Bizi Takip Edin

AVRUPA

İtalya-Arnavutluk göç anlaşmasına yönelik tepkiler devam ediyor

Yayınlanma

Arnavutluk ile İtalya arasında imzalanan göçmen anlaşması kapsamında kurulan göçmen gözaltı merkezlerindeki kolluk kuvveti personelinin ciddi ölçüde azaltılmasının ardından, operatörler İtalya’ya geri dönmeye hazırlanırken, bu durum muhalefet partilerinin Tiran ile yapılan anlaşmayı “tam bir başarısızlık” olarak nitelendirmesine yol açtı.

Şingin ve Gjader merkezlerindeki polis varlığının önemli ölçüde azaltılmasının ardından, Arnavutluk’ta İtalyanların işlettiği merkezlerin yönetiminden sorumlu kuruluş olan Medihospes tarafından istihdam edilen sosyal hizmet uzmanlarının da İtalya’ya döneceği doğrulandı.

Fakat İçişleri Bakanlığı kaynakları, mevcut ihtiyaçlar doğrultusunda personel seviyeleri düşürülmüş olsa da merkezlerin faaliyette ve gözetim altında kalmaya devam edeceği konusunda ısrarlı.

Buna rağmen aynı kaynaklar, personelin 295’ten 170’e düşürüldüğünü ve kooperatiften sadece yedi idari personel ile sağlık personeli de dahil olmak üzere Arnavut personelin sahada kaldığını kaydetti.

Volt Europa’nın eş başkanı Francesca Romana D’Antuono cuma günü Gjader’deki merkezlerden birini ziyaret etti ve Repubblica’ya personelin %75’inin çoktan ayrıldığını söyledi. Dahası, merkezlerin hiçbiri göçmenleri gerçekten barındırmıyordu.

Hem birinci hem de ikinci transferler durdurulmuş ve sığınmacılar, Roma’daki bir mahkemenin gözaltında tutulmalarını onaylamayı reddetmesi ve konuyu Avrupa Adalet Divanına havale etmesinin ardından İtalya’ya geri gönderilmişti.

Lüksemburg’daki yargıçların konuyla ilgili karar vermesini beklerken, İtalyan hükümeti 4 Aralık’ta Yargıtayın İçişleri Bakanlığının Roma mahkemesinin kararına karşı yaptığı temyiz başvurusunu ve ‘güvenli ülkeler’ konusunu karara bağlayacağı bir başka zorlukla karşı karşıya kalacak.

Kilit soru, yargıçların bir ülkenin ‘güvenli’ olup olmadığını değerlendirirken takdir yetkisini kullanıp kullanamayacakları ya da hükümetin listesine sıkı sıkıya bağlı kalmak zorunda olup olmadıkları.

Bu arada muhalefet partileri Roma-Tiran protokolünü bir başarısızlık olarak eleştirmeye devam ediyor.

Eski başbakan ve Italia Viva’nın lideri Matteo Renzi, X’te bir paylaşımda bulunarak, “Geri adım atan Meloni rotayı tersine çeviriyor. Feribotlar Puglia’ya geri dönüyor, polis memurlarını ve operatörleri eve getiriyor. Peki Arnavutluk’ta ne kaldı? Çok az şey,” dedi.

Arnavutluk’ta geriye kalanın, “İtalyan vergi mükelleflerinin parasıyla yerel girişimciler tarafından inşa edilen ve çürümeye mahkum devasa bir yapı” olduğunu savunan Renzi, “Arnavutluk’ta geriye kalan, sadece seçim hevesiyle eşi benzeri görülmemiş bir kaynak israfından sorumlu olan Giorgia Meloni’nin yüzüdür ve yargıçların bununla hiçbir ilgisi yok, hata yapmayın: Arnavutluk operasyonu hem sayılar hem de yasalar açısından geçerli değil,” diye ekledi.

“+Avrupa” lideri Riccardo Magi de bu görüşleri yineleyerek projeyi “muazzam bir başarısızlık” olarak nitelendirdi. Magi, Geri Dönüş Merkezlerinin (CPR) açılmasından bu yana 6.000 göçmenin İtalya’ya ulaştığına dikkat çekti.

Magi, “Eğer yargıçlar yasayı uygulamamış olsalardı, Arnavutluk’ta sadece 18 göçmen olacaktı. Neden bahsettiğimizi anlıyor musunuz? Giorgia Meloni sadece İtalyanları kandırmakla kalmıyor, aynı zamanda her birimizi pahalı propagandasının bedelini ödemeye zorluyor: bir milyar avro,” dedi.

Magi, Meloni’yi “bu saçmalığa son vermeye, yasalara ve haklara saygı göstermeye ve tüm İtalyanlardan özür dilemeye” çağırdı.

AVRUPA

Avrupa sağı Netanyahu’ya sahip çıktı: Orbán, Wilders, Salvini

Yayınlanma

Avrupa’da birçok ülkede hükümet eden ya da koalisyon ortağı olan “milli-muhafazakâr” veya “yeni sağcı” partiler ve liderler, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) verdiği karar karşı Netanyahu’ya destek açıkladı.

Macaristan Başbakanı Viktor Orbán yaptığı açıklamada İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hakkındaki UCM tutuklama kararına saygı göstermeyeceğini ve mevkidaşını Budapeşte’yi ziyaret etmeye çağırdığını duyurdu.

Hollandalı Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders ise, Netanyahu’nun uluslararası anlayış ve destek görmek yerine bir tutuklama emriyle karşı karşıya olduğunu savundu.

“Dünya çıldırmış durumda,” diyen Wilders, İsrail Başbakanı ile bir görüşme planladığını da belirtti. 

Benzer şekilde, İtalyan hükümetinde başbakan yardımcısı olarak görev yapan ve azınlık koalisyon ortağı Lega’nın lideri Matteo Salvini de, “Orta Doğu’daki birkaç demokrasiden birinin başbakanına” savaş suçlusu demenin “saygısızlık” olduğunu söyledi.

Macar Fidesz, Hollandalı PVV ve İtalyan Lega partileri Marine Le Pen’in partisi Ulusal Birlik’in (RN) öncülük ettiği Avrupa için Vatanseverler (PfE) grubunun üyeleri. 

‘Milli Muhafazakâr Enternasyonal’den İsrail’e destek

Macaristan Başbakanı Orbán devlet radyosuna verdiği bir mülakatta Netanyahu’yu davet edeceğini belirterek, “Bu karara itiraz etmekten başka seçeneğimiz yok. [Netanyahu’yu] Macaristan’a davet edeceğim ve Uluslararası Ceza Mahkemesinin kararının hiçbir etkisi olmayacağı konusunda kendisini temin edeceğim,” dedi.

Macar hükümet sözcüsü Zoltán Kovács, Orbán’ın İsrail Başbakanı Netanyahu’yu Macaristan’ı ziyaret etmeye davet ettiğini doğruladı.

“Macaristan Başbakanı, Netanyahu’ya ziyareti sırasında UCM kararından muafiyet sağladı” diyen Kovács, “İsrail-Macaristan ilişkilerine öncelik verdi ve Netanyahu’nun Macaristan’daki verimli görüşmeler için güvenliğini garanti altına aldı,” dedi.

Sözcü daha sonra Orbán’ın tutuklama kararını “küstah ve alaycı” bir karar ve “siyasi motivasyonlu” bir “müdahale” olarak nitelendirdiğini söyledi.

Netanyahu Macaristan’a daveti için teşekkür etti ve Macaristan Başbakanı Orbán’ın “ahlaki netliğini” övdü.

Salvini: İsrail özgürlükleri, demokrasileri ve Batı değerlerini savunuyor

“Savaş suçluları başkalarıdır,” diyen Matteo Salvini, İsrail’in “on yıllardır saldırı altında” olduğunu; İsrail vatandaşlarının “on yıllardır füze kâbusuyla ve evlerinin altındaki sığınaklarda” yaşadığını ileri sürdü.

“Tutuklanması gereken savaş suçlusunun” Orta Doğu’daki “birkaç demokrasiden birinin başbakanı” olduğunu söylemenin kendisine “saygısızlık ve tehlikeli” geldiğini belirten İtalyan lideri, “Çünkü İsrail sadece kendini savunmuyor, aynı zamanda özgürlükleri, demokrasileri ve Batı değerlerini de savunuyor,” iddiasında bulundu.

Salvini tutuklama kararının, “bazı uluslararası kurumlarda çoğunlukta olan bazı İslam ülkeleri tarafından dikte edilen siyasi bir tercih” olduğunu da öne sürdü.

İtalya’da koalisyon hükümeti bölündü

Fakat Başbakan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı ve Forza Italia lideri Antonio Tajani perşembe günü yaptığı açıklamada, Netanyahu, eski savunma bakanı Yoav Gallant ve Hamas’ın askeri şefi Muhammed Deif hakkında tutuklama emri çıkarmasının ardından “İtalya’nın UCM’ye saygı duyduğunu” söyledi.

Tajani, İtalyan hükümetinin bu kararla ilgili olarak müttefikleriyle birlikte ne yapacağını değerlendireceğini belirtti.

Tajani, “UCM’yi destekliyoruz fakat mahkemenin siyasi değil hukuki bir rol oynaması gerektiğini her zaman hatırlıyoruz,” dedi.

Sağın küresel yeni biçimi: Milli muhafazakârlık

Meloni: İsrail ile Hamas arasında bir eşdeğerlik kurulamaz

Başbakan Giorgia Meloni ise bugün yaptığı açıklamada “önümüzdeki günlerde UCM’nin kararına yol açan nedenleri daha derinlemesine inceleyeceğini” söyledi ve “Gerekçeler her zaman objektif olmalı ve siyasi nitelikte olmamalıdır,” dedi.

Meloni, G7 İtalya Dönem Başkanlığının bu konuyu 25-26 Kasım tarihlerinde Fiuggi’de yapılacak olan Dışişleri Bakanları toplantısının gündemine almayı planladığını belirtti.

Meloni, “Bu hükümet için bir nokta değişmezdir: İsrail Devletinin sorumlulukları ile terör örgütü Hamas arasında bir eşdeğerlik kurulamaz,” ifadelerini kullandı.

Wilders, İsrail’e giderek Netanyahu ile görüşecek

Hollanda hükümet koalisyonunun üyesi olan ve son seçimlerden birinci parti çıkan Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders de Netanyahu’yu savundu.

Wilders, İsrail’in “ağır bir saldırı altında, varoluşsal bir tehditle karşı karşıya olan demokratik bir ulus” olduğunu ve Netanyahu’nun da bu ulusa liderlik ettiğini ileri sürdü.

“Halkınızın çoğu katlediliyor, tecavüze uğruyor ve İslamcı teröristler tarafından rehin alınıyor. Ulusunuzu ve halkınızı savunuyor ve haklı olarak hastanelerde ve okullarda saklanan barbar teröristleri bir daha asla böyle bir şey yaşanmaması için ortadan kaldırmaya çalışıyorsunuz,” diyen Hollandalı sağcı, “uluslararası anlayış ve destek” görmek yerine, Netanyahu’nun tutuklama emriyle karşı karşıya kaldığını vurguladı.

“Dünya çıldırmış durumda,” diyen Wilders, “dostum” dediği Netanyahu ile yakında İsrail’d ebuluşacak olmaktan gurur duyduğunu yazdı.

Öte yandan Hollanda’da hükümet koalisyonunu oluşturan diğer üç partiden hiçbiri UCM’nin tutuklama kararıyla ilgili bir açıklama yapmadı.

İsrail ile ‘milliyetçi-muhafazakâr enternasyonal’ arasındaki ilişki

Avrupalı sağcılardan tam destek

Le Pen’in Avrupa için Vatanseverler’inin de üyesi olan ANO partisinin lideri eski Çekya Başbakanı Andrej Babiš açıklama yapmasa da Orbán’ın Netanyahu’ya yaptığı davete ilişkin paylaşımını retweet etti.

Danimarka Halk Partisi’nin (DF) tek milletvekili ve aynı zamanda PfE’nin üyesi Anders Vistisen, X’te Wilders’inkine benzer bir açıklama yayınlayarak, “%100 İsrail’in yanındayım ve Uluslararası Ceza Mahkemesi ne düşünürse düşünsün bunu yapmaya devam edeceğim,” dedi.

Fransa’da muhafazakâr LR milletvekili Philippe Juvin Sud Radio’ya verdiği demeçte, “Sayın Netanyahu Fransa’ya gelirse tutuklanmalı mı, tutuklanmamalı mı sorunuza cevabım kesinlikle hayır,” dedi.

Bu görüş Le Pen’in partisi RN’nin sözcüsü Philippe Ballard tarafından da paylaşılıyor. Ballard, Fransa’nın UCM’nin yetkilerini yerine getirmesinin “ürkütücü, çılgınca” olacağını savundu ve “İsrail İslamcılara karşı ilk savunma hattıdır,” dedi.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Alman sanayisi ayda 10 bin işçi kaybediyor

Yayınlanma

Almanya’da büyük şirketlerin işten çıkarma haberleri günlük yaşamın bir parçası haline geldi.

Yüksek enerji fiyatları, nitelikli iş gücü eksikliği, artan personel maliyetleri ve bürokrasinin yükü, sanayiyi derinden sarsıyor.

Otomotiv devi Bosch’un son açıklamaları, bu kriz dalgasının etkilerini bir kez daha gözler önüne serdi.

Stuttgart merkezli Bosch, küresel talep düşüşü nedeniyle önümüzdeki yıllarda dünya genelinde 5 bin 500 kişiyi işten çıkaracağını duyurdu. Bu rakamın 3 bin 800’ü Almanya’da gerçekleşecek.

Şirket, maliyet azaltma planlarının gerekçesi olarak otomotiv sektöründeki krizi ve küresel araç üretiminde yaşanan durgunluğu gösteriyor.

Bosch CEO’su Stefan Hartung, “Maliyet baskısı altında, yapılarımızı yeniden düzenlemek zorundayız,” değerlendirmesini yaptı.

IG Metall’den Bosch’a sert tepki

Bosch’un işten çıkarma kararları, IG Metall tarafından şiddetli tepki gördü. Genel İş Konseyi Başkanı Frank Sell, “Bu duyuru, çalışanlar için büyük bir darbedir,” ifadelerini kullandı.

Bosch Denetleme Kurulu Üyesi Nadine Boguslawski ise, “Şirketi güçlü kılan motivasyonu yüksek, nitelikli çalışanlardır. Bu insanların belirsizliğe sürüklenmesi, geleceğe yönelik bir vizyon eksikliğini gösteriyor,” diyerek planların şirketi daha güçlü kılmayacağını vurguladı.

Almanya’nın işgücü piyasasında tehlike çanları

Almanya’da işten çıkarmalar yalnızca Bosch’la sınırlı değil. Volkswagen, Ford, Continental gibi otomotiv devleri ve BASF, Bayer gibi kimya şirketleri de benzer adımlar atıyor.

Hollandalı ING Bankası’nın baş ekonomisti Carsten Brzeski, Berliner Zeitung gazetesine verdiği demeçte, Alman işgücü piyasasının “ölümden mustarip olduğunu” ifade etti.

İstihdam Araştırmaları Enstitüsü’nden (IAB) Enzo Weber ise, sanayinin ayda yaklaşık 10 bin işçi kaybettiğine dikkat çekerek, “Enerji krizi bu baskıyı artırdı, ancak uluslararası rekabet ve yeni yatırımların yetersizliği de bu durumu tetikliyor,” diye konuştu.

Weber, dönüşüm sürecinin Almanya açısından potansiyel barındırdığına dikkat çekerek, “Yeni yatırımlar, inovasyonlar ve iş modelleri geliştirilmeden bu krizin üstesinden gelinemez,” yorumunu yaptı.

Ayrıca, start-up’ların desteklenmesi, altyapının güçlendirilmesi ve eski sübvansiyonların daha rekabetçi fonlarla değiştirilmesi gerektiğini kaydeden Weber, Almanya’nın gelecekte daha az işten çıkarma ile karşılaşması için, iş gücünün gerekli becerilerle donatılması ve yeni sektörlere yönlendirilmesi gerektiğini vurguladı.

BASF, Almanya’da sanayinin durumu nedeniyle temettü ödemelerini azalttı

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Romanya seçimlerinde ilk tur ‘sürprizi’: Georgescu ile Lasconi yarışı ne anlama geliyor?

Yayınlanma

Yazar

Romanya’da pazar günü Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. İlk turu düzenlenen ve neredeyse bütün anket sonuçlarının boşa çıktığı seçimlere toplam 13 aday katıldı. Adaylar arasından en dikkat çekeni, seçimlere bağımsız katılan Calin Georgescu oldu. 

Georgescu, katılımın yüzde 52 olarak belirlendiği seçimde, oyların yüzde 22’sinden fazlasını alarak seçimlerin galibi oldu.

Romanya Birliğini Kurtarın Partisi’nden Elena Lasconi ise 2 sırada yer alıyor. Lasconi, liberal muhafazakarların temsilcisi.

Mevcut başbakan Marcel Ciolacu ise, Lasconi ile çok az bir farkla 3. sıraya geriledi.

Seçimlerde takip edilen adaylardan, eski NATO Genel Sekreter Yardımcısı Mircea Geoana ise, yenilginin ardından siyasetten emekli olduğunu açıkladı.

Geoana Rumen medyasına verdiği demeçte, “Hayal kırıklığı ve öfke düzeyi toplumu daha radikal bir seçime doğru itiyor” dedi.

Georgescu’nun zaferi, Batı medyasında çoğunlukla ‘sürpriz’, ‘şok’, ‘deprem’ gibi ifadelerle aktarıldı. Bu ‘sürpriz’ hissini yaratan şey, Georgescu’nun ‘o kadar da popüler olmayan’ bir siyasetçi olması ve NATO ve Ukrayna karşıtı açıklamalarıyla tanınması. 

Georgescu, kendisinin de bir röportajında ​​belirttiği gibi seçim kampanyasının tamamını TikTok’ta geçirdi. Bu nedenle, Rumen analistlerin önemli bir kısmı kendisi için sıkça ‘TikTok ürünü’ ifadesini kullanmıştı.

Georgescu kimdir?

62 yaşındaki Georgescu, sağ popülist bir siyasetçi. Bükreş’teki Tarım ve Veterinerlik Bilimleri Üniversitesi ile Ulusal Savunma Koleji’nde eğitim gördü.

Kariyerine üniversitede öğretim görevlisi olarak başladı, Çevre Bakanlığı’nda çalıştı, Birleşmiş Milletler (BM) Çevre Programı’nın Romanya temsilciliği gibi görevlerde bulundu. 

Bu seçimler, Georgescu’nun ilk seçimleri değil. Daha önce, üyesi olduğu sağcı Rumen Birliği İttifakı (AUR), kendisini 2020 ve 2021 yıllarında başbakan adayı olarak göstermişti. Ancak Georgescu’nun Nazi yanlısı eski Romanya diktatörü Ion Antonescu ve ırkçı, anti-semitist Demir Muhafızlar örgütünün kurucusu Zelea Codreau gibi isimleri övmesi üzerine adaylığı partisi tarafından geri çekilmişti ve ‘soykırım suçlularının övülmesi’ gerekçesiyle hakkında bir ceza soruşturması bile başlatılmıştı. 

Georgescu, 2022’de Antena 3’e verdiği röportajda bu isimlerden ‘kahramanlar’ olarak bahsetmişti ve ‘Rumen ulusunun bu kahramanlarla yaşadığını’ söylemişti. 

‘NATO üssü diplomasi utancı’

Georgescu aynı zamanda, NATO karşıtı açıklamalarıyla da tanınıyor. Georgescu, Romanya’nın Deveselu kasabasında bulunan NATO’nun balistik füze savunma kalkanını ‘diplomasi utancı’ olarak nitelendirmişti ve ittifakın ‘Rusya tarafından saldırıya uğramaları halinde üyelerinden hiçbirini korumayacağını’ söylemişti.

Rumen gazeteci Mihai Tatulici’ye konuşan Georgescu, Ukrayna savaşında Romanya’nın tarafsız olması gerektiğini savunarak “Ukrayna’daki durumun açıkça manipüle edildiği ortada. ABD’nin askeri kompleksinin ve silah sanayisinin çıkarları için bir çatışma çıkarılmak isteniyor. Ancak bizim bir ülke olarak önceliğimiz, herhangi bir çatışmaya karşı tarafsız olmaktır. Orada olanlar bizim işimiz değil” demişti.

‘Kendi devletimi istiyorum’

Georgescu, Avrupa Birliği’nin (AB) ise, Romanya’yı köleleştirmeyi amaçlayan başarısız bir proje olduğunu düşünüyor.

Georgescu ayrıca, ülkesi için sunduğu ‘vizyonu’ da şu şekilde açıklamıştı:

“Barış stratejisi öncelikli olmalıdır. Bu, sadece dış barış stratejisi değil, iç barışı da içerir. Her şey buradan başlar. Hiç kimse savaştan bir şey inşa etmedi. Size bu konuda üç net unsur söyleyebilirim. Birincisi, halkımızın dehası, her türlü çatışmaya karşı yüzde 100 tarafsız kalmaktır. İkincisi, ulusal bir devlet istiyorum, kendi devletimi istiyorum. Kimseyle müdahil olunmamalı. Gerçek dostlarınız ve ortaklarınız olabilir. Üçüncü unsur ise şu: Ekonomi hakkında öğrenilmesi gereken tek ders, ülkenizin kaynaklarını kendi başınıza nasıl değerlendireceğinizdir.”

Ekonomik sorunların sosyal sorunlardan kaynaklandığını söyleyen Georgescu, Antena 3’e verdiği bir diğer röportajda da “Bizim devletimiz yok. Devleti olmayan halk sürüden ibarettir ve milletin hizmetinde olabilecek tek şey devlettir. Bu neredeyse tamamen yok olmuş durumda” demişti.

Liberal muhafazakarların adayı Lasconi

Georgescu’nun kinci turda yarışacağı aday, eski gazeteci ve eski belediye başkanı Elena Lasconi ise, Romanya’nın Ukrayna’nın sıkı bir müttefiki olarak kalması gerektiği görüşünde. Lasconi, Ukrayna savaşının başlamasının 1000. gününde Facebook’tan yayınladığı mesajda şunları söylemişti:

“1000 günlük cesaret, fedakarlık ve özgürlük mücadelesi. Romanya, Ukrayna’nın yanında kalmaya devam etmeli. Ve bunu kararlılıkla yapacağıma söz veriyorum. Romanya, ben cumhurbaşkanı olduktan sonra da Ukrayna’nın güçlü bir müttefiki olarak kalacak. Çünkü bu mücadele sadece Ukrayna’nın değil, tüm bölgenin istikrarı ve demokrasi için bir mücadeledir.”

‘Daha fazla NATO birliği harika olur’

Lasconi ayrıca, Özgür Avrupa’nın Romanya servisine verdiği röportajda iyi eğitimli NATO birliklerine sahip ülkelerin hiçbir zaman saldırıya uğramadığını savunarak, Romanya’da daha fazla NATO askerinin bulunmasının ‘harika olacağını’ belirtmişti:

“Romanya’da daha fazla yabancı birliğimiz olsaydı harika olurdu diye düşünüyorum, çünkü savaşa hazır NATO birliklerinin olduğu ülkelerin asla saldırıya uğramadığı kanıtlandı.”

Georgescu’yu öne çıkaran argümanların, Avrupa sağını öne çıkaran argümanlara paralel olduğunu söylemek mümkün: Otoriter söyleme dayanan güçlü devlet vurgusu, yeniden uyanış, ulusun yeniden ayağa kalkması gibi söylemler, ekonomik istikrar vaadi, savaş karşıtlığı…

Bütün bunlar, Georgescu’nun da Avrupa’daki benzerleri gibi ‘Kremlin’in adamı’ olarak işaretlenmesiyle sonuçlandı. 

Rakibi Lasconi ise, AB ve NATO’nun güncel ihtiyaçlarına uygun bir Avrupalı lider profili çiziyor. 

Romanya’daki bu siyasi saflaşma, Moldova, savaş öncesi Ukrayna, Sırbistan ve Gürcistan gibi ülkelerde yaşanan saflaşmalarla büyük benzerlikler taşıyor. Ulusal bağımsızlık ve güçlü devlet vurgusu zemininde yükselen, ‘Avrupa şüphecisi’ sağ; liberal/muhafazakar, Atlantik sistemine kökten bağlı bir diğer sağ güçle yarışıyor. 

Bu tür ülkelerdeki seçimlerde ‘Rus yanlılığı’ en çok konuşulan şey olsa da, varlığından söz edilen Kremlin etkisinin yoktan var olduğunu söylemek mümkün değil. Ekonomik sorunlar, siyasi istikrarsızlık ve yoğun askerileşmenin yarattığı güvenlik kaygısı, Avrupa’nın genelinde olduğu gibi Romanya siyasetinde de belirleyici unsur haline geliyor. Bunun en büyük örneği, Georgescu’nun en yakın rakibiyle arasında bulunan, yaklaşık 350 bin seçmenlik oy farkı.

Sağ-popülist Avrupa şüpheciliği, Batı’nın yeni yükselen trendi olduğunu Romanya örneğiyle bir kez daha kanıtlamış oldu. Batılı analistlerin ve siyasetçilerin bu eğilimi sağlıklı bir şekilde inceleyip açıklaması için ise, ‘Kremlin parmağından’ çok daha fazlasına ihtiyacı var.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English