Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

İsrail’in yapay zekâ yatırımlarındaki riskler

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Yapay zekâ teknolojilerinin gelişiminde en kaygı verici nokta askeri konulardaki yenilikler. Mevcut savaşlarda yapay zekâ ürünlerinin tali olsa da etkisi olduğu ve yaygın kullanılmaya başladığı fark edilecektir. Savaşan devletler açısından ileriye dönük, iyi düşünülmüş bir yatırım olarak görülebilir. Ve yapay zekâ teknolojilerinin önde gelen yatırımcıları arasında Filistin’i işgal eden İsrail devleti geliyor. İsrail’in bu konuda yatırımları ve uygulamaları dünyanın pek dikkatine nail olmuyor, nitekim Filistin meselesi de büyük ölçüde unutulmuş ve “rutinleşen” bir gündem. Şirketlerin güvenlik kurumlarıyla olan dirsek temasları üzerindeki çalışmalarıyla bilinen İsrailli iktisatçı Shir Hever, Tel Aviv’in yapay zekâ yatırımlarının tehlikelerine odaklanmış.


İsrail yapay zekâyı zaten silah olarak kullanıyor: ama iddia ettiği şekilde değil

Shir Hever
Mondoweiss
2 Temmuz 2023

İsrail yapay zekâ teknolojisinde lider olduğunu iddia ediyor ama getirdiği başlıca yenilikler gevşek endüstri etiği ve yaygın gözetim.

Filistinlilerin haklarını destekleyen akademisyenler ve aktivistler bazen istemeden de olsa İsrail’in silah endüstrisini destekliyor mu? İsrail’in askeri niteliğini abartma makinesi, işgali yeni geliştirdiği silahlar için bir “laboratuvar” ya da “vitrin” olarak kullanmasıyla meşhur, ancak bu durum İsrail’in silah ihracatına karşı çıkan aktivistler için bir ikilem yaratıyor. Akademisyenler ve aktivistler, İsrail güçleri tarafından işlenen suçları vurgulamaktan ahlaki olarak sorumlu. Fakat aktivistler bu silahların yol açtığı yıkım, acı ve ölümlere işaret ederek, istemeden de olsa İsrail’in ölüm, yıkım ve baskı teknolojilerini satmasını sağlayan propagandayı yeniden üretebilirler.

İsrail’in abartı tuzağına düşmemek için bir adım geri atmalı ve zaman içinde uyguladığı baskı ve devlet şiddeti yöntemlerine bakmalıyız. Yakın zaman önce Batı Şeria’daki İsrail kuvvetleri 20 yıl öncesinin, ikinci İntifada’nın yöntemlerine geri döndü ve bir Apaçi helikopteri bütün bir kalabalığa kurşun yağdırdı. Teknoloji geriye doğru gidiyor.

Casus yazılımlar bu aldatmacaya iyi birer örnek. İsrailli casus yazılım şirketleri, en yüksek teklifi verenlere ya da İsrail hükümetinin ilişkilerini geliştirmek istediği otoriter rejimlere casus yazılım satmak için hükümetten yetki aldılar. Bu durum casus yazılımları İsrail’e ait bir teknoloji haline getirmez ve ABD, Rusya ve casus yazılımlara erişimi olan diğer ülkelerdeki istihbarat teşkilatları bunları piyasada satışa sunmazlar.

Antony Loewenstein, The Palestine Laboratory (Filistin Laboratuvarı) adlı kitabında bu aldatmacanın nasıl İsrailli silah şirketlerinin satışlarını artırmak için üretildiğini tartışırken Rhys Machhold da İsrail’in işlediği suçlara dönük eleştirel metinlerin, aktivistlerin durdurmaya çalıştığı şirketler tarafından tanıtım malzemelerine dönüştürülmesi konusunda uyarıda bulundu.

İsrail’in abartı makinesinin ötesinde

Abartı makinesinin en son ürünü yapay zekâ. Öğrenme ve uyum sağlama kabiliyetine sahip yapay zekânın hızlı gelişimi basında ve sosyal medyada hem hayranlık hem de korku uyandırıyor, bu nedenle İsrail apartheid kurumlarının şimdiden kendilerini öncüler olarak markalaştırmaya çalışması şaşırtıcı değil.

Sophia Goodfriend, 972 Magazine’de kaleme aldığı makalesinde İsrail ordusunun yapay zekâ kullanımı konusunda uyarıda bulunuyor ama bu iddiasını dayandırdığı tek kaynak İsrail ordusunun kendisi. Haziran 2022’de İsrail’in en büyük silah şirketi Elbit Systems, Legion-X adlı katil robot sürüsünden oluşan yeni sistemini sergiledi ve bunu “yapay zekâ destekli” olarak nitelendirdi. Bu silah sahiden de dehşet verici. Bununla birlikte, Legion-X’in sürücüsüz bir arabadan daha az yapay zekâ özelliği içerdiğini ve işgal altındaki topraklarda sivil bir mahallede faaliyet gösteren herhangi bir askeri birlikten daha fazla veya daha az ölümcül olacağına dair hiçbir delil olmadığını vurgulamak önemli.

Netanyahu, İsrail’in yapay zekâ araştırmalarında dünya lideri olduğuna dair tutkulu bir konuşma yaptı ve bu konuşma, en az Netanyahu’nun diğer konuşmaları kadar doğruluk payı içeriyordu. Open AI CEO’su ve ChatGPT sisteminin en ünlü geliştiricilerinden biri olan Sam Altman, haziran ayının başlarında İsrail’e yapmayı planladığı bir gezi sırasında Netanyahu ile görüşme fırsatını geri çevirdi. Bunun üzerine Netanyahu alelacele ülkesinin, yapay zekâ ile haşır neşir olması nedeniyle hisseleri yükselen NVIDIA ile İsrail hükümeti için bir süper bilgisayar geliştirmesi konusunda sözleşme yapacağını duyurdu. Süper bilgisayar geliştirme fikrinin herhangi bir fizibilite çalışmasına değil de bir hevese dayandığı ortaya çıkınca planlar birkaç gün içinde iptal edildi. İlginçtir ki bu mega projenin iptali İbranice basında haber yapılırken İngilizce basında yer bulmadı.

Yapay zekâ korkusu, Eliezer Yudkowsky gibi önde gelen akademisyenlerin alarmı yükseltmesi ve denetimsiz yapay zekâ gelişiminin kitle imha silahları kadar tehlikeli olarak görülmesi gerektiği konusunda uyarıda bulunması ile yapay zekânın tehlikelerine canlı bir tartışmayı körüklüyor. Yapay zekânın tehlikeleri hakkındaki tartışmalar, otonom silahların veya yapay zekânın dikkatsiz bir operatör tarafından kendisine verilen bir hedefe ulaşmak için tüm sistemlerin kontrolünü ele geçirmesi ihtimalinin yarattığı tehlikeye odaklanıyor. Yaygın örnek, güçlü bir yapay zekâ sistemine “iklim değişikliğini çözmesi” için verilen varsayımsal talimat; bu senaryoda yapay zekâ, mantıksal olarak iklim değişikliğinin nedeni olan insanları derhal yok etmeye başlayacaktır.

Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, İsrail’in yapay zekâ tartışması büyük ölçüde farklı. İsrail ordusu El Halil’e otonom bir top yerleştirdiğini iddia ediyor, fakat İsrail, riskleri en aza indirmek adına yapay zekâyı düzenleme konusunda AB, Britanya ve ABD’nin gerisinde kalıyor. İsrail, Oxford Insights Yapay Zekâ Hazırlık Endeksi’nde 22. sırada yer alıyor. Ekim 2022’de İsrail Teknoloji ve İnovasyon Bakanı Orit Farkash-Hacohen, yapay zekâyı düzenlemek için herhangi bir mevzuata gerek olmadığını açıklamıştı.

Bununla birlikte, otonom silahlar ya da robot isyanı, yapay zekâdaki yeni gelişmelerin yarattığı en büyük risk değil. Bana göre, genelde ChatGPT olarak adlandırılan dil modeli ve gerçek belgeler gibi görünecek kadar gerçekçi görüntü, ses ve video üretme kabiliyeti, sınırsız erişim satın alabilecek kadar zengin olan yapay zekâ kullanıcılarına sınırsız güç verebilir.

ChatGPT ile yaptığınız bir sohbette, riskli konuları gündeme getirmeye çalışırsanız, program size cevap vermenin kuralları ihlal edeceğini bildirecektir. ChatGPT bireyler hakkında özel bilgiler toplama, tehlikeli patlayıcıların, kimyasal veya biyolojik silahların nasıl üretileceği hakkında bilgi toplama gücüne sahip ve en tehlikelisi de ChatGPT, insanlarla ikna edici bir şekilde nasıl konuşacağını ve onları politikalarını etkileyebilecek belirli bir gerçek ve yalan karışımına nasıl inandıracağını bilir. ChatGPT kullanıcılarının ortalığı kasıp kavurmasını engelleyen tek şey, geliştiriciler tarafından kurulan ve kolayca kaldırabilecekleri güvenlik önlemleri.

Cambridge Analytica gibi dezenformasyon şirketleri, yalan haberler yayarak ve daha da önemlisi, yalan bilgileri kişilere uyarlayarak —yaş, cinsiyet, aile durumu, hobiler, beğeniler ve beğenilmeyenler hakkında toplanan verileri kullanarak— onları etkilemek suretiyle seçimlerin nasıl yönlendirilebileceğini göstermişti. Cambridge Analytica sonunda ifşa edilmiş olsa da onlarla birlikte çalışan İsrailli Archimedes Group hiçbir zaman ifşa edilmedi ya da hesap vermedi. Forbidden Stories tarafından kısa süre önce yayımlanan bir haber, Archimedes Group’un İsrail merkezli, ancak dünya çapında faaliyet gösteren bir dezenformasyon ve seçim hilesi endüstrisi olarak yaşamaya devam ettiğini ortaya koydu. Dezenformasyon şirketleri, sosyal medyada dezenformasyon yayan sahte avatar orduları oluşturmak için yapay zekânın ilkel biçimlerini halihazırda kullanıyor. Rakiplerinin itibarını yok etmeyi göze alabilen adaylar, kamu görevine girmenin yolunu satın alabilirler. Bu yasa dışı, fakat İsrail hükümeti bu sektörün ülke dışında serbestçe faaliyet göstermesine izin vermeyi tercih etti.

Yapay zekâyı kötüye kullanmada dünya lideri

Yakın zaman önce Janes, Blackdot ve hatta ABD İç Güvenlik Bakanlığı, OSINT’in (açık kaynak istihbaratı) yarattığı etik riskleri tartışmıştı. Bilgi çalmayı ve gizli gözetlemeyi içeren casusluk riskli ve gayri meşru, ancak gazeteler, sosyal medya vb. gibi açık kaynaklardan kamuya açık bilgileri toplayarak casuslar hedefleri hakkında kapsamlı profiller oluşturabilirler. Yabancı ülkelerdeki istihbarat teşkilatları tarafından gerçekleştirilen OSINT operasyonları fazla miktarda zaman, çaba ve para gerektiriyor. O dili konuşan ve yerel gelenekleri anlayan casuslardan oluşan bir ekip kurulmalı ve ardından bir hedef hakkında özenle bilgi toplanması gerekir; bu bilgiler daha sonra itibar suikastı —hatta gerçek suikast— için kullanılabilir.

Yine, İsrail OSINT’te lider değil ama bu yöntemlerin para için vicdansızca kullanılmasında lider. Eski Mossad casusları tarafından kurulan Black Cube adlı İsrail şirketi, Harvey Weinstein gibi suçlulara hizmet sunmuş ve Weinstein’ı şikâyet eden kadınlara itibar suikastı düzenlemeye çalışmıştı. Neyse ki Black Cube projelerinin çoğunda başarısız oldu. Yalanları yeterince inandırıcı değildi, kılıfları yeterinde incelikli değildi, topladıkları bilgiler çok eksikti.

Yapay zekânın yeni kabiliyetleri ile tüm bunlar değişiyor. Yapay zekâ üzerindeki etik kısıtlamaları devre dışı bırakmak için yapay zekâ sağlayıcılarına rüşvet verebilen herkes, normalde haftalar ve onlarca insandan oluşan bir ekip gerektiren bir OSINT operasyonunu dakikalar içinde gerçekleştirme gücüne sahip olacaktır. Bu güçle yapay zekâ, sadece insanları otonom silahlarla öldürmek için değil, çok daha ciddi bir şekilde, insanların dostu düşmandan ayırt etme kabiliyetlerindeki karar alma sürecini etkileyerek yıkıcı bir rol oynayabilir.

İnsan hakları örgütleri ve BM uzmanları bugün İsrail devletinin bir apartheid rejimi olduğunu kabul ediyor. İsrailli yetkililerin savunmasız Filistinli sivilleri öldürmek için yapay zekaya ihtiyacı yok. Ancak, insan propagandistler İsrail’in itibarını koruyamadılar, ki bu insanlar açısından epey zor bir iş. Fakat İsrail, insanların başarısız olduğu yerde yapay zekânın başarılı olabileceğini umuyor.

İsrail rejiminin ticari pazarda mevcut olanlardan başka yapay zekâ teknolojisine erişimi olduğunu düşünmek için herhangi bir gerekçe yok ama Filistin halkına karşı apartheid ve yerleşimci-sömürgeciliği sürdürmek için her türlü yola başvuracağına ve her türlü kırmızı çizgiyi aşacağına inanmak için her türlü gerekçe mevcut. ChatGPT gibi mevcut yeni yapay zekâ dil modelleri ile bu rejim ile hedefi arasında duracak tek şey, yapay zekâ geliştiricilerinin bir apartheid rejimini böylesine tehlikeli bir teknoloji ile silahlandırma riskini fark etmeleridir.

İsrail’in gizli polis şefi Ronen Bar, bunun halihazırda gerçekleştiğini ve yapay zekânın çevrimiçi otonom kararlar almak ve insanları henüz işlemedikleri suçlardan sorumlu tutmak üzere sosyal medyada gözetlemek için kullanıldığını açıkladı. Bu, yapay zekânın İsrail tarafından halihazırda silah olarak kullanıldığına dair bir ikaz. Yapay zekânın neden olduğu zararı önlemek, ancak onu anlamak için zaman ayırırsak mümkün olabilir.

DÜNYA BASINI

Rus basını değerlendirdi: Beşar Esad sonrası Suriye nasıl olacak?

Yayınlanma

Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve Suriye Milli Ordusu (SMO) üyeleri 8 Aralık’ta hükümet güçlerinin direnişiyle karşılaşmadan Şam’a girdi. Başbakan Muhammed Gazi el-Celali, el Arabiya kanalına yaptığı açıklamada, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın nerede olduğunun bilinmediğini söyledi.

Başbakan, hükümetin diğer üyeleriyle birlikte Suriye’nin başkentinde kaldı. Esad’la 7 Aralık’tan bu yana temas kurmadı ve başkenti ele geçiren silahlı muhalefetin komutanlarıyla görüşmelere başlayarak, Suriyelilerin özür seçimlerde seçeceği kişiye iktidarı barışçıl bir şekilde devretme sözü verdi.

Şam nasıl düştü?

Medya, Esad’ın Suriye başkentinden Lazkiye’ye doğru uçtuğunu ve IL-76 uçağının geri dönerek Humus yakınlarında radardan kaybolduğunu bildirdi.

Reuters, iki kaynağa dayandırdığı haberinde Suriye Devlet Başkanı’nın kaza sonucu ölmüş olabileceğini bildirdi. Aynı zamanda, ajansın muhatapları uçağın kaybolmasının mürettebatın yanıtlayıcıyı kapatması ve ardından uçağın radardan kaybolması nedeniyle olabileceğini de göz ardı etmedi.

The Wall Street Journal‘a göre, Devlet Başkanı’nın ayrılmasından kısa bir süre önce eşi Esma ve çocukları Rusya’ya, damatları ise BAE’ye uçtu.

Rusya Dışişleri Bakanlığı, Esad’ın muhalifleriyle yaptığı görüşmelerin ardından Suriye’den ayrıldığını, Moskova’nın görüşmelere katılmadığını açıkladı. 8 Aralık akşamı Rus haber ajansları Kremlin’e dayanarak Esad’ın Moskova’ya vardığını bildirmişti.

Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi (RIAC) program koordinatörü İvan Boçarov, Vedomosti gazetesine yaptığı açıklamada, Esad’ın kendi zaferine olan güveninin ona acımasız bir şaka yaptığını belirtti.

Uzmana göre, savaşın galibi olduğuna inanan Esad, Rusya ve İran’ın yardımı olmadan “muhalefetle müzakere etmeyi reddetti ve istemediği herkesi terörist olarak nitelendirdi”. Uzmanlara göre, Esad’ın yenilgisinin nedenlerinden biri de ülkedeki zorlu ekonomik durum nedeniyle savaşmak istemeyen ordu birliklerinin motivasyonunun düşük olmasıydı.

Şam’ın düşmesinin hemen öncesinde Suriye ordusu, muhalifleri neredeyse hiç savaşmadan ülkenin üçüncü büyük kenti Humus’u işgal ederek kıyı illerinin Şam’la bağlantısını kesti.

Bunun öncesinde, hükümet güçleri ülkenin güneyindeki Hama, Dera, Süveyda ve Halep vilayetlerini terk ederek 27 Kasım’da başlayan tırmanıştan üç gün sonra cihatçıların eline geçti. Ayrıca el Cezire‘ye göre, silahlı gruplar Akdeniz kıyısında bir Rus deniz üssünün bulunduğu Tartus kentine girdi.

Şam’ın ele geçirilmesinden hemen sonra Suriye silahlı muhalefetinin liderleri, televizyonda yaptıkları ulusa sesleniş konuşmasında Devlet Başkanı Esad’ın devrildiğini duyurdu.

Ayrıca, silahlı gruplar Şam’ın merkezindeki kamu radyo ve televizyon binasını işgal etti ve HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Culani, astlarına iktidarın resmi geçişine kadar Başbakan Gazi eş-Celali’nin kontrolünde kalacak olan devlet kurumlarını ele geçirmemelerini emretti. Bu karara rağmen, Şam’daki İran Büyükelçiliği ele geçirildi ve yağmalandı.

Boçarov’a göre İran, İsrail ile yaşanan gerilim sırasında tükenen kaynaklar nedeniyle Esad’a yardım etmeyi reddetti. Uzman, “İsrail ordusunun Suriye sınırına çekilmesi göz önünde bulundurulduğunda, Tahran’ın çatışmaya tam ölçekli bir katılım için hazırlıksız olduğu anlaşılıyor,” dedi.

Müttefiklerin ve komşuların tepkisi ne oldu?

The New York Times‘ın haberine göre, İran Şam’ın ele geçirilmesinden bir gün önce Suriye’deki asker ve diplomatlarını tahliye etmeye başladı.

Kaynaklara göre, bazı İranlı diplomatik personel ve aileleri 6 Aralık sabahı erken saatlerde ülkeden ayrılarak Irak ve Lübnan’a doğru yola çıktı. Reuters‘ın Lübnan güvenlik servisinden aldığı habere göre, Hizbullah da önceki gün askeri birliklerini Suriye’den geri çekti.

İran Dışişleri Bakanlığı, Suriye’nin kaderinin yalnızca Suriye halkının sorumluluğunda olduğunu belirtti. 2015 yılında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, son basın toplantısında Rus Silahlı Kuvvetlerinin operasyonlarına ilişkin soruyu yanıtlarken, “Suriyelilerin kendilerinden daha fazla Suriyeli olmayacağız,” demişti.

RIAC araştırma direktörü Andrey Kortunov, İran ve Rusya’nın 2015’teki eylemleri sayesinde Esad’a oyun oynama fırsatı verildiğini ifade etti: “Esad’a bir ‘bonus oyun’ oynama fırsatı verildi; muhalefetle bir anlaşmaya varmak için dokuz yılı vardı.”

2017’den bu yana hükümet, Rusya, Türkiye ve İran’ın arabuluculuğunda Suriye muhalefetinin temsilcileriyle düzenli görüşmeler yaparak krizden çıkış yolları aradı. Bu platform daha sonra “Astana formatı” olarak adlandırıldı.

Federasyon Konseyi Başkan Yardımcısı Konstantin Kosaçev, Telegram kanalında Moskova’nın Şam’a yardım etmeye devam edeceğini, fakat Suriyelilerin ülkedeki iç savaşla kendi başlarına başa çıkmak zorunda kalacaklarını yazdı.

Kortunov, “Esad hükümetinin düşmesinin yarattığı bazı sorunlara rağmen, Moskova için öncelikli görev Ukrayna’daki özel askeri harekât ve diğer tüm konular arka plana itiliyor,” dedi.

Kosaçev, Rusya’nın öncelikli görevinin diplomatlar ve ailelerinin yanı sıra askeri personel de dahil olmak üzere yurttaşlarının güvenliğini sağlamak olduğunu belirtti.

Rusya daha önce de Şam’ı iç savaşın tarafları arasında verimli bir siyasi diyalog başlatmaya çağırmıştı.

Ulusal Araştırma Üniversitesi Ekonomi Yüksek Okulu profesörlerinden Nikolay Suhov’a göre, Şam yetkilileri çatışmayı çözmek için böyle bir görüşme başlatma fırsatını kaçırdı ve bu da Esad’ın halkın desteğini kaybetmesine neden oldu. Uzman, “Esad ailesinin mensup olduğu Alevilerin bile Lazkiye’de Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’ın babasının heykelini yıkması bunun bir göstergesi,” diye özetledi.

Kremlin: Suriye muhalefeti, Rus askeri üslerinin güvenliğini garanti altına aldı

Suriye’yi neler bekliyor?

Boçarov, Suriye’de HTŞ’nin kontrolünde bir geçiş hükümeti kurulmasının muhtemel olduğunu belirtti. Uzman, daha kapsayıcı bir kabine kurulması ihtimalini de göz ardı etmedi ancak HTŞ’nin iktidarı diğer güçlerle eşit şekilde paylaşmayı kabul etmesi pek mümkün görünmüyor:

“En azından SMO gibi dost grupların temsilcilerinin yanı sıra bazı Esad dönemi yetkilileri de geçiş hükümetine katılabilir. Belki de HTŞ’nin gözetimi altında seçimler yapılacaktır.”

Boçarov, aynı zamanda Suriye’de “Libya senaryosunun” gerçekleşme ihtimalini de tamamen göz ardı etmemek gerektiğini belirtti. Uzman, bu koşullar altında Moskova’nın askeri varlığını sürdürme konusunda geçici hükümetle anlaşmaya çalışacağını ifade etti: “Doğru, silahlı muhalefetin Rus hava kuvvetlerinin saldırılarını unutması pek mümkün değil. Ancak HTŞ için Rus askeri üsleri konusu öncelikli değil, onlar daha ziyade ülkenin büyük bölümünü yönetme konusuyla ilgileniyorlar.”

Suhov’a göre, Suriye’de HTŞ’nin saha komutanları ile kapsayıcı bir hükümet kurma taahhüdünde bulunan merkezi komuta kademesi arasında çatışma yaşanabilir.

Şam’da yerel halka silah dağıttıklarını ve evleri, dükkanları yağmaladıklarını belirten uzman, “Yağmalamanın taban ile HTŞ’nin üst düzey askeri yetkilileri arasındaki çatışmadan kaynaklandığına inanıyorum,” değerlendirmesini yaptı.

Moskova Devlet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Doğu Çalışmaları Bölümü Profesörü Aleksandr Krilov ise, Suriye’de birleşik bir hükümet kurmanın mümkün olmayacağını ve ülkenin Irak’ın kaderini tekrarlama riski taşıdığını söyledi.

Uzman, “Suriye’de Irak’tan çok daha fazla özerk topluluk olduğu için -aynı Dürziler ve Kürtler gibi- şimdi daha fazla olmasa da yaklaşık üç bölgeye bölünme olacak,” yorumunu yaptı.

Krilov, HTŞ’nin yaklaşık 8-12 milyon kişiyi temsil ettiğini belirtti. “Ülkeyi kendi bayrakları altında birleştirmeleri pek mümkün değil,” diyen Krilov’a göre, Esad’ın icraatlarına karşı halkta biriken hoşnutsuzluk ve aşiretine karşı duyulan öfke nedeniyle Suriye uzun zaman önce parçalanabilirdi.

“Yakın zamana kadar, dini bir azınlık olan Aleviler, pratikte devletteki tüm kilit pozisyonları ele geçirdi,” diyen uzman, şimdi de ülkedeki Rus üsleriyle ilgili anlaşmaya yönelik bir tehdit olduğuna inanıyor.

Aynı zamanda ABD Savunma Bakan Yardımcısı Daniel Shapiro, Washington’un “IŞİD’in eniden canlanmasını önlemek” için Suriye’nin doğusundaki Tanf üssündeki askeri varlığını sürdüreceğini söyledi.

Orta Doğu uzmanı Kirill Semyonov’a göre, Suriye’de ciddi bir iç bölgesel değişiklik olmayacak. Uzman, ülkenin halihazırda fiilen ciddi şekilde parçalanmış olduğunu ve silahlı grupların Kürtlerle nasıl müzakere edeceğinin belli olmadığını belirtti.

Uzman, Suriye’deki yönetimin muhtemelen HTŞ’ye bağlı kurtuluş hükümeti gibi yapılar tarafından yürütüleceği görüşünde.

ABD ve Britanya, HTŞ’yi “terör” listesinden çıkarmayı planlıyor

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

ABD daha önce de kitlesel sınır dışılar yapmıştı

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, Donald Trump’ın göçmenlik politikalarıyla tarihsel bir paralellik kurarak, ABD tarihindeki zorunlu göç, kolonizasyon ve nüfus arındırma politikalarını inceliyor. Metin, 19. yüzyılda Amerikan Kolonizasyon Cemiyeti’nin kölelik karşıtı ama dışlayıcı politikalarından başlayarak, Thomas Jefferson ve Abraham Lincoln gibi ABD kurucu figürlerinin bu süreçteki tayin edici rollerine değiniyor. Yine, ABD’de tarihsel olarak kimin “gerçek Amerikalı” sayılacağına dair kadim tartışmaları, kölelik, Kızılderili Tehciri, 1924 Göç Yasası ve güncel göç politikalarına uzanan bir bağlamda ele alırken, bunun kapitalist ulus-devletin kurucu unsuru olan işgücü denetimi ve mülkiyet rejimleriyle ne denli iç içe geçebileceğini de nüanslı şekilde vurguluyor.

ABD’nin göç ve nüfus politikalarındaki tarihsel sürekliliğe dair bu hatırlatma, ülkedeki güncel göçmenlik politikalarının bir liderin ideolojik tercihlerinin ötesinde ABD’deki sermaye birikim süreçleri ve üretim ilişkilerinin tarihsel olarak oluşturduğu yapısal zorunluluklar üzerine de yeniden düşünmeye davet ediyor.


Amerika daha önce de kitlesel sınır dışılar yapmıştı

Eric Foner
The Nation
25 Kasım 2024
Çev. Leman Meral Ünal

Donald Trump’ın başkanlık kampanyası sırasında ortaya attığı sayısız vaat arasında hiçbiri, ABD’de yaşayan tahmini 11 milyon kağıtsız göçmeni sınır dışı etme planı kadar destekçilerinde coşku; karşıtlarında ise esef duygusu yaratmadı. Nüfusun böylesine kitlesel bir şekilde ve zorla yerinden edilmesi, birçok eyaletteki işgücü piyasasını kaosa sürükleyeceği gibi, dünyanın geri kalanı için de sarsıcı bir şok demek. Yine de bir toplumu istenmeyen kişilerden arındırma fikri çok da emsalsiz sayılmaz.

Modern tarihte, 1492’de İspanyol Yahudilerinin ve Yedi Yıl Savaşları sırasında Akadyalılar (İngilizler tarafından Nova Scotia’dan sürülen Fransız yerleşimciler) da dahil olmak üzere büyük nüfus gruplarının zorla yurtlarından edildiği pek çok örnek mevcut. Amerika Birleşik Devletleri’nde 1830 tarihli Kızılderili Tehcir Yasası, Mississippi Nehri’nin doğusundaki Kızılderili nüfusunun neredeyse tamamının bugünkü Oklahoma’ya sürülmesine yol açmıştı; bu zorunlu yürüyüş bugün hala “Gözyaşı Yolu” olarak anılmakta. Yine 1929 Büyük Buhranı sırasında da eyalet yetkilileri ve ulusal yetkililer Meksika kökenli binlerce kişiyi ABD sınırları dışına sürmüştü.

Amerikan sınırları içinde siyasi liderlerden en büyük desteği alan nüfus arındırma planı ise 1816’da kurulan Amerikan Kolonizasyon Cemiyeti’nin (AKC) öncülüğünde gerçekleştirilmişti. Yeni bir özgür Afrikalı Amerikalı nüfus yaratmadan köleliğe son vermeyi amaçlayan bu topluluk, köleleştirilmiş kadın, erkek ve çocukların (İç Savaş patlak verdiğinde sayıları 4 milyon kadar olan) kademeli olarak özgürleştirilmelerini ve halihazırda özgür olan yarım milyon siyahla birlikte Birleşik Devletler dışına taşınmasını önermişti.

Frederick Douglass’ın gözlemlerine göre “neredeyse her saygın adam” bu topluluğun üyesiydi: John Marshall, James Madison, Daniel Webster, Roger B. Taney ve hatta Harriet Beecher Stowe (Stowe’un Tom Amca’nın Kulübesi adlı kölelik karşıtı romanı, kahramanı George Harris’in “Afrika vatandaşlığını” onaylaması ve Birleşik Devletler’den göç etmesiyle sona erer mesela)… Sömürgeleştirme o topluma özgülüğüyle benzersiz bir Amerikan fikriydi. Harper’s Weekly’nin¹ de belirttiği gibi, Batı Yarımküre’deki birçok toplumda kölelik vardı, ancak başka hiçbir yerde “özgürleşmeden sonra kölelerin kökünün kazınması” önerilmemişti. Kolonizasyon fikri, savunucularının hem kölelikten hem de istenmeyen Afrikalı Amerikalı varlığından kurtulmuş bir toplum hayal etmelerine olanak sağlamıştı.

Günümüzde kağıtsız göçmenlerin sınır dışı edilmesi fikri gibi, kolonizasyon da kimin “gerçek” Amerikalı olduğu ve ulusun kucaklayıcı mı yoksa dışlayıcı mı olması gerektiğine dair çok boyutlu tartışmanın önemli bir yanını oluşturuyor. Kolonizasyon fikrini destekleyenler ABD’nin “beyaz bir cumhuriyet” olması gerektiğine inanıyordu. Bu bağlamda Trump’ın güncel sınır dışı planı, Kızılderililerin tehciri, Çinlilerin dışlanımı ve güney ve doğu Avrupa’dan göçü ciddi şekilde azaltan 1924 yasası da dahil olmak üzere nüfusun arındırılmasına dönük diğer çabalarla birlikte değerlendirilmeli. 1862 yılında, henüz İç Savaş devam ederken, Temsilciler Meclisi Özgürleştirme ve Kolonizasyon Komitesi, “tüm ülkenin” siyahlardan arındırılarak beyazlar tarafından ele geçirilmesi çağrısında bulunmuştu. Bugün bu görüşün yankılarını, göçmenlerin beyaz Amerikalıların yerini aldığına dair komplo teorilerinde ve kitlesel yerinden etmelerin bunun panzehiri olduğunu savunan “ikame teorisi” yanlılarında izlemek mümkün.

Kolonizasyonun belki de en önde gelen savunucularından biri, Virginia Eyaleti Üzerine Notlar adlı monografisinde siyahların fiziksel ve entelektüel kapasiteleri üzerine yaptığı meşhur tartışmaya ek olarak, kademeli özgürleştirme ve sınır dışı etme için ayrıntılı bir plan ortaya koyan Thomas Jefferson’dı. Bu çalışmada ayrıntılandırıldığı üzere, kölelerden doğan çocuklar kamu kaynakları aracılığıyla eğitilecek ve yetişkinliğe ulaştıklarında özgürleştirilip Afrika’ya taşınacaklardı. Eş zamanlı olarak dünyanın diğer bölgelerine gemiler gönderilerek “eşit sayıda beyaz nüfusun” Birleşik Devletler’e getirilmesi sağlanacaktı. Jefferson, “bir grup işçinin yerine bir başkasını koymak” için bu kadar zahmete girmenin anlamsız göründüğünü kabul ediyordu aslında. Ne var ki, kolonizasyon olmaksızın köleliğin sona ermesini ırksal savaşın, ya da örtük şekilde bahsedilen, ırksal “karışım”ın, (ki bu Jefferson’ın kendisinin de uyguladığı ancak daha kitlesel bir nüfus söz konusu olduğunda hiçbir şekilde hoşlanmayacağı bir şeydi) izleyebileceği konusunda endişeliydi.

1824’teki ölümünden kısa bir süre önce Jefferson, federal hükümetin “her yıl artan çocukları” (yeni doğan çocuklar) sınır dışı etmesini önermişti. Trump’ın ilk başkanlık dönemindeki ailelerin ayrılması politikasına [“sıfır hoşgörü”] benzer şekilde, “bebeklerin annelerinden ayrılmasının” insani itirazlara yol açacağını tahmin ediyordu. Ancak bu tür şikâyetler ona “pireyi deve yapmak” olarak göründü. Trump’ın kağıtsız göçmenler hakkındaki aleni yalanları, kolonizasyon topluluğunun başkanlığını yapmış olan Kentuckyli siyasetçi Henry Clay’in sözlerini anımsatıyor. Clay, siyah nüfusu doğuştan suça yatkın olmakla itham etmişti. Bu nedenle özgürlüğüne kavuşturulmuş kölelerin kitlesel olarak sınır dışı edilmesinin “kesinlikle vazgeçilmez” olduğunu ilan etmekten çekinmiyordu.

“Büyük kurtarıcı” [Abraham Lincoln] bile yıllarca siyah Amerikalıların Afrika, Karayipler ya da Orta Amerika’ya devlet destekli olarak yerleştirilmesini savundu. İç Savaş’tan önce Lincoln, Illinois Kolonizasyon Topluluğu’nun Yönetim Kurulu’nda bulunuyordu. Başkanlığının ilk iki yılında kolonizasyonu teşvik etti ve kanun yapıcıları bunu uygulamak için fon ayırmaya çağırdı. Lincoln, Aralık 1862’de Kongre’ye gönderdiği yıllık mesajında açıkça “Kolonizasyonu şiddetle desteklediğimi daha açık ifade edemem” diyecekti.

Jefferson ve Clay, Lincoln’ün en hayranlık duyduğu devlet adamlarıydı. Fakat onların aksine, Lincoln’ün planı özgürleştirmeyi zorunlu değil “gönüllü kolonileşme” ile birleştiriyordu, zaten bu yüzden de hiçbir yere varamadı. Köle sahipleri, maddi tazminat teklif edildiği durumlarda dahi “insan mülkleri”nden vazgeçmek istemediler; siyah liderler ise, hatta neredeyse tamamı, halklarının Birleşik Devletler’in “renkli vatandaşları” olarak tanınması gerektiğinde ısrarcıydılar. Lincoln ırksal “karışım” ile kafayı bozmuş değildi ve siyahları beyaz Amerikalıların güvenliği için bir tehlike olarak damgalamıyordu. Beyaz Saray’da kendisiyle görüşen bir grup siyah Amerikalıya kolonileşmeyi desteklemesinin ardındaki sebebin, ırkçılığın Amerikan toplumunda fazlasıyla derinlere işlemesi ve eski kölelerin bu ülkede eşitlikten asla tam anlamıyla yararlanamayacağı olduğunu söylemişti.

1862 yılının sonuna gelindiğinde, Özgürlük Bildirgesi’ni yayımlamadan bir gün önce, Lincoln, İç Savaş sırasında Birlik ordusuna sığınan yüzlerce kölenin Haiti açıklarındaki bir adaya taşınması için şaibeli sayılabilecek bir girişimciyle sözleşme imzaladı. Ancak bildiriyle birlikte bakış açısında dramatik bir değişim yaşandı. Belgede sömürgeleştirmeye atıfta bulunulmuyor, bunun yerine azat edilen kölelerin Amerikan toplumunun “üretken birer üyesi” olarak yerlerini almaları öngörülüyordu. Diğer bir deyişle onları ABD’de “makul ücretler karşılığında sadakatle çalışmaya” çağırıyordu. Böylece Lincoln ilk kez siyah erkeklerin askere alınmasına alan açarak onları Amerikan yurttaşları olarak tanımaya dönük önemli bir adım atmış oldu.

Kökten değişen koşullar ve yaygın bir muhalefetle karşı karşıya kalan Lincoln, önceki planından vazgeçmişti. Köleliğe yaklaşımından sömürgeleştirmeyi çıkarması, ABD’nin eşitlerden oluşan iki ırklı bir toplum olarak hayal edilmeye başlanmasını sağladı. Donald Trump’tan da aynı evrimi bekleyebilir miyiz peki? İşte o biraz şüpheli.


¹ İlk kez 1857’de “bir uygarlık dergisi” olarak yayımlanmaya başlayan ve özellikle Amerikan İç Savaşı ile New York’taki Tammany Hall hakkındaki önemli haberlerle dikkat çeken dergi. İlk dönem yayın hayatı 1916’da sona erdikten sonra The Independent’a dâhil edildi. 1920’ler ve 1970’lerde kısa süreli canlandırma girişimlerinde bulunulsa da ancak 2000’lerin başlarında, haftalık bir haber özeti sunan elektronik “Harper’s Weekly Review” aracılığıyla, yeniden yayın hayatına dönebildi. (ç.n)

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Esad’ın düşüşü ‘Direniş Ekseni’ için ne anlama geliyor?

Yayınlanma

Seyyid Ali Rıza, Batı Asya uzmanı
Press TV, 8 Aralık 2024

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Şam’daki hükümeti, geçen hafta Halep’ten başlayarak savaşın harap ettiği Arap ülkesini kasıp kavuran bir grup militan gruba yenik düştü.

Arap ülkesinin çöküşü, İsrail rejiminin binlerce sivilin hayatına mal olan ancak kayda değer bir askeri hedefe ulaşamayan yaklaşık 70 günlük dizginsiz saldırganlığının ardından geçen hafta başında Lübnan’da ateşkes ilan edilmesinden kısa bir süre sonra başladı.

Heyet Tahrir Eş-Şam (HTŞ)  (eski adıyla al-Nusra) liderliğindeki yağmacı militan gruplar Halep’e yıldırım hızıyla bir saldırı başlattı, ardından İdlib, Hama ve Humus’a doğru hızla ilerledi ve nihayetinde pazar günü erken saatlerde Şam’ı ele geçirdi.

Suriye Arap Ordusu’nun ilk direnişine rağmen hükümet güçleri kilit bölgelerden kademeli olarak geri çekilerek Batılı ve Arap devletlerin yanı sıra İsrail rejimi tarafından da desteklenen militan grupların Şam’a doğru çarpıcı askeri ilerlemeler kaydetmesini sağladı.

Devrik Suriye Devlet Başkanı’nın nerede olduğu bilinmiyor; ya Suriye içindeki bir Rus askeri üssünde saklandığı ya da BAE veya Rusya’ya kaçtığı yönünde spekülasyonlar var.

Filistin esas mesele

Suriye her zaman Direniş Ekseni’nin hayati bir dişlisi olmuştur ve olmaya da devam etmektedir; Şam’da kontrolü kim ele geçirirse geçirsin bu durum değişmeyecektir. Ülkenin stratejik önemi azalmadan devam etmektedir.

Dahası, Suriye’deki dramatik gelişmelere rağmen, daha geniş Direniş Ekseni içindeki dinamikler etkilenmemiştir. Filistin, ittifak için temel mesele olmaya devam ediyor.

Suriye tarihsel olarak Lübnanlı ve Filistinli direniş hareketlerine silah ve diğer kaynakların sağlanmasında bir kanal görevi görmüştür. Ancak bu hareketler artık füzeler ve insansız hava araçları da dahil olmak üzere kendi silahlarını üreterek kendi kendilerine yeter hale geldiler.

İran’ın Direniş Ekseni’ne desteği Suriye’nin liderliğinden bağımsız olarak devam edecek ve Filistin, İslami Direniş ve bölgesel müttefikleri için en önemli öncelik olmaya devam edecek.

Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi’nin son dönemde bölge genelinde gerçekleştirdiği diplomatik temaslar, bu gelişmelerin ortasında Filistin meselesinin ön planda kalmasını sağlamayı amaçlıyordu.

Cumartesi günü Doha’da Hamas’ın üst düzey yöneticileriyle bir araya gelen Arakçi, “İran İslam Cumhuriyeti’nin Siyonist rejimin işgal ve saldırganlığına karşı Filistin ve Lübnan halkını ve direnişini destekleyen ilkeli tutumu güçlü bir şekilde devam edecektir” dedi.

Arakçi, Rusya ve Türkiye’den mevkidaşlarıyla birlikte Suriye konulu bölgesel konferansa katılmak üzere Doha’da bulunuyordu.

Hızlı çöküşün sebepleri

Suriye hükümetinin hızla düşmesi pek çok kişinin bunun nasıl olduğunu sorgulamasına neden oldu. Bu çöküş, Taliban’ın yaklaşık üç yıl önce Kabil’i ele geçirmesinden bile daha dramatik olarak nitelendiriliyor.

Ancak bu bir gecede gerçekleşmedi. HTŞ’nin başını çektiği militan gruplar, kaleleri sayılan bölgelerde dış destekle yıllardır bu an için zemin hazırlıyordu.

İsrail’in Gazze’de devam eden soykırım savaşı ve Lübnan’daki saldırganlığıyla daha da şiddetlenen bölgedeki kaos, onlara kararlı bir şekilde saldırma fırsatı sağladı. Bu bekledikleri andı.

Birçoklarının haklı olarak savunduğu gibi bu militan (HTŞ vb.) grupların hiçbiri Gazze ya da Lübnan için ayağa kalkmadı çünkü Tel Aviv rejimini kızdırmak istemiyorlardı. Suriye’ye odaklanmaya devam ettiler.

Geçen haftadan itibaren Esad güçleri çok az bir direnişle geri çekildi. Suriye Arap Ordusu’nun militanların ilerleyişine karşı koyamamasının birkaç nedeni var ve bunlardan biri de Suriye toplumunun her kesimini etkileyen ülkedeki vahim ekonomik durum.

Suriye’nin ekonomik durumu yıllar içinde, özellikle de ABD’nin Aralık 2019’da “Sezar Yasası” kapsamında uyguladığı felç edici yaptırımlardan bu yana endişe verici bir şekilde kötüleşti. Bu yaptırımlar, ekonomik reformları başlatamadığı için Esad hükümetinin karşılaştığı zorlukları daha da artırdı.

ABD ayrıca Esad rejimine muhalif birçok militan gruba da destek verdi ki bu durum sızdırılan telgraflarda ve üst düzey ABD yetkililerinin açıklamalarında geniş bir şekilde belgelenmiştir.

Ancak Esad’ın devrilmesi ne Suriye için istikrara dönüş anlamına geliyor ne de yaptırımların kalkmasını ya da hafiflemesini garanti ediyor. Yeni yöneticiler uyumlu bir yapıdan ziyade farklı ideolojilere, bağlantılara ve siyasi hedeflere sahip militan gruplardan oluşan bir koalisyon.

Aralarında Katar, Türkiye, Ürdün ve Suudi Arabistan’ın da bulunduğu bazı bölge ülkeleri, Esad hükümetini deviren bu militan grupları kendi bölgesel emelleri için doğrudan ya da dolaylı olarak destekledi.

Taliban benzetmesi

Şam’daki yeni iktidar koalisyonu, Kabil’deki de facto Taliban hükümetine benzer şekilde, özellikle uluslararası meşruiyet kazanma konusunda önemli zorluklarla karşılaşacaktır.

Ayrıca bu militan grupların hedefleri temelde uyuşmadığı için eninde sonunda birbirlerine düşmeleri de güçlü bir olasılık. Her bir grubun güçten daha fazla pay alma arayışında olması muhtemeldir.

Bölgesel güvensizlik ve kaostan beslenen İsrail rejiminin durumu daha da kötüleştirmeye devam etmesi bekleniyor. Son raporlar, İsrail’in devam eden kargaşadan faydalanarak Suriye topraklarındaki işgalini halihazırda işgal altında olan Golan Tepeleri’nin ötesine genişletmeye çalıştığını gösteriyor.

Bu militan grupların Siyonist rejim tarafından sağlanan destekten faydalandıkları aşikâr olmakla birlikte, Suriye’nin demokratik yollarla seçilmiş hükümetini devirmiş olmalarından dolayı bu destek artık devam etmeyecektir.

Önümüzdeki günler ve haftalar bölgenin hangi yönde ilerleyeceğini belirleyecek kritik öneme sahiptir. Ancak kesin olan bir şey var ki o da direniş ekseninin sağlam ve daha güçlü bir konumda olduğu.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English