve ticari anlaşmalar yoluyla Orta Doğu’daki etkisini artırmaya çalıştığı yönünde eleştiriler var. Bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz? ABD Orta Doğu’yu terk ederken yerini Çin mi alacak?

“Çin yumuşak güç, diplomasi ve ticaret anlaşmaları yoluyla Orta Doğu’daki etkisini artırmaya çalışıyor” demek yerine, “Çin’in Orta Doğu’da yumuşak güç, diplomasi ve ticaret alanlarındaki büyümesi bölgedeki etkisini artırdı” demek daha uygun olacaktır.

Tarihsel olarak hem Çin hem de Orta Doğu ülkeleri görkemli medeniyetlerin doğduğu yerlerdir. Gerçekte, Çin ve Orta Doğu ülkeleri çeşitli alanlardaki değişim ve işbirliğini aktif bir şekilde genişleterek Çin medeniyeti ile Orta Doğu’nun çeşitli medeniyetleri arasındaki karşılıklı anlayış ve değişimi büyük ölçüde teşvik etmiştir. Orta Doğu bugün küresel jeopolitiğin en karmaşık bölgelerinden biridir. Orta Doğu’daki karmaşık ve sürekli değişen durum karşısında Çin, Orta Doğu halklarının kendi kalkınma yollarını bağımsız olarak keşfetmelerini ve Orta Doğu ülkelerinin bölgesel güvenlik sorunlarını ele almak için birlikte çalışmalarını her zaman desteklemiştir. Çin’in adil duruşunun ve ortak kalkınmayı teşvik eden tutumunun, bölgesel etkisini görünmez bir şekilde sürekli olarak artıracağına inanılmaktadır.

İkinci soruya gelince, ilk olarak ABD Orta Doğu’dan tamamen çekilmeyecek, ikinci olarak da Çin onun yerini almayacaktır. İki tarafın Orta Doğu’da farklı avantajları vardır ve aralarında karşılıklı bir ilişki yoktur. Orta Doğu büyük güçler için bir oyun alanı değildir ve Orta Doğu’daki çeşitli ülkelerin etkisi sıfır toplamlı bir oyun değildir. Çin’in Orta Doğu’da ABD’nin yerini almak gibi bir niyeti yok. Bunun yerine Çin, Orta Doğu ülkeleriyle dayanışma içinde çalışmayı ve tüm insanlık için ortak bir geleceğe sahip bir topluluğu birlikte inşa etmeyi ummaktadır.

Çin’in Orta Doğu’da ABD’den farklı olarak ne tür hedefleri, ilkeleri ve çıkarları var?

Çin’in politikaları daha adil ve tarafsız hale gelmekte, herhangi bir müttefiki kayırmaktan kaçınmaktadır. Tüm ülkelerle normal ilişkilerini sürdürerek dengeli bir bağlantısızlık politikası izlemektedir.

Çin kışkırtıcı olmak yerine arabulucu olmayı tercih ediyor. Hiçbir bölgesel krize önemli ölçüde müdahale etmemiştir.

Çin, bölge ülkelerinin büyük güçler arasında bir denge sağlamak ve özerkliklerini artırmak istediklerinin farkındadır. Hiçbir ülkeyi taraf seçmeye zorlamamaktadır.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

Venezuela’da devlet başkanlığı seçimleri ve göç sorunu

Yayınlanma

Venezuelalı siyaset bilimci Micaela Ovelar, Pedro Gual Yüksek Diplomatik Çalışmalar Enstitüsü müdürü ve Venezuelalı Göçmenlerin Kapsamlı Bakımından Sorumlu Devlet Bakan Yardımcısı Pedro Sassone ile mülakat gerçekleştirdi.

28 Temmuz 2024’te Venezuela’da, ülke halkının desteğiyle Hugo Chavez’in Bolivarcı Devrimi kurmayı başarmasından bu yana en önemli başkanlık seçimleri yapılacak. Pek çok analist, bunun ‘Venezuela’nın istikbali ve milli, bölgesel ve uluslararası istikrar için belirleyici bir seçim yarışması’ olduğunu düşünüyor.

Seçilme şansı en yüksek olan iki aday, mevcut başkan Nicolás Maduro ile son anda siyasi seçimlere katılma hakkı bulunmayan muhalefet lideri María Corina Machado’nun yerine gelen ve ABD’nin çıkarlarını gözeten Edmundo Gonzalez.

Venezuelalı ünlü sosyolog ve diplomat Pedro Sassone, Harici’nin sorularını yanıtladı. Sassone, diğer sorumluluklarının yanı sıra Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti’nin Ekvador’daki Misyon Şefi Konsolosluğu ve Güney Ülkeleri Birliği (UNASUR) Genel Sekreterliği’nde Venezuela Temsilcisi olarak görev yaptı.

Halihazırda, Pedro Gual Yüksek Diplomatik Çalışmalar Enstitüsü’nü yönetmenin yanı sıra, ülkesinin Dış İlişkilerden Sorumlu Halk Gücü Bakanlığı’nda Venezuelalı Göçmenlerin Kapsamlı Bakımından Sorumlu Devlet Bakan Yardımcısı olarak görev yapıyor.

Bu 28 Temmuz 2024’te Venezuela’da neler olacak?

Venezuela’da son derece güzel ve umut verici şeyler oluyor. Yani güçlü ve gelişen bir demokrasi ve ABD ve Avrupa’nın yaptırımlarına rağmen istikrara kavuşan bir ekonomi görüyoruz. Birkaç hafta önce Venezuela halkı, ülkenin en yüksek seçim otoritesi olan Ulusal Seçim Konseyi (USK) tarafından düzenlenen ve Venezuelalıların bu yıl (28 Temmuz’da) oy kullanma konusundaki potansiyel istekliliklerini ifade etmek üzere kitlesel olarak katıldığı bir genel seçim simülasyonu gerçekleştirdi. Dolayısıyla Venezuela için yeni bir demokratik parti olacak olan bu seçim pazar günü halkın ifadesinde somutlaşacaktır.

Oy kullanma hakkı ya da oy verme uygulaması Venezuela halkı ve vatandaşları açısından gerçek bir yurttaşlık geleneğidir. Halkımız oy kullanmayı sever ve tıpkı zorunlu olmadığı için binlerce insanın gönüllü olarak katıldığı tatbikat sırasında bunu ifade ettikleri gibi, bu pazar, 28 Temmuz’da da Venezuela toplumunun siyasi tercihinin adayına oy vermek için kitlesel olarak dışarı çıkmasını bekleyebiliriz. Bizim adayımız, siyasi, iktisadi ve sosyal istikrarı garanti eden tek aday olan Devlet Başkanı Nicolás Maduro’dur.

Bu birkaç şeyi yansıtıyor. Birincisi, bugün Venezuela’da yaşanan demokratik, katılımcı ruhu ve barışı; ikincisi ise, kentine sadık kalarak tüm engellerle yüzleşmeyi ve bunların üstesinden gelmeyi bilen Başkan Maduro’nun yönetimine duyulan güveni ve takdiri yansıtıyor.

Venezuela bugün iç, siyasi ve sosyal açıdan istikrarlı mı?

Evet, yaklaşık iki ya da üç yıldır ülke, ABD’nin haksız bir şekilde ‘yaptırımlar’ olarak adlandırılan tek taraflı zorlayıcı tedbirleri bize dayatmasından bu yana görülmemiş bir barış ve huzur yaşadı. Ardından Kovid-19 salgını geldi, ancak Bolivarcı hükümet, yavaş yavaş ekonomik ablukanın üstesinden gelmeyi başardı, öyle ki Venezuela ekonomisi bugün istikrarlı ve yıldan yıla giderek iyileşiyor. Venezuela’ya yönelik saldırılar bir saniye bile durmamasına rağmen bunu yineliyorum.

Bu nedenle, ülkemizdeki seçim sürecinin mükemmel bir şekilde gelişmesi ve 28 Temmuz Pazar günü yapılacak başkanlık seçimlerine gölge düşürecek herhangi bir şiddet eyleminin yaşanmaması en büyük dileğimizdir. Dinamiklerin Venezuela halkının alışık olduğu gibi olmasını bekliyoruz. Yani oy kullanmak bir görev ve yurttaşlık bilincinin ifadesidir, oy kullanmak Bolivarcı Devrimin ve Venezuela’nın yaşadığı demokratik ruh ve barışın kurumudur.

Emperyalist kasırganın hedefinde olduğumuz için, başta Venezuela petrolü olmak üzere tabii kaynaklarımızın kullanımına ilişkin egemenlik hakkımızı savunduğumuz için karşı karşıya olduğumuz tehlike ve tehditlerin farkındayız. Ülkemiz dünyanın en büyük petrol rezervine sahip olmaya devam ediyor, Venezuela’nın maruz kaldığı saldırıların, ablukaların ve her türlü baskının arkasında ne yazık ki kaynaklarımızın yabancı güçler tarafından kontrol edilmesi yatıyor, yatıyor ve yatacak. Buna rağmen ilerlemeye devam ediyoruz.

Bize Venezuela yönetiminin yeni oluşturduğu ve yardımcılığını üstlendiğiniz  bakanlıktan bahseder misiniz?

Bu, Venezuela Dışişleri Bakanlığı’nın yeni bir bakan yardımcılığı. Göçmenlik konusu hükümetimizde bir Devlet politikası olarak ele alınmaktadır, bu çerçevede Devlet Başkanı Nicolás Maduro’nun Vatana Dönüş Büyük Misyonu (GMVP) olarak adlandırdığı bir sosyal misyondur (kamu politikaları dediğimiz şey). Bu, Venezulea’nın şu anda sahip olduğu tek uluslararası misyon olduğunu söyleyebileceğimiz bir sosyal misyondur (veya devletin kamu politikasıdır).

Büyük Anavatana Dönüş Misyonu (GMVP), Venezuelalı göçmenlerin sosyal koruma ve hakları için dört köşeye sahip: 1. Hukuki yardım ve kimlik garantisi; 2. Eğitim, Kültür ve Spor Alanlarında Kapsamlı Bakım; 3. Geri Dönüş için Kapsamlı Sosyoekonomik Koruma ve 4. İletişim ve Lojistik Planı.

İlk tepe noktası, göçmenlere ‘bulundukları ülkelerde maruz kaldıkları suistimallere karşı’ destek sağlayacak, böylece ‘en iyi avukatlar, en iyi hukuk firmaları, insanlarımız için emek suistimalleriyle başa çıkmak için işe alınacak… Ayrıca pasaportlarının onlara ulaşmasını da sağlayacak’.

Her bir ülkede, her bir misyonda, temelde Venezuelalıların en çok akın ettiği yerlerde, hukuki ilgi için konsolosluklarımızı konuşlandıracağız, güçlendireceğiz. Neden mi? Zira hukuk ihlalleri var, yabancı düşmanlığı var, iş hukuku açısından ihlaller söz konusu.

İkinci tepe noktası ise ‘eğitim, kültür ve spor konularında gereken ilgiyi göstererek, diğer şeylerin yanı sıra, lise, üniversite ve teknik okullardaki eğitimlerini tamamlamalarına olanak sağlamanın yanı sıra -Viva Venezuela Mi Patria Querida Büyük Misyonu aracılığıyla- farklı sanatsal tezahürlerde niteliklerini geliştirmelerini kolaylaştıracaktır.

Şimdi genişleteceğimiz ilk pilot planı halihazırda test ettik. Programın adı ‘Bakaloryanı Tamamla’, böylece dünyanın dört bir yanındaki genç Venezuelalılar kurumlarımızda eğitim görebilecekler. Bu öneri, biri lise diğeri ticaret olmak üzere iki sertifikaya sahip olacak bir derece olması ve bu ticaret sertifikasının Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından tanınması gibi bir özelliğe sahip.

Üçüncü tepe noktası sadece Venezuela’ya geri dönüşü garanti altına almakla kalmayacak, aynı zamanda ‘sosyoekonomik koruma sağlamanın yanı sıra, anavatana geldiklerinde girişimcilik ve küçük yatırım projeleri’ başlatacaktır.

Son olarak, dördüncü tepe noktası ‘göçmenlerimiz hakkında gerçeği anlatmayı, Venezuela hakkında gerçeği anlatmayı ve geri dönmek isteyen binlerce göçmene aşamalı ama sürdürülebilir bir şekilde destek sağlamak için lojistik plan yapmayı’ amaçlıyor.

Tüm bunlar Venezuela devletinin sosyal koruma politikasının uluslararası düzeyde bir izdüşümü. Bolivarcı hükümetin sosyal politikası, geri dönmeniz için hizmetinizdedir.

Yurt dışında bulunan Venezuelalıların geri dönme zamanının geldiğine inanıyorum, zira geri dönmek onların hakkıdır ve ülkenin onlara ihtiyacı vardır. Venezuela, uluslararası örgütlere geri dönüşün bir hak olduğunu ve hükümetimizin güvenli geri dönüş için gerekli koşulları sağlayacağını söylemişti.

Yurt dışındaki Venezuelalı göçmenlerin sayısı hakkında çok şey söylendi. Resmi bir rakam var mı?

Resmi rakamlardan bahsetmek spekülasyon olur, çünkü böyle bir rakam yok. Rakamlar yok çünkü hiç kimse hacimleri tam olarak bilmiyor. Ve bunlar, terimin de ifade ettiği üzere, ‘insan hareketliliğindeki’ insanlar, yani buradalar, Kolombiya’dalar, Peru’dalar, Ekvador’dalar. Yani sorun sayı değil. Peki rakamlara ne oldu? Diğerlerinin yanı sıra ABD hükümeti ve uluslararası kuruluşlar tarafından manipülasyon unsuru oldular.

Açıkça söylemek istediğim şey, Venezuela’dan göçün araçsallaştırıldığı ve Venezuela hükümetine saldırmak için siyasi bir faktör olarak kullanıldığı. Dolayısıyla rakamlar, her bir ülkedeki Venezuelalılara verilen sözde destek için harcanan parayı meşrulaştırmaya dönük spekülasyonlar.

Nihayetinde bu siyasi nitelikte bir araç, bu nedenle rakamlardan bahsedemeyiz, süreçlerden bahsedebiliriz. Evet, tarihimizdeki en büyük ve önemli Venezuelalı göç akını süreci yaşandı. Venezuela devleti, bunu bu şekilde tanımladı ve Devlet Başkanımız Nicolás Maduro da Venezuelalı Göçmenlerin Kapsamlı Bakımı misyonunu tanımlarken buna hak ettiği önemi ve düzeyi verdi.

Bu, yurt dışındaki Venezuelalıların bakımını üstlenen tüm sosyal, kültürel ve sağlık yapısıdır ve aynı zamanda hükümetimizin Venezuela Dışişlerine, büyükelçiliklerimize ve konsolosluklarımıza sağladığı tüm destek de önemli. Meksika’dan geliyorum, tüm dışişleri teşkilatımız barışa dönüşün korunması ve desteklenmesi için koordinasyon sağlıyor.

Peki 28 Temmuz’da yapılacak başkanlık seçimlerine aktif olarak katılmak üzere kaç Venezuelalının ülkeye gideceğine ya da geri döneceğine dair bir tahmininiz var mı?

Hayır, bu konuda bir hesabımız yok, zira bu herkesin kendi iradesine ve ülkeye dönme hakkına bağlı. Ve kaç Venezuelalının bu seçimlerde oy kullanmak üzere geri döndüğünü bilmek için elimizde herhangi bir rakam yok. Buna ek olarak Venezuelalılar, Venezuela konsolosluklarının her birinde, yasal olarak ikamet ettikleri ülkede ve Venezuela yasaları tarafından belirlenen şartlara uyarak oy kullanma imkanına sahip olacaklar. Her bir konsolosluk bunu usulüne uygun olarak bildirdi.

Bu seçim sürecinin sonunda Venezuela açısından ne bekleyebiliriz?

Her bir devlet başkanı adayının kendi siyasi seçeneğinin tanıtımını barışçıl bir şekilde sonlandırmasını, Venezuela halkına karşı samimiyet ve sorumlulukla konuşmasını ve sonuçların tüm adaylar tarafından kabul edilmesini umuyoruz. Bizim açımızdan, Devlet Başkanı Nicolás Maduro’nun adaylığıyla ilgili olarak, açık bir diyalog olduğunu, halkla diyaloğun devam ettiğini, 2024-2030 için iktisadi ve sosyal kalkınma rehberimiz olan yedi ana dönüşüm hattı açısından projelendirildiğini biliyoruz. Yani, ekonomik bir önerimiz var, rakamlar var, zira bu yılı yüzde 4’lük bir GSYİH büyümesi ile kapatıyoruz.

Enflasyonu kontrol altına aldık, yatırımlar iktisadi bir savaşın ortasında geliyor. Uluslararası topluma, ülkemize yönelik tek taraflı zorlayıcı tedbirlerin askıya alınmadığını, 930 tek taraflı zorlayıcı tedbir olduğunu söylemek istiyorum. Venezuela, Uluslararası Kamu Hukuku ve İnsan Haklarını ihlal eden bu yasadışı zorlayıcı tedbirlerle siyasi açıdan boğulmaya devam ediyor.

Fakat Venezuela ekonomisi tüm bunlara rağmen toparlanıyor ve Venezuelalıların refahını pekiştirmek ve temel felsefe olan ekonomik refah ve sosyal refahı sağlamak açısından umut var, ayrıca Nicolás Maduro’nun yeniden seçileceğine dair umudumuz ve inancımız tam.

Ayrılan ve geri dönmeye hevesli olan Venezuelalılara, işte ülkesi, işte onu bekleyen bir hükümet demeliyiz. İşte onlar için politika tasarlayan bir hükümet. Ülke bekliyor.

Aileniz sizi bekliyor. İnsanın vatanından daha önemli, daha yüce bir şey yoktur, zira vatan anneniz gibidir, size sağlamlık veren, size kimlik veren şeydir. Sizinki gibi bir ülke yok ve ülkenizle yeniden birleşmek de bir haktır. Venezuelalıların geri dönüşünün, ülkeyi güçlendirmenin ve Bolivarcı Devrime olan demokratik bağlılığı yeniden teyit etmenin, Nicolás Maduro’yu bu 28 Temmuz’da Venezuela kültürünün özellikleri olan barış ve neşe içinde yeniden seçmenin zamanı geldi.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

BAE-Türkiye Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması ne aşamada?

Yayınlanma

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Ekonomi Bakanlığı Uluslararası Ticaret İşlerinden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Juma Mohammed Al Kait, BAE-Türkiye arasındaki ekonomik-ticari ilişkilere ve potansiyel işbirliği alanlarına dair sorularımızı yanıtladı.

Juma Al Kait ayrıca BAE Ticaret Başmüzakerecisi olarak görev yapmaktadır. Son 20 yılda Hindistan, İsrail, Endonezya, Gürcistan, Türkiye ve Kamboçya ile müzakere edilen Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşmaları da dahil olmak üzere neredeyse tüm önemli ticaret meselelerinde önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca BAE’nin Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) çerçevesindeki ticaret müzakerelerine katılımına liderlik etmektedir.

Geçen yıl normalleşme sürecinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında Türk heyeti tarafından BAE’ye önemli bir ziyaret gerçekleştirildi. O toplantıda başta savunma sanayii yatırımları olmak üzere Türkiye’ye yatırım konusunda birçok söz verildi. BAE’nin Türkiye ile yatırımlar ve uluslararası ticaret konusundaki son durumu ve kapasite artırma vaatleri ne durumda?

Öncelikle Türkiye’de olmak ve TPS-OIC Ticari Müzakere Komitesi 3. Bakanlar Toplantısı’na katılmak çok memnuniyet verici. Yaptığı tüm düzenlemeler için Türk hükümetine teşekkür etmek istiyorum. Türkiye’nin de üyeler arasındaki ticareti ileriye taşıyacak plan ve öneriler ortaya koyduğunu görmek güzel. Mal ticaretinin yanı sıra yatırım ve hizmetlerin kolaylaştırılmasıyla ilgili masaya konan ve tartışılan pek çok olumlu öneri var. BAE açısından bakıldığında, BAE ile Türkiye arasında çok iyi bir ekonomik ticaret ilişkisinin tadını çıkarıyoruz. BAE ile Türkiye arasında Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması’nı imzaladığımızı ve bu anlaşmanın yürürlüğe girdiğini görmekten gurur duyuyorum. Her iki ekonomiye de faydası var. Özellikle bu anlaşmanın imzalanmasının ardından BAE ile Türkiye arasındaki ticaret akışının arttığını fark ettik. Bahsettiğiniz gibi son dönemde iki ülke arasında çok sayıda üst düzey ziyaret gerçekleşti. Liderlerin son ziyaretleri, birçok farklı sektörde çok sayıda mutabakat zaptı (MoU) ve anlaşmanın imzalanmasıyla sonuçlandı. İlişkinin böyle olması gerektiğini düşünüyoruz. Her zaman yeni işbirliği alanlarına bakmanın yolları vardır. Bu MoU’lar sadece özel sektörümüzü olağan iş yapma biçimine bakmaya yöneltmeyecek, aynı zamanda genellikle ilgilenmediğimiz diğer alanlardaki yeni fırsatları da keşfedecek.

Sizin için yeni alanlar neler?

Yeni alanlar derken, teknolojinin sanayi sektörleri de dahil olmak üzere birçok farklı sektöre girmesi ve içindeki teknoloji unsuru, finansal hizmetler, inşaat, tarım teknolojisi ve daha birçok alanda ortaya çıkması gibi ekonomideki yeni gelişmeleri kastediyorum. Her iki taraf da birbirini tamamlayabilir. Türkiye’de bazı şirketlere yatırım yapan ve Türkiye’den BAE’ye yatırım çekmeye çalışan BAE, yatırım ekosistemini geliştirmek için çeşitli teşvikler sağladı. BAE altyapı ve bağlantı alanındaki gelişimini genişletirken birçok fırsat var. Bu, Türk şirketlerinin bundan faydalanması ve BAE’de faaliyet göstermesi için iyi bir fırsatı temsil ediyor. Bunu Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması’nda da belirledik. Türk şirketleri ve BAE şirketleri bu anlaşma aracılığıyla avantajlı muameleden yararlanacak ve bu avantajlı düzenleme başkalarına uygulanmayacaktır. Aramızda ticaret, yatırım ve hizmet tedarikçileri konusunda daha iyi muamele görüyoruz.

BAE’ye hangi spesifik sektörler veya şirketler geliyor?

Bahsettiğim gibi, öncelikle inşaat, gıda işleme, profesyonel hizmetler gibi hizmet sağlayıcılar ve konaklama, oteller, restoranlar ve finansal hizmetler gibi diğer alanlar. Özel sektörümüzün iş yapması için uygun bir yasal çerçeve oluşturmayı başardık. Bu daha fazla kullanılmalıdır. İş dünyamızı bu anlaşmanın yararları konusunda bilinçlendirmek hükümet olarak bizim görevimizdir. Artık her iki tarafın ihracatçıları da birçok sektörde gümrük vergisi olmadan ürün ihraç edebiliyor.

Her iki ülke de gümrüksüz ihracat yapabilir mi?

Evet, anlaşmanın hüküm ve koşullarına göre.

Belirli sektörlerle sınırlı mı?

Çoğu sektörü kapsıyor. Ek olarak, yenilenebilir enerji, sürdürülebilir kalkınma ve yeni ekonomiyle ilgili diğer alanlar gibi her iki taraf için de önemli olan alanlarda daha fazla işbirliği için bir başlangıç noktası olarak kabul edilen, daha önce imzalanan mutabakat anlaşmaları da mevcut. Bu Mutabakat Zaptı ve her iki taraf arasında imzalanan Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması aracılığıyla bu alanlarda daha fazla işbirliği yapabilir, ticaret ve yatırımın arttığını görebiliriz.

Sanırım geçen yıl bu Mutabakat Zaptı’nın toplamı neredeyse 50 milyar dolardı. Şu ana kadar bunun hangi kısmı uygulandı veya bir girişim var mı?

Her iki taraf da bu anlaşmalardan bazılarını uygulamaya çalışıyor. Halihazırda başlatılan ve uygulanan çok sayıda Mutabakat Anlaşması var. İşler yolunda gidiyor ve ilerleme için özel bir izleme süreci var. Her şeyin bu Mutabakat Zaptı’na ve liderlerimizin vizyonuna göre sorunsuz ilerlemesini sağlamak istiyoruz.

Neredeyse bir yıl oldu değil mi?

Evet. Bu Mutabakat Zaptı’nda pek çok farklı sektör vardı. BAE’nin gelip Türk özel savunma sektörüne yatırım yapması Türkiye’de çok konuşuldu. Daha önce de açıkladığım gibi her alanda yatırım daha da kolaylaşacak. Her iki taraftaki yatırımcılar daha iyi iletişim kurabilecek ve anlaşmaları daha verimli bir şekilde imzalayabilecek. Her iki taraf arasında yakın gelecekte yapılabilecek birçok şey var. Bir hükümet temsilcisi olarak her iki özel sektörü de daha fazla çalışmaya ve yeni fırsatları keşfetmeye teşvik etmek benim için önemli. BAE’nin ayrıca dünya çapında birçok ülkeyle imzaladığı anlaşmalar Türk yatırımcılar için altın bir fırsat teşkil ediyor. BAE pazarlarında faaliyet gösterdikten sonra, ticari anlaşmalar imzaladığımız diğer pazarlarda da işlerini genişletebilirler. BAE’nin bu anlaşmaları imzalama konusunda neler yaptığının farkında olduğunuza eminim. Afrika, Latin Amerika ve Asya’da birçok ülkeyle anlaşma imzaladık. Türk şirketleri BAE pazarında faaliyet gösterdiklerinde bundan faydalanacak. BAE’deki gelişmiş altyapı, Türk ürünlerinin diğer pazarlara daha iyi taşınmasına yardımcı olacak. Türk sanayisinin BAE üzerinden uluslararası alanda genişlemesine destek olacak bir platform.

Normalleşme sonrasında Katar’la ticari ilişkileriniz iyi mi? Katar’la pozisyonunuz nedir?

Ekonomik açıdan bakıldığında herkesle her zamanki gibi iş yapıyoruz. Katar dahil tüm Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleriyle çok iyi ticari ilişkilerimiz var. İkili ticaretimizde artışa tanık olduk. Körfez İşbirliği Konseyi üyeleri arasındaki iç ticareti geliştirmeye yönelik Körfez İşbirliği Konseyi düzeyinde de çabalar var. Bildiğiniz gibi gümrük birliğimiz var, ekonomik anlaşmalarımız var ve son dönemde liderlerimiz arasında yapılan ziyaretler ekonomik gündemimize olumlu katkı sağladı. Yakın zamanda Doha’ya gittik, Körfez İşbirliği Konseyi ticaret bakanları toplantılarından bazılarına ev sahipliği yaptık ve çok iyi sonuçlar elde ettik. Yani işler çok iyi gidiyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English